Giriş
Orta Çağ’da maden kıtlığı dünyayı olduğu gibi Osmanlıyı da etkiliyordu. Değerli maden sıkıntısının sikke arzını sınırlı tutmasına rağmen nüfusun %90’a yakını geçimini kırsal alanlarda yaşayarak sağladığı için sikke kıtlığı çok fazla hissedilmiyordu. Ayrıca, kırsaldaki bu nüfus yoğunluğu harp ekonomisinin çarklarının dönmesi için de gerekliydi. Bir başka deyişle fetihler reayanın her yıl toprağını ekip biçmesi ile yakından ilişkiliydi. Bu kapsamda tarımsal alanlarda kurulan tımar sistemi, ulaşım ve iletişim şartlarının iptidai düzeyde olduğu devirlerde tek çare olarak görülüyordu. Sistem sayesinde sipahi ve reaya devletin iki asli unsuru olarak işlev görüyordu. Bu düzende tarımsal üretimin büyük bir kısmı ayni olarak vergilendirilirken ancak bazı şartları haiz ürünlerin vergisi nakdi olarak ödeniyordu. Sistemsel olarak nakit kullanımı en aza indirgenirken bütçede en fazla yer tutan askerî harcamaların merkezde toplanıp tekrar bölüştürülmesine gerek kalmıyordu. Özellikle fethedilen topraklar genişlediğinde ordunun lojistik hizmetlerinin büyük bölümü mahallinde ayni yükümlülükler ile reayaya tanınan vergi muafiyetleri karşılığında sağlanan hizmetlerle karşılanmaktaydı.
14. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Rumeli’ye yayılmaya başladığında Sırbistan, Macaristan ve Bosna’nın zengin maden kaynaklarına erişildi. Osmanlı topraklarının genişlemesi madenlere ve farklı ticaret yollarına ulaşımı beraberinde getirdi[1] . Her ne kadar İslami ekonomik zihniyette daha çok kazanma hırsı, istifçilik ve mal yığma hoş karşılanmasa da dünyadaki parasal hareketlerin Osmanlıya yansıması kaçınılmazdı. 15. yüzyılın başlarında para kullanımının artmasıyla birlikte para vakıfları da görünür olmaya başladı[2] . Sonraki yüzyıllarda yeni fetihler, şehirleşmenin artması, nüfusun kalabalıklaşması paranın dolaşım hızını arttırdı. Bu kapsamda 16. yüzyılda para vakıflarının dikkat çekici bir biçimde arttığı gözlemlendi. Tam da bu sırada para vakıflarının hukuksal anlamda caizliği sorgulandı ve kapatıldı[3] . Bir yıl süren tartışmalar sonunda faaliyetlerine devam etmesi kabul edilen para vakıfları hızla kurulmaya başladı[4] . Bu sayede, gayrimenkul vakfedecek kadar geliri olmayanların vakıf kurabilmesinin önü açılarak küçük birikimleri olanların sistemin içine girebilmesi sağlandı ve vakıf kurumunun kapsayıcılığı arttı[5] .
Mevcut literatürden takip edilebildiği kadarıyla İstanbul’da kurulan para vakıfları çoğunluğu oluştursa da,[6] ticari ilişkilerin yoğun olduğu Bursa, Edirne gibi şehirlerde sıklıkla para vakıfları ile karşılaşılmıştır[7] . Ayrıca, Rumeli’de İstanbul’dan önce fethedilen yerler olması bakımından para vakıflarının Balkanlardaki yaygınlığı da dikkat çekicidir[8] . Belli başlı şehirlerin dışında kasaba ve köylerde faaliyet gösteren pek çok para vakfı tespit edilmiştir[9] . Yıllar içinde değişim ve dönüşüm geçiren para vakıfları ihtiyaçlara göre şekillenerek belli gruplara yönelik avârız, esnaf ve yeniçeri orta sandıkları şeklinde kümelenmişlerdir[10]. Bu sandıklar tamamen içe kapalı olmayıp kendi mensupları dışında kalan kesimlere de katkı sağlamışlardır. Bir esnaf sandığı, başka bir esnaf grubunun ya da civarında bulunan mahallenin ihtiyaçlarını karşılayabilmiştir. Aynı şekilde sandıklara katkı sağlayan vakıflar, sadece sandık mensuplarından değil toplumun farklı kesimlerinden de olabilmekteydi.
Para vakfı vakfiyelerinde vakıfın kimliği, vakfın ciheti, vakfedilen meblağ, işletme usulleri ve oranlarının dışında bölgedeki mimari eserler, mahalle ve sokak isimleri, kamu görevlileri ve kamu binaları, hukuki bilgiler, yaşanmış doğal afetler gibi birbirinden oldukça farklı bilgilere ulaşmak mümkündür. Bu kadar farklı detaylarla dolu vakfiyeler zaman içinde incelendiğinde yeni kurulan mahalleler, kurulmuş olanların isim ve sınır değişikliği, bölge esnafı hakkında bilgiler, mimari eserler ve bunların geçirmiş olduğu tamir-bakım-ihyalar, kamu görevlilerinin bilgileri ve ücretleri, eğitim kurumlarının detayları yangınlar, depremler, su baskınları gibi pek çok konu takip edilebilmektedir[11]. Vakfiye kayıtları belirli bir dönem kısıtlaması yapılmadan incelendiğinde bahsi geçen bilgilerin yanı sıra vakıfların ahfadı ile ilgili detaylara ulaşmak mümkündür[12]. Vakıfların kadın-erkek ayrımında oran erkeklerden yana olsa da her geçen gün ortaya konan yeni araştırmalar sayesinde para vakfı kuran kadın vakıfların sayısı artmaktadır. Kadınların vakfettikleri meblağlar, hizmet götürdükleri bölgeler ve vakfın cihetlerinin erkek vakıflardan farklı olmadığı ve vakıflar sayesinde sosyoekonomik hayata katkı sağladıkları Maydaer tarafından incelenmiştir[13] .
Para vakıflarının asl-ı malları büyük oranda nakite dayandığı için kişiler ikamet değiştirdiklerinde etraflarını şenlendirme düşüncesi ile tasarruflarını rahatlıkla vakfa dönüştürebiliyorlardı. Bu sayede bölgenin gelişmesine de katkı sağlanmaktaydı. Vakıf hukukunun vakıflara diledikleri zaman ve mekânda vakıf kurabilme imkanı tanıması sayesinde 19. yüzyılda Balkanlardan ve Kırımdan muhacir gelişlerine paralel olarak para vakfı sayısında artış görülmüştür[14]. Çalışmada muhacirlerin göç ettikleri yerleri şenlendirme ve kalkındırma amaçlı para vakıfları kurarak hem kendilerine hem de yöre halkına sosyoekonomik yönden katkıda bulundukları anlatılmıştır. Ayrıca, Osmanlı tebaasında olan farklı dinlere mensup kişiler de vakıf kurabilme özgürlüğüne sahipti ve bunlardan bazıları para vakfı idi. Vakfedilen meblağın azlığı ya da çokluğu, vakfın köy ya da şehirde kurulması, belli bir grubun istifadesine sunulması, vakıfın kadın ya da erkek olması fark etmeksizin hizmetlerin büyük çoğunluğu kamusal alana yöneliktir. Uzun dönemli çalışmalar vakıf kurumunun kapsayıcılığını ve önemini anlamak açısından oldukça değerlidir.
İlgili literatür takip edildiğinde son yıllarda artan para vakfı çalışmalarının her geçen gün nitelik ve nicelik olarak çeşitlendiği tespit edilmiştir. Bu kapsamda kadınlar ya da göçmenler gibi toplumun farklı kesimlerinin kurduğu para vakıfları ile İstanbul dışındaki küçük yerleşim yerlerine odaklı çalışmalarının arttığı görülmektedir. Ayrıca Balkanlar bölgesini içine alan kapsamlı çalışmalar da mevcuttur. Zaman içinde farklı mahkeme sicillerinde yapılan incelemeler sayesinde gayrimenkul vakıf kapsayıcılığının 15. yüzyıldan itibaren mekân, hizmet ve toplumsal özellikler bağlamında para vakıfları için de geçerli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır. Başlıkta belirtilen “Ebediyete Bağış” kavramı söz konusu kapsayıcılık ve sürdürülebilirliğe dikkat çekebilmek için kullanılmıştır. Bu aynı zamanda Evkaf Muhasebeciliği Mahkemesi çalışmasında kullanılan “aynı ve başka” kavramını da desteklemektedir. Çalışmalar ilerleyip aynı kurumun başka yüzleri ortaya çıktıkça diğer bir deyişle mahkemeler, vakfiyeler, vakıf kayıtlarının bulunduğu diğer belgeler, hizmetler, bölgeler ve yıllar çeşitlendikçe ebediyete yapılan bağışların bütüne eklenerek vakıfların nasıl sürdürülebilir kılındığı daha iyi anlaşılmaktadır.
Çalışmanın amacı dünya ekonomik konjonktürünün değişmeye başladığı 16. yüzyılın ortalarından itibaren kurulmuş para vakfı vakfiyeleri üzerinden Osmanlı toplumsal hayatını sosyoekonomik yönden anlamaya çalışmaktır. Bu kapsamda 16. yüzyılda kurulmuş para vakıflarının çokluğu Balat Şer’iyye Sicillerinin örneklem alanı olarak seçilmesindeki en önemli etkendir. Mahkeme sicillerinde kayıtlı 55 para vakfından 32’si 16. yüzyılda kurulmuştur. Erken dönem vakfiye örneklerinden dolayı çalışmanın; İstanbul Kadı Sicillerinde 15. ve 16. yüzyıllarda iki para vakfı örneği bulunan Davutpaşa, Evkaf Muhasebeciliği ve Yeniköy Mahkemesi’ne kayıtlı para vakıfları üzerine yapılan toplu araştırmayı da tamamlayıcı bir özelliği bulunmaktadır. Ayrıca, 16. yüzyılda kurulan 32 vakfın 27’sinin vakfiyeleri Arapçadır. Bir Arapça vakfiye ise 1615 tarihlidir. Bu kapsamda Balat Mahkemesi’nde kayıtlı vakfiyeler bir yandan 16. yüzyıldaki veri boşluğunu doldururken diğer yandan Arapça para vakfı vakfiye örneklerini incelemeye olanak sağlayarak araştırmanın özgünlüğünü arttırmıştır. Neticede, süregiden bir çalışmaya hem dönemler ve bölgeler arası farklılıklar hem de konu bütünlüğü çerçevesinde katkı sağlaması adına Balat Mahkemesi’nde kayıtlı para vakıfları dördüncü araştırma etabı olarak seçilmiştir. İlaveten, dönem kısıtlaması olmadan vakfiyeleri inceleyerek vakıf kurumunun hukuki, idari ve hizmet yönünden süregiden değişimi ve dönüşümünü izleyebilme imkanını sunan bu araştırmanın literatüre katkı sağlaması umulmaktadır.
Çalışmanın ilk bölümünde Balat Şer’iyye Sicillerinde kayıtlı vakıf, vakfedilen meblağ, nema oranları, işletme usulleri, vakıf çeşitliliğinin yanı sıra vakfiyelerdeki diğer özgün bilgilere yer verilmiştir. İkinci bölümde ise Balat Mahkemesi verilerine aynı usulle incelenmiş diğer üç mahkeme verisi de katılarak ortaya çıkan benzerlikler ve farklılıklara dikkat çekilmiştir[15]. Neticede 1491-1911 yılları arasında 420 senede boyunca kaydedilmiş 426 vakfiye örneği değerlendirilmiştir. Araştırma boyunca yorumlamalar ve değerlendirmelerde para vakıfları özelindeki çalışmalar ile iktisat tarihinin genel literatüründen faydalanılmıştır. Bu literatürün içinde özgün eserlere olduğu gibi tercüme eserlere de yer verilmiştir.
1. Balat Sicillerinde Kayıtlı Para Vakıfları
İstanbul’daki 27 mahkemeden biri olan Balat Mahkemesi, Balat Kapısı’nın iç kısmında Ferruh Kethuda Camii Külliyesi’nin avlusunda bulunmaktaydı[16]. 1555-1840 yılları arasında faaliyet göstermiş olan mahkemede 154 sicil ve toplamda 155 vakfiye bulunmaktadır[17]. Bunlardan 55 tanesi para vakıflarına aittir. Balat Sicillerinde kayıtlı para vakıflarının en belirgin özelliği ağırlıklı olarak 16. yüzyılda kurulmalarıdır. Ayrıca vakfiyelerin yarısından fazlasının Arapça olması bu belgelerin diplomatik açıdan incelenmesine de olanak sağlamıştır. İçerik analizi yöntemi kullanılarak yapılan çalışmada önceki çalışmaların şablonuna uygun hareket edebilmek adına vakfiyelerdeki nitel veriler nicel verilere dönüştürülerek grafikler elde edilmiştir. Grafikler sayesinde vakıfların yıllar içindeki değişken hareketlerini takip etmek mümkün olmuştur. İncelenen vakıflarda menkulün yanı sıra bina olarak kullanılması ya da kiralarından faydalanılması için gayrimenkuller de vakfedilmiştir. 55 vakıftan birinde nakit para ve iki gayrimenkul[18], bir diğerinde sekiz gayrimenkulün kirası ve nakit para[19], tarihi belli olmayan bir başka vakıfta ise nakit para ile birlikte dükkanlar, evler, arsalar, yağ ve un değirmenleri vakfedilmiştir[20] . Aynı şekilde kapsamlı bir diğer vakıfta menkulün yanı sıra cami, evler, han, fırın, depo, bahçe gibi gayrimenkuller ile eşyanın vakfedildiği görülmektedir[21]. Vakfedilen meblağdan gayrimenkul alınması ve kalanın nemalandırılması şartı taşıyanlar da bulunmaktadır[22] .
a. Para Vakıflarının Yıllar İçindeki Dağılımı, Vakfedilen Meblağlar ve Çeşitleri
Toplam 55 vakfın; 15’i kadınlar, 5’i kadın-erkek bir arada geri kalan 35 vakıf ise erkekler tarafından kurulmuştur. Kadın vâkıflar belirgin olarak 16. ve 17. yüzyılda kümelenmişlerdir. Bu yüzyıllarda kurulan 37 vakfın dördü kadın-erkek birlikte, 13’ü ise sadece kadınlar tarafından kurulmuştur. 1734-1838 arasındaki 18 vakfın birinin kadın-erkek birlikte iki vakfın ise sadece kadınlar tarafından kurulduğu tespit edilmiştir.
Balat Mahkemesi para vakıflarının 300 yıllık dağılımının incelendiği Grafik 1’de vakıfların %58’inin 16. yüzyılın ikinci yarısında kurulduğu görülmektedir[23]. Bu yıllar tam da para vakıflarına dair fıkhi tartışmaların geride kaldığı, nakdi ekonominin yaygınlaştığı, ticaretin canlandığı yıllardır. 1547-1548 arası kapatıldığı için işlevsiz hale gelen para vakıflarının yapmış oldukları hizmetler de kesintiye uğramıştır[24]. Balat Mahkemesi’nde 16. yüzyılda kurulan para vakıflarının yoğunluğu yasakların kalktığı dönemi takiben artmaktadır. 17. yüzyıla gelindiğinde kurulan para vakıflarında %9’luk dikkat çekici düşüşün altında bu meselenin de etkisi olabilir. Aynı şekilde yüzyılın ikinci yarısında 1680 yılında mahkeme kapatılarak faaliyetlerine ara verilmiş olması bu dönemde para vakfı bulunmamasını izah eden bir durumdur. Hemen ardından 18.yüzyılın ilk yarısında ise sadece bir vakıf kurulmuştur.
Grafik 2’de vakfedilen meblağlar verilmiştir. Burada 16. yüzyılın üstünlüğü Grafik 1’den çok daha belirgindir. Mahkeme bazında vakfedilen toplam paranın %70’i bu dönemdedir. Vakfedilen meblağlarda da ikinci sırayı bir önceki grafikte olduğu gibi 19. yüzyıl vakıfları almıştır. Diğer yıllarda kurulan vakıflarda oldukça düşük meblağlar vakfedildiği açıkça görülmektedir. Toplamda 114.026 kuruş vakfedilmiştir. Ortalamada vakıf başına 2073 kuruş düşmektedir. Tüm birimler kuruşa çevrilip kullanılmıştır.
Vakfedilen para birimi 16. yüzyılda Arapça yazılmış 27 vakfiyeden birinde filori geri kalanlarda dirhem ya da dinar olarak kayıtlıdır. Burada Osmanlı’nın dirhem ve dinar darp etmediği fakat Arapça yazılmış şeri hüccetlerde gümüş sikkelerin dirhem, altın sikkelerin ise dinar olarak kaydedildiği belirtilmelidir[25] . Bu yüzden para birimi olarak gerçek dinar ve dirhemle karıştırılmaması için kayıtlarda dinar olarak verilen meblağların yanına “doğru ayarlı ve tam tartılı/ tâmmü’l-vezn kâmilü’l-‘ayâr” ibaresi eklenmiş[26] dirhemlerin yanına ise “gümüş bu zamanda tedavülde/fudda rayiç fi’l-vakit”[27], “gümüş geçerli paradan/fudda rayiç”[28], “gümüş kazandırıcı/geçerli bu zamanda olan/fudda rayiç fi’l-vakit”[29] şeklinde notlar düşülmüştür. Mahkemede kayıtlı Arapça vakfiyelerin tamamında Sahillioğlu’nu doğrulayan şekilde para birimleri dinar veya dirhem olarak yazılmış ve yanlarına bahsi geçen küçük açıklamalar yapılmıştır. 16. yüzyılda yazılan Osmanlıca vakfiyelerde ise para birimi sadece birinde dinar[30] geri kalanlarda akçe olarak geçmektedir.
Vakfa yapılan zamlar diğer bir deyişle para ilaveleri takip edilmesi gereken bir başka konudur. Mahkeme sicillerine işlenmiş vakfiyelere bir başka vakıf tarafından para eklenmemekle birlikte harcamalardan arta kalan meblağların asl-ı mala zam olmasının istendiği 12 vakıf tespit edilmiştir. Bunlardan bazıları vakıf malların muaccele gelirleridir. Toplu paraların asl-ı mala zam olunarak nema geliri elde edilmesi, mülk alınacak meblağa eriştiğinde de bostan ya da dükkan alınması istenmiştir[31] .
Grafik 3, kurulan vakıflar ve vakfedilen meblağların birlikte ele alındığı çizgisel gösterimdir. İşlenen sayısal verilerden her iki serinin genel olarak birlikte hareket ettiği 16. yüzyılda tepede, 17. yüzyılın ikinci yarısı ile 18. yüzyılın ilk yarısında ise dipte oldukları görülmektedir. 16. yüzyıldaki bu durum araştırma için Balat Mahkemesi’nin seçilmesindeki etkenlerden biridir. Keskin düşüşün yaşandığı 1025-1041/1616-1631 ile 1041-1141/1631-1728 yılları arasında Balat Sicil kayıtlarına rastlanılmadığı için vakfiye kaydı da tespit edilememiştir[32]. Bu boşluğun 1680 yılına kadar olan kısmı mahkeme kayıtlarının zayi olmasından ya da kayıt tutulmamasından ileri geldiği düşünülebilir. Kanuna aykırı nikah kıyılması ve sakk düzenlenmesi gibi işlemlerden dolayı 1680’de kapatılan Balat Mahkemesi’nin tekrar ne zaman açıldığı hakkında bir bilgiye sahip değiliz. Ancak, 1680-1728 arasındaki boşlukta en azından bir süre mahkemenin kapalı olduğu söylenebilir[33].
Genel olarak iki seri birbiri ile aynı hareket etmekle beraber 18. yüzyılın ikinci yarısında aralarındaki uyum kaybolmuştur. Bu yıllarda kurulan vakıf sayısı ve vakfedilen meblağlarda artış farkedilse de vakıf sayısının daha hızlı arttığı görülmektedir. 16. yüzyılın son çeyreğinde yapılan büyük tağşiş sonucu akçenin alım gücünün azalması bu döneme tekabül eden vakıflarda vakfedilen meblağların azalmasına neden olmuştur. Akçenin aşırı istikrarsızlığı 17. yüzyıl ilk yarısında da devam ederek iktisadi, mali ve siyasi yapıyı derinden etkilemiştir. Köprülüler dönemine kadar devlet yönetiminin önce ocak ağaları sonra da saray ağalarının kontrolüne girmesi düzeni iyice bozarken vakfedilen meblağ ve vakıf sayısını da etkilediği görülmektedir[34] .
Grafik 4 Balat Mahkemesi’ndeki para vakıflarının nema oranlarını göstermektedir. 16. yüzyılda kurulan 32 para vakfından %80’ine yakını nema oranını dönemin kanunnamelerinde belirtilmiş resmi nema oranlarına uygun seviyede %10 olarak belirlemiştir[35]. Aynı şekilde %12.5 oranının 16 ve 17. yüzyıllarda görülmesi para vakfı işleyişi ile uygundur. Çalışmadaki vakfiyelerin %50’sini Arapça vakfiyeler oluşturduğu için zaman zaman ayrı değerlendirmeler yapma gereği doğmaktadır. Bu kapsamda Arapça vakfiyelere bakıldığında; bir % 12.5, iki %15 ve iki nema oranı verilmemiş vakfiye dışında kalan 23 vakfiyede oran %10 dur. Her ne kadar 16 ve 17. yüzyıllar boyunca oranların değişmeden %10-12 bandında hareket ettiği bilinse de mahkeme bazında farklı oranların uygulandığı tespit edilmiştir. Bu dönemde oran verilmeyen az sayıda vakıfla da karşılaşılmıştır. 16. yüzyılda üç vakıfta nema oranı verilmemesi mütevellinin nema oranını günün resmi şartlarına göre belirlemekte özgür olduğu anlamına gelmektedir. Bu sayede vakfiyelerinde oran kaydedilmemiş vakıflar tüm paralarını şart sınırına takılmadan değerlendirebilirdi. 18. ve özellikle 19. yüzyıla gelindiğinde ise %15 oranının belirgin üstünlüğü vardır ve dönemin resmi oranlarına uygun hareket edildiğinin göstergesidir.[36]
Vakfiyelerde şart koşulan nema oranları üzerinden yıllık kazançlar bir istisna hariç tarafımızdan hesaplanmıştır. Sadece bir vakıfta 22.000 dirhem vakfedilerek %10 ile nemalandırılması istenmiş ve hemen ardından yıllık hasıl olan rıbh 2200 dirhem olarak ayrıca belirtilmiştir.[37] Bu türlü nema oranı verilip hemen ardından yıllık kazancın kayıtlı olduğu vakfiyelerle diğer mahkemelerde de karşılaşılmış olmakla beraber 1570 tarihli bir vakfiyede ilk kez görülmüştür.
Nema oranlarının ifade şekli zaman zaman değişiklikler göstermiştir. Örneğin bir vakıfta nema oranı “merkum meblağı istirbah olunup onu on bir hesabı üzerine her on dirhemin kazancı bir dirhem olacak şekilde ne eksiği ne de fazlasıdır” şeklinde açıklanmıştır[38]. Oranın %10 olması gerektiği yazıldıktan sonra bir kez de para birimi üzerinden hesaplanarak kaydedilmiştir. Para birimi ve nema oranının birlikte verildiği farklı bir örnekte ise “her on dirhemin kârı rıbh-ı bir çeyrek dirhem yani onu on bir çeyrek, mütevellinin ellinde” şeklinde kayıtlıdır. Oranın %12.5 olduğu anlaşılmaktadır[39]. Diğer bir vakfiyede nema oranı belirtilmeyerek “hep alışıldığı gibi nemalandırması” istenmiştir. Vakfedilen meblağ 1000 dirhem vakıf gideri 100 dirhemdir. Verilerden alışılan oranın %10 olduğu hesaplanabilir ki bu da 16. yüzyıl resmi oranları ile uyumludur[40].
Nema oranlarının bulunduğu bölümde paranın işletme usulü ve bu paraların kimlere hangi şartlarda verileceği kayıtlıdır. Genellikle kredi verilecek kişilerden kefil ve rehin istekleri bulunmakla birlikte özellikle 1563-1564 yılları arasında kurulmuş 12 vakfın yedisinde bu tür isteklerin kayıtlı olmadığı tespit edilmiştir. Mahkeme genelinde kurulmuş 10 vasiyet vakfından altısının bahsi geçen iki yılda kurulması, bunlardan üçünün kefil ve rehin istenmeyen vakıflar arasında bulunması dikkat çekicidir ve farklı çalışmalarda takip edilmelidir. Ayrıca incelenen vasiyet vakıflarından kefil isteğinde bazı özel durumlar söz konusudur. Vakıf vefatından sonra parasının 1/3’ü ile vakıf kurulmasını istemiş fakat hemen ardından vakfettiği paranın da 1/3’ü ile cenaze işlemleri, bir kişinin hacca götürülmesi şeklinde bazı isteklerde bulunmuştur. Kalan 2/3’lük kısmı teşkil eden 70.000 dirhemin 20.000’i ile mektep inşa edilmesi istenmiştir. Edirne’nin Ortaca Mahallesi’nde inşa edilecek bu mektepte fakirlerin çocukları okuyacaktır. Kalan 50.000 dirhem ise belirlenen usullerle işletilerek şart koşulan vakıf hizmetlerine harcanacaktır. Kredi verilen kişilerin deniz yolculuğu yapmıyor olması, asker olmaması, iflas etmemiş olması ve başkasına borcunun bulunmaması, müsrif olmaması gerektiği özellikle belirtilmiştir[41]. Bu ayrıntılı isteklerin daha ziyade erken dönem vakıflarında görüldüğü 18. ve 19. yüzyıllarda kurulan vakıflarda ise kısaca “rehn-i kavi ve kefil-i meli” şeklinde verildiği görülmektedir.
İşletme usullerinde 36 vakıfta istirbah ve istiğlal bir arada kullanılırken üç vakıfta sadece istiğlal, yedi vakıfta sadece istirbah kullanılmıştır. Bunlar dışında işletme usulleri; altı vakıfta muamele, bir vakıfta muamele ve istirbah, bir vakıfta rıbh, bir vakıfta istirbah ve i’mâl olarak kaydolmuştur. Burada istirbah, i’mâl, rıbh ve muamele aynı anlama gelmektedir. İşletme usullerinde dikkat çekilmesi gereken bir nokta istiğlal usulünün toplamda 38 vakıfta olmasıdır. Bu kapsamda 17 vakfın parası sadece istirbah usulü ile işletilecektir. Bunlardan ikisi 19. yüzyılda 15 tanesi 16 - 17 ve 18. yüzyıla yayılmıştır. Diğer üç çalışma örneğinde istirbah usulünün tek başına daha ziyade 19. yüzyılda kullanıldığı tespit edilmiştir.
Grafik 5, vakıf çeşitliliğini göstermektedir. 16. yüzyıl, avarız vakıflarının yeni yeni kurulmaya başladığı esnaf ve yeniçeri vakıflarının henüz çok görülmediği yıllardır. Esnaf ve yeniçeri vakıfları/sandıkları daha ziyade fetihlerin azaldığı mali durumun dengesizleştiği dönemlerden itibaren kurulmuştur[42]. Mahkemede kayıtlı para vakıflarının %58’i 16. yüzyıla ait olduğu için çeşitlilik de burada görülmektedir. 16. yüzyılda vakfın tüm gelirini evlada bırakan iki evlatlık vakıf tespit edilmiştir[43] . 17. yüzyılın başlarında 1606-1632 yılları arası kurulan beş avarız vakfı Osmanlı’nın 16. yüzyılın sonu ve 17. yüzyılın başlarındaki yeniçeri ayaklanmaları, Celali İsyanları, İran’la girişilen savaşlardan kaynaklı olabilir[44]. 18. yüzyıldaki avarız vakıflarının kümelendiği 1777-1787 arası ise Kırım savaşlarının olduğu döneme denk gelmektedir. 17-18 ve 19. yüzyıllarda her ne kadar vakıf sayısı çok olmasa da kurulan avarız vakıflarının oranının mahkeme bazındaki görüntüsü belirgindir.
b. Balat Mahkemesi Sicillerinde Kayıtlı Para Vakıflarının Öne Çıkan Diğer Özellikleri
Vakfiyelerde genellikle vakfın kurulduğu mahalle adları kaydedilmiştir. Balat Mahkemesi’nde ise özellikle Arapça vakfiyelerde vakfın kurulduğu mahalle ya da yer isimleri çoğunlukla bulunmamaktadır. Bu durum, Arapça vakfiyelerin neredeyse tamamının 16. yüzyıl ortalarına ait olmasından kaynaklanmış olmalıdır. Çünkü farklı mahkemelerde ve Balat Mahkemesi’nde 17-18 ve 19. yüzyıllarda sıklıkla vakfın kurulduğu mahalle-köy adları ile karşılaşılmıştır. Üstelik çoğu zaman bu yer adları çeşitli vesilelerle birden fazla kez belirtilmiştir. Vakfiyelerde yer adı bulunmadığında mahalle camii, köy çeşmesi ya da köy okulu olarak geçen vakıf eserler hakkında bilgi sahibi olunamaması çalışmaya kısıtlama getirmektedir.
Yer ve eser adı belirtilerek 19. yüzyılda yazılmış bir vakfiyede vakıf Hatice Kadın, dedesi Rumeli Valisi Seyyid Mustafa Paşa’nın Selânik’te yaptırdığı camiinin görevli ücretleri ve genel ihtiyaçları için 750 kuruş vakfetmiştir[45]. 1820 yılına ait bu kayıtta Selânik’te Mustafa Paşa Camii’nin varlığı açıkça belirtilmiştir[46]. Ayrıca aynı gün kurulan bir başka vakıfta Hatice Kadın’ın adına bir kez daha rastlanmıştır. Bu vakıfta Hatice Kadın’ın da aralarında olduğu iki kadın ve dört erkek olmak üzere toplamda altı vakıf tarafından 15.064 kuruş vakfedilmiştir[47]. Dikkat çekici bir özellik vakıflardan Osman Bey ve Mehmet Atıf Beyler 3.766 kuruş geri kalan dört vakıfın 1.883 kuruş olarak aynı meblağları vakfetmiş olmalarıdır. Birden fazla kişi birleşerek vakıf kurulduğunda meblağların aynı ya da farklı versiyonları ile karşılaşılmış olsa da bu kadar sistematik şekilde ayrıma ilk defa rastlanmıştır. Vakıf gelirleri diğer vakıfta olduğu gibi Selânik’teki Camii’nin görevli ücretleri, tamir bakım ve aydınlatılması için harcanacaktır. Sıklıkla karşılaşılan bir uygulama örneği olarak; meblağ yüksek olduğunda harcamalardan kalan paranın biriktirilip bir akar alınması ya da ana paraya katılıp belirtilen usullerde işletilmesi şart koşulmuştur. Aile büyüklerinin kurdukları vakıflara ve inşa ettirdikleri vakıf eserlere akrabaların katkı sağladığı bir örnek olarak Mustafa Paşa Camii’ne üç kuşak baba, çocuk ve dedenin katkıları örneklenmiştir[48] .
Mahkemede 55 vakfın 10’u vasiyet vakfıdır. Bunlardan ikisi ilk etapta normal vakıf olarak kurulup vakıfın vefat etmesi ile malının 1/3’ünün tekrar işleyişine devam eden vakfa ilave edilmesi istendiği için vasiyet olarak değerlendirilmiştir. İşleyen vakfın üzerine gelecek bu 1/3’lük kısım aynı zamanda gelecekte vakfa zam uygulaması olarak da değerlendirilebilir. Vasiyetten gelen ilave para da aynı usullerle işletilmeye devam edecektir. Dahası ilave edilen paranın gelirinin gideceği yerler de kaydedilmiştir[49]. Alışılageldik vasiyet vakıflarında vakıf kurulur fakat vakıfın vefatından sonra işlemeye başlar. Bulunan iki örnek sayesinde vasiyet vakıflarının farklı bir versiyonu incelenmiştir. Ayrıca vasiyet vakıfları kurulurken tayin edilen vasinin de vakıfların vakfettikleri meblağa kendisinden ekleme yaparak toplam parayı arttırdığı görülmektedir. Vasi İbrahim Efendi 1787 ve 1790 yıllarında iki vakıfta vasilik yapmış ve vakıflara ilaveten ayrı ayrı 100 ve 300 kuruş eklemede bulunmuştur[50] .
Görüldüğü üzere vakıf kurumunda; vasiliğin farklı uygulaması, vakıf sandık statüsünde olmayıp vakıf sandıklar gibi uygulama alanı bulan vakıflar, vakfa zam, vakfetmenin bir aile geleneği olması gibi iç içe geçen pek çok uygulama vardır. Bunlara ilaveten vakfedilen paranın bir kısmı ile mülk alınıp sonra bu mülkten gelecek toplu paranın para vakfı işletme usulü ile işletilmesi ve vakfın hayır işlerinde kullanılması istenebilir. Bu vakıf aynı zamanda bir vasiyet vakfı da olabilir. Konuyla ilgili incelenen bir vakıfta İbrahim Efendi malının 1/3’ü kadarını yani 1.191 kuruşunu vakfetmiştir[51]. Vakıf bu meblağın içinden 891 kuruş ile eşinin oturacağı mülk alınmasını kalan 300 kuruşun ise nemalandırılmasını istemiştir. Eşi vefat ettiğinde mülkün kiraya verilerek elde edilecek muaccelenin vakfın ana parasının üzerine ilave edilmesi ve aynı usulle işletilmesini istemiştir. Sonrasında yıllar içinde biriken paralarla tekrar bostan ya da dükkan alınması şart koşulmuştur. Kolayca tespit edildiği gibi altı farklı uygulama (vasiyet vakfı, vakfedilen paranın belli kısmı ile öncelikle mülk alınması, kalan kısmın işletilmesi, alınan mülkün zamanı gelince kiralanması, buradan alınacak muaccele gelirinin vakfa ilave edilmesi, zaman içinde biriken nema gelirleri ile tekrar mülk alınması) aynı vakfiyede birleşmiştir.
Vakfın yıllık gideri 30 kuruş yani mülk alımından sonra elde kalan 300 kuruşun bir yıllık neması kadardır. Bir başka ifade ile alınan mülk satışından önce vakfın gelir ve gideri birbirini dengeleyecek şekilde ayarlanmıştır. Buradan da mülkten gelecek toplu meblağın işletilmesi ile elde edilecek birikimin zamanı geldiğinde bahsi geçen bostan ya da dükkan alımı için kullanılabileceği anlaşılmaktadır. Dahası vakfiyenin tamamı okunmadığında eş için alınması istenen mülkten dolayı evlatlık vakıf gibi algılanabilir. Vakfın giderlerine bakıldığında, Medine’nin çeşitli ihtiyaçlarını sağladığı anlaşılmaktadır. Bunlardan biri, Medine’de susuz kalmışlara su sağlayan saka ücretidir.
Vakfedilen paradan kalan kazançlar ile mülk alımını örnekleyen bir diğer vakfiyede vakfedilen meblağ 1000 kuruş, yıllık kazanç 100 kuruş ve yıllık gider de yaklaşık 48 kuruştur. Harcamalardan kalacak nema gelirleri ile vakfa mülk alınması, mülkün kiraya verilmesinde ele geçecek toplu paranın asl-ı mâla zam olunarak işletimine devam edilmesi şart koşulmuştur[52]. 16. yüzyıl vakfiyelerinde mülk muaccelelerinin asl-ı mâla eklenerek işletilmeye devam edilmesi isteği tespit edilmekle beraber, 18. yüzyılın ortalarından itibaren dükkanlarda da icâre-i vâhide ve icâreteyn gibi kiralama usullerinin yaygınlaşmaya başlaması sonucu vakfiyelerde asl-ı mâla ilave meselesi ile daha sık karşılaşılır olmuştur.
İlk kez karşılaşılan bir başka örnek ise; Mahmut Paşa’nın kurduğu vakfın işletilmesinde ortaya çıkmıştır. Mahmut Paşa vakfettiği 780.000 dirhemi paylara ayırıp her birinin kendi içinde %10’dan nemalandırılarak işletilmesini istemiştir. Bunlar ayrı vakıf gibi çalışmakla birlikte aynı vakfiye içinde toplanmıştır[53]. Bir bakıma vakıf sandık oluşturulmuştur. Vakıf sandıklarda da farklı meblağların bazen aynı mütevelli bazen de her birine farklı mütevelli tayin edilerek bir havuzda toplandığı, kendi içlerinde işletim usulleri, giderleri ve verdikleri hizmetler bulunmaktadır. Örnekte yer alan vakfiyede her biri farklı bölgelerin çeşitli ihtiyaçlarına sarf edilmek üzere beş ayrı vakıf oluşturulması istenmiş ve bunlara farklı mütevelli ve nazır tayin edilmiştir. 240.000 dirhemin geliri ile mütevellinin ve nazırın ücreti alındıktan sonra Sivas’ta vakfedilen camii ve eğitim yurtlarına sarf edilmesi için oradaki mütevelliye gönderilmiştir. Bir başka 240.000 dirhemlik kısımda ise gelir; Kuran ve dua okuyanlara, vakıfın mezarına bakacak kişiye ve vakıf görevlilerine verilecektir. 120.000 dirhemin geliri ise mütevellinin ve nazırın ücreti verildikten sonra Konya’daki dört mescide ve eğitim yurduna harcanacaktır. 50.000 dirhemin geliri Pasun Livası’nda bulunan camii ve mektebin ihtiyaçlarına harcanacaktır. 130.000 dirhemin geliri Fırat’ta bulunan camii ve iki eğitim yurduna sarf edilecektir. Bütün bu meblağların gelirinden giderler çıkarıldıktan sonra kalanın vakıfın kızı ve eşine, eşi vefat edince evlatlarına verilmesi şart koşulmuştur. Burada dikkat edilmesi gereken önemli mesele evlat ayrımı yapılmadan kız ve erkek çocukların payının aynı olması gerektiğinin şart koşulmasıdır. Bir başka dikkate değer nokta da vakfın evlatlık vakıf olmadığıdır. Her ne kadar harcamalardan artan kısmın vakıfın eşine ve çocuklarına verilmesi istense de kazancın büyük çoğunluğu şart koşulan toplumsal hizmetlere gittiği için şahıs vakfı statüsünde değerlendirilmiştir. Ayrıca vakfiyede vakıf dışında hiçbir şeyin ebedi olmadığı dünyanın peygamberlere, sultanlara bile kalmadığı yazılmıştır. Herkesin gün gelecek yaşlanıp öleceği yediğini tüketeceği, giydiğini çürüteceği belirtilmiştir. Dönemin iktisadi zihniyetini yansıtan bu söylemler sayesinde vakfetmenin aynı zamanda kalıcılık arayışı bir başka deyişle ebediyete bağış olduğu da bir kez daha örneklenmektedir.
Vakıf kazancının aileye gittiği evlatlık vakfı örnekleri ile de karşılaşılmıştır. Vakıf vakfettiği 60.000 dirhemin kazancından her gün iki dirhem tevliyet görevi için ayırmış geri kalanın ailesine verilmesini şart koşmuştur. Tevliyet görevi de vakıfın oğlunda olduğu için tüm kazancın aileye gittiği anlaşılmaktadır[54].
Vakıfların cami, mektep, çeşme, kütüphane, su yolları gibi kamu hizmetlerine katkıları da oldukça çeşitlidir. Vakfiyeler sayesinde hangi alanlara ne gibi hizmetler götürüldüğü takip edilebilmiştir. Hizmet takipleri aynı zamanda mimari eser takibini de beraberinde getirmektedir. Vakfiyelerde bahsi geçen mimari eserler açıklıkla kaydedilmiştir. Balat Mahkemesi vakfiyelerinde de ilk kez inşa edilenler, tamiratlar, varsa ikinci ve üçüncü baniler, görevli ücretleri kayıtlıdır. Dahası bazı vakfiyelerde vakfa konu olan eserin konumu, civarındaki eserlere referans ile zikredilmiştir. 1757 tarihli vakfiyede Hatice Rukiye Hatun, Balat Kapısı Kefeli Mahallesi Camii’ne kürsü yaptırmıştır[55]. Bir sene sonra bir başka vakfiyede yine Kefeli Mahallesi Camii’nden ve semahanesinden bahsedilmektedir. Vakıfta bahsi geçen camii görevlilerine ücret tahsis edilmiştir[56]. Vakfiyeler sayesinde Kefeli Mahallesi’nin, camii ve semahanesinin 1757-1758 yıllarında varlığı ve yapılan ilaveler tespit edilmiştir. Aynı şekilde Balat Kapısı’nda Kasım Günani Mescidi olarak geçen bir başka cami, mahallesi tarif edilirken “Dülgerzade Câmi‘-i şerifi kurbunda Mustafa Bey Mahallesi’nde” şeklinde tam olarak mevkii verilmiştir. Buradan 1777 yılında her iki camiinin varlığı ve Kasım Günani Camii’nin Mustafa Bey Mahallesi’nde bulunduğu ve bu mahallenin Balat Kapısı civarında olduğu anlaşılmaktadır[57] .
Aynı vakıfta birden fazla esere yapılan hizmetlerin tespit edildiği örnekler de vardır. Mehmet Ağa Camii’si ve Tekkesi’ne şart koşulan katkıların yer aldığı bir vakfiyede ayrıca Zeyrek, Azaplar ve Mehmet Ağa Camiilerine üç kürsü yapılması için gereken meblağ da ayrılmıştır[58]. Yapılmış olan bir mektebin ihyası ve hocalarının görev ücretlerine katkı amaçlı kurulmuş bir diğer vakıfta Kasım Günani Mahallesi’nde Mustafa Efendi Camii’si ile bahçesindeki sibyan mektebinden bahsedilmiştir. Vakfiyede mektebi vakıf Hacı Mehmet Ağa bin. Mehmet’in ihya ettiği kayıtlıdır[59] .
Bazı vakıfların yılın belirli dönemlerinde fakirlere yemek dağıtmak üzere kurulduğu tespit edilmiştir[60]. Fatıma Hatun vakfının giderleri arasında; Recep ayının ilk Perşembe’sinde fakirlere yemek dağıtımı, kurban alınıp bayramda kesilmesi, Muharrem’in onunda aşure yapımına harcanacak meblağlar bulunmaktadır. Yoksulların gıda ve giyim ihtiyaçlarını karşılamanın belli gruplara yönelik olanları da vardır[61]. Selânik Karaferye Kasabası’nda birden fazla vakıfın kurduğu bir vakıfta mektep yapımı için pay ayrıldıktan sonra mektebin ısınma, temizlik genel giderleri ile görevli ücretleri karşılanmıştır. Ayrıca eğitim gören fakir ve 12 yaşını geçmemiş talebelerin kıyafetleri ve gıda ihtiyaçları da düşünülmüştür. Bu imkanlardan faydalanabilmek için çocukların mütevelli defterine kaydolmaları gereklidir.
Bir başka mektep inşası da Ürgüp’te gerçekleşmiştir. Sekiz oda, bir dershane ve bir mutfaktan oluşan bu mektebin hemen yanında bir oda yolcuların barınması için yapılacaktır[62]. Okulda ders verecek hocanın ve öğrencilerin sahip olması gereken faziletler de sıralanmıştır. Buna göre hocanın fen ilimlerinde emsalleri arasında üstün olması, faydalı şeyler anlatması istenirken öğrencilerin de bu ilimlerden faydalanması sürekli çalışması izin almadan okuldan ayrılmaması, derslerine seve seve devam etmesi karşılığında günlük 1 dirhem harçlık alabilecekleri kaydedilmiştir. Sabah ve öğleden sonra olmak üzere günde iki kere yemek pişirilmesi istenerek kullanılacak koyun eti, pirinç, buğday, zerde, bal, nohut, tuz, yağ alımı için ayrılan paylar yazılmıştır. Etlerin mektebin bulunduğu Ürgüp kasabasından alınması, et fiyatları artarsa bunun vakıf parasından karşılanması, sayılan malzemeler ile öğünlerde hangi yemeklerin yapılacağı kayıtlıdır. Dahası yemek pay edilirken öğrenciye, hocaya ve yolcuya kaçar kepçe konulacağı dahi ayrıntılı belirtilmiştir. Ayrıca su ihtiyaçlarının karşılanması için buzhanı olarak belirtilen yerde biriktirilen suyun parası da vakıf tarafından karşılanmıştır.
Su kullanımı ve dağıtımının sürdürülebilir kılınması için çeşmeler, kuyular, musluklar, maksemler inşa edilirken bunların tamir ve bakımı için görevli olan su yolcuları ve sakaların görev ücretleri vakfiyelerde kayıtlıdır. Sadece su ihtiyacını karşılamak için kurulan mai leziz vakıfları bulunmaktadır. Bunlardan birinde, Merkez Efendi Tekkesi’nin bahçesine çeşme yaptırarak yarım masura su vakfedilmiş ayrıca çeşmenin su yollarının bakım ve onarımı için pay ayırmıştır[63]. İşler durumdaki çeşmelerin ufak tefek giderlerini karşılamak için de birçok vakıf kurulmuştur. Molla Ahaveyn Camii’nin yakınındaki su kuyusu ve pompasının giderlerini karşılamak için kurulan vakıf da bunlardan birisidir[64]. Yine Medine’de Zemzem-i şerif suyunun sakasına görevli ücreti vermek üzere kurulan vakfın kaydından 1837’de sakanın Şeyh Kasım Efendi olduğu anlaşılmaktadır. Aynı vakıfın bir sene sonra kurduğu bir başka vakıfta da Şeyh Kasım Efendiye görev ücreti tahsis edildiği için bir sene daha görevinde kaldığı tespit edilmiştir[65]. Bir başka çeşme vakfında ise Eski Sarayın civarındaki bir çeşme ile yine sarayın yakınındaki kuyumcuların çeşmesinden bahsedilmiştir. Bu iki çeşmeye su içilmesi için kap alınarak kalaylanması ve diğer bakımları için para ayrılmıştır. 1556 tarihli bu vakfa mütevelli atanan kişi ise İstanbul şehremini Hasan Çelebi’dir. Hasan Çelebi aynı zamanda vakıfın oğludur[66]. Vakfiyelerde eserlerin yanı sıra vakıf görevlilerini, diğer kamu görevlilerini, esnafın varlığını, mahallelerin varlığını zaman içinde sınır ve isim değişimlerini takip etmek mümkündür. Fakat bu makalenin konusu dışında kalmaktadır.
2. Davutpaşa, Yeniköy, Evkaf Muhasebeciliği ve Balat Mahkemesi Verilerinin Karşılaştırılması
Bu bölümde Balat Mahkemesi verilerinin aynı formatta yapılmış olan diğer üç mahkeme verisi ile karşılaştırılması yapılarak farklılıklar ve benzerliklere dikkat çekilmiştir. Farklılıkların nereden kaynaklanmış olabileceğine dair öngörülerde bulunulmuştur. Ayrıca karşılaştırma esnasında Balat Mahkemesi vakıflarının önceki vakıf kümelenmelerinin arasında hangi açığı kapattığı önemlidir. Bundan sonra çalışılacak mahkemenin seçiminde de bu vakıf kümelenmeleri dikkate alınacaktır. Mahkeme sayesinde önceki çalışmalarda 15 olan dönem sayısı 19’a çıkarak araştırma daha derinleşmiştir. Mahkemeler tek başlarına incelenirken veri azlığından kaynaklı 50’şer yıllık dönemlere bölünmüşken karşılaştırma grafiklerinde dönemlerin 20 yıl olarak belirlenmesi kısa süreli hareketleri yakalayabilmek içindir. Ayrıca tüm mahkeme verilerini tablo haline getirilerek yapılan karşılaştırma (Tablo 1), makalenin sonunda verilmiştir.
Vakıfların cinsiyeti üzerinden yapılan karşılaştırmada Balat Mahkemesi vakıfları sonuçları diğer mahkeme bilgileri ile uyumludur. 19. yüzyıl vakıflarının ağırlıkta olduğu Davutpaşa Mahkemesi’nde neredeyse kadın erkek sayısı birbirine eşitken 18-19. yüzyıl ağırlıklı Evkaf Muhasebeciliği Mahkemelerinde kadınların oranı %25’tir ve bunların çoğu 19. yüzyıldadır. Yeniköy Mahkemesi’ne kayıtlı vakıfların 17. yüzyıl ortalarındaki yoğunluğu ve buradaki 13 kadın vakıf ile 19. yüzyıldaki 8 kadın vakıf önceki iki çalışmaya uygundur[67]. Kadın vakıfların sayısı çalışılan dönem ile alakalı olabilir mi? Bu soru 16 ve 17. yüzyıllarda Balat Mahkemesi kayıtlarında da 17 kadın vakıfın bulunması bu tezimizi doğrular niteliktedir. O zaman eldeki bilgilerden hareketle kadın vakıf sayısının 19., 17. ve 16. yüzyıllara kıyasla 18. yüzyılda daha az olduğunu söylemek mümkündür. Ancak Balat Mahkemesi’nin farklı bir yanı kadın ve erkeklerin birlikte kurmuş oldukları vakıfların bulunmasıdır. Birlikte kurulan vakıflar değişik mahkeme sicillerinde bulunmakla beraber bunların çoğunlukla gayrimenkul vakıflar olduğu tespit edilmiştir. 55 para vakfının bulunduğu bir mahkemede beş vakfın kadın erkek birlikte kurulması dikkat çekici bir orandır. Bunların kuruluş tarihlerine bakıldığında dördü 16. yüzyıla aittir. Dört mahkemenin çalışması boyunca ortaya çıkan tespitlerden kadın erkek vakıf meselesi incelenmeye devam edilecek konulardan biri olarak gözükmektedir.
Grafik 6, karşılaştırma yapılan dört mahkemenin vakıf dağılımını göstermektedir. Seriyi erken tarihlere çekmek adına çalışılan Balat Mahkemesi’nde 16. yüzyılın üçüncü çeyreğindeki vakıf sayısı artışı açık şekilde görülmektedir. Sarı ile belirtilen Balat Mahkemesi’nde 17. yüzyılın ortasından 18. yüzyılın ortasına kadar sicil kaydı bulunmadığı için vakfiye kaydı da yoktur. 19. yüzyılda ise sarı çubukların diğer veri topluluğunun içine girdiği görülmektedir. Ayrıca, Balat Mahkemesi’nde 1560- 1579 arasındaki 20 yıllık dönemde ulaşılan 24 vakıf sayısına Yeniköy ve Evkaf Muhasebeciliği Mahkemelerinin hiçbir döneminde erişilememiştir. Bu 24 vakfın kurulduğu ve hizmet götürdüğü yerlere bakıldığında Anadolu’nun yanı sıra Edirne’den Balkanlara doğru yayılan bir alanı kapsadığı görülmüştür. Edirne ve Romanya’da kurulan vakıflar, Drava Nehrine yapılan köprü, Lakvar Kalesi yanına camii yapımı Ballı Badra ve Eğri Boz’da çarşı, han, çeşme gibi eserleri fethedilen toprakları şenlendirme hizmetleri olarak görmek mümkündür[68]. 17. yüzyılın ilk çeyreğinde ise Yeniköy ve Evkaf Muhasebeciliği Mahkemeleri ile uyumlu olarak dönemde 3-4 vakıf kurulmuştur. Ardından 1800’lerin başındaki hafif hareketlenme ile 1838’de son bulmuştur. Turuncu çubuklar ise Davutpaşa Mahkemesi vakıflarıdır ve dönem başına kurulan vakıf sayısı oldukça fazladır.
Balat Mahkemesi’nde vasiyet vakfı sayısının yaklaşık %20 oranında çıkması bu konuda da karşılaştırma yapılması gerekliliğini ortaya çıkarmıştır. Mahkemelerde kurulan vasiyet vakıfları oranına bakıldığında; Davutpaşa Mahkemesi’nde 203 vakıfta 13 vasiyet vakfı vardır. Bunlardan üçü 18. yüzyıl 10 tanesi ise 19. yüzyıldadır. Balat Mahkemesi’nin 55 vakfında 10 vasiyet vakfı bulunmaktadır ve bunların ikisi 17. yüzyıl, sekizi 16. yüzyıl tarihlidir. Yeniköy Mahkemesi’nde tespit edilen 59 vakıftan yedi vasiyet vakfının tamamı 17. yüzyılda kurulmuştur. Evkaf Muhasebeciliği Mahkemesi’ndeki 103 vakfiye kaydında 22 vasiyet vakfı tespit edilmiş bunların 12’si 18. yüzyılda, 10’u 17. yüzyılda kurulmuş 19. yüzyılda ise vasiyet vakfına rastlanmamıştır. Tüm vasiyet vakfı yoğunluklarından çıkarılan sonuca göre vasiyet vakıflarının ağırlıklı olarak 16 ve 17. yüzyıllarda kurulduğu 18. yüzyılda azalmaya başladığı ve 19. yüzyılda seyrekleştiği anlaşılmaktadır. Fakat yine de bu konunun daha da belirginleşmesi için yeni araştırmalara ihtiyaç olduğu muhakkaktır. Tablo 1’de tüm mahkemelerin vasiyet vakfı sayıları verilmiştir.
Grafik 7, vakfedilen meblağları göstermektedir. 16. yüzyılın ortalarındaki yükselişin ardından İmparatorlukta mali sıkıntıların başlaması Balat Mahkemesi para vakıflarının sayısı ve vakfedilen meblağlara yansımıştır. 16. yüzyılın ikinci yarısından sonra vakfedilen meblağlardaki yükseliş trendi Kanuni döneminin ivmesini yansıtırken yüzyılın sonuna doğru Kanuni’nin vefatı ile ekonomik ve siyasi yönden zayıflayan Osmanlıyı görmek mümkündür. Ayrıca, 16. yüzyılın ikinci yarısından itibaren devlet hazinesi de açık vermeye başlamıştır[69]. 1597-1598 yıllarında gelirler 300.000 akçe iken giderler 900.000 akçeye çıkmıştır. Dış açıkların oluşmasında ve mali sorunların derinleşmesinde etken olan unsurlar 1578’de İran’a açılan savaş ile 1584’te akçenin değerinin %100 oranında düşürülmesi idi. Bu kapsamda yüzyılın sonunda 1585’teki tağşiş vakfedilen meblağların oldukça azalmasına sebep olmuştur.
Vakfedilen meblağların toplu şekilde görüldüğü Tablo 1’de Balat Mahkemesi toplamında 112.835 kuruş, Yeniköy Mahkemesi’nde 91.127 kuruş, Evkaf Muhasebeciliği Mahkemesi’nde 105.523 kuruş ve Davutpaşa Mahkemesi’nde 465.056 kuruş vakfedilmiştir. Buna göre Balat Mahkemesi en az vakıf sayısı ile sonuncu ve vakfedilen meblağa göre ikinci sıradadır. 16. yüzyılın 20 yıllık döneminde vakfedilen 50.000 kuruşluk meblağa Yeniköy Mahkemesi’nde 19. yüzyılın son çeyreğinde ulaşılabilmiştir.
Vakfedilen meblağların bir diğer önemli meselesi vakfa yapılan zamlardır. Vakfın ana parasına dışardan müdahale ile para eklenebileceği gibi[70] her sene giderler çıktıktan sonra arta kalanların asl-ı mala eklenmesinin istendiği durumlarla da karşılaşılmıştır. Balat Mahkemesi’nde dışardan para ekleme yolu ile zam yapılmazken giderlerden arta kalan paranın asl-ı mala eklendiği 12 vakıf tespit edilmiştir. Diğer çalışmalarda dışardan vakfa para ilavesinin tespit edildiği ilk yıllara bakıldığında; Yeniköy Mahkemesi’nde 1694’te, Evkaf Muhasebeciliği Mahkemesi’nde 1705’te, Davutpaşa Mahkemesi kayıtlarında ise 1839’da olduğu tespit edilmiştir. 16 ve 17. yüzyılların çoğunlukta olduğu Balat Mahkemesi’nde vakfa zam olmaması diğer üç çalışmanın bilgileri ile uyumludur. Tespite göre dışarıdan vakfa para ilavesinin hangi tarihlerden itibaren çoğaldığı araştırılmaya muhtaç konulardan biridir.
Grafik 8, vakfedilen meblağlar ve kurulan vakıf sayılarını bir arada görebilmek amacı ile oluşturulmuştur. Vakfedilen meblağ çizgisel seri, kurulan vakıf sayısı ise sütun halinde gösterilmiştir. Grafikte, kurulan vakıflarda net olarak dört yükseliş dönemi görülmektedir. Sütunlardaki yükselişlerin her biri farklı mahkemelere aittir. Balat Mahkemesi’ne ait 16. yüzyılın ortasındaki hareketlenmede Kanuni döneminin rüzgarını arkasına alan ani bir çıkış görülmektedir. Yeniköy ve Evkaf Muhasebeciliği Mahkemelerinin birlikte yakaladıkları çıkış 17. yüzyılın üçüncü çeyreğine denk gelen Köprülü devrinin ivmesini göstermektedir ve Balat’a göre daha geniş bir zamana yayılmıştır. Daha sonra Evkaf Muhasebeciliği Mahkemesi’nin 18. yüzyılın ortalarındaki tek başına yükselişinde 1739 Belgrad Antlaşması’ndan 1768’e kadar yaşanan barış döneminin etkisi büyüktür. Dördüncü yükseliş ivmesi ise Davutpaşa Mahkemesi verilerinde görülmektedir. 18. yüzyılın sonundan 19. yüzyılın son çeyreğine kadar oldukça geniş bir zaman dilimini kapsayan bu dalga, 1878 Osmanlı-Rus savaşının başlaması ve hazinenin iflasını duyurduğu yıllarda yerini keskin bir düşüşe bırakmıştır. Vakıf sayısındaki dönemsel ani yükselişler Balat ve Davutpaşa Mahkemelerinde olduğu gibi vakfedilen meblağlardaki iki keskin hareketle desteklenmiştir. 1560-1579 ile 1860-1879 dönemleri dışında kalan sürelerde vakfedilen meblağlar düşük kalmıştır. Davutpaşa Mahkemesi’ndeki zirvede 1875 yılında arka arkaya beş vakıf kuran Şerife Ümmügülsüm Hanım ve bir vakıf kuran eşi Binbaşı Mustafa Efendi’nin 488 tam yüzlük mecidiye/48.800 kuruş vakfetmesinden kaynaklanmaktadır. Bu kişiler askerî erkana mensupturlar. Aynı şekilde Balat Mahkemesi’ndeki zirvede Mahmut Paşa 19.800 kuruş, Nazperver Hatun ise 10.000 kuruş ile katkı yapmıştır[71]. Bunların da rütbelerinden ve vakfiyelerindeki detaylardan askerî erkan ve toplumun üst refah seviyesine mensup kişiler oldukları anlaşılmaktadır. Vakfedilen meblağlardaki belirgin fazlalıkların yaptıkları pikler elimine edildiğinde ortaya çıkan dengeli dağılım, şer’iyye sicillerinde tespiti yapılan vakıfların genellikle halk tarafından kurulduklarını bir kez daha göstermektedir.
Grafik 9, vakıfların kazançlarını elde ettikleri nema oranlarına aittir. Balat Mahkemesi Sicillerinde 19. yüzyıla ait dokuz vakfın tamamında nema oranının %15 olması turuncu ile gösterilen %15’lik oranın 19. yüzyıldaki belirgin fazlalığına katkı sağlamıştır. 19. yüzyılın bir başka özelliği ise 50 vakıfta nema oranı verilmemiş olmasıdır. Bu verinin aksine Balat Sicillerinde oran verilmeyen üç vakfın tamamı 16. yüzyıla aittir. Koyu mavi ile gösterilmiş oran verilmeyen vakıfların diğer yıllara dağıldığı tespit edilmiştir. Nema oranı verilmeyen vakıfların 19. yüzyıldaki fazlalığı döneme ait vakfiye örneğinin fazlalığından mı ileri gelmektedir? Bu konu hakkında fikir yürütebilmek için daha çok veriye ihtiyaç vardır. Ayrıca Balat Mahkemesi’nin %12.5 oranına da katkısı olmuştur. Diğer üç mahkemede bu oran sadece iki kez kullanılmışken Balat Mahkemesi’nde dört vakfiyede %12.5 oranı kayıtlıdır. Bunlardan üçü 1605-1635 arasındadır. Yine 16. yüzyılın üçüncü çeyreğindeki %10’luk nema oranının belirginleşmesi Balat Mahkemesi sayesindedir ve 16. yüzyıl para vakfı nema oranları ile uyumludur. Diğer üç mahkemede 371 vakfın 75’inde %10 oranı yer alırken, Balat Mahkemesi’ndeki 55 vakıftan 30’unda oranın %10 olması 16. yüzyıl çalışmalarının bir diğer katkısıdır.
Vakıf çeşitliliğini yansıtan Grafik 10’un önemli bir özelliği; aynı şablonda incelenmiş diğer çalışmaların toplu vakıf çeşitliliği grafiklerinde evlatlık vakıflarının tarihleri gözetilerek ayrıca sınıflandırmaya dahil edilmesidir[72]. Balat Mahkemesi eklenerek incelenen 426 vakıftan Davutpaşa Mahkemesi’nde üç, Evkaf Muhasebeciliği Mahkemesi’nde beş ve Balat Mahkemesi’nde iki olmak üzere toplam 10 evlatlık vakıf tespit edilmiştir. Yeşil renkte gösterilmiş olan evlatlık vakıfların 19. yüzyıl haricinde kalan yıllara seyrek olarak dağıldığı görülmektedir. 16. yüzyılda iki vakıf Balat Mahkemesi’ne aittir. 17. yüzyılda beş, 18. yüzyılda ise üç evlatlık vakfı bulunmaktadır.
“Diğer” başlığı, ciheti anlaşılamayan vakıflar için kullanılmıştır. Bunlar içinde Balat Mahkemesi’nde 16. yüzyılda iki belirsiz vakıf varken, Yeniköy Mahkemesi’nde bu sayı 18’dir[73]. Balat Mahkemesi avarız vakfı sayısı yüzyıllara dengeli şekilde dağılsa da 17. yüzyılda görülen avarız vakfı belirginleşmesine katkı sağlamıştır. Bu veri Evkaf Muhasebeciliği Mahkemesi’nde 17. yüzyılda kurulan vakıfların yaklaşık 1/4’ünün avarız vakfı olması ile uyumludur[74]. Şevket Pamuk 16. yüzyılın son çeyreğinde başlayan mali bunalımla birlikte tımar sisteminin çözüldüğünü ifade ederek sık sık avarız vergisi talebinde bulunduğunu belirtmesi 17. yüzyılın başında avarız vakfı sayılarının artış sebeplerini açıklamaktadır[75]. Esnaf vakıflarının 1600’lü yıllarda kurulmaya başlamış olma ihtimali bir kez de Grafik 10’dan tespit edilmiştir. 16. yüzyılın özellikle ilk yarısında çok az vakıf bulunması sonraki çalışmalarda mahkeme seçerken göz önünde bulundurulması gereken bir husustur.
Sonuç
Çalışma boyunca incelenen Balat Mahkemesi para vakfı vakfiyelerinin yarısından fazlasının 16. yüzyıla ait olması henüz para vakıflarının erken dönemi diyebileceğimiz yıllara ışık tutmuştur. Bu yüzyılda kurulan 32 vakfın 27’sinin Arapça yazılması araştırmayı zenginleştiren önemli bir unsurdur. Fetihlerin devam ettiği Kanuni Sultan Süleyman döneminin izlerini taşıyan yıllarda Balkanlar, Anadolu ve İstanbul’un çeşitli yerlerinde kurulmuş ve çok farklı bölgelere hizmet götürmüş para vakıfları tespit edilmiştir. Günümüzde bölgesel çalışmaların önemi bir kez daha anlaşılmış iken Osmanlı hukukunun vakıf kurulması hakkındaki kapsayıcı kuralları sayesinde bölgeler arasında ayrım-kısıtlama yapmadan vakıflara hareket imkânı sağladığı anlaşılmaktadır.
Balat Mahkemesi’nde kayıtlı vakıflar sayesinde özellikle Balkanlar’da fethedilen topraklar olan Yunanistan’da Mora Ballıbadra, Karaferye ve Selânik’te, Romanya’da İstorika Kasabası, Lakvar Kalesi ve civarına yapılan hizmetler ve şenlendirme faaliyetleri takip edilebilmiştir. Bu kapsamda fetihlerden sonra belli başlı iskan bölgeleri tespit edilerek dikey araştırmalar yapılmalıdır. Bu tarz bir araştırma Osmanlı egemenliği altında kalınan yıllarda Osmanlı iktisadi zihniyetinin Anadolu dışındaki topraklarda ne kadar karşılık bulduğu ile de bilgi verebilir. Osmanlı egemenliği altında kalınan süre bir zihniyet değişikliği sağlayabilecek bir süre midir? Aynı şekilde kaybedilen topraklardan göç edenlerin yerleştikleri yerler ve buralarda ne gibi vakıf hizmetlerinde bulundukları araştırılabilir. Göçmenlerin ilk etapta yerleştikleri bölgelerde hangi ihtiyaçlarını gidermeye çaba sarf ettikleri vakfiye okumalarından belirlenebilir.
Çalışmadan ortaya çıkan bir başka bulgu da vakfa zam uygulamalarıdır. Vakıf kurulduktan sonra vakıf ya da vakıfın dışında birisinin işleyişine devam eden vakfa, zam yapma işlemi Balat Mahkemesi’nde tespit edilmemiştir. Aynı şekilde 17. yüzyıl verisinin çoğunlukta olduğu Yeniköy Mahkemesi’nde de iki vakfa doğrudan para ilavesi tespit edilmiştir. Devamında 18 ve 19. yüzyıl ağırlıklı olan Davutpaşa ve Evkaf Muhasebeciliği Mahkemelerinde vakfa zam uygulamasının daha sık (8-9) görülmesi konuyu araştırılmaya muhtaç kılmıştır.
Ayrıca, çalışmada ortaya çıkan ve vakfa zam uygulamasıyla yakından bağlantılı vasiyet vakıflarının farklı bir örneği ile karşılaşılmıştır. İki vakfiyede, vakıf kurulduktan sonra vakfın işleyişi devam ederken vakıfın vefat etmesi halinde terekesinin 1/3’ünün vakfın asl-ı malına zam olunması isteği kayıtlıdır. Bahsi geçen iki vakıf tablo ve grafikler düzenlenirken vasiyet vakfı statüsünde değerlendirilmiştir. Bu örnekler vakıf kurumu giriftliğinin de göstergesidir. Dahası 16. yüzyılda kurulmuş vasiyet vakıflarında kefil ve rehin isteklerinin olmaması 18 ve 19. yüzyıllarda kurulan vakıflarda ise bu isteklerin varlığı incelemeye muhtaç konular arasındadır.
Neticede dört mahkemenin karşılaştırmalı incelemesinde; vakıfların topluma hizmet anlamında aynı, hizmet çeşitliği bakımından başka olduğu görülmüştür. Dahası kurulan vakıfların bölgeleri arasında mesafeler bulunsa bile bunların aslında kendi içlerinde bir bütünlük oluşturduğu görülmektedir. Söz konusu mesafeyi coğrafi olduğu kadar zaman ile de ilişkilendirmek mümkündür. 420 sene boyunca incelenen vakfiye örneklerinin zaman ve bölge özellikleri göz önüne alınarak yapılan değerlendirmesinde para vakıflarının dönemin sosyoekonomik yaşantısına ve siyasi ortama göre değişim ve dönüşüm gösterdiği tespit edilmiştir. Bu hareketlilik bir yandan menkul ve gayrimenkul vakıflarının idari ve hukuki yönünün devamlı gelişmesini sağlarken diğer yandan vakıf kurumu toplumun tüm kesimine yayılarak yatay bir büyüme göstermiştir. Bahsi geçen gelişmelere ilaveten para vakıfları özelinde dikey değişim ve dönüşümlere de rastlanmıştır. Vakıf sandıklar, menkul ve gayrimenkulün bir arada vakfedilmesi, vakıf gelirinden arta kalanlar ile gayrimenkul alınması, alınan gayrimenkullerin gelirlerinin yeniden para vakıfları içinde dolaşıma sokulması, vakfa zam uygulamaları, nema oranları değişimleri örnek olarak verilebilir. Neticede, 1491-1911 yılları arasında 426 para vakfının incelenmesi sonucunda bahsi geçen kavramların dönemsel şartlardan nasıl etkilendikleri açık bir şekilde ortaya çıkarılmıştır.
EK