Giriş
Millî Mücadele yıllarında yaşanan Yunan işgalleri, Batı Anadolu’da büyük bir göç hareketliliğine neden olmuştur. Bu kapsamda Müslüman nüfusun Batı Anadolu’nun henüz işgal edilmemiş iç bölgeleri ile Saltanat ve Hilafet merkezi İstanbul’a göç ettiği görülmektedir[1] . Aynı süreç Doğu Trakya için de yaşanmış, Temmuz 1920’de Yunanistan’ın Doğu Trakya’yı işgali yeni bir göç hareketini tetiklemiştir. Ancak Doğu Trakya’nın Müslüman nüfusu, Millî Mücadele’de örneğine hiç rastlanmayan bir şekilde Anadolu sınırları dışında, yabancı bir ülkeye iltica etmiştir. 1. Kolordu savunması başarısız olunca, birlikler Bulgaristan’a geçmiş, bölgede yaşayan Müslüman ahalinin önemli bir kısmı askerî birlikleri takiben Bulgaristan’a iltica etmiştir. Böylece bu iltica hareketi Millî Mücadele yıllarında Türk-Müslüman nüfusun kitle hâlinde, Anadolu sınırları dışına göç edişinin ilk ve tek örneğini teşkil etmiştir. Doğu Trakya Müslüman ahalisinin böyle bir tercihte bulunmasının nedeni şüphesiz bölgenin coğrafi şartları ve İstanbul’la olan kara bağlantısının kesilmiş olmasıyla açıklanabilir. Bir yarımada olan Doğu Trakya’nın İstanbul’la bağlantısını sağlayan Hadımköy İstasyonu, 14 Ocak 1919’da Yunan ordusu tarafından işgal edilmiştir[2] . Bu durumda Yunan ordusuna esir düşmek yerine, Doğu Trakya’daki askerî birlikler ve onları takip eden sivil ahali Bulgaristan’a iltica etmiştir.
Askerî birliklerin ve ahalinin Bulgaristan’a sığınması konusu, alana ilişkin kaynaklarda genel olarak yer almakla birlikte, şimdiye kadar bu konu özelinde arşiv belgelerine dayalı iki çalışma mevcuttur. Bunlardan ilki 1. Kolorduya bağlı birliklerin Bulgaristan’a ilticası sürecini inceleyen Hülya Toker’e ait çalışmadır[3] . Bu çalışmada Bulgaristan’a sığınan sivil ahali ve bu meyanda Edirne’deki memurlar ve aileleri ile kısaca askerî okul öğrencilerine yer verilmiştir. Toker’in çalışması asıl olarak, o zamanki adıyla Genelkurmay ATASE Arşivi (yeni düzenlemeyle MSB Arşiv ve Askeri Tarih Daire Başkanlığı) belgeleri ışığında subay ve askerlerimizin Bulgaristan’daki koşulları ve iade süreci üzerine yoğunlaşmıştır.
Konuya ilişki bir diğer önemli çalışma ise Veysi Akın’a ait ve doğrudan askerî okul öğrencileri ile okul personel ve ailelerini konu alan çalışmadır[4] . Akın’ın çalışması ise Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi belgeleri ışığında hazırlanmıştır. Her iki çalışmada da sivil ahalinin Bulgaristan’a ilticası konusu genel hatlarıyla ele alınmış, sadece Toker, ayrı bir başlık açarak bunlar hakkında kısa bilgiler vermiştir.
Bu çalışmanın amacı, yeni arşiv belgeleri ışığında konuyu ele alarak yukarıda söz edilen çalışmaları genişletmektir. Bu maksatla özellikle Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi belgelerinden istifade edilmiş, konuyu destekleyecek tarzda İstanbul Büyükşehir Belediyesi Atatürk Kitaplığı Sayısal Arşivi’nde yer alan belgeler de kullanılmıştır. Bunun yanı sıra dönemin İstanbul basınında yer alan gazete haberleri taranmış, ikinci el kaynak olarak telif eserlerden istifade edilmiştir.
1. Doğu Trakya’nın İşgali ve 1. Kolordu’nun Bulgaristan’a İlticası
Yunan Ordusunun Doğu Trakya’yı işgali 20 Temmuz sabahı Ereğli’nin bombardımanı ile başlamıştır. Yunan birlikleri kısa sürede Tekirdağ ve çevresini işgal etmiş, burada bulunan 55. Tümen birliklerinin fazla bir direniş göstermeden dağılması üzerine Yunan Ordusu kuzeye, Edirne istikametine doğru ilerlemeye başlamıştır. Bu durum kuzeyde bulunan 49. Tümen ve 60. Tümen birliklerinin durumunu tehlikeye sokmuştur. 55. Tümenden geriye kalan birliklerle Babaeski hattında yeni bir savunma cephesi oluşturulmak istense de bu plan başarısız olmuştur. 1. Kolordu Komutanı Albay Muhiddin Bey[5] ve Millî Kuvvetler Kumandanı Cafer Tayyar Bey[6] , bir durum değerlendirmesi yapmış ve Havsa mıntıkasına çekilme kararı almışlardır[7] . 24 Temmuz 1920 itibarıyla birliklerinin bir kısmı Taşlımüsellim güneyinde, diğer bir kısmı da Lalapaşa bölgesinde bulunmaktadır. Daha fazla direnme şansı kalmadığını gören 1. Kolordu Komutanı Albay Muhiddin Bey, Bulgaristan’a sığınma kararı vermiştir[8] .
İltica kararının tatbiki maksadıyla 24 Temmuz akşamı 1. Kolordu’ya bağlı iki subay Bulgar makamlarıyla görüşmek için görevlendirilmiştir[9] . Bu sırada sivil ahalinin de sınıra yığıldığı görülmüştür. Özellikle Yunan Ordusunun İzmir ve Batı Anadolu’yu işgali sırasında yaptığı katliamların bir benzerinin Doğu Trakya’da da gerçekleşebileceği endişesine kapılan bilhassa sınıra yakın köyler ahalisi, sınırda toplanmış ve askerî birlikleri takip ederek Bulgaristan’a iltica etmiştir[10]. Bulgaristan’a iltica edenler arasında bulunan Uzunköprü Kaymakamı Hakkı Bey’in hazırladığı rapora göre Bulgar sınırı üzerinde bulunan Lalapaşa kazasının “Çalıköy” hudut kapısına çekilmiş olan 1. Kolordu 25 Temmuz’da sınırı geçmiş, bu sırada Edirne, Kırklareli, Babaeski, Lalapaşa, Havsa kazalarına bağlı köyler ahalisi ile Uzunköprü kazasının “Meşeli” ve “Kurttepe” köyleri ahalisi de askerî birlikleri takip ederek Bulgaristan’a iltica etmiştir[11].
a. Bulgaristan’a İltica Edenlerin Miktarı, Askerî Birliklerin Silah ve Ağırlıkları
Bulgaristan’a iltica eden askerî birlikler ve sivil ahalinin miktarı ile birliklerin Bulgar makamlarına teslim ettiği silah miktarı konusunda kaynaklarda farklı bilgiler yer almaktadır. Bu tutarsızlığın nedeni düşman eline geçmemesi için kolordu harekâtına ilişkin belgelerin büyük çoğunluğunun verilen emirle imha edilmesi ve birliklerin sınırı geçişi esnasında yaşanan kopukluk ve kargaşadır[12].
Bıyıklıoğlu, sivil mülteci miktarını toplamda 10-15 bin, askerî personelin miktarını ise 4.700 olarak vermiştir[13]. Toker, arşiv belgeleri ışığında 1. Kolordu’nun Bulgaristan’a geçen birlikleri için toplamda 5.742 sayısını vermiştir[14]. Sınırı geçişte yaşanan dağınıklık ve birlikler arasındaki irtibatsızlık nedeniyle sayılardaki farklılıklara işaret eden Toker, toplam mülteci miktarının 10 bine ulaştığını ifade etmiştir[15].
Toker’in sivil mültecilere dair verdiği sayılar, Bulgar Sobranyası üyesi Varna Mebusu Zümrezâde Şakir Bey’in de içinde bulunduğu bir komisyon tarafından düzenlenen istatistike dayandırılmıştır[16]. Toker gibi İbrahim Kamil de (Bulgar Genelkurmay Başkanlığı tarafından verilen bilgiler ışığında) asker ve sivil mülteci miktarını 10 bin kişi olarak göstermiştir[17].
Uzunköprü Kaymakamı Hakkı Bey de raporunda mülteci miktarından söz etmiş ve 10 bin sayısını tekrarlamıştır[18]. Sofya Şehbenderliği Kançıları Nihat Bey’in İstanbul’a gönderdiği raporda ise mülteci miktarı “malumat-ı sıhhiyeye nazaran” 13 bin olarak vermiştir[19].
Mehmet Şükrü Güzel, katliam endişesi ile Trakya’dan Bulgaristan’a iltica eden sivil nüfus miktarını 30 bin kişi olarak vermiş, bu miktara askerî personeli dahil etmemiştir[20].
Özetle Türk ve Bulgar kaynakları dikkate alındığında, Bulgaristan’a iltica eden toplam sivil ve asker sayısının asgari 10 bin, azami 30 bin arasında değişen miktarlarda verildiği görülmektedir[21].
1. Kolordu birlikleri, Bulgaristan’a iltica sırasında ellerindeki silah ve teçhizatın bir kısmını da götürmüşlerdir. Çeşitli çap ve büyüklükteki teçhizatın ve bunları taşımakta kullanılan arabaların yanı sıra[22], subaylara ait şahsi ve mirî hayvanlar (atlar) da Bulgaristan’a götürülmüş, ancak bu hayvanlar ilerleyen aşamada iki hükûmet arasında sorun hâline gelmiştir[23].
Bulgar makamlarınca yapılan anlaşma gereği kolordu birlikleri sınırı geçerken silah ve cephaneyi Bulgar askerî memurlarına teslim etmişlerdir. Yalnız nakliye araçları ile hayvanların ve subaylara ait şahsi binek hayvanlarının elde kalmasına izin verilmiştir[24]. Neuilly Antlaşması’na göre Bulgaristan’ın silahtan arındırılması gerektiğinden, kolordu birliklerinin getirmiş olduğu silahların toplanması işine İtilaf Devletleri adına Fransızlar nezaret etmiştir[25].
b. Mültecilerin Bulundukları Yerler ve Bulgar Hükûmetinin Yardımları
Bulgaristan’a iltica eden asker ve siviller, Yanbolu (Yambol) ve Kızılağaç (Kirkovo) merkez kazalarında toplanmışlardır[26]. Yolda mülteci grubundan kopuşlar yaşandığından, Yanbolu’ya ulaşan askerler için öncelikle burada bir toplama noktası oluşturulmuştur[27]. Ancak iaşenin kolaylaştırılması maksadıyla birlikler daha sonrasında Eskizağra (Stara Zagora), Kızanlık, Yenizağra (Nova Zagora), Yanbolu ve Tatarpazarcık olmak üzere beşe bölünmüştür[28]. Dikkat edilecek olursa Bulgar Hükûmeti askerî birlikleri genellikle Bulgaristan’ın güneydoğu kesimine, Türk sınırına yakın yerlere iskân etmiştir.
Sivil mülteciler ise askerî birliklerden ayrılmış ve yine iaşe koşulları dikkate alınarak Plevne, Vidin, Lom, Rusçuk, Razgrad ve Kızanlık’a dağıtılmıştır[29]. Sivil mültecilerin, ülkenin orta ve kuzey kesimlerine, özellikle de Müslüman nüfusun yoğun olduğu noktalara iskân edildikleri görülür.
Bulgar makamlarının Türk asker ve sivil mültecilere yardımlarını incelemeden önce bu sırada Bulgaristan’ın içinde bulunduğu iktisadi ve siyasal koşulları göz önünde bulundurmak önemlidir. Stambolyski liderliğindeki Bulgar Halk Çiftçi Birliği tarafından kurulan hükûmet 27 Kasım 1919’da İtilaf Devletleri ile Neuilly Antlaşması’nı imzalamıştır. Ancak Neuilly Antlaşması’na karşı ülkede Bolşevik muhalefet güç kazanmış ve büyük bir grev dalgasını tetiklemiştir. Barış antlaşmasının şartlarını ve oluşan hayat pahalılığını protesto etmek isteyen memur ve işçiler, iş yavaşlatmak maksadıyla şehir ve kasabalarda, özellikle posta, telgraf ve tren hizmetlerinde büyük bir grev dalgasını başlatmıştır. Bu grev dalgası ülkede büyük bir anarşiyi tetiklediği gibi asıl olarak iktisadi anlamda büyük bir tahribata neden olmuştur. Türk sivil ve askerî mültecilerin Bulgaristan’a ilticası böyle bir zamana tesadüf etmesi açısından önemlidir[30].
Askerî mültecilere, içinde bulunulan mali koşullar altında Bulgar Hükûmetince maaş ya da tahsisat bağlanmamış, Bulgar subay ve erleri gibi iaşeleri temin edilmiştir. Ancak bu yeterli olmayınca er ve subaylardan, başka yerlere gitmek isteyenler serbest bırakılmış ve bunlar kendi iaşelerini temin için gittikleri yerlerde iş bulmak, hatta maden ocaklarında bile çalışmak mecburiyetinde kalmışlardır[31]. Askerî personelin büyük bir kısmı ordu malı dışında kalan şahsi eşyalarını ve özellikle de subaylar şahsi hayvanlarını satarak geçimlerini temin etmiştir. Satacak bir şeyi kalmayan subaylar oldukça büyük zorluklar yaşamıştır. Bunun üzerine Bulgar Tümen Levazım Başkanının denetiminde kurulan bir komisyonca değer biçilen eşyalar, “raspiska” adı verilen senetler karşılığında Bulgar makamlarında teslim alınmış, böylece şahsi eşya ve hayvanlarının değerinin altında alınıp satılmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır[32]. Uzunköprü Kaymakamı Hakkı Bey, raporunda bu durumdan söz etmiş, Eskizağra, Yenizağra, İslimiye (Sliven) ve Yanbolu’da bulunan birliklerin “misafir kaydıyla” iaşe edildiklerini, ancak iaşede yaşanan yetersizlik nedeniyle subayların şahsî hayvanları ile eşyalarının satışına izin verildiğini, bunun da zamanla suiistimale neden olduğunu aktarmıştır[33]. Hakkı Bey, geçimini sağlayamayan erlerin, subaylara ait eşyayı çalarak değerinin altında sattığını ve Bulgar makamlarının bu duruma müdahale ederek yukarıda sözü edilen Levazım Komisyonunu kurduğunu aktarmıştır. Şahsî eşya ve hayvanlar komisyonca değer biçilerek makbuz karşılığında alınmış, bunun dışında satış yapmak yasaklanmıştır. Hakkı Bey, geçim sıkıntısı çeken askerlerin karargâhlardan firar ederek memleketlerine dönmeye çalıştıklarını da ifade etmiştir.Ancak aşağıda ele alınacağı üzere Bulgar Hükûmeti sonrasında bu iaşe masraflarını Osmanlı Hükûmetinden talep etmiş, ayrıca mazbata karşılığında verilen eşya ve hayvanların tazminatı konusu, sorun haline gelmiştir. Osmanlı Hükûmeti, askerlerin tarafsız bir ülkeye sığınan askerî personel değil, Bulgar Hükûmeti tarafından savaş esiri muamelesi gördüğünü savunmuştur.
Hakkı Bey, raporunda sivil mültecilerden de bahsetmiş, bunların başlangıçta Yanbolu ve Kızılağaç taraflarında toplanmış olduklarını, ancak diğer mahallere dağıldıklarını ifade etmiştir. Sivil mülteciler memleketlerine dönmek için Doğu Trakya’da durumun normalleşmesini beklemektedirler. Hakkı Bey, Bulgar Çiftçi Hükûmeti’nin büyük kesimi çiftçi olan bu mültecileri çiftliklerde iskân ederek, tarımsal üretimde istihdamı artırmaya çalıştığını da dile getirmiştir[34]. Bunların iskânı ve kalacakları evlerin inşası için gerekli malzeme ile her bir haneye 50 dönüm arazi dağıtılmasına karar verilmiştir. Bu suretle Bulgaristan’da kalmak isteyen ya da memleketlerine dönmek isteyen mültecilerin tespiti için Bulgar Hükûmeti, Varna Mebusu Zümrezâde Şakir Bey’in başkanlığında bir komisyon oluşturmuştur. Komisyonun çalışmaları neticesinde mültecilerin Deliorman, Eskizağra ve Yenizağra civarına iskânları kararlaştırılmış, bunun dışında muhtaç halde bulunanlara günlük iaşe temin edilmiş, ayrıca 50 Bulgar levası iane verilmiştir[35].
Görüldüğü üzere Bulgar Hükûmeti, ülkenin içinde bulunduğu iktisadi koşullarda Türk mültecileri için büyük bir maddi yardımda bulunamamıştır. Bu şartlar altında özellikle asker ve subaylar oldukça güç koşullar altında yaşamış ve şahsi eşyalarını kaybetmişlerdir. Bu nedenle asker ve sivil mülteciler kendi imkanları ile memleketlerine dönme çabası içerisine girmişlerdir.
2. Kolordu Birliklerinin Dönüşü İçin Osmanlı Hükûmeti’nin Çalışmaları ve Bulgar Hükûmetiyle Temaslar
Bulgaristan Hükûmeti’nin askerî mültecilere gereken yardımı sağlayamaması sonucu yaşanan mağduriyet, mültecilerin bir an evvel memleketlerine dönüşlerini zorunlu kılmış ve yaklaşan kış ayları da bu duruma aciliyet kazandırmıştır[36]. Ancak bu noktada yaşanan temel sıkıntı iki hükûmet arasındaki siyasî ilişkilerin henüz iade edilmemiş olması nedeniyle Osmanlı Hükûmeti’nin, Bulgar Hükûmeti ile ilişkilerini İspanya Sefareti aracılığıyla sürdürmesi ve bu durumun bürokratik işlemlerin normalden daha uzun bir süre gerektirmesi olmuştur[37].
Bulgaristan’a iltica eden kolordu birliklerinin komutanı Albay Muhiddin Bey, İstanbul’a gönderdiği üç mektupla hükûmetten yardım talep etmiştir. 26 Ağustos tarihli ilk mektubunda Bulgar Hükûmetinin kendilerini sadece er gibi iaşe ettiğini, sefil haldeki subayların hamam ve tıraş parası gibi temel ihtiyaçları için dahi özel eşyalarını satmak durumunda kaldığını yazmıştır. Subaylar bu şekilde “muhafazayı şerefe gayret etmektedirler.” Muhiddin Bey, iki maaşa karşılık olarak 100 bin liranın gönderilmesini ya da bu meblağın Bulgar Hükûmeti aracılığıyla verilmesini istemiştir[38]. Mektubun ulaştığı sırada[39] mülteciler için zaten harekete geçmiş olan Osmanlı Hükûmeti, mültecilerin durumunu yerinde tespit etmek için üç kişilik bir heyeti Bulgaristan’a gönderme ve gelecek bilgiler doğrultusunda hareket etme kararı almıştır[40]. Bu kararın alındığı sırada Albay Muhiddin Bey, Kolordunun bir süre daha Bulgaristan’da kalmasıyla “şeref-i askerî ve hükûmetin tezelzüle” uğrayacağına işaret eden 25 Eylül tarihli ikinci mektubunu göndermiş, subayların büyük kısmının şahsî eşya ve hayvanlarını çok ucuz fiyata sattıkları, kılık kıyafet değiştirmek suretiyle ya da muhacir sıfatıyla Bulgar Hükûmetinden pasaport temin ederek İstanbul’a dönmeye muvaffak oldukları[41] ve bu suretle Bulgaristan’da az miktarda subayın kaldığı bilgisini paylaşmıştır. Fransız Kumandanı General Franchet d’Esperey’in emri doğrultusunda Bulgar Hükûmetinin kendilerine esir muamelesi gösterdiğini ve esir kabul edildikleri için maaş alamadıklarını aktaran Muhiddin Bey, Bulgaristan’da kalan az sayıdaki subayın bir an önce İstanbul’a nakillerini talep etmiştir[42]. Albay Muhiddin Bey’in mektuplarının ulaştığı sırada Bulgar Hükûmeti de Osmanlı Hükûmeti nezdinde teşebbüste bulunarak Bulgaristan’daki Türk askerlerine acilen yardım ve bunların memleketlerine iadesini talep etmiştir[43].
Görüldüğü üzere Osmanlı Hükûmeti daha 26 Ağustos tarihli ilk mektuptaki talepleri yerine getiremeden, Muhiddin Bey 25 Eylül’de ikinci mektubunu göndermiştir. Bunun üzerine başlayan bürokratik yazışmaların ardından[44] Maliye Nezareti 13 Ekim tarihli yanıtında, Bulgaristan’daki askerlerin miktarına ilişkin kesin bir malumat olmadığı ve asıl olarak vaziyet-i hazıra-i maliye dahi buna katiyyen müsait görülmediğinden talebin yerine getirilemeyeceğini ifade etmiştir[45]. Durum tespiti için gönderilmesi kararlaştırılan heyet yola çıkamadığından mülteci asker miktarı belirlenemediği gibi malî durumun elverişsizliği de Harbiye Nezareti’nin elini kolunu bağlamış ve Hariciye Nezareti’ne verilen yanıtta, ancak İspanya Elçiliği aracılığıyla asker miktarının tespit edilmesi halinde, yardım için bir planlama yapmanın mümkün olacağı ifade edilmiştir[46]. Bu noktada iki nezaret arasında yaşanan görüş ayrılığı, uzun yazışmalara neden olmuştur[47].
İki nezaret arasında yazışmaların devam ettiği sırada Albay Muhiddin Bey, 23 Kasım tarihli üçüncü mektubunu göndermiştir. Subayların kısmen amelelikle maişetlerini temine mecbur kaldıklarını, erlerin ise Bulgaristan’ın çeşitli noktalarına dağılarak çalışmak suretiyle geçimlerini temin ettiklerini hatırlatan Muhiddin Bey, bu durumun namus-u millet ve şeref-i askerîyeyi haleldâr edeceğini söylemiş, askerlerin hayatına mâl olmamak için, yol masraflarının teminine kadar geçecek sürede, hiç değilse iaşelerinin ve zorunlu ihtiyaçlarının temini için uygun görülecek miktarın gönderilmesini talep etmiştir. Bununla birlikte Bulgaristan’a gönderilmesi kararı alınan heyetin gelişinin de beklendiğini ilave etmiştir. Muhiddin Bey ikinci olarak Yunan Hükûmeti’nin, Fransa nezdindeki girişimleri neticesinde başlayan vize krizinin çözülmesini istemiştir. Şimdiye kadar askerlerin büyük kısmının kendi imkanlarıyla memleketlerine dönmeyi başarmış olsalar da pasaportlarının Fransız kontrol subayları tarafından vize edilmemesi nedeniyle 40’ı Ahyoluburgaz (Pomorie) ve 40’ı İslimiye’de olmak üzere 100’den fazla subayın bekletilerek mağdur edildiklerini söylemiştir[48]. Dedeağaç Şehbenderliği Kâtibi Şemseddin Efendi de Hariciye Nezaretine yazdığı 26 Kasım tarihli raporda, Muhiddin Bey’in ifadelerini doğrular bilgilere yer vermiş, askerlerin sevki için Sofya’daki Fransız memurları ile temasa geçildiği hâlde sonuç alınamadığını ve ağır kış şartlarında daha fazla dayanmalarının imkânsız olduğunu ifade etmiştir[49].
Bu sırada Bulgar Hükûmeti Varna Mebusu Zümrezâde Şakir Bey’i, mültecilerin iadeleri konusunu görüşmek için İstanbul’a göndermiştir[50]. Yapılan görüşmelerin ardından Bulgaristan’daki mültecilerin iadesi işinde Şakir Bey’le çalışmak üzere Muhacirin Müdür Muavini Sabri Bey, Sofya’ya hareket etmiştir[51]. Harbiye Nezareti de mültecilerin memleketlerine iadesi sürecini tıkayan vize sorununun çözülmesi için gerekli teşebbüslerin derhâl yapılmasını Hariciye Nezaretinden talep etmiştir[52]. Bu sırada Bulgar Hükûmeti, 18 Aralık tarihli notasıyla Osmanlı Hükûmeti’ne ikinci bir çağrıda bulunmuş ve Bulgaristan topraklarına sığınan askerlerin memleketlerine iadeleri talebini yinelemiştir[53].
Sofya’ya gönderilen Muhacirin Müdür Muavini Sabri Bey, 24 Aralık tarihli ilk raporunda vize konusunda çıkarılan sıkıntıdan bahsetmiş ve 700-800 kişilik asker grubunun Varna ve Ahyoluburgaz iskelelerinde, çok kötü koşullarda beklemekte olduğunu bildirmiştir[54]. Bunun üzerine Harbiye Nezaretinden sonra Dahiliye Nezareti de harekete geçmiş ve Hariciye Nezaretine gönderilen yazıda, alınan raporlardan, İstanbul’daki İtilaf Temsilciliğince verilen, pasaportların vize edilmesi talimatının, Sofya’daki temsilciliğe henüz ulaşmamış olduğunun anlaşıldığı ifade edilmiştir. Dahiliye Nezareti, Bulgaristan’daki İtilaf temsilcilikleri ile temasa geçilerek asker ve sivil mültecilerin belirlenecek güzergâhlar üzerinden serbestçe memleketlerine iadelerinin temin edilmesi talebinde bulunmuştur[55]. Hariciye Nezareti bu talebe, üç nezaretin birlikte çalışması gerektiği yanıtını vermiştir[56].
Hariciye Nezareti tarafından, vize muamelesinde mültecilere zorluk çıkarılmaması için Fransa Fevkalade Komiserliği nezdinde yapılan teşebbüse başlangıçta olumlu sonuç alındığı görülse de Fransız Komiserliğinin talimatına rağmen, Sofya’daki Fransız Sefaretinin mültecilerin vize muamelesini geciktirmeye devam ettiği ve özellikle 179 askerî mültecinin pasaportunu vize etmekten kaçındığı görülmüştür[57].
Vize muamelesi tamamlanmadığı için ağır kış şartlarında, sefil ve perişan bir halde bekleyen mültecilerin iadesi için Hariciye Nezareti tarafından 31 Ocak 1921 tarihinde Fransa Komiserliğine ikinci müracaat gerçekleştirilmiştir[58]. Bu müracaat üzerine harekete geçen Dahiliye Nezareti, Varna ve Ahyoluburgaz iskelelerinde beklemekte olan askerlerin vapurla nakillerinin fazla masraf gerektireceğinden, bunun yerine mültecilerin yolcu vapurlarıyla ve indirimli tarife üzerinden sevk edilmelerinin daha uygun olacağını ve yolculuk sırasında askerlerin iaşesinin temini için Hazineden alınacak miktarın Sabri Bey’e gönderilmesini Hariciye Nezaretine teklif etmiştir[59]. Bu tekliften Harbiye Nezareti de haberdar edildikten sonra Maliye Nezaretine tahsisat için müracaatta bulunulmuştur[60].
Bu planlamanın yapıldığı bir sırada Ahyoluburgaz’da beklemekte olan 338 askerî mültecinin, Avrupa seyahatinden dönerken Sofya’ya uğramış olan Mebus Basri Beyefendi’nin Fransız Sefareti nezdinde yaptığı girişimler neticesinde vize işlemlerinin tamamlanarak hareketlerine izin verildiği, Sofya Şehbenderliği Kançıları Nahit Bey’in 31 Ocak tarihli raporundan anlaşılmaktadır. Ancak Nahit Bey bu raporunda, vize krizinin büyümesine neden olarak Zümrezâde Şakir Bey’i suçlayan ifadelere de yer vermiştir. Şakir Bey, gazetelere yaptığı açıklamalarda mülteci miktarını abartılı olarak gösterdiğinden İtilaf Devletleri sevkiyatı engellemeye çalışmıştır. Oysa Bulgaristan’da kalan mülteci miktarı sadece 500- 600 kişidir ve bunlar zaten çiftlik ve fabrikalarda çalışarak memleketlerine dönüş paralarını temin etmiştir. Önlerindeki tek engel vize meselesidir[61].
Nihat Bey’in raporu sonrasında, Ocak-Şubat 1921 itibarıyla Osmanlı Hükûmeti’nin öncelikli amacı Bulgaristan’da kalan asker miktarını tespit ve bunların dönüşü için ne kadar tahsisata ihtiyaç duyulduğunu hesaplamak olmuştur. 1921 Ocak sonu itibariyle Bulgaristan’ın çeşitli yerlerinde İstanbul’a dönmek için beklemekte olan askerî personel miktarı 830 ve bunların iadeleri için gerekli yol masrafı ise 3.000 lira olarak tespit edilmiştir[62]. Bu durum tespitinin ardından Harbiye Nezareti, askerî mültecilerin de sıradan muhacirler gibi iadesini kararlaştırmış ve bu iş için Maliye Nezaretinden 3.000 liralık bir avansa onay alınmıştır[63].
Hükûmetin, bu dakikadan itibaren pasaport sorununu çözmek için uğraştığı görülmektedir. 31 Mart tarihli Meclis-i Vükela toplantısında Maliye Nezaretince ödenecek 3.000 liranın bir memur vasıtasıyla Bulgaristan’a götürülmesi ve vize sorununun derhal çözüme kavuşturulması kararlaştırılmıştır[64]. İtilaf Devletleri nezdinde yapılan teşebbüslerin ardından vize sorunun çözüldüğü ve 3.000 liranın Bulgaristan’a gönderilerek kalan askerî mültecilerin sıradan muhacirler gibi yolcu vapurlarıyla nakledildiği anlaşılmaktadır[65]. Böylece 1920 Ekim ayı sonunda ortaya çıkan vize sorunu Mart 1921’de çözümlenmiş olur.
Vize sorunun çözülmesinden sonra yola çıkan askerî mülteciler İstanbul’a ulaşırken, bunların bir kısmı yolda Yunanlılar tarafından çevrilerek savaş esiri kabul edilmiş ve tutuklanarak Pire’ye sürgün edilmişlerdir[66]. İtilaf Devletleri nezdinde yapılan teşebbüsler neticesinde esir düşen bu asker mültecilerin Eylül 1921’de ülkeye dönüşü temin edilmiştir[67]. Ancak Mart-Nisan 1922’ye gelindiğinde, Yunanistan’da az sayıda mülteci asker bulunduğu ve bunların iadesi için Hükûmetin tahsisat gönderdiği arşiv belgelerinden anlaşılmaktadır[68].
Bulgaristan’dan dönen askerî mültecilerin İstanbul’a iadelerinin, İtilaf Devletlerinin oluşturduğu Mütareke Komisyonu’nun iznine bağlı olduğu görülmüştür. Hükûmet tarafından, Mütareke Komisyonundan alınan izinler İstanbul İspanya Sefareti aracılığıyla Sofya Sefaretine iletilmiş ve bu şekilde bürokratik süreç tamamlandıktan sonra askerlerin İstanbul’a gelişine müsaade edilmiştir[69].
Arşiv belgeleri dikkate alındığında Bulgaristan’a iltica eden subay ve erlerin büyük çoğunluğunun kendi çabaları ile memlekete dönmeyi başardığı ve çok az miktarının hükûmetin yardımı ile dönebildiği görülmüştür.
a. Geri Dönen Askerî Personele Osmanlı Hükûmeti’nin Muamelesi
Hükûmetin, cephelerde esir düşerek dönen askerler için 1920 Ekim ayında genel bir düzenleme yaparak Âlî Satış Komisyonu vasıtasıyla yardımda bulunduğu görülmüştür[70]. Ancak Bulgaristan’dan dönen subayların esir kabul edilip edilmeyeceği konusunda Âlî Satış Komisyonu tereddüt gösterince, durum Maliye Nezareti tarafından Hükûmete bildirilmiş ve bu konuda bir karara ihtiyaç olduğu ifade edilmiştir[71]. Bunun üzerine Hükûmet, konunun Harbiye Nezaretinin takdirine bırakılmasının uygun olacağını kararlaştırmıştır[72]. Harbiye Nezareti, 1. Kolordunun ilgasını ilan eden 30 Aralık 1920 tarihli kararında, bu mültecilerin esaretten dönen subaylar gibi muamele görmesi gerektiği kararını zaten almış olduğundan onların da söz konusu yardımlardan istifade etmesi sağlanmıştır[73].
Bulgaristan’a iltica edip 1920 Ağustos sonundan itibaren kendi imkanları ile memlekete dönmeye başlayan mülteci askerler[74] hakkında Hükûmetin bazı düzenlemelerin altına imza attığı dikkat çekmektedir. Örneğin, memlekete dönmekte olan subayların Divan-ı Harbe sevk mi edilmeleri yoksa ileride göreve atanmak üzere şimdilik açıkta mı bekletilmeleri gerektiği konusu görüşülmüş[75] ve 1. Kolordu hakkındaki 30 Aralık 1920 tarihli karara uygun düşecek şekilde Bulgaristan’dan dönen subayların, Üsera Müfettişliği Tahkikat Şubesi tarafından yapılacak inceleme neticesinde ellerine belge verilmeden önce herhangi bir göreve tayin edilmemesi ve maaşlarının ödenmemesi kararı alınmıştır[76].
b. Askerlerin Dönüşü Sürecinde Bulgar Hükûmetiyle Yaşanan Sorunlar
Mültecilerin memleketlerine dönüşü sürecinde Bulgar Hükûmeti ile Osmanlı Hükûmeti arasında iaşe masraflarının tazmini, subayların el konulan şahsi eşyaları ile 1. Kolorduya ait evrakların iadesi konularında anlaşmazlıklar yaşanmıştır. Bu sorunların kaynağında Bulgar Hükûmeti’nin, iltica eden askerleri yanlış uluslararası hukuk kurallarına tabi tutması yatmaktadır. Bulgar Hükûmeti, topraklarına sığınan 1. Kolordu mensuplarına, 1907 tarihli İkinci Lahey Sözleşmesinin IV Numaralı Kara Savaşı Kuralları Sözleşmesi hükümleri doğrultusunda esir muamelesi uygulamıştır[77].
Bulgar Hükûmetinin, Osmanlı Hükûmeti’ne ilettiği 21 Aralık 1920 tarihli notasından Bulgaristan’a iltica eden subayların, 1907 tarihli İkinci Lahey Sözleşmesine ait IV Sayılı Sözleşme gereği silahlarının muhafaza edilerek atlarının alındığı anlaşılmaktadır. Ayrıca Bulgar Hükûmeti, askerlerin iaşesi için yaptığı masrafların tazmin edilmesi hususunda Osmanlı Hükûmetiyle görüşme talep etmiştir[78]. Bunun üzerine Hariciye Nezareti hareket tarzını belirlemek adına, Bâb-ı Âlî Hukuk Müşavirliğinden görüş talep etmiştir. Müşavirliğin değerlendirmesinde, konunun 1907 İkinci Lahey Sözleşmesine ait IV sayılı sözleşmeye göre değil; V Sayılı Kara Harbinde Tarafsız Devletlerin ve Şahısların Hakları ve Vazifeleri Hakkında Sözleşmenin 11. ve 12. maddeleri doğrultusunda değerlendirilmesi gerektiği ifade edilmiştir[79]. Hukuk Müşavirliğine göre Bulgar Hükûmeti’nin, iaşe bedelinin karşılanması talebi haklı bulunmuştur. Ancak 12. maddedeki, masrafların ödenmesi işinin barış zamanına bırakılması şartına dikkat çekilmiş ve şu dakikada Sevr Barış Antlaşması yürürlüğe girmediği gerekçesiyle masrafın şimdiden ödenmesi teşebbüsünde bulunulmaması tavsiye edilmiştir. İkinci olarak Müşavirlik, barıştan sonra iaşe masraflarının ödenmesine ilişkin bir teklifte bulunarak, Balkan Savaşları sırasında Bulgar ordusunun gasp ettiği eşya bedelinin, talep edilen iaşe masraflarına mahsup edilmesini önermiştir[80]. Son olarak Bulgar Hükûmeti’nin, mülteci askerlerin şahsi eşyalarına uyguladığı muamelenin yanlışlığına temas edilmiş, IV Sayılı Sözleşmenin savaş esirlerine yönelik 4. maddesinde yer alan silahlar, atlar ve askerî evrak müstesna olmak üzere, şahsa ait bütün eşyalar mülkiyetlerinde kalır hükmünün Bulgar Hükûmetince tatbik edildiği ve bu sözleşmenin savaşan tarafların esir askerlerine ilişkin olduğu, oysaki mülteci askerler hakkında tarafsızların durumuna ilişkin V Sayılı Sözleşme hükümlerinin tatbik edilmesi gerektiği görüşü beyan edilmiştir81. Hukuk Müşavirliğinin bu değerlendirmeleri, Hariciye Nezareti[82] ve Hükûmet tarafından da kabul edilir[83].
Osmanlı Hükûmeti konu hakkındaki görüşünü, 2 Nisan 1921 tarihli notayla beyan etme fırsatı bulmuştur. 1. Kolorduya ait subayların düşman topraklara sığınan değil, tarafsız topraklara sığınan Osmanlı subayları olduklarına işaret edilmiş, zaten uluslararası hukuk kurallarının subayların özel mülkiyetine dokunulmaması ilkesini benimsediği hatırlatılmıştır. Bu durumun devamı, Bulgar Hükûmeti’nin özel mülkiyeti ihlal etmesi anlamına geleceğinden, ilgili kişilere tazminat ödenmesi talep edilmiştir[84].
Bulgar Hükûmetinin 19 Nisan tarihli cevabi notasında askerleri silahtan arındırma, onları savaş alanlarından uzaklaştırma ve esirlerin iaşelerinin sağlanması hususlarında V Sayılı Sözleşme hükümlerinin uygulandığı, bu kapsamda savaş araçlarından olduğu ve süvari silahlarından biri sayıldığı için Türk subaylarının atlarının muhafaza altına alındığı ifade edildikten sonra atların, şahsi malları olduğunu belge ile ispatlayan subaylara zaten makbuzlar verildiği belirtilmiştir[85].
Notaya göre memleketlerine dönmek isteyen subaylara ait atların satışı için Yanbolu’da özel bir satın alma komisyonu kurulmuş ve komisyonca muayene edilen atlar satıldıktan sonra bedelleri sahiplerine teslim edilmiştir. Muayene neticesinde komisyon tarafından hizmete elverişli olmadığı tespit edilen atların bakım masraflarından kaçınmak için Maliye Bakanlığına bağlı birimler tarafından bu atlar açık artırma yoluyla satılmış, elde edilen gelir sahiplerine verilmiştir[86]. Görüldüğü gibi Bulgar Hükûmeti notasında, V Sayılı Sözleşmenin hükümlerine göre hareket ettiği iddiasındadır. Ancak bu iddiasına rağmen Bulgar Hükûmeti, Türk askerleri için “esir” ifadesine yer vermiştir. V Sayılı Sözleşmede tarafsız devlet askerlerine esir muamelesinin uygulanacağına dair hiçbir kaydın bulunmamasına rağmen, “esir” ifadesinin kullanılması Bulgar Hükûmeti’nin konuyu ele açış biçiminin yanlışlığını ortaya koyması açısından önemlidir. İkinci olarak Bulgar Hükûmeti, satılan atların bedellerinin sahiplerine iade edildiğini, hatta hastalık nedeniyle itlaf edilen hayvanlar için sahiplerine para yardımında bulunulduğunu söyleyerek, Osmanlı Hükûmeti’nin tazminat talebine kayıtsız kalmıştır.
Bulgaristan’daki sefalete bir müddet daha dayanarak orada kalabilen subaylardan bazılarının atlarının bedellerini Bulgar Hükûmeti’nden alabildikleri anlaşılmaktadır[87]. Hayvanlarının bedellerini Bulgar Hükûmeti’nden tahsil edemeyen subayların ise İstanbul’a döndüklerinde bu defa Bulgar Askerî İrtibat Bürosuna veya Bulgar Konsolosluğuna müracaat ederek talepte bulundukları görülmüştür. İstanbul’daki Bulgar makamları bu müracaatlara, hayvanların mirî değil şahsî mal olduğunun ispatlanması halinde bedellerinin tazmin edilebileceği yanıtını vermiş, bunun üzerine Bulgaristan’dan dönen subaylar hayvanlarının mirî değil, şahsî olduklarına dair belge talebi için Harbiye Nezaretine müracaatta bulunmuştur[88]. Bu müracaatlar neticesinde Harbiye Nezareti tarafından hayvanların şahsa ait olduklarını gösterir belgeler, İspanya Sefareti aracılığıyla Bulgar Hükûmetine gönderilmiştir. Ancak Bulgar Hükûmeti’nin bu müracaatları da cevapsız bıraktığı görülür[89].
Bulgar Hükûmeti’nin el koyduğu hayvan bedellerinin tahsili meselesi 1923’e kadar devam etmiş, TBMM Hükûmeti de bu mesele ile ilgilenmiştir. Saltanata son verilmesiyle birlikte tüm Osmanlı kurum ve kuruluşları, bu kapsamda Hariciye Nezareti de mülga olduğundan müracaatların TBMM Hariciye Vekaletine yapıldığı görülmektedir. TBMM Hükûmeti’nin, mülga Hariciye Nezaretinin kayıtları üzerinden konuyu ele alma çabası da sonuçsuz kalmıştır[90].
Görüldüğü üzere Bulgar Hükûmeti, subayların şahsi hayvanlarına uluslararası hukuka aykırı bir şekilde el koyarak bedeli karşılığında makbuz vermiştir. Bulgaristan’daki güç koşullara dayanarak bir süre daha orada kalabilen subaylar bu bedelleri tahsil edebilmişlerse de açlık ve sefalet nedeniyle memlekete dönen subaylar doğrudan ya da Osmanlı Hükûmeti aracılığıyla Bulgar makamları nezdinde yaptıkları girişimlerden hiçbir sonuç alamamışlardır. Bulgar Hükûmeti’nin meseleye temel yaklaşımı, subayların şahsî hayvanlarını da savaş araç-gereci olarak değerlendirip el koymak ve böylece uluslararası hukuk kuralları çerçevesinde kaldığını iddia etmek olmuştur.
İki hükûmet arasında yaşanan bir diğer sorun, 1. Kolordu’ya ait belgelerin İstanbul’a gönderilmesi sürecinde yaşanan sıkıntılar olmuştur. 1. Kolordu sınırı geçerken evrak ve mali kayıtları içeren defterlerini Bulgaristan’a götürmüştür[91]. Ahyoluburgaz ve Filibe’deki Osmanlı Şehbenderliklerine teslim edildiği anlaşılan bu belgelerin bir an önce iadesi için harekete geçilmiş ve 14 Aralık 1920’de İspanya Sefareti vasıtasıyla teşebbüste bulunulmuştur[92].
İspanya Sefareti 21 Ocak 1921 tarihli yanıtında, toplam 60 sandık dolusu evrakın Filibe ve Ahyoluburgaz Şehbenderliklerinde bulunduğunu, sandıkların Sofya İspanya Elçiliği tarafından İstanbul’daki İspanya Elçiliğine gönderileceğini ifade etmiştir[93].
Sofya İspanya Sefareti, 28 Şubat’ta Ahyoluburgaz’daki Osmanlı Şehbenderliği ile temasa geçerek sandıkların iadesi sürecini başlatmıştır. Ahyoluburgaz Şehbenderliği Kâtibi Hamit Bey, 15 Mart’ta, 10 sandığı “Lloyd Triestino” şirketinin “Remo” vapuruna ve İstanbul İspanya Sefareti adına karşı ödemeli olarak teslim etmiştir[94]. İstanbul İspanya Sefareti toplam 10 sandığın yola çıktığı ve yakında Filibe’deki eşyanın da gönderileceği bilgisini paylaşmıştır[95]. Sofya İspanya Sefareti, Filibe Şehbenderliğinde bulunan 18 sandık evrakı ise “Schenker” şirketine teslim ederek İstanbul İspanya Sefareti adına göndermiştir[96].
Ahyoluburgaz ve Filibe’den gönderilen sandıklar İstanbul’a ulaşmış olsa da kargo ücretleri ödenmediği için gemiden indirilememiştir. Sorunun kaynağı “Lloyd Triestino” ve “Schenker” şirketlerinin, tüm masrafların İstanbul’daki İspanya Sefareti tarafından karşılanacağı düşüncesiyle kargoyu sefaret adına göndermeleridir[97]. Sandıkların teslim alınması konusunda her iki şirketin İstanbul İspanya Sefareti nezdinde yaptığı girişimler sonuçsuz kalmış ve sefaret, bu sandıkların taşıma ücretinin Osmanlı Hükûmeti’ne ait olduğu yanıtını vermiştir[98].
1921 Haziran ayı başında İstanbul gümrüğüne ulaşan sandıklar, kargo ücretinin ödenmemesi nedeniyle ağustos ayı itibariyle hala teslim alınamamıştır[99]. Bunun üzerine Harbiye Nezareti’ne bağlı bir memurun[100] şirketlerle temasa geçerek sandıkları alması kararlaştırılsa da Şubat 1922’ye kadar bu mümkün olmamıştır[101]. Sonunda 5 Şubat 1922’de, Filibe’den gönderilmiş olan sandıklardan 11’i Harbiye Nezareti tarafından teslim alınmakla birlikte, diğer sandıklara ilk aşamada ulaşılamadığı belgelerden anlaşılmaktadır[102]. Bunun üzerine Sofya İspanya Sefaretinden diğer sandıkların bilgisi talep edilmiş,[103] 18 Mayıs’ta alınan yanıttan Ahyoluburgaz’dan gönderilen 11 ve Filibe’den gönderilen 18 sandık dışında gönderilecek başka eşyanın olmadığı ve hükûmetçe teslim alınan 11 sandık dışındaki diğer 18 sandığın İstanbul limanında beklemekte olduğu anlaşılmıştır[104]. Sefaretten alınan bu bilginin yanında, Filibe Şehbenderliği Kâtibinden alınan 21 Mayıs tarihli yazı, sorunun çözümüne ilişkin önemli bilgiler içermektedir. Şehbenderlik yazısında İstanbul’a ulaşan sandıkların, ücretlerinin ödenerek teslim alınamadığının İspanyol Sefaretince beyanı üzerine, şirketin bu defa Sofya’daki İspanya Sefareti nezdinde teşebbüste bulunup meseleyi çoktan çözdüğü ifade edilmiştir. Bu nedenle İstanbul’daki şirket acentesinin, merkezin bu tahsilatından habersiz bir şekilde Hariciye Nezareti nezdinde ısrarla müracaatlarına devam ettiği anlaşılmıştır[105]. Nitekim, şirketin İstanbul acentesinin talebini geri çektiğini ve sandıkların teslim alındığını bildiren 19 Mayıs 1922 tarihli yazısı, gecikmeli olarak 6 Haziran 1922’de Hariciye Nezaretine iletilmiştir[106].
3. Sivil Mültecilerin Dönüşü İçin Osmanlı Hükûmeti’nin Çalışmaları
Askerî birlikleri takiben Bulgaristan’a iltica eden sivil ahali, asıl olarak Balkan Savaşı sırasında Balkan devletlerinin imha siyasetinden canlarını kurtararak gelen ve bu acıları geçmişte tecrübe etmiş olan Rumelili Müslüman nüfustur[107]. Bunlar yeni bir Yunan katliamı tehlikesi karşısında kalınca, topraklarını terk ederek Bulgaristan’a sığınmışlardır[108]. Osmanlı Hükûmeti bunların memleketlerine iadesinden önce, Edirne’de kalanların ve reisleri Bulgaristan’a iltica ettiğinden muhtaç hale gelen asker ve memur ailelerinin zaten büyük bir muhacir sorunu ile uğraşan İstanbul’a yönelik yeni bir göç akınını başlatmalarına engel olmak için ihtiyaçlarını karşılamak istemiştir[109]. Bunun üzerine 12 Ağustos 1920 tarihli Meclis-i Vükela toplantısında 15 bin liranın iki memur tarafından Edirne’ye götürülerek geride kalan ailelere dağıtılması kararlaştırılmıştır[110].
Gönderilecek paranın dağıtımına Yunan işgal güçlerinin müdahale etmemesi için de Hükûmetçe, İstanbul’daki Yunan Siyasi Temsilciliği nezdinde teşebbüste bulunulmuş ve alınan cevapta, zaten Yunan işgal yönetiminin, Edirne’deki muhtaç ailelere birer maaş para dağıttığı öğrenilmiştir[111]. Muhtaç aileler bu para ile İstanbul’a gelmeye başlayınca Osmanlı Hükûmeti, göç hareketinin daha da büyümesine engel olmak için 15 binliranın gönderilmesi kararından vazgeçmiştir[112]. Hükûmetin bu kararı üzerine Edirne Müftüsü Hilmi Efendi, mülteci asker ve memurların geride bıraktığı ve sayıları 4.000’i bulan aile fertlerine Yunan idaresince yapılan yardımın çok cüzi kaldığını ve her ailenin bundan yararlanamadığını bildirmiş ve tahsisatın 30 bin liraya çıkarılarak bu paranın hemen gönderilmesini istemiştir[113]. Hükûmet tarafından verilen yanıtta; muhtaç memur aileleriyle dul ve yetimler için 20 bin liranın gönderilmesine teşebbüs edilse de müşkülatla karşılaşıldığı, ayrıca Yunan İşgal İdaresinin, Osmanlı Hükûmeti namına muhtaçlara birer maaş nispetinde yardımda bulunduğundan, Hükûmetin Edirne’deki muhtaçlara değil, Bulgaristan’a iltica eden ahaliye yardıma teşebbüs edeceği belirtilmiştir[114].
Bulgaristan’a iltica eden ahaliyi geri getirme kararını alan ve çok sayıda yardım çağrısı ile karşı karşıya kalan Osmanlı Hükûmeti, sivillerin İstanbul’a dönüşlerini kolaylaştırmak için Edirne Defterdarı Adil Bey’i, “Edirne Vali Vekili” sıfatıyla Sofya’ya göndermiştir[115]. Bulgaristan’da oldukça güç koşullarla karşı karşıya kalan sivil mültecilere, Hükûmetin yardım eli ulaşıncaya kadar Sofya Şehbenderliği Kançıları Nahit Bey[116] ve Varna mebusu Zümrezâde Şakir Bey[117] tarafından yardımda bulunulmaya çalışılmıştır. Bu yardımlar sayesinde, Mustafapaşa, Hasköy (Oblast Haskova) ve Kızılağaç bölgesinde yoğunlaştıklarını öğrendiğimiz sivil mültecilerin az bir kısmı memleketlerine dönebilmiştir[118]. Bulgaristan’dan dönen mültecilerin genellikle İstanbul’a geldikleri dikkat çekmektedir. Bunların geride bıraktıkları hanelerine Yunan Hükûmeti tarafından Rum nüfus iskân edildiğinden evsiz kalan Müslüman mülteciler İstanbul’a hicretle Muhacirin Müdüriyetinin yardımına muhtaç hâle gelmişlerdir[119].
Az miktardaki sivil mülteci kendi imkanlarıyla İstanbul’a dönmüş olsa da Kasım 1920 itibariyle önemli bir kısmının hala Bulgaristan’da bulunduğu anlaşılmaktadır[120]. Hükûmet bunların iadesi için, bu defa Edirneli Mehmet İzzet Bey’i Bulgaristan’a göndermiştir. Onun verdiği bilgilere göre Mustafapaşa[121] ve Ahyoluburgaz’da toplanmış olan 1.500 civarındaki mülteci dışında, Bulgaristan’a dağılmış 10-15 bin civarında Müslüman mülteci mevcuttur. Vize sorununa da değinen Mehmet İzzet Bey, bunların yol masraflarını tedarik edemediklerini ve Bulgar Hükûmetinin sınırlı yardımı ve ağır kış şartları karşısında vagonların altında aç ve çıplak bir halde kaldıklarını, bu nedenle günde beş, on kişinin öldüğünü aktarmış, bunların İstanbul’a sevkleri için acilen 15 bin liranın gönderilmesini talep etmiştir[122]. Mehmet İzzet Bey’den bu bilgilerin alındığı sırada, yukarıda değindiğimiz üzere Varna Mebusu Zümrezâde Şakir Bey, İstanbul’a gelerek 25 Kasım 1920’de Dahiliye Nazırı Ahmet İzzet Paşa ile görüşmüştür. Şakir Bey, son derece perişan ve yardıma muhtaç bir halde bulunan yaklaşık 2.000 sivil mültecinin ihtiyaçlarının temini ve memlekete iadeleri için 5.000 liralık bir tahsisata ihtiyaç olduğu bilgisini aktarmıştır. Ahmet İzzet Paşa, bu bilgileri Hükûmete sunmuştur[123]. Bunun üzerine mali açıdan kötü durumdaki Hükûmet, maaş-ı umumînin ikmal-i tevziatından sonra Hazine-i Celilece, masarif-i gayri melhuza tertibinden 5.000 liranın verilmesi kararını almıştır[124].
Sivil mültecilerin iadesi için 5.000 lira tahsisat ayıran Hükûmet, acil olarak bu paradan 1.500 liranın Mustafapaşa, Ahyoluburgaz ve Varna’da kış koşullarında günde beş, on kayıp veren mültecilere gönderilmesine 7 Aralık tarihli toplantıda karar vermiştir[125]. Hükûmetin bu kararı üzerine Zümrezâde Şakir ve Muhacirin Müdür Muavini Sabri Beyler sivil mültecilerin iadesi işiyle görevlendirilmiştir[126].
Şakir Bey’le birlikte Bulgaristan’a giden Sabri Bey, 24 Aralık’ta gönderdiği raporda Mehmet İzzet Bey’in raporunu teyit eden bilgilere yer vermiştir. Varna, Ahyoluburgaz ve Mustafapaşa’da bekleyen mültecilerin hali perişandır. Yunan Hükûmeti’nin müdahalesi ile Fransız memurlarının, mültecilerin memlekete iadelerine izin vermediğini ilave eden Sabri Bey, bunun için derhal girişimde bulunulmasını istemiştir[127]. Oysaki Hükûmetin 23 Kasım’da, Mehmet İzzet Bey’in gönderdiği rapor üzerine, İtilaf Devletleri nezdinde konu hakkında teşebbüste bulunduğu bilinmektedir. Ancak bu müracaat neticesinde alınan iznin, Sofya’daki İtilaf Devletleri temsilciliklerine ulaşmadığı belgelerden anlaşılmıştır[128].
Yukarıda askerî mültecilerin iadeleri sürecini incelerken değinildiği gibi Osmanlı Hükûmeti, Ekim 1920’de başlayan vize sorununu ancak 1921 Mart ayı içerisinde çözüme kavuşturabilmiştir[129]. Ahyoluburgaz Şehbenderliği memurlarından Hamit Bey’in gönderdiği rapordan Mart 1921 itibarıyla vize krizi çözüldükten sonra, Bulgaristan’ın genelinde kalan sivil-asker mülteci miktarı 500 civarındadır[130]. Hamit Bey, 31 Mayıs 1921 tarihli raporunda ise 22 nüfus Trakya mültecisini pasaportlarını vize ettirdikten sonra “Giresun” vapuruyla İstanbul’a yola çıkardığını, haziran ayında sevkiyatın sona ereceği ümidinde olduğunu yazmıştır[131]. Bu bilgilerden anlaşıldığı üzere, Osmanlı Hükûmeti sivil mültecilerin iadesi için ayrı bir vapur tahsis edememiş, yolcu vapurlarıyla ve indirimli tarife üzerinden mültecileri İstanbul’a sevk etmiştir.
1921 Mayıs-Ağustos ayları arasında Bulgaristan’da kalan sınırlı sayıdaki Trakya mültecilerinin Lom, Rusçuk, Razgrad, Ahyoluburgaz ve Varna’dan İstanbul’a sevk edildikleri görülmektedir[132]. Askerî mültecilerin iadesinde olduğu gibi sivil mültecilerin İstanbul’a kabullerinde de yine Mütareke Komisyonunun onayına müracaat edilmiştir[133]. Örneğin Edirne’nin Budakdoğanca köyünden işgal nedeniyle Ahyoluburgaz’a iltica eden 9 hanede 40 nüfus mültecinin İstanbul’a gelişlerine 21 Haziran’da Mütareke Komisyonunca müsaade verilmiştir[134].
Bulgar Çiftçi Hükûmeti’nin, büyük kesimi çiftçi olan Trakya mültecilerini iskân ederek, tarımsal üretimi artırmak düşüncesinde olduğundan yukarıda bahsedilmişti[135]. Bu şekilde çiftliklerde iskân edilen ve tarımsal üretimde bulunan mültecilerin memleketlerine dönüşü, ancak Ağustos 1923’e gelindiğinde mümkün olmuştur. Örneğin Yunan işgali üzerine Bulgaristan’ın Pravadi kazasına bağlı Köprüköy’e (Grozdövo) iltica eden 2 hanede 7 nüfus mülteci burada üç sene kaldıktan sonra memleketleri olan Havsa’nın Oğulpaşa köyüne dönmüştür[136]. Yine Pravadi kazasına bağlı Memiş Ağa Çiftliği (Priseltsi) karyesine Bulgar Hükûmeti tarafından iskân edilmiş olan, Edirne’nin Budakdoğanca köyünden 5 hanede 27 nüfus mülteci Ağustos 1923’te köylerine dönebilmişlerdir[137].
Sonuç
Doğu Trakya’nın Temmuz 1920’de Yunan işgali altına girmesi üzerine, 1. Kolordu birlikleri tarafsız devlet olan Bulgaristan’a sığınma kararı almıştır. Bu durum, Millî Mücadele’de örneğine hiç rastlanmayan bir şekilde Müslüman nüfusun Anadolu sınırları dışında, yabancı bir ülkeye ilticası anlamına gelmektedir. Bu kararın alınmasında etkili olan faktörlerden ilki, İstanbul’un İtilaf Devletlerinin işgali altında olmasıdır. İkinci olarak başkente giden demiryolu hattının kontrolü Ocak 1919’dan itibaren zaten Yunan birliklerinin elindedir. Bir yarımada olan Doğu Trakya’da sıkışan ve tamamen imha olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Kolordu Komutanı Albay Muhiddin Bey Bulgaristan’a iltica kararı almıştır. Yunan işgali sonrasında İzmir’de yaşananlardan haberdar olan ve çoğunluğu Balkan Savaşları sırasında Rumeli’den kaçarak Doğu Trakya’ya gelen Müslümanların oluşturduğu sivil ahali de yeni bir Yunan katliamı tehlikesiyle karşı karşıya kaldığından, Kolordu birliklerini takip ederek Bulgaristan’a iltica etmiştir. Bulgaristan’a iltica eden sivil ve asker mülteci miktarı konusunda kaynaklarda verilen sayılar 30 bine kadar çıksa da arşiv belgelerinden bu sayısının 10 ile 13 bin arasında olduğu anlaşılmaktadır. Tahmini olarak bu miktarın 4-5 bini asker, 7-8 bini de sivillerden oluşmaktadır.
Bulgar Hükûmeti, askerî mültecileri Eskizağra, Yenizağra, Kızanlık, Tatarpazarcık ve Yanbolu’ya; sivil mültecileri ise Vidin, Lom, Rusçuk ve Razgrad dolaylarına iskân etmiştir. Ülkedeki grev dalgası ve siyasal muhalefetle boğuşan Bulgar Çiftçi Hükûmetinin, asker ve sivil mültecilere yaptığı yardımların sınırlı olduğu görülmüştür. Özellikle askerî mültecilere, 1907 İkinci Lahey Sözleşmesine ait “V Sayılı Kara Harbinde Tarafsız Devletlerin ve Şahısların Hakları ve Vazifeleri Hakkında Sözleşme” hükümleri doğrultusunda değil; yanlış bir şekilde “IV Sayılı Kara Harbinin Kanunları ve Adetleri Hakkındaki Sözleşme” hükümlerine göre muamele eden Bulgar Hükûmeti, onlara maaş ya da tahsisat bağlamamış sadece iaşelerini temin etmiştir. Sivil mülteciler için Varna Mebusu Zümrezâde Şakir Bey başkanlığında bir komisyon kuran Bulgar Hükûmeti, memleketlerine dönmek isteyenleri tespit etmiş, bunun dışında kalmak isteyen mültecileri iskân ederek tarımsal üretim için çiftliklerde istihdam etmeye çalışmıştır.
Bulgar Hükûmetinin yaptığı yardımları kesmesiyle asker ve sivil mültecilerin oldukça sefil ve perişan bir hale düştükleri anlaşılmaktadır. Bunun üzerine Sofya, Filibe ve Ahyoluburgaz’daki Osmanlı Şehbenderliklerine, bir an önce memleketlerine dönme arzusunda olduklarını beyan eden müracaatlarda bulunmuşlardır. Askerî birliklerin iadesi için de Kolordu Komutanı Albay Muhiddin Bey’in girişimleri dikkat çekmektedir. Ancak bu sırada Osmanlı maliyesinin de sıkıntı içerisinde olması mültecilere yardımı imkânsız kıldığı gibi, Harbiye ve Hariciye Nezaretleri arasında yaşanan uzun yazışmalar bu yardımı geciktirmiştir. Mülteciler bu durumda çiftlik, maden ve fabrikalarda çalışmak suretiyle kendi geçimlerini temin ettikleri gibi memlekete dönüş için yol paralarını da biriktirmişlerdir. Hatta subaylar kendi şahsi eşyalarını satmak suretiyle yol paralarını temin etmişlerdir. Arşiv belgelerinden 1920 Ağustos ve Ekim ayları arasında, özellikle asker mültecilerin büyük kısmının bu şekilde memleketlerine ya da İstanbul’a döndükleri anlaşılmaktadır. Sivil mültecilerin memleketlerine dönüşü asıl olarak 1921 Mayıs-Ağustos ayları arasında gerçekleşmiş olsa da çiftliklerde iskân edilen bazı sivil mültecilerin dönüşü Ağustos 1923’e kadar aralıklarla devam etmiştir. Bu süreçte, Doğu Trakya’daki Müslüman nüfus yoğunluğunu azaltmaya çalışan Yunan Hükûmeti, mültecilerin memlekete dönüşüne engel olmak için Fransa nezdinde girişimde bulunmuş ve pasaportların vize edilmesine engel olarak sevkiyatı durdurmuştur. Ekim 1920’de başlayan vize sorununun Osmanlı Hükûmeti’nin İtilaf Devletleri nezdindeki teşebbüsleri neticesinde Mart 1921’de çözümlendiği görülür. Mültecilerin iadesi için mali açıdan büyük bir dar boğazda olan Osmanlı Hükümeti askerler için 3.000, sivil mülteciler için 5.000 liralık bir tahsisat ayırabilmiştir. Arşiv belgeleri dikkate alındığında mültecilerin büyük çoğunluğunun kendi çabaları ile memleketlerine dönmeyi başardığı ve çok az miktarının hükûmetin yardımından istifade ettiği görülmüştür.
Mültecilerin iadesi sürecinde Bulgar ve Osmanlı Hükûmetleri arasında bazı sorunların yaşandığı görülmektedir. Bu sorunlar, mirî hayvanları dışında şahsîihayvanlarına makbuz (raspiska) karşılığında el konulan subaylara bu bedellerinin ödenmesinde Bulgar Hükûmetince çıkarılan güçlükler, Kolorduya ait evrakların İstanbul’a sevki konusunda yaşanan sorunlar ve Bulgar Hükûmeti’nin askerlerin iaşe bedellerini Osmanlı Hükûmeti’nden tazmin talebi olarak üç başlık altında toplanmıştır. Bu sorunların çözüm süreci, iki ülke arasındaki siyasi ilişkilerin kesik olduğu bir sırada temasın İspanya ve İsveç Sefaretleri tarafından sağlanması nedeniyle uzun sürmüştür. Satın alınan hayvanların makbuz bedellerinin ödenmesi meselesinde, Osmanlı Hükûmeti tarafından yapılan tüm müracaatlar sonuçsuz kalmıştır. Kolorduya ait evrakların İstanbul’a gönderilmesi meselenin, İspanya Sefareti ve taşıma şirketleri arasındaki iletişimsizlikten kaynaklandığı anlaşılmış ve evraklar Osmanlı Hükûmeti tarafından teslim alınmıştır. Bulgar Hükûmeti’nin mülteciler için yaptığı iaşe masraflarının ödenmesi talebine karşılık olarak Osmanlı Hükûmeti, bu masrafların Balkan Savaşları sırasında Bulgar Ordusunun neden olduğu zarara mahsup edilmesini talep etmiş ve zaten “V Sayılı Kara Harbinde Tarafsız Devletlerin ve Şahısların Hakları ve Vazifeleri Hakkında Sözleşme”nin 12. maddesinin bu masrafların ödenmesi işini barışın temin edilmesinden sonraya bıraktığı yanıtını vermiştir.
1. Kolordunun beraberinde Bulgaristan’a götürdüğü silah ve cephanenin Osmanlı Hükûmeti’ne iade edilip edilmediği konusunda kaynaklarda herhangi bir bilgiye tesadüf edilmemiş olsa da bu malzemenin iade edilmemiş olması ihtimali daha yüksektir. İade işlemi için en uygun zaman, şüphesiz Kolorduya ait evrakların iadesi idi. Ancak evraklarla birlikte bu askerî malzemenin iadesi söz konusu olmamıştır.
EKLER