Giriş
Konuya başlamadan önce fetihnâme kavramını kısaca tanımlamak yerinde olacaktır. Bilindiği kadarıyla genel olarak fetihnâmeler iki kısma ayrılmaktadır: Birinci kısım fetihnâmeler, elde edilen zafer sonucunda zapt olunan memleketlerle ilgili olarak komşu hükümdarlara, hanlara, prenslere, şehzâdelere ve vâlilere gönderilen ve Türkçe, Arapça ve Farsça olarak kaleme alınan nâmeler, yani küçük kitap veya mecmualardır [1] . Bu uygulama, zafer kazanmış olan hükümdarlar için, hem aleyhte şayiaları önlemek, hem de dahilde ve hariçte kendisine saldırmak için fırsat kollayanların ümidini kırmak için bir zorunluluk olarak görülmekteydi. Dosta, düşmana ve hatta düşmanın dostuna da hediyelerle birlikte gönderilen bu fetihnâmeler düşmanlara tehdit, dostlara müjde anlamı taşımakta idi. Her hâlde bundan dolayı bu tür fetihnâmeler, mümkün olduğu kadar, gönderilen makam ve muhatabın durumuna uygun olarak âyetler, hadisler ve Arapça ve Farsça hikmetli ibârelerle süslü ve abartılı olarak kaleme alınmaktaydı [2] . Konumuz bu tür fetihnâmeler olmadığı için burada bunlar hakkında ayrıntıya girilmeyecektir.
İkinci tür fetihnâmeler ise, Türk edebiyatında manzum ve mensur veya ikisi birden birçok örneği bulunan edebî eserlerdir. Bu türde kaleme alınmış fetihnâmeler bir şehrin veya kalenin fethini anlatır. Zamanla gazavâtnâme ve zafernâmeler ile karışmış olan[3] söz konusu fetihnâmeler önceleri yalnız bir hadiseyi anlatırlarken, daha sonraları bir padişahın, bir vezirin veya kumandanın bütün savaşlarını, fetihlerini anlatan türlere de ayrılmışlardır [4] . fiemseddin Sâmi bu ikinci tür fetihnâmeleri de, “bir fetih veya zafer hakkında yazılan kasîde ve manzûme, zâfernâme” olarak tanımlamaktadır [5] .
İlk örnekleri onbeşinci yüzyılda görülmeye başlamakla birlikte on altıncı yüzyıldan itibaren sayıları önemli ölçüde artan bu tür fetihnâmeler de, mümkün olduğu kadar olayın gidişatına ve mahiyetine uygun âyet, hadis ve Arapça, Farsça ve Türkçe hikmetli ibâre ve beyitlerle süslü ve abartılı olarak kaleme alınmışlardır. Bununla birlikte, edebî olarak sadece dönemin dil özelliklerini göstermeleri açısından kayda değer görülmektedirler[6] . Tarihî yönden, özellikle de savaş tarihi konusunda büyük öneme sahip oldukları bilinmektedir. Bu araştırmanın esas konusu olup, aşağıda tanıtılmaya çalışılacak olan Kıbrıs fetihnâmeleri de bu türden eserlerdir.
1. Kıbrıs Fetihnâmeleri ve Bu Konudaki Çalışmalar
Kıbrıs Türk tarihinin birçok kaynağı bulunmaktadır. Bunlardan şüphesiz birincisi, yerli arşivlerde korunmakta olan, sayıları kesin olmamakla birlikte milyonlarla ifâde edilen ve çoğu el değmemiş arşiv kaynaklarıdır. Değer olarak bunlardan sonra gelmekle beraber, 300 yıldan fazla süren bir dönemin sadece bir kesitini, özellikle fetih olayını ele alan ve bu konuda, mümkün olduğu kadar arşiv malzemeleriyle test edilmek kaydıyla önemli bilgiler sağlayabilecek Kıbrıs Türk tarihinin bir başka kaynağı da Kıbrıs fetihnâmeleridir.
Bilindiği kadarıyla Kıbrıs fetihnâmelerinin en eskisi fierîfî’nin Fetihnâme-i Kıbrıs’ıdır. Bu eser önce Levend[7] , daha sonra ise Mert[8] tarafından tanıtılmıştır. Nihâyet yine Mert[9] tarafından asıllarının fotokopileriyle birlikte yayımlanmıştır. fierîfî’nin bu eseri İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi Türkçe Yazmalar bölümünde 3851 numarada kayıtlı bulunmaktadır ve Mert’in bildirdiğine göre[10], diğer kütüphanelerde başka bir nüshası da yoktur. Eser 28 yapraktan ibârettir ve nesih olarak kaleme alınmıştır. Eserde adanın fethi tamamıyla ele alınmamıştır. Lefkoşa kalesinin düşmesi ile son bulmaktadır. Mert’in tespitine göre[11], eser Lefkoşa’nın zaptından (9 Eylül 1570) sonra kaleme alınmıştır. Mağusa’nın zaptı hakkında herhangi bir kayıt içermemektedir. fierîfî, eserinde kendi hakkında da bilgi vermektedir.
Kıbrıs fetihnâmeleri hakkındaki çalışmalar bahsi geçerken, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğrencilerinden Münevver Durmuşoğlu[12] ve Y. Eribe Ilgaz’ın [13] birisi bir kısmını, diğeri de kalan kısmını olmak üzere ele aldıkları Zîrekî’nin Târih-i Feth-i Kıbrıs isimli yazma eserinin Paris Millî Kütüphanesi nüshası (Supplement Turc, nr. 926)[14] hakkındaki lisans tezlerini de hatırlamakta fayda vardır. Zirâ, Zîrekî’nin eseri de fetihnâme tarzında kaleme alınmıştır ve büyük bir kısmı adanın zaptı ile ilgilidir. Ayrıca, içerik olarak aşağıda ele alınacak olan Pîrî’nin fetihnâmesi ile büyük benzerlikler ihtiva etmektedir. Biz eserin Viyana nüshasının mikrofilmini temin ettik[15] ve bu nüshayı incelememiz esnasında hemen karşılaştığımız önemli bir fark olarak eserin müellif adının “Zîrekî” değil “Zîrek” ve başlığının da Târih-i Feth-i Kıbrıs değil, Târîh-i Kıbrıs olduğunu tespit ettik.
Bugüne kadar araştırmacıların üzerinde çalıştığı bir fetihnâme de Pîrî’nin Fethiyye-i Cezîre-i Kıbrıs’ıdır. Nesih yazısı ile kaleme alınmıştır. Çift yanlı yazılmış 86 yapraktan (varak) oluşmaktadır. Her sayfada 15 satır vardır. Eser, 25 “bâb”, ya da konu başlığı ve 39 adet Farsça, 12 adet de Türkçe şiir içermektedir. Eserin başında besmele ile başlayan bir giriş, sonunda da (25. bâb) Kıbrıs hakkında bilgiler ve adanın o zamana kadar zapt edilemeyişinin sebepleri yer almaktadır. Hicrî Evâsıt-ı Rebî‘ü’l-evvel 979 / Miladî Ağustos-Eylül 1571 tarihinde tamamlanmıştır.
Bu fetihnâme Özcan Mert’in, fierîfî’nin fetihnâmesini 1974 yılında yayımlamasına kadar en eski Kıbrıs fetihnâmesi olarak biliniyordu[16]. Bu fetihnâmeye ilk önce Alasya[17], Levend[18] ve Karatay[19] ve daha sonra da Mert[20] değinmişlerdir. Eserin bilinen bir nüshası Topkapı Sarayı Revan Kitaplığı’nda 1294 numara ile kayıtlı bulunmaktadır. Eserin bir başka nüshası da aslen, ondokuzuncu yüzyılın Kıbrıslı iki sadrazamından birisi olan Kâmil Paşa’nın torunlarından Perihan Arıburun’da bulunmaktadır. Bu nüsha ona, Halil Can isimli bir Mevlevî tarafından 22 Mart 1970 tarihinde hediye edilmiştir. Bu nüshanın ismi Cezîre-i Fetih-nâme-i Kıbrûs’dur[21]. Fedai’den edindiğimiz bilgilere göre[22], bu nüsha 92 sayfadan oluşmaktadır. Her sayfa 15 satır içermektedir. Son üç sayfası ta‘lik ile yazılmıştır. Bu üç sayfanın satır sayısı da farklıdır. Bu yazma eserde, esere sahip olmuş iki kişinin adlarıyla birlikte “temellükleri” ile ilgili olarak Hicrî 979 ve Hicrî 1263 tarihleri bulunmaktadır. Fedai, Pîrî’nin Fethiyye-i Cezîre-i Kıbrıs’ının Revan nüshası ile Perihan Arıburun nüshasını [23] 1997 yılında edisyon kritiğini yaparak yayımlamıştır [24].
Pîrî’nin Fethiyye-i Cezîre-i Kıbrıs’ına ilişkin olarak üzerinde durulması gereken bir yazma eser daha vardır ki, ismi Kıbrıs Tarihçesi’dir. Bu eser Lefkoşa Mevlevîhanesi meşâyihinden Ârif Dede’ye aittir ve Pîrî’nin Fethiyye-i Cezîre-i Kıbrıs’ının sadeleştirilmiş ve özetlenmiş şeklinden ibârettir. Ârif Dede çalışmasını 11 Safer 1177 / 11 Ağustos 1763 tarihinde tamamlamıştır [25]. Bu eser Topkapı Sarayı Müzesi Kütüphanesi Yeni Yazmalar kitaplığında 319 numara ile kayıtlı bulunmaktadır. Eserin adı Osmanlı Müellifleri’nde[26] “Kıbrıs Tarihçesi, Meşâyîh-i Mevleviyyeden Ârif Dede Efendi” olarak geçmektedir.
Pîrî’nin Fethiyye-i Cezîre-i Kıbrıs’ının sadeleştirilmiş ve özetlenmiş şekli olan Ârif Dede’nin Kıbrıs Tarihçesi Fedai tarafından ilk önce 1991 yılında yayımlanmıştır. Eserin bu 1991 baskısı, yazarın kendi ifâdesi ile[27] “baştan aşağı yanlışlarla dolu” olduğu için yazarın bizzat kendisi tarafından toplatılmıştır. Fedai bu yazmayı, 1997 yılında yayımladığı Fethiyye-i Cezîre-i Kıbrıs isimli kitabının [28] ikinci kısmında tekrar basmıştır. Fedai adı geçen çalışmasının ikinci kısmının sonunda Kıbrıs Tarihçe’sini günümüz Türkçe’sine de çevirmiştir.
2. Pîrî’nin Fethiyye-i Cezîre-i Kıbrıs’ının Viyana Nüshası
Yakın zamana kadar, yukarıda bahsi geçen, Mert[29] ve Fedai[30] tarafından yayımlanan Kıbrıs fetihnâmelerinin eldeki nüshalarından başka nüshası olmadığı sanılmaktaydı. Bunlara ilâveten bir de, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü öğrencileri tarafından Paris nüshası lisans tezi olarak hazırlanan Zîrekî’nin Târih-Feth-i Kıbrıs’ından bahsedilmekteydi.
Franz Babinger’in Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri[31] isimli çalışmasında yer alan Kıbrıs’la ilgili fetihnâme ve tarihler hakkındaki notlardan hareketle, yaptığımız araştırmalar ve çalışmalar neticesinde Avusturya Millî Kütüphanesi’nde (Viyana) Fethiyye-i Berây-ı Cezîre-i Kıbrûs isimli bir fetihnâme nüshası daha bulunduğunu tespit ettik. İncelemelerimiz sonucunda bu fetihnâmenin, iki nüshası Fedai tarafından yayımlanan[32] Pîrî’nin fetihnâmesinin bir başka nüshası olduğunu gördük.
3. Pîrî’nin Fetihnâmesinin Viyana Nüshası ve Özellikleri
Fetihnâmenin ismi Babinger’de[33] Târîh-i Feth-i Kıbrıs olarak verilmektedir. Yalnız eserin herhangi bir yerinde böyle bir isme rastlanmamıştır. Eser “Fethiyye-i berây-ı Cezîre-i Kıbrûs der zamân-ı saltanat-ı hazret-i şehinşâh gâzî Sultan Selîm Hân” başlığı ile başlamaktadır (1b). Dolayısı ile eserin bu nüshasını sadece Fethiyye-i Berây-ı Cezîre-i Kıbrûs olarak isimlendirmek doğru olacaktır. Eser Avusturya Millî Kütüphanesi’nde (Viyana) 1111 numara ile kayıtlıdır [34]. Mülellifi Pîrî’dir (2a). Müstensihi “Ahmed, el-imâmü’l-câmî'-i ‘Arab Ahmed Pâşâ”dır (82a). İstinsah tarihi H. Evâ’i’l-i Muharrem 1160 / M. Ocak 1747’dir (78b). Eser çift yanlı yazılmış toplam 88 varaktan oluşmaktadır [35]. Her sayfada 15 satır yer almaktadır. Yalnız 31a’da 14 satır vardır. 15. satır müstensih tarafından silinmiş ve boş bırakılmıştır. Eser ta‘lik olarak kaleme alınmıştır.
Eserin 1 numaralı yaprağının ön yüzünde (1a) üstte sonradan düşüldüğü anlaşılan ve eserin Kıbrıs tarihi ile ilgili olduğuna dair Almanca bir not bulunmaktadır. Onun altında eserin sahibine ait olduğu anlaşılan ta‘likle yazılmış şöyle bir kayıt bulunmaktadır:
Fî imzâ’ihi
Feth olıcak bana bu nüsha-i gül
Ma‘rifet bûyı oldı sîne-güşâh
İhtiyârı gidüp heman-dem dil
Didi Allâhdur fe-enne-lehâ
Berîni’l-‘ibâd el-müftî fî vilâyeti’r-Rûm
El-müderris-i medrese-i Bâyezîd Hân-ı merhum
Bu kayıttan sonra da eserin müstensihi Lefkoşa Arab Ahmed Paşa Camisi’nde görevli İmâm Ahmed’e ait olduğu anlaşılan şöyle başka bir kayıt ve tarih vardır: “Züyyile ‘alâ yed-i fakîr-i hakîr felâhî-i pür-efkâr, fî M(uharrem), sene 1160”. En altta sol köşede ise okunamayan bir mühür bulunmaktadır.
Eser, besmele ile başlayan, Hz. Peygambere duâ içeren ve tahta Sultan Selim II’nin geçişini ve Kıbrıs’ın zaptını gerektiren hâlleri beyan eden bir girişle başlamaktadır (1b-4a). Girişi, fetih hazırlıklarını, sırasıyla Lefkoşa’nın ve Mağusa’nın ayrıntılı şekilde fetihlerini, Avrupa’dan gelecek yardımlara güvenerek kaleyi bir yıl boyunca teslim etmeyip, kalenin düşmesine yakın teslim bayrağını çeken, bu arada iki taraftan da binlerce insanın ölmesine neden olan Venedikli Mağusa kale komutanının ve adamlarının cezalandırılmasını, Kıbrıs adasının evsafını ve o tarihe kadar Müslümanların adayı zapt etme teşebbüslerini ele alan 24 “bâb”, yani konu başlığı takip etmektedir (4a-78b).
Eserin müstensihi İmâm Ahmed, eserin bitiminde (78b) eserin müellifi Pîrî’nin koyduğu tarihi değil kendisinin istinsah tarihini (Evâ’i’l-i Muharremi’lharâm, sene 1160 / Ocak 1747) koymuştur.
İmâm Ahmed eserin sonuna (79a-88a) değişik konularda Arapça olarak bazı zeyller koymuştur. Bu zeyller kısmında 79a ile 88a arasında bazı sayfalar boş bırakılmıştır. Bunlar; 82b, 84a, 84b ve 86b’dir.
Müstensih, birinci “Fâ’ide” (79a) ve “Ve mimmâ yüf‘alü’t-tardi’l-cerâd” (79b) başlıkları altında, ondokuzuncu asra kadar Kıbrıs’ta bir hayli etkili olmuş ve özellikle çiftçilerin ekip biçtiklerine büyük zarar vermiş olan çekirge istilâlarına karşı manevî olarak mücadele etmenin yolları hakkında bilgi vermektedir. Bir yöntem sunmaktadır.
İkinci “Fâ’ide” başlığı altında (80a-80b) kitabın tarihiyle ilgili bazı kısa bilgiler verilmektedir. Sonra “Fâ’ide-i celîle” başlığı (80b-82a) gelmektedir ki, burada eserin müstensihi İmâm Ahmed geçmiş zamanlarda yaşamış olan müfessirlerden (ehli’t-tefsîr) naklen Yahudilerin Hz. İsa’yı öldürmeye çalışmalarına dair bazı rivâyetlere yer vermiştir. Konuyu Hz. Peygamberin, “İlim öğrenmek her Müslüman için farzdır. Ehil olmayana ilim öğretmek hınzırın (domuz) boynuna cevher, lü’lü, dürr ve altın takmak gibidir” mealinde bir hadisi ile bitirmektedir (82a).
Yaprak 82a’nın sonunda eserin müstensihi “temmet” ibâresinin altında kendisini şu şekilde tanımlamaktadır: “Harrerehu’l-fakîru’l-hakîr Ahmed elİmâmü’l-câmi‘-i ‘Arab Ahmed Paşa, gafera’l-lâhu leh ve li-vâlideyhi ihsana’l-lâhu ileyhimâ ve ileyhi fî medîne-i Lefkoşa der cezîre-i Kıbrıs fî şehr-i Muharremi’lharâm, sene sittîn ve mi’e ve elf”.
Müstensih İmâm Ahmed 83a-88a arasında yine Arapça olarak “mes’ele” başlıkları altında bazı kaynaklardan birtakım hukukî konuları, daha doğrusu problemleri ve onlara cevap olarak verilmiş olan fetvâları kaydetmiştir. Meselâ, birinci meselede (83a) ömründe namaz kılmamış ve ne kadar kılması gerektiğini de bilmeyen birisinin ne yapacağı sorusuna cevap veriliyor.
İkinci meselede (83a) bir kadınla zinâ eden yedi erkeğin her birisine nasıl ceza verileceği belirtilmekte ve bu cezaların hukukî gerekçeleri açıklanmaktadır.
Dördüncü meselede (83b) bir adam, bir yerde oturmuş bir kadın ve onunla birlikte on tane erkek gördüğünü söylemektedir. Kadına bu erkekler nedir diye sorulduğunda kadın; “beş tanesi gulâmım, birisi zevcim ve dördü erkek kardeşimdir ve on tanesi de aynı karındandır” demiştir. Sonra bu durum şu şekilde açıklanmıştır: Kadın altı oğlu olan bir câriye satın almıştır. Bunlardan birisini azat etmiş ve onunla evlenmiştir. Satın alınan cariye kendisini, kendini satın alan kadının babasına teslim etmiş ve ondan dört oğlan çocuğu doğurmuştur. Dolayısıyla kadınla beraber görülmüş olan on erkek de aynı karındandır [36].
Yaprak 85a-86a’da ise, İslâm’ın büyük hukukçularından olan Ebu Yusuf’a bir gün ilim tedris ederken bir adamın yaklaşarak değişik konularda sormuş olduğu beş mesele ve bunlara verilen cevaplar hikâye edilmektedir. Müstensih İmâm Ahmed son olarak 87a-88b’de Mevzû‘âtü’l-‘ulûm[37] isimli eserden yine değişik konulara ait bazı kayıtları iktibas etmiştir.
4. Viyana Nüshasının Harid Fedai Nüshasına Göre Durumu
Araştırmalarımız sonucunda tespit ve mikrofilmini temin ettiğimiz ve yukarıda ismini Fethiyye-i Berây-ı Cezîre-i Kıbrûs olarak belirlediğimiz Pîrî’nin fetihnâmesinin Viyana nüshasının, içerik olarak Harid Fedai tarafından 1997 yılında yayımlanan nüsha ile aynı olduğu görülmüştür. Bütün benzerliklerine rağmen birçok farklılıklara da sahip oldukları anlaşılmıştır. İki nüsha arasındaki farklılıkların bir listesi çıkarılmıştır. Yukarıda söz konusu nüshanın özellikleri ele alınırken belirtilen farklılıklardan başka, neredeyse her sayfada ve bazan bir sayfada 9-10 tane farklı noktaların bulunduğuna şahit olunmuştur. Bu çalışmanın sınırları, tespit edilen farklılıkların bütünüyle sunulmasına imkân vermemektedir. Önemli görülen durumlar genel olarak 5 gruba ayrılmıştır. Aşağıda bu gruplar birkaç örnek verilerek ele alınacaktır.
a) İmlâ farklılıkları: İki nüsha arasında en çok karşılaşılan farklılıklardan birisidir. Bunlara küçük bir tablo hâlinde şöyle örnekler verilebilir:
Tabloda verilen örnekleri kısaca değerlendirmek gerekirse, birinci örnekte farklılıktan dolayı anlamın değişmediği görülüyor. İkinci örnekte, Viyana nüshasında edilgenlik, Harid Fedai nüshasında etkenlik söz konusudur. İlgili fiilin geçtiği cümle şöyledir: “Müddet-i kalîlede sefâ’in-i nusret-karîn yer yer müheyyâ olunup ‘adedü hasardan bîrûn kadırgalar müretteb ve mükemmel düzilüb”. Cümlenin gidişatına göre fiilin edilgen hâlde olması daha uygun gözükmektedir.
Üçüncü örnekte anlam değişikliği yoktur. Sadece yazım farkı vardır. Dördüncü örnekte Viyana nüshasında bir kâtip hatası söz konusudur, denilebilir.
Beşinci örnekte Viyana nüshası daha uygun gözükmektedir. Fiilin geçtiği cümle şöyledir: “Kuvvet-i dûş-i gâziyân-ı âhen-pûşden, akdâm-ı mü’minân yere degmeyüp mânend-i mürg-i diyâr halkı uçurdılar. Ve ‘âmmeten bir âşiyân-ı üstüvâra karâr etmegiçün hümâ-yı himmetlerin ma‘iyyetiyle tayerân etdiler”. Cümleden, gazilerin güçlerinden dolayı, bir kuşa benzetilen himmetlerinin yardımı ile tayeran ettikleri, yani uçtukları ve ayaklarının yere değmediği anlaşılmaktadır.
Altıncıda, Arapça dilbilgisi kuralları gereği Viyana nüshası doğrudur. “Müddet” sözcüğü müennes olduğu için onu tanımlayan sözcük de müennes olmalıdır. Yani “müddet-i medîd”de “medîd” müzekkerdir. “Medîde” olmalıdır. Yedincide, fiil esirlerin elbiselerinin çıkarılıp, onlara başka bir şeyin giydirilmesi ile ilgili olduğu için Harid Fedai nüshası doğru gözükmektedir.
Sekizinci örnek şöyle bir cümlede geçmektedir (72b-73a: 15/1): “…Mîr-i Efrenc-i dalâlet-şi‘ârun hakkından gelinmek niyyetiyle rahş-ı hevâ-reftâre süvâr olup; ahvâl-i mevzû‘ât ve esrâr-ı meknûnâta herkes ‘ârif ve vâkıf olmağiçün, tarz-ı şâhî üzre alâylar bağlayup ve cümle ağâyân atılup ve sipâhiyân-i encüm-şümâr kat-ender-kat ‘alâ-mekâdirihim yeniçeri serverleri ile müretteb ve müheyyâ oldular”. Cümle geneline bakılırsa Harid Fedai nüshası daha uygun gözükmektedir.
İmlâ farklılıkları açısından sonuç olarak, nüsha genelinde tespit edilen imlâ farklılıklarından bir kısmının anlam değişikliğine yol açtığı ve bir kısmının da herhangi bir anlam farklılığına neden olmadığı söylenebilir. Ayrıca, her iki nüshadaki farklılıkların önemli bir kısmının da müstensihlerin dikkatsizliklerinden kaynaklanmış olabileceğini burada belirtmek gerekir.
b) Farklı okuyuşlar: Nüshalar arasındaki farklılıklardan bazıları Harid Fedai’nin yayımladığı nüshada bazı terkipleri farklı okumasından kaynaklanmıştır. Meselâ, Viyana nüshasında 5b/6a: 15/1’de yer alan şöyle bir cümle vardır: “Kenâr-ı deryâyı nümûne-i mecma‘ü’l-bahreyn itdiler”. Fedai[38] bu cümleyi şöyle okumuştur: “Kenâr-ı deryâ-yı nümûne-i mecma‘ü’l-bahreyn”. Viyana nüshasında cümlenin anlamı daha kolay anlaşılmaktadır: “Denizin kenarını, iki denizin kavuştuğu nokta gibi yaptılar”.
Farklı okuyuşlara ikinci bir örnek 10b: 2’de cesurlar, kahramanlar, yiğitler anlamına gelen “gürdân” sözcüğü Fedai[39] tarafından “Kürdân” olarak okunmuştur ki, onun okuyuşuna göre sözcük “Kürtler” anlamına gelmektedir. Fedai’nin nüshasında bu sözcük “kürdân-ı neberd-gerdân” şeklinde geçmektedir ki, “savaşı döndüren, çeviren yiğitler, kahramanlar” anlamına gelmektedir. Viyana nüshasında cümle şöyledir: “Ümerâ-i ekrâddan Canbolad Beg dâme ‘izzuhu gürdân ile cânib-i garbîsinden meterisler kurub yevmü’l-ehadde ma‘a’l-ittifâk…”. Kıbrıs’ın fethinde Canbolad Bey ve adamlarının savaşın gidişatını değiştirecek şekilde gösterdikleri yiğitlikler hatırlanırsa, Fedai’nin okuyuşu olan “Kürdân-ı neberd-gerdân”, yani “savaşı döndüren, çeviren Kürtler” yerine, “gürdân-ı neberd-gerdân”, yani “savaşı döndüren, çeviren cesurlar, yiğitler veya kahramanlar” şeklindeki okuyuşun daha uygun olduğu söylenebilir.
c) Çok farklı kelimeler: İki nüshada bazı kelimeler çok farklı şekilde geçmektedir. Bu farklılıkların çoğu büyük anlam değişikliğine neden olacak niteliktedir. Bu farklı kelimeleri de küçük bir tablo hâlinde vermek mümkündür:
Tabloda verilen örnekleri kısaca değerlendirmek gerekirse, birincisinde Harid Fedai nüshasındaki, geçtiği cümlede “asmân, semâ” anlamına gelen “sipihr” daha doğru ve anlamlıdır. Viyana nüshasında cümle şöyle başlamaktadır: “Ol hurşîd-i sipâhî-i saltanat ü iclâl ve cemşîd-i serîr-i ma‘dilet ü ikbâle…”.
İkinci örnekteki “îsâl” ve “ittisâl” hemen hemen aynı anlamı taşımaktadırlar. Yalnız “îsâl” sözcüğünün metinde “îsâl bulduğu gibi” şeklinde geçtiğine ve genelde de “îsâl buldurma, buldurulma” şeklinde kullanıldığına bakılırsa[40] Viyana nüshasının daha doğru olduğuna hükmedilebilir.
Üçüncüde, Harid Fedai nüshası doğru ve anlamlı görünmektedir. Cümle Viyana nüshasına göre şöyledir: “Muhassal her gün evvel-i tulû‘-ı mihr-i cânârâdan âher-i grûb-ı âf-tâb-ı ‘âlem-tâba ve ….”. “Mihr-i cihân-ârâ” (dünyayı süsleyen güneş) genelde daha sık kullanılan bir tabirdir ve metne de daha uygundur.
Dördüncü örnekteki farklılık, Viyana nüshasının müstensihinin bir yanlışlığından kaynaklanmış gibidir. Beşincide, farklılık ya Harid Fedai nüshasının müstensihinden, ya da Fedai’nin okuyuşundan kaynaklanmaktadır. Zirâ “mağrifet” sözcüğünün en azından metne uyan bir anlamı yoktur. Doğrusu “affedilme, bağışlanma” anlamına gelen “mağfiret” olacaktır. Altıncıda, Viyana nüshası anlamlı ve doğru gözükmektedir. Viyana nüshasına göre (27a: 8-11) cümle şöyledir: “Küffâ(r)-ı hâk-sârun şikâr-horde olan sefâ’ini, sadamât-ı kahr-ı pâdişâhiye tahammül idemeyüb kırân[41]-ı bed-fî‘al cânibine teveccühi ve ….”.
Sonuncu örnekte ise bir tarih farklılığı vardır. İki nüsha arasındaki fark on gündür. Miladî karşılığı 7 Mayıs 1571 olan bu tarih, Mağusa kalesinin fethi için ikinci muhasara teşebbüsünün başlangıç dönemine aittir. Kıbrıs’ın fethi ile ilgili 12 Numaralı Mühimme Defteri’nde (978-979 / 1570-1572)[42] bu tarihle ilgili bir kayda rastlanmamıştır. Dolayısı ile hangi tarihin doğru olduğunu şu an için tam tespit edebilmek güç gözükmektedir. Aslında söz konusu tarih farklılığı fazla bir öneme sahip gözükmüyor. Çünkü Hicrî 978’in 12 veya 2 Zilhicce’si önemli bir olayın veya gelişmenin kesin başlangıç veya bitiş tarihi değildir.
ç) Atlanmış kelimeler ve kelime grupları: Bunlar da, iki nüshayı birbirinden ayıran en önemli farklılık unsurlarındandırlar. Bu gruba örnek teşkil edebilecek bazı farklılıkları içeren yine şöyle bir tablo hazırlamak mümkündür:
Birinci örnek Arapça bir duâ cümlesidir. Viyana nüshasında olup da, Harid Fedai nüshasında bulunmayan “bi-zikri” sözcüğünün eksikliği, söz konusu dua cümlesinde bir anlam bozukluğuna neden olmaktadır. Bu cümle aşağıda beşinci grupta daha ayrıntılı olarak ele alınacaktır.
İkinci örnekteki “olub” sözcüğü Viyana nüshasında fazladan yazılmıştır. Harid Fedai nüshası daha doğrudur.
Üçüncüde, Viyana nüshasında bizim okuyuşumuza göre, yiğitler, cesurlar anlamına gelen “gürdân”, Fedai’nin kendi nüshasındaki okuyuşuna göre Kürtler anlamına gelen “Kürdân” ismi, Harid Fedai nüshasında “savaş çeviren, döndüren yiğitler veya Kürtler” şeklinde çevrilebilecek olan “neberd-gerdân” tamlaması ile birlikte geçmektedir.
Dördüncüde, Viyana nüshasında olup da, Harid Fedai nüshasında bulunmayan “bahâdurân-ı şîr-pişe”, ait olduğu cümlenin öznesi durumunda olduğu için önemlidir.
Beşincide, Harid Fedai nüshasında verilen başlık Viyana nüshasında atlanmıştır. Dolaysı ile Viyana nüshası girişten sonra 24, Harid Fedai nüshası ise girişten sonra 25 “bâb”tan oluşmuş gözükmektedir.
Altıncıda, bolluk, çokluk anlamında kullanılan “perâkende” sıfatı cümlede çok önemli bir anlam farkına yol açmamaktadır.
Sonuncu örnekte ise, Viyana nüshasında yer alan “şehri” sözcüğü cümlenin anlamını değiştirmektedir. En azından belirsizlikten kurtarmaktadır. Nereyi seyr ettirdi sorusuna cevap oluşturmaktadır.
d) Nüsha farkı olmadığı hâlde, okuma, transkripsiyon ve tercüme konusunda gözden kaçanlar: Elindeki Pîrî’nin fetihnâmesinin nüshalarını büyük emek ve gayret sarfederek hazırlayarak önemli bir çalışma ortaya koymuş olan Kuzey Kıbrıs’ın en önemli araştırmacılarından birisi olan Harid Fedai’nin transkripsiyon ve tercüme konusunda doğal olarak gözünden kaçan bazı durumlar da olmuştur. Önce okuma ve transkripsiyon hususundaki bazı durumlara şu şekilde birkaç örnek vermek mümkündür:
Tabloda görüldüğü gibi, birinci ve dördüncü örnek transkripsiyonla ilgilidir. İkinci ve üçüncü ise doğrudan okuyuşla ilgilidir. Birinci örnek zafer ayetleri; ikincisi, evbâşdan (ayak takımı) bir kesik baş; üçüncüsü, ecri, yani karşılığı verilmemiş, karşılığı olmayan ümit, arzu ve dördüncüsü ise Rus asıllı anlamına gelmektedir.
Fedai’nin[43] çalışmasındaki tercümeler hususunda da birkaç noktayı belirtmekte yarar vardır. Fedai, yayımladığı fetihnâme nüshasında geçen konuyla ilgili Kur’ân-ı Kerîm âyetlerinin tercümesinde önemli bir zorlukla karşılaşmamış gözükmektedir. Çünkü çalışmasında her ne kadar kullandığı kaynakları belirtmemişse de, âyetlerin tercümesinde Türkçe açıklamalı bir Kur’ân-ı Kerîm’den faydalandığında şüphe yoktur. Dolayısıyla âyet tercümelerinde kayda değer bir problemle karşılaşılmamıştır [44]. Bununla birlikte, fetihnâmelerde Arapça ibâreler yalnızca âyetlerden ibâret değildir.
Fetihnâmelerde âyetlerden başka, Arapça kaydedilmiş hadisler, duâlar ve atasözleriyle de sıklıkla karşılaşılabilmektedir. Yapılan incelemeler sonucunda Fedai’nin özellikle bu sonuncular hususunda sıkıntı çektiği görülmüştür. Öyle ki, âyetler dışındaki Arapça ibârelerin Türkçe’ye tercümelerinin yeniden gözden geçirilmesinde yarar gözükmektedir. Bu duruma birkaç örnek verilebilir: Birincisi, Viyana nüshasına göre 4a/4-6’da şöyle bir duâ vardır: “Allahümme kemâ ce‘alte ağsâni’l-lisân fî besâtîni efvâhi’l-insân müsmireten bi-zikri[45] vasfihi’l-cemîl ic‘al celîle ‘inâyetike’l-kâ‘ide ve’d-delîl”. Fedai[46] bu duâyı iki kısma ayırmış ve şu şekilde tercüme etmiştir: Birinci kısmı; “Ey Allahım! Lisanları çeşitli kıldığın gibi bahçelerde (biten bitkilerden) çeşitli kokular saçan çiçekleri insan için (yarattın)” ve ikinci kısmı; “O’nun en güzel yanı (vasfı), yüceliği “yardım” olarak üstün kılması. Tıpkı yol gösteren kılavuz gibi”. Bu duâ cümlesinin Kıbrıs’ın fethine serasker tayin edilen ve Hz. Peygamberin ismini taşıyan ve onu hatırlatan Lala Mustafa Paşa’nın isminin hemen ardından geldiğini de hatırda tutarak, teşbihlerle bezenmiş söz konusu cümle şu şekilde de tercüme edilebilir: “Ey Allahım! İnsanların ağız bahçelerinde O’nun [Hz. Peygamberin] güzel vasfını zikretmekle, yani anmakla meyve veren lisân fidanlarını meydana getirdiğin gibi, yol gösterici ve kılavuz olan inâyetini celil kıl, yani bize büyük inâyetler (yardım) eyle”. Çünkü girişilen olay, yani Kıbrıs’ın fethi on altıncı yüzyılda Osmanlı Devleti’nin ve Akdeniz dünyasının en önemli hâdiselerinden birisiydi.
Fedai’nin Arapça tercümeler konusunu tekrar gözden geçirmesi gereğini hatırlatan durumlara bir başka seçkin örnek daha vermek mümkündür. Yine Viyana nüshasına göre 65b/3’de, kendisinden, Venedikli Mağusa kale komutanı ve adamlarının fethin neredeyse tamamlandığı bir esnâda ellerinde bulunan “ehl-i İslâmı hedm ü katl itmekle anların hakkından gelinüp itdügi kabâyih mukâbelesinde cezâ-yi sezâsın virmek câ’iz” olup olmadığı hususunda fetvâ talep edilen ve fetvâyı veren “Cezîre-i mezbûrede müftî-i vakt”, yani zamanın müftüsü için kullanılan şöyle bir bir elkâb vardır: “Efdâlü’l-mevâlî ve zuhri’l-e‘âlimü’lma‘âlî”. Fedai[47] bu ibâreyi şu şekilde çevirmiştir: “Fazılların övüncü yaptıklarından, âlimlerin sıkıntısı ise yorumlarından gelir”. Eğer bu elkâb cümlesi Arapça bir atasözü olup da, meselâ Fedai’nin verdiği gibi başka bir anlama sahip değil ise, bu ibâreyi en azından bir elkâb olarak şu şekilde tercüme etmek daha uygun gözükmektedir: “Mevleviyet pâyesine yükselmiş hâkimlerin faziletlilerinin övüncü ve yüksek ve ince ilimlerin, sırların en yüksek âlimlerinin nâdir bulunanı”. Tabiî söz konusu ibâreye metne uygun olarak bu şekilde bir anlam verebilmek için Osmanlı tarihi ile ciddî ölçüde ilgili olmak gereği âşikârdır.
Sonuç
Her bilim dalında olduğu gibi tarih ilminde de bilginin sonu yoktur denilebilir. Genelde Türk tarihi, özelde de Kıbrıs Türk tarihinin kaynaklarının çok büyük bir kısmı henüz gün ışığına çıkarılamamıştır. Bu konuda sınırlı da olsa, çalışmalar sürmekte ve her gün yeni yeni belge ve bilgiye şahit olunmaktadır. Birinci dereceden olmasa da, arşiv kaynaklarınca desteklenmek ve test edilmek kaydıyla en azından adanın zaptı esnasında cereyan eden savaşın tarihi, ya da başka bir deyişle, askerî tarih açısından büyük önem taşıyan Kıbrıs fetihnâmeleri için de aynı şey söz konusudur. Bugün olduğu gibi bundan sonra da yeni yeni fetihnâme örnekleri veya bunların farklı nüshaları ortaya çıkmaya devam edecek gibi gözükmektedir.
Bu araştırmada tanıtımını ve Fedai’nin incelediği Türkiye nüshaları ile karşılaştırmasını yapmaya çalıştığımız Pîrî’nin Fethiyye-i Cezîre-i Kıbrıs’ının Viyana nüshası onlardan yalnızca bir tanesidir. Bu araştırma sonucunda anlaşılmıştır ki, Harid Fedai tarafından Türkiye’deki bilinen iki nüshası yayımlanan Pîrî’nin Kıbrıs fetihnâmesinin başka bir nüshası olan Viyana nüshası ile Harid Fedai nüshası arasında hem içerik açısından büyük benzerlikler, hem de aynı zamanda Viyana nüshasının yeniden basılmasını gerektirecek kadar farklılıklar bulunmaktadır. Bu çalışmada iki nüsha arasındaki farklılıklara ancak sınırlı sayıda örnekler verilebilmiş olduğu da belirtilmelidir. Ayrıca bir son söz olarak, Pîrî’nin Fethiyye-i Cezîre-i Kıbrıs’ının elindeki nüshaların edisyon kritiğini yaparak uzun uğraşlar neticesinde yayımlamayı başaran araştırmacı Harid Fedai’nin başarısının göz ardı edilemeyeceği gerçeğini burada vurgulamak gerekir.