Büyük zafer kazanılmış ve İtilâf Devletleri ile 11 Ekim 1922'de Mudanya Mütarekesi imzalanmıştı. Bu büyük başarılar Türk Milleti'nin eseri idi. Artık Türk Milletinin gerçek temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti, İtilâf Devletleri ile barış masasına oturabilirdi. Durum böyle olmasına karşın İtilâf Devletleri halâ İstanbul'da bir Padişah ve onun meşrû bir hükümeti varmış gibi hareket ederek, Lozan Barış Konferansı'na Ankara'nın yanında İstanbul'dan da temsilci gönderilmesini talep ediyorlardı[1] .
Mustafa Kemal Paşa İzmir dönüşü Ankara'ya geldiğinde, Barış Konferansı'na gönderilecek delege heyeti konusunda çalışmalar yapmış ve 16 Ekim 1922'de Bursa'ya gittiğinde de barış konferansına gidecek heyetin başkanlığını İsmet Paşa'nın yapmasına karar vermişti[2].
Bu sırada İstanbul Hükümeti de barış konferansı için hazırlıklara başlamış bulunuyordu. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce tanınmayan bu hükümetin, bir barış konferansında Türk milletini temsil etmesi elbetteki hoş karşılanamazdı. İstanbul Hükümeti'nin Sadrazamı Tevfik Paşa, her ne kadar 1921 Londra Konferansı'nda söz hakkını Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin temsilcilerine bırakmışsa da şimdiki tutumu aynı doğrultuda değildi.
Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin barış konferansı için hazırlıklar yaptığı sırada, Tevfik Paşa'nın da aynı hazırlıklar içinde olduğu görüldü[3]. Halbuki üç seneden beri fiilen Ankara'da içtimâ etmiş bir Türkiye Büyük Millet Meclisi vardı. Bu meclis kabul ettiği yeni bir Teşkilât-ı Esâsiye Kanunu ile milletin bütün idare ve mukadderatını eline almış ve bir hükümet kurulmuştu. TBMM orduları düşmanı mağlup etmiş ve bunun bir neticesi olarak da, şimdi Birinci Dünya Savaşı'nın galip devletleri bir barış konferansı toplamağa karar vermişti[4]. Fakat İtilâf Devletleri konferans için İstanbul Hükümeti'ne de çağrıda bulunmuşlardı. İstanbul Hükümeti de konferansa katılmaya hazırlanırken Ankara ile anlaşmayı ve birlikte hareket etmeyi amaçlıyordu[5].
İşte daha barış konferansına resmi olarak davet edilmeden önce, 17 Ekim 1922'de, Sadrazam Tevfik Paşa bu amaçla Mustafa Kemal Paşa'ya şahsî bir telgraf göndermişti. Bu telgrafta, kazanılan zaferin İstanbul ile Ankara arasındaki ikiliği kaldırdığını, ulusal birliği sağlamış olduğunu belirten Tevfik Paşa, Paris Barış Konferansı'na her iki tarafın da davet edilmesinden dolayı, burada milli menfaatler doğrultusunda birlikte hareket edilebilmesi için gerekli talimatların verildiği bir şahsın Ankara'dan İstanbul'a gönderilmesini istemiştir[6].
Bunun üzerine Mustafa Kemal Paşa, Tevfik Paşa'ya tebliğ edilmek üzere İstanbul'da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Temsilcisi Hamit Bey'e çektiği telgrafta, Türkiye Devleti'nin tek temsilcisinin Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nin olduğunu söylüyor, "gayr-i meşru" ve "gayr-i hukukî" heyetlerin devlet işlerine karışmamalarını istiyordu[7].
Mustafa Kemal Paşa'nın İstanbul'daki Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Temsilcisi'ne gönderdiği bu telgraf, Sadrazam Tevfik Paşa'ya aynen verilmeyerek sadece sözle iletilmekle yetinilmiş[8] ve bundan dolayı bazı karışıklıklar ortaya çıkmıştır. Bu sebeple, durumu ve Mustafa Kemal Paşa'nın reaksiyonunu kavrayamayan Tevfik Paşa, 29 Ekim 1922'de ve bu defa doğrudan doğruya Büyük Millet Meclisi'ne yeni bir telgrafla[9] müşterek murahhas heyeti teşkili için müracaât etmiştir. Tevfik Paşa'nın bu telgrafı Büyük Millet Meclisi'nde tepkiyle karşılanmış ve bu konuda Meclis'te uzun ve heyecanlı görüşmeler olmuştur.
İşte hem Babıâli'nin gerek kazanılan zafere, gerekse Lozan Barış Konferansı'na gidecek heyete ortak olma eğilimini sürdürmesi, hem de İtilâf Devletlerinin Mudanya Mütarekesi'ne rağmen Türkiye'yi ikili bir yönetim içinde görmeyi sürdürmeleri, 16 Mart 1920'de İstanbul'un işgali ile fiili olarak sona ermiş olan Saltanatın kaldırılması zamanını belirlemiştir. 30 Ekim ve 1 Kasım 1922'de, Meclis'te yapılan görüşmeler sonunda Türkiye Büyük Millet Meclisi, Saltanatı kaldıran tarihi kararını vermiş[10], böylece Osmanlı Saltanatı hem fiilen ve hem de hukuken tarihe karışmıştı.
1. Saltanatın Kaldırılması Kararının İstanbul'a Bildirilmesi
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım 1922 tarihli kararı ile Hilâfet ve Saltanat birbirinden ayrılarak, Saltanat kaldırıldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi, Rauf Bey (Orbay)'in teklifi ile 1 Kasım gecesini ve ertesi günü de bütün yurtta bayram olarak ilân etti[11]. 2 Kasım 1922 tarihli İstanbul gazeteleri, bu tarihi kararı birinci sayfadan büyük manşetler halinde İstanbul halkına duyurdular[12].
Bu sırada Mustafa Kemal Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bu tarihi kararını 2 Kasım'da, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni temsilen İstanbul'da bulunan Refet Paşa'ya da bir telgrafla bildirdi[13]. Mustafa Kemal Paşa bu telgrafında, Refet Paşa'nın İstanbul'daki faaliyetlerinden büyük memnuniyet duyduklarını belirtmiş ve ayrıca Refet Paşa'dan Padişahı ziyaret ettiği ve Saray'da yemek yediği hakkında gazetelerde çıkan yazıları münasip bir surette tekzip etmesini istemiştir[14].
Çünkü Türkiye Büyük Millet Meclisi kendi âzâsından birisinin, tanımadığı bir makamla görüşmesini, kendi meşrûiyetine aykırı görmekte ve böyle birşeyi kesinlikle tasvip etmemektedir.
Bunun üzerine Refet Paşa gazetelere, Padişah ile görüşmesi hakkında çıkan haberleri tekzip eden bir yazı göndermiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde yanlış yorumlara meydan bırakmamak için olacak ki, 5 Kasım 1922 tarihli Hâkimiyet-i Milliye Gazetesi'nde de tekzip ile ilgili bir yazı çıkmıştır[15] .
Saltanatın kaldırılması haberi İstanbul'da halk tarafından büyük bir coşku ile karşılanmış ve İstanbul gazeteleri, bu haberi İstanbul'a verirken halkın sevincini paylaşmışlardı[16]. Ancak bu kararın İstanbul Hükümeti'ne ve Padişah'a resmen bildirilmediğini görüyoruz. 4 Kasım günü istifa edecek olan İstanbul Hükümeti'nin Nazırları gazetelere verdikleri beyanatlarda, Saltanatın kaldırıldığı haberini gazetelerden öğrendiklerini, kendilerine resmî kanaldan ne şifahî, ne de yazılı birşey gelmediğini ısrarla vurgulayacaklardır[17].
2. İstanbul'un Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ni Tanıması
Saltanatın kaldırılması İstanbul'da halk tarafından büyük coşkuyla karşılanmıştı. Artık ne Padişahın, ne de İstanbul Hükümeti'nin başta kalması imkân dahilinde görülmüyordu. Bütün İstanbul halkı ve İstanbul'da bulunan resmi kuruluşlar, Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım 1922 tarihli kararını kabul ediyor, büyük bir coşkuyla ve çeşitli vasıtalarla "Saltanat-ı Milliye"ye bağlılıklarını ilân ediyorlardı[18].
İstanbul halkı, aslında Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni tanıyor, memleketi kurtaran bu hükümete minnet ve şükran duygularıyla bağlı bulunuyordu. Refet Paşa'nın buraya gelişinde yapılan benzersiz tezahürat da bu hislerin en açık bir ifadesiydi.
Bununla berebar İstanbul'da olağanüstü bir durum vardı. Sırf işgal dolayısıyla burada hususi bir idare şekli bakî kalmıştı. Halk, ister istemez bu idare ile münasebetlerde bulunuyordu. TBMM, bu durumu kabul etmiyor, fakat içte ve dışta pek çok mesele ile uğraştığından dolayı bir dereceye kadar müsamaha göstermek zorunda kalıyordu. Barış Konferansı öncesi meydana gelen vaziyet, bu hususta seri adımlar atılmasını gerektirmiş, nitekim 1 Kasım kararıyla Osmanlı Devleti'nin tarihe karıştığı ilân edilmiştir. Bu karar karşısında İstanbul'a düşen tek bir vazife vardı. Mademki TBMM bu kararı vermişti, artık İstanbul halkı İstanbul Hükümeti'ni tanıyamaz, mahkemeler onun adına faaliyette bulunamaz, zaten kalben Ankara'ya bağlı olan memurlar onun adına görevlerine devam edemezlerdi. Tek çare TBMM'ni bir an önce tanımak, ona bağlılıklarını bildirmekti [19].
Nitekim TBMM'nin 1 Kasım tarihli kararının İstanbul'da duyulmasından sonra, İstanbul Hükümeti'nin tereddütünü gören çeşitli dairelere bağlı memurlar kendi aralarında karar alarak, TBMM'ne tabi olduklarını telgraflarla veya Refet Paşa'ya müracaat ederek bildirmeye başlamışlardır [20].
Refet Paşa bu durumu, 4 Kasım 1922'de, Ankara'ya çekmiş olduğu bir telgrafla bildirmiştir. Bu telgrafta belirtildiğine göre; 4 Kasım sabahı İstanbul Vilâyeti Meclisi İdare Heyetleri, Merkez ve Umum Jandarma Kumandanları, Polis Müdürü, Cinayet Mahkemesi Reisi ve İstinaf Müdde-i Umumisi, Refet Paşa'nın nezdine gelerek Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin İstanbul Hükümeti hakkındaki son kararı dolayısıyla Türkiye Büyük Meclisi Hükümeti'nden başka hiçbir hükümet tanımayacaklarını bildirerek, vazifelerinin sona erdiğini beyan etmişler ve bugünden itibaren İstanbul Vilâyeti ve Şehri'nin idari işlerini tayin ve tanzim için Refet Paşa'dan talimat talep etmişlerdir[21].
Refet Paşa'nın Ankara'ya çektiği telgrafta da görüldüğü üzere, esasen İstanbul Hükümeti kendi kendine ilga olmuştu. Çünkü İstanbul Hükümeti'ni teşkil eden bir çok resmi daire ve idare şubeleri daha hükümet istifa etmeden, onunla münasebetlerini kesmişlerdi[22].
Bu meyanda ilk olarak Posta ve Telgraf Müdüriyet-i Umumiyesi'ni gösterebiliriz. Hamiyetlerini her meselede, herkesten evvel gösteren posta ve telgraf memurları Ankara'da Posta ve Telgraf Müdüriyet-i Umumiyesi'ne çekmiş oldukları telgrafta Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bağlılıklarını belirterek, nasıl hareket edecekleri hakkında talimat beklediklerini bildirmişlerdir[23].
4 Kasım 1922 tarihinde "Cemiyyet-i Umumiye-i Belediye"de de bir müzakere yapılarak, bunun neticesinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne "arz-ı bîat" edilmiştir. Fatih Belediye dairesinde Şehremini Ziya Bey'in başkanlığında yapılan toplantıda söz alan konuşmacılar, Dahiliye Nezareti'nin artık geçersiz olduğunu, düştüğünü "Cemiyet-i Umumîye-i Belediye"nin artık Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ni tanıdığını ve Dahiliye Nezareti ile bütün alâkanın kesildiğini, bağlılıklarının Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne olduğunu söylemişler ve toplantı sonunda Refet Paşa'ya bu kararlarını belgeleyen bir mazbata vermişlerdir[24].
İstanbul Vilâyeti Meclis-i Umumisi, 4 Kasım 1922 günü öğleden sonra, Vali Vekili Abdülhak Hakkı Bey'in başkanlığında bir toplantı yaparak, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bağlılıklarını bildiren mazbatayı Ankara'ya telgrafla geçmeye karar vermiştir[25].
Maârif Rüesâ-i Memurini de Türkiye Büyük Millet Meclisi Maârif Vekâleti'ne bağlılıklarını bildiren bir telgraf çekmişlerdir[26].
"Mekâtib-i Sultanî"den Türkiye Büyük Millet Meclisi Riyaseti'ne gönderilen telgrafta ise, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin "Saltanatı Şahsiye"den "Saltanatı Milliye"ye intikal kararını minnet ve şükranla karşıladıkları belirtilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bağlı olduklarını açıklamışlardır[27].
4 Kasım'da İstanbul Vilâyeti memurları Büyük Millet Meclisi'ne olduğu gibi Refet Paşa'ya da müracaât ederek vazifelerine devam edip etmemelerini sormuşlar ve Refet Paşa da kendilerine Büyük Millet Meclisi namına hizmetlerine devam etmeleri cevabını vermiştir[28].
İstanbul'daki Adliye Nezareti'ne bağlı hakimler arasında da "icra-yı kazâ"da tereddütler meydana gelmiş ve durum açıklığa kavuşuncaya kadar bütün mahkemeler tatil edilmiştir. Durumun aydınlanması için bütün hakimlerin namına İstinâf Reîs-i Evveli ve Cinayet Mahkemesi Reîsi Hulusi, İstinaf Müdde-i Umumisi Kemal ve İstanbul İkinci Cezâ Reîsi Cemil Beylerden oluşan bir hakimler heyeti 4 Kasım'da, saat 14.30'da, Türkiye Büyük Millet Meclisi namına Trakya'yı teslim almaya memur Refet Paşa'yı Çapa'da ziyaret etmiştir. Refet Paşa hakimler heyetine muhâkemâtın tehirinin câiz olmadığını ve hakimler tarafından bugünden itibaren çıkarılacak olan ilânlarda kararların Büyük Millet Meclisi namına verildiği kaydedilmek şartıyla faaliyetlerine devam edilmesi lazım geldiğini bildirmiştir. Bunun üzerine hakimler Adliye'ye giderek, saat 15'te tekrar muhâkemeye başlamışlardır[29].
Aynı zamanda Polis Müdürüyle Jandarma Kumandanı da Büyük Millet Meclisi namına İstanbul'da bulunan Refet Paşa'ya müracaât ederek, Polis ve Jandarmanın Büyük Millet Meclisi'nin emri altında bulunduklarını beyan etmişlerdir[30].
Bu suretle kalben ve ruhen Büyük Millet Meclisi'ne bağlı olan İstanbul, fiilen de meşrû idarenin emri altına girmiştir. Esasen 4 Kasım akşamından itibaren İstanbul Hükümeti istifa etmiş ve memlekette Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nden başka şekli ve zahiri de olsa hiç bir hükümet kalmamıştır.
3. İstanbul Hükümeti'nin İstifası
İstanbul Kabinesi, 2-3 Kasım 1922 tarihlerinde, üst üste toplanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım tarihli Saltanatın kaldırılması kararı karşısında nasıl hareket edeceklerini görüşmüşlerdi. "Hey'et-i Vükelâ" toplantısına girmekte olan Hariciye Nazırı İzzet Paşa'ya, Vakit muhabiri, "Anadolu'nun Bab-ı Âliye hiç cevap vermediğine nazaran vaziyet nedir?" diye sorması üzerine, İzzet Paşa, "Bakalım. Biz herhalde memlekete hiyanet edecek insanlardan değiliz. Vatan ve millete nâfi olan bir hatt-ı hareket ittihâz edeceğiz."cevabını vermiştir[31].
"Hey'et-i Vükela"nın Tevfik Paşa'nın başkanlığında yapmış olduğu toplantılarda, Nazırlar arasında istifa eğilimi ağır basmış ve bu durum 3 Kasım günü saat 16'da, Yıldız Sarayı'nda, Padişah'ın başkanlığında yapılan bir toplantıda da ele alınmıştır. Bu toplantıda Sadrazam Tevfik Paşa, Şeyh-ülİslam, Hariciye Nazırı İzzet, Bahriye Nazırı Salih, Dahiliye Nazırı Ali Rıza Paşalar hazır bulunmuşlardı[32]. İstifa meselesi bu toplantıda geniş olarak ele alınmıştı. Padişah yeni bir hükümetin teşkilinin imkânsızlığını belirterek, hükümetin istifa etmemesini istemişti[33].
Ancak İstanbul Hükümeti bu şartlar altında görevine devam edemezdi. 4 Kasım 1922 tarihinde yeniden bir araya gelen Nazırlar, saat 16'da hükümetin istifasını resmen açıklamışlardır. Toplantıdan ilk çıkan Tevfik Paşa gazetecilere, "Kabinenin istifaya karar verdiğini bildirmiştir"[34].
Hariciye Nazırı İzzet Paşa ise toplantıdan çıkarken gazetecilere; istifalarının doğru olduğunu, beyannâme neşri hakkında bir karar almadıklarını, vekâleten göreve devam edilip edilmeyeceğinden haberdar olmadığını söylerken [35] Dahiliye Müsteşarı Refik Bey Heyet-i Vükelâ'nın istifasının resmen bildirildiğini, ancak Heyet-i Vükelâ'nın yarın da gelerek vekâleten göreve devam edeceğini açıklamıştı[36].
Tevfik Paşa namına gazetecilere beyanat veren Ticaret ve Ziraat Nazırı Safa Bey ise hükümetin istifa ettiğini, istifa sebeninin mevcut vaziyete nazaran idareye imkan kalmaması olduğunu, Sadrazam tarafından istifalarının Padişaha sunulması için karar aldıklarını ve bu istifayla kendilerinin işinin sona erdiğini söylemiştir. Safa Bey, bu beyânatında ayrıca Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım tarihli kararının kendilerine resmen tebliğ edilmemesinden söz etmiş ve Padişah tarafından istifaları kabul edilsin edilmesin kararlarının kesin olduğunu vurgulamıştır. Safa Bey vekâleten göreve devam edilip edilmeyeceği konusunda ise, belirsiz bir cevap vermeyi yeğlemiştir[37].
Görüldüğü üzere İstanbul Hükümeti artık göreve devam etmenin imkânsızlığını anlayarak istifa etmişti. Ancak bazı Nazırların durumun ciddiyetini tam manasıyla kavrayamadıkları görülmektedir. Onlar daha vekâleten göreve devam edilip edilmeyeceği konusunda belirsiz cevaplar vermekte, hatta bazıları vekâleten göreve devam edileceğini belirtmektedirler. Halbuki artık İstanbul'da bir hükümet kalmamış, daha İstanbul Hükümeti istifa etmeden önce İstanbul'daki yönetim daireleri Refet Paşa'ya başvururak Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni tanıdıklarını bildirmişler ve Refet Paşa da İstanbul idaresine 4 Kasım günü öğle vakti Türkiye Büyük Millet Meclisi adına el koymuştur.
Bu arada istifa kararlarını Padişaha bildirmeye giden Tevfik Paşa'ya Padişah, hiç değilse geçici olarak görevlerine devam etmeleri teklifini yapmış, ancak İstanbul, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne intikal ettiği ve eski idare artık mevcut olmadığı için bu teklif Tevfik Paşa tarafından kabul edilmemiştir [38]. Bunun üzerine Padişah, Tevfik Paşa Hükümeti'nin istifasını kabul etmek zorunda kalmıştır[39].
Gerçi Padişah'ın istifayı kabul edip etmemesinin artık bir önemi de yoktu. Çünkü İstanbul'da Padişah namına görev yapan bir hükümet kalmamıştı. Esasen bu bir istifa değil, bir ıskat idi[40].
İstanbul Hükümeti'nin istifası Refet Paşa tarafından 4 Kasım günü, 18.15'te Ankara'ya bir telgrafla bildirilmiştir[41].
4. Refet Paşa'nın İstanbul İdaresine El Koyması
İstanbul'daki halk ve yönetim kadrolarının Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bağlılıklarını bildirmeleri karşısında Refet Paşa İstanbul Şehri'ne ait vazife ve mesainin bir dakika için bile gecikmesinin muvafık olmayacağını düşünerek, İstanbul'un idaresine Türkiye Büyük Millet Meclisi namına el koyduğunu açıklamış ve gazetecilere verdiği beyanatta; Büyük Millet Meclisi tarafından Türk Devleti'nin şekli hakkında alınan kararların, aslında 16 Mart 1920'den itibaren fiilen ortaya çıkan durumun bir kez daha teyid edilmesi olduğunu belirttikten sonra, yeni vaziyetin İstanbul'un her tarafında tamamen anlaşılmış bulunduğunu, İstanbul'da devam eden idarenin artık hiçbir hakiki mahiyeti kalmadığından İstanbul Şehri ve Vilâyeti'ne ait adlî ve idarî bütün daire şubelerine mensup memurlar görevlerinin sona erdiğine tamamen kanî olarak, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce İstanbul hakkında alınacak karara ve yapılacak tebligata kadar, hatta istifa edecek bir makam dahi kalmadığı için Türkiye Büyük Millet Meclisi âzâsından olduğu ve İstanbul'a yakın bir mıntıkada görevlendirildiğinden dolayı kendisine müracaat ettiklerini söylemiştir.
Refet Paşa beyânatının devamında, hükümetten bu hususta hiçbir talimat almamış olmasına rağmen İstanbul Şehri ve Vilâyeti'ne ait vazife ve mesainin bir dakika bile tehir etmesinin uygun olmayacağını düşünerek, tamamen şahsî mesuliyeti altında 4 Kasım 1922 öğle vaktinden itibaren İstanbul Şehri ve Vilâyeti'nin idaresini fiilen yerine getirmeleri ve görevlerine devam etmelerini bu mıntıka dahilindeki memurlara tebliğ ettiğini ve böylece yukarıda belirtilen vakitten itibaren İstanbul'da fiilen Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti idaresinin kurulduğunu açıkça ifade etmiştir[42] .
Bu açıklamalardan sonra kendisine Padişah'ın durumunun ne olacağı ve resmi dairelerin ve memurların vaziyetinin nasıl kalacağı konusunda sorulan sorulara Refet Paşa; Padişah'ın konumunu Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım tarihli kararnâmesinin tespit ettiğini, kurumların ve bunlara ait memurların görevlerine devam edeceklerini ve ait oldukları yerlere göre İstanbul Vilâyeti idaresindeki kurum ve kuruluşlara bağlı olacaklarını açıklamıştır [43]. Neticede Refet Paşa Türkiye Büyük Millet Meclisi adına İstanbul idaresine, el koymuş ve bu durumu 4 Kasım 1922 günü saat 15.00'te Başkumandanlığa çekmiş olduğu telgrafla Ankara'ya bildirmiştir.
Refet Paşa bu telgrafta; İstanbul'da oluşan fiili durumu izah ettikten sonra, tamamen şahsi sorumluluğu altında Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adına İstanbul idaresine el koyduğunu, İstanbul Şehri ve Vilâyeti'ne ait memurlara Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'nden alacağı talimata kadar Türkiye Büyük Millet Meclisi adına görevlerine devam etmelerini tebliğ ettiğini belirterek, yeni oluşan duruma ait İstanbul'daki İngiliz Karargâhı Erkân-ı Harbiye Reîsi Ganipon ile yapılan görüşmeler hakkında bilgi vermiş ve Ankara'dan bir an önce emir ve talimat beklediğini yazmıştır[44].
Refet Paşa İstanbul idaresine el koyup durumu Ankara'ya bildirdikten sonra İstanbul Hükümeti istifa etmiştir. Refet Paşa bunun üzerine aynı gün saat 18.15'te Ankara'ya, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na tekrar bir telgraf çekerek; İstanbul Hükümeti'nin 4 Kasım saat 16'dan sonra istifa ettiğini bildirmiş, ayrıca İstanbul' un idaresine Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti adına el koymasıyla ilgili geniş açıklamalarda bulunarak, bu duruma İstanbul'daki İngiliz ve Fransız generallerinin karşı olmadıklarını, hatta kendisine memnuniyetlerini bildirdiklerini açıklamış ve İstanbul halkının da bu intikalden büyük sevinç duyduklarını belirtmiştir. Refet Paşa bu telgrafta Padişah'ın yarın istifa edebileceğinin duyumlarının alındığını da yazarak, bir an önce emir ve talimat gönderilmesi isteğini tekrarlamıştır[45].
5. İstanbul'un Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne Bağlanmasının İstanbul Halkı Arasındaki Yankıları
İstanbul'un idaresinin Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne geçmesi halk arasında büyük sevince yol açtı. İstanbul halkının heyecanına ve coşkusuna yer veren 5 Kasım 1922 tarihli İkdam Gazetesi; bütün İstanbul ahâlisinin tâbiiyyet için mazbatalar imza ettiğini, herkesin evini bayraklarla donattığını, şehrin her mahallesinde ayrı ayrı sevinç gösterileri ve tezahürat yapıldığını, öğrencilerin öğretmenleri ile birlikte ellerinde bayrakları milli marşlar söyleyerek tezahüratta bulunduklarını yazmaktaydı[46] .
5 Kasım'da, İstanbul'da, onbinlerce halkın ve bütün mekteplerin katılmasıyla Sultan Ahmet Meydanı'nda büyük bir miting yapılmış ve üç sene evvel Sultan Ahmet ve Ayasofya Cami-i Şerifleri arasında dalgalanan siyah ve matemli bayrakların yerine, kırmızı bayraklar asılmıştı[47].
Dar-ül-fünûn tarafından tertip edilen mitinge onbinlerce kişi katılmış ve birçok nutuklar atılmış, marşlar söylenmiştir. Çok sayıda konuşmacının katıldığı mitingde, Nezire adlı bir hanım konuşmacı da, duyduğu sevinç ve mutluluğu şöyle dile getirmiştir:
"Bugün Türk tarihi en büyük günlerinden birini yaşıyor. Esasen Türk Milleti'nin bu son senelerde, asırların hazırlayamayacağı büyük inkılâplar geçirmesi, kendi kendisini idare edebilecek bir şuur vermiştir. Artık Türk Milleti kendi kendinin hâkimidir ve kendi hâkimiyetinden başka bir hâkimiyeti tanımaz. Bu milli ve ulvî hakikatin yaşandığı bu mesut ve mukaddes günü tebrik etmekle iftihar ederiz. Yaşasın Hâkimiyet-i Milliye, Yaşasın Milli Ordu ve onu hazırlayan büyük kalpli Anadolu Kadını!"[48].
Büyük bir heyecan içinde geçen mitingin sonunda Dar-ül-fünûn Heyeti, Mustafa Kemal Paşa'ya bir telgraf çekerek Saltanat-ı Milliye Bayramı için Dar-ül fünûn tarafından düzenlenen mitingde İstanbul halkının Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne bağlılığını bildirmek için Dar-ül fünunu kendilerine vasıta seçtikleri için şeref duyduklarını bildirmişlerdir [49]. Kadıköylüler de belediye dairesi önünde toplanarak Büyük Millet Meclisi'ne bağlılıklarını parlak tezahürat ile ilân etmişler ve burada milli bayramı teyid eden birçok konuşma yapmışlardır. Ahâli namına konuşan eski Dahiliye Matbaası Müdürü Fazlı Necip Bey, halkın bu mutlu gününü tebrik ettikten sonra günün anlam ve önemine değinerek artık istibdadın yıkılıp Saltanat-ı Milliye'nin kurulduğunu ve bunun kuvvetinin Anadolu'daki en yaşlı kadınlara kadar tesir ederek vatan ve istikbâl aşkı ile mucizeler meydana getirdiğini ve bu sayade vatanın düşmanlardan temizlendiğini ifade etmiş ve konuşmasını "Yaşasın Halk Hükümeti, Yaşasın Saltanat-ı Milliye" sözleriyle bitirmiştir[50].
İstanbul'da yapılan tezahürat ve gösterinin en fazla olduğu yerlerden birisi de "Şark Mahfili" idi. Bütün İstanbul ahâlisi, Dar-ül-fünûn, resmi ve özel kız ve erkek mektepleri "Şark Mahfili"nin önünde Refet Paşa'yı selamlamışlar ve Refet Paşa da bu içten tezahürat karşısında gençliğe seslenerek, böyle asil bir millete mensup olmaktan dolayı iftihar etmeleri gerektiğini ve istikbâlin onların elinde olduğunu ifade etmiş ve halkın bayramını kutlamıştır.
6. Saltanatın Kaldırılması ve İstanbul'un Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti İdaresine Geçmesi Karşısında Padişah'ın Tutumu
Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Saltanatı kaldıran 1 Kasım 1922 tarihli kararının İstanbul'da duyulmasından sonra, Padişah'ın bu karar karşısında nasıl bir tavır takınacağı merakla beklenmeye başlanmıştı. Acaba Padişah tahttan ferâgat edecek miydi? Yoksa Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin bu kararını tanımayarak, Saltanatta kalmakta direnecek mi idi?
Birkaç günlük bir sessizlikten sonra, İstanbul gazetelerinde, bu konuda bazı haberler çıkmaya başladı. Ancak bu haberler birbirini tutmuyordu. Mesela; 5 Kasım tarihli Vakit Gazetesinde, Padişahın Pazar günü istifa edeceği, feragatnâme suretinin tanzim edildiği ve aynı zamanda memleketi terketmesinin mümkün olabileceği[51] haberi yer alırken yine aynı gazetede Tevfik Paşa'nın vermiş olduğu bir beyanatta; Padişahın tahttan feragat niyetinin olmadığı gibi bir seyahat için de sebep görmediğini ve kendisinin itham altında bulunduğu için millete hesap vermek arzusunda olduğunu bildirmiştir[52].
Basında Padişah'ın görevinden istifa edeceği konusunda çıkan bazı haberler ve 4 Kasım'da İstanbul Hükümeti'nin istifası Refet Paşa'yı, Padişah'ın tahttan ferâgat edeceğine inandırmış olmalı ki, 4 Kasım 1922 akşamı, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na çektiği telgrafta "Padişah'ın yarın görevinden istifa edeceğinin söylendiğini" belirtmekteydi[53].
Fakat Sultan Vahidettin, çok geçmeden tahttan feragât edeceği hakkında basında çıkan şâyıaları, yine basın aracılığı ile yalanlıyacaktır. 6 Kasım 1922 tarihinde, Tevhid-i Efkâr Gazetesinde "Saray Saltanattan da, Hilâfetten de vazgeçmiyor" başlığı ile çıkan yazıda[54], Başmabeyinci Ömer Yaver Paşa, Hâlifenin ferâgat hakkında hiçbir kararı olmadığını, bu hususun düşünülmediğini, hatta (Mehmed-i Sadis) Han'ın ne Saltanattan, ne de Hilâfetten katiyen ferâgat etmemeğe karar verdiğini söyleyerek, deveran eden haberlerin asılsız olduğunu beyan etmiştir.
Yine 7 Kasım tarihli İkdam Gazetesinde de; aynı meyanda haberler yer almıştır[55] .
Padişahın tahtta kalma konusundaki bu tavrı devam ederken eski Dahiliye Nazırlarından Ali Kemal'in tevkif edilerek, İzmit'e götürüldüğü[56] haberi, Saray'da bir bomba tesiri yapmıştır[57]. Gerek bu olay ve gerekse Padişah'ın tahtan ferâgat etmeme konusundaki tutumu, çevresindeki kişilerin birer birer Saray'dan ayrılarak Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti'ne bîat etmelerine sebep olacaktır[58].
Bu şartlar altında Padişahın durumu ne olacaktır? Bu soruyu kendisine soran gazetecilere Refet Paşa'nın vermiş olduğu cevap kesindir. O'na göre, bu durum Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kararnâmesiyle tespit edilmiştir. Memlekette herkes milli hukukun kat'i kanunlarına uymakla zorunludur[59] .
Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti Vahidettin'in tahtı bırakmasını istiyordu. Ancak Padişah ne tahttan ne de Hilâfetten vazgeçmiyordu. İşler bir çıkmaza girmişti. Padişah'ın zorla tahttan indirilmesi de büyük meselelere yol açabilirdi.
İşte bütün bu meseleler, Padişah'ın 17 Kasım 1922'de ülkeden ayrılmasıyla [60] bertaraf olacaktır. Bu arada Padişahın memleketten ayrılmadan birkaç gün önce Mustafa Kemal Paşa ile irtibat kurma girişimi olmuş fakat bu girişimden bir sonuç alınamamıştır[61]. Sultan Mehmed Vahidettin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin 1 Kasım kararına ve çevresindekilerin bir bir kendisini terk etmelerine rağmen tahttan ve Hilâfetten vazgeçmek istememiştir. Hatta 17 Kasım'da ülkeyi terk ederken hilâfet üzerindeki haklarını muhafaza ettiğini söyleyerek, en çok Müslüman tebâya mâlik olan İngiltere'ye sığındığını belirtiyordu[62].
7. Saltanatın Kaldırılması ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin İstanbul İdaresi'ne El Koyması Karşısında Müttefiklerin Tutumu
Müttefik Devletler gelişen olaylar karşısında fazla bir tepki göstermemekle beraber İstanbul'da Türkiye Büyük Millet Meclisi idaresinin kurulmasıyla birlikte burada bulunan kendi kuvvet ve temsilciliklerinin konumlarının aynen muhafaza edilmesi hususu üzerinde özellikle durmuşlardı. Bu durum Refet Paşa'nın İstanbul'un idaresine el koyduktan hemen sonra, İstanbul'daki Müttefik generalleriyle görüşmesi sonucunda Ankara'ya çektiği telgrafta da açıkça görülmektedir. Refet Paşa 4 Kasım günü Ankara'ya çekmiş olduğu bu telgrafta; İstanbul'da, İstanbul Hükümeti yerine Türkiye Büyük Millet Meclisi idaresinin kurularak faaliyete başladığını 4 Kasım 1922 saat 16.00'dan sonra İstanbul'daki Müttefik Devletlerin generallerine resmen bildirildiğini ve generallerin kendisini tebrik ederek memnuniyetlerini ifade ettiklerini yazmaktaydı[63].
Refet Paşa aynı gün çektiği ikinci bir telgrafta da; İngiliz Karargâhı'na gönderilen irtibat subayına, İngiliz Genelkurmay Başkanı'nın Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin verdiği 1 Kasım 1922 tarihli karara ait bazı sorular yönelttikten sonra İstanbul için Anadolu'dan vali gönderilip gönderilmeyeceğini sorduğunu, irtibat subayının bunun muhtemel olduğu cevabını vermesi üzerine de, "bu hususlar sizin iç işinizle ilgili olduğundan biz hiçbir suretle buna karışmayız" şeklinde beyanda bulunduğunu belirtmiş, fakat yine aynı kişinin İstanbul ve çevresindeki mevcut statükonun muhafaza edilmesi, mütareke gereğince tayin edilen mıntıkada Türk ordusunun askerî vaziyetine riayet olunulacağı ve Anadolu'dan gelecek askerî ve mülkî memurların İstanbul'daki uluslararası polis, inzibat heyetleriyle birlikte hareket etmesi konularında teminat verilmesini istediğini de ifade etmiştir[64].
Bu arada Avrupa basınında da Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin almış olduğu kararlara tepkisiz yazılar çıkmaya başlamıştı. Mesela Anadolu Ajansı'nın 4 Kasım tarihi ile Paris basınından bildirdiği bir haberde: "Türkiye Büyük Millet Meclisi'nce alınan kararlar Türklerin milli emellerine ulaşmak için azimli bir şekilde harekete karar verdiklerinin bir delilidir"[65] denilmektedir.
İngiliz basını da, yeni idareyi olumlu karşılamaktadır. 7 Kasım tarihli İkdam Gazetesi, İngiliz basınından alarak yayınladığı haberde; "İngiliz gazetelerinin umumiyetle yeni Türkiye'de demokratik usûlün galip geleceğini, yeni idarenin askeri başarılardan sonra artık siyasi alanda da tecrübe sahibi olduklarını göstermeleri gerektiğini" ifade ettiklerini yazıyordu[66] .
İngiliz basını, Osmanlı Saltanatının kaldırılmasına bu şekilde bakarken, İngilizlerin ilgilendiği asıl konunun yakında yapılacak olan barış konferansı olduğu anlaşılmaktadır. İngiliz Times Gazetesinden, İkdam Gazetesinin yaptığı bir iktibasta, barış konferansında İngiliz isteklerinin ne olacağı açıkça bildirilmektedir. Times'a göre; şimdiki vaziyette İngiltere'nin yalnız kendi menfaatlerini düşünmesi gerektiği belirtildikten sonra, Türkiye'de yapılacak en esaslı şeyin eski kapitülasyonların yerini tutacak ve ticarette emniyet ve eşitliği temin edecek esasları kurmak olduğunun altını çizmiş, Türkiye'de kalacak azınlıkların münasip surette himayelerinin teminine manevi olarak mecbur olduklarını ifade ederek, Boğazların serbestisi için de fiili teminata muhtaç oldukları vurgulanmıştı[67].
Bu arada Fransız Le Petit Parisien Gazetesinde çıkan bir makalede; Türkiye ile ihtilâfatın ancak, Türkler Padişahı hal ile iktifa etmeyerek, sulhun aktinden evvel İstanbul'a askeri kuvvet yerleştirdikleri takdirde baş göstereceği belirtilmekte ve Türklerin içişlerine karışmak istemeksizin Padişah'ın halli ve Hâlifenin yeni şekilde seçimi keyfiyetinin önemli sonuçlar doğurabileceğini, özellikle Türk olmayan milyonlarca Müslümanı şaşırtabileceğini yazmaktaydı[68].
Görülüyor ki Fransa da, İngiltere gibi İstanbul idaresinin değişmesini Türklerin içişleri olarak alıyor, fakat İstanbul'a sulhtan evvel Türk askerinin gelmesini arzu etmiyordu.
5 Kasım 1922 tarihinde, yani Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin İstanbul idaresine el koyduğunun ikinci günü, Hariciye Vekili İsmet imzasıyla, İstanbul'daki İtilâf Kuvvetleri temsilcilerine bir nota verildi. İtilâf Devletlerinin şiddetli protestolarına sebep olacak nota sureti Hamit Bey aracılığı ile Müttefik temsilcilerine iletildi[69]. Bu notada Ankara Hükümeti tarafından İstanbul Vilâyetinde asayişi temin ve işlerin yürümesi için ilgili dairelere emir ve talimat verildiğini, bu durumda İtilâf Devletleri kuvvetlerinin artık İstanbul bölgesinde kalmasına lüzûm ve imkân olmadığını bildirmekte ve onların İstanbul'u boşaltmalarını istemekteydi. Bu notaya karşı Müttefik kuvvetler temsilcilerinin tepkisi büyük olmuş ve hemen Ankara Hükümeti'ne karşı bir nota vererek; antlaşmalara açıkça uymayan Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından alınan tedbir ve kararlardan vazgeçilmediği takdirde durumdan bağlı oldukları hükümetleri haberdar edeceklerini bildirmişlerdir[70].
İngiliz ajansı; Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti tarafından İstanbul ve boğazların tahliyesi talebinin terkedilmesi hususunda hükümete bir ihtar verilmesi ve bu talepten vazgeçilmemesi halinde Müttefiklerin İstanbul'da örfi idare ilan edebileceği ikazını içeren bir telgrafı İstanbul'a göndermiştir[71].
Fransız basını da bu durum karşısında tepki göstermiştir. 7 Kasım tarihli Le Gaulois 'da; "Hayal Kırıklığı" başlığı altında Ankara Hükümeti'nin tutumunun, ona karşı güvensizlik gösteren Lloyd George'u haklı çıkardığını, bu hükümetin çeşitli girişimlerinin kabul edilmeyeceğini, "Bereket versin İngiliz Donanmasının Boğaziçinden uzaklaşmamış bulunduğunu"[72] yazıyordu.
Fransız kamuoyunun Türkiye Büyük Millet Meclisi ve hükümeti konusundaki görüşlerini en doğru biçimde belki de Jacgues Bainville Gazetesi yansıtmış ve zaman zaman Türk tezini dahi savunmuştu. Fakat o da Kasım 1922 başlarında, çok ani bir değişme ile Türkiye'ye karşı olumsuz bir tutum takınmıştır. Kasım ayı içinde bu gazetede çıkan bir yazıda; Sultanı tahttan indiren, İstanbul'un kendilerine iadesini ve pek çok şey isteyen Türkler artık Milliyetçiler değildir. Bunlar ihtilâlci fanatiklerdir. Fransız çıkarlarının çok önemli olduğu ve Fransa'nın prestijinin bağlı bulunduğu bir büyük kenti onlara teslim etmek imkânsızdır, şeklinde yazılmaktaydı[73].
İstanbul'da bulunan Müttefik fevkalâde komiserleri bu durum karşısında birlikte hareket etmek için bağlı bulundukları hükümetlerden yetki almışlardı [74]. Görülüyor ki İstanbul'da çıkarlarının tehlikeye gireceğini düşünen Müttefik Devletler, Ankara Hükümeti'ne karşı birlikte hareket etmek hususunda anlaşmışlardı. Onlara göre, İstanbul'u terk etmeleri söz konusu olamazdı. Bu arada İstanbul'da bulunan Müttefik Generalleriyle Refet Paşa arasında bir çok görüşme olmuş ve Müttefik Generalleri, İstanbul'u ancak sulh yapıldıktan sonra terk edebileceklerini Refet Paşa'ya iletmişlerdi [75]. Bu yüzden Refet Paşa'nın Müttefik Generallerle yapmış olduğu görüşmeler gergin bir havada geçmiş ve pek çok konuda aralarında anlaşmazlık baş göstermiştir[76].
5 Kasım tarihli, Hariciye Vekili İsmet Paşa'nın notasına Müttefik Devletlerin yukarıda da belirttiğimiz gibi büyük bir tepki göstermeleri, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin İstanbul'daki temsilcisi olan Refet Paşa'nın en azından sulhûn akdine kadar genel durumun bozulmaması için geri adım atmasına sebep olmuştur. Refet Paşa İstanbul'daki Le Petit Parisien muhabirine, bu nota hakkında verdiği demeçte; Biz sadece İstanbul ve Boğazların Müttefikin Kıtaatı tarafından tahliye edilmesi talebinde bulunduk. Bu talebimizde bir zorlama yoktur, mesele yanlış anlaşılmıştır, demiştir. Ayrıca Müttefik Generalleri ile de görüşerek, notanın taraflarından yanlış anlaşıldığını, Türkiye'nin Mudanya Mukavelenâmesi'ne hürmet gösterdiğini ve İstanbul'daki Müttefik Devletlerin işgalini tanımakta olup, tesbit edilen hattı geçmeyeceklerini bildirdiğini söylemiştir[77]. TBMM Hükümeti çıkabilecek olumsuzlukları dikkate alarak, bu konunun üzerine daha fazla gitmemiş ve çözümü barış konferansına bırakmıştır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki, İstanbul'da Türkler için 16 Mart 1920'de İtilâf Devletleri'nin işgaliyle başlayan esaret yılları; Anadolu'da verilen Milli Kurtuluş Hareketi'nin başarıya ulaşması, Mudanya Mütarekesi ve akabinde 4 Kasım 1922'de İstanbul'da Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti idaresinin kurulması ile gelişen süreç sonunda Lozan'da yapılan anlaşma gereğince 2 Ekim 1923'te, işgal kuvvetlerinin İstanbul'dan ayrılmasıyla sona ermiş ve 6 Ekim 1923 tarihinde Şükrü Naili Paşa komutasındaki Türk birlikleri İstanbul'a girmiştir[78].