Michael Ursinus'un Usküp Milli Arşivinde KSB 64 numara ile kayıtlı. Manastır sicilleri arasında yer alan ve adına şikayet defteri dediği bir 18. yüzyıl belgesini konu edinen kitabı[1], bu makalenin yazılmasına sebep olmuştur. Sözünü ettiğimiz eser, yayınlanan defter vesilesiyle bu belgenin üretildiği bürokratik ortamı açıklayabilmek için 18. yüzyıl taşra yönetimine, özellikle eyalet yönetimine ilişkin bilgi ve değerlendirmeleri içeren bir giriş ile başlamaktadır (s. 1-38). Hemen ardından sözlük kısmı yer almakta (s.39- 46) ve bunu müteakip defterin transliterasyonuna dair kısa bir notun bulunduğu kısım gelmektedir (s.47-48). Bunu Birinci Kısım izlemektedir. Bu kısımda, yazarın açıklamalarına göre, 19-27 Mart 1781 tarihleri arasına ait ve büyük çoğunluğunu Rumeli Eyaleti Valisinin gelirleri arasında yer alan “i'lâniye vergileri”nin[2] toplanmasına dair olan kayıtlar oluşturmakta ve bunların İngilizce tercümeleri yer almaktadır (s.49-56). Bunun ardından İkinci Kısım diye düzenlenen ve defterdeki kayıtların transkripsiyonunun ve yine İngilizce tercümelerinin yer aldığı bölüm gelmektedir. Bu bölüm defterin, yazar tarafından “şikayet defteri” diye nitelenmesine esas teşkil eden kısımdır (s.57-179). Kitabın sonunda, defterin tıpkıbasımı bulunmaktadır (s. 191'den itibaren). Tıpkıbasım, aradaki boşluklar da zikredilerek 27 varak olarak numaralanmıştır. Bu haliyle, çok hacimli bir defter değildir.
Yazarın anlattığına göre, eski Erzurum Valisi Mehmed İzzet Paşa, Rumeli valisi iken 25 Safer 1195 (23 Şubat 1781)’de sadrazamlığa atanmıştır. Bu atama üzerine, yerine, Aydosi Mehmed Paşa getirilmiş ve Mayıs 1782 tarihine kadar bu görevde kalmıştır. Defterin Birinci Kısım, Rumeli Valisi Aydosi Mehmed Paşa’nın Manastır’a “mütesellim" ya da "Rumeli Kaymakamı” olarak atadığı kişinin dönemine ilişkin kayıtları kapsamaktadır. Yine. Ursinus’un belirttiğine göre, Mehmed Paşa eyaletin merkezi olan Sofya'da oturmaktadır ve Manastır’ın yönetimi ile bir “kaymakamı”nı görevlendirmiştir[3]. Rumeli eyaletinin iki önemli merkezinin bulunduğu, bunlardan birisinin Sofya, diğerinin ise Manastır olduğu, eyalet valisinin Sofya’da oturduğu, Manastır’a ise bir “mütesellim" veya “kaymakam" gönderdiği yine yapılan açıklamalar arasındadır[4].
Osmanlı tarihinin 18. yüzyılına ait gelişmeleri, diğer dönemlerin aksine ancak son zamanlarda yapılan araştırmalarla daha anlaşılır hale gelmekte ve her yeni yayınla bu dönemle ilgili meveut bilgilerimiz artmaktadır[5]. Bu bakımdan Ursinus’un eserinin yayınlanması ilgiyle karşılanmıştır. Ayrıca Ursinus, kaligrafik ve paleografik özellikleri bakımından büyük güçlükler içeren bir defteri, yalnızca transkripsiyonu ile değil, İngilizce çevirisini de yaparak Osmanlı tarihçilerinin hizmetine sunmak gibi bir görevi üstlenmiştir. Yayımladığı defterin, birtakım belge özetlerini içeren kayıtlardan oluşması ve bu kayıtları kaleme alan katiplerden kaynaklanan imlâ ve anlatım bozukluklarının bulunması, yayınını daha da cesaret isteyen bir hale getirmiştir. Bu bakımdan Ursinus’u kutlamak gerekir.
Eyalet Divanının Bürokratik Ortamı ve İşlemler:
Bilindiği gibi, klasik dönem Osmanlı taşra yönetiminde iki açıdan fonk siyonel örgütlenme ve bu örgütler içinde yer alan temel yönetim birimleri vardı. Bunlardan birisi askerî-idarî örgütlenme idi ve bunun belli başlı yönetim birimleri eyalet-sancak-tımar nahiyesi-dirlik olarak sıralanıyordu. Bundan ayrı olarak aynı mekan üzerinde kazai-idarî örgütlenme oluşturulmuştu ve bu örgütlenmenin temel birimleri de kaza ve nahiye idi. Birinci örgütlenmenin her kademesinde örfiyye zümresinden yöneticiler görevlendirilmişti. İkincisinde ise görev üsdenenler, şer'iyyedendi[6]. Taşrada askerî-idarî örgütlenmenin en büyüğü, eyaletti ve başında klasik dönemde beylerbeyi, daha sonra vali olarak adlandırılan bir üst yönetici vardı. Kazalar, kadı’nın “taht-ı hükûmeti”nde idi. Bu iki ayrı zümreden olan görevliler, fonksiyonel bir eşgüdüm içinde görev yapmaktaydılar. Osmanlı kanununa göre, icrâ yetkisi örfiyyeden olanlara aitti; ancak, bütün faaliyetlerinde kadı hükmüne dayanmak zorunda idiler. Kadılar da verdikleri hükmü kendileri uygulama yetkisine sahip değillerdi. Uygulama, örfiyyeye bırakılmıştı[7]. Bu sistem içimle askerî-idarî örgütlenmenin yöneticileri, tımar sistemi gereği dirlik tasarruf eden padişah memurlarıydı. Kadılar da yaptıkları her işlemin karşılığında mahkemeye müracaat edenlerden belirli bir rüsünı aldıkları için onların da gelirleri hâzineden değil, bu vergilerden karşılanırdı.
18. yüzyıla gelindiğinde Osmanlı taşra yönetiminin yeni birtakım uygu-lamalarla bir değişim süreci içine girdiğini görüyoruz. En önemli değişim lerden biri, eyalet valileri ile sancakların başına getirilen yöneticilerin “vezir” rütbesine sahip olmalarıdır. Bundan dolayıdır ki bu dönemde eyaletin başında bulunanlara beylerbeyi değil, vali ya da paşa; sancakların başına getirilenlere de sancakbeyi değil sancak mutasarrıfı denmeye başlamıştır[8]. Böylece vezâret, sadece Dîvân-ı Hümâyûn üyelerine has bir unvan olmaktan çıkmış ve yaygınlaşmıştır. Aynı dönemde tımar sistemi içinde iltizâm usulünün uygulama alanı genişletilerek eski dirlikler üzerinde mîrî mukâta'alar oluşturulmuş ve böylece klasik dönemin dirliği, bir mukâta'a yetki alanına dönüşmüştür. Klasik tımar sistemi uygulamasının görüldüğü yıllardan farklı olarak bu dönemde, sancaklar ve eyaletlerin büyük bit kısmı, mâlî açıdan "mîrî mukâta'a”lara dönüştürülerek sancak mutasarrıflarına ve valilere “iltizâmen ihale" edilmiştir[9]. Bu sebeplerle mâlî boyut öne çıkınca, bu yetki alanının yönetimi, ya doğrudan örf mensuplarına tevcih edilmiş, böylece mültezinı-yönetici tipi ortaya çıkmış; ya da mukâta'ayı üzerine alan kişi, örf görevini yerine getiremeyecekse bu görev için bir voyvoda tayin etmiştir. Bu nedenle bu dönemde en çok karşımıza çıkan terimler, mukâta'a ve voyvodalık terimleridir. İşte uygulamanın yaygın olarak karşımıza çıktığı bu dönemde, taşra yönetimini bütün yönleriyle anlayarak doğru bir idare tarihi anlatısı kurmak isteyenler için Ursinus’un eseri, muhakkak ki büyük bir önem taşımaktadır.
18. yüzyılda görülen bir diğer önemli değişiklik, bu mukâta'alaşma sürecinde eski hasların nitelik değiştirmesi sebebiyle valilere ve sancak mutasarrıflarına birden fazla eyaletin veya sancağın aynı anda tevcih edilmesidir. Bazen bir valiye, atandığı eyalede birlikte ya kendi eyaleti içindeki bir başka sancak ya da diğer bir eyalet içindeki bir sancak, “ilhâken" verilmiştir[10]. Bu durum, birden fazla yönetim alanında bir kişinin görev almasını olanaksızlaştırdığından, vekaleten yönetimi gündeme getirmiştir. Elbetteki vekalet, sadece bu tür uygulamalar için söz konusu değildir. Şöyle ki eyalet ve sancak mutasarrıfları, kendi mansabları dışında göreve gönderildiklerinde mansablarını mütesellimlerin yönelimine bırakmışlardır[11].
Taşrada en büyük yönetim birimi olan eyaletin başındaki beylerbeyi ya da vali, eyaletin en üst düzey yetkilisi durumunda idi. Eyalet içindeki sancaklardan biri, doğrudan onun yönetimine bırakılır ve oraya ayrıca bir sancakbeyi atanmazdı. Beylerbeyinin yönetimindeki bu sancağa paşa sancağı de-nirdi. Paşa sancağı, eyaletin yönetim merkezinin bulunduğu sancaktı. Eyalet valisi, eyalette padişahın vekîl-i mutlakı olarak yetkili idi ve onun başkanlığında merkezdeki Dîvân-ı Hümâyûna benzer bir divan oluşturulmuştu. Bu divan, genellikle eyalet dîvânı diye adlandırılır, zaman zaman da eyaletin atlıyla anılırdı. Dîvân-ı Haleb, Dîvân-ı Karaman gibi. Eyalet divanında, eyalet valisinin yanında paşa sancağının merkez kazasının kadısı, eyalet defterdarı, umar defterdarı gibi görevliler yer alırdı. Eyalet divanında, tıpkı Merkezde olduğu gibi, yönetimle ilgili doğrudan kararlar verilir ve karşılaşılan sorunlara çözümler aranırdı. Bu bakımdan divan, birinci özelliği ile bir yönetim örgütü idi. Bunun yanında eyalet valisinin geniş icra yetkisi sebebiyle, herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşen, hakkını alamadığına inanan reayadan kişiler veya askerîden olanlar bu divana başvurabilirler ve haklarının alınması talebinde bulunabilirlerdi[12]. Böyle bir durumda eyalet valileri, tıpkı Dîvân-ı Hümâyûnda olduğu gibi, iki yol izlerlerdi. Bunlardan birincisi, şikayet sahibinin isteğini, sakini bulunduğu kazanın kadısına havale eder ve bu havale ile birlikte oranın örf yetkililerinden konunun çözümlenmesi ile ilgilenmelerini isterdi. Eğer konuyu çok önemli bulursa, havaleyi bir mübaşir aracılığıyla gerçekleştirir ve mübaşiri konunun çözümü için doğrudan görevlendirirdi, ikinci yol, olayın veya şikayetin önem derecesine göre, tarafları doğrudan eyalet merkezine çağırarak divanda mürâfa'a olmalarını sağlamaktı. Eyalet divanı, o zaman bir mahkeme gibi çalışır ve bir karara varırdı. İşte bu süreç içinde konunun şer' ve kanuna göre çözümünü sağlayan kişi, aynı zamanda divan üyesi olan merkez kadısı idi ve onun verdiği karan uygulatan da vali idi.
Eyalet Divanının Temel Belgeleri:
Böyle bir örgütlenme içinde bugüne kadar taşrada görülen işlemler neticesinde üretilen belgeler ve bu belgelerin kaydedilmesi sonucunda elimize geçen defterler, yalnızca mahkemelerde tutulan ve adına sicill-i mahfûz denilen defterlerdir. Bu defterlerde, zabıt, i’lâm, temessük, nakl-i şehâde, vakfiyye, keşîfnâme gibi belgeler yer almıştır.
Yukarıda anlattığımız gibi bir çalışına düzeni bulunan eyalette, kuşkusuz mahkeme defterleri yanında eyalet divanının işlemlerine dair kayıtların tutulduğu defterlerin de olması gerekir. Aşağıda sözünü edeceğimiz, valilerin emirnameleri olan buyuruldılar ile birlikte divan üyesi durumunda bulunan eyalet defterdarı, tımar defterdarı gibi görevlilerin tezkereler düzenlediklerini biliyoruz. Bu belgeleri üreten eyalet divanı kalemlerinin olduğu ve bunların bir kayıt sistemini geliştirdikleri, kuşkusuzdur. Ancak varlığından haberdar olduğumuz bu ofislerin temel defterlerinin örnekleri, yok denecek kadar azdır. O nedenle Ursinus’un eseri, bu bakımdan da değer kazanmaktadır.
Bu bağlamda herhangi bir konuda yazılacak bir buyuruldının oluşum süreci şöyle gerçekleşil di: İşlemin durumuna göre, reayadan birisi eyalet di vanına şikayette bulunmak için bir arzuhal yazdırırdı. Arzuhal işleme konduktan sonra, eğer belgede belirtilen konu merci'ine gönderilecekse, bu belgenin üzerine, ait olduğu makama hitaben düzenlenmiş bir vali emri yazılırdı. Bu vali emrine, buyuruldı denirdi. Buyuruldı, arzuhal üzerine yazıldığı için, arzuhal üzerine buyuruldı şeklinde ifade edilirdi. Bazen mesele bir devlet görevlisi tarafından bir mektub veya bir takrir ya da bir i’lâm ile sunulmuşsa, bunlar üzerine yazılan buyuruldılara da mektub/takrir/i'lâm üzerine buyuruldı denirdi. Bunlar da arzuhal üzerine buyuruldı ile aynı işleme tabi idi. Bu şekilde başvuru evrakının üzerine buyuruldı yazmaya, belgelerin diliyle “buyuruldı keşide" etmek de denirdi. Buyuruldı sözcüğü yerine bazen ka’ime, mektûb da kullanılırdı[13].
11 Ekim 1749 (28 Şevval 1162) tarihli belge, arzuhal üzerine buyuruldıya bir örnektir. Halep Divanına yaptığı başvurusunda Es-seyyid Hüseyin, elinde temessük ve fetva olmasına rağmen, Antakya'nın Kuseyr nahiyesine bağlı Fenike köyünde, miras yoluyla mülkü olan tarlası ile zeytin ve incir ağaçlarına, aynı köyden Fakı oğlu Ahmed’in müdahale ettiğini bildirmekte ve davasının mahallinde mübaşir aracılığıyla çözümlenmesini, orada çözümlenememesi halinde ise adıgeçenin Halep Divanına çıkarılmasını talep etmektedir. Es-seyyid Hüseyin’in Halep Divanına yaptığı bu başvuru üzerine bir buyuruldı yazılmıştır. Antakya kadısı ve voyvodasına hitaben yazılan buyuruldıda tarafların mahallinde mürâfa’a olunmaları, davalarının mahallinde çözümlenememesi durumunda da Halep Divanına çıkarılmaları istenmektedir[14].
Eğer eyalet valisi, herhangi bir konuda re’sen bir emir çıkaracaksa, mu-hatabına hitaben bir buyuruldı düzenlerdi. Buna da beyaz üzerine buyuruldı denirdi. Örneğin 4 Mayıs 1645 (8 Rebî'ü'l-evvel 1055) tarihli belge, Larende Subaşısı Mehmed Ağa’ya hitaben yazılmış Karaman Beylerbeyi Mustafa Paşa’nnı bir buyuruldısıdır[15]. Paşa, bu buyuruldıyı, belgeden de anlaşılacağı üzere herhangi birinin eyalet divanına yaptığı bir başvurusu üzerine yazmamıştır. Burada, durum bir önceki örnekten farklıdır. Mustafa Paşa bu emri, kendi hüküm bölgesindeki asayişi sağlamak ve birtakım bid’at kabul edilen uygulamaları ortadan kaldırmak amacıyla bizzat yazmıştır ve padişahın mutlak vekili olarak “tüccar tâ'ifesi bâ'is-i ma’mûre-i memleket olmağla her vechile mer’i olmaları ehemin ve mühimmâtdandır" gibi Osmanlı anlayışına uygun ibareleri kullanmıştır. Buna göre bu belge, Larende subaşısının Acem tüccarlarından kanunda olmayan taleplerde bulunduğu ve bunun önlenmesine dair bir emirdir.
İster beyaz üzerine olsun, ister arzuhal üzerine ya da bir i’lâm üzerine olsun bütün bu buyuruldılar muhatabına ya da merci'ine gönderilmeden önce, eyalet divanının kalemlerinde özeti verilerek bir deftere kaydedilirdi. İşte Ursinus’un yayınladığı defter, böyle bir buyuruldı kayıt defteridir. Bunun gibi diğer eyalet divanı üyeleri de tezkere ya da mektub denen belgeler düzenlerlerdi ve bunların formu buyuruldıya benzerdi[16].
Bazı Terim ve Kavramlar üzerine:
Buraya kadar anlattıklarımızdan sonra Ursinus’un eserine dönebiliriz. Ursinus, Manastır sicilleri arasında bulduğu, buyuruldı kayıt defteri olan deftere “Rumeli Kaymakamının Şikayet Defteri" adını koymuştur[17]. Burada başlıkta kullanılan iki terim üzerinde durmak gerekir. Birinci olarak, bu defteri acaba “şikâyet defteri” olarak adlandırabilir miyiz? Gerçi, içindeki kayıtlardan çoğunun arzuhal üzerine buyııruldı kaydı olduğuna ve arzuhallerin ele şikayet içerdiğine bakarak böyle bir yargıya varılabilir. Ancak, bizzat Ursinus bu defterde sadece şikayetlerin bulunmadığını, birtakım uygulamaların ve çoğunlukla da eyalet valisine ait vergilenil toplanmasına ilişkin emirlerin de yer aldığını belirtmektedir. Bu bakımdan defteri Dîvân-ı Hümâyûnun mühimme defterlerine, benzetebiliriz[18]. Gerçi, mühimmelerin bir kısmı, 17. yüzyıldan itibaren şikayet defterleri olarak ayrı bir koleksiyon oluşturmaktadır. Ancak şikayet defteri denilen defterler, sadece Dîvân-ı Hümâyûna yapılan şikayetlerle ilgilidir. Böyle olmakla birlikte Ursinus’un yayınladığı defterin faksimilesinde “Buyruldiyat Defteri"[19] başlığının yer almasından ve içindeki belgelerin buyuruldulardan oluşmasından ötürü, dönemin katiplerinin ya da yöneticilerinin kendi tabirleriyle defteri, “Buyuruldı Defteri" olarak nitelemek daha doğru olacaktır.
Defterin adlandırılması konusundan daha önemlisi Ursinus’un “Rumeli Kaymakamı" nitelemesidir. Burada sözü edilen Rumeli valisi, mansabının başında bulunmadığından dolayı, yerini bıraktığı mütesellim olmalıdır. Gerçi, mütesellim de valinin yerine vekaleten görev yapan kişidir. Ancak “kaymakam” teriminin, bu döneme ait evrakta farklı bağlamlarda kullanıldığını, valilerin vekillerine 18. yüzyılda kaymakam denmediğini gösteren bilgilere sahibiz. Kaymakam tabiri bu dönemde kâ’im makâm-ı mütevelli, kâ’im-makâm-ı nazır, kâ'im-makâm-ı câbi, kâ'im-makâm-ı mültezim gibi daha çok birtakım kurumlanır yöneticileri adına vekaleten görev yapanlar için kullanılmıştır[20]. Taşra yönetiminin idarî birimleri için kaymakam teriminin kullanımı, 19. yüzyılda karşımıza çıkacaktır[21]. Defterin herhangi bir yerinde bu kavrama ve terime rastlamadan böylesine adlar vermek, bizi yanıltabilir. Bunun için çok tipik bir örnek verelim: Osmanlı Arşivi ilk defa düzenlenirken tahrir defterlerine, tapu defteri denmiş ve bu yanlış adlandırma günümüze kadar gelmiştir. Bu ad, öylesine yerleşik bir hal almıştn ki düzeltme yoluna giderken bile tapu sözcüğü anlamamış, tapu tahrir defteri deyimi kııllanılmışur. Oysa erbabı tarafından bilinir ki tahrir defterle rinde geçen tapu sözcüğü, 19. yüzyıldaki mülkiyet belgesi olan tapu ile aynı şey değildir. Oysaki bu defterler, onu üretenler tarafından defter-i hâkâni olarak ve doğru bir şekilde adlandırılınışur. Bunu kullanmak yerine, yeni bir ad üretmek, onu kullanacak olan araştırıcıları yanıltabilir.
Ursinus’un asıl tekrar gözden geçirmesi gereken daha önemli açıklamaları vardır. Bu da Rumeli eyaletinin Sofya ve Manastır gibi iki merkezinin olduğu ve buralara eyalet valisi tarafından iki ayrı "kaymakam ya da mütesellim "atandığına dair ileri sürdüğü düşüncedir. Eğer, bu yargının so mut bir belgesi varsa, söyleyecek bir sözümüz yoktur. Ama eserinin hiçbir ye rinde buna ilişkin bir delile rastlanamamıştır. Sadece hem yayınladığı defterin hem de Manastır sicilleri arasında yer alan ve 64 numara ile kayıtlı bulunan Manastır Şer'iyye Sicilinden çıkardığı birtakım kayıtların, genelde Rumeli eyaletine, özelde de "Rumeli kaymakamlığı ’na ait mevcut bilgilerimize katkı sağlayıcı veriler içerdiğini dile getirmektedir[22]. Ayrıca, "Manastır kaymakamının yetkilerinin, mâli açıdan, Sofya'nınkine oranla daha geniş olduğunu" vurgulamakta ve özellikle “Rumeli valisi, eyalet dışında iken yükümlülüğünün ve sorumluluğunun daha da arttığını" eklemektedir. Bu açıklamalarından sonra, Manastır kaymakamının, eyalet valisinin bütün yetkilerini taşıdığını, buyuruldılar yazdığım, eyaleti bir vali imiş gibi yönettiğini yazmaktadır[23].
Mütesellimler hakkında Ursinus’un son söyledikleri doğrudur. Ancak, “Rumeli eyaletinin iki merkezinin bulunduğu ve her iki merkeze ayrı ayrı kaymakam tayin edildiği” açıklaması, kanıtlanmaya muhtaçtır. Zira, bu açıklamayı yapan Ursinus’un söyledikleri arasında da bir çelişki olduğu göze çarpmaktadır. Ursinus, yukarıda alıntı yaptığımız açıklamaları sırasında Manastır’ın paşa sancağı olduğunu belirtmekle ve bu sebeple oradaki kaymakamın eyaletin tümü üzerinde yetkili kılındığım ve bu sebeple sorum tuluğunun, Sofya kaymakamına oranla daha fazla olduğunu vurgulamak tadır. Yukarıda da açıkladığımız gibi, genel uygulamada bir eyaletin içinde doğrudan eyalet valisinin yönetimine bırakılmış sancağın, paşa sancağı diye adlandırıkhğı ve oraya ayrıca bir sancakbeyi gönderilmediği, bir gerçektir. Eğer Sofya, Rumeli eyaletinin ikinci bir merkezi ise, Sofya sancağının da bir paşa sancağı olması gerekir. Oysa Ursinus, bu konuda bir kanıt sunmamaktadır. Eğer bu durum doğruysa, yani Manastır ve Sofya sancakları, doğrudan eyalet valisinin uhdesinde bulunuyorlar ise, bu 18. yüzyılla ilgili bir uygulamaya bağlı olmalıdır. Bu uygulamayı açıklamadan Sofya’nın ikinci bir merkez olduğu kanısına varmak, 18. yüzyılın gelişmelerini lam bilmemekten kaynaklanabilir. Yine yukarıda açıkladığımız gibi, 18. yüzyılda valilere, eyaletler tevcih edilirken, o eyaletin yanında ilhâken başka sancaklar'da verilebiliyordu. Ancak bu dönemde eyalet ve sancaklar, mâli açıdan mukâta'aya dönüştürülmüştü ve bunlara sancak mukâta’ası deniyordu. Burada birleştirilmiş tevcihler, mâli açıdan birden fazla mukâta'anın bir kişiye verilmesi anlamına geliyordu, Rumeli örneğinde bu durum şöyle açıklanabilir: Manastır, eyaletin paşa sancağıdır. Sofya ise, eyalet içinde ayrı bir sancak iken, mukâta'aya dönüştürülerek orası da valiye iltizâmen verilmiştir. İki ayrı sancakta aynı valinin ayrı ayrı mütesellimlerinin bulunması bu yüzdendir. Yoksa Manastır ve Sofya, eyaletin iki ayrı merkezi değildir. Eyaletin merkezi Manastır’dır. Sofya sancağı müteselliminin, eyaletin bütünü üzerinde bir yönetim yetkisi yoktur. Bütün yetkileri, sadece Sofya sancağı ile sınırlıdır. Bundan dolayıdır ki Ursinus, Manastır mütesellimini daha önemli görmektedir. Çünkü, Manastır’daki mütesellim valinin mütesellimidir ve eyaletin tümü üzerinde yetkilidir. Ursinus, eyaletin iki merkezli olduğuna dair açıklamalarını, yeniden gözden geçirmeli ve söyledikleri eğer doğruysa bunun kanıtlarını mutlaka açık bir şekilde vermelidir. Biz, Rumeli eyaleti üzerinde doğrudan çalışmamış olsak da, 18. yüzyıl taşra yönetimindeki genel eğilimlere bakarak, bunun böyle olabileceğini düşünmekteyiz. Eğer, Ursinus söylediklerini kanıtlarsa, Rumeli eyaletinin çok özel bir durumu olduğunu ortya koymuş olacaktır.
Buraya kadar söylediklerimiz 18. yüzyılı iyi anlayabilmek için iyi bilinmesi gereken temel terim ve kavramlarla ilgilidir. Artık şu noktada, bununla bağlatılı olarak Ursinus’un faksimilesini yayınladığı defterde hem anlayamamaktan, hem de yanlış okumaktan kaynaklanan hatalarına geçebiliriz.
Ursinus’un Yayımladığı Defter ve Yaptığı Hatalar:
Ursinus’un “Şikayet Defteri” adıyla yayınladığı, fakat aslında eyalet divanının işlemleri sonucu yazılmasına karar verilen her türden buyuruldı özetlerinin kaydedildiği defter, birçok açıdan değerlendirilebilir. Bu değerlendirmeler üzerine Ursinus’un önce yaptığı transkripsiyonlar ve bu transkripsiyonların İngilizce tercümelerini irdelemek daha anlamlı olabilir. Şöyle ki:
a- Defterdeki kayıtların büyük bir kısmı imlâ ve gramer hataları içermektedir. Ayrıca, bazı kayıtlarda anlam kaymalarına ve yanlış anlamalara meydan verecek üslup hataları vardır.
Defteri kaleme alan katip ya da katiplerin birtakım gramer bilgisinden yoksun oldukları görülmektedir: Örneğin “ile” anlamına gelen “bâ” takısıyla birlikte kullanılan bazı terkiplerin sonuna, katiplerin yanlışlıkla “ile" kelimesini sık sık ilave ettikleri gözden kaçmamaktadır; “bâ i'lâm-ı şer'iyye ile”[24]; “bâ buyuruldı ile"[25]; "bâ temessük ile"[26] gibi.
Bazen yönelme eklerinde bu tür hatalara rastlan maktadır. Örneğin “... karındaşım Bayram’ın dörtyüz guruş alacağı olmağla karye-i mezbûrda varub ... "[27] cümlesinde geçen “karye-i mezbûrda varub”un, “karye-i mezbüra varub” şeklinde yazılması gerektiği gibi.
Kimi zaman da katip hataları bu kadar basit olmaktan çok öteye gitmiş ve anlam kaymalarına varacak ve belgeyi anlamayı zorlaştıracak derecelere ulaşmıştır. Örneğin Ursinus’un, defterin katibinin yaptığı yazım hatalarını olduğu gibi aktardığı aşağıdaki transkripsiyona bakacak olursak, bu durum daha da netlik kazanacaktır:
“Kuzucık (sic) Ragu zimmi (sic) arzuhal eder Manastır kazasında sakinlerinden Nastu ve Risâ nâmun zimmîler ve Nâ’um ve Niku zimmîler bi-gayr-ı hakk haps ve eziyet edüb hamlını vaz‘ ve iki sim kuşağını fuzûlen ahz edüb icrası bâbında buyuruldı bâlâsına ...”[28]
Oysaki bu metin şöyle olmalıydı:
“Kuzucuk [karyesinden] Ragu [nâm] zimmi[ye] arzuhal eder Manastır kazâsı sakinlerinden Nastu ve Risâ ve Nâ'um ve Niku nâmûn zimmîler bi-gayr-ı hakk haps ve eziyet edüb hamlını vaz‘ ve iki sim kuşağını fuzûlen ahz edüb icrası bâbında buyuruldı bâlâsına ... "
Bu tür örnekleri peşpeşe sıralamak mümkün. Fakat buradaki amacımız, bu tip katip hatalarını ard arda sıralamak değil, bunları örneklendirerek defterin içerdiği zorlukları bir parça da olsa gösterebilmektir.
Özetle söylemek gerekirse, taşradaki katipler, Dîvân-ı Hümâyûn katipleri gibi odalarda uzun süreli ve deneyimli ustalar yanında bir eğitimden geçmedikleri için Dîvân-ı Hümâyûn kalemlerindeki kayıtların muntazamlığı, taşrada üretilen belgelerde pek görülmemektedir.
b- Yukarıda belirttiğimiz özelliğinden dolayı okunması ve anlaşılması zaman zaman çok büyük güçlükler arzeden bu kayıtları anlamlandırmak zorlaşmaktadır. Böyle olmakla birlikte Ursinus, son derece güç bir işe girişerek önce bu kayıtların transkripsiyonunu yapmış, ardından da onların İngilizce tercümelerini vermiştir. Ancak, zaman zaman “fahiş” diyebileceğimiz büyük okuma hatalarına düşmüş; bununla da kalmayarak yanlış okuduğu metinleri İngilizceye çevirirken hatasını pekiştirmiştir, hatta metne, belgede dile getirilmeyen anlamlar yüklemiştir. Bu tip örnekler, sayılamayacak kadar çoktur. Bu yazının sınırları içinde en göze çarpanlar üzerinde durulacaktır.
Bir başlangıç örneği olmak üzere şu kayıt üzerinde duralım (7a/3,s.82):
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“Nevrekub saki illerinden Selim Bey va’desinden ammisi oğlu Mehmed Emin Bey ve za'îm Hacci Hüseyin ve dâmâdı Miftâhizâde Mehmed Ağa ve Derviş Ağa nâmûn kimesneler sükkân-ı vilâyet hukuklarına binâ’en mukaddem ve muhtır (sic) sâdır olan emr-i celîlü’ş-şân mucibince beyaz üzerine buyurıldı küşâde ve Enderuni Yusuf Ağa mübaşir ta'yîn olmuşdur…”
Olması gereken transkripsiyon:
“Nevrekub sakinlerinden Selim Bey va'desinden ammisi oğlu Mehmed Emin Bey ve za'îm Hacci Hüseyin ve dâmâdı Miftâhizâde Mehmed Ağa ve Derviş Ağa nâmûn kimesneler sükkân-ı vilâyet hukuklarına binâ’en mukaddem ve mu'ahhar sâdır olan emr-i celîlü'ş-şân mucibince beyaz üzerine buyurıldı küşâde ve Enderuni Yusuf Ağa mübâşir ta'yîn olmuşdur ..."
Çeviri:
“A buyurıldı was promulgated on the death of Selim Beg, inhabitant of Nevrekob (... ), in accordance with the illustrious firman issued previously and as a reminder (for) the individuals by the name of Mehmed Emin Beg, his uncle’s son: Miftâhizâde Mehmed Aga, his son-in-law; and Denis Aga concerning the rigths of the inhabitants of the vilâyet; and Yusuf Aga of the Inner Seivice was appointed mübaşir ..."
Yukarıdaki metinde önemli bir okuma hatası vardır. Ursinus, "mukaddem" kelimesinden sonra gelen sözcüğü “muhtır” diye okumuştur. Oysa o kelime, her ne kadar metinde çok açık yazılmamışsa da, konteksten çıkarılarak, “mu'ahhar” diye okunmalıdır. Zira “mukaddem ve mu’ahhar” sözcükleri, tarihleri birbirini izleyen belgeleri tanımlamada sık kullanılan bir ibaredir. Ayrıca metinde ne demek istendiği tam açıklanmadığı için, Ursinus kayda kendince bir anlam vermiştir. Belgede geçen “va’desi” sözcüğünü “Selim Bey’in ölümü” olarak algılamış ve onun ölümü üzerine yakınlarına “vilayet yerleşiklerinin hakları ile ilgili olarak" bir ferman gönderildiği ve bu ferman gereğince “beyaz üzerine buyuruldı" nun kaleme alındığı açıklama sini yapmıştır.
Oysa, “va'de” sözcüğüne bakarak belgeden Selim Bey’in öldüğünü çıkarmak mümkün değildir. Büyük bir olasılıkla Selim Bey, Nevrekob kazasının örf yetkililerinden birisidir. Belki subaşısıdır. Nitekim onunla ilgili olarak geçen isimler arasında birinin zaim olduğu belirtilmekte; diğerleri de “Bey” ve “Ağa” unvanı taşımaktadır. Selim Bey’in yetki dönemi içinde sözü edilen kişiler, muhtemelen onun adına işlem yaparken belde yerleşikleriyle hak ilişkileri oluşmuştur. Bu ilişki, bir yetkinin kullanımı veya vergi ilişkisi olabilir. Bu konuda tarihleri birbirini izleyen fermanlar gönderildiği için eyalet valisi, bu emirlere uyulması gerektiğini hatırlatmak üzere “beyaz üzerine buyruldı” çıkarılması kararını vermiştir. Ursinus’un tercümesinden bu süreç, anlaşılamamaktadır.
Bunun gibi, çok basit gibi görünmekle beraber bir-iki yanlış okumanın nasıl anlam kaymasına neden olduğunu gösteren başka bir örnek aşağıdadır (5b/5, s.73):
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
"Filurine kazasının kuralarından Baniçe ve Malihur ve Çırşova ve Potişca ve İşoduri nâm kuraların umûr-ı şer'iyeleri bir takrible kazâ-i mezbûrdan ifraz ve Kesriye ve Manastır kazalarına nakl olunduğundan sâdır olan emr- i celîlü'ş-şân ve buyruldı mucibince tekâlifleri kadîmi kazalarına edâ olunmamak bâbında emr-i âlî mûcebince işbu mahalde kayd olunub Abdulbaki me’mûr olmuşdur ... ”
Olması gereken transkripsiyon:
"Filurine kazâsının kurâlarından Baniçe ve Malihur ve Çırşova ve Potişca ve İşoduri nâm kuraların umûr-ı şer'iyeleri bir takrible kazâ-i mezbûrdan ifrâz ve Kesriye ve Manastır kazâlarına nakl olunduğundan sâdır olan emr- i celîlü’ş-şân ve buyruldı mucibince tekâlifleri kadimi kazalarına edâ olunmak bâbında emr-i âlî mûcebince işbu mahalde kayd olunub Abdulbaki me’mûr olmuşdur ..."
Çeviri:
“According to Imperial decree it was noted down in this place: Since the judicial (and administrative) affairs of the villages of Baniçe .... Malihor, Çırşova. Putişca and Isodori from among the villages of the district of Fi-lurine ... have been taken out of the (responsibility of the) aformentioned district and. by appendage, transferred to the districts of Kesriye ... , and Manastır .... (the inhabitants) are no longer to pay any of their obligations demanded by firman or buyunldi to their former district...”
Burada Ursinus, metinde “... tekâlifleri kadîmi kazâlarına edâ olunmak bâbında ... " ibaresindeki “olunmak " kelimesini "olunmamak” şekline çevirmiştir. Buradan da metni, tam anlamadığı görülmektedir. Çünkü yukarıdaki transkripsiyon metninde de görüleceği üzere, sözü edilen köylerin “bir takrîble", yani aslında olmaması gerekirken bir bahane uydurularak, bir kazadan alınıp diğer bir kazaya bağlandığı belirtilmekte ve bunun düzeltilerek reayanın yükümlülüklerini yine eski kazaları içinde yerine getirmeleri istenmektedir. "Bir takrîble" deyimini anlamadığı için Ursinus, bu değişikliğin bir fermanla onandığını sanmış ve bu düşünce ile "olunmak" kelimesinin yanlışlığına hükm ederek “olunmamak” olarak düzeltme yoluna gitmiştir. Oysa sözü edilen metinde bu değişikliğin düzeltilmesi söz konusudur. Bu sebeple Ursinus’un tercümesi tamamen yanlıştır.
Bir diğer belge 7a/7 (s.83-84)’de yer almaktadır:
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“Filurine kasabasında vâki' Kurşunlu mahallesi sükkânından Osman bin Mehmed nâm kimesne arzıyla hakir ve kendi umûrıyla müstakill iken yine kasaba-i mezkûrdan ba'zı şükkâk-ı nâ-pâk (?) makûlesinden olub (... ) nâmûn ahâlî-i kazâ ve ahâlî-i mahalleden bazı kesânlara istinâd-ı külliyelerî vazıh ve âşikâr bulunan kimesneler mecbûl buldukları şekavet ve mel’anetlerini icrâ ve tahîr ittihâz (?) eyledikleri kimesnelere istinaden merhûm Osman nâm mazlümu bi-gayr-ı hakk zarb ve katl eyledikleri ziyâde nâsda hadd-i tuvân(d)a reside bulmağla ahâlîyi mahallede tahabbüs ve ihzârı bâbında beyaz üzerine buyuruldı keşide ve ... "
Olması gereken transkripsiyon:
“Filurine kasabasında vâki' Kurşunlu mahallesi sükkânından Osman bin Mehmed nâm kimesne ırzıyla mu'teber ve kendi umûruyla meşgûl iken yine kasaba-i mezkûrdan ba'zı şükkâk-ı nâ-pâk (?) makûlesinden olub (...) nâmûn ahâlî-i kazâ ve ahâlî-i mahalleden ba'zı kesânlara istinâd-ı külliyelerî vazıh ve âşikâr bulunan kimesneler mecbûl buldukları şekâvet ve mel'anetlerini icrâ ve tahîr ittihâz (?) eyledikleri kimesnelere istinaden merhûm Osman nâm mazlümu bi-gayr-ı hakk zarb ve kati eyledikleri zebân-ı nâsda hadd-i tevâtüre reside olmağla ahâlîyi mahallede tecessüs ve ihzarı bâbında beyaz üzerine buyuruldı keşide ve ...”
Çeviri:
“The individual by the name of Osman, son of Mehmed, inhabitant of Kurşunlu quarter in the town of Filurine (...). was humble in his deme-anour and went about his own business. (But) some individuals who are beyond any doubt in perfect company with some people called (names omitted) from the kaza and from the quarter who belong to the filthy rable of the aforementioned town bristling in arms - conspired with some individuals who commit brigandage and disgraceful acts which they regard as natural, regarding themselves as without blemish, and without any justification struck and killed the late victim by the name of Osman. Since this brought many people to the limits of their endurance, a buyuruldı was promulgated (ordering) that the population (of Kurşunlu) be confined in its quarter mid summoned (before the judge) ... “
Bu belgede Ursinus’un yaptığı yanlışlıklar şunlardır: Mehmed oğlu Osman, metinde “ırzıyla mu'teber ve kendi umuruyla nıeşgûl iken" diye tanımlanırken; “arzıyla hakir ve kendi umûrıyla müstakili iken " şeklinde transkribe edilmiştir. Ayrıca belgenin sonlarında yer alan “zehân-ı nâsda hadd-i tevatüre reside olmağla” ibaresi, “ziyâde nâsda hadd-i tuvân(d)a reside bulmağla" diye okunmuştur. “Tecessüs" diye okunması gereken kelime de “tahabbüs” yapılmıştır.
Bu yanlışlarla İngilizceye çevrilen metin, doğal olarak anlamından çok uzaklaşmıştır. Burada "namusuyla tanınan ve işinde ve gücünde olan bir in-san" olarak tanımlanan Mehmed, “alçakgönüllü” gibi bir sıfatla nitelenmiştir. Bu metinde daha büyük bir yanlış şudur: "... Bu şakiler, halk arasından aldıkları destekle, Osman’ı suçsuz yere katl etmişlerdir. Onların (şakilerin) yaptıkları halk arasında açıktan söylenil hale gelmiştir" ifadesi, şakilerin yaptıklarının "pek çok insanı dayanma sınırının son noktasına ge-tirdiğinden ... " diye çevrilmiştir. Görüldüğü gibi çeviri de tamamen yanlıştır. "Tecessüs” kelimesi de “tahabbüs" şeklinde okununca; sorunun "... olayın tüm sorumlularının mahallinde soruşturularak" halledilmesi gerektiğinin belirtildiği buyuruldı kaydı, bu gibi ciddi okuma yanlışlarıyla "Kurşunlu mahallesi ahalisinin, mahallelerinde hapsedilmesi" gibi tamamen anlamsız bir şekle dönüşmüştür.
Bir başka örneğimiz olan 16a/1 (s.l31-132)'deki belge şu satırlarla yer almaktadır:
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“Radoviş mütemekkinlerinden etmekci Simus nâm zimminin düyûnu terekesinden erinir olduğu hâlden doksan senesine (sic) mürd ü helak oldukda kasaba-i mezbûrda mutasarrıf olduğu mülk ü menzil sûk-ı sultanide ba'de’l-mûzâ'ede (sic) kasaba-i mezkûrdan Seyyid Ali çeribaşı üzerinde yüz elli guruş iştira ve meblağ-ı mezbûr mürd-i mesfûrun düyûn-ı müsbetesine edâ olunub menzil-i mezkûrdan mürd kimesnenin alâka ve medhali yoğiken mürd-i mezbûrun zevce-i metrûkesi Despinu nâm nasrâniye zuhur ve hevâsına tâbi' Yahya Çavuş ve ba'z-ı mütegallibeden istinâd ve menzil-i mezkûru zabı ve gadr olduğun (sic) merkûm Seyyid Ali da'vâsına mutabık hazret-i şeyhü'l-islâmdan fetvâ-yı şerif ve emr-i âlî mantûkunca dîvân-ı Rum İliden beyaz üzerine keşide buyuruldı ...”
Olması gereken transkripsiyon:
“Radoviş mütemekkinlerinden etmekci Simus nâm zimminin düyûnu terekesinden ezyed olduğu hâlden doksan senesine (sic) mürd ü helak oldukda kasaba-i mezbûrda mutasarrıf olduğu mülk ü menzil sûk-ı sultanide ba'de'l-mûzâyede kasaba-i mezkûrdan Seyyid Ali çeribaşı üzerinde yüz elli guruş iştirâ ve meblağ-ı mezbûr mürd-i mesfurun düyûn-ı müsbetesine edâ olunub menzil-i mezkûrdan ferd-i [âher] kimesnenin alâka ve medhali yoğiken mürd-i mezbûrun zevce-i metrûkesi Despinu nâm nasrâniye zuhûr ve hevâsına tâbi' Yahya Çavuş ve ba'zı mütegallibeden [kimesnelere] istinâd ve menzil-i mezkûru zabt, gadr olduğun [dan] merkûm Seyyid Ali da'vâsına mutabık hazret-i şeyhü’l-islâmdan fetvâ-yı şerif ve emr-i âlî mantûkunca divân-ı Rum İliden beyâz üzerine keşîde-i buyuruldı ..."
Çeviri:
“The debts of non-Muslim by the name of Simus (...) “the Baker”, one of the inhabitants of Radoviş. were to be repaid from his estate. When he died in the year (11)90 (21 February 1776-8 February 1777). the freehold house which he possesed in the aforementioned town was therefore aucti-oned in the main market square. It redeemed one hundred and fifty pias-tres on (loan from) the çeribaşı Seyyid Ali of the aforementioned town, and the aforementioned amount was paid towai ds the established debts of the deceased. Since the deceased had no (male) relations and had no influence concerning the house in question, the bereft wife of the deceased, the non-Muslim by the name of Despina, (suddenly) appeared and, supported by Yahya Çavuş, who fancied her and some (other) oppressors took the house referred to into possesion, (thereby) acting unjustly. A buyuruldı was therefore promulgated by the Diwan of Rumelia in accordance with the noble fetva of his Excellency the şeyhülislam in favor of the claim of the aofrementioned Seyyid Ali, and according to the tenor of the Imperial order ..."
Görüldüğü gibi ciddi okuma hatalarının yanı sıra, belgenin kendisinde de birtakım ciddi yanlışlıklar bulunmaktadır. Belgeyi doğru anlayabilmek ve doğru bir tercüme yapabilmek, metnin yeniden tesisi yapıldıktan sonra mümkün olabilecektir. Nitekim, “olması gereken transkripsiyon"a bakıldığında, oradaki düzeltmeleri yapmadan ve bazı kavramları tam anlamadan yapılan çeviride büyük hatalara düşülmüştür.
Çeviriye baktığımızda, ölenin borçlarının geride bıraktığından fazla okluğu belirtilmemiştir. Çünkü Ursinus “ezyed” kelimesini "erinir” olarak okumuş ve anlamlandıramadığı için bu kısmı çeviriye dahil etmemiştir. Ayrıca “sûk-ı sultani”yi, şehir ya da kasabanın en temel/büyük pazarı olarak algılamış ve öyle çevirmiştir. Oysa sûk-ı sultânı terimi, bir mekan belirlemesi içermemektedir. Burada kastedilen, örfi sultanînin yani padişah kurallarının geçerli olduğu pazardır. Ursinus’un anlamadığı bir başka husus da şudur: Belgede Despina’nın “hevâsına tâbi' Yahya Çavuş” ve “mütegallibeden bazı kimselere” dayanarak evi satın alanın elinden aldığı ve böylelikle ona zulmettiği anlatılmaktadır. Ursinus, "hevâsına tâbi'” deyimini sadece Yahya Çavuş ile ilgili bir sıfat olarak düşünmüş ve bu deyimi "Despina’ya gönül veren Yahya Çavuş ” şeklinde çevirmiştir. Oysa bu, hem Yahya Çavuş hem de mütegallibeden kimseleri tanımlayan bir sıfattır ve Despina’nın bu konuda “birlikte hareket ettiği kimseler” anlamınadır.
Ursinus’un yaptığı diğer bir ciddi okuma ve çeviri hatası da aşağıda örnekleri verilecek olan bazı kazaların bozulan düzenleri ve bu düzenin yeniden kurulmasına dair olan buyuruldı kayıtlarında kendini göstermektedir. Bu konuda Radumir kazası ile ilgili olan kayıt oldukça dikkat çekicidir (24b/8, s. 178):
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“Radumir kazasının şirâze-i nizâmı münhall olduğu vâcib-i hare-ı sâmiyelcri olduğuna binâ'en kazâ-i mezbûr mı râbıta-i nizâmına teşebbüs ve hüsn-i sûret karâr verilmesi içtin kazâ-i mezbûrun a'yân ve avnına beyaz üzerine buyuruldı ...”
Olması gereken transkripsiyon:
“Radumir kazasının şirâze-i nizâmı münhall olduğu vâsıl-ı ûzn-i sâmi'aları olduğuna binâ'en kazâ-i mezbürun râbıta-i nizâmına temşiyet ve hüsn-i sûret[de] karâr verilmesi içün kazâ-i mczbûrun a'yân|ı| da'vetini beyaz üzerine buyuruldı ..."
Çeviri:
“Because noble expenditures are necessary since the bond of order was dissolved in the district of Radomir, a buyuruldı was promulgated (adressed) to the ayan of the aforementioned district and to his assistant (a'yan ve avnına) so that the (way of) setting to work anti the appropriate form can be decided upon for re-establishing order in the aforementioned district ..."
Her iki okuma karşılaştırıldığında çok büyük farkların olduğu kolayca görülecektir. Ursinus’un, oldukça kısa sayılabilecek bir belgede yapmış olduğu böylesi ciddi okuma yanlışları, çeviriye de aynen yansımıştır. Yanlış okunan kelime ya da ibareler, hiçbir şekilde akıl süzgecinden geçirilmediği için okumada yapılan bu hatalar, çeviride pekiştirilmiştir. Bunlardan ilki, belgedeki “vâcib-i hare-ı sâmiyeleri” ile ilgilidir. Ursinus, bu ibareyi “ileri gelenlerin masrafları” olarak algılamış ve bu “ileri gelenlerin” kim olduğunu, metinde ne anlama geldiğini sorgulamadan İngilizceye öylece çevirmiştir. Halbuki belgede bu ibare, “vâsıl-ı üzn-i sâmi'aları” olarak yazılmıştır ve adıgeçen kazadaki durumun, eyaletteki en üst dereceli görevlilere kadar ulaştığı, onların bu durumdan haberdar olduklarını anlatan bir ifadedir.
Bir diğeri Radumir kazasındaki karışıklıkları ortadan kaldırmak ve ola bildiğince çabuk ve kolay bir şekilde yeniden bir düzen sağlamak anlamında kullanılan “temşiyet” kelimesini yanlışlıkla “teşebbüs” olarak okumuştur.
Üçüncü ciddi hata ise düzenin sağlanması konusunda kaza a’yanının divana davet edilmesi bahsi ile ilgilidir. Adıgeçen kazadaki bozulan düzenin yeniden kurulması ve bunun nasıl yapılacağı hakkında görüşlerinin alınması için kaza a'yanının Rumeli Divanına ihzarı yani daveti gerekmektedir. Bu durum belgede “... kazâ-i mezbûrun râbıta-i nizâmına temşiyet ve hüsn-i sûretl[de] karâr verilmesi içün kazâ-i mezbûrun a'yân[ı] da'vetini beyaz üzerine buyuruldı ” kelimeleriyle anlatılmışken; Ursinus bunu "... kazâ-i mezbûrun râbıta-i nizâmına teşebbüs ve hüsn-i sûret karâr verilmesi içtin kazâ-i mezbûrun a'yân ve avnına beyaz üzerine buyuruldı " şeklinde çok ciddi yanlışlarla okuyup aktarmıştır okuyucusuna.
Görüldüğü gibi Ursinus burada da “a'yan ve a'yanın yardımcıları" şeklinde okuyup çevirdiği ibarede geçen “a'yanın yardımcısı" kelimesinin ne anlama geldiğini hiç sorgulamadan, bu ibare ile kimlerin kastedildiğini düşünmeden, bu yanlışlığı aynen çeviriye taşmıştır.
Ursinus’un tanıttığı defterde aynı konuda birkaç belge ard arda kaydedilmiştir. Radumir kazasının hemen arkasından aynı konuda, aynı terimlerin kullanıldığı İştib kazasıyla ilgili bir belge yer almaktadır. Bu kayıtta “temşiyet" ve “a'yânın daveti” kelimeleri daha açık yazıldığı halde, aynı hatalar (“teşebbüs”; “a'yânın ve avene”) bu belgede de tekrarlanmıştır. Aşağıda Ursinus’un yaptığı İştib kazasıyla ilgili transkripsiyon ve tercüme verilmektedir[29]:
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“İştib kazasının şirâze-i nizâmı münhall olduğuna binâ’en kazâ-i mezbûrun râbıta-i nizâmına hüsn-i sûret ve teşebbüs verilmesi bâbında a'yânın ve avene buyuruldısıyla Sâtır Ahmed ta'yîn olmuşdur... "
Olması gereken transkripsiyon:
“İştib kazasının şirâze-i nizâmı münhall olduğuna binâ’en kazâ-ı mezbûrun râbıta-i nizâmına hüsn-i sûret ve temşiyet verilmesi bâbında a'yânın da’veti buyuruldısıyla Sâtır Ahmed ta'yîn olmuşdur... ”
Çeviri:
“Since the bond of order in the district of Istib (Stib) was dissolved. Sâtır Ahmed was commissioned with the buytimldi for the ayan and his helpers demanding that appropriate forms and efforts be devoted to (the task of) re-establishing order in the aforementioned district ... "
Ursinus’un hem okumada hem de çeviride yaptığı en ciddi hatalardan bir diğerini de 19b/9 (s.l50)’de yer alan kayıtta görmekteyiz.
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“İvranye kadısı i'lâm eder. İvranye kazasına tâbi Bükrüfce nâm karye sükkânından Kurdoğulları içün bundan akdem arzuhal av iştikâ olundukdan ahz ve ihzarları bâbında buyurıldı ısdâr ve irsal olundukda mezbûrlar ve karye a’yânları itâ‘at-ı şer' eylemedikleri katl-i şer'den i’lâm olunmağla üzerine buyurıldı keşide olunub ...”
Olması gereken transkripsiyon:
“İvranye kadısı i'lâm eder, İvranye kazasına tâbi' Bükrüfce nâm karye sükkânından Kurdoğulları içün bundan akdem arzuhal ve iştikâ olundukda ahz ve ihzarları bâbında buyurıldı ısdar ve irsal olundukda mezbûrlar ve karye ahâlîleri itâ'at-ı şer' eylemedikleri kıbel-i şer'den i’lâm olunmağla üzerine buyurıldı keşide olunub ...”
Çeviri:
“The kadı of Vranje announced: Some time ago there had already been an arzuhal or a petition because of Kurdoğulları who live in Bukurovce village (...) belonging to the district of Vranje, but when a buyuruldı was issued to seize them and make them appaer before court, neither they nor the village nobles obeyed (to the demands of) the sharia court. Therefore, their lawful killing is (herewith) requested ...”
Burada hem çok büyük yanlış okumalar, hem de bu yanlış okumadan kaynaklanan fahiş çeviri ibareleri vardır. Birinci yanlış, “karye ahâlîleri”, “karye a‘yânları” şeklinde okunmuş ve aynen çevrilmiştir. Çeviriyi gülünç hale getiren asıl okuma yanlışı “kıbel-i şer'' in, “katl-i şer” olarak okunmasıdır. Böyle olunca, “mahkeme tarafından” anlamına gelen ibare, "mahkemenin şer'an katlini talep” olarak çevrilmiştir. Bu ibare, bütünüyle anlamsızdır. Gerçi, şer'î mahkeme defterlerini okuyanların karşısına “kıbel" sözcüğünün çok fazla çıktığı, erbabının bildiği bir husustur. Fakat nedense burada böyle bir hata yapılmıştır. Ayrıca bu husus, yalnızca bir okuma ve çeviri yanlışı olarak algılanacak kadar basit değildir. Zira, Osmanlı hukukuna göre, mahkemenin idam kararını nasıl verdiği ve bunun nasıl uygulandığı, eğer bilinseydi, böyle bir i'lamın üzerine buyuruldı yazılmak suretiyle meselenin geçiştirilemeyeceği, bunun mutlaka Merkeze aksettiı ilmesi gereken önemli bir husus olduğu göz ardı edilmez ve böylesine ciddi bir hataya düşülmezdi.
Bir diğer ciddi hata da 54-55. sayfada yer almaktadır (2b/1) :
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
"Ali arzuhal eder oğlu Abdi Tikveş kazasına tâbi' Tamyanik nâm karye Debbağ Hüseyin Bölükbaşı ve Miha’il beş nefer rüfekâlarıyla oğlu merkumun üzerine hücum ve darb ve mecruh eylediklerinden başka üzerinden nüküd akçe ve silâhı ahz ve gadr olunmağla mübaşir marifetiyle mahallinde şer’le rü'yet ve ihkâk-ı hakk olunmuşlar ise merküm şakileri kefillerine buldurulub Dîvân-ı Rumeli’ye ihzarları bâbında arzuhallerine buyuruldı keşide olunub Enderuni Hayrullah Ağa’ya verildi ..."
Olması gereken transkripsiyon:
“Ali arzuhal eder oğlu Abdi Tikveş kazasına tâbi' Tamyanik nâm karye Debbağ Hüseyin Bölükbaşı ve Miha’il beş nefer rüfekâlarıyla oğlu merkumun üzerine hücum ve darb ve mecrûh eylediklerinden başka üzerinden nükûd akçe ve silâhı ahz ve gadr olunmağla mübaşir ma’rifetiyle mahallinde şer'le rü’yet ve ihkâk-ı hakk olmadılarsa merkûm şakileri kefillerine buldurdub Dîvân-ı Rumeli’ye ihzarları bâbında arzuhallerine buyuruldı keşide olunub Enderuni Hayrullah Ağa’ya verildi ...
Çeviri:
“Ali submitted a petition: Hüseyin Bölükbaşı the Tanner' from the village of Timjanik in the district of Tikveş (... ). together with Mihail and five of their associates not only attacked his son by hitting anil wounding him. but also dishonestly took from him bis ready money and his weapon. Although the case was inspected by the mübaşir on the spot and justice done to them by the court, a buyuruldı was (now) issued in response to their arzuhal(s) and handed over to Enderuni Hayrullah Ağa, ordering the aforementioned perpetrators to appear before the Diwan of Rumelia having made their guarantors take responsibility ...”
Görüldüğü gibi Ursinus bu belgede, “ihkâk-ı hakk olmadılarsa” ibaresini, “ihkâk-ı hakk olunmuşlar ise" şeklinde yanlış okuyunca, çeviriyi tamamen ters bir şekilde yapmıştır. Bilindiği gibi, bir dava ister kaza mahkemesinde, ister divanda olsun “ihkak-ı hakk" gerçekleşmiş ise o davanın kararının bozulması, yani o davanın yeniden görülmesi sözkonusu değildi. Ancak dava sonucunu değiştirecek yeni delillerin ortaya çıkması halinde böyle bir durum gündeme gelebilirdi. Ayrıca, bir davanın üzerinden 15 yıl geçtikten sonra o davanın sonucu hakkında itirazda bulunulamazdı. Bu sebeple, ferman ve buyuruldılarda “eğer ihkâk-ı hakk olunmamış ise” ve “kaziyyenin üzerinden on beş yıl mürür etmemiş ise" şeklindeki koşul cümlelerine çok sık rastlanır. Çevirinin yanlışlığı, sadece hatalı okumaktan değil, aynı zamanda süreci tam bilmemekten de kaynaklanmaktadır.
Ursinus’un yaptığı ciddi hatalardan bir diğeri de 11b/4 (s.111)’deki kayıtta karşımıza çıkmaktadır:
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“Ahmed sipahi arzuhal eder Manastır kazasına tımarı kuralarından Murgeşova karyesi sükkânından Lutfı ve Çavuş nâm kimesneler karye-i mezbûrda bir mikdâr bi-lâ izn sipâh arza (sic) binâ edüb ve itâ'at etmezler deyu arzuhal bâlâsına buyuruldı keşide ..."
Olması gereken transkripsiyon:
“Ahıned sipâhi arzuhal eder Manastır kazasına tımarı kuralarından Murgeşova karyesi sükkânından Lutfı ve Çavuş nâm kimesneler karye-i mezbûrda bir mikdâr bilâ-izn-i sipâh[i] arzda binâ edüb ve itâ'at etmezler deyu arzuhal bâlâsına buyuruldı keşide ..."
Çeviri:
"Ahmed Sipahi submitted a petition: The individuals by the name of Lutfı and Çavuş, inhabitants of Murgeşova village (... ), one of the timar-villages belonging to the district of Manastır (... ), have created a number of unauthorized building plots for sipahis in the aforementioned village and would not obey (to warnings that they should stop doing so). A buyuruldı was drawn up on the face of the arzuhal ..."
Burada “bilâ-izn-i sipâhi arzda binâ edüb” İbaresi, "bi-lâ izn sipâh arza (sic) binâ edüb" şeklinde okununca, çeviride büyük bir yanlışlık yapılmış ve köyde sipahiler için izinsiz bina yapıldığı gibi bir anlam çıkarılmıştır. Oysa burada sözü edilen, sipahiler için değil, sipahinin izni olmaksızın binaların yapılmasıdır.
Bir diğer hata, (13b/l, s. 123) ’de yer almaktadır:
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“Pirlepe kazasına tâbi' Tırze nâm karyeden Travail arzuhal eder karye-i mezbûr mütemekkinlerinden Gürge kocabaşı ve Marangu ve Uğrun ve İstuyan nâm zimmîler üç yüz guruşluk fuzûlî ısrâk (sic) ve altmış guruşluk su sığırını helak on beş yük üzüm bâ-defter beş yüz guruşdan mütecaviz menzil eşyâsını yağma ve gâret etmeleriyle arzuhal bâlâsına buyuruldı keşide ..."
Olması gereken transkripsiyon:
“Pirlepe kazâsına tâbi' Tırze nâm karyeden Trayan arzuhal eder karye-i mezbûr mütemekkinlerinden Gürge kocabaşı ve Marangu ve Uğrun ve İstuyan nâm zimmîler üç yüz guruşluk harmanı ihrâk ve altmış guruşluk su sığırını helâk on beş yük üzüm bâ-defter beş yüz guruşdan mütecâviz menzil eşyasını yağma ve gâret etmeleriyle arzuhâl bâlâsına buyuruldı keşide …
Çeviri:
“Trajan of Tırze village (... ) which belongs to the district of Pirlepe (...) submitted a petition: The non-Muslim by the name of Gjorugi the ko-cabaşı, Marango. Orgun and Stojan, inhabitants of the aforementioned village, unlawfully stole three hundred piastres worth of cash, destroyed his water buffalo sixty piastres, (then) looted and pillaged five loads of grapes and his household goods worth more than five hundred piastres according to the defter. A buyuruldı was therefore drawn up ... ”
Belgede zimmilerin “üç yüz guruşluk harmanı ihràk “ından bahsedilirken, yani yakmalarından şikayet edilirken, Ursinus bu ibareyi “üç yüz guruşluk fuzulî ısrâk" şeklinde okuyunca “üç yüz gııruş nakdi haksız yere çalmışlardır” gibi anlamsız bir çevri yapmak zorunda kalmıştır, sanki hırsızlığın haklı, kanuni bir tarafı varmış gibi.
Örnekleri artırmak mümkündür. Aşağıda yanlış okumanın ne gibi anlam kaymalarına sebebiyet verdiğini gösteren örnekler sıralanacaktır:
23a/3, s,169’daki örnek şöyledir:
Uranüs'ün yaptığı transkripsiyon:
“Sâhibdevlet Efendimizin Köprüli kazasında tahsili emr ve ferman buyurılan bakayanın vürûdı bîmânde olmağla meblağ-ı bakayadan noksan ne mikdâr ise müte'ayyin mübaşir ma'rifetiyle akçe (sic: for e'imme) ve a’yânları ve vücüh-ı ahâlîden söz sahihlerin ihzarları iltimâs olmağla beyaz üzerine buyuruldı ...”
Olması gereken transkripsiyon:
“Sâhibdevlet Efendimizin Köprüli kazasında tahsili emr ve ferman buyurılan bakayanın vürûdı pes-mânde kalmağla meblağ-ı bakayadan nükûd ne mikdâr ise müte'ayyin mübaşir ma'rifetiyle akçe (sic: for e’imme) ve a’yânları ve vücûh-ı ahâlîden söz sâhiblerin ihzârları iltimâs olmağla beyaz üzerine buyuruldı ...”
Çevriri:
“In order that arrears (remaining) of our exalted Excellency's (revenues), whose collection in the district of Köprülü (...) was requested by Imperial order, arrive without delay, however large the shortfall in the amount of the arrears may be, a buyuruldı was promulgated demanding that those who have a say in the matter from among the imams and ayans anti prominent people be summoned (to the Diwan of Rumelia) through the choosen mübaşir ...”
Bu örnekte ilginç bir durum vardır. Ursinus, yanlış okumaların yanında katibin bir hatasını düzeltmiş, “akçe” kelimesinin “e’imme” olması gerektiğine vurgu yapmıştır. Ancak bu düzeltmeye rağmen kendi hatalarından dolayı, çeviri anlamsız hale gelmiştir. Şöyle ki; “pes-mânde "yi, "bi-mânde” okuyunca, "tahsili emr ve ferman buyurılan bakayanın vürûdu pes-mânde kalmağla" cümleciği, "toplanması emredilen bakayanın ulaştırılmamış olması sebebiyle’’ diye çevrilmesi gerekirken; "geciktirilmeden toplanması emredilen" biçiminde çevrilmiştir. Ayrıca, "meblağ-ı bakayadan nükûd ne mikdâr ise” ibaresindeki “nükûd”, “noksan” okununca çeviri daha da anlamsızlaşmıştır.
Bir diğer örnek; (24a/2, s. 172-173)‘da yer almaktadır:
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“Kuzucık (sic) Ragu zimmi (sic) arzuhal eder Manastır kazasında sakinlerinden Nastu ve Risâ nâmûn zimmiler ve Nâ’um ve Niku limitliler bi-gayr-ı hakk haps ve eziyet edüb hamlını vaz' ve iki sim kuşağını fuzûlen ahz edüb icrası bâbında buyuruldı bâlâsına ..."
Burada yukarıda sözünü ettiğimiz örneklerden değişik bir durum söz konusudur. Hiçbir okuma yanlışlığı bulunmadığı halde, Ursinus “hamlını vaz'” ifadesini, çocuğunu düşürtmek şeklinde algılayarak yanlış çeviri yapmıştır. Oysaki burada söz konusu olan, kadına tecavüz edilmesi ve hamile bırakılmasıdır.
Bir sonraki örneğimiz 16b/5 (s.136)’da yer alan kayıtta karşımıza çıkmaktadır:
Yapılan transkrisiyon:
“Pirlepeli Rukiye arzuhal eder kasaba-i mezbürda vâki' bir bâb mülk dükkânımı Bayraklı Bey mahallesinde câmi‘-i şerif hitabetine vakf edüb kasaba-i mezkûr sükkânından Deli Hasan mal kuvvetiyle dükkânımı hedm ve yol edüb vakfımı ibtâl etmeleriyle dükkânını kemâ’l-evvel bina ve ufağını ihya inha etmekle bâlâsına buyuruldı keşide ..."
Olması gereken transkripsiyon:
“Pirlepeli Rukiye arzuhal eder kasaba-i mezbürda vâki' bir bâb mülk dükkânımı Bayraklı Bey mahallesinde câmi'-i şerif hitâbetine vakf edüb kasaba-i mezkûr sükkânından Deli Hasan mal kuvvetiyle dükkânımı hedm ve yol edüb vakfımı ibtâl etmeleriyle dükkânını kemâ[fi]’l-evvel bina ve vakfîyetini ihyâ inhâ etmekle bâlâsına buyuruldı keşide ...”
Çeviri:
“Rukye from Pirlep submitted a petition: I madem y freehold shop, stituated in the oforementioned town, into a vakf for the benefit of the hatib at the noble mosque in Bayrakdar Bey quarter, but Deli Hasan, one of the inhabitants of the aforementioned town, destroyed mvshop with the poet of his riches and made into a road, rendering my vakf useless. (She now) asks for her shop to be rebuilt as it used to be, with (all) its details restored. A buyuruldı was therefore drawn up on the face of (the arzuhal) ...”
Ursinus, belgedeki “vakfiyeti" kelimesini ‘'ufağını’’ şeklinde okumuşun. Bunun nedeni katibin kelimenin başına koyduğu “elif’ ile ilgilidir. Böyle ol makla birlikte baştaki “elif’ harfinin yanlışlıkla yazıldığı açıktır. Aksi taktirde anlam bozulmaktadır. Çünkü “ufağını ihyâ" ibaresinin bir anlamı yoktur. Oysaki vakfı tekrar canlandırmak, bayata geçirmek anlamına gelen “vakfiyetini ihyâ" ibaresi metnin bağlanıma tamamiyle uymaktadır. Ursinus, “ufağını ihyâ " ibaresi ile belgeye, çeviride de görüleceği gibi, “(Rukiye’nin) dükkanının. eskiden olduğu gibi, yeniden inşa edilmesi ve bütün detaylarının onarılması" gibi metnin bağlamıyla uygun düşmeyen yeni anlamlar eklemiştir.
Bu konudaki bir diğer örnek 6a/3 (s.75-76)’da kayıtlıdır:
Ursinus’uun yaptığı transkripsiyon:
“Dumi nâm kimesne arzuhal eder Filurine kazasından Kutur-ı Zîr ra'yâsından olub Kesriye kazası kurâlarından İbsuder nâm karye ahâlîsi avrat ile zevcimi zarb ve mecrûh etmeleriyle arzuhal bâlâsına buyurıldı kûşâde ve Baki Ağa’ya verilmişdir ...”
Olması gereken transkripsiyon:
“Dumi nâm kimesne arzuhal eder Filurine kazasından Kutur-ı Zîr ra'yâsından olub Kesriye kazâsı kurâlarından İbsuder nâm karye ahâlîsi mızrak ile zevcimi zarb ve mecrûh etmeleriyle arzuhâl bâlâsına buyurıldı kûşâde ve Baki Ağa’ya verilmişdir ...”
Çeviri:
“A (femâle) person by the name of Dumi submitted a petition: (I am) one of the peasants of Kutur-ı Zir village (...) belonging to the district of Filurine ( ... ). The people of İbsuder village (... ) from among the villages of Kesriye (...) district hit and wounded my husband and the women. A buyurıldı was therefore drawn up on the upper part of the arzuhal and given to Baki Ağa. ..."
Binada “mızrak", “avrat” diye okununca, doğal olarak “kocamı ve kadını darb edip yaraladılar" gibi anlamsız bir ifade yer almıştır çeviride. Kadının kim olduğu dahi sorgulanmamıştır. Oysa bu kelime doğru okunsaydı, çevirisi de doğru olacaktı. Görüldüğü gibi oldukça basit bir kelimenin yanlış okunması, böylesi büyük hatalara yol açmaktadır.
6a/9 (s.77-78)’da kayıtlı bir diğer örnek şöyledir:
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“Miçu nâm zimmî arzuhal eder Filurine kazasından Cirami oğlu Monla Süleyman nâm kimesne(den) cebelû akçesi altmış guruş alacak hakkı olmağla bâlâsına buyurıldı küşâde ve Serdar Ali Ağa mübâşir ta'yîn olmuşdur ...”
Olması gereken transkripsiyon:
“Miçu nâm zimtnî arzuhal eder Filurine kazasından Cirami oğlu Monla Süleyman nâm kimesne(den) cebelû akçesi altmış guruş alacak hakkı olmağla bâlâsına buyurıldı küşâde ve Serdar Ali Ağa mübâşir ta'yîn olmuşdur ...”
Çeviri:
“A non-Muslim by the name of Miço submitted a petition: The ibdividual known as Ciramioglu Molla Süleyman from the district of Filurine (... ) owes him sixty piastres pitch money. A buyuruldı was therefore drawn up on the face (of the arzuhal), and serdar Ali Aga appointed mübaşir ..."
Burada “cebelü akçesi”, “reçinalı akçesi” şeklinde okunmuş ve anlam düşünülmediği için İngilizceye aynen “reçine akçesi” anlamına gelen “pitch money" diye çevrilmiştir. Oysa belge bir parça dikkadi okunmuş olsaydı, kelimenin “reçinalı" olamayacağı kolaylıkla görülecekti. Çünkü bu husus için Serdar Ali Ağa mübaşir tayin edilmiş ve muhtemelen “cebelü akçesi” sorunu, çözüm gerektiren bir boyuta ulaştığından dolayı eyalet divanına başvurulmuştur.
Diğer ilginç bir örnek 7b/3 (s.85) karşımıza çıkıyor:
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“Kıptiyân Istaku nasrâniye arzuhal eder yine nefs-i Manastır sükkânından Terzi Dimi ve karındaşı Yaku nâmûn mesfûrlar kendi hâllerinde olmayalı kızımı tutub tasarruf etmek murâdları olub ve bu kulları kızımı tahlis etmeğe murâd edüb beni dahi tutub zarb ve mecruh eldiler elden hasta olmağla arzuhal bâlâsına buyurıldı keşide "
Olması gereken transkripsiyon:
"Kıptiyân Istaku nasrâniye arzuhâl eder yine nefs-i Manastır sükkânından Terzi Dimi ve karındaşı Yaku nâmûn mesfûrlar kendi hâllerinde olmayub kızımı tutub tasarruf etmek murâdları olub ve bu kulları kızımı tahlîs etmeğe murâd edüb beni dahi tutub zarb ve mecruh etdiler el-ân hasta olmağla arzuhâl bâlâsına buyurıldı keşide ... ”
Çeviri:
"The female Christian Gypsy Stako submitted a petition: Dino “the Tailor" and his brother Jako who also live in the town of Manastır (... ) have behaved badly by taking my daughter with the intention of using her. This humble slave tried to free her daughter, but they took hold of me as well, beating and wounding me, (so that) I got a bad hand. A buyuruldı was therefore drawn up ..."
Ursinus, burada "el-ân hasta olmağla" ibaresini "elden hasta olmağla" şeklinde yanlış okumuş ve tercümesini de ona göre yapmıştır.
Bir diğeri; 8b/3 (s.91 ) ’de yer almakladır:
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“Musa arzuhâl eder Filurine sükkânından Geçku Haşan Beşe'nin zimme-tinde bâ-temessük alacağı olub ve kasaba sükkânından bazı kimesneler: zimmetinde bakâyâsı kalmayub alacağı olmağla arzuhâl bâlâsına keside-i buyuruldı ..."
Olması gereken transkripsiyon:
“Musa arzuhal eder Filurine sükkânından Geçku Haşan Beşe’nin zimmetinde bâ-temessük alacağı olub ve kasaba sükkânından bazı kimesneler zimmetinde bakâyâsı kalub alacağı olmağla arzuhâl bâlâsına keşîde-i buyuruldı ...”
Çeviri:
“Musa submitted a petition: Geçko Hasan Beşe, inhabitant of Filurine, owes him (money) on account of a written statement. He wants (his money back) with nothing left outstanding from some individuals from among the inhabitants of the town. A buyuruldı was therefore drawn up…”
Ursinus, burada “ba’zı kimesneler zimmetinde bakayası kalub alacağı olmağla” cümlesindeki “kalub" sözcüğünü “kalmayub" olarak yanlış okuyunca, tercümesinde de hataya düşmüş ve "Musa’nın, herhangi bir alacağı olmadığı halde (haksız yere) kasaba ahalisinden bazı kimselerden alacak ta-lebinde bulunduğunu” ifade etmiştir. Görüldüğü gibi tek bir kelimenin yanlış okunması ve belgenin anlamının düşünülmeden tercüme edilmesi sonucunda, ortaya anlamsız bir cümle çıkmıştır.
Bu konudaki bir başka örnek şöyledir (15a/9, s. 129):
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“Pirlepe kazasına Kanatlar karyesinden Derviş Mehmed tarlaya gider iken nârlîz çiftesiyle kati etmekle beyaz, üzerine buyuruldı ...”
Olması gereken transkripsiyon:
“Pirlepe kazasına Kanatlar karyesinden Derviş Mehmed tarlaya gider iken bârgîr çiftesiyle kad etmekle beyaz üzerine buyuruldı ...”
Çeviri:
“A buyuruldı was promulgated because when Derviş Mehmed from Kanatlar village belonging to the district of Pirlepe (...) was going out into the fields he was murdered with his (own) firing musket... "
Ursinus, belgedeki “bârgîr çiftesini" yanlış okumuş ve İngilizce tercümesini de “ateşli silah” olarak yapmıştır.
Bu konuyu son bir örnek (19a/7, s.l46-147) vererek bitirelim:
Ursinus’un yaptığı transkripsiyon:
“Pirlepeli Emine Hatun arzuhal eder Pirlepe sükkânından Serdar Ali Ağa nâm gaddar zevcimi bi-lâ suç haps edüb ve kırk guruşluk bârgîrlerimizi alub ve zeveim evlâd-ı fatihandan iken günce güne (sic) eziyet edüb gadr etmeleriyle icrası bâbında bâlâsına buyuruldı ...”
Olması gereken transkripsiyon:
“Pirlepeli Emine Hatun arzuhal eder Pirlepe sükkânından Serdar Ali Ağa nâm gaddar zevcimi bilâ-cürm haps edüb ve kırk guruşluk bârgîrlerimizi alııb ve zeveim evlâd-ı fatihandan iken gûn-â-gûn eziyet edüb gadr etmeleriyle icrası bâbında bâlâsına buyuruldı ...”
Çeviri:
“Emine Hatun from Pirlep submitted a petition: The tyrant Serdar Ali Ağa has thrown ıny husband into prison without (him having committed) a crime and taken our horses worth forty piastres. (In spite of) my husband being a member of the evlad-ı fatihan, they totured him for days on end, causing him to suffer injustice. A buyuruldı was therefore drawn up on the face of (the arzuhal), detailing its execution, ..."
Belgede yanlış yazılmakla birlikte, Ursinus’un "günden güne" dite anladığı terimin, “gûn-â-gûn" olması gerektiği çok açıkken; çeviride "türlü eziyetler" şeklinde yer alınası gereken bu ibare, "günlerce yapılan eziyet "e dönüşmüştür.
Sonuç Yerine
Buraya kadar anlattıklarımızdan çıkarılması gereken sonuç şudur:
Tarihçiliğin en önemli işlemlerinden birisi, bizi geçmişten haberdar eden belgelere tam anlamıyla hakim olmaktır. Bu hakimiyeti sağlayabilmek için tarihçinin birçok konuda yetkinleşmesi gerekir. Kuşkusuz bunların başında incelediği dönemin diline ya da dillerine, yazı çeşitlerine ilişkin bilgi sahibi olması gerekir. Bunun yanında bir belgeyi okumak, çoğu zaman yeterli olmaz. Onu anlamlandırmak ve oradan çıkarılacak verileri bir tarih bilgisine çevirmede kullanılabilir hale getirmek, yapılması gereken ikinci önemli işlemdir. Bunun için de belgenin üretildiği dönemin genel koşullarını, belgelerde kullanılan kavram ve terimleri anlamlandırmak önem taşır. Bu nedenle yayımlanmasını ilgiyle karşıladığımız bir eseri, tarihçilere kazandırılmak istenen belgenin adlandırılmasından ve içinde geçen terimlerin anlamlandırılmasından başlayarak, düşülen okuma ve çeviri yanlışlarına kadar inceleyerek değerlendirmek isledik. Ama hemen belirtilmeli ki yapılan iş, takdir edilmesi gereken bir iştir. Böyle bir belgeyi gün ışığına çıkarırken, az veya çok yanlışa düşülmesi kaçınılmazdır.