Haçlı istilası Öncesi Ortaçağ’da Maraş Şehri
Anadolu ve Kuzey Suriye arasındaki ana ticaret yollarının kesişme noktasında ve Mezopotamya ovasının kenarındaki Toroslaı eleğinde bulunan, Anadolu'nun en eski şehirlerinden biri olan Maraş ve çevresi antik dönemleri de içine alan zengin bir geçmişe sahiptir, Domuztepe Höyüğü’nde yapılan kazı çalışmaları da şehrin M.Ö. 5000 yılma kadar uzanan tarihî bir mirasa sahip olduğunu göstermiştir[1]. Maraş, coğrafî konum olarak Ortadoğu ile Anadolu’yu birbirine bağlayan yol güzergâhında bulunması sebebiyle de tarihin her döneminde önemini korumuştur. Maraş topraklarında Hitit, Asur, Pers, Makedonya, Grek, Roma medeniyetlerinin[2] yanısıra; Sasanî, Roma, Bizans, Selçuklu, Memluk ve Osmanlı devletleri ayrıca Ermeni ve Haçlı kontluktan yaşamış ve bu sebeple de farklı medeni yetler ve kültürler şehrin zengin tarihî dokusunu oluşturmuştur.
Ortaçağ Türkiyesi’nde stratejik, askerî ve siyasî faaliyetler bakımından büyük rol oynayan en önemli yerleşim yerlerinden birisi olmasına rağmen Maraş şehrinin bu dönemdeki tarihini anlatan kaynakların sayısı oklukça azdır. Şehir, ismini[3] bilinen ilk dönemlerinden günümüze birbirine yakın adlar alarak devam ettirmiş ancak şehrin kurulduğu yer[4] sürekli aynı kalmayarak birkaç defa çeşidi sebeplerle değişmiştir.
Hitit devleti yıkıldıktan sonra Geç Hitit şehir devletlerinden Gurgum Krallığı’nın başkenti[5] olan Maraş, Kimmerler’in Anadolu’yu istilasının ardından bir müddet Asur hâkimiyetinde kalmış, Asurlar’ın Med istilasına uğramasından sonra Pers hâkimiyetine girmiştir. Maraş, Makedonya Kralı İskender’in Asya seferi sırasında, Kapadokya satraplığının önemli merkezlerinden bilisidir[6]. İskender M.Ö. 333 yılında Kuzey Suriye’ye düzenlediği ve Toroslar’ı aşarak İskenderun yakınlarında Persler’i mağlup ettiği[7] sefer öncesi yolu Maraş’tan geçerken muhtemelen bu sırada şehri de zabt etmiştir. İskender’in kurduğu imparatorluğun zayıflaması üzerine Maraş’m da içinde bulunduğu bölge Seleukoslar’in[8] idaresine geçmiştir[9].
Anadolu’nun tümüyle Roma hâkimiyetine girdiği M.Ö. 63’ten daha önceki bir tarihte, General Pompei’nin Kilikya bölgesini ele geçirdiği sefer sonrası Maraş’ı da Roma Devleti’ne bağladığı sanılmaktadır. Şehir, Mısır fethinden dönen ve Kapadokya tarafına ilerleyen Sezar tarafından da muhtemelen M.Ö. 46 yılında ele geçirilmiştir. Sezai ’dan sonra Maraş ve çevresi, Roma'nın önde gelen valilerinden Markios Antuvan’ın idaresine bırakılmıştır. Antuvan’ın ölümü sonrası Maraş’ın da içinde bulunduğu bölge bütün Anadolu gibi doğrudan doğruya Roma İmparatoru Oktavianus’ın hâkimiyetine girmiştir[10].
Roma imparatorluğu’nun M.S. 395 senesinde ikiye bölünmesi ile Maraş şehri, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun hâkimiyetine girmiştir. V. yy.da Monofizist[11] bir merkez olan[12] Maraş şehri I.Instinianos dönemi (527- 565) ve sonrası özellikle de 570-582 yılları arası ve takip eden yıllarda Bizans- Sasanî çauşmalarına sahne olmuştur[13]. Sasanî hükümdarı II.Hüsrev Pervîz’in (590-628) Anadolu’yu istila hareketi sonrası, 605-611 yılları arasında hatta 622 yılına kadar Sasanîlerin elinde kalan şehir,[14] daha sonra tekrar Bizans hâkimiyetine geçmiştir. 626 yılı sonlarında bölgeye sefer düzenleyen İmparator Herakleios (610-641) Maraş şehrinden geçerek[15] Kuzey Suriye’ye inmiştir. 628 yılında Herakleios ile yaptığı savaşta mağlup olan II. Hüsrev Pervîz hem tahtını hem de hayatını kaybeuniş, ülkesi de iç savaşa ve kaosa sürüklenmiştir. Il.Pervîz’in yerine geçen oğlu Kovrad-Şîrûye, Herakleios ile anlaşmak zorunda kalmıştır[16]. Sasanîler ve Bizanslılar arasındaki Maraş’a hâkim olmak için yapılan mücadele her iki imparatorluğu da zayıflatmış, buna bağlı olarak her iki imparatorlukta ortaya çıkan iç karışıklıklar Maraş ve çevresinin Müslümanlar tarafından fethi için uygun bir ortam hazırlamıştır.
632 yılından itibaren özellikle de Hz. Ömer döneminde (634-644) Müslümanlar Bizans hâkimiyetindeki Suriye’yi fetih hareketine giriştikleri zaman, Maraş bölgesine de sık sık akınlarda bulunmuşlardır. Bizans imparatoru Herakleios sınır bölgelerinde yaşayan halkını, İslâm ordularının akutlarından korumak ve Müslümanlardan etkilenmelerini önlemek gayesiyle iç kısımlara göç ettirmiştir. Suriye bölgesinde idaresi altındaki şehirleri önce boşaltmak zorunda kalan sonra da bu şehirleri tahrip ettiren Herakleios böylece Müslümanların kültür ve hayat izine rastlamadan her .türlü sıkıntı ve yokluğun olduğu bu metrûk bölgeden Anadolu’ya geçişlerini zorlaştırmak istemiştir[17]. Ancak bütün güç şartlara rağmen Müslümanlar Bizans’a yönelik fetih harekâtından hiç vazgeçmemişlerdir.
Maraş’ın kim tarafından nasıl feth edildiği İslâm kaynaklarında zikredilmekle birlikte hangi tarihte feth olunduğu belirtilmemiştir. Kaynaklardaki[18] bilgilere göre Hz. Ömer’in halife olduktan sonra başkumandan tayin ettiği Ebu Ubeyde b. Cerrah, Suriye’yi tamamen feth ettikten sonra maiyyetindeki kumandanlardan Halid b. Velid’i Maraş ve çevresini feth etmekle görevlendirdi. Halid halkın kaleyi terk etmesi şartıyla savaşmadan sulh yoluyla Maraş’t feth etti, sonra kaleyi yıktırdı. Hâkimiyet değişiklikleri esnasında Maraş sınırlarına kadar gelen Müslümanlardan olumlu yönde etkilenen yerli Hıristiyan halk, canlarına dokonulmaması şartıyla şehri teslim etmişlerdi[19]. Kaynaklarda tarihi kaydedilmeyen bu fethin biz muhtemelen 637 yılında gerçekleşmiş olabileceğini düşünüyoruz. Çünkü Hz. Ömer 20 Ağustos 636 tarihinde Bizans’a karşı yapılan Yermük Savaşı sonrası Halid’i başkumandanlıktan azl ederek yerine Ebu Ubeyde’yi tayin etti. Halid, Kuzey Suriye’de Bizans’a sınır bölgede yer alan Maraş’ın ve diğer şehirlerin fethine Ebu Ubeyde’nin emri altında katıldı ve onun 639 yılında vefatı sonrası da başka birinin emri altına girmedi[20]. Bu sebeple Maraş’ın fethi 636 sonrası, 639 öncesi olabilir. Ebu Ubeyde sonrası başkumandan tayin edilen îyaz b. Ganm’ın komutasındaki Habib b. Mesleme el-Fihrî 638 yalında[21] Maraş’ın kuzeyinde ve daha ileride bulunan Hades[22] Kalesini ele geçirdiğine[23] göre Maraş bu tarihte Müslümanların hâkimiyetinde olmalıdır. Bu durumda Maraş’ın fethi Eylül 636 sonrası, 638 yılı öncesi, muhtemelen 637 yılında olsa gerektir. Bu tarihten sonra Maraş bölgesinde İslamlaşma süreci başlamıştır. Daha sonraları İslâm orduları Maraş’ta bir garnizon kurarak Anadolu içlerine yapılacak seferler için burayı (askerî) üs edinmişlerdir.
Habib b. Mesleme’nin Elbistan geçidinde bulunan Hades Kalesini fethi sonrası Hz. Ömer’in Akdeniz sahil şehirleri ile Suriye ve Kilikya bölgesi genel valisi[24] Muaviye b. Ebî Süfyan, Hades’in korunması için gerekli bütün tedbirleri almış ve kumandanlarına da burayı muhafazada çok dikkatli davranmalarını emretmiştir[25]. Çünkü Müslûmanlar Bizans kontrolünde bulunan Anadolu topraklarına yaptıkları akutlarda çoğunlukla Maraş - Hades güzergâhını kullanmaktaydılar.
Anadolu şehirlerinin fethine önem veren Muaviye, Herakleios’un ölümü sonrası ortaya çıkan imparatorluk kavgalarından istifade ile 642 yılında Bizans devleti üzerine bizzat kumanda ettiği bir sefer düzenlemiştir[26]. Bu sefer esnasında Muaviye, Maraş şehrine kadar gelmiş ve şehre yakın çevredeki bazı kaleleri fethetmiş olmalıdır. Muaviye bölgeden ayrıldıktan sonra da Maraş ve çevresindeki gelişmeleri takip etmiş ve onun görevlendirdiği komutanlar 643 yılı sonlarında ve 644 yılında Anadolu’ya yeni seferler düzenlemişler, önce Arabissos’u[27] elde etmiş, sonra da Euchaita’ya[28] kadar ilerlemiş ve yol üzerindeki şehirleri ele geçirmişlerdir[29].
Anadolu içlerine düzenlenen seferlerde Maraş çevresindeki geçitleri kullanan Müslümanlar, başta Maraş olmak üzere bölgedeki şehirlerde tanı bir hâkimiyet sağlamak ve Bizans topraklarında daha da ilerlemek amacında idi. 645 yılında önce Selman b. Rcbia Bizans topraklarına akınlar yaptı ve ganimetlerle geri döndü. Sonra da Habib b. Mesleme komutasındaki İslâm ordusu bölgedeki henüz feth edilmemiş şehirler üzerine seferler düzenledi. Maraş’ta İslâm hâkimiyetini yeniden tesis eden Habib, Muaviye tarafından Doğu Anadolu’ya seferler düzenlemekle görevlendirildi. Doğu Anadolu’da Bizans kuvvetlerine karşı yine başarılı olan Habib, Erzurum’a kadar ilerledi, şehri emanla alıp çevredeki bir çok şehir ve kasabayı haraca bağladıktan sonra Suriye’ye döndü[30].
Bizans'a ait şehirlere yönelik fetih harekâtı için genellikle kumandan görevlendiren Muaviye’nin 646 da bizzat kendisinin komuta ettiği seferde İslâm ordusu Kayseri’ye kadar ilerledi. Kayseri 10 gün muhasara edildikten sonra şehirdekiler haraç vermeye razı oldu[31]. Bu sefer sonrası Muaviye’nin Kilikya ve çevresinin fethini tamamlamakla görevlendirdiği Habib b. Mesleme 647’de Hades’i ikinci defa fethettikten sonra Sozopetra’yı[32] da feth etti. Bu zaferler sonrası 651 yılında Süfyan b. Avf el-Gâmidî komutasındaki İslâm ordusu Maraş'a geldi ve buradan kuzeye yöneldi, Bizans topraklarına akınlar düzenledi[33]. Anadolu’nun iç kısımlarına düzenlenen bu seferler esnasında yol güzergahında bulunması sebebiyle İslâm ordularının Maraş’ta bir müddet kalmış olmaları muhtemeldir.
Emevîler döneminde Müslüman Araplar Kilikya'ya yerleşerek, Bizanslılar tarafından tahrip ve terk edilmiş olan bu bölgede bulunan şehirleri tahkim ettiler. Stratejik bakımdan önemli askerî yolların kavşağında bulunan. Toros geçiderine hâkim ve idari bakımdan Suriye’deki Kınnesrin[34] ordugâhına bağlı olan ve İslâm Bizans mücadelesinde önemli rol oynayan Tarsus, Adana, Misis (Ceyhan), Maraş ve Malatya şehirleri hudut bölgesindeki Arap askerî üsleri haline getirildi. Müslümanların ed-davâhî (dış kısımlar, dış arazi) adını verdikleri bu saha Emevîler döneminde iskân edilmeye ve müstahkem şehirler kurulmaya başlandı. Askerî düşüncelerle özel olarak talikim ve iskân edilmiş olan bu hudut ve savunma sahalarına sugûr denilmekteydi[35]. Bizans’a sınır yerleşim merkezleri anlamındaki sugûr bölgesi, Sııgıır eş-Şam ve Sugûr el-Cezire olmak üzere iki kısımda mütalaa edilmişti ve Tarsus’tan başlayarak Adana-Misis-Maraş-Malatya hattını takip ederek doğuya doğru Fırat’a kadar uzanıyordu. Birincinin merkezi Maraş, İkincinin ise Malatya idi. Maraş yakınındaki Amanos Dağı (Cebel i Lükam) iki bölgeyi birbirinden ayıran tabii bir çizgi oluşturduğundan Maraş bu iki bölgenin aynın noktasında yer almaktaydı. Sınır şehirlerinden hareket eden İslâm orduları, bu dönemde en fazla Kilikya geçitlerini ve Maraş-Elbistan geçidini kullanmak suretiyle Anadolu’ya giriyorlardı[36].
Emevîler devrinin ilk ve en önemli halifesi olan I.Muaviye (661-680), valilik yaptığı dönemde başlattığı ancak İslâm dünyasında ortaya çıkan iç savaş ve karışıklıklar sebebiyle yarım bırakmak zorunda kaldığı Bizans’la mücadeleye halife olduktan sonra yeniden başladı. Valiliği döneminde Kilikya’nın fethiyle görevlendirdiği Habib b. Mesleme’yi halifeliği döneminde de Anadolu’ya sefer yapması için görevlendirdi. Habib’in, 661 yılında Anadolu’ya düzenlediği seferlerde[37] kaybedilmiş Kilikya şehirleri Müslümanlar tarafından tekrar ele geçirildi. Muaviye, Suriye kuzeyinde Bizanslılara karşı savunma hattı oluşturmak, müstahkem kaleler tesis etmekle meşgul olduğu esnada fethinden bu zamana kadar harap halde bırakılmış olan Maraş şehrini de bayındır hale getirdi, şehirde asker ve halk iskân etti. Şehirdeki garnizonun asker sayısını da arttırdı[38]. Maraş Anadolu’ya gaza eden Müslümanların hareket üssü oldu. Ancak Anadolu’ya düzenlenen askerî seferler bütün hızıyla sürmesine rağmen bir süre sonra savaşlar daha çok Akdeniz’e kaydığından ve kara seferleri Malatya ve Tarsus üzerinden yapıldığından Maraş bölgesi kısa süreli bir istikrar dönemi yaşadı.
I.Yezid’in (680-683) ölümü sonrası ortaya çıkan iktidar boşluğu ve iç savaş yüzünden Suriye’de katışıklıklar artınca, bu durumdan istifade etmek isleyen İmparator IV.Konstantinos (668-685) daha önce yapılmış olan antlaşmayı ve barışı bozdu ve Kilikya bölgesi Bizans kuvvetleri tarafından tahrip olundu. Bu esnada Bizanslılar Maraş’a da saldırdı. Bu saldırıları dayanılmaz bir hâl aldığı zaman şehri savunmaktan aciz kalan asker ve halk Maraş’ı tahliye ve terk etmek zorunda kaldı[39]. Böylece Maraş ve çevresi tekrar Bizans hâkimiyetine geçti.
Abdülmelik b. Mervan (685-705) halifeliğinin ilk yıllarında içinde bulunduğu güç koşullar sebebiyle İmparator II. Iustinianos (685-695) ile yıllık 365 bin dinar, 365 savaş esiri ve 365 iyi cins at vermek şartıyla antlaşma yapmak zorunda kaldı. Bu antlaşmada Müslümanlar ile Bizans arasında sürekli sorun olan ve zaman zaman Bizans lehine isyan eden Amanos dağlarındaki Cerâcimelerin (Merdaîlerin) Bizans içlerine götürülmesine de karar verildi[40].
Bizanslılar ile Müslümanlar arasındaki sulh döneminde Bizans İmparatorluğu Trakya’dan getirdiği Slavlarla askerî gücünü arttırdı. Bu dönemde Emevîler de iç sorunlarını çözüme kavuşturdu ve tekrar siyasî istikran sağladı. Bit müddet sonra askerî gücünün büyüklüğüne güvenen Bizanslılar 694 Ağustos’unda Maraş bölgesinden hareketle Suriye’de bulunan Müslümanlar- üzerine hücum ettiler ve el-Amk’a (Amik Ovası’na) kadar geldiler, buraları istila ve yağma eltiler[41]. Böylece yapılan antlaşma bozulmuş oldu. İslâm kaynaklarının[42] bildirdiğine göre, Bizanslılar, Maraş bölgesinde yer alan el-Amk’a saldırınca, bölgedeki İslâm orduları başkumandanı Muhammed b. Menan, Bizanslılarla savaşa karar verdi. Eban b. Velid b. Ukbe’yi kumandan, Abdülmelik b. Mervan’ın azadlısı Kınnesrin ve çevresinin valisi Dinar b. Dinar’ı da ona yardımcı tayin etti. İslâm ordusu Bizans ordusuna karşı ilerledi. İki ordu Maraş ovasında karşılaşu, şiddetli bir savaştan sonra Bizans ordusu dağıldı, Bizans askerlerinin çoğu öldürüldü kalanlar esir edildi[43]. İslâm ordusunun zaferiyle sonuçlanan bu savaş sonrası Bizanslılar Maraş’ı terk etmek zorunda kaldılar. Müslümanlar- Maraş’a yeniden hâkim oldular. Bu durum üzerine Halife I.Velid’in (705-715) oğlu Abbas da askerleriyle Maraş’a gitti, şehri yeniden imar ile bayındır hale getirdi, askerî yönden tahkim ederek yeni bir garnizon kurdu. Kale ve şehir merkezinde büyük bir cami inşâ ettirdi. Sonra başka yerlerden getirttiği insanları Maraş’ta iskân ederek şehrin nüfusunun artmasını sağladı. Ayrıca o, Maraş’ın saldırı ve istilalardan daha iyi korunabilmesi için Kınnesrin halkının her yıl belirli sayıda askerden oluşan takviye kuvvet göndermesini emretti[44]. I.Velid döneminde Maraş, bayındır ve müstahkem bir İslâm şehri oldu.
Hişam döneminde (724-743) Anadolu seferlerinin başında kumandan olarak oğlu Muaviye bulunmaktaydı. İbn Vazıh’a[45] göre 731 yılında, İbnü’l- Esîr’e[46] göre 732 yılında, Anadolu’ya yaptığı seferde Bizans arazisini fetlı girişiminde başarılı olamayan halife oğlu Muaviye’nin Maraş yakınlarında beklemekle yetindiği ve burada bir ribat kulesi kurduktan sonra geri dönmüş olduğu rivayet edilmektedir. Ancak bu durum devamlı değil çok kısa bir süre için geçerli olabilir. Çünkü İbnü’l-Esîr, Hişam’ın oğlu Muaviye’nin 734 yılında da Anadolu topraklarında savaştığını belirtmektedir. Bu durum bize Hişam döneminde de Maraş ve çevresinin savaştan uzak kalamadığı kanaatini vermektedir.
Emevîler’in son halifesi II. Mervan (744-750) zamanına kadar Müslümanlar Bizanslılara karşı üstünlüklerini daima muhafaza ettiklerinden Maraş, sugûr-u Rum olarak da adlandırılan sugûr eş-Şam’ın en güvenli şehirlerinden biri halinde kaldı[47]. II.Mervan saltanatının ilk yıllarında iç karışıklıklar ve ihtilaflar sebebiyle Kuzey Suriye ile ilgilenemedi. 746 yılında Bizans imparatoru V.Konstantinos (741-775) Kuzey Suriye’ye girdi. Sülalesinin yurt şehri olan[48] Maraş’a geldi ve kaleyi kuşattı. II.Mervan, bir taraftan iç savaşla meşgul, diğer taraftan Humus halkının isyanıyla uğraşıyor olması sebebiyle Maraş’a asker sevk edemedi. Bu durum Bizanslılar’ın işini kolaylaşurdı. Yardım gelmeyince kuşatma da uzayınca şehirdeki halk, göç etmelerine müsaade edilmesi şaruyla teslim oldu. Maraş’ı terk etmek zorunda kalan Müslümanlar el-Cezire bölgesine ve Kınnesrin ordugâhına gittiler. Bizanslılar Maraş ve Hades şehirlerini yakıp yıktılar[49]. İmparator V.Konstantinos esir aldığı şehir halkının bir kısmını (şehir halkının içinde çok sayıda Monofizit de vardı) Thrace’ye[50] götürerek orada iskân etti[51].
Zamanla dahilî buhranı gideren ve Humus’taki isyanı bastıran II.Mervan, Maraş’ı yeniden ele geçirmek için bir ordu gönderdi. Bu zaman zarfında Bizans kuvvetleri şehri tahrip edip yağmalamıştı. II.Mervan’ın 748 yılı başlarında fetih harekatı düzenlemekle görevlendirdiği Velid b. Hişam, el-Amk ile Maraş ve çevresini feth etti. Maraş tekrar Müslümanların hâkimiyetine geçti ve şehir yeniden inşa olundu, kale ve surlar tahkim edildi. Bizanslıların istilası öncesi şehrin valisi olan Kevser b. Züfer b. el-Haris el-Kilabî yeniden Maraş valisi olarak atandı[52]. Daha sonra İbn Şeddâd[53] ve İbnü’l- Esir'e[54] göre Velid b. Hişam, Yakut’a[55] göre Meıvan b. Muhammed Maraş kalesini yaptırdı[56]. II.Mervan adına yaptırılan şehrin ortasındaki kaleye bu sebeple el-Mervanî[57] denildi. Ancak sonraki yıllarda II.Mervan iç karışıklıklarla uğraşırken, Bizanslılar yeniden saldırarak Maraş’ı istila ettiler ve şehirdeki Müslümanlara ait yerleri yıktılar[58]. II.Mervan’ın halifeliğinin son döneminde siyasî istikrarın sağlanmasından sonra Müslümanlar Maraş’ı yeniden feth etti.
Honigmann,[59] Emevîler ve Abbasiler dönemlerinde Müslümanların adını adını kendi bölgelerini genişletmeye ve Bizans’a tabi araziyi küçültmeye çalışmadıklarını; ele geçirdikleri şehirlerde tutunmak için gayret sarf etmediklerini; mutad olarak her yaz mevsiminde Amanos veya Toros silsileleri yoluyla Anadolu içine nüfuz etmeye çalışuklarım ve bazen kış mevsiminde de devanı eden akınlar yaptıklarını iddia etmekte ve bu bitip tükenmek bilmeyen gazalar yüzünden her iki devlet arasında oldukça geniş bir arazi şeridinin, sahipsiz hudut bölgesi haline geldiğini ifade etmektedir. Ona göre hem Bizans hem de Abbasi hükümdarları Toros sınırını muhafaza etmek istiyorlardı. Sınır bölgesindeki şehir ve kaleler etrafında durup durup yeniden inat ve ısrarla savaşıyorlardı ve kaışılıkh altınlarla yeni arazi ilhakını değil yalnız yağma yapmayı düşünüyorlardı. Ancak o bu görüşünü her iki tarafın münferit olaylarda takındıkları tavırlarına dayandırır.
Honigmann ile benzer görüşte olan Ostrogorsky[60] de, Müslümanlar ile Bizanslılar arasında Torosların tabii bir sınır oluşturduğunu ve her iki devletin de bu sınırı muhafaza etmek için çalıştıklarını bununla beraber Müslümanların sınırlarda yapılan akın ve mücadelelerde, yeni arazi elde etmekten daha çok, ganimet ve yağma düşündüklerini söylemektedir. Müslümanların hemen her yıl düzenli olarak Bizans hâkimiyetindeki şehir ve kaleler üzerine seferler düzenledikleri doğrudur. Hatta bu seferlerin bir kısmı Maraş ve çevresini ele geçirmek için yapılmıştır. Ancak seferlerin sadece ganimet için yapıldığını söylemek Müslümanların fetih politikalarını bilmemekten, anlayamamaktan Kaynaklarıabilir. Uç bölgelerde yani Bizans’a sınır şehirlerde yaşayan Müslümanlar aynı bölgede yerleşmiş olan diğer dindaşlarıyla birlikte sık sık Bizans topraklarına akutlarda bulunmuşlardır veya Bizanslıların saldırılarına karşı bu İslâm’m uç’unu müdafaa etmeye gayret etmişlerdir. Ancak Müslümanların düzenledikleri akınlarnı ve yaptıkları seferlerin asıl amacı İslâmiyelin yayılması idi. Bu sebeple Müslümanların Bizans arazisine ganimet toplamaktan daha çok İslâm’ı yaymak ve önemli merkezleri fethederek İslâm beldesi haline getirmek maksadıyla seferler düzenledikleri hiçbir zaman göz ardı edilmemelidir. Her ne kadar Honigmann’m ve Ostrogorsky'nin ifadelerinden Bizans arazisine akınlar düzenleyen Müslümanların amacının feth değil, ganimet olduğu ve mutad olarak her sene gelip gittikleri şeklinde bir düşünce akla gelmekte ise de bu konuda İslâm’ın sataş konusundaki emirlerinin bilinmesinde fayda vardır. İslâm hukukunun hangi hallerde hangi sebeplerle sefere-savaşa izin verdiği ve savaş esnasında nelere müsaade ettiğinin bilinmesi bu konudaki iddiaların doğruluğunu da ortaya koyacaktır. Yine Honigmann[61] Müslüman Araplar’ın yaptıkları seferler sonrası kendi yurtlarına selametle dönebilmek için şehirleri tahrip ve halkı da sürgün ettiklerini söylemektedir ki bu durum savaş halinden kaynaklanmaktadır ve belki de bir savaş stratejisi olarak genel geçer bir kaidedir. Durum böyle olmakla birlikte aşağıda anlatılacak siyasî olaylar da Müslümanların hiçbir zaman şehirleri feth ettikten sonra keyfi olarak tahrip etmek gibi bir davranış içine girmediklerini, ancak Müslümanlara zarar veren ve Müslümanların aleyhine faaliyette bulunanları cezalandırmak için bazen tebcil uygulamasına gittiklerini ortaya koymaktadır.
Uç'lar olarak adlandırılan hudut bölgesi elbetteki akutlardan, savaşlardan ve yağmalardan uzak kalamayacaktır. Nitekim Maraş, Anadolu ile Şam arasında sugûr şehri[62] olması sebebiyle savaşların yoğunlaştığı bir bölgede idi. Bu sebeple İslâm hâkimiyetinin kuzey Suriye’den Anadolu’ya doğru yayıldığı sıralarda Maraş, Bizanslılar ile Müslüman Arapların nüfûz mücadelesi verdikleri önemli bir yerleşim yeri ve askerî üs oldu[63]. Emevîler döneminde Maraş valileri Kınnesrin emirlerine tabi bulunuyorlardı; Emevîler döneminde Maraş, Şam sugûru kabul ediliyordu. Ancak Abbasiler döneminde Maraş, el-Cezire yani Harran eyaletine bağlanmakla sugûr el-Cezire’den biri olarak kabul edildi[64].
Abbasiler döneminde de İslâm ordularının Kuzey Suriye bölgesinde edindikleri iki önemli üsten birisi Maraş şehriydi[65]. Bu sebeple Abbasiler döneminde de Maraş ve çevresinde hâkimiyet kurmak isteyen devletler arasında çarpışmalar devam etti. Çarpışmaların devanı etmesi sebebiyle de Ebu Cafer Mansur’un hilafeti dönemine kadar Maraş imar edilmedi. 754 yılında Maraş'ı tekrar kontrol altına alan Bizanslılar şehri tahrip etti[66]. Daha sonraki yıllarda şehir yeniden Müslümanların hâkimiyetine girdi.
Ebu Cafer Mansur’un hilâfeti döneminde (754-775) Bizans ile yapılan savaşlar esnasında, hudut bölgesinde bulunan geçitlerin, anahtar rolünü gören şehir ve kalelerin alınmasına önem verildi ve bu manada Maraş ve çevresindeki şehir ve kalelerin fethine yönelik faaliyetler arttırıldı[67]. Halife Mansur, 756 sonları 757 başlarında amcası Salih b. Ali ve Abbas b. Muhammed’i Bizans ordusuna karşı savaşmak ve Bizans idaresindeki şehir ve kaleleri feth etmek üzere görevlendirdi. Salih, Bizanslıların tahrip ettikleri Maraş ve Malatya’yı ele geçirdi ve her iki şehri imar etti[68]. Daha sonra Halife Mansur, Salih b. Ali’yi Maraş'a vali olarak atadı ve onun tarafından şehre kale yapıldı, şehir surlarla çevrildi[69]. Maraş'ın askerî üs konumu yeniden sağlandı.
Bizans sınırını tahkim etmeye büyük önem veren ve sınırdaki askerlerin sayısını arttıran Halife Mansur, sınır bölgesine çok miktarda insan getirip iskân etti. Bu iskân politikasını uygularken Türklerden de istifade etti. Türklerin önemli devlet hizmetlerinde bulundukları Halife Mansur dönemi, Türklerin İslâm dünyasına esaslı bir şekilde nüfûz etmelerinin başlangıcı olarak kabul edilir. Mansur, sıığur bölgesinde Bizans’a karşı yapılan seferlerde Türklerden askerî ve idari sahada istifade etmiştir[70]. Fetih politikası gereği sınırlarda çok sayıda asker ve halk olmasını isteyen Mansur’un emri ile sınır bölgesinde görev yapan askerlere, diğer yerlerdeki askerlerden daha fazla maaşla birlikte arazi (iktâ) verildi. Bundan başka vergi memurları sınır bölgesine gönderilnıeyerek burada yaşayanlardan vergi de alınmadı. Halife Mansur, Salih b. Ali, Züfer b. Asım el-Hilâlî gibi güçlü komutanları sınırda görevlendirerek Bizans hududunu emniyet altında tutmaya dikkat edi-yordu[71]. Salih b. Ali’yi Maraş’a bu gaye ile vali atamıştı. Sınır boylarına uygu-ladığı iskân politikası, sınır şehri olması sebebiyle Maraş’a da uygulandı. Halife Mansur bol bağış ve ihsanda bulunacağını vaad ederek sugûr dışında yer alan şehirlerde yaşayan halkı Maraş’ta ikamet ve iskâna teşvik etti. Kendi isteğiyle gelenlerden başka el-Cezire’den ve çevredeki diğer şehirlerden de Maraş’a asker ve halk getirilerek yerleştirildi[72].
Süryanî Mikhail[73], 769 yılında Maraş halkının Bizans Devleti menfaatine casusluk ile suçlandığını ve bu sebeple Filistin tarafına (Ramle’ye) sürüldüklerini kaydeder. Ancak bu bilgi İbnü’l-İbrî’de[74] daha farklı şekilde zikredilir. İbnü’l-Ibrî aynı yıl Arapların casuslarının (keşif kollarının) Bizanslılar tarafından esir edildiğini haber alarak Maraş üzerine yürüdüklerini ve şehirdeki halkı esir ederek götürdüklerini ve Ramle civarına yerleştirdiklerini kaydeder. Her iki kaynaktaki bilgiye göre belki devamlı olarak Müslümanlar aleyhine faaliyet gösteren şehirdeki Bizanslılar için böyle bir ceza düşünülmüş ve uygulamaya konulmuş olabilir.
Halife Mansur, 770-773 yılları arası Bizans üzerine düzenlenen seferlere Züfer b. Asım el-Hilâlî’yi görevlendirdi. Bizans idaresindeki şehir ve kasabalara askerî birlikler gönderen Züfer el-Hilâlî kendisi de Maraş üzerinden Bizans topraklarına girdi ve hatta Konya yakınlarına kadar ilerledi[75].
Halife Mehdi döneminde (775-785) Bizanslıların Kilikya bölgesine devamlı saldırılarda bulunmaları sebebiyle Maraş'taki Müslüman askerlerin sayısı arttırıldı ve şehre bol miktarda cephane gönderildi[76]. 778 yılında Mikhail Lachanodrakon[77] komutasındaki 80 bin[78] kişilik Bizans ordusu Hades’i tahrip ederek Hades boğazından yola çıktı ve sınır bölgesinde bulunan yol üzerindeki yerleşim yerlerini, kasaba ve köyleri yağmaladı, yakıp yıktı. Mikhail bu askerî yürüyüş esnasında Müslümanlardan birçok kimseyi öldürdü ve sağ kalabilenleri esir aldı. Sonra Maraş’a geldi ve şehri kuşattı. Bu kuşatmanın ne kadar devam ettiğini bildirmeyen kaynaklar[79] Maraş’ı müdafaa eden kuvvetlerin başında Halife Mehdi’nin büyük amcası İsa b, Ali’nin bulunduğunu, ancak onun Bizans hâkimiyetindeki şehirlere fetih harekatı düzenlemek için şehirden ayrılmış olduğunu bu sebeple şehirde pek az asker ve halkın yaşadığını, meveut askerî birliğin ve halkın Mikhail’e karşı mukavemet gösterdiklerini, hem savunma hem de baskın savaşı yaparak şehri müdafaa ettiklerini bildirmektedirler. Kaynakların ifadelerinden anlaşıldığına göre mukavemet karşısında şaşıran Mikhail bir süre sonra kuşatmayı kaldırmış ve Ceyhan’a gitmiştir. Bu sıralarda Dabık’ta bulunan ve Bizanslılara karşı seferler düzenlemekle görevlendirilmiş olan Sümânıe b. el- Velid el-Absî bu durumu öğrenmiş olmalıdır ki, Mikhail komutasındaki Bizans ordusu üzerine süvari birlikleri[80] göndermiş, ancak kalabalık Bizans ordusu bu süvari birliğinin hepsini öldürmüştür[81]. Belâzurî’de geçen bu bilgileri teyid eden İbn Hayyât[82] bu bilgilerden farklı olarak Mikhail komutasındaki Bizans ordusu üzerine Salim el-Burnusî’nin yürüdüğünü ve onunla savaştığım fakat bir sonuç elde edemeden döndüğünü kaydeder. Kaynaklardaki ifadelerden Müslümanların Mikhail’in ilerlemesini bir dönem engelleyemedikleri ve bu duruma çok içerledikleri anlaşılmaktadır. Mikhail karşısındaki başarısızlıkların intikamını almak için Halife Mehdi, bir yıl sonra 779 senesinde, Mikhail’e karşı ekâbir-i ümerâdan Hasan b. Kahtabe et-Tâî’yi gönderdi. Diğer sugûr emirlerini de onun nıaiyyetine verdi. Hades geçidinden Anadolu içerilerine giren Kahtabe, Bizans şehirlerine akınlar düzenledi, bununla birlikte hiçbir şehir zapt etmedi yalnız yağma yapıp halka gözdağı verdi. Bizans halkını taciz edip öylesine çok korkuttu ki Bizanslılar onun resmini yaptılar ve kiliselerinde astılar. Bizanslıların içine korku salan ve onları psikolojik olarak yıpratan Kahtabe, Bizans topraklarına düzenlediği bu seferler sonrası dönüşte Hades ve Tarsus’a uğradı. Bu iki şehrin askerî ve siyasî bakımdan stratejik önemini Halife Mehdi’ye anlatarak bu şehirlerin yeniden inşa ve imanımı gerekliliğini ifade etti ve halifeyi bu iş için ikna etti. Halife Mehdi, bu iki şehirden önce Hades’in sonra Tarsus’un imar edilmesini emretti[83].
Halife olduktan sonra Anadolu şehirlerinin fethine yönelik faaliyetleri arttıran ve Anadolu’nun fethine çok önem veren Harun Reşid döneminde (786-809) Maraş şehri Bizanslılardan alınarak yeniden imar edildi[84].
Müslümanların fetihlerden sonra Suriye’de oluşturdukları beş cünd (askerî bölge)den en kuzeydeki Kınnesrin, Halife Mansur devrinden itibaren çok büyümüş ve geniş bir alanı kaplamıştı. Harun Reşid sınır şehirlerini tahkim ettirdiği 786-787 yılında Anadolu içlerine yapılacak seferleri organize etmek amacıyla Cündü Kınnesrin’i, Cündü’l-Avâsım veya kısaca avâsım adıyla müstakil bir eyalet haline getirdi. Boylere Müslümanlar ile Bizanslılar arasındaki sınır boyları daha önceleri bir çok muhafızlıklara ayrılmış iken Harun Reşid döneminde tek bir idare altında toplanmış oldu. Uçlardaki koruyanlar, istihkâmlar anlamındaki avâsım, Harun Reşid dönemi ve sonrasında İslâm devletleri ile Bizans imparatorluğu arasındaki müstahkem sınır bölgelerini ifade etmek için kullanıldı. Bu muhkem mevkiler, İslâm ordu larının cihad maksadıyla sınırdan uzaklaştıkları zaman veya gazadan dönerken ülkeye girmeden önce düşman saldırılarına karşı sığınıp korun dokları bölgeler olduğu için bu adla anılmıştı. Avâsım devamlı mücadele sahası olmasına rağmen İktisadî bakımdan çok gelişmişti. Bunun en açık delili de bu bölge halkının ödediği vergilerin çokluğu idi, Harun Reşid avâsım şehirlerini tamamıyla askerî teşkilata bağlayarak müstahkem noktalara askerî birlikler yerleştirdi. Sınır garnizonlarına yerleştirilmiş olan askerî birlikler hemen her yıl yaz ve kış Anadolu içlerine akınlar düzenledi. Müslümanların her yıl Anadolu içlerine yaptıkları bu akutlarda Maraş şehri geçiş noktası olması sebebiyle önem kazandı[85].
Harun Reşid döneminde sınır şehirleri daimî askerî birliklerin yanında ülkenin çeşitli bölgelerinden gelen gönüllülerin toplandıkları yerlerdi. Bölge nüfusu başlangıçta yerli Hıristiyanlar ve Müslüman Araplardan mey dana geliyor, yerli Hıristiyanların çoğunluğunu İslâm kaynaklarında Cerâcime olarak zikredilen grup meydana getiriyordu. Bunlar bazen İslâm devletlerini bazen de Bizans'ı destekliyor ve bu sayede varlıklarını devam ettiriyorlardı. Sınır garnizonlarındaki Müslüman halkın çoğunluğunu Araplar oluşturuyordu. Ancak Abbâsîlerin hilâfete geçmelerinden sonra bilhassa Mansur ve Harun Reşid devirlerinde sınır şehirleri yeniden tahkim edilerek yeni birlikler yerleştirildi. Özellikle Harun Reşid, Horasan ve Maveraünnehir askerlerinden önemli bir kısmını bu avâsım bölgesindeki şehirlere yerleştirdi. Bu sebeple bu yeni birlikler arasında Horasanlılar ve Türklerin çokluğu dikkat çekmekte idi[86].
Avâsım şehirlerinde görev yapan kumandanlar senede bir iki defa Anadolu içlerine yağma akutları ve fetih seferleri düzenlemekte idi. Halife de iki senede bir bizzat bu seferlere iştirak ediyordu. Harun Reşid 806 yılı sonları 807 yılı başlarında Herseme’yi büyük bir ordu ile Anadolu içerisine gönderirken kendisi de bizzat Hades’e kadar gelmişti. Maraş'ın batısında Haruniye[87] Kalesi'ni de inşâ edip Hades şehrine de asker yerleştiren Harun Reşid, Ermeniye valisi Said b. Müslim b. Kuteybe el-Bâhilî'yi Ermeniye valiliği görevinden alarak Maraş valiliğine tayin etti; Tarsus, Hades ve Malarya şehirlerinin valilerini de azl ederek yerlerine daha muktedir olanları tayin etti. Avâsımı el-Cezire ve Kınnesrin vilâyetlerinden ayırdı, valiliğini meşâhir-i ümerâdan Sâbit b. Nasr el-Huzâî’ye verdi. Bundan sonra Maraş valileri avâsım valilerine tâbi olmaya başladılar. Aynı sene içinde Maraş valisi Said, Bizanslıların saldırısına uğradı. Fakat askerî gücünü yetersiz gördüğü için Bizans ordusuna karşı çıkmaya cesaret edemeyerek şehirde savunma durumu aldı ve yardım gelene kadar kaleye kapandı. Gelen askerî yardım sonrası Bizans ordusu çekildi ve şehir Müslümanların hâkimiyetinde kaldı[88].
Abbasî Halifelerinden Emin’in (809-813) öldürülmesi ve yerine Me’mun’un (813-833) geçmesi üzerine Göksun’da bulunan ve Emin’e taraftar olan Benî Akil’den Nasr b. Şit halifeye karşı gelerek çevredeki şehir ve kasabaları ele geçirdi. Halife Me’mun 814 sonu 815 yılı başlarında el-Cezire ve Maraş valisi Tahir b. Hüseyin'i, Nasr b. Şit’i yakalamakla görevlendirdi. Ancak Tahir, Göksün civarında yapılan savaşta Nasr’a mağlup oldu. Bu durum sonrası daha da güçlenen ve halk üzerindeki etkisi artan Nasr, bölge genel valisi Hasan b. Sehl’in adamlarının zulmünden dolayı ondan memnun olmayan halkı kendi tarafına çekti. Askerî gücünü arturdıktan sonra da Göksun’dan hareketle Maraş’ı ve sonra da Urfa’yı zapt ile Harran’ı da muhasara etti. Gelişmeler üzerine Halife Me’mun bölgenin asayişini sağlamak üzere Abdullah b. Tahir’i görevlendirdi. Abdullah, Göksun’da Nasr’ı zor durumda bırakarak 824 yılında kaleyi eman ile aldıktan sonra, Nasr’ı yakalayıp halifeye gönderdi ve Göksün kalesini yıktı. 830 yılında Halife Me’mun, Bizanslılar üzerine sefer düzenlemek amacıyla Tarsus’a kadar geldi. Avâsıma ve Anadolu şehirlerinin fethine çok önem veren Me’nıun, hudut şehitlerinin tamamını tahkim ettirdi ve Horasanlılarla doldurdu. Anadolu’nun orta kısmını zabt etmek maksadıyla Tarsus ve Maraş üzerinden Anadolu içlerine sefer yaptı ve Tuvâne[89] şehrini zapt ettikten sonra yeniden inşâ ve imar ile şehre asker ve halk yerleştirdi ve pek çok ganimetle geri döndü. Bit yıl som a Anadolu’ya tekrar sefer düzenledikten sonra Göksün ve Maraş yolu ile Şam’a indi. Anadolu’yu feth etmeyi kendine gaye edinmiş olan ve ömrünün son günlerini Tarsus’ta geçirmeyi düşünen Me’mun bu düşüncesini gerçekleştiremeden vefat etti[90].
Bizans İmparatoru Theophilos (829-842) 841’de Maraş’a saldırdı ve şehri ele geçilip işgal etti. Bu işgalden kısa bir süre sonra aynı yıl içinde Emir Ebu Said Muhammed b.Yusuf, Anadolu’ya düzenlediği sefer esnasında Maraş’ı da fethetti. Ancak Müslümanlar şehirde hâkimiyeti sağlamaya çalışırlarken, İmparator Theophilos emrindeki takviye edilmiş Bizans ordusu ile İslâm ordusu arasında yapılan savaşı kazanan Theophilos, Maraş, Hades ve Malatya çevresini tekrar ele geçirdi[91]. Bununla beraber Bizanslıların bu defaki hâkimiyeti de kalıcı değil geçici bir süre için mümkün oldu.
Halife Mu’tasım (833-842) saltanatının ilk yıllarımla Anadolu’ya bir ordu göndererek Tuvâne’yi tahrîb ettirdi, ordu geri dönüşte de Toros’un güney eteklerine çekildi. Mu’tasım, hâkimiyetindeki şehirlerin korunmasına önem vererek muhâfızlarını arttırdı; surları, kaleleri ve der-bendleri tahkim ettirdi. Bizanslıların istilasına uğramadığı dönemde avâsım şehirleri her bakımdan büyüdü, gelişti ve bayındır hale geldi. Bu müddet içinde avâsım dan bir çok ulemâ, mutasavvıf, muhaddis yetişti. Bununla beraber Müslümanlarla Bizanslılar arasında devam edegelmekte olan savaşlara son verilmemişti. Her sene Sâife ve Şâtıye gazaları devanı etmekte, Bizans şehirlerine düzenlenen akutların ve seferlerin ardı arkası kesilmemekte idi. Avâsım şehirleri, bazen doğrudan doğruya halifelere, bazen Mısır ve Suriye’de hükümrân olan Tulun ve Hamdan hanedanlarına tâbi’ oldu. Avâsım valileri de genellikle Tarsus'ta bazen Maraş yahut Malatya'da ikâmet ediyorlardı. Mu’tasım döneminden itibaren hilâfet-i Abbasiye’de Türk ümerâ ve askerleri hâkim olmaya başladıkları gibi avâsımda da bunlar yönetici oldu. 845 yılı sonları 846 yılı başlarında avâsını valiliğine tayin edilen Said b. Müslim b. Kuteybe ve birkaç kişi istisna edilecek olursa bütün avâsını valileri Türk idi[92].
Halife Muntasır (861-862) halifeliğinin ikinci yılında (862 tarihinde) Bizans ordusunun İslâm şehirlerini istila amacıyla yola çıktığını öğrendi. Vasıf et-Türkî’yi yola çıkmış olan Bizans ordusunu durdurmak için gerekli tedbirleri almak ve Bizanslıların ilerlemesini engellemekle görevlendirdi. Bizans ordusu karşısında başarılar elde eden Vasıf a daha sonra bir mektup yazan Muntasır, onun sınır boylarında dört yıl müddetle kalmasını ve bu müddet içinde gazalara devam etmesini, kendisine ikinci bir emir gelinceye kadar avâsını şehirlerinden ayrılmamasını emretti[93].
Bütün dokuzuncu asır zarfında Maraş hiçbir istilaya uğramadı[94]. Her ne kadar 872 ve 877-879 yıllarında “Slavlı Kadının oğlu” diye bilinen Bizans İmparatoru l.Basileios (867-886) Maraş'ı (güney) doğu seferinin amacı olarak gördü ve bu gaye ile Göksun’dan ve Toros boğazlarından geçip Maraş üzerine yürüdü ve şehri kuşattı ise de ele geçiremedi. Yalnız şehrin sur dışında kalan kısmını ve kenar mahallelerini yağmaladı, yakıp yıktı, Maraş’ı elde edemedi[95].
Maraş, Eylül 878 sonrası Ahmed b. Tolun’un hâkimiyetine girdi. Antakya'yı zapt etikten sonra Anadolu içlerine doğru ilerleyen Ahmed b. Tolun, Kınnesrin ve sonra da avâsımı tamamen hâkimiyetine aldı ve Maraş’ın da içinde yer aldığı avâsım şehirleri Ahmed b. Tolun ölünceye kadar Tolunoğulları valileri tarafından yönetildi[96]. Maraş’a ve Hades’e yıllar önce yaptığı saldırılardan beklediği menfaati elde edemeyen imparator I. Basileios’un yine aynı şehirler üzerine 881 sonu 882 başlarında düzenlediği seferler de sonuçsuz kaldı. Bu durum sonrası l.Basileios Malatya üzerine yürüdü, ancak Maraş ve Hades halkı Malatya halkına yardım edince mağlup oldu ve bölgeden ayrılmak zorunda kaldı[97]. Ahmed b. Tolun’un ölümü sonrası Maraş’ın da içinde bulunduğu avâsım şehirlerinde Tohınoğlu hâkimiyeti kalkmış olsa gerektir ki İbnü’l-Esîr[98] onun ölümü sonrası yerine geçen Humareveyh’in avâsım şehirlerine yeniden hâkim olabilmek için 894 yılında Tuğç b. Cuff’u Bizans topraklarına gaza için gönderdiğini kaydeder. Ancak Tuğç b. Cuff’un Tarsus’tan sonra Trabzon’a kadar ilerleyip bazı şehirleri aynı yıl Ağustos ayında fethettiğine dair İbnü’l-Esîr’de geçen bilgiler abartılıdır ve şüpheyle karşılanmalıdır. Tuğç b. Cuff’un Trabzon’a kadar ilerlemiş olması mümkün değildir ancak bu seferler esnasında yol üzerinde bulunan Maraş’ın yeniden Tolunoğulları hâkimiyetine girmesi mümkündür. Nitekim aynı yıl Türkler Bizans hâkimiyetindeki şehirler üzerine çıktıkları gazalardan zaferlerle dönmüşlerdi. İşte bu dönemde Humareveylı Maraş’ı elde etmişti ancak Maraş'ta Tolunoğulları hâkimiyeti bu defa kısa süreli oldu. Halife Mu’tazid (892-902), Maraş ve çevresinin de dahil olduğu avâsım şehirlerini 899 senesinde Tolunoğullarından Harun b. Hemaruye’den kendi hâkimiyetine aldı[99].
Kuzey Suriye bölgesini elde etme düşüncesinden vazgeçmeyen Bizanslılar 903-905 yılları arasında avâsım şehirleri ile Maraş ve çevresine sık sık saldırılar düzenlediler. Özellikle Ebu’l-Aşâyir’in avâsım valiliği zamanında 904 yılı sonları 905 yılı başlarında Maraş çevresi Bizanslıların saldırılarına ve yağmalarına maruz kaldı. Halife Muktefi (902-908) bu saldırılan önlemekte başarılı olamayan avâsım valisini azl ederek yerine Rüstem b. Berdu’yu tayin etti. Bölgedeki bu Bizans saldırılarından rahatsız olan Misis ile Tarsus halkı Bizanslılara karşı savunma savaşlarına giriştiler. Ancak Bizans ordu komutanı Andronikos, Müslüman ordusunu bozguna uğratarak Maraş'ı ele geçirdi ve daha sonra çevredeki diğer şehirleri de istila ile bölgeyi hâkimiyetine aldı[100].
Ermeni asıllı Mleh (Melias), 915 yılı sonları 916 yılı başlarında Maraş’a saldırdı, şehri ele geçirip yağmalattıktan sonra da Tarsus'a katlar uzanan geniş bir alandan 50 bin esir alıp beraberinde götürdü[101]. Daha sonraki yıllarda Maraş ve çevresinde Bizanslılarla Müslümanlar arasındaki savaşlar daha da şiddetlendi. Bizanslılar Anadolu’da ilerlemekte olan Müslümanları feth etmiş oldukları şehirlerden çıkartmaya çalışıyorlar, Müslümanlar da ellerinde bulunan yerleri muhafazaya gayret ediyorlardı. 932 senesinden itibaren Bizanslılar Müslümanları mağlup etmeğe başladılar. İlk olarak Anadolu’nun doğusundaki şehirlerde yaşayan Müslümanları göç etmeye zorladılar, şehirlerden çıkartıp sürgün ettiler. Ondan sonra güneye yönelerek 934’te Malatya’yı zabt ettiler. Sonra da Maraş çevresini tahrip ettiler[102]. Ermeni müverrih Vardan’ın[103] bildirdiğine göre Romanos I. Lakapenos’tan (920- 944) sonra ikinci defa Bizans imparatoru olan VIl.Konstantinos (944-959) 949 tarihinde Horasan’dan gelmiş ve zaman içinde şehirde yönetimi ele geçirmiş olan Tacikler’in elinden Maraş’ı aldı. Aynı yıl çok büyük bir Bizans ordusunun Maraş’ın içinde bulunduğu bölgeyi istilâya başladığını ve Maraş’ı elde ettikten sonra tahrip ettiğini kaydeden Ibnü’l-Adîm[104] de Ermeni kaynağındaki bilgileri teyid etmekledir. Ancak Müslümanlarla yaptıkları savaşlarda galip gelen ve hatta 952 yılında Fırat’ı geçen Bizans ordusunun bu tarihten sonra talihi tersine döndü[105] ve Kilikya’da toprak kaybına uğradı.
Kuzey Suriye ve Güneydoğu Anadolu bölgesindeki bir çok şehri ele geçiren Arap asıllı Hamdânîler[106] hanedanının en güçlü hükümdarı Seyfüddevle, biraderi Nâsırüddevle nâmına Haleb hükümdarlığını elde ettiği zaman suğûr-u Rum’un müdâfaasını da üstüne almıştı. Her sene Anadolu’ya gazâ yapmakta, bazen gâlib, bazen mağhıb olmakta idi. Seyfüddevle 952 yılında Maraş’ı Bizanslılardan kurtardıktan sonra şehrin imar edilmesini emretti. Ancak Seyfüddevle Maraş’ın yerinin değiştirilmesini daha kolay müdafaa olunabilecek bir yere nakl olunduktan sonra etrafının surlarla ve kale ile tahkim edilmesini istedi[107] ve amcasının oğlu Şâir Ebu Firas’ı bu iş ile görevlendirdi, şehir yeniden inşâ ve tahkim edildi[108] Seyfüddevle’nin Maraş’ı zabt ve imar etmesi üzerine şâiri Mütenebbî’nin güzel bir kaside söylediği rivayet olunur. Bölgede hâkimiyetini kuvvetlendirmek isteyen Seyfüddevle 955 yılı sonu 956 yüı başlarında Bizans’a ait topraklara girdi ve domestikos’un oğlu Konstantinos Phokas’ı esir etti[109]. Aneak bir şiire sonra Bizans orduları başkumandanlığı görevi verilen Nikephoros Phokas Anadolu’da Seyfüddevle’ye karşı mücadeleye başladı[110]. Hamdânî Ebu’l-Aşair 956 da Bizanslılar eline esir düşünce kayınpederi Ebu Firas onu kurtarabilmek için düşmanı Maraş’a kadar takip etti ise de başarılı olamadı. Bir müddet sonra Maraş Bizanslılar tarafından tekrar zabt olundu. Seyfüddevle ilk zamanlar Bizanslılara karşı bir çok zaferler kazandıysa da daha sonra hezimete uğradı, avâsım şehirleri birer birer Bizanslılar tarafından istila edildi[111].
Hamdânîler Devletinin zayıfladığı dönemde, 962 yılının Aralık ayında, zor bir kuşatmadan sonra Seyfüddevle’nin başşehri Halep de sukut etti. Böylece otuz yıldan beri Bizans dış politikasının merkez noktasında duran Hamdânîler Devleti ile mücadeleyi Bizans lehine sonuçlandıran Phokas’ın ödülü imparatorluk tacı oldu[112]. İmparator olduktan sonra Nikephoros II. Phokas (963-969) Ağustos 962 sonları 963 başlarında Çukurova sınırlarında büyük bir sefer yaparak Müslümanların hilâfet ile bağlantısını koparmak üzere Anazarba,[113] Dülük[114] ve Raban’ı[115] 963 yılı sonlarında da Maraş’ı ele geçirdi[116]. 964 yılında Nikephoros II.Phokas yeniden doğuya yönelince Müslümanlar bölgedeki diğer şehirleri birbiri arkasına kaybettiler. II.Phokas 965’ te Misis ve Tarsus’u aklı bunu takib eden seneler içinde de diğer avâsım şehirlerini istilâ etti. Böylece II.Phokas’ın fırsatları değerlendirmesi sonucu 965 yılı sonlarından itibaren Müslümanlar Bizanslılara karşı üstünlüklerini kaybettiler. 966 yılında II.Phokas Çukurova’nın fethini tamamladığı gibi Kıbrıs’a gönderilen bir donanma bu ada üzerinde uzun bir müddet için Bizans hâkimiyetini tesis etti[117]. II.Phokas istila ettiği Çukurova'da yaşayan halkı da ya bölgeden göç etmeye veya Hıristiyan olmaya zorladı[118]. Daha sonraki yıllarda Hamdânîler’in yıkılış döneminde olması ve dolayısıyla da kendilerine karşı koyacak bir güç kalmaması sebebiyle Rıımlar 968 ve 969 yıllarında Antakya’ya kadar sokuldular ve orada 12 bin Müslümanı öldürdüler. Hamdânoğulları’na halef olan Merdas Ailesi de Fatımî halifeleri de avâsımı geri almayı başaramadılar; 967 yılından ta 973 yılına kadar sınır şehirleri Bizans imparatorluğu tarafından işgal edildi. Böylece avâsım eyâleti ortadan kalktı[119]. Bu durum sonrası Maraş da bütün avâsım bölgesi ile beraber bir asırdan fazla bir zaman Bizanslıların hâkimiyetinde kaldı. Bizanslılar Antakya da Dük veya Katepanu (catépan) unvânını taşıyan valilerle bu bölgeyi idare ettiler; Maraş, Ayntab, Dülük ve Fırat çevresi Antakya Dükalığı’na tâbi idi[120].
Bizans İmparatoru II.Basileios (976-1025) Doğu Anadolu Bölgesi'nde yaşayan ve Bizanslılarla aralarında mezhep kavgaları olan Ermenileri (Doğu Anadolu’ya yaptığı seferden sonra) 1021 yılı sonları ve 1022 yılında tehcire tabi tutarak Kayseri, Sivas, Malatya ve Maraş civarlarına yerleştirdi. Maraş bölgesinde 1021 yılı öncesi Rumlar, Süryaniler ve Nasturiler yaşamaktaydı. I. Basilios’un bu icraatıyla Maraş’a çok sayıda Ermeni geldi ve yerleşti. Dolayısıyla Selçuklular Maraş ve çevresini fethetmeden önce burada Ermeni nüfus artmış ve bölge Bizans'a bağlı Ermeni valiler tarafından yönetilmeye başlanmıştı.
Ermeni ve Bizans kaynaklarının[121] verdiği bilgilere göre Nisan 1030 tari-hinde Müslümanlara karşı Suriye seferine çıkan Bizans İmparatoru Romanos III.Argyropulos (1028-1034) Haleb’i kuşattı. Şehre giriş çıkışları kontrol altına aldı ancak Müslümanlar bu kuşatmadan kurtulmayı başarıp Bizans ordusunu mağlup etti. Bozguna uğrayan Bizans ordusu dağılınca imparator Maraş’a gitti. Bu şehirde ve civarda bulunan askerler imparatorları etrafında toplanarak onu İstanbul’a götürdüler.
Oğuz Türklerinin (Türkmenlerin) Tuğrul Bey zamanında başlattıkları Anadolu akutları Sultan Alparslan (1063-1072) zamanında daha da artmıştı. Alparslan’ın saltanatının ilk yılında (1064) Ermenistan’ın fethinden sonra Türk orduları birkaç yoldan Anadolu’ya girdiler, Kızılırmak’ı geçerek Kayseri’ye kadar geldiler, oradan Kilikya’ya yürüyerek bütün bu bölgeyi yağmaladıktan sonra Haleb yolunu tuttular. Anadolu’nun güneyinde bulunan bir Bizans ordusuna kumanda eden Nikephoros Botaneiates bu taarruzları durdurmaya muktedir olamadı; ordusu dağıldı; kendisi de İstanbul’a döndü. Türkmenler bir taraftan Anadolu’ya göç ederlerken diğer taraftan el- Cezire’ye ve Suriye’ye doğru göç ediyorlardı. 1066 senesinde bir çok Türk kabilesi el-Cezire’yi işgal etti; bunların bir kısmı Anadolu’nun güneyindeki Bizans şehirlerini zabt ve tahribe başladı; 962’den itibaren Bizans İmparatorluğu’nun idaresi altında bulunan Maraş güneyindeki Raban ve Dülük şehirleriyle Menbic’i zabt ettiler. Bu Türkmenlerin başında Afşin Bey bulunuyordu. Afşin, Bizans hâkimiyetindeki Maraş-Antakya havalisini ve diğer Bizans şehirlerini tahrip ediyordu[122].
Romanos IV.Diogenes (1068-1071) Bizans İmparatoru olduktan sonra Afşin’in taarruzlarına son vermek maksadıyla büyük bir ordu ile Kilikya’ya kadar geldi. Fakat o sırada Niksar şehrinin, Anadolu’nun doğusunu zabtetmiş olan Türk ordusu tarafından tahrip edildiğini işiterek önce doğuya yöneldi. Divriği’de Türkleri geri çekilmeye mecbur ettikten sonra güneye döndü. Göksün yoluyla Maraş’a geldi. Maraş, İmparator Romanos IV. Diogenes’in 1069’daki Anadolu seferinin ulaştığı en uç güney nokta idi. IV. Diogenes Maraş’ta ordusunun bir kısmını ayırarak o sırada Fırat sahilini tehdit etmekte olan Türk kumandanlarından Emir Has İnal’a karşı gönderdiyse de bu kuvvet bozguna uğradı; Bunun üzerine imparator bizzat kendisi Emir Has İnal’ın üzerine yürüyerek onu geri çekilmeye mecbur elti; IV.Diogenes bundan sonra Türkmenlerin elindeki şehirlerin en önemlilerinden biri olan Menbic’i savaşarak aldı. Bu esnada Afşin Bey maiyyetinde pek çok asker olduğu halde Malatya’dan Kayseri’ye gelmiş ve ondan sonra Galatya bölgesine ulaşmıştı. İmparatorla arası iyi olmayan generallerden biri de Afşin Bey ile birlikte hareket ediyordu; Afşin Ammûriye[123] şehrini zabt ederek halkının bir kısmını öldürdü bir kısmını esir etti. İmparator Menbic’den Kilikya’ya geri döndüğü zaman bu durumdan haberi oldu, Afşin üzerine yürümek istedi; fakat Afşin önce doğuya sonra da güneye yöneldi, Antakya’yı kuşatarak haraca bağladı ve sonra tekrar kuzeye yöneldi, Anadolu seferlerine devam etti. 1068-1071 yılları arasında devamlı olarak Anadolu içerilerine taarruz etti; Lykaonia ve Frigya bölgesindeki şehirleri yağmaladı. Malazgirt zaferinden sonra Anadolu’yu fethe memur edilen ümerâ arasında bulundu, alu yedi sene kadar gaza ve fetih harekâdanna katıldı. Anadolu’nun güneyindeki şehirlerin fatihi Afşin Bey’dir[124].
Osman Turan,[125] eski bir Selçuknâme’de; Malazgirt zaferinden sonra Alp Aıslan ın Maraş ve Sarız çevresini Çavuldur Bey’e ikta ettiğine dair bir bilgi olduğunu yazmakta, ancak bu bilginin o devrin yazılı bir vesikasına değil şifahi rivâyetlere dayandığını belirtmektedir. Reşîdüddin’in Câmiu’t- Tevârih[126] isimli eserinin Selçuklular bölümünde Sultan Alparslan’ın Malazgirt zaferinden hemen sonra maiyetindeki ümerâdan bazılarına Anadolu’ya gaza etmelerini emrettiği, zabt edecekleri yerleri de kendilerine “bi-tarîki’lirs" bahşedeceğini söylediği zikredilmektedir. Ayrıca Sultan Melikşah döneminde Anadolu’ya sefer düzenleyen beyler arasında anlaşmazlık ortaya çıktığı ve Nizamühııülk'ün tasvibiyle sultan tarafından Kutalmışoğhı Süleyman şah’ın Anadolu ümerâsı atasındaki ihtilafları gidermeye ve Anadolu’nun feüıini tamamlamaya memur edilerek Anadolu Selçuklu sultanlığına tayin olunduğu yazılmıştır[127]. Câmîu’t-Tevârih’te bu bilgilerin yanında Alp Arslan 'in Malazgirt Savaşı ’na katılan kumandanları arasında Çavuldur da zikredilir ve savaş sonrası da Çavuldur Bey’in Maraş ve Sarız yörelerini fethettiği belirtilir. Bu sebeple bu husus Osman Turan’m ifade ettiği gibi şifahi rivayedere değil yazılı kaynaklara dayanmaktadır. Faruk Sümer[128] Câmiu’t- Tevarih'de adı geçen bu beyin Dânişmendnâme’de geçen Çavuldur Çaka'dan başkası olmadığını belirtir ve bu Çavuldur Çaka’nın da Bizanslıların Anadolu’ya yaptıkları saldırıların birinde genç yaşta esir alıp götürdükleri sarayda yetiştirilen Çaka Bey olduğunu iddia eder. Mükrimin Halil Yinanç[129] ise bu bilgiyi dikkate değer bularak Reşîdüddin’in eserinin olaylara zaman ve mekan olarak uzak olduğunu ve kaynağının olmadığını belirtmekte ve bu bilginin Anadolu fethine muasır olan Bizans, Ermeni ve Süryani kaynaklarında geçmediğini, bu hususun bu kaynaklarca teyid edilmediğini hatta yalanlandığını belirterek bu bilginin doğruluğunu kabul etmez.
Bizans İmparatorluğu’nun Türklere karşı güçlü bir direniş hattı oluşturmak amacıyla Ermenileri Anadolu’nun doğusundan iç kısımlara ve güney kesimlerine çekmiş olması Maraş ve çevresindeki Ermeni nüfusunu arttırmıştı[130]. İmparator IV.Diogenes’in kumandanlarından olup Türklere karşı Malatya-Antakya hattının savunmasına memur edilen, Bizans Devletine bir çok hizmetler yapmış ve domestikos unvanını kazanmış olan Ermeni asıllı ordu komutanı Philaretos Brachamios (Brachminos), Malazgirt Savaşı sırasında Palu’daki Bizans kuvvetleri kumandam bulunuyordu. 1071’deki Malazgirt Savaşı sonrası genişleyen Türk fetihleri karşısında Anadolu’daki Bizans hâkimiyetinin süratle çökmesinden ve Türklerin Anadolu’yu fethe başlaması sırasında yaşanan kargaşadan istifade eden Philaretos, Malazgirt savaşı sonrasında Bizans ordusundan geriye kalanlarla imparatorluğa tâbi bazı şehirleri zabt etmek sevdasına kapıldı. Bizans'a bağlılığını reddederek etrafına topladığı kuvvetlerle 1072 yılında Maraş’ı ve Elbistan’ı zabt etti. Ancak Türklere karşı koyabilmek için sırum Bizans'a dayanmak ve oradan destek almak gereği hissetti. Philaretos Bizans imparatoruna tabiiyetini bildirdi. Sonra Bizans’ın da desteği ile idaresi altındaki yerlere ilaveten Malatya ve Sümeysat (Samsat) şehir ve kalelerini de yönetimi altına aldı, sonra da Bizans imparatoru tarafından Antakya dükalığına tayin olundu.
Malazgirt Savaşı sonrası Anadolu kapıları kendilerine açılan Türkler her fırsatta Maraş ve çevresini ele geçirmek için bölgeye akutlarda bulundular. Bu duruma işaret eden Urfalı Mateos[131] “1079’da zalim Türkler, Akdeniz’e yakın bulunan hristiyan memleketlerinde yayılmış olup bölgede sulh ve asayiş kalmamıştı. Türkler sebebiyle bir çok Bizans eyaleti ıssız bir hale geldi. Doğu milleti mahvoldu ve Bizans memleketi viraneye çevrildi. Antakya, Tarsus’a kadar Kilikya’da, özellikle de Maraş’ta ve Dülük’de insanlar rahat yüzü görmüyordu. Bundan dolayı binlerce insan oralardan kaçarak Urfa’ya geliyordu" demektedir. Ancak Mateos burada bir hakikati görmemektedir. Çünkü belirttiği tarihlerde Maraş ve çevresi Philaretos’un idaresindedir. Şehir ve çevresindeki huzursuzluklarda Türklerin etkisi olabileceği gibi Ermenilerin de etkisi olabilir. Zaten Kilikya bölgesi sadece Türk akutlarına inanız kalmamış aynı zamanda bölgede Bizans Ermeni çatışmaları da çok sık yaşanmıştır.
Honigmann[132] Philaretos’un Eylül 1083 sonrası bir Bizans vassalı sıfatıyla Maraş’tan Urfa ve Malatya’ya kadar uzanan geçici bir devlet kurduğunu belirtir. Ancak kaynaklardaki ifadeler net olmamakla birlikte, Süleymanşah’ın Antakya seferi esnasında Maraş da Tûrklerin eline geçmiş olmalıdır. Çünkü Anadolu'da, Büyük Selçuklulara bağlı bir devlet kuran Süleymanşah, 1085 yılı içinde Buldacı Bey komutasında bir orduyu Kilikya bölgesine gönderdi ve Elbistan, Göksün, Maraş ve Raban şehirleri Türkler tarafından feth edildi. Philaretos Huni’ye[133] kaçtı. Fakat o esnada Türk kumandanlarından Emir Buldacı o bölgeyi zabt etmiş, Ceyhan Nehri sahasındaki şehirleri, Elbistan’ı, Göksun’u ve Huni’yi almıştı. Philaretos burada duramayarak Maraş’a geldi, fakat Emir Buldacı biraz sonra Maraş’ı da zabt etti.
Türklere karşı yaptığı savaşlarda Ermeni Katolikosu (Patriği)n Ermenilerin yanında değil de Türk tarafında yer aldığını düşünen Philaretos savaş sonrası Maraş’ta yeni bir katolikosluk kurdu[134]. Zaman içerisinde idaresi altındaki yerlerde toprak kaybına engel olamayan, hâkimiyetindeki şehirlerin birer birer elden çıktığını ve Türkler tarafından zapt edildiğini gören Philaretos Urfa’ya giderek Haçlılardan yardım almaya çalıştı. Philaretos, bir yandan Bizans’a tâbi görünmekte, öte yandan da Anadolu’daki gelişmeleri takip etmekte ve Kutalmışoğlu Süleymanşah’ın Anadolu’daki fetihlerinden endişelenmekte idi. Bu sebeple Urfa’ya gelmişti. Urfa’daki Haçlılardan yardım sağlamaya çalışır iken Süleymanşah’ın Antakya’yı zabt ettiğini öğrendi. Ancak Haçlılardan beklediği yardım taahhüdünü alamadı. Bu sebeple Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah ile yakınlık kurma yollarını aradı ve daha sonra da ona tâbiiyetini ve İslâm dinini kabul ettiğini bildirdi. Philaretos, sultan-ı a’zam Melikşah tarafından İslâm dinini kabul etmiş olmasına mükâfat olarak Maraş hâkimi olarak tayin edildi[135]. Böylece 1085’te Türklerin hâkimiyetine giren Maraş, daha sonra (1087’de) Ermeni hâkimiyetine geçti ve Birinci Haçlı Seferi’ne kadar Philaretos tarafından yönetildi. Philaretos zamanla ortaya çıkan fırsatları değerlendirerek 1078’den 1097’ye kadar hüküm sürdüğü bir Ermeni prensliği kurdu. Büyük Selçuklu devletine yıllık vergi ödemek ve dolayısıyla tâbiiyet arzetmek suretiyle prensliğinin devamını sağladı. Philaretos’un ölümü sonrası yerine geçen Barsama kısa bir müddet şehri idare edebildi. Maraş yine Ceyhan çevresini feth etmiş olan Emir Buldacı’nın idaresine geçti.
Türklerin Ermenilerin yoğun olduğu Kilikya bölgesini zabtı sonrası Türk fethinin gittikçe genişlemesi ve Türkmenlerin akın akın Anadolu’ya göç etmeleri üzerine, Ermeniler Kilikya’nın dağlık mıntıkalarına çekilmişlerdi. Türk akutlarının son bulmasından, sulh ve sükunun sağlanmasından sonra da sığındıkları yerlerden çıkarak Kilikya şehirlerine yerleşmişler ve yavaş yavaş Maraş, Göksün ve Keysum taraflarına doğru yayılmışlardı. Hatta bazı yerlerde bir takım kaleler inşa etmişlerdi[136]. Ancak Bizans Devleti’nin Ortodoks mezhebini empoze etme maksatlı dînî baskılarına maruz kalan Ermeniler, Bizans Devleti’nin dînî politikasına tepki olarak Türklerin bölgeyi fethini kolaylaştırıcı yardımlarda bulundular. Emir Bozan, Maraşlıların Barsaına’ya karşı isyanı sayesinde şehri kolayca fethetti. Ancak Maraş, daha sonra Haçlıların eline geçti. Birinci Haçlı Seferi ile Anadolu’ya giren Haçlılara karşı savaşmak üzere Sultan I.Kılıçarslan bütün Anadolu ümerâsını maiyyetine toplamıştı. Godefroi de Bouillon ve diğer Haçlı reislerinin idaresi altında bulunan büyük Haçlı ordusuyla Sultan I.Kılıçarslan’ın maiyyetinde bulunan Türk ordusu Temmuz 1097’de Eskişehir Ovası’nda savaştı. Yukarıda ismi geçen Emir Buldacı Sultan I.Kılıçarslan’ın maiyyetinde olarak bu savaşa katılmıştı. Türk ordusunun bozguna uğramasıyla sonuçlanan bu savaştan sonra Haçlılar Anadolu’yu istilaya başladı. Antakya’ya doğru ilerlerken 15 Eylül 1097’de Maraş'ı işgal ettiler. Haçlı reisleri, İstanbul’da bulundukları esnada Bizans idaresinde iken Türklerin hâkimiyetine geçmiş olan şehirleri zabt eder etmez Bizans İmparatorluğu’na iâde ve teslim etmeyi taahhüd etmişlerdi. Bu sebepten dolayı istemeyerek ve gecikmeli olarak Maraş’ı Bizanslılara terk ettiler. İstila edilen yerlere metbuları sıfatıyla İmparator Aleksios I.Komnenos (1081- 1118) nâmına el koymak üzere Haçlı ordusuyla gönderilen Bizans ordu komutanı Butumites, 1099 yılında I.Komnenos nâmına Maraş’ı işgal ettikten sonra şehre yönetici olarak Monastras’ı tayin etti. Maraş’ı Ermeni asıllı Bi-zans valisine terk eden Haçlılar güneye doğru ilerlerken Vali Monastras 1100’de Kilikya şehirleri olan Tarsus, Adana ve Ceyhan’ı da işgal etti. Boylere Maraş ve çevresi bir süre Bizans hâkimiyetinde kaldı. Daha sonra Bizanslılar nâmına Thatul isminde bir Ermeni şehri idareye başladı. Ancak Thatul 1105-1106 tarihinde Maraş’ı o esnada Tell-Bâşir senyörü olup daha sonra Urfa Kontu olan Joscelin’e teslim etmeye mecbur oldu. Fakat bir süre sonra Keysun hâkimi olub Kog(h)=Hırsız lakabıyla tanınan Ermeni asıllı Vâsıl (Bazil) Maraş’ı zabt etti. Kogh Vâsil, zaman içinde Haçlı reisleri arasındaki çekişmelerden, rekabet ve mücadeleden istifade ederek yavaş yavaş hâkimiyet sahasını genişletti; Raban’ı ve Rumkale’yi zabt ettiği gibi Urfa kontunun elinden de Hısnımansûr’u aldı. Kogh Vâsil ölürken yerini manevi oğlu Vâsil Dığâ’ya bıraktı. Vâsil Dığâ 1116 yılı sonlarında 1117 yılı başlarında Maraş’ı ve idaresi altındaki bazı şehirleri Urfa Kontu Baudouin’in idaresine terk etti. Yaklaşık 17 yıl kadar Ermeni idareciler tarafından yönetilen şehir böylece Urfa Haçlılarının hâkimiyetine geçti. Maraş, yaklaşık 35 sene de Haçlıların idaresinde kaldı[137]. Maraş’ta bir senyörlük kuran Haçlılar, Richard de Salerne, Geoffroy, Baudouin de Mares, Renaud ve Joscelin’in idaresinde hâkimiyet alanlarını Raban, Besni, Keysun ve Elbistan’a kadar genişlettiler.
Sonuç olarak; Maraş şehri Ortaçağ boyunca önemli yolların kavşak nok-tasında bulunması, coğrafî konumu ve stratejik değer taşıması sebebiyle sık sık savaşlara sahne oklu. Asırlarca Müslüman Araplar’ın, Bizanslılar’ın, Haçlılar’ın ve Türkler'in, diğer bir ifade ile bölgede hâkimiyet kurmak isteyen devlet ve milletlerin sahip olmak istediği bu şehri elde etmek için düzenlenen akınlara Toros silsilesi de etkili bir engel teşkil edememiştir. Savaşlar ve hâkimiyet mücadeleleri sebebiyle bir çok defa tahrip ve sonrasında yeniden imar edilen şehre kale ve muhkem surlar yaptırılmıştır. Müslüman Araplar ve Türkler Maraş’ın bayındır hale gelmesi için çok çalışmışlardır.