Giriş
Kölelik, İslam’dan çok önce İlkçağlardan başlayarak Ortaçağa, dolayısıyla da İslam dönemine intikal eden sosyo-ekonomik ve kültürel kurallar dizisi çerçevesinde işlerliğini sağlayan bir kurumdur[1] . Bu itibarla da kölelik insanlık tarihi kadar eskidir ve neredeyse (yirminci yüzyılı dışında tutarsak) insanlık tarihi boyunca da devam etmiştir[2] . Bilindiği gibi, savaş, korsanlık, haydutluk, yoksulluk, mahkeme kararı, borçlanma, sahipsiz kalma veya küçük yaşta kaçırılma, köle olarak doğma ve çocukken satılma gibi bir kısmı doğuşla varolan, diğeri de zaruretten doğan onur kırıcı ve insan haklarına aykırı durumlardan dolayı bazı insanlar, kendilerinden daha güçlü diğer insanlar veya devletler tarafından fertler veya kitleler halinde alıkonulmak sonra da pazarlanmak suretiyle hürriyetlerini kaybediyorlardı [3] . Daha sonra köle statüsüne tabi tutulan bu insanlar, şehirlerde kurulan köle pazarlarında satışa sunuluyordu[4] . İslam’ın gelişiyle birlikte, Orta Doğu’da kölelik tamamen ortadan kaldırılmadı, ancak insan hakları boyutu çerçevesinde kölelerin sosyal, kültürel ve insani durumlarını iyileştirmeye yönelik bazı düzenlemeler uygulamaya konuldu. Bu hususta Kur’an-ı Kerim’de[5] ve Hz. Peygamber’in hadislerinde[6] konu ile ilgili bazı öğüt ve tavsiyelere rastlamak mümkündür. Hz. Peygamber’in, kendi azatlı kölesi Zeyd b. Sâbit’e karşı gerçek babalık derecesindeki müşfik tavır, yaklaşım ve davranışları ve onun oğlu olan Üsâme b. Zeyd’i çok genç yaşta Hz. Ebu Bekir ve Hz. Ömer gibi İslam büyüklerinin de yer aldığı bir orduya kumandan tayin etmesi, vefatıyla sonuçlanan hastalığı esnasında da anılan ordunun ısrarla cepheye gönderilmesini istemesi ise az önce vurguladığımız öğüt ve tavsiyelerin birer uygulamasını teşkil etse gerektir[7] . Bu arada Hz. Ömer’in, “Ebu Huzeyfe[8] ’nin azatlısı Sâlim[9] , sağ olsaydı, onu veliaht tayin ederdim”[10] şeklindeki sözü de İslam kültüründe köle ve azatlılara ne denli değer verildiğinin bir göstergesidir. Bütün bu iyi muamelelere rağmen, Ortaçağ İslam dünyasında olumlu ve olumsuz yönleriyle köleliğin ve köleliğe dair hukuk ve müessesenin canlılığını koruduğunu görüyoruz. Hatta köleliğin en önemli ekonomik boyutunu oluşturan köle ticareti de bütün olumsuz yönleriyle işlerliğini devam ettirdi[11].
Biz bu çalışmamızda, Ortaçağ İslam dünyasında da bütün canlılığı ile devam eden köleliğin önemli bir yönünü oluşturan köle ticaretinin bir kolunu meydana getiren köle fiyatlarını bütün boyutlarıyla ele alıp değerlendirmeye çalışacağız. Makalemizin iç başlıklarını şöyle sıralamak mümkündür: Giriş, Ortaçağ İslam Dünyasında Vasıflı Köle Fiyatları, Ortaçağ İslam Dünyasında Vasıfsız Köle Fiyatları, Ortaçağ İslam Dünyasında Vasıflı Cariye Fiyatları, Ortaçağ İslam Dünyasında Vasıfsız Cariye Fiyatları, Ortaçağ İslam Dünyasında Köle Fiyatlarını Etkileyen Faktörler, Sonuç, Bibliyografya.
1. Ortaçağ İslam Dünyasında Vasıflı Köle Fiyatları
İslam Ortaçağı’nda köle de, satışa sunulan diğer mal ve ürünler gibi, kalitesine göre işlem görür ve ona göre fiyatlandırılırdı. Köle satışlarından bu kalitenin daha çok kölenin icra ettiği işler veya ortaya koyduğu yetenek ve marifetlerle alakalı olduğu görülmektedir. Örneğin on parmağında on marifeti olan bir kölenin değeri, bu özelliğe sahip olmayan köleden çok yüksekti. Kaynakların sunmuş olduğu bilgilerden, Emevî döneminin başlarında iyi bir kölenin 1400 dirhem[12]’e (140 dinar) satıldığı anlaşılmaktadır[13]. Ancak anılan dönemin ortalarında, bir kölenin değeri, edinmiş olduğu sanatına göre değişkenlik gösterirdi. Buna göre herhangi bir sanatı olmayan bir köle 100 dinar[14]a (1.000 dirhem) satılırdı. Eğer bir köle çobanlık deneyimine sahip bulunuyorsa, onun fiyatı 200 dinara (2.000 dirhem) yükselirdi. Aynı köle ok ve yay yapma becerisine sahipse, o zaman da 400 dinara (4.000 dirhem) satılırdı. Anılan dönemde güzel şiir söyleme yeteneğine sahip bir köle için 600 dinar (6.000 dirhem) ödendiği de bildirilmektedir[15]. Bu arada Emevî dönemi Mısır valilerinden Abdulaziz b. Mervan b. el-Hakem[16]’in huzurunda satışı yapılan Nubeli siyah bir köle ve aynı zamanda iyi bir şair olan Nusayb[17] için 1000 dinar (10.000 dirhem) fiyat biçilmiştir[18]. Yine bu dönemde İbn Abbas’ın (Hz. Peygamberin amcası oğlu Abdullah b. el-Abbas) azatlı kölesi İkrime[19] 4000 dinara (40.000 dirhem)[20], Abdullah b. Ca’fer b. Ebî Talib[21]’in bir kölesi ise 10.000 dirheme (yani 1000 dinara) satılmıştır[22].
Yukarıdaki bilgilerden, Emevîler döneminde meslek sahibi ve askerî özellikli kölelerle sanat ve edebiyat ile iç içe olan vasıflı kölelerin fiyatlarında belirgin bir yükselme olduğu görülmektedir. Ancak bu kategoriler arasında şarkıcılıkla şairliği bir arada toplayan kölelerin fiyatının bir hayli yüksek olduğu da bir gerçektir. Bu da Hz. Peygamber ve İlk dört halife dönemlerinden sonra Emevî ve Abbasî dönemlerinde maddî uygarlığın manevî uygarlığın önüne geçtiğini ve Arap toplumunun zenginlik ve refah seviyesinin yükselmesi sonucunda büyük bir değişimin yaşandığını ortaya koymaktadır. İslam fetihleri sonucunda ele geçirilen çeşitli etnik özelliklere sahip binlerce kölenin ekonomik, sosyal ve kültürel hayata katılması ile birlikte o eski sade Arap gelenek ve görenekleri değişime uğramış ve yeni homojen bir toplum manzarası ortaya çıkmıştır. Bu kaçınılmaz değişim, ister istemez sanat ve edebiyatın gelişmesine ve bu iki olgunun ilk sıralarda yer almasına sebep olmuştur.
Ahmed Salih el-Ali’nin ifadelerine göre, İslâm fetihlerinin savaş esiri olarak kölelerin sayısını artırmasına rağmen, fiyatlarında herhangi bir düşüş meydana getirmemiştir. Aksine fetihler sonucunda ekonomik bir refah sağlanarak evlerde veya tarım, ticaret ve endüstri hayatında kullanmak maksadıyla kölelere olan talebi artırmıştır. Bu arada kölelerin maharet ve çalışkanlıkları sonucunda efendilerine kazandırdıkları kârlar, onların büyük oranda fiyatlarının yükselmesine de sebep olmuştur. Bunu ise hürriyetlerini elde etmek için ödedikleri büyük meblağlardan da anlamak mümkündür[23]. Kûfe şehrinde, hürriyetlerini elde etmek için üç kişi, kişi başına 70.000 dirhem (7.000 dinar), üç kişi, 50.000 dirhem (5.000 dinar), altı kişi, 40.000 dirhem (4.000 dinar), iki kişi, 30.000 dirhem (3.000 dinar), beş kişi de 20.000 dirhem (2.000 dinar), Basra’da ise aynı amaç uğruna iki kişi, kişi başına 100.000 dirhem (10.000 dinar), iki kişi, 50.000 dirhem (5.000 dinar), üç kişi de 40.000 dirhem (4.000 dinar) ödemişlerdir. Ayrıca serbest kalmak için 30.000 dirhem (3.000 dinar) ödeyen başka bir köle hakkında da bilgi verilmektedir. Hicaz bölgesinde ise Ebu Sa’îd el-Makberî ve Eflah adındaki kişilerden her biri de 40.000 dirhem (4.000 dinar) karşılığında hürriyetlerine kavuşmuşlardır. Burada İbn Sirîn[24] olarak tanınan âlim de, ancak 20.000 dirhem (2.000 dinar) ödeyerek kölelikten kurtulmuştur[25].
Erken İslam döneminde özellikle de Hicrî Birinci Yüzyılda devletin her türlü mal ve ürün fiyatlarına müdahalesi söz konusu olmadığından[26], yukarıdaki örnekte de görüldüğü gibi, kölelerin özgürlüklerine kavuşmak için büyük meblağlar ödedikleri anlaşılmaktadır. Doğaldır ki bu fırsat her köle için geçerli değildi. Zira onların büyük bir kısmı o dönemde bu denli büyük paraları kazanma şansına sahip bulunmuyordu. Kaldı ki bazen bir köle hürriyetine kavuşmak için istenilen yüksek meblağı toplamak uğruna insanlardan dilenmeye bile tenezzül edebiliyordu[27]. Ama bütün eksikliklerine rağmen İslam hukukunun insan hürriyetine büyük önem verdiği aşikârdır. Zira günahların bir kefareti olarak veya herhangi bir hastalıktan kurtulma veyahut ölüm olayı sebebiyle eskiden olduğu gibi birçok köle ve cariye efendileri tarafından azat edilmekteydi. Hatta köle azat etme olayı bazen öyle boyutlara ulaşıyordu ki, serbest bırakılan kölelerin sayısı yüzleri veya binleri bulmaktaydı [28].
Abbasîler döneminde köle fiyatları, onların kökenleri, cinsiyetleri, yaşları, eğitimleri ve onlara olan arz-talep boyutuna göre de değişiyordu. H. 190 yılında Abbasî halifesi Hârûnu’r-Reşîd’in, Humeyd b. Ma’yûf ’u, Şam ve Mısır’ın sahil bölgelerine vali tayin etmesinden sonra, bir ayaklanma sebebiyle Kıbrıs anılan komutan tarafından ele geçirilmiş, buranın halkından 16000 kişi esir olarak er-Râfika[29]’ya getirilmiştir. Ebu’l-Bahterî[30] tarafından gerçekleştirilen kölelerin satışı esnasında esirler arasında bulunan Kıbrıs piskoposu 2000 dinara (30.000 dirhem) satılmıştır[31].
On beşinci yüzyıl tarihçilerinden el-Makrizî’nin ifadelerinden, Abbasî halifesi Abdullah el-Me’mun’un çok sayıda askerî özelliklere sahip Türk asıllı memlûk satın aldığını, anılan köleleri satın almak için de çok yüksek miktarda paralar harcadığını, hatta onlardan bir memlûkü 200.000 dirheme satın alığını öğrenmekteyiz[32].
Abbasiler zamanında (399/912) daha önceleri kaba olarak “hasî” (hadım edilmiş olan kişi) şeklindeki bir adla adlandırılan, halk tarafından ise “Hayırsız oğlan”, “Su ve un dökülmüş” veya: “Uzun bacaklı hayırsız” şeklinde ağır hakaretlere maruz kalan hadım edilmiş kölelere acıklı durumlarından dolayı hâdim (hizmetkâr) veya muallim (öğretmen), üstaz (hoca), şeyh gibi adlarla hitap edilmeye başlanmıştır. Bu zavallı insanlar belli merkezlerde çok ağır ve bir o kadar da riskli olan hadimleştirme operasyonuna tabi tutuluyorlardı [33]. Bu nedenle de anılan kölelerin fiyatı bir hayli yüksekti. Örneğin, Bizans’ta bir hadımın fiyatı, normal bir kölenin fiyatının dört misli kadardı [34].
İbn Havkal’in bildirdiklerine göre, Ortaçağda en iyi köleler Türk memleketlerinde bulunurdu. Bu yazara göre bütün dünya köleleri arasında Türk kökenli kölelerin eşine rastlanmaz, güzellik ve değer yönünden de hiçbir köle onlarla karşılaştırılamaz. Horasan’da görmüş olduğu normal bir kölenin bile 3000 dinara satıldığını anlatan coğrafyacı, burada Türk kökenli bir cariyenin ise yine 3000 dinara alıcı bulduğunu bildirir ve bu konudaki görüşlerini şöyle tamamlar:
“Musiki aleti çalanlar ve güzel şarkı söyleyenler dışında dünyanın hiçbir yerinde ister Medine doğumlu olsun isterse de Rum asıllı olsun, bir köle ve bir cariyenin bu kadar yüksek bir fiyata satıldığını ne gördüm ne de eşittim”[35].
Ancak geç Ortaçağlarda vasıflı köleler listesinde yer alan ve daha ziyade askerlik hizmetlerinde istihdam edilen Türk asıllı kölelerin (Memlûk) fiyatları İbn Havkal’in hayretle belirttiği kadar yüksek değildi. Hatta bu dönemde Slav kökenli kölelerin fiyatları diğer milletlere mensup kölelerin fiyatlarından daha yüksekti. Örneğin, bir köle Slav ırkından ise 1000 dinara satılıyordu. Türk kölenin fiyatı ise 600 dinardı. Aynı dönemde Afrikalı siyahî bir köle daha da ucuza alıcı bulmaktaydı [36]. Yine de bazı önemli özelliklerinden dolayı bir memlûkün fiyatı 1000 dinarı bulmaktaydı [37]. Örneğin Kıpçak Türk’ü olan Memlûklu Sultanı Kalavun[38] “el-Elfî” (binlik) olarak tanınıyordu, çünkü el-Meliku’s-Sâlih[39] onu 1000 altın dinara satın almıştı [40]. Ancak 1000 dinara satılan her memlûk için “el-Elfî” (binlik) adı kullanılmıyordu. Fârisuddin Oktay[41] da bin dinara satın alınmıştı. Ama “el-Elfî” (binlik) olarak adlandırılmamıştı. Fakat yine de, aynı biçimde açıklanmayan “el-Elfî” (binlik) lakabıyla tanınan başka memlûklar da vardı. Onları da şöyle sıralamak mümkündür: Sunkur el-Elfî[42], Sencer el-Elfî[43] ve Kansû el-Elfî[44]. Muhtemelen Kansû Hamsümi’a[45] (Beşyüzlük) Canem Hamsümi’a[46] (Beşyüzlük) ve “Sittümi’a” (Altıyüzlük) lakabı ile tanınan hadım Mercan el-Camâlî adındaki memlûkların da bu lakapları satın alındıkları fiyatlarıyla alakalıydı. David Ayalon, anılan lakapları taşıyan memlûklarla, “İsney ‘Aşar” (On ikilik) olarak tanınan Birdibeg ez-Zâhirî[47]’nin bu lakaplarının ucuza satın alındıkları ile ilgili olabileceğini ileri sürmektedir[48]. Aynı yazara göre, gözünde bir leke bulunan Sultan Baybars[49]’ın fiyatı 40 dinardı ve bir başka memlûk 750 veya 1000 dirheme satılmıştı. Bu da o devirde 37 veya 40 dinarın karşılığı idi. Memlûklu Sultanı Tatar[50], Yeşbük es-Sûdûnî[51]’yi 100 dinara satın almıştı. Sultan Muayyed Şeyh[52], Trablus valisi olduğu sıralarda Yeşbük el-Muşidd[53] için 2.000 dinar ödemişti. Biraz önce adı geçen Tatar, 801 hicrî senesinde 12. 000 dirheme satın alınmıştı, bu da 30-35 dinarın karşılığı idi. el-Muayyed Şeyh ise küçük bir memlûk için 2000 dirhem ödemişti[54].
David Ayalon, “Memlûk Devletinde Kölelik Sistemi” adını taşıyan makalesinde, Mısır’daki memlûk fiyatlarını karşılaştırmalı bir değerlendirmeye tabi tutmaktadır. Yazarın anılan bilgi ve değerlendirmelerini aynen aktarıyoruz:
“Emîr olup imparatorlukta gözde durumları olan ve birinci satın alınmaları yasal olmadığından yeniden satılan memlûklara ödenen fiyatlar hakkında çok bilgi var. Ama bunların fiyatları, genç tanınmamış ilk defa satılan bir memlûkünki hakkında hiçbir fikir vermez; bu konuya daha sonra geleceğiz. Şimdi başkalarından daha fazla memlûk satın alan bir sultanın devrinde duralım ve buna tanıklık eden kaynakları inceleyelim. Bahsettiğimiz kişi en-Nâsır Muhammed b. Kalâvûn’dur. Makrizî’nin eseri olan “Hıtat”a göre, en-Nâsır’ın memlûklar için ödediği fiyatlar o kadar yüksekti ki bir baba, bu durumlarda oğlunu Mısır’a kişi başına 100.000 dirheme kadar ödeyen sultana götüren köle tacirine satma arzusuna karşı koyamazdı. “Sülûk” adlı kitabında aynı tarihçi daha fazla ayrıntılar verir. Ve bize öğrettiğine göre Sultan en-Nâsır’ın zamanında köle tacirleri bir memlûku 20.000, 30.000 veya 40.000 dirheme (yani 1000, 1.500 veya 2.000 dinara) satın alırlardı. Halbuki sultan kişi başına 100.000 dirheme, yani 5.000 dinara, kadar öderdi. Bu veriler, en-Nâsır’ın belirli durumlarda ödediği meblağlarla ilgili açık ve kesin bilgiler tarafından doğrulanıyorlar mı? Bütün tarihçilerinde ancak iki yerde en-Nâsır’ın, el-Makrizî’nin bahsettiği meblağlara yaklaşan bir fiyat ödediğini bulduk. Ona göre Sırgıtmış en-Nâsirî[55] 80.000 dirheme, yani 4.000 dinara, ve Meliktimur el-Hicâzî en-Nâsirî[56] 100.000 dirheme, yani 5.000 dinara, satın alınmışlardı. Bu ikisinin her biri için ayrıca yüksek bir meblağın olağanüstü güzellikleri için ödendiği anlatılır. İbn Hacer el-Askalanî’nin, bununla ilgili tanıklığının özellikle dikkate alınması gerekiyor: “en-Nâsır, memlûkları satın alırdı ve aşağı yukarı 4.000 dinara kadar ve belki hatta daha yüksek bir fiyata tek bir tanesi için öderdi”. Eserin bir başka el yazmasında şu okunabilir. “Bu da Sırgıtmış”tır. Bundan şu sonuç çıkıyor ki: Bu tarihçi, Muhammed b. Kalâvûn’un memlûklarına ödediği aşırı fiyatlar için açık örnekler vermek istediği zaman tek ve herkesçe bilinen bir tanesini saymakla yetiniyor. Ve başka yerde Sırgıtmış için sunulan meblağla ilgili olarak şunu ekliyor: “Bir memlûk için böyle bir fiyat ödendiği hiç duyulmamıştı”. Halbuki biliniyor ki büyük güzelliğe sahip olup da o yüzden en-Nâsır tarafından sevilen ve sonra sultanın sağ kolu olan emir Kansû’nun fiyatı ancak 8.000 idi, yani 400 dinar, ve emir Beştâk, en-Nâsır tarafından 6.000 dirheme, yani 300 dinara, satın alınmıştı. Bunlar kaynaklarda haklarında bulduğumuz kaydedilmiş fiyatları olan en-Nâsır’ın memlûklarıdır. Aktardığımız olgular, el-Makrizî’nin yukarıda söylediklerini büyük bir ihtiyatla karşılamak gerektiğini kanıtlar. Hangi kaynaklar bize en azından yaklaşık olarak basit bir memlûkun ortalama fiyatı hakkında bilgi verebilir? Bu konu ile ilgili yalnız üç yerde, hepsi Hicrî 9. yüzyıla ilişkin, bilgi bulduk: 839 yılında büyük bir memlûk grubuna dâhil olan Kayıtbay[57], arkadaşları ile memlûk başına 50 dinara satılmıştı. 871 yılında sultanın bir ay boyunca memlûkların ülkesine girişini yasaklayışından sonra bir yük dolusu memlûk geldi; sultan onları kişi başına 100 dinara satın aldı. Bununla ilgili olarak tarihçi, ödenmiş olan fiyatın sultanın geçmişte ödemeye alışık olduğu fiyattan çok daha yüksek olduğunu söylüyor. 873 yılında Sultan Kayıtbay, selefi olan Sultan Hoşkadem[58]’in kuttabiye’lerini kişi başına 10.000 dirheme satın almıştı (o devirdeki 25-30 dinara eşitti). Tarihçilere göre bu ucuz bir fiyattı. Öyleyse Hicrî 9. yüzyılda bir memlûkun ortalama fiyatı aşağı yukarı 50-70 dinar olarak biçilebilir"[59].
2. Ortaçağ İslam Dünyasında Vasıfsız Köle Fiyatları
Arap Yarımadası’ndaki vasıfsız kölelerin fiyatlarını Hz. Peygamber’in belirlediği cenini düşürme cezası ve Hz. Ömer’in, Arap kökenli köleleri azat etmek için sınırlandırdığı 400 dirhem olan fidye miktarından tespit etmek mümkündür. Bu ise o dönemde bir kölenin fiyatını gösterse gerektir. Ancak sayısı az olmayan bazı belirtiler de o dönemde kölelerin fiyatlarının 800 dirheme kadar yükseldiğini göstermektedir[60].
Hz. Ömer’in, Ziyad b. Ebihî[61]’ye vermiş olduğu 1000 dirhemlik bir meblağın ikinci şahıs tarafından Ubeyd adında bir kölenin satın alınıp azat edilmesi olayına memnuniyetini belirtmesinden, bu dönemde bir kölenin 1000 dirheme bile satılabileceğini ortaya koymaktadır[62].
Köle fiyatları, Hz. Peygamber ve Hz. Ömer döneminde ortalama 400 dirhem olarak belirlenmişse de, Hz. Ali zamanında bu rakamın biraz üzerinde olduğu görülmektedir. Bu devrin başlarında normal bir köle 600, 700, 800 ve hatta 1.000 dirheme satılabiliyordu. Fars bölgesine bağlı Erdeşirhurre[63] valisi Maskala b. Hübeyre[64], Ma’kil b. Kays[65] tarafından esir edilen 500 kadar gayrimüslim Benî Nâciye[66] mensubunu, kişi başına 1.000 dirhem ödemek suretiyle satın almış, sonra da tümünü serbest bırakmıştı. Bu da Hz. Ali döneminin sonlarına doğru yaşına, kökenine ve cinsiyetine bakmaksızın ortalama köle fiyatının 1000 dirhem olduğunu göstermektedir[67]. Ancak Erken İslam dönemi köle fiyatları ile ilgili bütün bu fiyat dalgalanmalarına rağmen, bu tablonun Abbasîler zamanında da çok fazla değişmediğini ve zaman zaman Hz. Peygamber ve Hz. Ömer döneminde olduğu gibi, bu dönemde de bir kölenin 400 dirheme satıldığını göstermektedir. Örneğin önceleri bir köle olarak Yunis b. Asım’ın hizmetinde bulunan Abbasî dönemi ünlü kumandanlarından Horasanlı Ebu Müslim[68], Bukeyr b. Mahân tarafından 400 dirhem karşılığında satın alınarak İmam İbrahim[69]’e gönderilmiştir[70]. Bu da Hz. Ömer ve Hz. Ali dönemindeki vasıfsız köle fiyatlarının diğer dönemler göre az bir yükselme kaydetmesinin geçici bir durum olduğunu gösterir.
Kaynakların verdiği bilgiye göre, Abbasî döneminin başları ve Hicrî ikinci yüzyılın ortalarında normal vasıfsız köle fiyatları daha düşerek bir köle sadece 200 dirheme satılıyordu. Umman’da iyi zenci bir köle için 25-30 dinar arasında bir fiyat ödendiği gibi[71], normal genç bir köle 23 dinara satılmaktaydı [72]. Bir rivayete göre, Mısır’a hükümdar olan İhşidli Kâfûr[73], H. 312/924 yılında hadım olduğundan dolayı 18 dinara satılmıştı. Ünlü şairlerden el-Mütenebbî[74], kendisine karşı öfkelenen bu hükümdar hakkında şunları söylemektedir:
“O siyahî hadıma kim iyilik öğretti? Beyaz tenli kavmi mi yoksa avcı olan ataları mı? Yoksa köle satıcısının elinde kanayan kulağı mı? Yoksa geri çevrilen iki fels[75]lik değeri mi? Zira beyaz boğalar iyilik yapmaktan acizken siyahî hadımlar nasıl bunu yapacak.”[76].
el-Mütenebbî’in sözlerinden de anlaşıldığı gibi, İhşidli Kâfûr çok ucuza satılmıştır. İbn Hurdazbih, Abbasî devletinin haraç şeklinde Horasan bölgesinden almış olduğu mallar arasında değeri 600.000 dirhem olan 2000 adet baş kölenin de yer aldığını belirtmektedir[77]. Bu rakamlara göre her kölenin fiyatı 300 dirhemi geçmiyordu Ancak savaşlarda esir alınan köle sayısının fazlalığından dolayı, zaman zaman köle fiyatları da aşırı bir düşüş kaydedebiliyordu. Buna bir örnek olarak İslam dünyasının batısındaki Endülüs’te meydana gelen el-Erek Savaşında Müslümanların ele geçirdikleri ganimet ve esirlerin fiyatlarını göstermek mümkündür. Zira bu savaştan sonra bir esir bir dirheme, bir kılıç[78] ise yarım dirheme satılmıştır[79].
Geç Ortaçağlarda her kentte insanların gidip köle satın aldıkları bir esir pazarı kurulurdu. Her pazarda fiyatları ve pazarlıkları gözetlemek ve anlaşmazlıkları önlemek için resmî denetçi bulunurdu. Örneğin Samarra[80]’da bütün bir meydan bu pazara ayrılmıştı ve satışlar bu meydanı çevreleyen binalarda yapılırdı. Zemin katında malın kabası satılırdı. Yukarıdaki katlar ise çok kez yüksek fiyatlara giden lüks kölelere ayrılmıştı. Fiyatlar çok değişken ve mala bağlı olduğu gibi, arz ve talebe de bağlı idi. Burada en değerli köleler Orta Asya’dan getirilen ve özel muhafız birliklerinde istihdam edilen Türkler ve genel olarak orduya ayrılmış olan Slavlardı. 924’de güzel bir Habeş köle 18 dinardı [81].
Eliyahu Ashtor’un ifadelerine göre, 1300 yılı Eylül ayında, Yahudi bir tüccar olan Palermo’dan Raffaele oğlu Macalufo (Mahlüf), Girit’teki 5 Yahudi’yi serbest bırakmak için fidye olarak toplam 700 beyaz besant (Bizans’ın altın parası) harcamıştır[82]. Filistin’in Kaysâriyye83 şehrine bağlı Kafer Sellâm84 köyünün sahillerinde Rumlar, Müslüman esirlerden üç tanesini 100 dinara (tanesi 33 küsur dinar) satıyorlardı [85]. Yine yaklaşık bu tarihlerde Moğol hükümdarlardan Gâzân Han[86], Halep, Hama ve Sermîn[87] şehirleri ile Antakya ve es-Sumâk’ın dağlık bölgelerini ele geçirerek bu yerleşim merkezlerindeki koyun ve inek sürüleri ile birlikte Müslüman erkek, kadın ve çocukları tutsak ettikten sonra esir başına 10 dirhem gibi düşük bir miktar karşılığında Ermenilere satmıştır[88].
Bu gibi bir muamele, yani Müslüman bir hükümdarın Müslüman esirleri satışa çıkarması olayı, İslam dünyasında yaygın olan bir davranış değildir. Bu uygulama daha ziyade Moğol örfü ile ilgili olmalıdır. Zira Moğolların savaş hukuku ve muharebe yöntemleri, İslam’ın öğretilerini ve hukukunu harfiyen uygulayan ilk Müslüman Türk devletlerininkinden (Karahanlılar, Gazneliler, Tolun Oğulları, Selçuklur) çok farklıydı. Onların savaş stratejisi ve yöntemi daha ziyade göçebe bozkır örfüne göre uygulanmaktaydı ve zaman zaman vahşet boyutuna kadar uzanmaktaydı. Burada Moğolların Müslüman olmadan önceki durumları ile Müslümanlığı kabul etmelerinden sonraki durumlarını da birbirinden ayırmak gerekir. Anılan esir satışının hangi tarih ve devrede gerçekleştiği hakkında bilgi verilmediğinden bunu tam olarak tespit edemiyoruz. Eğer bu olay, İslam’ı ilk kabul eden Moğol hükümdarı unvanını kazanan Gâzân Han Müslüman olduktan sonra gerçekleşmiş ise bu davranış İslam hukukuna aykırı bir uygulama olarak değerlendirilmelidir. Aksi durumda yapılanı Moğol örfü ile yorumlamak gerekir.
3 Rebî’u’l-Evvel 731/15 Aralık 1330 tarihinde gerçekleşen bir köle satışı belgesinde ise şu detaylara rastlanmaktadır:
“Kamâluddin Huseyn b. Abdillah b. Osman es-Sîvâsî’nin satımı, bir aded: Tahmâsb adında, uzun boylu, beyaz tenli, kırmızı yüzlü, kara gözlü, açık (guşâde) kaşlı, elinde Giyâsuddin Mahmud b. Abdillah el-Ahrâkî’nin mektubuna sahip olan bir aded Çinli ) Hitâ’î) köle nakit 500 “tebrîz şehri saf gümüş dînârına” -ki bunun yarısı 250 dînâr eder- Tebrîz şehri tamgâcî ve dellâllerinin huzurunda satıldı. Eğer çalınmış (dozdîde) veya bulunmuş (bulârgû) çıkar ise sorumluluğu satıcıya aittir. Filân ve filânın dellâlliğiyle 3 Rebî’u’l-Evvel 731/15 Aralık 1330”[89].
Bu köle satış akdinden, 1330 yılının Aralık ayında Tahmâsb adında Hitâ’î bir erkek kölenin 500 Tebriz gümüş dinarına satıldığını öğreniyoruz.
3. Ortaçağ İslam Dünyasında Vasıflı Cariye Fiyatları
İslam’ın erken dönemlerinde savaş esirlerinin bolluğu nedeniyle, cariyeleri satın almak büyük paralar gerektirmiyordu. Ancak uygarlık alanında ilerleme kaydedilince, insanlar onları büyük paralarla satın almaya başladılar. Onlarda güzellik, yumuşak ses ve şarkıcılık sanatı bir arada bulunduğunda fiyatları yükselmeye başlıyordu. Böylece bir cariyenin fiyatı birkaç yüz dinarla birkaç bin dinar veya yüz bin dinar arasında değişiyordu[90]. Aslında cariyeler kölelere göre daha farklı bir satış muamelesine tabi tutulmaktaydı. Zira cariyelerin çeşitli millet ve ırklara mensup olmaları bir nevi çeşitlilik yaratıyordu, bu da onları hür kadınlara oranla daha da çekici bir duruma getiriyordu. Cariyelerin fiyatları da tıpkı kölelerde olduğu gibi, satışa sunulan cariyenin eğitimine, ırkına, yaşına, güzelliği de dahil evsafına ve yeteneklerine göre büyük farklılıklar gösterirdi. Bir habere göre, Hz. Ali dönemde İbn Abbas (Hz. Ali’nin Basra valisi ve amcası oğludur) Mekke’de Sâden, Havrâ’ ve Fetûn adında Hicaz doğumlu üç cariyeyi, 3.000 dinara (30.000 dirhem) satın almıştır[91]. Buna göre her cariye için 10.000 dirhem ödenmiştir. Bu ise, oldukça büyük bir rakamdır ve o dönem için bir servete eş değerdedir, zira aynı parayla o dönemde 100 deve veya 2000 koyun satın almak mümkündü[92].
İlk defa cariyelerin satın alınmasında büyük miktarda para harcayan kişinin Emevî halifesi Abdulmelik b. Mervan’ın oğlu ve Süleyman b. Abdulmelik’in kardeşi Sa’îd b. Abdulmelik[93] olduğu söylenmektedir. Bir rivayete göre bu Emevî prensi, meşhur ez-Zelfâ[94]’ adındaki cariyeyi 1.000.000 dirheme (70.000 dinar) satın almıştır[95].
Daha önce de adı geçen Nusayb eş-Şâir’in belirttiklerine göre, Mısır valisi Abdulaziz b. Mervan’ın İfrikiyye fatihi Hassân b. en-Nu’man[96]’dan teslim aldığı güzellik yönünden hiçbir yerde eşine rastlanmayan 200 adet Berberî cariyeden her birine 1000 dinar fiyat konulmuştur[97]. Aynı dönemde (Emevîler dönemi) Ukbe b. Nafi[98]’, es-Sûse[99] şehrinin fethi esnasında güzellik yönünden eşi bulunmayan kadınlar ele geçirdi. Burada güzelliğinden ve iyi huyundan dolayı bir cariye 1000 dinara satılıyordu[100]. Dikkat edilirse, her iki haberde de zaman diliminin farklılığına rağmen, Kuzey Afrika kökenli vasıflı bir cariyenin fiyatı 1000 dinar olarak görülmektedir. el-Bekrî ise Evdeğast[101] (İfrikiyye) şehrinde çok iyi yemek pişiren bir cariyenin 100 miskal altına satıldığını bildirmektedir[102]. Bugünkü hesapla her miskal 1,25 gram olduğuna göre, İfrikiyyeli bir cariye toplam 125 gram altına satılmaktaydı.
Emevî hükümdarlarından Yezîd b. Abdulmelik, Selâmetü’l-Kassi[103] adında bir cariyeyi aşırı derecede seviyordu. Aslında anılan kadın Süheyl b. Abdurrahman b. Avf ez-Zührî’nin cariyesi idi. Yezîd anılan cariyeyi 3000 dinar ödeyerek satın aldı [104].
Emevî halifelerinden II. el-Velid, Sellâme[105] adında bir cariyeyi 20.000 dirheme satın almıştır[106]. Habbâbe[107] adındaki cariye de aynı fiyata satın alınmıştır[108].
Abbasîler döneminde devletin ekonomik gücünün artması ve refah düzeyinin aşırı derecede yükselmesi nedeniyle cariyelerin fiyatlarında önemli bir sıçrama meydana getirmiştir. Bu sebeple de özellikle hükümdarlar ve saray mensupları çeşitli milletlerden güzel cariyeleri satın almak ve de eş ve dostlarına hediye etmek maksadıyla büyük miktarlardaki paraları hiç tereddüt etmeden gözden çıkarıyorlardı. Bir rivayete göre, Abbasî halifesi el-Mehdi, Medine doğumlu Basbas[109] adında bir cariyeyi satın almak için 17.000 dinar ödemiştir[110].
İslam dünyasında cariyeler şarkıcı, rakkase ve odalık olarak büyük ilgi görüyordu. Onlardan bazıları da Müslüman hükümdarlar üzerinde büyük etki yaratıyorlardı. Zâtu’l-Hâl (Benli kız) adını taşıyan cariye de onlardan birisiydi, bu cariye Abbasî halifesi Hârûnu’r-Reşîd tarafından 70.000 dirheme satın alınmış ve fakat araya giren bir kıskançlık sonucu erkek kölelerinden birine hediye edilmiştir[111]. Bin bir Gece Masalları’nda da zikri geçen ve olağanüstü güzelliğe sahip olan Teveddud adındaki bir cariyenin efsânevî bir hikâyesi bulunmaktadır. Belagat, gramer, şiir, tarih ve Kur’an ilimleri yanında âlimlerin huzurunda tıp, İslam hukuku, astronomi, felsefe, müzik ve matematikten olağanüstü bir başarı ile imtihan verip geçmesi üzerine, Hârûnu’r-Reşîd bu cariyeyi 100.000 dinara satın almak istemiştir[112]. Aynı halife başka bir cariyeyi İbrahim el-Mavsılî[113]’den 36.000 dinara satın aldı. Cafer el-Bermekî[114] ise bir cariye için 40.000 dinar ödemiştir[115].
Şiir ve müziği her şeyin üstünde gören bir toplumda sanata yatkınlığı olan ve buna göre eğitilmiş kız ve oğlanların çok büyük kıymeti vardı. Hârûnu’r-Reşîd’in, zamanında Bağdat’ta meşhur bir şarkıcının, sanatını öğrettiği 80 cariyesi vardı. Bunlar için 1000-2000 dinar ödeniyordu. Sermayeleri daha az olan sanatkârlar büyük köle tüccarları nezdinde ders veriyorlardı [116].
Yine Abbasî halifesi Hârûnu’r-Reşîd’in, en-Nâtıfî’nin cariyesi İnân’ı efendisinden satın almak istemesi üzerine fiyat olarak 100.000 dirhem istenmiştir. Ancak halife bu miktarı yüksek bularak onu geri göndermiş ve efendisine 30.000 dirhem vermiştir. Anlatılanlara göre, İnân, efendisi öldükten sonra 200.000 dirheme satılmıştır[117]. Ancak Ebu’l-Ferec el-İsfahânî, çok iyi şair ve şarkıcı olan bu cariyenin, efendisi en-Nâtıfî öldükten sonra onu hâlâ unutamayan Hârûnu’r-Reşîd tarafından 250.000 dirheme satın alındığını ve ondan iki erkek çocuk sahibi olduğunu, ancak bunların çocukken öldüklerini, anılan halifenin İnân’ı, Horasan’a giderken yanında götürdüğünü, fakat kendisinin orada vefat ettiğini, kısa süre sonra da bu cariyenin de öldüğünü bildirmektedir[118]. “el-Eğânî” adlı eserin yazarı Ebu’l-Ferec el-İsfahânî’nin bildirdiğine göre, bu meşhur şair cariye 226 yılında Mısır’da vefat etmiştir. Onun şiirlerinden biri şöyledir: “Canım onun hasretlerine vakfedilmiştir, fakat isterdim ki, o hasretlerle birlikte çıkıversin. Günlerimin dizgini elimde olsaydı, ölümümün süratle gerçekleşmesi için adımlarını sıklaştırırdım. Senden sonra hayatta bir hayır yoktur, hayatımın uzaması korkusundan ağlıyorum.”. İnân, karşılıklı şiir söyleme sanatında da usta bir şaire idi. Vereceğimiz şu örnek de onun bu alanda ne kadar kabiliyetli olduğunu göstermektedir: “Ahmed b. Ubeydullah b. Ammâr, o da Abdullah b. Ebî Sa’d’den, o da Mes’ud b. İsâ’dan haber vererek şöyle dedi: Musa b. Abdullah et-Temimî bana haber vererek şunu söyledi: ‘Ebu Nü’as, en-Nâtıfî’nin evine girdi, bu esnada cariyesi İnân ağlıyordu ve onun yanağı kapı kanadının kilit halkasına dayanmış durumdaydı. en-Nâtıfî, onunla dövüştü. Bu esnada en-Nâtıfî, Ebu Nü’âs’a, onu harekete geçirmesi için işaret etti. Ebu Nü’âs şöyle dedi: ‘İnân, beni ne olur yenilesen, zira ömrüm yönünden ben, (Bi mâ âmene’r-Resûlü bimâ) durumundayım.’. Burada o, ömrünün son demlerimde olduğunu kastetmektedir. Zirâ, ‘âmene’r-Resûlü bi mâ unzile ileyhi min rabbihi’ (Peygamber ve inananlar, ona Rabb’inden indirilene inandı) ibaresi, Bakara suresinin son ayetidir. İnân ona şöyle karşılık verdi: ‘Eğer o, ipimi kesmede inadını sürdürdüyse ve sen sürdürmediysen, o zaman işin sonunu getiren gibi ol!’. O da (Ebu Nü’âs) şöyle cevap verdi: ‘Öyle birine aşık oldum ki, mâzîn (gidenler) ve ğabirîn (kalanlar) insanların üzerine yönelseydi, asla pişmanlık duymazdı.’. İnân, ona, ‘onun gözü bir taşa baksa, zayıflığı onda hastalık meydana getirir.” şeklinde cevap verdi.”[119].
Hârûnu’r-Reşîd’in oğlu olan Abbasî halifesi Muhammedu’l-Emîn ise Ca’fer b. Musâ el-Hâdi’den Bezl[120] adında bir cariyeyi kendisine satın almak için anılan prensin teknesini altınla doldurmuştur. Bunun sonucunda da cariyenin değeri 20.000.000 dirhem yani bir milyon dinara yükselmiştir. Bu haber doğru ise Abbasîler döneminde cariyeleri satın almak için büyük servetler heba edildiği aşikârdır[121].
Abbasî halifesi el-Me’mûn’a, köle satıcısı tarafından şair olan bir cariye 2000 dinara satılmıştır. Halife onun şair olduğunu tespit edince hiç çekinmeden istenilen meblağı ödemiştir[122]. Aynı Abbasî halifesi şarkıcı cariye olan ‘Arîb[123]’i 5.000 dinara satın almıştır[124].
el-Câhız’ın bildirdiğine göre, yine Abbasî halifesi el-Me’mun, 10.000 dirhem karşılığında Sükker adında bir cariye ile evlenmiş, fakat daha sonra da onu azat etmiştir[125].
el-Câhız bu cariye hakkında şunları yazmaktadır: “el-Me’mun (Abbasî halifesi), Sükker’e baktı ve şöyle dedi: ‘Sen hür müsün, yoksa cariye misin?’. O da şöyle cevap verdi: ‘Bilmiyorum, Ümmü Ca’fer bana kızdığı zaman “sen cariyesin’, memnun olduğu zaman da “sen hür bir kadınsın” derdi. Şöyle dedi: ‘Hemen şimdi Ümmü Ca’fer’e yaz ve bunu ona sor.’. Sükker, bir mektup yazdı ve bu mektubu yanında bulunan bir posta kuşunun kanadıyla ona ulaştırdı, durumu Ümmü Ca’fer’e haber vermek için gönderdi. Ümmü Ca’fer, Sükker’in istediği şeyi öğrendi ve ona ‘sen hürsün’ diye yazdı.”[126].
el-Mütevekkil Alallâh’ın Basra’da, Araplar arasında eğitilen ve orada yetişen cariyesi Fadlu’ş-Şâ’îre el-Yemâmiyye[127] laübali konuşan bir şair ve çağının da en zariflerinden idi. O aynı zamanda esmer tenli, edebiyatçı ve fesahat sahibi, hazır cevap, şiir söylemede usta ve çağının diğer kadınlarına üstünlük sağlayan biriydi. Bu Yemâmeli cariye Basra’dan getirilerek köle satıcılardan biri tarafından 10.000 dirheme satın alınmıştır[128]. Bu cariyenin birçok kasidesi bulunmaktadır. Onlardan birisi şöyledir: “Sabır azalır, belâ artar, ev yakındır, sen ise uzaktasın. Senden mi, yoksa sana mı şikâyet edeyim. Üstelik bu ikisinden başka bir çaba da mümkün değildir.”. Diğer bir şirinde de Abbasî halifesi el-Mütevekkil Billâh’ı överek şunu söylemiştir: “Yirmi yedi yaşında hilafet Ca’fer’e bahşedildi. Ey Hidâyet imâmı? Biz isteriz ki iktidara seksenine kadar sahip olasın. Senin için dua ettiğimde ‘âmîn’ demeyen kişiyi Allah kutsamasın.”[129].
Yine el-Câhız’ın bir rivayetinden, Abbasî halifesi el-Mütevekkil’in, el-Hüseyin el-Hallâl’in şarkıcı cariyesi Nahle[130]’yi 15000 dinara satın aldığını öğreniyoruz[131].
Ca’fer b. Süleyman, Selâmetü’z-Zerkâ’[132] adında bir cariye için sahibine 80.000 dirhem ödemiştir[133]. Abbasî halifesi el-Vâsık, kâtibi Salih b. Reşîd’den Kalemu’s-Sâlihiyye[134] adında bir cariyeyi 10.000 dinara satın almıştır[135]. Anılan Abbasî halifesi zamanında el-Hasan b. Vehb, bir cariyeyi 50.000 dirheme satın alarak Muhammed b. Abdulmelik ez-Zeyyât[136]’a hediye etmiş, o da bunun karşılığında anılan kişiyi el-Cezîre bölgesine bağlı Diyar-ı Rabi’a bölgesine haraç amili olarak atamıştır[137]. Abbasî halifesi el-Mu’temid, Mihferâne el-Mühannes’in cariyesi Nebt[138]’i satın almak için 30.000 dirhem ödemiştir[139].
Ortaçağda Nûbeli güzel bir zenci cariyeye ise genel olarak 300 dinar ödenirdi, hiçbir iş bilmeyen beyaz bir cariye 1000 dinar, giderek daha çok ederdi. En genç ve en güzelleri özenle eğitilir, süslenir, gülme, şarkı söyleme, dans, müzik öğretilirdi. Böylece onların fiyatı güzellikleri ve becerileriyle orantılı olurdu. 912’de bir şarkıcı cariyeye 13.000 dinar, bir başkasına ise 14.000 dinar ödenmiştir[140].
İbnu’s-Sâ’î’nin ifadesine göre, İshak b. Eyyüb el-Ğâlibî[141], Bid’a[142] adında bir cariyeyi, azatlı kölesi ‘Arîb için satın almak amacıyla Ebu’l-Hasan Ali b. Yahya el-Müneccim[143] aracılığıyla 100.000 dinar, aracılık masrafları için de 20.000 dinar harcamıştır[144]. Anlatılanlara göre, Ebu Bekr el-Harezmî’nin bir cariyesini satması için kendisine 10.000 dirhem verilmiş, fakat o bunu kabul etmemiştir[145]. Basra’da ikamet eden Şihrân adındaki bir tüccar tarafından Ummân bölgesinden satın alınan bir cariyenin fiyatı 800.000 dirhemdi[146].
Köleler aristokrasisi, yani beyazlar, fiyat bakımından bambaşka bir durumda idiler. Hiçbir şey bilmeyen, fakat güzel bir beyaz cariyenin fiyatı en az 1000 dinardı. 4./10. asırda batı sınırındaki yenilgiler sonucu Bizans ve Ermenistan’ın teşkil ettiği köle kaynağının kurumasından sonra, beyazların kıymeti artmıştı. Çünkü devletin tebaası ve zimmisi kanunen hiçbir şekilde ve özellikle -diğer kültürlerde mümkün olduğu gibi- borç yüzünden köle yapılamazdı [147].
Ud çalan ve şarkı söyleyen bir cariye bu özelliklerinden dolayı 20.000 dirhem karşılığında satın alınmıştır[148]. Mısır’da Mu’llâ et-Tâî adında bir kişi şair ve edebiyatçı olan Vasf adındaki bir cariyesini 4000 dinara satmış, ancak bu cariyenin bir sözü üzerine almış olduğu parayı geri vererek satıştan vazgeçmiştir[149].
İbnu’l-Fakîh’ten gelen bir rivayete göre, el-Yemâmeli cariyeler dışında hiçbir yerde Medine doğumlu bir cariye 100.000 dirheme satılmazdı [150]. Bu sözler, Yemâme[151] kökenli Medine doğumlu cariyelerin çok güzel ve marifetli olduklarını gösterse gerektir.
İbn Havkal ise yeryüzünde Türk kölelerden daha güzel renkli, ince tenli, güzel yaratılışlı ve yumuşak bedenli köle bulunmadığını ileri sürmektedir. Ona göre Türk kökenli bir cariyenin fiyatı 300 dinar ve üstüne çıkabilmekteydi[152].
4. Ortaçağ İslam Dünyasında Vasıfsız Cariye Fiyatları
Vasıfsız cariyelerin fiyatlarına gelince, güzel tatlı bir kız 300/912 yılı dolaylarında aşağı yukarı 150 dinara alıcı bulmaktaydı. Cezi’e Sâhib’in, Nûbyalı bir köle için ödediği 400 dinar fahiş bir fiyat olarak görülüyordu. Çünkü siyah cariyeler arasında en kıymetlisi sayılan güzel Nûbyalı bir kızın fiyatı sadece 300 dinardı [153].
Ortaçağdaki vasıfsız kölelerin ne kadar düşük fiyatlarla pazarlandıklarını öğrenmek için Endülüslü seyyah Ebu Hâmid el-Gırnâtî’nin kayıtlarına bakmak yeterlidir sanırız. Anılan seyyah Slav kökenli cariyeler hakkında şu bilgileri kaydetmektedir:
“Bir koyun orada 20 dinar gelir. Kuzu ve oğlaklar 3 dinardır. 500 rıtl bal 1 dinar, güzel bir cariye 10 dinardır. Ama seferberlik zamanında iyi bir cariye 3 dinara satın alınabilir. Rum köleler (uşak)… Ben babası, annesi ve kardeşleri hayatta olan bir cariyeyi efendisinden satın aldım. Kız 15 yaşındaydı ve o, aydan daha güzeldi, siyah saçlı ve siyah gözlü, kâfur ağacı gibi bembeyaz tenliydi. Yemek yapmayı, dikiş dikmeyi ve sayı saymayı biliyordu. Sonra bir Rum cariyesi satın aldım. Kız 8 yaşındaydı ve onun da fiyatı 5 dinardı.”[154].
el-Gırnatî’nin ifadelerinden, Slav kökenli genç ve güzel bir cariye bir koyunun yarı fiyatına, bir Rum cariyenin ise bir koyunun dörtte biri fiyatına satıldığı anlaşılmaktadır. Bu da köleliğin, insan onurunu ve değerini ne derecede küçük düşürdüğünü ve insan haklarına dair ahlakî kuralları ne kadar hafife aldığını gösterse gerektir.
Mağrib ve Sudan memleketlerinden siyahî hadımlar, Endülüs’ten ise cariyeler getirilmekteydi. Herhangi bir sanatsal becerisi olmayan bu cariye ve hadımlardan her biri için 1000 dinar ödenmekteydi[155].
XII. yüzyılda Nûbe[156] kökenli çok güzel bir cariye 250-300 Murabıt dinarı[157]na alıcı bulmaktaydı [158].
Ayasuluk[159] şehrinde Rum asıllı bir cariye 40 altın dinara satın alınmaktaydı [160]. Oysa Bencâle (Bengale)[161] memleketinde odalık güzel bir cariye 2,5 Mağrib altın dinarı değerindeki 1 altın dinara satılmaktaydı. Ünlü Seyyah İbn Battuta, anılan fiyata Aşurâ adında aşırı güzel bir cariye satın almıştır. Aynı dönemde ve aynı yerde İbn Battuta’nın arkadaşlarından birisi Lü’lü’ adında yaşı küçük iyi bir köleyi 2 altın dinara satın almıştır[162]. Sudan memleketinde yer alan Tekdâ[163]’da eğitimli hizmetçi cariye 25 (33 küsur gram) miskal altına satılmaktaydı [164].
Yukarıdaki rakamlara bakıldığında, anılan kategoride yer alan kölelerin de çok da fazla ucuz olmadığı görülür. Bu da Ortaçağ İslam dünyasında cariye ve hadımların kölelerden daha pahalıya satıldığını göstermektedir.
5. Ortaçağ İslam Dünyasında Köle Fiyatlarını Etkileyen Faktörler
Ortaçağ İslam dünyasındaki köleliğin ve köle ticaretinin en canlı alanlarından birini şüphesiz ki köle fiyatları oluşturmaktadır. Zira bir nevi mal olarak görülen ve türlü entrikalarla satışa sunulan kadın ve erkek kölelerin müşterilere satılması ve bu satıştan önemli bir kazanç sağlanması birçok özelliklere dayanmaktaydı. Örneklerini yukarıda da gördüğümüz gibi, güzelliği veya beden gücü ile öne çıkmış bir kölenin fiyatı ile sıradan mutfak işçisi bir kölenin veya cariyenin fiyatı aynı değildi. Aynı şekilde askerlik hizmeti için satın alınan memlûk denilen kölelere de yüksek miktarda paralar ödeniyordu. Saraylarda çalıştırılmak için satın alınan hadımlarla iyi eğitim görmüş, on parmağında on marifeti (iyi yemek pişirme, musiki ve edebiyat bilgisine sahip) bulunan cariyelerin de fiyatları oldukça yüksekti. Oysa anılan dönemde bazen normal vasıfsız bir köle bir hayvan fiyatına bile alıcı bulamamaktaydı. İşte bütün bu karmaşık tabloyu ortaya çıkaran bir takım faktörler kölelerin pazarlanmasında büyük rol oynayabiliyordu. Bu faktörleri ise şöyle sıralamak mümkündür:
a. Komisyonculuk Faaliyeti
Ortaçağ İslam dünyasında ticaret hayatında diğer malların fiyatlandırılmasında olduğu gibi, köle fiyatlarının yükselmesine ve düşmesine birçok faktör etki yapmaktaydı. Bunlardan biri bir taraftan alıcının bilgisizliğini kapatmaya çalışan, diğer taraftan da satıcıya malının fiyatını artırmaya teşvik eden tellallık veya komisyonculuk faaliyetidir. İbn Butlan, “Kölelerin Satın Alınması ve Entrikalarla Satışa Sunulması ile İlgili Risâle” adlı eserinde, Ebu Osman adında bir komisyoncu hakkında bilgi vermektedir[165]. Aynı şekilde İbnu’s-Sâ’î “Halifelerin Hatunları (Hükümdarların Hür ve Câriye Eşleri)” başlığını taşıyan eserinde, Ebu’l-Hasan Ali b. Yahya el-Müneccim ve İbn Hamdûn en-Nedîm adlarında iki simsardan söz etmektedir[166]. Anlatılanlara göre, adı geçen simsarlar yaptıkları iş karşılığında küçümsenemeyecek miktarda para kazanıyorlardı. Örneğin, onlardan Ebu’l-Hasan Ali b. Yahya el-Müneccim, Bid’atü’l-Kebîre[167] adında bir cariyenin satışından 20.000 dinar komisyonculuk ücreti almıştır. İbn Hamdûn en-Nedîm’e ise, Serîretü’r-Râikiyye[168] adındaki bir cariyenin satışı için 1.000 dinar komisyonculuk ücreti ödenmiştir[169]. O dönemde satıcı ile alıcı arasında arabuluculuk vazifesini yerine getiren komisyoncuların veya başka adıyla simsarların, bir kölenin gerçek değerinden daha ucuza veya daha pahalıya satılmasında önemli bir rol oynadıkları aşikârdır[170]. Ancak ticaretin her türünde icra edilen bu faaliyetin, köle ticaretinde rakamsal veya parasal olarak daha korkunç boyutlarda yerine getirildiği görülmektedir. Zira aracılık görevini yürüten simsar satıştan daha fazla kâr elde etmek uğruna malın fiyatını inanılmaz düzeylere çekiyordu. Bu da ister istemez satışa sunulan köle veya cariyenin değerinin çok üstünde satılmasına ve piyasadaki ortalama köle fiyatlarının aşırı yükselmesine sebep oluyordu. Simsarların aracılık işleminden korkunç paralar kazanmalarını sağlayan diğer bir neden de birçok üstün özelliklerinden dolayı köle ve cariyelerin, ekonomik gücü zayıf olan alıcılardan çok maddî durumu ve sosyal konumu gayet iyi olan hükümdarlar da dâhil saray mensupları ve toplumun ileri gelenlerine sipariş edilmesidir. Anılan kategoride yer alan varlıklı insanların hayatın her alanında aşırı lüks ve israfa eğilimli olduklarından köle ve cariyelerin alımına da korkunç paralar harcıyorlardı. Kaynakların sunduğu bilgilerden, Emevîlerle başlayan lüks saray hayatının bir gereği olarak halifelerin saraylarında yüzlerce köle ve cariyenin bulunduğunu öğrenmekteyiz[171]. Anlatılanlara göre Abbasî halifesi el-Mütevekkil’in 4.000, İşbiliyye sahibi el-Mu’temid b. Abbâd’ın 800, Diyarbakır ve Meyyâfariîn emiri Nasruddin’in 360, el-Mu’izz el-Ubeydî’nin nâibi Emir Bellekîn Ebu’l-Fütûh es-Sanhâcî’nin 400, Memlûk sultanı el-Meliku’n-Nâsır Muhammed b. Kalavun’un 1.200 odalığı bulunmaktaydı [172]. Bunların bir kısmı savaşlar sonucunda elden edilen ganimet mallarından, diğer kısmı da köle tüccarlarından satın alınan köle ve cariyelerden oluşmaktaydı.
b. Irk, Coğrafya, Eğitim ve Yeteneklerle İlgili Özellikler
Tarihin her devresinde olduğu gibi İslam’ın ilk dönemlerinde de köleler kökenlerine göre kategorilere ayrılıyordu ve buna göre de iyi ve kötü köleler tespit edilmekteydi. Bir haberden, o dönemde Berberî (Kuzey Afrika’nın yerli halkı) kökenli kölelerin en kalitesiz köleler olarak değerlendirildiği anlaşılmaktadır. Bu konuda Hz. Peygamberin önemli bir tavsiyesinde şöyle buyurduğu rivayet edilmektedir:
“Enes b. Mâlik[173] şöyle dedi: Resûlüllâh’ın yanına geldim, bu esnada yanımda bir köle vardı. Bana: ‘Ey Enes bu kölenin kökeni nedir?” diye sordu. Ben de: “Berberî kökenlidir yâ Resûllâh’ dedim. Bunun üzerine bana, ‘bir dinara da olsa onu sat’ dedi. Ben de ‘niçin yâ Resûllâh?’ diye sordum. O şöyle dedi: ‘Onlar bir topluluk olup, Allah onlara bir elçi gönderdi; fakat bu kavim onu boğazlayıp, pişirdiler, sonrada etini yiyerek haşlamasını kadınlarına gönderdiler. Bunun üzerine Allahu Te’âlâ şöyle buyurdu: ‘Artık sizden ne bir peygamber çıkaracağım ne de size bir elçi göndereceğim.’”[174]
Diğer haberde de Hz. Peygamberin şöyle buyurduğu nakledilmektedir:
“Allah yolunda şu kırbacımın kabzasını sadaka olarak vermek, Berberî bir köleyi azat etmekten benim için daha sevimlidir.”[175].
Yukarıdaki bilgilerden, Ortaçağ İslam dünyasında özellikle de Hz. Peygamber ve İlk dört halife dönemlerinde Berberî kökenli kölelerin fazla rağbet görmediği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla da bu cins köleler fiyat olarak da diğer kölelere göre çok ucuza satılmaktaydılar. Bu haberden, o dönemde satın alınacak kölelerin geçmişinin incelendiğini ve onlarla ilgili olumlu ve olumsuz bilgilerin alım satım üzerinde etkili olduğunu tespit ediyoruz. Ancak Berberî kölelerle ilgili bu olumsuz bakışın, aynı kökene sahip olan cariyeler için geçerli olmadığını görüyoruz. Zira Berberî cariyelerin tam tersine alıcılar tarafından büyük bir rağbet gördüğü anlaşılmaktadır. İbn Butlân, risâlesinin bir yerinde şunları yazmaktadır:
“Ebu Osman (o, bu alanın simsarlarındandır) şöyle diyor: Bir Berberî kız dokuz yaşındayken memleketinden alınıp, üç yıl Medine’de ve üç yılda Mekke’de kaldıktan sonra, on beş yaşında Irak’ta güzel sanatlar alanında eğitilirse, sonra da yirmi beş yaşındayken cariye yapılırsa, o zaman o, Medineli cariyelerin şeklini, Mekkeli cariyelerin yumuşaklığı ve dişiliğini ve Iraklı cariyelerin karakter ve davranışını alarak cinsinin bütün iyi özelliklerini kendinde toplar. Dolayısıyla da göz kapakçıklarımda saklanmayı ve gözler üzerine konulmayı hak etmiş olur.”[176].
Anılan simsarın ifadelerinden belirtilen özelliklere sahip Berberî bir cariyenin fiyatı kat kat artmaktaydı. Cariyelerin eğitimine gelince, bu çok uzun soluklu bir iş, sabır ve titizlik gerektiren bir süreç ve birçok kişinin emeğine ihtiyaç duyulan bir meslek olmalıdır. Muhtemelen bu eğitim için coğrafya ve mekanlar da çok önemliydi. Örneğin yukarıda Medine, Mekke ve Abbasîlerin payitaht merkezi olan Bağdat ve diğer Irak şehirlerine işaret edilmektedir. Burada Medine’nin, yetiştirilen cariyelerin zarafeti ve biçimi, Mekke’nin onların yumuşaklığı, nazikliği ve dişiliği, Irak’ın ise sanatsal özellikleri üzerinde büyük bir etki bıraktığına ve bu merkezlerde eğitilmelerinin güzelliklerini, olgunluklarını ve fiyatlarını bir hayli arttırdığına vurgu yapılmaktadır. Bu haberden, Ortaçağ İslam dünyasında cariye ticaretinin ne denli büyük bir uzmanlık gerektiren bir meslek haline geldiğini ve köle tüccarlarının servetlerine servet kattığını da öğrenmiş oluyoruz. Burada Ortaçağda köle tüccarlarının erkek köle ticaretine kıyasla cariye ticaretinden daha da büyük kazanç sağladıklarını söyleyebiliriz.
İbn Butlân kölelerle ilgili risâlesinin bir yerinde kölelerin kökeni, eğitimi ve yetenekleri hakkında şunları dile getirmektedir:
“Kim ki, cariyeyi cinsel arzusu için isterse, o zaman Berberî kökenliyi, kim ki, onu para biriktirmek için isterse, Rum asıllıyı, kim ki, onu erkek çocuk yapmak için isterse, İranlıyı, kim ki, onu çocuk emzirmek için isterse, zenciyi ve kim ki, onu şarkı söyletmek için isterse, Mekke doğumluyu satın alsın. Kim ki, köleleri canları ve malları korumak için isterse, Hindistan ve Nûbe, kim ki onları çalıştırmak ve hizmet ettirmek için isterse, Zenci ve Ermeni, kim ki, onları savaş ve şecaat için isterse, o zaman Türk ve Slav kökenlileri satın alsın.”[177]
İbn Butlân’ın ifadelerine baktığımızda, coğrafî, ırksal ve meslekî özellikler bakımından her zaman olduğu gibi bizim Türklerin askerlik mesleğinde birinci sırada yer aldıklarını görüyoruz. Bilindiği gibi el-Câhız, onların bu özelliği ile ilgili bir risale kaleme almış ve çeşitli askerî yetenek ve özelliklerini dile getirmiştir.
Ayrıca odalık cariye olarak Berberî kadınların yine ilk sırada yer aldığına, şarkıcılık alanında Mekke doğumlu cariyelerin tercih edildiğine de şaşırmamak gerekir. Berberî kadınların anılan özelliği ile ilgili olarak Selâmetü’l-Berberiyye adında Berberî bir cariyeden doğan Abbasî halifesi Ebu Ca’fer el-Mansûr’un şu sözü meşhurdur:
“Odalık için Berberî cariyeleri satın alınız.”.
Bu arada Rum asıllı cariyelerin israftan uzak ve tutumlu olduklarını ve hatta biraz da cimrilikle tanındıklarını İbn Butlân’dan öğrenmiş oluyoruz.
İbn Butlân’ın iş hayatı ve hizmetçilik alanında Zenci ve Ermeni köleleri tavsiye etmesi de ilgi çekicidir. Bu iki ırka mensup olan kölelerin fiziksel yapıları ağır işleri yaptırmaya elverişli olmalıdır. Nitekim İslam’ın erken dönemlerinden itibaren Afrika kökenli zenciler geniş çapta çiftçilik ve tarım alanlarında çalıştırılıyordu. Hatta Irak’ın güneyinde (Sevâd Toprakları) yer alan bataklık bölgelerde çalıştırılan siyahî kölelerin iş hayatının ağır şartlarından dolayı “Zenci isyanı” olarak adlandırılan bir ayaklanmaya sebep oldukları da kaynaklarda geniş yer bulmaktadır[178]. Ermeni kölelerin bu özelliği ise daha ziyade ev hizmetçiliği ile ilgili olmalıdır. Zira Ermeni kölelerin tarım alanında çalıştırıldıklarına dair her hangi bir kayde rastlamadık. Muhtemelen ev hizmetçiliğinde çalıştırılan Ermeni kölelerin sayısı da diğer kölelerin sayısına kıyasla sınırlı kalmaktaydı. Zira kaynaklarda onların bu durumu ile ilgili fazla bilgi verilmemektedir.
Ortaçağ İslam dünyasında bir cariye genellikle edebiyat ve belli bir sanat alanında eğitilirdi, özellikle de ona şarkı söyleme sanatı kazandırılırdı. Bu eğitim onun fiyatını normal fiyatının kat kat üstüne çıkarırdı. Abbasîler döneminde normal veya vasıfsız bir cariye 300 dinara (3.000 dirhem) satıldıktan sonra İbrahim el-Mehdi ona şarkı söylemeyi öğretmiş, bu eğitim sonucunda aynı cariyenin fiyatı 3.000 dinara (30.000 dirhem) kadar yükselmiştir. Bu ise cariyenin normal fiyatının 10 katı demektir. Bir rivayete göre meşhur şarkıcı cariye ‘Arîb, bu sanatından dolayı 5.000 dinara (50.000 dirhem) satılmıştır. Yine Abbasiler döneminde Dahmân adındaki köle satıcısı (nahhâs), bir cariyeyi 200 dinara (2.000 dirhem) satın alır, onu sıkı bir eğitimden geçirir, sonra da 10.000 dinara (100.000 dirhem) satardı. Bu rakam da cariyenin normal fiyatının 50 katına yükseldiğini göstermektedir. Bir defasında Abbasî halifesi er-Reşîd, ünlü şarkıcısı İbrahim el-Mavsılî’den, kendisine uygun olan şarkıcı bir cariyeyi 36.000 dinara (360.000 dirhem) satın almıştır[179]. Bu meblağ ise o dönemde bir servet anlamına gelmekteydi.
Bütün bu haberlere bakıldığında, Abbasîler döneminde eğitim ve yetenek faktöründen dolayı özellikle şarkıcı cariyelerin gözde olduğu ve fiyatlarının diğer meslek sahibi cariyelerden çok yüksek olduğu görülmektedir. O dönemdeki şarkıcı cariyelerin yüksek fiyatlarına bakarak günümüzdeki bazı ses sanatkârlarının kazandığı korkunç paralara şaşmamak gerekir. Bu da sanatın özellikle de güzel sanatların ve bu dallarda çalışanların zengin tabaka arasında bugün nasıl önemli bir ilgi ve değere sahipse, o zamanda aynı ilgi ve değere sahip olduğunu kanıtlamaktadır. Ancak bir cariyeyi yüksek fiyatla zengin tabaka mensuplarına, saray mensuplarına ve hükümdarlara satmak için çok sabır isteyen bir eğitim sürecinden geçirilmesi gerekmekteydi. Abbasî döneminin meşhur tabiplerinden olan İbn Butlân b. el-Hasan el-Muhtar b. el-Hasan b. Abdûn el-Beğdâdî el-Mutatabbib, cariyelerin tabi tutuldukları bu çetin eğitim sürecini şu cümlelerle ifade etmektedir:
“İkinci şık, kaliteli şarkılarla ilgilidir. Bu ise şöyledir: Şarkıda eğer basıklık var da ani çıkış ve tiksindirici yapıdan uzaksa, aynı zamanda cariye gür sesli, sanat ve alet çalma yönünden iyi durumdaysa, şiiri iyi eda ediyorsa ve bütün bunların yanında mahir ustalardan eğitim görmüş ve kendindeki iyi huyları artırmışsa, o zaman bu alanda en çok beklenilen cariye olur. Eğer onunla işbirliği içinde olup ta metotları, alet çalmayı, besteyi, parmakların hareketini, şiir söylemeyi ve ondaki aruz ve gramer kurallarını, sesteki kötülükleri, tercihleri, dizeleri, nakaratları ve tempoları iyi bilen biri varsa, müzikten zevk alma daha da artar, sanat açısından da daha verimlik ortaya çıkmış olur… Üçüncü şık ise, lezzetli yemekler ve güzel şarkılarla ilgilidir. Bu hususta insanlar fikir ayrılığına düşmüşlerdir, sonra onlar, onun (şarkı söylemenin) duyma ve zevk alma ölçüsüyle ilgili olduğu konusunda anlaştılar. Ne kadar bu iki duyu özünde sağlam, mizacında itidalli ve duyma konusunda zeki olursa, insan ve iki duyusu tarafından algılananların lezzetli olduğunu hissedeceklerdir. Öte yandan ne zaman tabii yapısından ayrılırsa, -ki bize göre bu sonsuzdur-ölçümüze göre, lezzet onun özünde olmayacaktır. Bu yüzden bazı insanlar, nakarattan kaçarlar ve şöyle dereler: Şarkı insanı coşturan şeydir. Diğer birisi o nakaratla aşırı şekilde eğlenceye dalar, bir başkası ise onun (şarkının) herhangi bir türünden zevk alır, öbürüsüne göre ise, o tür şarkı hiç te güzel değildir… Udîler: Onlar seçilmiş yüz notanın en az onundan, özellikle de on üç nakarattan oluşan ve özellikle de ağır olan ikincisinden imtihan edilirler. Rakkâseler (dansözler): Bir dansözün yapı olarak taptaze ve canlı, sanatında yaratıcı, vücut ve boy bakımından orta, nefesini uzun süre tutabilmesi için geniş göğüslü ve iç organlarının sert ve kuvvetli olması gerekir. Bütün bu özellikler ise, ancak oynamak için çıkarılması ile ve bağırışından anlaşılır. Aynı zamanda onun bütün dans usullerini özellikle de “eş-Şirâziyye” (muhtemelen Şiraz şehrine ait bir dans usulüdür) adındaki dans usulü hususunda çok becerikli olması gerekir. Küçük darbuka çalan şarkıcı cariyeler: Onlar arûzda geçen “er-remel” ve “hezec” denilen şiir bahirlerinden, Arap diline dair nehiv ilmindeki nasıp edat ve alametlerinden ve yine Arapça gramerinin bir konusunu teşkil eden “kâne ve ahavâtühâ” konusundan imtihan olurlardı. Ney, kaval ve flüt çalan cariyeler: Bu iş için zenci kökenli cariyeler seçilirdi, zira onlar müzikteki ahenge yatkın insanlardır. Dillerindeki bozukluktan dolayı bu gibi cariyeler, şarkıcılıktan ney, flüt gibi aletleri çalmaya ve dansözlüğe yönlendirilirler. Tambureci cariyeler: Bağdat tamburesi çalanlar, onlar ez-Züraykî, el-Hacfî ve İbn Tarhan’a ait remel şiir bahrinin hafif vezninden imtihan edilirlerdi. Onların usullerinden biri de şarkı söylemek için sahneye çıkmadan önce müzik aletlerini kontrol etmeleri ve özellikle perdesiz bir yerde sanatlarını icra etmişlerse, ayrılırken, bu aletleri yanlarında götürmeleridir. Def çalan cariyelere gelince, onlar da dansla imtihan edilirlerdi.”[180].
c. Aşk ve Estetiksel Özellikler
Ortaçağ İslam dünyasında kölelerin satışa sunulması esnasında çeşitli estetiksel yöntemlere başvurulmaktaydı. Bu durum öyle bir noktaya varıyordu ki bazen hastalıklı olanlar sağlammış gibi, oğlanlar cariyeymiş gibi satılabiliyordu. Bu esnada cariyeler boya ve kınalarla süslenir ve onlara yumuşak boyalı giysiler giydirilirdi. O dönemde köle satıcılarınca meşhur olan bir sözde şöyle denilir:
“Çeyrek dirhem kına, cariyenin fiyatını yüz dirhem artırır.”[181].
Ortaçağda kölelerin özellikle de cariyelerin fiyatı her şeyden önce güzellik ve çirkinlik özelliklerine göre yükselme ve düşme eğilimi göstermekteydi. Bilindiği gibi, köle ticareti, pazarlamalar ve fiyat göstermelerle yapılan bir ticaret türüydü, bu esnada satıcı bir malın kıymetini öğrenmeye ihtiyaç duyunca, alacağı malın kalitesini öğrenmek için ona net bir şekilde bakıp incelemek isterdi. Bu esnada satın alınacak malın (köle veya cariye) değeri ağırlık, ölçü, sayı ve ölçümle değil güzellik ve çirkinlikle tespit edilirdi[182]. Bunun için de insan hasiyet ve onurunu küçük düşürücü davranışlar sergilenmekteydi. İbnu’l-Mücâvir’in anlattıklarından, XIII. yüzyılın ilk yarısında Aden’de köle ticareti ile ilgili olarak ilginç uygulamalar vardı. Köle satıcısı (Nahhâs) bir cariyeyi satışa sunarken, onun üzerine yağ ve parfümler sürer, beline bir kumaş bağlar, sonra da onu münâdi’ye (çağrıcı, teşhirci) teslim ederdi. Teşhirci de cariyenin elinden tutarak onu çarşılarda dolaştırır ve gelen geçenlere tanıtımını yapardı. Bu esnada ahlakî seviyesi düşük bazı tacirler cariyeye yaklaşarak eline, ayağına, bacaklarına, göbeğine, göğsüne ve memelerine dokunmak suretiyle incelemeye çalışırlardı. Daha sonra onlar, belini ve kalçalarını ölçerler, dilini, dişlerini ve saçını kontrol etmek maksadıyla bayağı çaba harcarlardı. Üzerinde elbise varsa, onu çıkarır vücuduna bakarlar, hatta daha da ileri giderek herhangi bir engel veya örtü kullanmadan gözle bakmak suretiyle mahrem yerlerini kontrol ederlerdi. Bu uygulamalar sonunda eğer tüccar cariyeyi beğenip satın almak isterse, onu alıp on veya daha fazla veyahut daha az gün boyunca yanında tutardı. Her türlü muamele yapıldıktan sonra da alıcı olan Zeyd, satıcı olan Amr’a şöyle derdi: “Bismillah, ey hoca! Aramızda Muhammed b. Abdullah’ın (Hz. Peygamber) öğretileri var.”. Sonra da aynı alıcı kadıya giderek satın aldığı cariyenin kusurlu olduğunu iddia eder ve onu geri vermek için dava açardı [183].
İslam dünyasında özellikle de Abbasîler döneminde çengi cariyeler çok önemli bir yer tutmaktadır. Nahhaslar (Köle satıcıları) dışında birçok varlıklı insan, güzel sanatları becerikli bir şekilde icra eden cariyeleri satın alıp, müzik ve dans alemleri düzenliyorlardı. Anılan cariyeleri çalıştıran kişiler halk tabakası tarafından “deyyus” sıfatıyla adlandırılsalar da, bu durum hiç değişmeden sürüp gidiyordu. İşte bu sistem içerisinde zaman zaman usanma sonucunda herhangi bir cariye herhangi bir alıcıya satılabiliyordu. Satış akdinden sonra alıcı cariyeye olan güveninden dolayı da kendisiyle cinsel ilişkide bulunur, sonra sahibi, onu sattığı fiyatından daha aşağı bir fiyata geri alır, böylece bundan kâr elde edebilir veya ona güvenen birisiyle evlendirilebilirdi. İddia edildiğine göre bu muamele Hz. Ömer döneminde yasaklanan ve geçici evlilik anlamına gelen müt’a[184] maksadıyla yapılıyordu[185].
Abbasî döneminin en meşhur entelektüel şahsiyetlerinden olan el-Câhız’ın, kendi çağının sosyal hayatında önemli bir yer işgal eden çengi cariyeler ve onların fiyatları ile ilgili çok çarpıcı tespit ve değerlendirmeleri bulunmaktadır. Ünlü yazar bir değerlendirmesinde şöyle diyor:
“Çengi cariyelerin, rağbet edilen fiyatlara ulaşmalarındaki soy sop, ancak arzudan ibarettir. Eğer onlar, köleler gibi satın alınsaydı, bir tanesinin fiyatı basit bir başın (adi bir kölenin) fiyatını aşmazdı. Bir cariyenin fiyatında en çok aşırı giden birisi aşk[186]tan dolayı bunu yapmıştır; belki de o, onunla ilgili şüphesinden bunu yapıyordu ve içinin ateşini söndürmek için, bunu en kolay vesile olarak görüyordu, sonra bu emeline ulaşmayınca, niyetlenip iyiliğini bilmese de helal olana başvurdu, malı sattı ve problemleri çözdü, sırtını kibirle ağırlaştırdı ve sonunda cariyeyi satın aldı.”[187].
el-Câhız başka bir tespitinde de nahhâsın (Köle satıcısı) sosyal ve maddî konumunu şöyle dile getirir:
“Bizden bir adamın faziletlerinden biri de, insanlar, bir şey için halifeleri ve ulu zatları ziyaret ettikleri gibi, onu da evinde ziyaret ederler, ona yakınlık gösterirler. Ancak kendisi bunu yapmaya zorlanmaz, ona hediye sunulur, fakat ondan hediye beklenmez, onun sahip olduğu ve elinin altında bulunan satılan ve satın alınanların, yararlanıp biriktirilenlerin tümünde bulunmayan nefis gerdanlıklar için gözler geceyi uykusuz geçirir ve yaşlarını akıtır. Kalpler korku içinde yaşar, ciğerler parçalanır ve arzular şaha kalkar. Avn’un cariyesi Habeşiyye’nin 120.000 dinara (1.200.000 dirhem) ulaşan değerine kim ulaşabilir ki!”[188].
Bütün bunlara ne denilebilir ki; bir araştırmacı olarak Erken Abbasî döneminde yaşayan aristokrat tabakaya mensup insanların yaşayışıyla Hz. Peygamber ve Asr-ı Saadet dönemlerinde yaşayan Müslümanların yaşayışları arasındaki farkı tasavvur, tahayyül ve canlandırmaya çalışıyorum; sonuçta hayal kırıklığına uğruyorum. Yüz yıllık bir zaman diliminden sonra maddî hayat, manevî hayatı bu kadar geride bırakabilir mi? bir toplum bir insan ömrü kadar kısa bir süre zarfında bu kadar değişkenlik gösterebilir mi? Hz. Ali döneminde Basar Valisi İbn Abbas’ın Sâden, Havrâ ve Fetûn adında Hicaz doğumlu üç cariyeyi 3.000 dinara (30.000 dirhem) satın alması olayı bakın halife tarafından nasıl kınanmaktadır:
“Allah’ın hazinesindeki payını, bir Müslüman’ın payından fazla görmene şaşmamak imkânsızdır. Bâtılı arzulaman, seni suç işlemekten alıkoyamayan iddian ve Allah’ın sana haram kıldığı şeyi helâl etmen ile ancak bir süre başarılı olabilirsin. Allah, sana hidayet versin. Çünkü, doğruluktan uzak olan sensin. Duydum ki, Mekke’yi mesken kılmış, başkalarının parası ile Medine ve Taif ’ten cariyeler getirtiyormuşsun. Rabbim ve Rabbin olan Allah’a yemin ederim ki, başkalarına ait olup da aldığın mallar, ne kendine helâl, ne de senden sonra çocuklarına miras kalacaktır. Nasıl olur da haram olduğu halde, bu malları yiyorsun? Onları tüketmek için ne acelen var ki, sanki kıyamet günü gelmiş çatmış da, sen de zâlimin tekrar dönmek, kaybedenin tevbe etmek istediği o korkunç yerde durmuş, amellerinin sana sunulmasını bekliyorsun.[189]”.
İbn Abbas’ın üç adet cariyenin satın alınması için ödediği ve o dönemde (Hz. Ali döneminde) bir servet sayılan 3.000 dinar (30.000 dirhem), yani her cariye için 1.000 dinar (10.000 dirhem) tutarındaki meblağla daha önce de belirttiğimiz bir Emevî prensinin, ez-Zelfâ adındaki bir cariye için ödediği 70.000 dinar (1.000.000 dirhem) miktarındaki meblağı ve biraz önce de sözü geçen Avn’un cariyesi Habeşiyye’nin 120.000 dinarlık (1.200.000 dirhem) fiyatını karşılaştırdığımızda, Müslüman Arap toplumunun yüz veya yüz elli yıllık bir zaman zarfında ekonomik refah ve aşırı israf konusunda hangi noktadan hangi noktaya ulaştığını tespit edebiliyoruz. Emevî ve Abbasî halifelerinin bir cariyeye ödedikleri bu korkunç paralar, Beytü Mâli’l-Müslimîn’den (Müslümanların hazinesinden) veya Hz. Ali’nin ifadesi ile (Allah’ın hazinesinden) değil de nereden karşılanıyordu acaba! Bu korkunç müsrifliğin muhasebesini, her konuda israfı şiddetle yasaklayan Allâhü Te’âlâ’ya’ değerlendirmesini ise okuyuculara bırakıyorum.
d. Arz-Talep İlişkisi
Arz-talep olgusu ticaretin en önemli dengelerinden birini oluşturmaktadır. Her mal ve ürünün piyasasında olduğu gibi, köle ticaretinde de bu alış-satış dengesi önemliydi. Ancak bu kural daha ziyade vasıfsız kölelerle vasıfsız cariyelerin ticaretinde aktif rol oynuyordu. Zira yüksek fiyatlarla satışa sunulan vasıflı köleler şehir meydanlarında bulunan köle pazarında değil, özel mekânlarda veya saraylarda başta hükümdarlar olmak üzere yüksek rütbeli devlet yöneticilerine arzedilirdi. Tabii afet, kıtlık ve pahalılığın sebep olduğu fiyat dalgalanmalarında ve derin ekonomik krizler gibi olağanüstü durumlarda satışa sunulan köle sayısında belirgin bir artış meydana gelirdi ve köle fiyatları bir hayli düşerdi. Zira bu dönemlerde köleleri beslemek ve onların ihtiyaçlarını karşılamak zorlaştığından alım gücü azalıyordu, bunun sonucunda da piyasadaki köle sayısında büyük bir artış meydana geliyordu. Bu da ister istemez arz-talep dengesinin bozularak arz hacminin yükselmesine ve talep hacminin azalmasına yani kısacası köle fiyatlarının aşırı derecede düşmesine sebep oluyordu. ed-Dımaşkî, “Ticâretin Güzelliklerine İşaret” adlı eserinde, anılan dönemlerde vasıfsız köle alımı ile ilgili şu ilginç öneriyi sunar:
“İhtiyacı olan kişi, köle ve işçileri, pahalılık ve gıda maddelerinin tükendiği zamanda satın almalıdır”[190].
e. Topluca Köle Kaçışları ve Köle Azat Etme Faaliyeti
İslam’ın getirdiği öğretilerde köle azat etmenin büyük ecir ve sevap kazandıracağına dair bilgiler yer almaktadır. Bu güzel davranış biçimi, Kur’an-ı Kerim’in ayetlerinde[191] ve Hz. peygamberin hadislerinde[192] önemli bir yer tutmaktadır. Bu nedenle de varlıklı Müslümanlar, çeşitli vesilelerle (Allah rızasını kazanmak, hastalık ve bir musibetten kurtulma, ölüm anı ve mutluluk getiren münasebetlerde) cömertçe köle azat ederlerdi. Bu esnada azat edilen kölelerin sayısı bazen yüzleri ve hatta binleri bulmaktaydı. Bir rivayete göre Ubeydullah b. Ebî Berke es-Sakafî her bayram 100 köle azat ediyordu. Abbasî halifesi el-Mu’tasım Billâh ölümü esnasında memlûklarından 8.000’ini azat etmiştir. Bir diğer rivayete göre Abbasî halifesi el-Mehdi b. Ca’fer el-Mansûr’un kızı el-Abbâse’nin eşi Muhammed b. Süleyman b. Ali’nin 50. 000 kölesi vardı. Onlardan 20.000 köleyi azat etmiştir[193].
Sonuç
Kölelik ve köle ticareti, uzun insanlık tarihi boyunca bütün dünyada yirminci yüzyılın başlarına kadar hiç ara vermeden devam etmiştir. Eski çağda Mezopotamya, Eski Mısır, Eski Anadolu, Hindistan, Çin, Orta Asya bölgeleri başta olmak üzere insanların yaşadığı Asya, Afrika ve Avrupa kıtaları da dâhil bütün kıtalarda köleler, çok ağır şartlarda çalıştırılmışlar ve diğer varlıklar ve eşyalar gibi alınıp satılmışlardır. Bu durum elbette ki Ortaçağda da çağın getirdiği bazı değişikliklerle canlılığını sürdürmüştür. İslam öncesi dönemde veya diğer adıyla Erken Ortaçağlarda Orta Doğu’nun birçok bölge ve şehrinde köle pazarlarında veya geçici olarak kurulan panayırlarda çeşitli ırklara mensup köle ve cariyeler alıcıların beğenisine sunulur ve insanlık onuruna aykırı muamelelerle alım satımı gerçekleştirilirdi. İster İslam öncesi, isterse de İslam’ın yayılışından sonraki dönemde olsun, köle ticaretinin en ilginç yönünü köle fiyatları oluşturmaktaydı. Bunun yanında o dönemlerde alış verişin önemli bir alanını da mübadele ve değiş-tokuş yöntemiyle yapılan satışlar meydana getiriyordu. Bu durumda herhangi bir kölenin veya cariyenin, herhangi bir hayvan (eşek, inek, koyun, tavuk) veya herhangi bir ürün (buğday, arpa, pirinç, tuz) veyahut herhangi bir eşya (kılıç, mızrak, elbise) ile takas yapmak suratiyle alınıp satıldığı muhtemeldir. Ancak bu yöntemle satışa sunulan kölelerin fiyatlarını net olarak tespit etmek oldukça zordur. Zira böyle bir muammayı çözmek çok derin çalışmaları gerkektirdiği gibi, o dönemin kaynaklarının sunmuş olduğu kısıtlı bilgilerle mümkün değildir
İslam dini ortaya çıkıp Arap Yarım Adası’na yayıldığı sıralarda kölelik ve köle ticareti, insan haklarına aykırı birçok aksaklıkları ile beraber devam etmekteydi. İslam bu aksaklıkları ortadan kaldırmak için önemli öğretiler sundu ve bu öğretilerin büyük bir kısmı başta Hz. Peygamber ve Râşid Halifler tarafından uygulamaya konuldu. Ancak kölelik ve ticareti birçok sebepten dolayı tamamen ortadan kaldırılamadı. Zaten Kur’an-ı Kerim’de de bu yönde, yani anılan kurumun kaldırılmasına yönelik herhangi bir emir veya tavsiye bulunmamaktadır. Ancak babadan oğula geçiş rejimiyle yönetilen devletler döneminde bu uygulamada büyük değişiklikler meydana geldi. Dolayısıyla da satışa sunulan mallar gibi köleler de İslam dünyasının çeşitli şehirlerinde kurulan köle pazarlarında alınıp satılıyordu. Bu dönemlerde ticaretin en önemli alanlarından birini oluşturan köle fiyatları da diğer ürünlerin fiyatları gibi çok karmaşık bir yapıya sahipti ve kölelerin ırkına, cinsiyetine, memleketine, eğitimine ve kalitesine göre büyük değişkenlik gösteriyordu. Ayrıca bu fiyatlar birçok normal ve ârizi amillerin etkisi altındaydı. Ancak insan ticaretinin en lüksü sayılan vasıflı cariyelerin fiyatları her zaman vasıflı erkek kölelerin fiyatlarından daha yüksekti. Bu yüksek fiyat bazen öyle boyutlara ulaşıyordu ki, halifeler ve yüksek rütbeli devlet memurları güzel, alımlı ve on parmağında on marifet bulunan vasıflı cariyeleri satın almak için neredeyse bir serveti gözden çıkarabiliyorlardı. Muhtemelen Ortaçağda satışa sunulan vasıflı köle ve cariyeler lüks mallar kategorisine dâhil olduğundan devletin faal denetim memurları olan muhtesipler tarafından da kontrol edilemiyordu veya yetki konumları itibariyle bu devlet memurları görevlerini tam hakkıyla yerine getiremiyorlardı. Bunu fırsat olarak değerlendiren köle satıcıları da köle ve cariyelerin alım satımından büyük miktarda paralar kazanarak servetlerine servet katıyorlardı. Hatta bu insan tüccarlarından bazıları, hükümdarlar nezdinde birçok yüksek rütbeli devlet memurundan daha konumlu bir yere sahip bulunuyorlardı.
Ortaçağ İslam dünyasında insan ticaretinin en bayağı muamelesine maruz kalan vasıfsız kölelerin fiyatları ise insan onurunu hiçe sayacak boyutta düşük olabilmekteydi. Hatta bazen bir kölenin fiyatı bir koyun veya bir tavuk fiyatından daha düşük olabiliyordu. Ancak bu onur kırıcı olay, büyük miktarda savaş esiri ele geçirildiğinde, kıtlık ve pahalılık gibi ekonomik krizler yaşandığında, özellikle de veba salgınlarının uzun süre insanları toplu halde ölüme sürüklediğinde ve kayıt dışı köle alım satımının gerçekleştiği hallerde meydana geliyordu. Ayrıca kölelerin kalitesi de fiyatlarının yükselmesine veya düşmesine sebep olabilmekteydi.