Giriş
Japonya’da 1867 yılında imparator olan Meiji (1867-1912) modernleşme akımını desteklemiş ve Batılılaşma yolunda kısa sürede önemli adımlar atmıştır. Meiji’nin uygulamış olduğu politikalar Japonya’nın kısa bir sürede her alanda gelişme göstermesine, kendi sınırlarına sığamaz duruma gelmesine ve topraklarını yayılmacılık politikasıyla genişletmesine yol açmıştır. Bu durum ister istemez ülkenin komşularıyla olan ilişkilerini olumsuz yönde etkilemiştir. Nitekim Japonya 1894-1895 yıllarında Çin ve 1904-1905 yıllarında başka bir yayılmacı güç olan Rusya ile savaşarak bu iki ülkeyi de mağlup etmiştir[1] . Çin-Japon Savaşı’yla bölgeye ordusunu yerleştiren Japonya, 1910 yılında Kore’yi anlaşma ile ilhak etmiştir[2] . Böylelikle Meiji yapmış olduğu yeniliklere askerî başarılar da ekleyerek kendi dönemine kadar feodal ve kapalı bir topluluk olan Japonya’yı kapitalist bir imparatorluğa dönüştürmüştür[3] . Bu noktada Japonya’nın askerî değişimi ön plana çıkmaktaydı. Eski dönemlerden itibaren “samuray/savaşçı” sınıfı Japonya’da toplumun en saygıdeğer tabakası olmakla beraber yeni yapılandırılan ordu, modern dünyanın modern ordusu hüviyetindeydi. Meiji Dönemi’nin erken evresinde Japon toplumunun yeniden biçimlenmesinde “Genro (İhtiyar Heyeti)” önemli katkılarda bulunurken bu heyette yer alanların zamanla siyasetten çekilmesi (heyettekilerin son temsilcisi 1922’de ölmüştür) bir iktidar boşluğunu doğurmuştur. Ortaya çıkan bu siyasi boşluğu dolduran tek kurum ise ordu olmuştur. Ülkedeki iktidar mekanizması ordunun eline geçmiştir. Bu durum ülkenin genel gidişine yani topraklarını genişletme ve zengin kaynaklara ulaşma isteğine de uygun düşmekteydi. Artık ülke içerisinde asker sınıfın dışında herhangi bir talep dile getirecek kimse kalmamıştır. 1905 yılında Rusya’yı yenmenin sarhoşluğundan bir türlü kurtulamayan ordu, giderek kendi gücünü abartmaya ve dünyada her şeyin cevabının askerlik mesleği içerisinde olduğuna inanmaya başlamıştır[4] .
Birinci Dünya Savaşı, Japonya’nın Asya’daki yayılmasını daha da hızlandırması için iyi bir fırsat olmuştur. Avrupa devletlerinin kendi aralarında topyekûn mücadeleye tutuşmaları tabiatıyla Uzak Doğu’ya olan ilgilerini azalttığından buradaki boşluğu doldurmak için Japonya harekete geçmiş ve Pasifik’teki Alman sömürgelerini işgal etmiştir. Bununla da yetinmeyen Japonya 1915 yılında Çin’e şartları oldukça ağır 21 talebi içeren bir ültimatom vermiştir. Amerika ve İngiltere’nin bu isteklere karşı çıkması ve duruma müdahalesiyle şartlar biraz yumuşatılsa da Japonya, Çin üzerinde ciddi imtiyazlar elde etmiştir[5] . Savaş sürecinde isteklerini büyük oranda gerçekleştiren Japonya savaş sonrasındaki barış görüşmelerinde de artık uluslararası büyük bir güç olarak kabul edilmeye başlanmıştır. Diğer taraftan savaş sonrası kalıcı bir barış için adımlar atılmaya çalışılmıştır. Nitekim barış ve güvenliği muhafaza etmek adına galip devletler tarafından devletler arası ilişkilerde ilk uluslararası örgüt olma özelliğini taşıyan ancak etkisi/yetkisi tartışmalı bir yapı olan Milletler Cemiyeti, uzun ve meşakkatli bir sürecin sonunda kurulmuştur. Çalışmalarını ilk gününden itibaren güvenlik konusuyla sıkı bir bağı bulunan silahsızlanma konusuna yönlendiren Cemiyet, devletlerin aralarındaki sorunları barışçı yollardan çözeceğini ifade etmiş ve devletlerin millî savunma bütçelerinde kısıtlamaya gitmesi tavsiyesinde bulunmuştur[6] . Nitekim daha sonra Washington Deniz Silahsızlanması Konferansı (1921-1922),[7] Briand-Kellog Paktı (1928),[8] Londra Deniz Silahsızlanması Konferansı (1930)[9] gibi silahlanmanın kısıtlanmasına yönelik bazı adımlar atılmıştır. Ancak atılan adımlara rağmen silahlanma ne durdurulabilmiş ne de sınırlandırılabilmiştir. Başka bir ifadeyle savaş sonrasındaki barış girişimleri harita üzerinde bir düzen yaratmakla beraber, milletlerarası hayatta istikrarsız ve sallantılı bir dönemin ortaya çıkmasına neden olmuştur[10]. Nitekim bu süreç, statüko politikası izleyen İngiltere ve Fransa ile revizyonist politika izleyen Almanya ve İtalya’nın karşı karşıya geleceği bir kutuplaşmaya dönüşmüştür.
Savaş sonrası İngiltere ve Fransa, Orta Avrupa’da 1914 öncesiyle karşılaştırıldığında daha ciddi sorunlarla (özellikle imparatorlukların dağılmasıyla ortaya çıkan birçok devletle ilgili sınır anlaşmazlıkları ve etnik problemler) karşılaşmıştır. Taraflar bu sorunların nasıl çözüleceği konusunda ise uzlaşamamışlardır.
Fransa, Almanya’nın bir daha ayağı kalkamayacak şekilde cezalandırılmasını ve bunun uluslararası birtakım anlaşmalarla garanti altına alınması gerektiği görüşündeydi. İngiltere ise Fransa’nın Almanya’yı ezerek Avrupa’ya hükmetmek ve sömürge dünyasında İngiltere’ye karşı avantaj elde edebileceği politikalardan uzak durmayı ve herhangi bir taahhütte bulunmamayı tercih etmiştir. Fransa, Almanya’ya karşı İngiltere ve ABD’den umduğu desteği bulamayınca yeni kurulmuş devletlerle küçük ittifaklar yapmıştır[11]. Ancak kurmuş olduğu ittifaklar sistemiyle beklentilerine tam olarak cevap alamamış ve Almanya’ya karşı kendisini en kötü senaryoya hazırlamak üzere savunmasına hız vermiştir[12].
Versay Antlaşması’nın getirdiği ağır yükümlülükler, hiperenflasyon, işsizlik ve siyasî istikrarsızlık Almanya’yı bir kaosa sürüklemiştir. Dış baskıların yanı sıra iç siyasetten kaynaklı sorunlar Almanya’da militarist ve milliyetçi grupların güçlenmesine yol açmıştır. 1924 yılından sonra geliştirilen üretim yöntemleri sayesinde ülke ekonomisi canlanmaya başlamış ve bu dönem 1929 Dünya Ekonomik Krizi’ne kadar sürmüştür. Bu kriz Almanya’daki işsizlik oranını yeniden %30’lara çıkarmıştır. Böylelikle özellikle milliyetçilik konusunda radikal görüşleri olan Nazi Partisinin oylarında ciddi bir artışa neden olmuştur[13].
Savaş sonrası galip tarafta yer almasına rağmen beklediği kazançları elde edemeyen İtalya’da ise İngiltere ve Fransa tarafından aldatılmışlık hissi ortaya çıkmıştır. İtalya’da şanlı bir zafer yerine savaştan sonra toplumsal gerilimler, grevler, enflasyon ve siyasî istikrarsızlık baş göstermiştir. Bu karmaşık ortamdan faydalanan Mussolini orta sınıfın sınıf savaşı korkularını ve dünya güçleri arasında İtalya’nın ikinci sınıf statüsüne duyulan kızgınlığını kullanarak faşist bir idare kurmuştur. İdareyi ele geçiren Mussolini, savaşı yücelten söylemlerle büyük İtalya hedefini dile getirip saldırgan politikalara yönelmiştir[14].
Avrupa devletlerinin büyük ölçüde Avrupa’daki kavgaları Japonya’ya Asya’da daha rahat hareket etme fırsatı sunmuştur. Japonya, savaş sonrası önemli kazançlar elde etmişse de ülkede baş gösteren ekonomik problemler, doğal afetler ve iç siyasette yaşanan bazı istikrarsız durumlar yeni arayışları beraberinde getirmiştir. Öyle ki 1923’de yüz binden fazla insanın ölümüne, yedi yüz binden fazla konutun zarar görmesine neden olan Büyük Kanto Depremi, 1927’de patlak veren bankacılık krizi, 1929 yılındaki Dünya Ekonomik Krizi ve üretim kapasitesinde yaşanan sorunlar Japonya’nın ekonomik olarak gerilemesiyle beraber ihracatının da hemen hemen %50 azalmasına yol açmıştır[15]. Japon ekonomisinde yaşanan sorunlar genel bütçede önemli bir pay sahibi olan Japon silahlı kuvvetlerine de ciddi ölçüde tesir etmiştir. Yaşanan problemler aşırı milliyetçi duyguların artmasına ve ekonomik krizlerden askerî yöntemlerle çıkılacağına dair militarist bir düşüncenin Japon toplumda yaygınlık kazanmasına neden olmuştur[16]. Nihayetinde ekonomik bunalımdan kurtulmak isteyen Japon askerî kuvvetlerinin bir kısmı sivil hükûmete haber vermeden 1931 yılında Çin’e bağlı olan Mançurya’yı işgal etmek için hareket geçmiştir. Mançurya’nın hedef olarak seçilmesi stratejik konumunun yanı sıra bölgenin zengin kaynaklara sahip olmasından ileri gelmekteydi. Nitekim Türk Diplomatik Arşivinde yer alan bir kayıtta Mançurya şöyle anlatılıyordu:
…400 bin km2 araziyi, henüz keşfedilmemiş madenleri, işlenmemiş zengin toprakları ihtiva etmektedir. Orta Asya’nın zahire borsasıdır. Bu alanda tahminen 300 bin Japonyalı ikamet etmektedir. Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Japonlar buraya ciddi bir sermaye dökmüşler ve Mançurya’daki Japon sermayesinin miktarı 1 milyar 337 milyon Türk lirasına ulaşmıştır. Japonya’nın nüfusu baş döndürücü bir hızla artmaktadır. Son yıllarda bu nüfusun takribi artışı bir milyonu bulmuştur. Japon adaları artık bu nüfusu taşıyamayacak düzeydedir. Japonya’nın iddialara göre aradığı çıkış noktalarından birisi yakınlığı ve iklim koşulları dolayısıyla Mançurya’dır. Diğer taraftan Japon Genelkurmayına göre Japonya’nın dış saldırılardan korunması için Mançurya’ya ihtiyaç vardır. Asya’nın doğusuna nazır ve Siberya’ya hâkim bulunan kıtanın askerlikçe ehemmiyeti bulunmaktadır[17].
Bahse konu zenginlikleri ele geçirmek ve stratejik hedeflerini geçekleştirmek isteyen Japonya kısa sürede Mançurya’nın önemli bir kısmını işgal etmiştir[18]. Bir oldu-bitti ile Mançurya Bölgesi’ndeki toprakları işgal edilen Çin, Japonya’ya karşı askerî bir harekâtta başarısız olup daha fazla kayıplara uğrayacağını ön gördüğünden çözüm için Milletler Cemiyetine başvurmuştur. Cemiyet de bir komisyon oluşturarak bölgede çalışma başlatmıştır. Bu süreçte Türkiye ise yaşanan gelişmeleri dış temsilcilikleri aracılığıyla yakından takip etmiştir. Konuyla ilgili yayınlanmış sınırlı sayıda araştırma[19] bulunmakla beraber Türk Diplomatik Arşivinde yer alan belgelerde gizlilik kararı olduğundan konunun tüm ayrıntıları ortaya çıkarılamamıştır. Bu çalışmada ise bugüne kadar herhangi bir araştırmada kullanılmamış arşiv belgeleri ışığında Japonya’nın Mançurya’yı işgali ve Türkiye’nin konuya bakış açısı ortaya konulmaya çalışılmıştır.
Japonya’nın Mançurya’yı İşgali
Orta Asya’ya hâkim olmak için Çin’i
ele geçirmek, Çin’i ele geçirmek için
de Mançurya’yı zapt etmek elzemdir.
Japonya Başbakanı Baron Tanaka Giichi
Kore ve Mançurya üzerindeki nüfuz mücadelesinin en önemli neden olduğu 1904-1905 Rus-Japon Savaşı, Japonya’nın galibiyetiyle sonuçlanmıştır. Savaşın sonucunda Rusya, Uzak Doğu’daki yayılmacı siyasetinden bir müddet vazgeçmek zorunda kalmış ve Japonya, Asya’da önemli bir güç olarak ortaya çıkmıştır. Bundan sonra Japonya bütün Asya halklarını kendi siyasî çatısı altında birleştirme düşüncesini yani Büyük Asyacılık idealini uygulamaya koymuştur. Bu ideoloji bir taraftan Batı’ya ve Rusya’ya karşı tepki olarak ortaya çıkmış gibi görünürken diğer taraftan da Japonya’nın emperyalizmini gizlemek için bir bahane/kılıf olmuştur. Böylelikle Japonya hızla gelişen ekonomisine paralel olarak büyüyen askerî gücüyle Asya’daki nüfuz ve toprak kazanımlarını artırma yoluna gitmiştir[20].
Mançurya Bölgesi’ndeki Japon varlığı Rus-Japon Savaşı sonrasında başlamıştır. 1907 yılında taraflar imzaladıkları anlaşmanın gizli hükümlerine göre Mançurya’yı nüfuz bölgelerine (kuzeyi Rusya’ya, güneyi Japonya’ya) taksim etmişlerdi[21]. Savaş sonrası bölgenin en önemli aktörlerinden biri hâline gelen Japonya, genişleme siyasetine devam ederek 1910 yılında Kore’yi ilhak etmiştir[22]. Birinci Dünya Savaşı Dönemi’nde Çin’deki Alman sömürgelerini ele geçiren Japonya, Çin’i de Türk Diplomatik Arşivinde “Japon emperyalizminin en korkunç vesikası” olarak tanımlanan 21 maddelik bir antlaşmayı imzalamaya (1915) mecbur etmiştir. Mançurya özelinde bu antlaşmaya bakılacak olursa Japonya’nın kazançları şöyledir: Kuzey Mançurya’da Japonlara serbest ticaret, seyahat ve emlak sahibi olma hakkı; Japon demiryolu imtiyazının 25 yıldan 99 yıla çıkarılması ve bahse konu alanlarda maden işletme imtiyazı; Moğolistan ile Mançurya arasında devam eden demiryolu inşaatı ve buralara ait istikrazlarda (borçlanma) Japonların muvafakatinin alınması; bölgede istihdam edilecek idari ve siyasi müşavirlerin Japonlardan seçilmesi[23].
Savaş içerisinde Japonya ve Rusya aynı tarafta yer almasına rağmen Bolşevik İhtilali durumları değiştirmiştir. Japonya, Rusya’nın iç meselelerine yönelmesiyle Doğu Asya’da ortaya çıkan iktidar boşluğunu fırsata çevirip (sözde müttefikine yardım, Bolşevik İhtilalini kontrol altında tutmak ve doğu cephesini Almanya’ya karşı korumak için) Doğu Sibirya ve Kuzey Mançurya’ya önemli miktarda silahlı kuvvet konuşlandırmıştır. Japonya bölgedeki işgalini Sovyetler Birliği ile anlaştığı 1925 yılına kadar da sürdürmüştür. Sovyetler Birliği’nin toparlanmaya başlaması, bölgede ihtilal sonrası kaybettiği etki alanını yeniden kazanması[24] ve Çin’in başarılı politikalar neticesinde 1920’lerin sonlarına doğru Mançurya üzerindeki etkinliğini artırması Japonya’yı harekete geçirmiştir[25]. Japon İmparatorluk Ordusu, Mançurya’da meydana gelecek olası bir çatışma ortamını kendi çıkarları açısından en iyi şekilde sonuçlandıracağını düşündüğünden sivil hükûmetin onayını almadan harekete geçmiştir[26]. Nitekim bölgede görev yapan Kwantung Ordusu 18 Eylül 1931 gecesi Güney Mançurya Demiryolu Hattı’na (Mukden’in birkaç mil kuzeyi) Çinlilerin sabotaj düzenlediği iddiasıyla meşru müdafaa hakkını kullanıp 19 Eylül sabahı Çin garnizonuna ateş açtığını ve Mukden’i işgal ettiğini duyurmuştur[27]. Bununla yetinmeyen Japon askerleri beş ay içinde Mançurya’daki tüm büyük kentleri (Liaoning, Jilin ve Heilongjiang) işgal etmiştir[28]. Japonya’nın birçok şehri hızla işgal etmesi olayların aniden geliştiğinden ziyade sistemli bir planın yürürlüğe konduğunu göstermekteydi[29]. Ayrıca Japonya, Mançurya’yı işgal ederken o güne kadar imza etmiş olduğu uluslararası antlaşmaları da çiğnemiş oluyordu[30].
Mançurya İşgalinin Uluslararası Boyuta Taşınması ve Türkiye
Mançurya’daki Japon işgaline karşı direnme gücü olmayan Çin karşı bir harekâtta bulun(a)madığı gibi geri çekilme politikasını yürürlüğe koymuştur. Ayrıca Çin Dışişleri Bakanlığı, Japon hükûmetine yönelik sert bir protesto yayınlayarak Mançurya’daki Japon askerî operasyonlarının derhal durdurulması için çağrıda bulunmuş ve 21 Eylül 1931’de üyesi bulunduğu Milletler Cemiyetini göreve davet etmiştir[31]. Böylelikle dünya devletlerinin takibinde olan mesele resmî olarak da uluslararası bir hüviyet kazanmıştır.
Çin hükûmeti, Milletler Cemiyetine yapmış olduğu başvurunun yanı sıra BriandKellog Paktı’nda imzası bulunan devletlere de bir nota gönderip konunun barış yoluyla çözülmesi için desteklerini istemiştir. Böylelikle Türkiye gelişmelerini yakından takip ettiği meseleye resmen dâhil olmuştur. Türkiye, olayların çözümünde yapılacak görüşmelerde yer almak üzere Fransa Dışişleri Bakanı Briand tarafından -Fransa Büyükelçiliği aracılığıyla- şifahen davet almıştır. Ayrıca Fransa’nın Bern Büyükelçisi, Türkiye’nin Bern Elçisi ile görüşerek Türkiye’nin Çin ve Japon hükûmetleri nezdinde nota dolayısıyla bir girişimde bulunup bulunmadığını sormuştur. Bu görüşmede Türkiye’nin henüz harekete geçmediği bilgisine sahip olduğu anlaşılan Fransız Büyükelçisi, Türkiye’nin bir girişimde bulunmasının Çin hükûmetini memnun edeceğinin Türk Dışişleri Bakanı’na bildirilmesini hürmetleriyle rica etmiştir. Oysa Türkiye bu ricadan bir gün önce harekete geçmiş, 21 Ekim 1931’de, Çin ve Japon hükûmetlerine Mançurya meselesinin barışçıl yollarla çözümüne yönelik müzakerelerde bulunmalarını içeren notalar göndermiştir[32]. Japonya, Türkiye’nin notasına verdiği cevapta diğer devletler gibi Kellog Paktı’nda taahhüt ettiği mesuliyetin bilincinde olduğunu; Mançurya’da sadece meşru müdafaa düşüncesiyle hareket ettiğini; sorunun çözümü için savaşı bir seçenek olarak görmediğini ve çözüm noktasında sulhtan başka bir düşüncesi olmadığını bildirmiştir. Ayrıca nota cevabında Çin’in düşmanca tutumla Japonya aleyhinde faaliyetlerden vazgeçmediği, Japon ticaretine zarar verdiği ve bu gayri kanunî hareketlerin Kellog Paktı ruhuna aykırı olduğu üzerinde de durulmuştur[33]. Çin hükûmeti ise Türkiye’nin notasına Dışişleri Bakanı V. Chintung Frank W. Lee tarafından Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanı Dr. Tevfik Rüştü Bey’e hitaben gönderdiği bir telgrafla cevap vermiştir. Telgrafta Çin hükûmeti, Japonya’nın uluslararası anlaşmaları çiğneyerek başlatmış olduğu askerî tecavüze karşı Türkiye’nin göstermiş olduğu derin ilgiye teşekkür etmiştir. Ayrıca Çin’in meselenin barış yoluyla çözümü için daimî ısrarcı olacağını bildirmiştir[34].
Türkiye’nin Paris Büyükelçiliği, Japonya ve Çin’in Mançurya üzerindeki anlaşmazlığının Milletler Cemiyetinde 16 Kasım 1931’da görüşülmeye başlandığını Türkiye’ye bildirmiştir[35]. Üç hafta kadar süren görüşmelerde sorunun çözümü için her iki tarafında mütecaviz hareketlerde bulunmaması; ticaret serbestliğine engel olunmaması; Mançurya’da ikamet edenlerin yaşam haklarına müdahale edilmemesi gibi konularda anlaşmaya varılmıştır. Ancak Cemiyetin Japonya’nın Mançurya’daki işgali sona erdirmesine yönelik kararı Japonya tarafından kabul görmemiştir. Japonya bölgenin tahliye edilmesi konusunda kendi vatandaşlarının can ve mal güvenliğinin sağlanması gibi sınırlılıkları belli olmayan tartışmalı konular ileri sürerek işgali devam ettireceğini göstermiştir. Çin ise Japon askerlerinin bölgeden çekilmesinde ısrar etmiştir. Milletler Cemiyeti olayların alınan kararla çözülemeyeceğini anlayınca yerinde araştırma yapmak üzere bir tahkikat komisyonunun kurulmasını kararlaştırmıştır. Bu komisyon Fransız, İngiliz, İtalyan, Amerikalı ve sonradan tespit edilecek bir üyenin de dâhil olmasıyla beş kişiden oluşacak, Çin ile Japonya da birer delege ile komisyonda temsilci bulundurabileceklerdi. Türkiye’nin Paris Büyükelçiliği alınan kararlardan sonra Japonların Mançurya’daki nüfuzunu genişletmesinden dolayı Amerikan’ın olaya müdahale edeceğini, Çin’de ortaya çıkan karışıklıklar neticesinde komünizme sürüklenen bölgede Rus nüfuzunun artacağını ve bu nedenlerle de Japonların hareketlerini daha da ileriye götüremeyeceği görüşünü paylaşmıştır[36]. Diğer taraftan Türkiye’nin Bern Elçiliğinden gelen bilgilere göre ise Milletler Cemiyetindeki Japon temsilcisi, konunun Cemiyet gündemine gelmesinden itibaren küçük devletlerin de katılacağı bir toplantıya katılmayacaklarını Japonya’ya Bulgaristan veya Yunanistan gibi bir muamele yapılamayacağını, meseleyi sadece büyük devletler ile görüşebileceklerini kati bir surette ifade ettiğini bildirmiştir[37]. Japonya’nın bu diretmesi neticesinde konseyin 13’ler azası olarak bilinen Fransa, İngiltere, İtalya, Almanya ve İspanya temsilcilerinden mürekkep komite Amerikan gözlemcinin de hazır bulunduğu görüşmede artık açık toplantıların yanı sıra gizli celselerinde yapılması kararını almışlardır. Gizli görüşmelerde Japonya açıkça artan nüfus nedeniyle Mançurya’ya ihtiyacı olduğunu ancak belirli koşullarla askerlerini bölgeden çekebileceğini ifade etmiştir. Ayrıca Japonya çözüm için altı maddelik bir öneri teklifi ileri sürmüştür. Bu altı maddenin özeti Mançurya’nın Japon sömürgesi olmasının onaylanmasıydı. Nihayetinde müzakerelerden sonuç çıkmamış Japonlar da harekâtlarına devam etmişlerdir[38].
Milletler Cemiyeti bünyesinde bu gelişmeler yaşanırken Türkiye’nin dış temsilciliklerinden Mançurya’daki gelişmelerle ilgili bilgi akışı devam etmekteydi. Washington Büyükelçiliği, Mançurya’daki harekâtın durdurulması için Amerika tarafından Japonya ve Çin’e nota gönderildiğini Dışişleri Bakanlığına bildirmiştir[39]. Büyükelçilik kısa süre içerisinde Japonya’nın bu notaya cevap vererek askerî harekâtı durdurduğunu ancak yeni iğtişaş (karışıklık/kargaşa) karşısında gerekli tedbirleri almaktan geri kalmayacağını iletmiştir[40]. Yaklaşık bir hafta sonra Washington Büyükelçiliği, Amerikanın Japon askerî harekâtından rahatsız olmakla beraber kamuoyunda nezaketli davrandığını ve Japon elçisinin askerî harekâtın genişlemeyeceğine dair Amerika’ya sözlü teminat verdiğini Bakanlığa iletmiştir. Ayrıca pek çok çevrenin olası bir Çin-Japon Savaşı’na Amerikanın da katılmasının mümkün olmadığı görüşünde birleştiğini haber vermiştir[41].
Moskova Büyükelçiliğinden bildirildiğine göre Sovyet Rusya, Mançurya’daki Japon ilerlemesini kendi açısından olumsuz görmekteydi ve meseleyi önemle takip etmekteydi. Büyükelçilik, Sovyet hükûmetinin Mançurya hududundaki kuvvetlerini takviye ettiğini ve harbiye komiserinin uçakla hududa gidip döndüğü bilgisini paylaşmıştır[42]. Büyükelçilik başka bir raporunda Sovyetlerin Japonya’nın Kellog Paktı’nı ihlal ettiği görüşünde olduğunu, Sovyet Dışişleri Bakanı Litvinov’un Japonya’nın Harbin’i işgal etmeyeceğine dair kendilerine teminat verdiğini ve Sovyet basınının Japonya aleyhinde neşriyata başladığını bildirmiştir[43]. Sovyet Başbakanı Molotov ise konu hakkında 7 Kasım 1931 tarihli nutkunda meselenin almış olduğu hâlden memnun olmadıklarını, Çin-Japon ihtilafında tarafsız olmakla beraber Japonya’nın attığı adımları tehlikeli bulduklarını ifade etmiştir[44]. Bern Elçisi Cemal Hüsnü bir davet vesilesiyle Sovyetler Birliği’nin Londra Büyükelçisi Sokolnikof ile görüştüğünü onun konu hakkında şu mütalaada bulunduğunu Bakanlığa iletmiştir: Mesele biyolojik bir hadisedir. Biz Japonlara bu meselede hak veriyoruz, fazla ahalisini elbet bir yere yerleştirmek mecburiyetindedir. Hudutlarına bir milletin bayraklarını koyarak bura tarikiyle diğer insanlara kapalı bulundurması sistemi insaniyet için gayri kabili tahammüldür[45]. Bu görüşmeden bir hafta sonra ise Sokolnikoff, Japonların son dönemde bölgede işgali genişletmeleri neticesinde Sovyetlerle Japonya arasında büyük bir anlaşmazlık olduğunu beyan etmiştir. Büyükelçi, bahse konu anlaşmazlık durumundan Avrupa’nın büyük bir memnuniyet duyduğunu ve bu nedenle Avrupa’nın Japonya’nın harekâtını tasvip ettiği eleştirilerini de sözlerine eklemiştir. Ayrıca Sokolnikoff, Japonya’nın diplomatik sonuç çıkıncaya kadar Kuzey Mançurya’daki işgalini sürdüreceğini ifade etmiştir[46].
İşgal bölgesinde yaşanan sıcak gelişmeler ise genellikle Türkiye’nin Tokyo Temsilciliği tarafından takip edilerek Türk makamlarına bildirilmiştir. Tokyo Maslahatgüzarı, Japonya’nın 2 Ekim 1931’de yayınlamış olduğu resmî bir beyannameyi Dışişleri Bakanlığına iletmiştir. Bu beyannamede Japonya, Mançurya’da arazi kazanmak amacında olmadığını, Çin ile doğrudan görüşerek barışın muhafazası ve asayişin sağlanmasına hazır olduğunu, gerekli noktalar dışında askerlerini geri çekeceğini dünyaya duyurmuştur. Japonya’nın olayın ilk gününden itibaren sorumlu olmadığını anlatmaya çalıştığını ifade eden Tokyo Maslahatgüzarı, Milletler Cemiyetinin etkisiz müdahaleleri ve uluslararası camianın durumundan istifade eden Japonya’nın Çin üzerindeki emellerini süngü tehdidi ile gerçekleştireceğine dair şahsî görüşlerini Bakanlığa iletmiştir. Ayrıca Çin-Japon ihtilafının uzun süreceğini ve birçok safhasının olacağını da sözlerine eklemiştir[47].
Türk Dışişleri Bakanlığı, Bern Elçiliğinden Mançurya meselesinin Milletler Cemiyetinde nasıl ve ne surette görüşüldüğü konusunda kendisini bilgilendirmesini istemiş,[48] Bern Elçiliği de konuya dair yapmış olduğu çalışmayı Bakanlığa iletmiştir. Buna göre; Japonya Avrupa devletlerinin kendi meseleleriyle meşgul olmasını hesaba katarak bu hamleyi yapmıştır. Amerika’nın yardımı olmadan Japonya’ya bir yaptırımda bulunmanın mümkün olmadığı, bu nedenle Japonya hakkındaki özel müzakerelere Amerika’nın Bern Elçisi’nin de davet edildiği bilgisi paylaşmıştır. İhtilafın çözümü için olayları yerinde incelemek üzere bir heyet gönderilmesi fikrine Amerika’nın, Japonya’daki hükûmeti zayıflatacağı ve askerî idareyi başa getirtebileceği düşüncesiyle taraftar olmadığını, konseyin de bu durumları göze alarak Japonya’nın izzeti nefisini korumak için yalnız büyük devletlerden oluşan bir komisyon teşkil ettiğini bildirmiştir. Amerika elçisinin de katıldığı bu komisyonun kuruluş şekli ise küçük devletleri kızdırmıştır. Konseyin 18 Ekim 1931 tarihinde yapacağı toplantıdan sert bir kararın çıkmayacağı böyle bir durumda Japonya’nın Cemiyetten çekilmesinden korkulduğunu ifade eden Bern Elçisi, gerekli görülmesi durumunda meseleyi daha iyi tetkik için Cenevre’ye hareket edebileceğini bildirmiştir[49]. Dışişleri Bakanlığı da meseleye ciddi bir önem atfettiğinden Elçi’ye Milletler Cemiyetindeki görüşmeleri yakından takip etmesi için Cenevre’ye gitmesi talimatını vermiştir[50]. Cenevre’ye giden Bern Elçisi Cemal Hüsnü, Milletler Cemiyeti Genel Sekreterliğinin Mançurya’ya bir komisyon göndermeye çalıştığını, Japonlar bunu kabul ederse komisyonun teşkili ve mesaisi hakkında itirazda bulunmayacaklarını dair bilgiler aldığını Bakanlığa iletmiştir[51]. Elçiliklerden gelen bu raporlardan sonra Dışişleri Bakanlığı konu hakkında Başbakanlığı bilgilendirmiştir. Bakanlık, eldeki bilgileri özetledikten sonra BriandKellog Paktı’nı taraf olunması nedeniyle meselenin yakından ve ehemmiyetle takip edildiğini ifade etmiştir[52]. Diğer taraftan Türkiye’nin Kellog Paktı dışında da Çin-Japon anlaşmazlığı konusunda oluşturulan uluslararası komisyonlarda aktif olarak görev aldığı görülmektedir. Nitekim Türkiye, Milletler Cemiyetine katıldıktan sonra Cemiyet tarafından Çin-Japon anlaşmazlığının çözümü için atılacak adımları denetlemek üzere kurulan ve ilk toplantısını 16 Mart 1932’de yapan “On Dokuzlar Komitesi/Komisyonu”[53] içerisinde yer almıştır[54].
Japonya Himayesindeki Mançukou Devleti (Kukla Mançukuo Devleti) ve Türkiye
1931 yılının sonuna gelindiğinde Japon ordusu, Güney Mançurya’daki önemli merkezlerin büyük çoğunluğunu ele geçirmiştir. 5 Şubat 1932’de işgal edilen son önemli nokta aynı zamanda Sovyet demiryolu kavşağı da olan Harbin olmuştur. Bu Japonya’nın ana hatlar üzerinde ve hatta Rus kontrolündeki Çin Doğu Demiryolu bölgesine kadar olan sahada bir dereceye kadar kontrolü ele geçirmesi anlamına geliyordu. Japonya bir taraftan askerî olarak işgalini genişletirken diğer taraftan da bölgede kendisine yakınlık gösteren ayrılıkçı siyasi grupları destekliyordu. Mançurya’daki bazı Japon taraftarı liderler de Japonya’nın desteğiyle Çin’den ayrılarak siyasî bir güç olarak ortaya çıkmayı istiyorlardı[55]. Nihayetinde 1 Mart 1932’de Japon taraftarı Mançuryalı liderlerin katılımıyla bir kongre yapıldı ve Mançurya topraklarında Mançukuo adında bir devletin kurulduğu ilan edildi[56]. Yeni kurulan devletin başına 1912 yılında tahtından indirilen -Çin’in son imparatoru olarak bilinen- Puyi[57] getirildi. 1932-1934 yılları arasında hükûmet başkanı olan Puyi, Mançukou’nun 1 Mart 1934’te statüsünün değiştirilerek imparatorluğa dönüştürülmesiyle imparator olmuştur. Böylelikle Puyi de devlet başkanlığından imparatorluğa geçiş yapmıştır[58]. Ancak statüsü ne olursa olsun Mançukuo Devleti kukla bir devlet olarak görüldüğünden Puyi de kukla bir imparator olarak nitelendirilmekten kurtulamamıştır[59].
Japonya’nın Mançukuo Devleti’ni tanıması amacıyla iki hükûmet arasında 15 Eylül 1932 tarihinde Hesinking’te bir protokol imza edilmiştir[60]. Bu protokolde Mançukuo’nun kendi iradesiyle serbest müstakil bir devlet olarak teşekkülünün Japonya tarafından kabul edildiği, Japonya ile Mançukuo arasında iyi komşuluk münasebetleri kurulacağı, taraflardan birinin emniyet ve topraklarına karşı yapılacak dâhilî ve haricî saldırılara karşı diğerinin yardımda bulunacağı yer almıştır. Protokol, Çince ve Japonca olarak iki dilde kaleme alınmış olup olası bir ihtilaf hâlinde Japoncanın geçerli olacağı da taraflarca kabul edilmiştir. Protokolü Japonya adına İmparatorun Fevkalade Murahhas ve Büyükelçisi Nobuyoshi Muto, Mançukuo adına ise Mançukuo Başbakanı Hsiae-Hsü imzalamıştır[61]. Japonya hükûmeti bu protokolün imzalandığı gün resmî bir beyanatta da bulunmuştur[62]. Japonya, Mançukuo Devleti’ni tanımakla kalmamış aynı zamanda 24 Şubat 1933’te Milletler Cemiyetine üye ülkeleri de bu devleti tanımaya davet etmiştir[63].
Çin yeni kurulan bu devleti tanımadığı gibi Japonya’yı protesto etmiştir. Çin hükûmeti, Mançukuo’da oluşturulan suni devletin Japonların bölgeden çekilmesiyle ortadan kalkacağını ve Japonya’nın saldırgan davranışlarının sadece kendisini değil aynı zamanda dünya barışını da tehdit ettiğini ifade etmiştir. Hükûmet ayrıca Milletler Cemiyeti nezdinde de Japonya’nın Mançurya’da ihdas ettiği vaziyeti protesto ederek Japonya’nın taahhütlerinde durmadığı yönündeki şikâyetlerini yinelemiştir[64].
Milletler Cemiyetine henüz yeni üye olan (18 Temmuz 1932) Türkiye ise Mançukuo hakkında hem Cemiyetin nasıl bir tavır takınacağını hem de Cemiyete üye olmayan (ABD ve Rusya gibi) devletlerin nasıl bir politika takip edeceğini yakından izlemeye başlamıştır. Nitekim Londra Büyükelçiliği konuyla ilgili İngiliz basınında çıkan bazı haberleri Dışişleri Bakanlığa göndermiştir. Örneğin Times gazetesi konu hakkında kesin hüküm vermek için Lytton Raporu’nun yayınlanmasını beklemenin doğru olacağını yazmıştır. Manchester Guardian ise zayıf devletlerin Milletler Cemiyetine ne kadar güvenebilecekleri konusunun Çin-Japon anlaşmazlığının çözümüne göre şekilleneceğini, İngiltere’nin sorunun çözümü için ABD ile işbirliği yapıp Milletler Cemiyetine yardım edebilecek bir durumdayken bunu yapmamak aczine düştüğünü satırlarına taşımıştır. Gazete kendisine 19 Eylül 1932’de Mançukuo Dışişleri Bakanı tarafından gönderilen bir telgrafı da aktararak Mançukuo’yu tanımayan devletlerin vatandaşlarının Mançukuo’da ikametine ve ticaret yapmasına imkân verilmeyeceğini okuyucularına duyurmuştur. Ayrıca gazetede Çin’in ABD nezdindeki temaslarından da bir sonuç çıkmadığı ve ABD’nin Lytton Raporu öncesinde bir girişimde bulunmayacağına yönelik ifadelere yer verilmiştir[65].
ABD’nin tutumu da Mançukuo Devleti’ni tanımamaktan yana olmuştur. Nitekim Türkiye’nin Washington Büyükelçiliği, ABD’de idarede bulunan Cumhuriyetçilerin yeni devleti tanımak gibi bir eğilimi olmadığını, Demokratların ise daha mülayim bir tavır alacaklarına dair bazı yayınlar yapılsa da bunun bir “hülyadan ibaret” olduğunu Bakanlığa bildirmiştir[66].
Türkiye, Rusya’nın nasıl bir siyaset takip edeceğini ise hem Moskova Büyükelçiliğinden hem de Londra Büyükelçiliği vasıtasıyla İngiliz basını üzerinden takip etmiştir. Londra’dan iletilen gazetelerden biri olan Morning Post, Rusların Mançukuo’yu tanıyacağına dair bir takım havadisler aldığını yazmıştır[67]. Ayrıca gazete başka bir nüshasında Japonlar duruma hâkim olmasalardı Mançurya’nın Çin’in değil Rusya’nın istilasına uğrayacağı görüşünü paylaşmıştır[68]. Moskova Büyükelçiliğinden Dışişleri Bakanlığına gelen bilgilere göre ise Sovyet Rusya başlangıçta Mançukuo’yu tanımamıştır. Ancak daha sonra Sovyet Rusya elinde bulundurduğu Doğu Çin Demiryollarını Mançukuo’ya satmak kararı aldığından iki hükûmet arasında 25 Haziran 1933’te Tokyo’da müzakerelere başlanacağı duyurmuştur. Bu açıklama Sovyet Rusya’nın Mançukuo’yu fiilen tanıması anlamına geliyordu[69].
Uluslararası arenadan beklediği desteği alamayan Çin, Mançurya’ya karşı gümrük ablukası kararı almıştır. Bu karara göre Mançurya Limanlarındaki gümrük vergisi Şanghay ve diğer Çin Limanlarından da alınmaya başlanacaktı. Böylelikle Çin iki defa vergi alınacak bir sistemi yürürlüğe koymuş oluyordu[70]. Mançukuo da misilleme olarak Çin’e karşı bir takım yeni gümrük tarifelerini yürürlüğe koymuştur[71].
Türkiye bir taraftan dünya devletlerinin Mançukuo hakkındaki siyasetlerini takip ederken diğer taraftan da kendi politikasını şekillendirmeye/belirlemeye çalışmıştır. Bu sırada Mançukuo Devleti Dışişleri Bakanı Hsich Chich Shih, 12 Mart 1932’de, Türkiye’ye kendilerini tanıtan bir mektup göndermiştir[72]. Mektubun giriş kısmında yeni devletin kuruluşu şöyle anlatılıyordu; her biri ayrı idare altında bulunan Fengtien, Kirin, Heilungkiang ve Yehol, Tungcheng Özel Bölgesi ve Mongolian Mengs (Birlikleri) Vilayetleri, Çin Cumhuriyeti ile münasebetlerini keserek müstakil bir hükûmet tesisi için birleşmiş ve 1 Mart 1932’de Man-Chou-kuo Devleti’ni vücuda getirmişlerdir. Mektubun devamında ise Çin hükûmeti eleştirilmekte, “halka gün yüzü göstermemekle” suçlanmaktaydı, buna karşın Mançukuo Devleti’nin halkın; emniyeti, asayişi, refahı ve saadeti için çalışacağına değinilmekteydi. Mektup yabancı devletlerle nasıl ilişki kurulacağına dair yedi maddelik bir açıklama ile sona eriyordu. Bu yedi maddede: Yeni devletin uluslararası barış için çalışacağına; uluslararası hukuka uyacağına; uluslararası hukuk ve anlaşmalar nedeniyle Çin ile kurulacak temaslarda bu düzenlemelere sadık kalacağına; Mançukuo dâhilindeki yabancıların hukukuna saygı gösterileceğine ve onlara adil muamele yapılacağına; yabancı ülkelerle ticareti kolaylaştırıp ticaretin gelişmesine katkıda bulunulacağına ve açık kapı[73] prensibine riayet edileceğine yer verilmiştir. Mektup, Mançukuo Devleti’nin bu yedi madde etrafında Türkiye ile resmî diplomatik münasebet tesis etmek isteğiyle bitiyordu[74]. Arşiv kayıtlarında Türkiye’nin bu mektuba cevap verip vermediğine dair bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak sonraki aylarda Türkiye’nin takip etmiş olduğu siyasetten mektuba cevap vermediği anlaşılmaktadır. Nitekim Türk Dışişleri Bakanlığı, 24 Ekim 1932’de Tokyo Büyükelçiliğine talimat göndererek Mançukuo Devleti’nden herhangi bir temsilcinin elçiliğe gelerek münasebet teşebbüsünde bulunması hâlinde Büyükelçilik, Türkiye’nin Mançukuo’yu tanıdığı yönünde bir malumatı olmadığını ifade edecekti. Fakat gelenlere hüsnü niyet gösterilecek ve kendileriyle iyi ilişkilerde bulunulmasının pek tabii olduğu cevaben bildirilecekti[75].
Milletler Cemiyeti İstişari Komitesi, 7 Temmuz 1933 tarihinde Milletler Cemiyetine dahil bulunan bütün devletlere gönderdiği bir tamimle Mançukuo Devleti’nin uluslararası teşekküllere ve uluslararası mukavelelere dahil edilmesine üye ülkelerin karşı çıkmasını tavsiye etmiştir[76]. Hem yaşanan gelişmeler hem de bu tavsiye kararı üzerine Türkiye, Mançukuo Devleti’ni resmî olarak tanımamak yönünde bir siyaset benimsemiştir[77]. Ancak her ihtimale karşı elinin güçlü olmasını isteyen Türkiye, siyaseten değişebilecek şartları da göz önünde bulundurup Mançukuo Devleti hakkında bilgi toplamaktan da geri durmamıştır. Örneğin 1933 yılına ait kim tarafından hazırlandığı bilinmeyen yirmi altı sayfalık bir raporda Mançukuo Devleti’nin coğrafî vaziyeti,[78] sınırları,[79] limanları,[80] nüfusu,[81] menabii (kaynakları) başlığında yetiştirdiği ürünleri, hayvancılığı, ormanları ve madenleri,[82] sanayisi, ticareti ve maliyesi,[83] Mançukuo’nun Anayasası[84], Mançukuo ordusu ve donanmasına[85] dair ayrıntılı bilgiler yer almaktadır.[86] Tokyo Elçiliğinden Dışişleri Bakanlığına gönderilen başka bir raporda da Japon uzmanlar tarafından hazırlanan Mançukuo Devleti’nin 1932-1933 ve 1934-1936 mali yıllarına ait bütçesine yer verilmiştir[87].
Lytton Raporu ve Yankıları
Milletler Cemiyetinin 10 Aralık 1931 tarihli kararına göre Mançurya meselesini mahallinde araştırmak üzere kurulan Beşler Komisyonu, başkanın ismine atfen Lytton Komisyonu ya da resmî olarak League Commission of Enquiry (Milletler Cemiyeti Soruşturma Komisyonu) adlarıyla bilinen heyette şu isimler yer almaktaydı:
Luigi Aldrovandi Marescotti (İtalya-Berlin Eski Elçisi)
General Henri Claudel (Fransız-Asker)
Kont Victor Bulwer Lytton (İngiliz-Parlamento Üyesi)
General Frank Ross McCoy (Amerikalı-Asker)
Dr. Heinrich Schnee (Alman-Alman Afrika Müstemlekeleri Eski Genel Valisi).
Komisyon için bir sekretarya görevlendirilmiş ve bu sekretaryanın yöneticiliğine ise M. Robert Haas atanmıştır. Ayrıca Japonya’yı temsilen Japonya’nın Türkiye Büyükelçisi İzaburo Yoshida ve Çin’i temsilen de Çin Eski Başbakanı hâlihazırda Paris Elçisi olan Wellinton Koo Komisyonda yer almışlardır[88].
Komisyonun Avrupalı üyeleri 3 Şubat 1931’de Avrupa’dan Amerika’ya gitmiş, Amerikalı temsilcisinin de heyete dâhil olmasıyla deniz yoluyla 29 Şubat tarihinde Tokyo’ya ulaşılmıştır. Heyet, 29 Şubat-4 Eylül 1932 tarihleri arasında Tokyo, Osaka, Shangai, Ihsing, Nanking, Hankow, Peiping, Kiukiang, Pukow, Tsinan, Tientsin, Dairen, Chinwangtao, Shanhaikwan, Kungehuling, Changehun, Kirin, Mukden, Harbin, Tsitsihar, Taonan, Anshan, Fushun, Tangku, Chinehow, Shanhaikwan, Tsingtao, Taian, Tienstsin, Antung, Keijo, Fusan gibi bölgelerde geniş ve kapsamlı incelemelerde/temaslarda bulunarak[89] raporunu 4 Eylül 1932’de tamamlamıştır[90]. Rapor; giriş kısmı, on bölüm ve bir ek kısmından oluşmaktaydı. Birinci bölümde son yıllarda Çin’de yaşanan gelişmeler, 19. yüzyılda Çin ile Batı’nın temasları ve 18 Eylül 1931’e kadar yaşanan olaylar anlatılmaktadır. Ayrıca Çin ve Japonya’nın gelişim dönemleri karşılaştırılmaktadır.
Mançuri başlığıyla verilen ikinci bölümde 1. Bölge hakkında iktisadi, jeopolitik ve etnografik bilgiler, 2. Mançurya-Çin ilişkileri, 3. Mançurya-Rus ilişkilerine yer verilmektedir. Üçüncü bölümde Mançurya üzerindeki Çin-Japon ilişkileri yedi kısımda ele alınmaktadır; 1. Japonya’nın Çin üzerindeki çıkarları, 2. Mançurya’daki Çin-Japon çatışması, 3. Mançurya’daki demiryolu üzerindeki Çin-Japon ilişkileri, 4. Japonların 1915 yılında Çin’e kabul ettirdikleri 21 maddelik antlaşma ve bu antlaşmanın sonuçları, 5. Korelilerin Mançurya’daki vaziyetleri, 6. Koreliler ile Çinliler arasında gerçekleşen Wanpaoshan Olayı ve Çinlilerin Kore’de katledilmesi, 7. Yüzbaşı Nakamura’nın öldürülmesi.
Dördüncü bölüm Mançurya’da 18 Eylül 1931’den itibaren gerçekleşen olaylar (Mukden’in işgalinden başlayarak Tienstsin Olayı, Chengchow İşgali, Nankin Vakası, Harbin’in istilası) ile her iki tarafın askerî hareketleri, Çin’in başıbozuk teşkilatı ve çeteleri hakkında bilgiler anlatılmıştır. Bu bölümde özellikle olayın Japon askerî makamları tarafından nasıl tertip edildiği ve suçun Çinliler üzerine atılmasının ne kadar yanlış olduğuna değinilmiştir.
Beşinci bölümde Şanghay şehrinin çevresinde cereyan eden savaşların son kısmı ve 5 Mayıs 1932 İtilafnamesine dair bilgiler aktarılmıştır. Mançukuo başlığını taşıyan altıncı bölümde Mançukuo hükûmetinin kurulması, geçirdiği aşamalar, bugünkü yapısı ve Mançurya halkının Mançukuo hakkındaki hissiyatının ne yönde olduğunu açıklanmıştır.
Yedinci bölümde Japonya’nın iktisadi çıkarları ve Çin’in Japonya’ya uygulamış olduğu ekonomik boykot[91] hakkındaki ayrıntılara yer verilmiştir. Sekizinci bölüm, Mançurya’daki iktisadî menfaatler başlığıyla verilmekte ve çeşitli devletlerin Mançurya’ya yapmış oldukları yatırımlar, Mançurya ile Japonya ilişkileri, ÇinMançurya ve Japonya-Mançurya ithalat ve ihracatları ile açık kapı politikası ele alınmıştır.
Dokuzuncu bölümde Mançurya meselesinin çözümünde takip edilecek şu prensip ve şartlar sıralanmıştır: 1. Her iki tarafın menfaatini temin etmeyen bir anlaşma barış yapılmasına engel olacaktır. Bu nedenle her iki taraf da tatmin edilmelidir. 2. Rusya’nın menfaatleri de göz önünde bulundurulmalıdır. 3, Yapılan düzenlemeler Paris ve Milletler Cemiyeti Misakları ile Dokuzlar Muahedesi’ne uygun olmalıdır. 4- Japonların Mançurya’daki menfaatlerini ve tarihi ilişkilerini dikkate almayan bir uzlaşma kalıcı bir sonuç getirmeyecektir. 5. Tekrar bir anlaşmazlığa yol açmamak için Çin ile Japonya’nın Mançurya’daki menfaatleri ve hukukları yeni bir takım anlaşmalarla düzenlenerek tespit edilmelidir. 6. İlk beş maddede ifade edilen teklifler sonucu olarak küçük bir takım anlaşmazlıklar ortaya çıkarsa mesele büyümeden hızlı ve uygulanabilir bazı tedbirler alınmalıdır. 7. Çin’in idarî mülkiyesiyle halkın hâkimiyetini sağlayacak şekilde ve mahallî ihtiyaçlara cevap verebilecek bir idarenin (otonomi/özerklik) Mançurya’da tatbik edilmesi gerekmektedir. 8. Mançurya’da sadece iç güvenliği sağlayacak bir jandarma kuvveti haricindeki askerî kuvvetler terhis edilmeli ya da geri çekilmelidir. Mançurya ile alakadar olan devletler arasında bir saldırmazlık anlaşması imza edilmelidir. 9. Çin ile Japonya arasında iktisadî ilişkileri temin için yeni bir ticaret anlaşmasına ihtiyaç vardır. Bu anlaşma iktisadî ve siyasî ilişkilerin bir arada kurulmasını hedef edinmelidir. 10. Çin’in bugünkü durumu sadece Çin-Japon ilişkileri açısından değil uluslararası boyutta bir önem arz etmektedir. Çin’in kendi içerisinde yaşadığı kargaşalıklar Uzak Doğu’da kalıcı barışın kurulmasına engel olduğundan bunların ortadan kaldırılması için uluslararası işbirliğine ihtiyaç vardır.
Onuncu bölüm, Komisyon tarafından sorunun çözümü için Milletler Cemiyetine yapılan şu önerileri içermekteydi: 1. Çin hükûmeti bir beyanname ile Mançurya idaresine dair toplanacak olan konferans tarafından verilen kararı tatbik edeceğini ilan etmelidir. 2. Japonya’nın çıkarlarını gözetmek için yeni bir Çin-Japon anlaşması imzalanmalıdır. 3. Çin ile Japonya arasında bir uzlaşma ve hakem anlaşması, saldırmazlık ve birbirlerine yardım anlaşmaları akdedilmelidir. 4. Yeni bir Çin-Japon ticaret anlaşmasının imzalanmalıdır. Komisyon çözüm için konferans yapılmadan önce bazı hususların açıklığa kavuşturulması görüşündeydi. Bu hususlar ise şöyledir: 1. Konferansın toplantı yeri, temsilcilerin yetkileri ve tarafsız gözlemci bulunup bulmayacağının tespit edilmesi. 2. Mançurya üzerinde Çin’in hâkimiyet hakkı ile Çin’in mülki idare bütünlüğünün sağlanması ve aynı zamanda Mançurya’da özerk bir yapının kurulmasının kararlaştırılması. 3. İç güvenliği sağlamak için jandarma teşkilâtı kurulması. 4. İhtilafa konu olan meselelerin çözümü için anlaşma imzalanması. 5. Mançurya harekâtına katılanlar hakkında genel af ilan edilmesi. 6. Çin’in kabul edeceği beyanname ve Japonya’nın Mançurya’daki menfaatlerine yönelik yapılacak anlaşma göz önünde bulundurularak uzlaşma, hakem, saldırmazlık ve yardım anlaşmasına Rusya’nın da katılmasının faydalı olacağı. Raporun ek kısmında ise Komisyonun hangi tarihlerde nereleri ziyaret ettiğine dair detaylara yer verilmiş ve 14 adet de harita eklenmiştir.
Japonya’nın Lytton Raporu’na cevabı sert olmuştur. Daily Herald gazetesi Japonya’nın Komisyona baştan beri düşmanca bir teşkilat gibi davrandığını, yetkisinden şüphe ettiğini ve kararlarını hafife aldığını yazmıştır. Ayrıca Japonya’nın bir meydan okumayla Milletler Cemiyetine Japonya’nın yolu üzerinde bulunmamasını söylediğini yazmıştır. Bir nota yayınlayan Japonya, Mançurya’da gerekli gördüğü harekâtın sonuçlarının bir dava konusu teşkil etmesine müsaade etmeyeceğini, Mançukuo Devleti ile onun başkanının yerinde kalmasının esas olduğunu ancak bu şekilde bir barışın temin edilebileceğini bildirmiştir. Notada Çin’in anarşi içinde bulunduğundan barışa katkı sağlayabilecek bir pozisyonda olmadığı ve olayların Çin tarafından çıkartıldığından Japonya’nın sadece meşru müdafaa hakkını kullandığı bir kez daha ifade edilmiştir[92]. Japonya’nın Milletler Cemiyeti temsilcisi de bir mektupla Cemiyet Misakının 15. Maddesinden[93] kaynaklı haklarını muhafaza etmekte olduklarını Millet Cemiyetine bildirmiştir. Yine Lytton Raporu’nda Mançuri ahalisi tarafından istiklal talep edilmediği Japonya’nın bölgede önde gelen bir takım kişiler aracılığıyla istiklal durumunu temin ettiği konusundaki ifadelerinde tekzip edileceğine dair duyumlar çıkmıştır. Bu bilgiler Türkiye’nin Londra Büyükelçiliği tarafından Dışişleri Bakanlığına iletmiştir[94].
Türkiye’nin Tokyo Büyükelçiliği de Lytton Komisyonunun hazırlamış olduğu rapor üzerine Japonya’da ne gibi siyasi gelişmeler yaşandığını Bakanlığa bildirmiştir. Buna göre; Japonya kendi siyaseti aleyhinde kararlar verileceğini öğrendiğinden Milletler Cemiyetinden ayrılmayı tartışmaya açmıştır. Nitekim Tokyo’da çıkmakta olan Asahi gazetesi Japonya’nın Milletler Cemiyetinden ayrılmasını savunan neşriyata başlamıştır. Her ne kadar bu yayınlar resmî makamlarca tekzip edilse de[95] Japon kamuoyunda Milletler Cemiyetinden çıkacak kararların aleyhlerinde olacağına dair yüksek bir beklenti yer edinmiştir. Türkiye’nin Tokyo Büyükelçiliği birçok noktadan karmaşık olan Japonya-Milletler Cemiyeti ilişkilerinin nasıl şekilleneceği konusunun Mançurya hakkında verilecek karara bağlı olduğu görüşünü paylaşmıştır[96].
Londra Büyükelçiliği, Mançurya meselesinde İngiltere’nin Japonya’ya yönelik mümaşatkâr (dost geçinmek, kusurlara göz yummak) politikasının Lytton Raporu sonrasında zora gireceğini, raporun İngiltere’yi devletler arası tartışmalarda bir cephe almak zorunda bırakacağından konunun kamuoyu ve hükûmeti ciddi surette meşgul etmeye başladığını Bakanlığa bildirmiştir[97]. İngiliz Parlamentosu’ndaki görüşmelerde ise Lord Lytton başkanlığındaki Komisyonun zor bir uluslararası görevi yerine getirirken önemli bir kamu hizmetinde bulunduğuna dikkat çekilmiştir. Diğer taraftan aynı görüşmeler sırasında Milletler Cemiyetinin eyleme geçmekte yavaş kaldığı, Komisyonun Mukden’in Japonlar tarafından işgale uğradıktan 5 ay sonra çalışmaya başlamasının eleştirildiği de görülmektedir[98].
Türkiye’nin Londra Büyükelçiliğinden gelen bilgilere göre Çin ise Lytton Raporu’nu memnuniyetle karşılamıştır. Çin adına Lytton Komisyonunda bulunan Wellinton Koo, Mançurya meselesi müzakerelerine raporun esas teşkil etmesi gerektiğine dair İngiliz basınına açıklamalarda bulunmuştur[99].
Raporu değerlendiren Times gazetesi, Milletler Cemiyetinin şimdiye kadar kendisine arz edilen meseleler içerisinde en çetin ve çözümü en güç olay ile karşı karşıya olduğunu yazmıştır. Problemin esas olarak ırksal olduğu görüşünde olan gazete Komisyonun katî olarak Mançurya’yı Çinlilere verdiğini bu nedenle Cemiyet üyesi ülkelerin ve üye olmayan ABD’nin Mançukuo’yı tanımaması gerektiğini satırlarına taşımıştır[100].
Milletler Cemiyeti’nin Çin-Japon ihtilafı konusunda gerekli incelemeleri yapmak için görevlendirdiği -Türkiye’nin de üye olarak yer aldığı- On Dokuzlar Komitesi Lytton Raporunun kabulü yönünde görüş beyan etmiştir[101]. Nihayetinde de rapor Milletler Cemiyetinin 24 Şubat 1933 tarihli olağanüstü genel kurul toplantısında yapılan oylamayla kabul edilmiştir[102]. Bu kararın alınmasından sonra Japon Temsilcisi Yosuke Matsuoka toplantıyı terk etmiş ve 27 Mart 1933’te Japonya, Milletler Cemiyetinden ayrılma kararı almıştır[103]. Diğer taraftan Türkiye’nin Tokyo Maslahatgüzarı, Türk makamlarına Japonya’nın Cemiyetten ayrılmasına yönelik bazı iç siyaset tartışmalarının yer aldığı 25 Şubat 1933 tarihli bir rapor göndermiştir. Bu raporda özellikle Japonya’nın Cemiyetten ayrılmasıyla Pasifik’teki adaların manda işlerini de terk etmesi gerektiğine dair birtakım görüşlerin bulunmasına rağmen Japonya’nın buraları Milletler Cemiyetinden değil de çeşitli anlaşmalarla elde ettiğine dikkat çekilmekteydi. Ayrıca Japon Denizcilik Bakanı da yarı resmî beyanatla Japonya’nın Milletler Cemiyetinden çekilmesi durumunda uluslararası camiaya Mançuri nasıl kara üzerinde Japonya için bir hayat meselesi ise bu adalar meselesi de deniz üzerinde bir hayat meselesidir. Japonya ne pahasına olursa olsun bu adalardan ayrılmaz, şeklinde mesaj vermekteydi[104]. Japon iç siyasetine yönelik başka kayıtlarda ise Japonya’nın doğrudan doğruya Çin ile anlaşmak için Pekin’e bir temsilci göndereceği[105] ve Cemiyetten ayrılma hususunda Japon siyasî partilerinin hükûmete destek verdikleri ifade edilmiştir[106].
Sonuç
Japonya’nın 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerçekleştirdiği reformlar, Asya’da hızla yükselen bir güç olarak ortaya çıkmasını sağlamıştır. Ancak bu durum Japonya’yı kendi topraklarına sığamaz ve kendi kendine yetemez hâle getirdiğinden yeni arayışlara yöneltmiştir. Özellikle giderek artmakta olan nüfusuna yeni yerleşim alanları bulmak ve ekonomik olarak zengin kaynaklara ulaşmak, bu arayışların temelini oluşturmuştur. Böylelikle Japonya yakın çevresinde kendisine bu imkânları sağlayacak yerleri gerek anlaşmalarla ve gerekse askerî yöntemlerle kontrol altına almaya başlamıştır. Hedeflerini gerçekleştirme noktasında karşısına çıkan Çin ve Rusya’yı mağlup eden Japonlar, Asya’da üstünlüğü ele geçirmiştir. Nitekim Japonya gelişimine paralel olarak eskiden yer aldığı sömürülen devlet sınıfından, sömürgeci sınıfına geçmiştir.
Birinci Dünya Savaşı sürecinde ve sonrasında önemli kazançlar elde eden Japonya, kısa bir sürede dünya siyasetine yön veren büyük devletler arasına girmiştir. Ancak ülke için elde edilen bu büyük başarıların korunması kolay olmamıştır. Doğal afetler (özellikle 1923 yılı Büyük Kanto Depremi), iç sorunlar, dış borçlanmanın önlenememesi, 1927 yılında yaşanan bankacılık krizi, 1929 Dünya Ekonomik Krizi ve ihracatın yarı yarıya azalması gibi durumlar yeni kaynak arayışlarını tetiklemiştir. Yaşanan sorunlar militarist düşüncenin artmasına ve her şeyin silahla çözüleceğine dair bir görüşün yaygınlaşmasına neden olmuştur. Nihayetinde Japonya, kendi ekonomisini rahatlatacak ve artan nüfusu için yerleşim alanı oluşturabilecek olan Mançurya’yı işgal etmiştir. Topraklarının işgaline karşı direnebilecek güçte olmayan Çin ise dünya barışının koruması iddiasıyla kurulan Milletler Cemiyetine başvurmuştur. Böylece Milletler Cemiyetinin etkinliği/ yetkinliği noktasında da önemli bir sınav başlamıştır. Cemiyetin sorunun çözümü için oluşturduğu Lytton Komisyonu, Japonya’nın Mançurya’yı işgalini hukuki ilkelere aykırı bulmuştur. Cemiyet, Komisyonun görüşünü aynen benimsemiş olsa da harekete geçmekte geç kaldığı gibi almış olduğu kararları Japonya’ya uygulatmayı da başaramamıştır. Sonuç olarak Milletler Cemiyeti, dünya barışı yolundaki önemli bir sınavda başarısız olmuştur. Diğer taraftan Japonya, Milletler Cemiyeti çatısı altında Mançurya meselesi üzerine gerçekleştirilecek olan müzakerelere küçük devletlerin katılmamasını istemiştir. Bu isteği haklı bulan Cemiyet de konuyla ilgili toplantıların devletlerin büyüklüklerine göre açık ve kapalı olarak yapılmasını kararlaştırmıştır. Cemiyetin bu yaklaşımı, küçük olarak görülen devletlerin Cemiyete karşı duydukları görece az olan güveninin daha da azalmasına yol açmıştır. Nihayetinde işlevselliği tartışmalı olan Milletler Cemiyetinin ilkelere göre değil de problem yaşayan ülkelerin gücüne göre hareket edebilen tarafgir bir teşkilât olduğu bir kez daha tescillenmiştir.
Japonya ve Çin arasında cereyan eden Mançurya mücadelesi yeni bir dünya savaşına sebep olur endişesiyle diğer dünya devletleri tarafından olduğu gibi Türkiye’nin de ilgi gösterdiği bir konu olmuştur. Yaşanan gelişmeleri dış temsilcilikleri aracılığıyla yakından takip eden Türkiye, imzacısı olduğu BriandKellog Paktı dolasıyla sorunun barışçıl yollarla çözümüne katkı sunması için önce şifahen Fransa’dan, ardından da yazılı olarak Çin’den davet almıştır. Kendisine başvurulan Türkiye, barışın sağlanması için harekete geçip taraflara sulhu ve sükûneti telkin eden notalar göndermiştir. Türkiye’nin barışa yönelik çabaları Milletler Cemiyetine üye olmasından sonra da devam etmiş ve sorunun çözümü için oluşturulan kurullarda görev almasını sağlamıştır.
Japonya’nın işgal sonrası Mançurya’da kurdurmuş olduğu Mançukuo Devleti ise bu süreçte devletlerin gündemini meşgul eden başka bir konu olmuştur. Bu Devlet, Japonya tarafından işgali haklı çıkarmak ya da diğer bir ifadeyle kendisine yönelen eleştirilere karşı bir paratoner görevi üstlenmesi amacıyla kurdurulmuştur. 1945 yılına kadar varlığını sürdüren Mançukuo Devleti’ni dünya devletlerinin çok azı tanımıştır. Mançukuo’yu tanıyan devletlerin bu kararı almasında ise bölgedeki çıkarları ve çoğunlukla da ticarî ilişkileri etkili olmuştur. Türkiye ise siyaseten Milletler Cemiyetinin bu devletin tanınmaması yönündeki tavsiye kararına uymuştur. Bununla birlikte dünya konjonktüründe yaşanacak olası bir değişme dolasıyla Mançukuo Devleti’ne karşı açıktan açığa keskin siyasi adımlar atmamış, kontrollü ve diplomatik nezaketi elden bırakmayan bir yaklaşım içerisinde olmuştur.
Milletler Cemiyetinin Mançurya meselesinin çözümüne yönelik almış olduğu kararlara tepki gösteren Japonya ise Cemiyetten ayrılmıştır. Böylelikle Japonya, uluslararası yaptırımlara uyma yükümlülüğünden de kurtulmuştur. Bu durum aynı zamanda bölgede Japonya’nın uzlaşma gibi bir tutum içerisinde olmadığını da ortaya koymuştur. Nitekim giderek artan gerilim 1937’de, Çin ve Japonya arasında (bir kez daha Japonya’nın galibiyetiyle sonuçlanan) İkinci Çin-Japon Savaşı’na (birincisi 1894-1895) neden olmuştur. Diğer taraftan Japonya’nın yaşanan olaylarda askerî gücünü önceleyen politikalar uygulaması İkinci Dünya Savaşı’nın çıkışına da önemli bir etki etmiştir. Mukden Olayı ile başlayan ve yaklaşık 15 yıl kadar devam eden çatışmalar, Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı’ndaki teslimiyetine (1945) kadar sürmüştür. 1945 sonrasında ise bölge Japonya’nın önceki yıllarda savaşarak mağlup ettiği Çin ve Rusya (SSCB) arasında paylaşılmıştır.
EKLER