Bir devletin, milletin veya belli bir topluluğun simgesi olarak kullanılan bayrakların[1], renk ve biçimle özelleştirilmesi yeni bir olgudur. Eski kültürlerde egemenlik, hükümdarlık ve savaş belgüleri niteliği taşıyan bayraklar, kutsallık atfedilen bazı hayvan veya nesnelerden doğup gelişerek günümüze ulaşmış; bu süreçte biçim ve ana malzemesinde bazı değişiklikler olmuştur. Türklüğün eski çağlarında kandık, kağanlık, bodun ve savaş simgesi olarak, hayvan kılları (akılmış tuğların kullanıldığı ve kumaş bayrakların ondan çok sonra hukuki bir mahiyet aldığı bilinmektedir (Köprülü 1944: 402). Hiç kuşkusuz, tuğlarda kullanılan kıl ve tüyler, sıradan bir canlıya ait olamazdı; bunlar Totemist-Animist inanca göre bodunu veya boyu koruduğuna inanılan kutsal bir hayvanın, bir tözün parçasıydılar. Türklerce töz kabul edilen kotuz, at, kurt ve bazı kuş türlerinin kuyruk, tüy veya yelelerinin bayrak ve sancağın ana malzemesini oluşturması, bu yazıda öne sürülen fikirlerin de temelidir[2].
Türklerin bayrak (batrak) dışında, sancak, çalış, orungu- vurungu~vurgu, tanguk, tuğ, beçkem / perçem, yalav, monçuk sözlerini “bayrak" anlamında kullandıkları, yazılı metinlerden anlaşılmaktadır. Köken ve anlam bilgisi açılarından çözülmüş olan bayrak ve sancak sözleri[3] ile çal- “vurmak, saplamak” fiilinden türediği muhtemel çalış (çal-ış) ve u r- “vurmak” fiilinden türediği açık olan vurungu, bu çalışmanın dışında tutulmuştur. Tanguk, monçuk ve beçkem ise ayrı çalışmaların konusudur. Burada, Türklerce kutsal sayılan hayvanların kuyruk, tüy veya yelelerine ad olan sözlerden gelişerek “bayrak" anlamına ulaşan tuğ ve yalav sözleri incelenecektir. Bu sözlerin karşıladığı nesnelerin tarihsel özgeçmişindeki üretiminde töz kuyrukları ve tüylerinin kullanılmasını çıkış noktası belirleyerek, bunların Türkçe olduğunu açıklamaya çalışacağız.
***
1. Tug: Türk dili ve kültüründe, sonradan “sancak" anlamını kazanacak tug[4]. Proto Türk kabilelerinden kabul edilen Çuların ayinlerinde, tanrıları eğlendirmek amacıyla destan temsili dans gösterileri yapan oyuncuların ellerindeki kalkan veya baka eşliğindeki yak (kotuz “yabani sığır”[5]) kuyruğuyla ya da tüyler ve renkli şeritlerle süslü direklerin adıydı. (Esin 2001: 96, 122, 123). Buna göre, eski Türk inanç sisteminde tuğ, bir tören veya tapınma aletidir. Kamların tuğu, bir âsâ veya sopa üzerine bağlanmış at kıllarından oluşurdu. Bu sopa, aynı zamanda "kamlık rütbesi” idi. Ayrıca, kam ilahileri ve dualarında ruhlar da kişileştirilerek "tuğ sahibi” sayılırlardı. Eski Türk kültüründe büyüklüğün simgesi “tuğ sahibi” olma idi (Ögel 1991: 117). Türklerde tug olgusu, tarihsel açıdan kotuz başta olmak üzere, töz sayılan hayvanların (at, kurt, avcı kuşlar vb.) tüyleri, yelesi veya kuyruğunun kargı uçlarına bağlanarak dinsel törenlerde kullanılmasıyla başlar. Sonraları kağanlık simgesi haline gelen tuğ, tepesine yalnızca kotuz ya da at kuyruğu asılmış çıplak bir gönderden ibaret olmamıştır. Tuğlara, Türklerce töz kabul edilen hayvan motifleri işlenmiş kumaşlar da eklenmiştir. Çin yıllıklarında “Batı Türkleri tuğlarının tepesine dişi kurt başı asarlar. Kağanın muhafızlarına fu-li (böri=kurt) denir.” cümleleri kayıtlıdır (Chavannes 1903: 10). Kaşgarlı Mahmut, tuğların turuncu ve al renkli kumaşlardan yapıldığını, bunun uğur sayıldığını kaydeder. Cengiz Han’dan sonra tuğların başında şahin motifi görülür. Uygur kağanlarının tahta çıkışında kurt başlı tuğ dikilir ve selamlanırdı[6]. Göktürk Devleti yıkıldıktan soma Çin imparatorları, Türk beylerine, hatta Toharistan yabgusu gibi uzak ve eski Göktürk tabilerine kurt başlı tuğ ile davul vermişlerdir (Ögel 1988: 2-3). Selçuklu, Osmanlı ve Akkoyunlu tarihiyle ilişkili metinlerde, at kuyruğu takılmış sancaklar perçem, çalış veya tuğ olarak adlandırılmıştır.
***
Tuğ, Türk dili ve kültüründe en eski zamanlardan beri son derece yaygın bir yer tuttuğu halde, bu söz bazı bilim adamları tarafından genellikle Çinceye yakıştırılmıştır: Menges, kelimenin muhtemel eski bir Çince alıntı (Çin. dug < du "bayrak”) olduğu fikrindedir (1968: 169). Rasânen, Türkçe tuğu Moğolca, Nanayca ve Korecedeki biçimlerle birleştirip zengin bit Altay dil ailesi verisi sunmasına rağmen Çince *duga bağlar (1969: 196). Clauson, ünlü sözlüğünde kelimeyi “kağanlık arması” anlamıyla kaydeder. Temel olarak bir tür davul veya bayrak olduğunu belirtip erken çağlardaki anlamım belirlemenin zor olduğunu söylet. Kaşgarlı’nın verdiği “ipek flama" anlamından yola çıkarak, bunun Çinlilerden alınmış bir fikir (idea) olduğunun kesinliğini dile getirir. Geleneksel Türk bayrağının atın kuyruğu veya kıllarından yapılmasını belirlediği halde, Çince tu "arma: bayrak" sözünün Türkçeye girmiş biçimi olduğunun kuşkuya yer bırakmadığım ifade eder (ED: 464). Gabain de bu kelimeyi, Çince tu-d'uok sözüne bağlar (1988; 302). Doerfer, kelimenin Türkçeye Çinceden geçtiğini söylemesine rağmen, bunun aksi yani Türkçeden Çinceye geçme ihtimali üzerinde dr durur (TMEN II: 969). O. F. Selikaya, kelimenin kökeni konusundan ziyade transkripsiyonu üzerine yazdığı makalesinde, Tibet lıarlli eski Türkçe bir metinde -o- ile yazılan bu sözün yazıçevriminin tog biçiminde yapılması gerektiği fikrindedir (1995: 223).
Kelimenin Türkçe olduğunu dile getiren araştırmacılarsa Eberhard (1917), Ögel (1988), Watson ve Granet’tir (Esin 1978: 37’den).
***
Tug sözü ilk kez, Ötüken Uygur Kağanlığı dönemine ait Şine-Usu ve Taryat yazıtında karşımıza çıkar: ...üç tuglug tunik bodunka yetinç ay tört yegirmike... "üç tuğlu Türk halkına yedinci ayın on dördünde..." (Taryat D 7: Tekin 2001: 179); ...ekinti ay altı yegirmike üç tuglug türk bodunug... “ikinci ayın on altısında üç tuğlu Türk halkı..." (Ârpâd 2004: 299). ...sü yorıyın tedim tug taşıkar erikli yelme eri kelti “ordu yürüyün dedim tuğ dışarıya çıkarılırken ileri karakol adamı geldi." (Moriyasu 1999: 179). Eski Türk çağından itibaren yazı dilinde görülen bu sözün, temel olarak egemenlik, devlet ve savaş simgesi olduğunu, bu satırlarda görmekteyiz.
Kaşgarlı Mahmut, “hakan yanında çalınan kös ve davul, nöbet davulu; tuğ, bayrak, sancak" anlamıyla kaydeder. Tokuz tuglug han “dokuz tuğlu han" açıklamasında, “Her ne kadar vilayeti çok, payesi yüksek olursa olsun tuğ dokuzdan fazla olamaz. Çünkü dokuz sayısıyla uğurlanırlar. Bu tuğlar, turuncu renkte ipekten veya kumaştan yapılır. Bunu da uğur sayarlar.” bilgisini verir (DLT-IV; DLT III, 127).
Karahanlı döneminde, tuğ sözünün, kökü kamlık geleneklerinde saklı olan davulla (küv) ilişkili anlamını korumasının yanında, devlet ve hükümdarlık simgesi durumunu sürdürdüğünü görmekteyiz. Kutadgu Bilig’de kelimenin kayıtlı olduğu beyitler, tuğun üst düzey devlet yöneticilerinin belirtisi okluğunu göstermekle birlikte bulıt kökredi urdı nevbet tugı / yaşın yaşnadı tarttı hakan tugı ve yaşık örledi yirde koptı togı / yaka keldi aşnu tokuz al tugı dizelerinden, göğe ait ilahî-semavî inanç kurgulamalarının XI. yüzyıl Türk kültüründe henüz silinmediği anlaşılır (KB: 86, 1036, 2553, 4893).
Oğuz Kağan Destanı’nda “gökyüzü çadır, güneş ise tuğ” şeklinde sembolleştirilerek, çadır tepesine veya çadır direklerine kuyrukların asıldığı eski bir Türk geleneğine telmih yapılır: takı taluy takı müren, kim tug bolgıl, kök kurıkan (OKD: 101). Bunun yansımaları, günümüzde Güneydoğu Anadolu bölgesi Türkmenlerinin çadırlarının tepesine diktikleri öküz kuyruklarında görülür (Ögel 1991: 147).
Tuğun çekirdek anlamı olan “tüy”ü, geç dönem Türkçe sözlüklerden Lehçe-i Osmanide görmekteyiz: “tuğ aslında kuyruk ve tüy mânâsına kutas kuyruğundan yapılan alem”. Tug~tüg ilişkisindeki Oğuz alanlı semantik belirlemeler, Türkiye Türkçesinde varlığını sürdürür: tuğ “bazı kuşların tepelerinde bulunan uzunca tüy; serpuşların ön tarafında takılan tüy veya püskül biçimindeki süs” (TS II). Türkiye Türkçesi ağızlarında tuğdan geliştiği açık olan tuğlan “kabarık saç” sözü de önemli bir veridir (DS X).
Kelime günümüz Türk lehçelerinde Tatar, Kazak, Kırgız, Uygur, Azeri, Özbek, Altay, Tuva alanlarında genel olarak "bayrak" anlamıyla saklanmış olmakla birlikte[7], arkaik anlam yalnızca Uygur Türkçesinde, kaydedilmiştir: Uyg. tuğ “kutsal bayrak (birisi hastalandığında, şaman, odanın ortasına kutsal olduğuna inandan renkli bir bayrağı yerleştiril ve hasta kişiye bunu çevirtir); bayrak; arma" (UED). Kelime, Türkçeden bir çok komşu dile geçmiş (TMEN II: 969); bu geçişlerde çekirdek anlam Gürcüce t’ugi "at kuyruğu; belirti, alamet” ve Rumca tuy “at kuyruğu'”uda korunmuştur. Bunlar, tug-tüg ilişkisine dair tezimizi güçlendiren veriler arasında yer almaktalar.
***
Etimoloji çalışmalarının ana hedefi, diller arasında büyük ölçüde ortak olan ses değişmelerini izlemek değil, bir toplumun önceki ve sonraki bilgi ilişkisini belirleyerek, dil yoluyla, o toplumun dil ve düşünce dünyasının halitasını çizmek; fotoğrafını çekmektir (Karaağaç 2002a: 189). Tug “tuğ, bayrak" ve tüg “tüy" sözleri, ön-art ünlü nöbetleşmesi (front/back alternation) temelindeki ses olayı ile oluşmuşlardır (Erdal 1991: 870)[8]. Dilcilikte ilk/asli/kök biçim, kayıtlı olan en eski biçim olarak kabul edilse de, bir dil unsurunun gerçek ilk biçimini yakalayabilmek, dil ile yazı arasındaki yaş farkı yüzünden asla mümkün değildir (Karaağaç 2002b: 19). Buna göre, ilk kez Ötüken Uygur Kağanlığı döneminde belgelenen tug ile ilk kez Koço Uygur döneminde belgelenen tü~tüg[9] sözlerinin asli olanı kolayca bellilenemez. Ancak başlangıçta bu sözlerden birinin “tüy, kıl” anlamı içerdiğini, sonraları kutsal değerler atfedilen hayvanların tüy demetlerinden imal edilen bayraklar için kullanıldığını söylemek yanlış olmayabilir. Böylelikle, başlangıçta tek biçimli olup "tüy” genel anlamı içeren bir unsurdan. tüg-tug şeklinde biçim dallanmasının ve anlam ayrılmasının gerçekleştiğinden söz edilebilir. Bir başka ifadeyle fonetik varyasyon ve anlam nüansı peşpeşe gerçekleşerek bir dil unsurundan iki birim ortaya çıkmıştır denebilir.
Tug sözü, Eberhard ’in belirttiği gibi tüg “tüy" ile bağlantılıdır. Bunu tug sözünün yukarıda belirtilen tarihî ve modern Türk şiveleri örneklerindeki tüyle ilişkili anlamlan desteklemektedir. Milattan sonraki Çin kaynakları, tuğun kuyruk ve tüylerle süslenmiş bir bayrak olduğu hususunda birleşir. Ts’ai Yung (M.S. 133-192) gibi bazı Çin müellifleri ise, tuğlara yak öküzü kuyruğunun bağlandığından bahseder (Ögel 1988: 1-2). Pei-wen yün fu adlı klasik Çince sözlükte tuğ sözünün “uçlarına kuş tüyleri veya öküz kuyruğu asılmış küçük bayrak”; “tüyle kaplanmış, yazıtlı küçük bayrak (M.S. 523)”; “arabanın soluna bağlanan ve böylece her yerden görülen tüylü bayrak" gibi tanımlarında tuğ ile tüyün anlam ilişkisi açıktır[10].Ortaya çıkan dil verileri, tuğun Türkçe olduğunu ve tüg “tüy”le ilişkili bulunduğunu zikreden Eberhard’ın fikrini doğrulamaktadır. Eberhard, tugun her şekli, dolayısıyla kotuz tuğu, ilk olarak kuzey illerinde dikildiği için, tug sözünün Türkçe olduğunu belirterek tüg “tüy” ile ilişkilendirir. Ona göre, tug, kısmen Türk olan Chou (Çu) boylarının alametlerindendir (1947: 17, 33). Bu söz, Ögel’in özellikle altını çizdiği gibi, Çincede Hun çağından sonra yeniden yazılan Chou~li gibi eski eserlerde görülür. Ögel, Hun İmparatorluğu’nun kuruluşu (M.Ö. 206) ile, tuğ kelimesinin Çin’de daha çok kullanılmaya başladığını, tuğun yalnızca atlı kavîmlere mahsus bir hakimiyet timsali, Çin’de ise mabet ve dinî merasimlerde koruyucu bir ruh sembolü olduğunu belirtir (1988: 1). Ayrıca, “göçebelerin Çin üzerindeki sürekli ve güçlü politik etkilerinden yola çıkarak düşünebiliriz ki, Çince *dug, proto Türkçe *dug (erken Türkçe *tug) sözünden geliyor da olabilir.” hükmüne ulaşan Doerfer’in düşüncesi, Türk dili tarihinden çıkan yukarıdaki bulgular ışığında, kuşkuya yer bırakmadan kabul edilebilir.
2. Yalav: Çağatay kültür çevresinde mızrak ucuna takılan bayraklara verilen addır (Ögel 1991: 2G1). Ögel, Radloff’un verdiği bilgilere dayanarak kelimenin Kırgız alanında calav şeklini belirtip bu sözün “alev”le ilişkisi bulunduğunu belirtir. İhtiyat kaydıyla yalavın yal ‘‘yele’den türemiş olabileceğini de dikkati çeker (Ögel: 1991, 289, 291 ).
Eski Türk kültüründe bayrak bilgisine töz sayılan hayvanların tüy ve kuyruklarından ulaşıldığı tug maddesinde dikkati çekildi. Bu bakımdan, “bayrak” bilgisinin alt anlam tabakasında “alev”i barındırması mümkün görülmemektedir. At ve kotuz kuyruğu, at kuyruğu, at yelesi ve bazı töz kuşların tüyleri, tuğlarda kullanılan ana malzemedir. Dolayısıyla atın boynundaki kıl demetlerinin eski Türk dilinde adı olan yal “yele”[11] ile “bayrak” anlamını kazanan yalavın ilişkisini kurmak, dil ve kültür tarihi zemininde mümkündür. Buna dair en önemli ipucu, Kaşgarlı Mahmut’un sözlüğünde kayıtlı yalıg sözüdür. Kaşgarlı, bu sözle ilgili olarak “At yelesi. Yal dahi denir. Doğrusu yıldır.” açıklamasını yapar (DLT III: 13). DLT’de kelimeyle ilgili, dönemi açısından geniş sayılabilecek bu bilgilere rağmen, Clauson, yalıg “yele” sözünü açıklarken “yal ‘yele’ ile yalıg eş eş anlamlı ve eş kaynaklı, fakat morfolojik olarak belirsiz; çünkü -ıg eki meçhul" hükmünde bulunur (ED: 924). Oysa Türkçenin sözcük türetme yollan, yal-yalıg oluşumuna birden fazla olanak tanır: 1. Yalıg sözü, kuruluş bakımından ilig “hükümdar” (il-lig) ve ulug “ulu” (ul-lug) vb[12], ile karşılaştırmayı hak eden bir yapıdadır. 2. İsimden fiil yapım eki - I nın[13]’ yal-ı- “yelelenmek" fiil gövdesini oluşturduktan sonra, ~G fiilden isim yapını ekiyle yal-ı-g biçimini teşkil eunesi yadırgatıcı bir gelişme olmamalıdır[14].
Radloff, kelimeyi yalav, Çağatayca “bayrak; sancak” olarak kaydeder (OSTN III/l: 155). Abuşka Lugati'nde yalav “tolga üzerine dikilen sancak”, Bedayiü’l-Vasat’tan bir örnekle açıklanır[15] (AL: 397). Bugünkü Kıpçak lehçelerinden Tatarca ve Kazakçada kelime arkaik bir unsur olarak korunmuş ve Tatarca kanalıyla Çuvaşçaya da geçmiştir[16]: Tat. yalav “bayrak” (TTAS); Kzk. jalav “türlü renkte nesne ve sicimlerden yapılmış bayrak” ak jalav “barış sembolü bayrak”, kara jalav “yas ve acı sembolü bayrak”, kızıl jalav “kan renkli bayrak” (KzTTS); Çuv. yalav “bayrak; (giysilerde) kordela” (hasat şenliklerinde bayrak olarak adi baş örtüsü [serban] kullanılır) (ÇS: 205).
Eski Türkçe yalıg “yele”, kelime başı ünsüz gelişmeleri ve kelime sonu[17] -g 'nın süreklileşmesiyle Tatarca ve Çuvaşçada yalav, Kazakçada jalav biçimini kazanır; Batı Türkçesinde ise, son sesteki ön damak ünsüzünün erimesi ve y etkisiyle ünlülerinin ön damağa geçmesi sonucu yele biçimiyle sonuçlanır. Eş zamanlı olarak, kelimenin son sesi sedasızlaşarak yelek “okun tüyleri” şekline de girer[18].
♦♦♦
Göktürk döneminde bilhassa taşlar üzerine çizilen atların yeleleri dişli bir şekilde yapılıyordu. Bunlar Kudırge, Orhun. Tula bölgesinde ve Kırgızistan’daki kaya resimlerinde görülür (Ögel 1991: 163). 1959’da Okladnikov tarafından yayımlanan Kurıkanlara ait kaya resimlerinde atların yeleleri tarak ağzına benzer bir şekilde süslenmiş ve boyunlarına püsküller asılmıştır[19]. Bu tarak şeklindeki at yelelerine, Altaylardaki Göktürk, Kırgız kültür çevrelerinde rastlandığı gibi, Çin’de Hunları tasvir eden kabartmalardaki at yelelerinde de görülür. Kırım hanlarının armasının ve bugünkü Kırım bayrağının kökleri, muhtemelen tarak biçimindeki bu at yelelerine uzanmaktadır[20].
Tug ve yalav sözleri, Türk kültüründe bayrak bilgisine töz sayılan hayvanların tüy ve kuyruklarından ulaşıldığını göstermektedir. Türklerce töz kabul edilen kotuz, at, kurt ve bazı kuş türlerinin tüy veya kuyrukları bayrağın ana malzemesini oluşturmuştur. Milattan önceki dönemlerde, kargı uçlarına bağlanan bu tüyler, eski inançlara ait tören ve ayinlerde, tılsımlı ve koruyucu birer nesne olarak algılanmıştır. Bu nesneler, sonraları, alp ve bahadır ve kağanların kahramanlık belgüleri sayılmış; devlet olgusu ve kavramı güçlendikçe kağanın kişisel belgüleri, devleti kapsayan yüksek hakimiyetin simgesi haline gelmiştir. Nihayet, ulusal iradenin tecellisinden doğan daha yeni devlet yapılanmalarında, yalnız devlet hakimiyetinin değil, ulusal varlığın da simgesi olmuştur.
KISALTMALAR
Aİ: Aks-el İreb Bkz. TTS VI.
Alt.: Altay Türkçesi
Çer. : Çeremisçe
Çin. : Çince
Çuv. : Çuvasça
Hak. : Hakasça
HB : Velâyetnâme-i Hacı Bektaş Bkz.TTS VI
Kzk. : Kazakça
Krg. : Kırgızca
Moğ. : Moğolca
Özb. : Özbekçe
Soy. : Soyonca
Tat. : Tatarca
Tel. : Teleüt
TELT : Tefsir-i Ebilleys Tercümesi Bkz. TTS VI
Tkm. : Türkmence
Ttü. : Türkiye Türkçesi
Uyg. : Uygurca
Yak. : Yakutça