Bulundukları coğrafi yap, itibariyle farklı milletlere mensup insanlarla birlikte yaşama durumunda bulunan Osmanlılar, asırlarca suren bu birlikteliği karşılıklı huzur, menfaat ve fayda esasına göre tesis ederek, gayr-i mislim insanlarla uyumlu birtakım ilişkilere girmişlerdir. Ne var ki bu ilişkilerin Osmanlıların kuruluş yıllarındaki cereyanı hususunda mevcut kaynaklar bize yeterli bilgi vermediğinden, bu ilişkilerin boyutlarım tesbit etmek oldukça güçtür. Ayrıca, taife-i efrenciyanın, Avrupa'da gelişen ateşli silahlarla ilgili yeni teknolojilerin Osmanlılara geçmesindeki rolleriyle, saray teşkilatında bunlara verilen vazifelerin neler olduğu konuları da şimdiye kadar incelenmemiştir. 'Efrenc' tabiriyle kastedilen bu Avrupa asıllı kişilerin Osmanlı Devletinde bir meslek grubu haline gelmeleri ve devlet kadrosunda düzenli ücret almalarını ne zaman ve nasıl gerçekleştiği meselesi de tam olarak bilinmemektedir. Makalede bit soruların cevabini oluşturacak taife-i efrenciyanın Osmanlı Devleti'ndeki konumu ve hakkındaki yeni bilgiler, arşiv belgeleri ve seyahatnamelerin ışığı altımla incelenecektir.
Osmanlılar, Avrupa'da hususiyetle askeri sallarla ortaya çıkan yeni ilmi ve teknolojik gelişmeleri takip etmede oldukça dikkatli olduklarından dolayı, yenilikleri kendi ordularına transfer etmek İçin, Avrupai gayri müslim usta ve teknisyenlerden çeşitli şekillerde ve yerlerde faydalanmışlardır. Dalla ziyade devletin askeri alandaki ihtiyaçlarını karşılamak İçin istihdam edilen bu kişilere genel olarak efrenciyan denilmekteydi. Fransızca Franc'dan yapılmış bir kelime olan efrenc, coğrafi bir tabir olarak 'Avrupalı' manasına gelmektedir. Efrenciyân kelimesi ise, frenklere yani Avrupalılara mensup manasındaki efrenci kelimesinin çoğulu olup İslâm dünyasına, Orta Çağ'da Bizanslılar vasıtasıyla geçmiştir[1]. Osmanlı müellifleri, efrenc tabir-i ile, bazen devlet hizmetlerinde bulunan Avrupa asıllı gayr-i müslimleri, bazen de Avrupa'daki düşmanlarını ve reâyâ statüsündeki zımmîleri[2] kastetmekteydi. Frengi veya efrencî kelimesi ise, coğrafî açıdan Avrupa'yı ifade etmektedir. Meselâ, XVII. yüzyıl tarihçilerinden İbrahim Mülhemî'nin (ö. 1650) Avrupa tarihi ile ilgili eseri Tarih-i Mülûk-u Rûm ve Efrenc[3] ile Kâtip Çelebi'nin aynı konudaki Frengi Tarih[4] isimli tercümesi buna ait örneklerdendir. Devlet hizmetinde olmadığı halde, İstanbul veya diğer şehirlerde, çeşidi zanaatlarla uğraşan gayr-i müslimlere de zaman zaman aynı şekilde hitap edilirdi.
Bu çalışmada, bilhassa saray teşkilâtı ve ordu hizmetinde istihdam edilen efrenciyânın, Avrupa'da gelişen ateşli silahlarla ilgili yeni bilgi ve teknolojinin aktarılmasındaki yeri incelenecektir. Diğer yandan kaynakların elverdiği ölçüde, tâife-i efrenciyân olarak adlandırılan bu grupta yer alan Avrupalı kişilerin milliyetlerini de mümkün mertebe belirlemeye çalışacağız.
Osmanlılar ateşli silahlarla, Avrupa'da bir savaş aracı olarak kullanılmaya başlandığı XIV. yüzyıl ortalarından itibaren ilgilenmeye başlanmışlardır. Bu ilgileri zamanla artmıştır. Bu artış silahların önce transferi daha sonra da üretimi sürdürme ve kaliteyi artırmada Avrupalı ustaların kullanılmasıyla paralel olarak gitmiştir. Osmanlıların ateşli silahlan büyük ölçüde tanımalar, Balkanlar'a geçtikten sonra, Orta Avrupa devletleriyle olan ilk münasebetleri neticesinde olmuştur. Özellikle XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Balkanlar'da yapılan savaşlar neticesinde, yeni ateşli silah teknolojisi Osmanlıların eline geçmiş ve bundan sonra Osmanlılar bu silahları geliştirerek daha etkin bir tarzda savaşlarda ve kale muhasaralarında kullanmışlardır. Ateşli silahların savaşların kaderindeki büyük rolünü kısa zamanda anlayan Osmanlılar, bu silahların sayısını ve gücünü arttırmak için büyük gayret sarfetmişlerdir. Bunun için de, bir taraftan savaşlarda mağlup ettiği orduların silahlarını alırken diğer taraftan, oldukça erken tarihlerden itibaren çeşitli Avrupa devletlerinden silah ve malzeme satın alma yoluna gitmişlerdir. Ayrıca savaşlarda ele geçirilen silah ve mühimmât imalathânelerini de (mürettebatıyla birlikte) işletmeye devam etmişlerdir. Bunun yanında bunları kullanan ve imal eden gayr-i müslim usta ve teknisyenleri de savaşlarda esir almışlar ve istihdam etmişlerdir. Bu şekilde başlayan ateşli silahların imali ve kullanımı, daha sonra bunların yanında yetişen Türk ustaların ve Avrupa'nın çeşitli yerlerinden gelen teknisyenlerin çalışmalarıyla genişleyerek devam etmiştir[5]. Esir veya zimmi statüsünde olan Hıristiyan top döküm ustaları ve topçuları, son dönemlere kadar -ihtidaya zorlanmadanistihdam edilmişlerdir[6]. Gayr-İ müslimlerin çeşitli devlet birimlerinde çalıştırılması meselesi daha önceki İslâm devletlerinde de olduğu gibi, Osmanlılarda aynen devam ettirilmiştir[7].
Osmanlılarda yeni bilim ve teknolojinin aktarılmasına karşı herhangi bir kapalılık söz konusu olmadığından dolayı, bu husus hemen hemen hiçbir dönemde devlet adamları, ulema ve halk arasında kayda değer bir şekilde tartışına konusu yapılmamıştır[8]. Ayrıca Osmanlı toplum yapısı itibariyle padişah ve vezirler, devletin ve halkın yararına olacağına inandığı her konuda mutlak tasarruf yetkisine haiz olduklarından, yeni teknolojinin alınmasında takip ettiği usûller itibarıyla herhangi bir tenkide uğramamıştır[9]. Hatta Osmanlılarda her türlü sanat sahasında hizmet geçen kişilerin, müsüm-gayr-i müslim diye ayırımı olmaksızın, bizzat padişah tarafından ödüllendirildiği de görülmekteydi. Bunun en bariz örneğini Fatih'in top ustası Urban'a, bekleliğinini dört kati bir ücret vermesi hadisesinde açıkça görmekteyiz[10].
Ateşli Silahların Tanınması ve Transferi
Ateşli silahlarını transferi birtakım problemleri de beraberinde getirmiştir. Bunların başında Müslüman topçu ve dökümcü ustalarının yetiştirilmesi gelmektedir. Dalla sonra, bu silahların savaşlarda kullanımının artması ile birlikte hammadde, kaliteli barut, seri üretim, isabetli kullanım, yüksek tesirli ve kaliteli malzeme ile, ordu İçinde bu silahlarını kullanıcılarının yetiştirilmesi gibi meseleler ortaya çıkmıştır.
Bu usûllerin yanında, Avrupa'da top ve ateşli silahlar hakkında yazılan eserlerin tercümeleri suretiyle de yeni teknolojilerin tanınması yoluna başvrulmuştur. Buna bir örnek olarak XVII. asırda İstanbul'da bulunan İtalyan asilzadesi Comte de Graf Marsigli'nin, Pierre Sardi'nin XV. yüzyılda kaleme aldığı topçuluğa dair eserinin Türkçe tercümesini gördüğününden bahsetmesi gösterilebilir[11]. Diğer yandan Endülüs'lü Reis İbrahim b. Ali Ganim b. Muhammed b. Zekeriyya el-Endülüsî'nin (I632'de sağ) IV. Murad'a itilaf ettiği topçulukla ilgili eseri Kitâbu'1-izz ve'l-Menâfı Ii'1-miicâhidîn fi sebilil-lah bi-alâtil-hurûb vel-medâfi (Köprülü Ktp. nr. 1122) adlı eserin Sardi'nin eserinden bir müddet evvel İstanbul'a ulaşması zamanlama açısından dikkat çekicidir [12].
Rlıoads Murphey, "Tâife-i Efrenciyân Hakkında Bazı Notlar[13] adlı makalesinde, Avrupa ve Balkan milletlerine mensup gayr-i müslim teknisyenlerin genellikle Osmanlı topçu kuvvetlerinde hizmet verdiklerini söylemekteyse de, Osmanlıların bunları istihdam ettiği saha ateşli silahlarla sınırlı kalmamıştır. Murphey'nin bahsettiği grup sadece bu isimle anılan kişilerdir. Bu çalışmada, Osmanlı Devleti nin, kuruluşundan XVI. yüzyılın sonuna kadar askerî sahada istihdam ettiği gayr-i müslim usta ve teknisyenlerin faaliyetlerinden ve Osmanlılara yeni Avrupa silah teknolojisini aktarmalarındaki fonksiyonlarından bahsedilecektir[14]. Askerî maksatlarla istihdam edilen gayr-i müslimlerin yanında sivil mimari ve inşaat faaliyetlerde istihdam edilen kişiler de bulunmaktadır. Bunlar daha çok cami, saray, köprü ve kale gibi büyük çaptaki binaların inşaatlarında çalışan usta ve mimarlardır[15]. Ayrıca tercümanlık, müşavirlik, elçilik[16], matbaa, resim ve süsleme gibi sahalarda devletin çeşidi birimlerinde çalışanlar da bulunmaktadır[17]. Çalışmada öncelikle belirlenmesi gereken husus, istihdam edilen bu kişilerin devlet içindeki statüleridir. Makalenin inceleme alanına giren gayr-i müslim teknisyenler ve ustalar ayrı ayrı kategorilerde yer almaktadır. Osmanhlar'ın istihdam ettiği gayr-i müslim usta ve teknisyenleri temel olarak üç ana grup içinde mütalaâ edebiliriz.
Birinci Grup: A١Tupa ve Balkanlar gibi çeşitli Hıristiyan ülkelerden göç, seyahat, sürgün v.b. çeşitli vesileler ile gelip, kendi isteği ile devlet hizmetine giren veya serbest meslek sahibi olan kişilerdir. Bunlar sonradan reâyâ olmuşlardır.
İkinci Grup: Fethedilen topraklarda yaşayan ve fetihden sonra devlet hizmetine giren ve sanatını icraya devam eden ücretli sanatkârlardır. Bu grup reaya olup, devlete vergi veren ve zimmî olarak adlandırılan sınıftır. Bunların ihtidâ edenleri zimmî statüsünden çıkarlardı.
Üçüncü Grup: Fidyesi ödeninceye kadar çeşitli askerî birimlerde, bilhassa Tophâne'de, deniz kuvvederi ve donanmada ücretle istihdam edilen esirlerdir.
Osmanlıların gayr-i müslim usta ve teknisyenleri en çok istihdam ettiği esas alan askerî sahadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi bu sahadaki ilk ve geniş istihdam, ateşli silahların Osmanlılara girişi ve gelişimi dönemlerinde olmuştur. Bu sebeple öncelikle bu silahların Avrupa'daki kısa tarihi ile Osmanlıların ateşli silahlarla tanışmaları ve transfer etmeleri sürecinden bahsedeceğiz [18].
Ateşli silahların ne zaman, nasıl ve nerede geliştiği konusu kesin olarak ortaya konulamamıştır. Fakat bununla birlikte barutun topçulukta kullanılmasının, XIV. yüzyılın ortalarından itibaren olduğu tahmin edilmektedir[19]. Ateşli silahlar içinde en eskisi ve en çok tanınanı toptur. İlk toplar ağaç veya demirden yapılmaktaydı. Bronz toplar Fransa krali II. John zamanında (1350-1364) kullanılmaya başlandı. Avrupa'da topun kuşatma aracı olarak kullanılmasına dair ilk kayıt 1324 yılında Metz'in kuşatmasıyla ilgili olanıdır. XIV. yüzyılın ortalarında Avrupa'nın birçok yerinde top kullanıldığına dair sağlam deliller bulunmaktadır[20]. Doğu'da ise kullanımı daha eskidir. Bu sebeple bazı tarihçiler Osmanlıların ateşli silahlan sadece Avrupa devletlerinden değil, doğudaki diğer İslâm devletleri vasıtasıyla tanımış olabileceği üzerinde durmaktadır[21].
Ateşli silahların genel tarihi tam olarak ortaya konulmadığı gibi Osmanlıların da bunlarla ilk tanışması ve ordularında kullanması meselesi henüz kesin hatlan ile ortaya konulmadığından bu konuda tarih belirlemek oldukça zordur. Bununla birlikte Osmanlıların ilk kullandığı ateşli silahın top olduğu ve bunun XIV. yüzyılın ortalarında mevcut olduğu Kemal Paşazade (o. 1534) tarafından belirtilmektedir. Ona göre 1-2 Mart 1354 tarihindeki Gelibolu muhasarasında Osmanlılarnn elinde mancınıktan başka bir de top bulunmaktaydı[22]. Yine ayni müellife göre 1358'deki Eksamil Kalesi'nin ve Bolayir'in fethinde de kalelerin sûrlarını yıkmak maksadıyla Osmanlılar top kullanmıştır. Müellif bu bilgileri aldığı yeri belirtmemiş ve kullanılan topların mahiyeti ve sayılan hakkında bilgi vermemiştir. Ancak Osmanlılarda bu kadar erken tarihlerde top bulunduğu meselesi pek fazla itibar görmemektedir. Erken devirlerde top kullanımı ile ilgili bir sonraki kayrt ise, İsmail Hami Danişmend'in, çıkarı'nın Karaman Tarihine ait eserine istinaden yazdığı bilgilerdir. Buna göre, Osmanlılarda ilk top 1387 yılında Bursa'da dokülmüş, Osmanlı-Karaman savaşında kullanılmış olan ve bamt azlığından dolayi arasira kullanılan bir demir toptur[23].
Topun Osmanlı ordusunda yoğun bir şekilde kullandması I. Kosova Savaşı (1389) esnasında olmuştur. Osmanlı Beyliği'nin Balkanlardaki durumunu belirlemede oldukça büyük önemi olan bu savaşta her iki taraf ordularında top bulunmaktaydı. Ancak Osmanlı topları karşı tarafın toplarına göre daha uzun menzilli idi[24]. Türkler, ordunun ön sıralarına yerleştirdikleri bu topları düşmandan daha iyi kullanarak savaşı kazanmışlar ve topun savaşların kaderindeki önemini daha iyi kavramışlardır. Top bu savaşta sahra topu olarak ilk defa kullanılmıştır. Osmanlılar, savaş sonunda karşı taraftan birçok top elde etmiş ve bir kısım topçuyu da esir almışlardır.
Ateşli silahların ve bunlarla ilgili tekniğin Osmanlılara transferinde Orta Balkanlar bölgesinde yaptığı savaşların ve bu bölge halkından Sırplarla Bosnalı Hıristiyanların önemli bir rolü olmuştur[25]. Zira bu bölgede ve buralara yakın Avrupa ülkelerinde birçok yerde top ve diğer ateşli silahlar imal edilmekte ve bunların alım satımından dolayı burada büyük bir pazar oluşmaktaydı. Bölge halkı Osmanlı idaresine girmeden önce bu silahları onlara satarken bölgenin fethiyle devlet için silah üretmeye başlamışlardır. Ayrıca Osmanlıların bu bölge halklarıyla yaptığı savaşlarda elde edilen ganimeder arasında silahlar önemli bir yer tutmaktaydı. Osmanlı Beyliği'nin Balkanlar'ın içlerine doğru ilerlemesi 1363 yılında Filibe'nin fethi ve aynı sene Sırp Sındığı Zaferi ile başlamış ve 1389 I. Kosova Savaşı'nın kazanılması ile pekiştirilmiştir. Bu tarihlerde fethedilen çeşitli Balkan şehirleri ve topraklarının artmasıyla Osmanlıların bölge halkıyla olan irtibatları artmıştır. Osmanlıların bölgeyi fethinden önce Sırp ve Bosna krallıklarının hizmetinde bulunan Alman, İtalyan gibi topçu ve dökümcü ustaları, Osmanlıların yüksek ücret vermeleri ve diğer bazı sebeplerle hizmete girmeye başlamıştır. Bunları, Avrupa'nın farklı bölgelerinden sayıları artarak gelen Fransa, İngiltere ve HollandalI teknisyen ve ustalar izlemiştir[26].
Bu arada topun ve birçok savaş malzemesinin demirden yapılması sebebiyle Balkanlardaki demir madenlerinin de önemi artmıştır. Osmanlılar, hem Balkanlardaki fetih siyasetini hem de ateşli silahlar için gerekli hammaddenin temini için Kosova Savaşı’ndan hemen sonra Sırp toprakları içinde bulunan Kıratova madenlerini ele geçirdi. 1392 senesinde, Kral Georges Brankovi(1427-1456) ailesine ait demir madenleri, 1396 senesinde de Gluha١ica demir madenlerinin ele geçirilmesi ile Osmanlılarda demir ihtiyaç büyük ölçüde giderilmiştir[27].
Topçuluğun I. Kosova Savaşından önce Osmanlılarda geliştiği ordudaki bazt Türk topçularının mevcudiyetlerinden anlaşılmaktadır. Mesela, Neşri'nin 'top atmakta üstâd-1 kamil'diye takdim ettiği Haydar adil bir topçu ustasının çok önceden beri orduda olduğu anlaşılıyor. Diğer yandan II. Murad devrinde yazılmış timar defterindeki bir topçu timarinin, Yıldırım Bayezid devrinde topçu Ömer" tarafından tasarruf edildiğine dair kayıt, topçulğun tarihinin eskilere dayanmakta olduğuna İşaret etmektedir[28]. 1425 yılırıda Antalya bölgesine ait bir başka defterde. Topçu Ali'ye Manavgat'ın timar olarak verildiğinin bilinmesi Osmanlı topçuluğun XVIII. asrin sonlarından itibaren var olduğunu kesinlikle ifade etmektedir[29].
Tüfeğin Yaygınlaşması
Top gibi tüfeğin de, Osmanlılarda ilk kullanıldığı tarih belli değildir, ibralrim Hakki KonyalI tüfeğin bir Tfirk silahı olduğunu, tüfek kelimesinin Divânı-I Lııgati't-Türk'e istinadla Türkçe olduğunu söylemektedir[30]. 'Arkebüz' adi verilen ilk fitilli tüfeklerin Avrupa'da ortaya çıkışı 1380'lerde olmakla beraber, el silahı olarak etkili bir şekilde kullanılması XV. yüzyılın sonlarına doğru olmuştur[31]. Kaynaklara göre Osmanlılarda tüfeğin kullanımına dair ilk kayıt 1402 tarihlidir. Solakzade Tarihi, Yıldırım Beyazıt ile Timur arasında yapılan Ankara Sa aşı'nda, Beyazit'a Sırbistan'dan gönderilen yirmi bin kadar yardımcı kuvvetin çoğunun tüfenkendaz piyade ve süvariden ibaret olduğunu haber vermektedir[32]. Ahmed Cevad yardim askerinde tüfek olduğu halde merkez ordusunda tüfeğin olmamasının düşünülemeyeceğini, dolayıSiyla Osmanlı ordusunda da o tarihlerde tüfek olması gerektiğini belirtir[33]. Kaynaklara göre I444'e doğru Türk ordusunda tüfek kullanımı artmakla birlikte[34], o tarihlerde tüfek kullanmak çok yaygın olmadığından askerlerin çok az kısmının tüfekli olduğu muhakkatir. V. Parry, tüfeğin atlılardan ziyade yaya askerleri tarafından kullanıldığını belirtmektedir[35].
Osmanlıların top ve tiifek kullandığına dair diğer bilgiler çeşitli Osmanlı kroniklerinde ve hususiyle Neşri Tarihinde geçmektedir. Mesela, 1421 Düzmece Mustafa hadisesi anlatılırken Gelibolu'daki kadırgalarda top ve tüfek bulunduğu belirtilmiştir. Yıldırım Beyazit'in 1394'teki İstanbul kuşatması ile H. Murad'ın 1430 Selanik mulıasarasında Osmanlı ordusunda toptüfek bulunduğu[36], 1442 Karamanoğulları'nm Sivrihisar'ı kuşatmasında kaleden tüfek ve darbuzen atıldığı zikredilmektedir[37]. 1440 Belgrad muhasarası ile 1444 Varna Savaşında, Osmanlı ordusunda top ve tüfek gibi çeşitli ateşli silahlar kullanılmıştır. Varna savaşını kazanan Osmanlıların aldıkları ganimetler arasında çok sayıda top bulunmaktaydı.
Ateşli Silahların isimlendirilmesi Meselesi
Osmanlıların top ve tüfek gibi bazı ateşli silahlar için kullandıkları isimler, ateşli silahların menşeini ve dolayısıyla bu silahlan yapan ustaların kendi ülkelerinde kullandıkları isimleri aynen taşıdıklarını göstermektedir. Bu durum ateşli silah üretiminde dökümhanelerde çalışan ustaların veya bu silahlan kullanan kişilerin isimleri belirlemede etkili yerlerinin olduğu konusunda önemli bir delil olmaktadır.
Osmanlıların XVIII. yüzyıl ortalarına kadar kullandığı belli başlı büyük topların isimleri şunlardır: Bacaluşka, balyemez, kolonborna, şakaloz, şayka ve darbzen. Kaynaklarda farklı şekillerle de telafuzları bulunan bu top isimlerinden bilhassa ilk üçünün menşe'leri incelendiğinde, isimlerin Avrupa kaynaklı olduğu ortaya çıkmaktadır. Bacaluşka kelimesinin İtalyanca Basilisco kelimesinden geldiği genellikle kabul edilirken, balyemez topunun menşei üzerinde bir ittifak yoktur. Bu kelimenin Almanca faule metze'den, veya İtalyanca pallae mezza kelimesinden geldiği ileri sürülmektedir. Kolonborna kelimesi de yine İtalyanca colubrina veya kolovrino'dan gelmektedir. Şakaloz ismi ise Macarca szakallas, şayka topu ise yine Macarca şajka kelimelerinden gelmektedir[38].
Aynı durum Osmanlılann kullandığı tüfek isimlerinde de göze çarpmaktadır. 1600 senesinde bir cebehanede bulunan tüfek türlerinin isimleri şu şekilde sıralanmaktadır. Cezayirî Cezayir'den, Frengi Batı Avrupa'dan, Macarî Macaristan'dan, Alman Almanya'dan, Macarî zenberekli ve kâr-ı Moton aslen Macaristan'dan gelen türde tüfekler olup, Rûmî ve İstanbulî tüfekler de Osmanlı ve İstanbul tarzı tüfeklerdir[39]. Bazı İslâm devletlerine göre ateşli silahları daha erken tanıyan ve geliştiren Osmanlılann bu silahlara ve bunları kullanan birliklere verdiği isimler ve terimlerin başta İran olmak üzere, bazı İslâm devletleri tarafından aynen kullarrdrğı bilinmektedir[40].
Osmanlılar, multasaralarda olduğu gibi kale savunmalarında da top kullanmışlardır. Mesela 825/1422 yrlrnda, Karamanoğlu Mehmed Bey'in Osmanlılara ait Antalya Kal esi'ne yaptığı kuşatmaya karşı kalede bulunan bir top savunma için kullanılmış ve toptan anlan güllenin bir parçası sekei'ek onun ölümüne sebep olmuştur[41].Yine 1444 yılında, Macar ordusunun Edirne'ye taarruzu ilrtimali üzerine buradaki kale top, tüfek ve mancınıklarla talikim edilmiştir[42]. Diğer yandan İstanbul'un muhasarası İçin yapılan hazırlıklar arasında Rumeli Hisan'na 20 top yerleştirildiğini Tursun Bey haber vermektedir[43].
Osmanlı kroniklerinde ve diğer bazı eserlerde bulunan ateşli silalrlarla ilgili bilgilere dayanarak top ve tüfeğin, yaygın olarak kullanılmasının II. Murad dönemine rastladığı açık bir şekilde anlaşılmaktadır. İstanbul muhasarası öncesinde II. Murad'ın bıraktığı toplar, yeni dökülenlerle beraber ciddi bir yekûna ulaştığından Fatih Sultan Mehmed oldukça çok sayıda topa ve tüfeğe sahip bir hükümdar olmuştur[44]. özellikle Fatih zamanında başlayan yoğun top imali ve kullanımı, II. Beyazıt zamanında yerli top döküm ustaları ile bir kısım yabancı topçunun (ispanya ve İtalya'dan gelen Yahûdiler gibi) İstanbul'a gelip çalışmalarıyla artarak devam etmiştir. Fransa Kralı VIII. Şarl 1494 ythnda Italya üzerinden İstanbul'a gelmek İçin bir sefer düzenlemiştir. Ancak Napoli'yi zapteden Kral, yerli lıalkm mukavemeti ve kentli askerlerinin ayaklanmaları sebebiyle alelacele Fransa'ya çekilirken maiyetindeki birçok topçu ustası İstanbul'a gelerek Osmanlıların liizmetine girmiştir[45].
Ateşli Silah Ticareti
Dalra once belirttiğimiz gibi Osmanlılar, Balkanlar'da Strplardan ve bu bölgede mağlup ettiği çeşitli devletlerden önemli ölçüde top ve tüfek ile birlikte bunları kullanan ve imal eden ustaları esir almışlardır. Balkanlarda bulumam dökümhaneler ve imalathanelerdeki üretimi de, personeline müdahele etmeden yanlarına yerleştirdikleri Türk yardımcılarla birlikte devam ettirmişlerdir[46]. Bir taraftan yerli üretim ile elindeki silahlan arttırmaya gayret eden Osmanlılar diğer taraftan da ticari yollarla top, tüfek ve barut gibi ateşli silalı malzemelerini çeşitli Avrupa devletlerinden satın alma yoluna gitmeyi ihmal etmemiştir, özellikle Balkanlar üzerinden cereyan eden bu ticarette bazı İtalyan şehirleri yanında Dubrovnik gibi yerler silah ticareti İçin oldukça önemli merkezlerdi ve bunlar din farkı gözetmeksizin iler taraftan pazar oluşturmaya çalışırlardı[47]. Kilisenin, dolayısıyla Papanın 15 Mayts 1373 tarilıli emirnamesi In Cena Domini'n bilmaddesinde, Türklere, Ulahlara (Romenler) ve diğer İslâm devletlerine at, silah, demir, bakir, kalay, kükürt, güherçile ve benzeri savaş malzemesinin satışı yasaklanmış ve gemicilik İçin gerekli olan lıalat ve kereste götüren bütün Ilıristiyanları afaroz ile tehdit edilmiştir[48]. Kilisenin bu ve benzeri yasaklan bununla kalmamış ve çeşitli yollarla engellenmeye çalışılmıştır. Mesela 1544 senesinde de Avusturya Kralı Arşüdük Ferdinand, Osmanlılarla erzak, ateşli silalı, barut, güherçile, mızrak, zırh, göğüslük Zirlrlar, demir, kalay ve kurşun ticaretinin kanun dışı olduğunu ilan etmiştir[49]. Ancak ne Ferdinand'in ve ne de Papa'mn bu konuda pek başarılı olmadığı tarihi kayıtlarca ortadır. Zira XIV. ve XV. asırlarda Raguzalr, Cenovali ve Venedikli[50] daha sonraları da Ingiliz[51] ve Hollandalı olmak üzere değişik ülkelerden Avrupalı tüccarlar, Papa'ya veya onun görevlendirdiği korsan gemilerinin tehdidine rağmen, karayolu ve denizyoluyla hem Osmanlılara hem de diğer İslâm devletlerine bu malzemeleri satmaya devam etmişlerdir[52]. Yasağa rağmen bu ticareti yapanlar tesbit edildiğinde ticaret haki art ellerinden almtyor veya ağır para cezası veriliyordu. Ancak çok kârlı bir iş olması sebebiyle bu ticaret sürüp gitmiştir.
Her ne kadar kilise dini sebeplerle, AvrupalI krallar da siyasi sebeplerle Müslüman ülkelere ve diğer bazı devletlere harb malzemesinin satışını yasaklamışlarsa da bu zaman zaman uygulanamamıştır. Ayni durum Osmanlı Devleti İçinde geçeridir. Osmanlılar da dumanlatma harb malzemesinin satılmaması ve dışarıya çıkartılmaması İçin sıkı tedbirler almışlar ve bu konuda çok sayıda hükümler yazmışlardır. Mesela 981/1573 yılında Erzurum Beylerbeyine yazılan bir emirde İran'a bakir, gümüş, akçe, at ve tüfek gibi harb malzemelerinin satılmasına mani olunması istenmiştir[53].
Papa'mn 1373 tarihli bu yasağı bir yandan Osmanlıların oldukça erken devirlerden itibaren Avrupa'dan silah satin almaya başladığını gösterirken diğer yandan da Osmanlıların ilk dönemlerde ellerinde bulunan silahların menşei hakkında bir fikir vermektedir. Osmanlı Devleti, uzun zaman temel mühimmat ve harb malzemesi yönünden kendine yeterli olmasına rağmen[54] bilhassa baiut ve top dökümünde kullanılan demir gibi ateşli silah malzemesini gerektiğinde çeşitli Avrupa devletlerinden almaktaydı. Mesela, 15781590 yıllan arasında Iran ve 1593-1606 yıllan arasında da Avusturya ile yapılan savaşların çok uzun sürmesi sebebiyle baş gösteren harb malzemesi sıkıntısınr gidermek maksadıyla, Hollanda ve Ingiltere'den çeşitli harp malzemesi ithal edilmiştir[55]. Ayrıca silah malzemesinin yanında Brescia gibi meşhur merkezlerde yapılan Italyan menşeli Talyan tüfeklerinden Osmanlı kaynaklarında ballislerin bulunması, malzeme yanında hazır silah ithalinin de yapıldığını göstermektedir[56].
XVI. Yüzyıl Osmanlı Ateşli Silah Teknolojisi
Osmanlılar ateşli silah üretimi ve topçuluk teknolojisinde, bilhassa Fatih Sultan Mehmed döneminde, yüksek teknik seviyeye ulaştılar[57]. XV. yüzyıldaki Osmanlı topçularının ileri derecedeki balistik bilgisi, ortadan ayrılan iki parça toplar, kuşatma ve sahra topları, havan topları, dört-beş metre uzunluğunda, yüz kilodan ağır gülleler fırlatabilen ve on tondan fazla ağırlığı olan çok büyük çaplardaki toplar, zamanın tekniğine ve bilgisine oranla fevkalade sayılabilecek yüksek teknoloji ürünü silahlardı[58]. Top atmada olduğu gibi dökmecilik sanatında da önemli gelişmeler sağlayan Osmanlıların, top götürmenin mümkün olmadığı yerlerde seyyar dökümhaneler kurmaları, bu sahada Osmanlıların Avrupa'dan ileri seviyede olduğunu göstermektedir[59]. Mesela Fransa'nın, 1493 yılındaki İtalya seferinde engebeli arazi yüzünden topların naklinde büyük güçlüklerle karşılaşıp ordunun harekatı geçikirken[60]. Sultan II. Murad bundan 43 sene önce Akhisar muhasarasında, Fatih ise on beş sene önce İşkodra muhasarasında topları kale önünde dökerek ağır topları taşıma külfetinden kolayca kurtulabilmekteydi. Osmanlı topçuluğunun kisa zamanda bu derece gelişmesinde padişahların (bilhassa Fatih'in hem kendisinin bizzat ilgilenmesi ve hem de bu İşle uğraşan kişileri yüksek ücretle himaye etmesi) ateşli silahların önemini oldukça erken dönemde kavranmasının büyük bil' payı bulunmaktadır. Diğer yandan Osmanlıların mali sıkıntılarının olmaması, hammaddenin kendi toplarından temini gibi sebepler topçuluğun gelişmesinde önemli birer katkı olmuştur.
Kuruluş ve yükselme devri padişahlarım, devleti genişletme çabalarıyla geçen saltanatları döneminde, Balkanlar' ve Avrupa’daki mahalli senyörlerin ve hanedanların sığındığı kaleleri yıkmak ve almak İçin daima muhasara harbi yapmak durumunda kalmaları sebebiyle, muhasara topları Fatih'in saltanatının sonuna kadar gelen zamanda, büyük önem kazanmış ve gelişme göstermiştir. Osmanlılar, Avrupa'daki mücadelelerinde Hıristiyan milletlerin daimi tazyik ve meydan okumalar karşısında silahlarım mütemadiyen geliştirmek, düşmanın silahlarıyla dengelemek zorunda kalmışlardır. Ayrıca Osmanlılar'ın Balkanlarda ve Anadolu'daki oldukça zengin maden yataklarina erken dönemlerde sahip olmaları ve bunun yanında iyi bir hâzineye malik bulunmaları önemli avantaj olup sultanların bu İmkânları müsbet yönlendirip iyi değerlendirmeleri, bu silahların kısa zamanda etkili bir savaş aracı olarak Osmanlı ordusunda yer almaşını sağlamıştır[61].
Osmanlıların kale muhasaraları İçin döktükleri büyük çaplardaki topları ile sahra savaşları için döktükleri uzun mezilli topların mevcudiyetinin bilinmesi, çok sayıda maharetli top ustalarına sahip olunduğunu da göstermektedir. Zira Osmanlıları, ateşli silahların kullanımında gayri müslim top ustalarını askeri teşkilatları ile bütünleştirirken, kendi askerlerini[62]de ayni hizmetler için yetiştirmeye itina göstermişlerdir[63]. XVI. asra gelindiğinde devlet adamları, savaşlarda kendi tüfekçilerini kullanmaya gayret göstermeye başlamıştır[64]. Luis Collado, 1592 yılında yazdığı Manuel de artilleria(Milan) adil eserinde Osmanlı topunun orantısız ve kusurlu fakat iyi madenden yapıldığını belirtmektedir[65]. Ispanyol Pedro da Osmanlıların döktükleri topların çan yapılan en ince tunçtan olduğunu ve dolayısı ile çok kaliteli ve sağlam yapıldığını övgü ile belirtir[66]. Nitekim, halen Londra Tower Museum'da bulunan 1464 yılında yapılmış iki parçalı Osmanlı topunun kimyasal analizi, eritme ameliyesinin kusurlu olmasına rağmen, iyi bronzdan dökülmüş olduğunu göstermektedir[67]. Osmanlı topunun ilk dönemlerdeki önemli bir üstünlüğü, kalitesinin diğer Avrupa toplarına oranla pek farklı olmamasına rağmen neticeye çabuk ulaşmak için ebatlarının çok büyük olmasındaydı. Özellikle kale muhasaralarında bu büyük toplar neticeye ulaşmada çok etkili olmaktaydı. Hatta bu topların kale önlerine getirildiğini gören müdafılerin zaman zaman hiç mücadele etmeden teslim oldukları vaki olmaktaydı[68].
Ateşli Silahlar Karşısında Diğer İslam Devletlerinin Tutumu
Osmanlıların Avrupa'dan ateşli silahları aktarmada gösterdikleri istekli tavıra, diğer İslâm devletlerinde rastlanılmaktadır. Meselâ, Osmanlıların XV. yüzyılın başlarından itibaren kullanmaya başladığı tüfek, Memlûklar'da 1489 tarihinden sonra, İran'da ise Uzun Hasan (ö. 1478) zamanında kullanılmaya başlamıştır[69]. Diğer yandan ateşli silahları, Osmanlılardan daha önce tanıyan ve Avrupa devletleriyle eskiden beri temasta olan Memlûklar, topçulukta öncülüğe sahip olmalarına rağmen Osmanlılar gibi ilerleyememişler ve ellerindeki imkânları değerlendirip geliştirememişlerdir. Nitekim, 1511 yılında, Portekiz saldırılarına karşı Osmanlılardan bir miktar ateşli silah yardımı almak zorunda kalmışlardır. Daha sonra Osmanlılarla karşı karşıya kalınca da Rodos'tan barut ve tüfek, 'Frengistan'dan da yarar topçular ve tüfekçiler' getirmişlerdir. Memlûklar'ın istihdam ettiği frenk topçulardan sadece Dominico adlı ustanın ismi, İbn İyas'tan naklen bilinmektedir[70].
Yukarıda görüldüğü üzere Osmanlılar, bir taraftan sahip oldukları silah teknolojisinin gelişmesi için çalışırken diğer taraftan da, bu silahların çeşidi Asya ve Afrika ülkelerinde yayılmasında köprü rolü oynadılar[71]. Bu rol, bir yandan Osmanlıların diğer İslâm ülkelerine belli miktarda topçu, tüfekçi ve ateşli silah uzmanları ile top ve tüfek malzemesi yardımı yapmak şeklinde olurken[72], diğer yandan da Osmanlı tehlikesi karşısında Avrupa'dan silah almak zorunda bırakılmalarıyla ortaya çıkmaktaydı. Gerçekten Şah Abbas dönemindeki İran dışında hiçbir Asya ülkesi, etkili olarak ateşli silahlarla mücehhez bir ordu kuramamıştır. Osmanlıların ateşli silahlan taşıdıkları ülkeler arasında ilk olarak Türkistan Hanları[73], Kırım Hanları, Hindistan[74], Sumatra'da Açe Sultanlığı ve Habeşistan'da müslüman Harar emîri Sultan Ahmed el-Mücahid'in (Gran) (1506-1543) Devleti ile orta Afrika'daki Bomu Devletleri gelmektedir. Osmanlı tehlikesi karşısında Avrupa'dan silah almak zorunda kalan grupta ise İran'da Akkoyunlu ve Safeviler, Mısır'da da Memlûk Devleti gösterilebilir.
Osmanlılar, bu devletlere siyasi ve dinî ilişkilerine göre personel, silah, barut ve demir gibi malzeme satarak veya hibe ederek ateşli silahlar konusundaki imtiyazlı konumlarından istifade ile Asya, Afrika ve Orta Doğu'daki nüfuzlarını artırma politikası takip etmişlerdir. Haricî ülkelere yapılan bu yardımların yanında kendi ülkesi içinde bulunan eyaletlere de savaş malzemesi ve toptüfek yapıcısı ustalar genellikle İstanbul'dan gönderilmekteydi[75]
Gönderilen ateşli silahların, bilhassa Türkistan'daki iç savaşlarda Osmanlıların desteklediği taraf açısından çok onemli bir rolü olmasının yanında[76], Habeşistan ve Açe'de de Portekiz ve Hollandalila'la savaşan İslâm devletlerinin başarılarında ciddi ölçüde tesirli olmuştur. Tabiatıyla bütün bu yardımlar Osmanlıların söz konusu devletler nezdindeki İtibarını artırmıştır. Memlûklara silah yardımı yapılması da henüz bozulmamış olan ilişkiler öncesinde, Hıristiyan Portekizlilere karşı savaşlarında destekleme gayesi gütmekteydi.
15O9'da Memlûk Sultan'ı Kansu Gavri (1500-1516), Portekizliler ile Kızıldeniz'de savaşmak İçin gerekli donanma malzemesini ve ateşli silahı Osmanlı Devleti'nden istemiştir. Osmanlı Devleti de 1511 yrlrnda 400 top. 300 tüfek, 30000 ok, 40000 kantar barut ve bir miktar bakırdan oluşan bir yardımla Memlûkları Portekizlilere karşı desteklemiştir. Bu yardımlar arasında gemi yapım malzemesi yanında asker de bulunmaktaydı[77]. Diğer taraf tan İslâm dünyasında ateşli silahların gelişmesinde onemli bir yere sallip olan Memlûklar, Kansu Gavri devrinde bir reform teşebbüsünde bulunmuşlarsa da ülkelerinde yeterli maden ve yetişmiş usta asker olmadığından maden ithal etmek zorunda kalmışlardır. Ayrıca ateşli silahlan kullanmak İçin yabancı paralı askerler ile siyah kölelerden oluşan birlikler kurduysa da Mercidabik ve Ridaniye savaşlarında Osmanlılar karşısında maglub olmaktan kurtulamamışlardır[78].
İran Safevileri ise Osmanlı akrnlarına karşı koyabilmek İçin 1548 yılında Portekizler'le bir antlaşma yaparak onlardan ateşli silahlar satin aidi. Daha önce de Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan, Venedikliler'den top ve ateşli silah alıp bunları kullanacak kişileri kendi ordusuna dahil ettiyse de[79], 1473 yılında Fatih ile yaptığı Otlukbeli Savaşını Osmanlı silahlarının üstünlüğü sebebiyle kaybetti. Yine 1514'teki Çaldıran Savaşında her iki tarafın güçleri eşit olmasına rağmen, üstün silah gücü sayesinde Osmanlı ordusu galip gelen taraf oldu. Bu neticelerden sonra 1528 yılında Safevi Sultani Şah Tahmasb (15241576) Ingiltere'den silah ve malzeme getirmeye başlarken, diğer taraftan da Rumlu Tüfekçiler denilen, tamamı Osmanlı Türklerinden oluşan ve tüfek kullanan bir grup .kurdu[80].
İslâm dünyasında ateşli silahların kullanımında ozel bir yeri olan Memlûklar ile Iranlılar, Avrupa devletlerinden silah almakta ve her ikisi de Osmanlılar gibi bu silahların yapımı İçin AvrupalI usta ve teknisyenler kullanmaktaydılar[81]. Ancak, bu silahlan kendi milletlerinden olan kişilere de öğreterek geliştirmede Osmanlılar kadar başarılı olamadıklarından, giriştikleri mücadeleleri kaybettiler. Osmanlı Devleti ise, daha once de belirtildiği gibi ateşli silahların ilk olarak geliştiği Orta Avrupa ve Balkanlara yakın olmanin ve hatta buraları oldukça erken zamanlarda fethetmenin, diğer yandan da bölgedeki madenlere sahip olmamn avantajım çok iyi bir şekilde değerlendirmiş ve neticesini almışlardır.
Osman 111ar, Habeşistan'daki Müslüman lider Sultan Ahmed Gran elMücahid'e (Ahmed ibn İbrahim), 1527 ve 1542 yıllarında bölgedeki Hıristiyan kral Galavdevos ve müttefiki ünlü Portekizli denizci Vasco da Gama'nm oğlu Cristavao da Gama kuvvetleriyle savaşmak üzere birçok defa ateşli silah yardımı yapmıştır. 1542 yılında Ahmed Han kendisine 3000 asker gönderildiği takdirde Osmanlı hâkimiyetini tanıyacağını söylemiştir. Ancak kendisine sadece 900 kişiden oluşan tüfekçi bir birlik ile 10 top ve bu topları kullanacak topçular gönderilmiştir[82]. Sumatra’da Osmanlı sultani adına hutbe okuyan Açe Sultani'na da, Portekizlilerle savaşması İçin gönderilen yardim gemileri İstanbul'dan yola çıkmış, ancak Yemen İsyanı sebebiyle bu yardim yerine ulaşmamıştır. Bunun yerine Osmanlılar, bir grup top yapıcısim Açe'ye göndermişlerdir. Bu top ustaları, burada 200 kadar bronz top dökerek Malaka'da Açe sultaninin Portekizlilerle savaşında galip gelmelerinde etkili olmuşlardır[83].
Osmanlıların askerî yardim gönderdiği diğer bir Müslüman devlet, bir Afrika ülkesi olan Bornti Devleti'dir. En parlak dönemini May idris Elevma (1571-1603) döneminde yaşayan ve gücünü İslâmın çevreye yayılması İçin kullanan bir devlet lideri, 1576 yılında III. Mıırad'a bir elçi göndererek itaat bildirdi ve Osmanlı Devleti'nden askeri ve teknik alanda yardim istedi. Trablnsgarb Beylerbeyliği vasıtasıyla yapılan yardımda birçok tüfek ve tüfekçi asker gönderilmiştir. Elevma, bu yardim sayesinde çakmakli tüfeklerle donatılmış iyi bir ordu kurmuştur[84]
Ateşli Silahlardaki üstünlüğün Kaybedilmesi
XIV. yüzyılın ortalarından itibaren siirekli gelişen Osmanlı topçuluğu, XVI. yüzyılda oldukça ileri bir teknik seviyeye ulaşmıştır. Bu yüzyıla kadar Osmanlılar Avrupa savaş tekniklerindeki değişimleri ve ateşli silah teknolojisindeki gelişmeleri başarı ile takip etmişler ve hatta yaklaşık bir asır Avrupa'nın ilerisine gitmişlerdir. Ağır topları AvrupalIlara göre daha avantajli bir şekilde kullanırken, tüfekte de bazı yönleri itibariyle üstünlüklere sahiptirler[85]. Fakat XVII. asırda, Osmanlılardaki savaş teknolojisi duraklamaya ve liatta gerilemeye başlamış ve neticede gelişen yeni Avrupalı hafif silah teknolojisini takip edemediğinden kendisini yenileyememiştir [86]Zira Avrupa'daki gelişmeleri ayni seviyede takip etmek, Osmanlılar İçin iler zaman çokkolay olmamıştır. XV. ve XVI. asırlardaki Wagenburg ve tabur cengi taktiklerini başarıyla uygulamaları ile ağır topları kullanmadaki gelişmeler, 1550-1650 yılları arasında da tüfekli piyade birliklerini Avrupa'da olduğu gibi kullanmaları kısa zamanda başarılan zor İşler olmuştur.
XVII. yüzyılı sonlarına doğru Avrupa'da ateşli silahların kalite ve sayısıartmasının yanında Osmanlılarda bu konuda Avrupa'daki gelişmelere ayak uyduramama ve tedrici bir duraklama goze çarpmaktadır. Avrupa'da, 1550-1650 yılları arasında askeri ilimler saliasinda yaşanan teknolojik gelişmenin, Osmanlılai’ tarafından takib edilememesi, harp malzemesinin temiilinde karşılaşılan zorluklardan[87] kaynaklandığı gibi, gelişen yeni teknolojiyi aktarmadaki gecikmeler ve buna ilaveten bu yeni teknolojiyi yeniden imal ve geliştirmedeki başarısızlıktan kaynaklanmaktaydı[88]. Osmanhlar bunun neticesini, Avrupa devletieri ile yapakları savaşlarda kaybetmeye başlayınca almaya başlamışlardır. Orta Avrupa bölgesinde yapılan küçük çaplı muharebeler bu büyük mağlubiyetierin habercisi olmuştur.
Bosnalı Haşan Kâfi el-Akhisari (ö. 1616) Usûlü'l-hikem fî nizami'1-âlem adlı 1596 tarihli eserinde, Hıristiyanların en son teknoloji ürünü ateşli silahları kullanarak savaşlarda açık bir üstünlük sağladıklarını belirtmektedir. O bilhassa son zamanlarda düşmanların çok güçlü toplar ve tüfekler icad edip kullandıklarını, Osmanlı askerinin ise bu tür silahları edinip istimal etmede ihmalkâr davrandıklarını, bunun neticesi olarak ta savaşlarda başarılı olmayıp kaçmaya başladıklarını ifade eder[89]. Parry de araştırmasında, 1683-99 yıllarında Hıristiyanların Osmanlılardan elde ettikleri topların çok farklı çap ağırlık ve boyudarda olduğunu, Osmanlıların halâ Avrupa'daki standardizasyonu ve yeni gelişmeleri yakalayamadıklarını belirtir. Meselâ el silahlarının, hafif ve hareketli topun Avrupa ordularında kullanıldığı zamanlarda Osmanlıların topları Avrupahlar'ın silahlarına göre çok hantal, taşınması güç, barut tüketiminde müsrif ve sadece açık sahada bazen tesirli olabilmekteydi. Bu sebeplerle Avusturya ve Rusya ile savaşlarda peş peşe gelen mağlubiyetier sefere getirilmiş bütün topların ve teçhizatı bir anda kaybedilmesine sebep olmuştur[90]. Aslında Osmanhlarda büyük ebadı topların yanında çok sayıda küçük ebadı toplar da bulunmaktaydı. Ancak Osmanhlar Avrupa'daki gibi bu küçük çaplı topları seri harekedi arabalarla kullanma konusunda gerekli teknolojiyi yakalayamamanın sıkıntısını yaşamışlardır.
Gemi Teknolojisi ve Haritacılık
Osmanlıların gayr-i müslimleri istihdam ettiği askerî alanlardan birisi de donanma gemileri ve tersânedir. Osmanlı donanması büyük çaplı bir deniz gücü olarak XV. yüzyılın ikinci yarısında Fatih Sultan Mehmed ve II. Beyazıt zamanlarında kurulmakla birlikte, en güçlü dönemine Kanuni Sultan Süleyman zamanında ulaşmışür[91]. Donanma gemilerinde ve tersanelerde, Müslüman ve gayr-i müslim birçok mürettebat bulunmaktaydı. Bunlar arasında savaşçı gruptan olan ve yaya tüfekçi olarak kullanılan levend askerleri bulunmaktadır ki bunlar Türk ve Rum levendleri olmak üzere iki kısımdırlar. İlk önceleri kürekli olan çektirilerde ve daha sonraları kalyonlarda hizmet ederlerdi[92]. Diğer taraftan İstanbul'da bulunan Yahûdi, Rum ve Ermeni cemaatleri de kendilerine teklif edilen kürekçileri ocaklık olarak aynî veya bedel şeklinde vermekle yükümlü olduklarından, esirlerle birlikte kürekçilerin çoğunluğunu gayr-i müslimler oluşturuyordu[93]. Kendilerine Dîvan huzurunda ihtidâ teklif edilen esirler, bunu kabul etmediklerinde küreğe mahkum olarak donanmada çalıştırırlardı. Esirler gebrân-ı mîrî ve saün alman esirler olmak üzere iki kısımdan oluşmaktaydı[94].
Donanma gemilerinde bulunan topları kullanan kişiler arasında Türklerin yanında gayr-i müslimler de bulunmaktaydı. 1665 yıllarında İstanbul'da bulunan İngiltere'nin İstanbul sefareti memurlarından Paul Rycaut, Osmanh donanmasında vazife yapan topçuların acemi olduğunu, Türklerin, ateşli silahları iyi kullandığını kabul ettikleri Hıristiyan İngiliz, Fransız ve Hollandalıları topçu olarak aldıklarını, bunların bazılarının ise ehliyedi olmadıkları için düşman ile karşılaşıldığında yetersiz kaldıklarını ve bu sebepten birçok zararlarının dokunduğunu yazmaktadır[95]. Rycaut, esirler arasından alınan topçuların ücretle çalışünlmalanna rağmen ilk fırsatta kaçaklarını ifade etmektedir[96].
Osmanlıların gemi yapımında örnek aldıkları Venedik kadırgaları, Osmanlılar için özellikle XV. yüzyılda bir model olmuştur[97]. Tersanede, gemi yapımında gayr-i müslim ustaların istihdamına dair çok az kayda rastlanmaktadır. Bunlardan ilki 1475 tatildi Gelibolu tahrir defterinde kayıtlan bulunan ve donanmanın inşası İşinde çalışan Türk asrili gemi yapım nstaları ve İşçileri arastndaki Rnm ve Italyan gibi çeşitli grırpların varlığıdır[98]. Bir diğer kaytt ise 1534 yrlmda Benedetto Ramberti isimli Venedikli bir Italyan tarafından yazıldığı talimin edilen eserde geçmektedir. Birtarihlerde İstanbul'da bulunan Ramberti, Türklerin bil sanat! iyi bilmediklerinden dolayı Venedikliler kadar iyi kadırga yapamadıklarım, iyi yapılmış birkaç kadırganın da ‘iyi ücret alan Hıristiyanların nezareti altında yapıldığını ifade eder[99]. Marsigli tarafından nakledilen ikinci kayıt ise oldukça geç tarihlidir. Marsigli I692'de, Türk gemilerinin İnşasına nezaret eden, muhtelif Hıristiyan ustaların olduğu rivayetini araştırmak üzei'e tersaneye gittiğinde, aslen Livoma'11 bir mülteci ve miihtedi olan Mehmed Ağa adil biri ile karşılaştığından bahseder. Sadrazam Köprülüzâde Fazıl Mustafa Paşa (ö. 1691), bu zatin tavsiyesi ile gemilerin manevra kabiliyetini çozecek yeni tarzda bir gemi İnşaa usulü tatbik ettirmekteydi. Bu arada Köprülü, bu zatin mağşuş sikke ile ilgili fikrinden dolayı takdir ettiğinden ona olan güvenini ve İtimadını, İstanbul hâzinesine memur ve konturol İçin tayin ederek göstermiştir. Mehmed Ağa, Sadrazama her türlü tertibat ve mükemmel teçhizata malik yeni harp gemilerinin inşasını da teklif ederek bir de maketini yapmıştır[100].
1645 yılında, Kaptan-I Derya Vezir Yusuf Paşa ve Galata Harc-1 Hasa Emini Alımed Efendi zamanında. Haliç tersanesinde elli kadırganın yapımında çalışan neccar, yorgancı, hızarcı demirci, mimar, katip ve ameleden bir kısmı gayr-i müslimdir. Ancak tersanede çalışan İŞÇİ ve ustaların isimlerini ve maaşlarım ihtiva eden mevacib defterinde bunlar hakkında bilgi bulunmamaktadır[101].
Osmanlılar, AvrupalI bazı gemicilerden gemi yapımının yanında haritacılık alanında da istifade etmişlerdir. Daha Fatilr döneminden itibaren Avrupa'dan coğrafya konusunda eserler tercüme edilmeye başlanmıştır. XVI. yüzyılda birçok Avrupa yapımı harita ve kroki Osmaıılıla'ın eline geçmiştir. Osmanlılar haritacılık teoi-isi üzerine çokaz bilgi salribi olmalarına rağmen. oldukça kısa bir zaman İçil d A'Tiıpalı seyir haritalaıını kopya etme ve kullanma yanında, kendi kıyı haritalarım yapma seviyesine ulaştılar. Avrupa kaynaklarından istifade ile hazırlanan ilk haritalar, İbrahim Katibinin 1416 ve Tabib Mürsiyeli İbrahim'in 1461 tarihli Aktleniz ve Güney Bati Avrupa haritalandır. Büyük Türk denizeisi Piri Reis’in, 1517 yılında Yavuz Sultan Selim'e takdim ettiği haritanın, büyük ölçüde Avrupa'da yazılmış liarita ve coğrafya eserlerinden faydalanılarak yapıldığı bilinmektedir. 1583 yılında Sultan III. Murad a sunulan, yeni coğrafi keşifler ile Yeni Dünya hakkında bilgiler veren Tarih-,'Hind-İ Garbi adil coğrafya eseri de, İspanyol ve İtalyan coğrafya kaynaklarından istifade ile hazırlanmış olup, Osmanhlann Avrupa'daki coğrafi keşifleri yakından takip ettiklerini göstermesi bakimindan önemlidir. Osmanlılai'in, bulundukları coğrafi konumu iyi değerlendirerek, hem Doğu ve lıenı de Bati dünyasına ait haritaları ellerinde bulundurmaları, onların bu sahada oldukça ileri bir seviyede olduklarını göstermektedir [102].
Saray Teşkilatında ve Orduda Bulunan Usta ve Teknisyenler.
Ateşli silahların dökümü ve kullanılması gibi, Osmanlıların dalla onceden bilmedikleri yeni teknolojinin tanınmasında önemli yerleri bulunan yabancı teknisyenler ve ustalar, Enderrm'daki mıışahere-horâııa bağlı olan elıl-i hıref teşkilatına mensupturlai'. Ehl-İ hıref cemaaderi liazerde ve seferde, sarayda ve yeniçeri teşkilâürida istilıdam edilirdi. Cemaatlerin İçinde topçu, tüfek, kaputdan ve tercüman gibi değişik mesleklerde kişiler bulunmaktaydı. Taife-¡ efrenciyan mensuplai'! diğer elıl-i hıref cemaatleri gibi hazinedarbaşı ile hazine ketlıi'ıdasma tabi olup defterleri bu daire tarafından tutulmaktaydı. Elıl-i hıref, kapukulu lıalkı olduğundan ayrıca ordıı-yı hümâyûn teşkilatına bağlı idi. Gerektiğinde ordu hizmetlerine tayin olunurlar ve görevlerini orada yaparlardı. Kanuni Sultan Süleyman döneminde, bu teşkilatta yaklaşık olarak kırk bölük bulunmaktaydı[103].
Osmanlılar, sarayda çeşitli milletlere mensup sanatkarları gruplar halinde teşkilâtlandırmıştır. Mesela, resim ve nakış sanatında Anadolu Türkleri taife-i Rıımiyân,iranhlai tâîfe-i Acemiyan ve Avrupahlar taife-i efrenciyan diye ayrılmışlardı. Müteferrikalar arasında da frenklerden usta ve başka teknik adamlar bulundurulur ve gerketiginde istihdam edilirlerdi[104].
Balkanlar'daki ilk fetihlerden itibaren Osmanlıların liizmetinde görülmeye başlayan Avrupa ve Balkan milletlerine mensup gay-i müslim usta ve teknisyenler, ayn bir grup teşkil etmeyip yaptığı işe göre bağlı bulunduğu bölüğün İçinde diğer Müslümanlarla birlikte zikredilirdi. Hiç şüphesiz bu dönemde hizmete alman gayr-¡ müslimler dalla çok dökümcülük, topçuluk ve tüfekçilik gibi ateşli silahlarla ilgili meslekleri icra etmekteydiler. Gayr-İ müslim teknisyen ve ustaların bir grup lialinde taife-i efrenciyan adıyla devlet İçinde yer almaları XVI. yüzyılın sonlarından itibaren başladığından, bu isim altında zikredilen kişileri. Papa Kalesi'nden gelen kişilerle ilgili bolümde bahsedeceğiz, ilk olarak ehl-i hiref cemaatleri içinde tesbit ettiğimiz efrencilerden bahsedeceğiz.
En eski ehl-i hiref defteri olarak bilinen 932/1526 tarilrli defterde bu cemaat 590 kişiden oluşmakta olup 376'SI usta 214’ü ise yardımcıdır. Çoğu Müslüman olan bu cemaat İçinde 13 gayr-i müslim bulunmaktadır. Zira bu cemaat İçinde bulunmak İçinMüslüman olma şartı yoktur. Gayr-i müslimlerden ikisi siperdüzan olan Simon ve Toroz'dur. iki gayr-¡ müslim topçudan biri Hıristiyan biri de Yahûdidir. On kişilik Cema'at-İ tüfekçiyanm ikisi Müslüman, altısı Yahûdi, diğer ikisi de Garde ve Kirkor adil Ruslardir[105]. Buradaki Cema'at-İ topcuyan-ı ahen arasında Müslümanlar da bulunmaktadır. Altıkişi olan topçular cemaatinin ikisi muhtedi olmak üzere dördü Müslüman ve diğer ikisinden birisi Yani Nasrani, diğeri de Ispanya'dan gelen yahûdilerden Tabib ilya Yahüdi'dir (dalla sonra ilitida ederek Abdüsselam elMühtedi el-Muhammedi[106] ismini almıştır [107]). Bunların iler biri günde altıakça almaktadırlar. Sultan Beyazıt döneminden beri ulûfe almakta olan Garde Rus gebr günde yirmibeş akça, Kirkor biradereş gebr ondort akça Hüdâdâd rus beş akça, Ferhad Rus yedi akça ve Musa Yahûdi on iki akça, Simon bin i sak Yahûdi dokuz akça, i sak Yahûdi dort akça, ivan Rus gebr beşakça, David Yahûdi sekiz akça, Mordehav veled-i Şaban yahûdi sekiz akça almaktadır[108]. 1524-25 tarihli saraya ait bütçe defterinde ismi belirtilmeyen bir Rus tüfekçiye tüfekhâ-i hâssa için sarfetmek üzere 400000 akça verildiği belirtilmiştir. Aynı sene Tophâne emini Mehmed b. Hızır'a da darbzen topu dökmek üzere 380000 akça verilmiştir[109]. 933/1527 senesine ait bütçede, gayr-i müslim bir topçu ve şakirderi için topçuyân-ı top-ı âhen ve gebrân-ı topçı maaş şakirdeş ifadesi kullanılmıştır[110]. 963/1556 tarihli bir deftere göre cema'ât-i hademe-i müteferrika-i harc-ı hâssadan maaş alanlar arasında Murdehay bin Sebatay Yahûdi, tüfenkger olarak geçmekte ve kendisine günde 10 akça verildiği bildirilmektedir[111].
Orduda Görev Yapan Hıristiyan Askerler
X٢V. asrın ortalarından itibaren Osmanlı ordu kuvvederi içinde asker ve usta olarak görev yapan gayr-i müslim unsurlar bulunmaktaydı. Bilindiği üzere Osmanlı ordusunu meydana getiren ilk düzenli birlikler Orhan Gazi zamanında kurulmuştur. İlk olarak yaya ve müsellem askerî birliklerinden oluşan orduda, daha sonra birçok değişik yeni gruplar kurulmuştur. 1432 senesinde 120 bir kişi olan Osmanlı ordusunun 5000 kadarı kapukulu askeri idi[112]. Orhan Bey döneminden iübaren orduda Hırisdyanlardan oluşan yardımcı birlikler bulunmaktaydı[113]. Zira Osmanlı askeri olmak için müslüman olma şartı yoktu. Osmanlı ordusunda Hırisdyanlardan müteşekkil olan birlikler yardımcı hizmederde istihdam edilirler ve ordunun gerek Hıristiyan devlederle ve gerekse Müslüman devlederle olan seferlerine kaulırlardı [114]. Meselâ, I. Kosova Savaşı'nda orduda beşbin kadar Hıristiyan askerin olduğu kaynaklarda belirtilmektedir. Bu kuvvetlerden bazıları Dobruca Tatarları, Köstendil Bulgar ve Skerleri ile Sırp birlikleridir. Her birlik, kendi bölgesinden bir prens veya beyin maiyyetinde bulunurdu[115]. Bunlar, Müslüman timarlılar ile eşit muamele görmekteydiler[116]. Osmanlılar Balkanlar'daki siyaseti gereği halka ve idareci sınıfa müdahele etmeyerek Rum, Sırp ve Arnavut asil sınıflarını ve askerî zümreleri sahip oldukları silahlarla birlikte yerlerinde bırakmışlar, önemli bir kısmını da Hıristiyan timar erleri olarak timar kadrosuna dahil etmişlerdir[117]. Bu gruplar zamanla îslâmiyeti kabul ederek tam manasıyla Osmanlı sipahi ve bey ailelerini teşkil etmişlerdir[118]. Diğer taraftan, Eflak, Boğdan, Erdel ve Sırbistan gibi Osmanlılara ١'assallık bağı olan devletler de Osmanlı ordusuna asker göndermekteydiler[119]. Meselâ, daha önce de belirtildiği gibi 1386 yılında Osmanlılann Karaman seferi esnasında, orduda yardımcı kuvveder arasında Sırp birlikleri bulunmaktaydı. Bu askerlerin kullandığı tüfekler, Osmanlılar'ın bu silahları tanımasında etkili olmuştur. Vassal Sırbistan Devleti, Stefan Lazareviç'in (1398-1427) başında bulunduğu diğer bir birlik ise, 1396 yılındaki Osmanlılann Nicopolis savaşına katılmıştır[120].
Diğer taraftan Gian Angiolello ve Neşri, Fatih Sultan Mehmed'in İstanbul Muhasarasını gerçekleştiren ordusunda, gerek timarh sipahi, gerek voynuk veya başka isimlerle büyük miktarda Hıristiyan yardımcı birliklerinin bulunduğundan bahsetmektedirler[121]. Osmanlı ordusu içinde yardımcı kuvvetlere bağlı geri hizmet birlikleri arasında yer alan ve aslen Hıristiyanlardan müteşekkil olan gruplar ise voynuklar, cerehorlar ve martoloslardır[122]. Parry'e göre Fatih'in ve diğer sultanların hizmetinde olduğu gibi, 1517 yılında yapı lan Ridaniye Savaşı'nda Yavuz 'un ordusunda birçok İtalyan asıllı topçu bulunmakta ve bazı Yahûdi uzmanlar da Osmanlı ordusuna barut hazırlamaktaydı. Sultan IV. Murad'ın 1638 yılındaki Bağdat kuşatmasında da İtalyan, HollandalI ve İngiliz topçular Osmanlı saflarında hizmet etmişlerdir[123].
Osmanlı ordusunda gayr-i müslim ustaların en çok ve devamlı bulunduğu teknik sınıflar cebeci, topçu, top arabacıları, humbaracı ve lağımcılardır. Lağımcılar muhasaralarda kalelerin alundan lağım delikleri açarak kale duvarlarını yıkma işi için kullanılmaktaydı[124]. Fatih Sultan Mehmed, İstanbul'un muhasarası esnasında, bu maksada surların altından birçok metris açtırmıştır. Fethin ilk günlerinde lağımcılar yeterli gelmeyince Novo Broda gümüş madenlerinde çalışmış olan tecrübeli lağımcılar getirilmiştir[125]. Oldukça tehlikeli olan bu işte istihdam edilen çoğu Sırp asıllı işçilerden oluşan 3000 kişilik Osmanlı lağımcı birliğinde ayrıca Alman, Macar, Bohemyalı ustaların da bulunduğu belirtilmektedir[126]. Bu birliklerin başında, gençliğinde kendisi de Novo Broda madenlerinde çalışmış olan Zağnos Paşa bulunmaktaydı[127]. II. Beyazıt döneminde yapılan İnebahu seferinde (1499) orduda bulunan 66 kişilik lağımcı birliğinin tamamının Hıristiyanlardan oluşması, Fatih dönemindeki Hıristiyan lağımcıların halen yerlerini muhafaza ettiğini göstermektedir[128]. Daha sonraki detirler için Marsigli, Osmanlı ordusunun lağım ocağındaki kişilerin daha çok Ermenilerden olduğunu, bunun yanında Rum ve Bosnah hıristiyanların bulunduğunu belirtir. Marsigli'ye göre, lağımcılık hizmeti yapan ve bazıları kumandanlık ve muallimlik mevkiinde bulunan Ermenilere, devlet tarafından bazı imtiyazlar tanınmış ve yüksek maaşlar verilmiştir. Marsigli, 1669 senesindeki Kandiye muhasarasında istihdam edilen lağımcılar arasında da, birçok Ermeni lağımcının olduğunu söylemektedir [129].
Kalelerde İstihdam Edilen Gayr-i Müslimler
Osmanlılar, kara ordularında olduğu gibi, özellikle Balkanlar ve Avrupa topraklarında yeni fethedilen kalelerin muhafazasında, başta bölge halkından Sırplar olmak üzere Hıristiyan askerleri istihdam etmişlerdir[130]. Bölgenin fethinden sonra, kalelerde topçuluk ve zeberekçilik işleri ile uğraşan yerli Hıristiyanlara dokunulmayarak çalışmaları temin edilmiş, bilgi, beceri ve tecrübelerinden istifade yoluna gidilmiştir[131]. Bunların yanına Osmanlı topraklarından çeşidi aileler ve askerler de sevk edilerek zamanla İslâmlaşma sağlanmışur. Orhan Bey’den beri, itaat bildiren bazı tekfurların bulunduğu kalelerde muhafaza için bulundurulan ve ateşli silah kullanan topçu ve tüfekçi kuvveder, Hıristiyan ümarerleri veya ulûfelilerden oluşmaktaydı[132]. XV. asırdan itibaren Osmanlı kale kuvvetleri, kalelerde bulunan müslim-gayr-i müslim azeblerden müteşekkildi. Bu azebler serhad kulu denilen kuvvederin yaya kısmındandır. Bu arada kalelerde hisareri veya farisan denilen ve top-tüfek kullanabilen kale muhafızları da bulunurdu[133]. Bunlardan başka kalelerde bulunan diğer Hırisüyan ustalar bennâlar, demirciler, neccarlar, taşçılar zenberekçiler, yaycılar ve kalafatçılardır[134]1455 tarihli Vılkeli defterine göre, bu sene Osmanlıların eline geçen Novo Brodo Kalesi'nde üç büyük, be؛ farklı büyüklükte sekiz top bulunmaktaydı. Kalede topçu, tüfekçi ve zenberekçi olarak on bir kişi vardı. Bunlardan sadece biri Müslüman olup diğerleri Hıristiyan Sırplardı. 1560 yılında Belgrad Kalesi'nde 18 Hıristiyan dülger bulunmaktaydı[135]. 1468 tarihli Braniçeva defterine göre Güvercinlik (Golumbac) Kalesi'nde 10 tüfekçinin hepsi ulûfeli Hıristiyan askerlerdir [136]. Ayni sene altı demirci Hıristiyan yine bu kalede çalışmaktaydı. Bu demircilerin sayısı 1529 yılında iki kişiye düşerken, ayni yerde bundan başka iki Hrristiyan taşçı ve üç dülgerin olduğu da kaydedilmiştir[137]1575-1570 yılları arasında Semendire Kalesi'nde tamamı Hıristiyan olan on kalafatçı bulunmaktaydı [138].
Resava Kalesi'nde 1467-68 yıllan arasında topçuluk yapan 4 Hıristiyan [139], Belgrad Kalesi'nde de 1529 yılında topçu ve kalafatçı cemaatleri İçinde yedi Hıristiyan bulunmaktaydı[140]. Ayni yerde 1560 yılında ise 48 topçunun 13'ü Hıristiyan gerisi Müslüman idi. 1570 tarihli Belgrad defter-i mufassalına göre ise burada 36 Müslüman 10 Hıristiyan topçu bulunmaktaydı. III. Murad döneminde (1574-1595) buradaki topçuların 6'sımn Hıristiyan, 41'inin de Müslüman olduğu görülmektedir[141].
1488 tarihli Semendire Kalesi mevacib defterinde zikredilen görevliler arasında yer alan Hrristiyanlardan kefere diye bahsolunmaktadır. Bu tarihte kale dizdarı Mustafa Ağa dır. Kalede 50 kişiolan Cemaât-İ topçıyanın başında Topçubaşı İbrahim bulunmaktadır. Topçu cemaatleri, Cemaât-İ topçıyan-ı Müslüman ve Cemaât-İ topçıyan-ı kefere olmak üzere iki kışımdan müteşekkil olup, Müslüman topçuların sayısı topçubaşı ile birlikte 18, Hıristiyan topçular ise 32 kişidir[142]. Kalede bunlardan başka 40 kişiden müteşekkil bir de tüfenkci cemaati bulunmaktadır ki bunların hepsi Hıristiyan olup Cemaât-İ tüfekciyan-ı kefere diye zikredilmektedir[143]. Kalede tamamı Hıristiyanlardan oluşan bir diğer grup ise Cemaât-İ zenberekciyan-! kefere'dir[144].
Petroviç, 1455-1485 yıllan arasında Makedonya, Sırbistan ve Bosna'daki kalelerde 9 Hıristiyan ve 20 Müslüman topçunun bulunduğunu söylemektedir. Hıristiyan askerler bilhassa Sırbistan'daki kalelerde bulunmakta ve topçuluk ailelerin elinde bir zanaat olarak devam etmekteydi. Diğer taraftan XV. yüzyılda Bosna'da bulunan bu Hıristiyan askerlerin çoğu Müslüman olduğundan, XVI. yüzyılın sonlarına gelindiğinde Bosna'da Hıristyan topçulara çok az rastlanılmaktadır [145].
Peşte Kalesi mevacib defterine göre kale muhafızları 1543 yrlmda 1481, I549'da 1100 ve I569'da 939 kişi olup bunların %20'si genel olarak hep gayri müslim slavlardı. Budin'e ait 1558-1559 yılı hazine defterine göre Sırb asıllı Gyorgye 15 akçe gündelikle Budin Kalesi'nde İnşaat ustası olarak çalışmıştır. Ayni deftere göre Sırb Nikola ve arkadaşları da Tolna'da hazine gümrükçüsü olarak çalışmışlardır[146].
Kalelerde vazife yapan askerlere dışarıdan malzeme getiren Hıristiyanlar da bulunmaktaydı. Mesela 906/1500 tarihli bir hükümde. Yani veled-i Kalavrfea adil kafir okçunun, Yenihisar Kalesi'ne her sene 400 ok vermesi sebebiyle bütün vergilerden muaf tutulması denmiştir[147].
Dökümhanelerde Çalışan Gayr-ı Müslim Usta ve Teknisyenler
Osmanlıların gayr-i müslimleri istihdam ettiği yerlerden birisi de top dökümhaneleridir. Tophânelerde döküm hizmetini tecrübeli top döküm ustaları yaparlardı. Top döküm ustaları sefer esnasında ordu ile birlikte, diğer zamanlarda ise merkezdeki veya diğer yerlerdeki tophânelerde bulunurlardı. Osmanlı Devleti'nin en büyük dökümhanesi İstanbul'daki Tophâne-i Âmire'dir. Fetihten sonra yapılan bu bina giderek artan ihtiyaca cevap veremediğinden dolayı, II. Beyazıt zamanında genişletilmiş, Kanuni zamanında ise tamamen yıkılarak dönemin ihtiyacına göre yeniden inşa edilmiştir[148]. Evliya Çelebi, Kanuni Sultan Süleyman'ın da Fatih Sultan Mehmed gibi topçuluğa çok önem verdiğini ve top-tüfek ihtiyacının karşılanması için 'memâlik-i mahrûseden ve sair kâfiristandan ihsân ve in'amlarla topçuları getirttiğini' belirtmektedir[149] Nitekim Tophâne-i Âmire'nin 923-924/1517-1518 tarihli defterinde bir grup yahûdi bulunmakta ve bunlara 'üstadân-ı yahûdiyân’ denilmekteydi. [150].
1544'te İstanbul'da bulunan Avrupah seyyah Jerome Maurand da Tophâne'de 40-50 civarında Alman top dökümcüsünün çalışmakta olduğunu belirtmektedir[151]. Ayrıca Tophâne-i Âmire'ye ait 1603 tarihli muhasebe defterinde de, top dökümünde kepçecilik yapanların tamamı ile marangozların bir kısmının zimmî olduğu görülmektedir[152]. Fransa'nın 1547-1548 yıllarında İstanbul elçisi olan d'Aramon da Tophâne’de uzman olarak çalışan Fransız, Venedikli, Cenovalı, İspanyol ve Sicilyah'ların bulunduğunu belirtmektedir ki bunlar muhtemelen esirler olmalıdır[153]. Nitekim 1553-1556 yıllan arasında İstanbul'da bulunan Alman asıllı Macar seyyahı Hans Demschwam, 1554 yılında İstanbul'da karşılaştığı üç Alman esirden bahsetmektedir. Onun verdiği bilgilere göre bunlar, diğer esirlerle birlikte Tophâne'de Yahûdi bir tüfek yapım ustasının yanında tüfek yapmayı öğrenmek üzere tutulmaktadırlar. Ayrıca Alman asıllı bir tüfek ustası olan Niclas adlı birinin de Budin muhasarasmda esir düştüğünü, muhasaradan sonra kalenin su kulesindeki büyük basan tamir ettiğini ve tralen Tophane'de döküm İşleri ile uğraşmakta olduğunu söylemektedir[154].
Osmanlılar, Avrupa'da gelişen yeni top ve tüfek teknolojisini Tophane'ye aktarmak İçinbir taraftan Avrupa ve Balkanlardan getirttikleri[155]usta ve teknisyenleri istihdam ediyor, diğer taraftan da yukarıda görüldüğü üzere esirler arasından ateşli silahlar konusunda bilgi sahibi olanlan burada çalıştırıyordu. Ayrıca esirlerden bazılarım da usta top ve tüfek yapıcılarının yanma vererek yetiştiriyordu. Osmanlı Devleti'nin bütün topçuları ve top dökümcüleri Tophane'de yetiştirilir ve daha sonra imtihana tabi tutularak değişik yerlerdeki kalelere ve doki'ımhanelere gönderilirdi[156]. Bu sebeble Tophane'de mahir top ustaları ve dökümcüleri bulundurulur ve sürekli eğitim yaptırılırdı. Dernschwam, Avrupalı esir top ve tüfek ustalarım Tophane'de kalmalarının sağlanması İçin ihtidaya zorlandıklarım ileri sürmektedir[157]. Paul Rycaut da esir alman topçuların diğer esirlere göre durumlarının daha iyi olduğunu ve günde 8-12 akça kazandıklarını belirterek, Osmanlıların ateşli silalılara verdikleri onemi ifade etmektedir[158]. Zira esir olsun hür olsun Avrupa top ve tüfek yapımını bilen bu kişilerin Osmanlılann hizmetinde bulunmaları, Avrupa'daki gelişmeleri takip edebilmeleri İçin çok önemliydi.
Osmanlı Devleti'nde daha XV. yüzyılın başlarında top dökücüleri ve kulİanıcıları birbirinden ayrılmıştır. Mesela, 1431 tarihli bir kayıtta Arnavutluk'ta İsmail adlı birinin topçu olduğundan bahsedilmektedir [159]. II. Mutad döneminde oluşturulan topçu ocağı, fonksiyonu bakımından top imali ve top atışı diye iki kışıma ayrılmıştır[160]. Bu ocağın mevcudu çeşidi asitlarda değişmiştir. XVI. yüzyılda 1200 civarında olan topçu sayısı XVII. yüzyılda 2-3OOO'e ulaşmıştır. Topçu ocağının en büyük amiri topçubaşıdır. Ondan sonra dökücübaşı gelirdi[161]. Topçu ocağında dökümcüler ayrıca bir bölük olmadığından ve seferlerde gerektiğinde bunların tedariki güç olduğundan top falyaları, havan, büyük ve küçük kumbara danelerinin kolayca hazırlanabilmesinin temini İçin dökmecilerin ayrıca bir ocak haline gelmesi 1667 yılında olmuştur[162]. Konu ile ilgili olarak yazılan buyruldudan anlaşıldığına göre, bu tarihe kadar dokmeci ustalarının temininde ciddi bir sıkıntı söz konusu olmadığından ocak teşkil ettirilmemiştir.
Ateşli silahlara gerekli olan malzemeler dökümhane veya karhine denilen yerlerde hazırlanmak aytlı. Dökümhaneler daha verimli çalışabilmek İçin madenlere yakın bölgelerde İnşa edilirdi. Demir ve benzeri madenlerin bol bulunduğu Balkanlar'da birçok dökümhane bu sebeple İnşa edilmiştir. Balkanlar'ın ilk ve en onemli dökümhanesi, Osmanlıların bölgeyi fethinden once 141O'da Dubrovnik'te yapılmıştır. Burası, XV. yüzyılın ilk yarışında büyük küçük her türlü silahın ve malzemenin imal edildiği bir merkez olarak çalışmış[163] ve burayr dalla sonra bölgede açılan diğer dökürıılıaneler takip etmiştir. Osmanlıların bu dökümhaneyi kullandıklarına dair herhangi bir kayıt bulunmamaktadır. XV. yüzyılda bu bölgedeki dökümhaneleıde çalışanların çoğunu bölge halkından Sırplar ve Bosııalarııı yanında Macar, Italyan, Alman ve Fransız gibi yabancılar oluşturmaktaydı. Dalla önce bu bölgedeki devletlerin hizmetlerinde bulunan bu yabancı uzmanlar, ayni İŞİ Osmanlıların bölgeyi fetliinden sonra da sürdürdüler. Yani daha sonra Osmanlı kayıdarmda görülen bu yabancı ustalar ve dökümcülerin önemli bir kısmı, Osmanlıların bölgeyi fethinden önce de bulunmaktaydı. Bölge lıalkı ve daha sonra buraya yerleşen Osmanlılar bu İŞİ, mevcut personel ile devam ettirirken kendi ustalarım da onların yanında yetiştirmeyi İlımal etmediler[164].Topçu ocağında top atışı ve top imalinde istihdam edilecek acemi efrada ihtiyaç duyulduğu zaman, topçubaşı tarafından Divân-1 Hümâyûn'a müracaat edilerek gereği kadar acemi istenir ve durum yeniçeri ağasına bildirilirdi[165].
Sırplardan ve Macarlardan ele geçen dökümhanelerdeki ve madenlerdeki [166] üretim, yine ayni bölgedeki Hıristiyan reâyânın veya bu bölgeye önceden gelmiş yabancı teknisyenlerin, altı ay, bir sene veya daha uzun periyotlarla anlaşmalı mecburi-işçi statüsünde çalıştırılmasıyla sürdürülmüştür. Ancak onlar, bu mecburiyet karşısında alınması gereken birçok vergi ve avariz ödemelerinden muaf tutulmaktalar ve ayrıca yaptıkları İşin karşılığını da para olarak almaktaydılar. Bunun yanında devlet tarafından kontrol edilen ve üretimi satın alan özel dökümhaneler de bulunmak taydı[167].
Osmanlı ordusu İçin top döküm İşleri yapan bu İşçilere, piyasada geçerli olan ücret verilmekteydi[168]. Bosna'da Osmanlı hâkimiyeti esnasında 1477 yılında yapılan bir sayımda, Hersek'e bağlı bir koyde üç Hıristiyan silah yapıcısının olduğu görülmektedir. Bu üç kişi ayni sene reâyâ olmuşlar ve kendilerinden yapmakta oldukları arkebüzleri imale devam etmeleri istenmiştir. XV. yüzyılda Macaristan ve Dubrovnik'te yapılabilen türdeki arkebüzler Bosna'da da yapılabilmekteydi[169]. Bu arkebüzler muhtemelen Novo Brodo'daki dokümhanede imal edilmekteydi. Novo Brodo'da ve uçlardaki kalelerde yapılan ilk nüfus sayımında bir Hıristiyan arkebüz İmalatçısı usta ve on yeniçerinin ismi geçmektedir[170].Top ve arkebüz imal eden bazı ustalar barut ve güherçile de imal ederlerdi. Güherçile, XV. asrin sonlarında üsküp civarında ve ayrıca 1485 yılında Piriştine yakınlarında az miktarda imal edilmekteydi. Güheıçile İmalatçıları da diğerleri gibi Hıristiyan idi[171]. XV. asırda barut imal edildiğine dair sadece bir kayıt bulunmaktadır. 1468-69 senesinde Bosna'da Pavloviç ailesine ait bölgedeki bir köyde Hıristiyanlar tarafından barut imal edilmektedir[172].
Balkanlar’ın büyük top döküm merkezlerinden birisi olan Semendre'deki dökümhane, buranın 1439 yılında Osmanlıların eline geçmesinden sonra da faaliyetine de١'am etmiş ve Osmanlıların Balkanlarda top döktükleri ilk yerlerden birisi olmuştur. 1440'taki Belgrad kuşatmasının topları da burada hazırlanmıştır. Seferlerde top naklinin müşkil olduğu yerlere, develerle top le١’azımatı sevk edilerek ordugâhta top dökülürdü. Nitekim II. Murad oldukça erken bir tarih olan 1438'de Mora’daki Germe Hisar (Hexamilion) Kalesi[173], 1448 senesinde de Akçahisar Kalesi muhasarasında kale önünde seyyar dökümhaneler kurarak toplar döktürülmüştür[174]. Fatih Sultan Mehmed, fetihten önce toplarının bir kısmını Edirne'deki dökümhanede bir kısmını da İstanbul'da surların önünde döktürmüştür[175]. Osmanlı topçuları, 1456'daki II. Belgrad kuşatmasından önce Semendre yakınlarındaki Krusevac'ta (Alaca Hisar), beraberlerinde getirdiği metallerle top dökmüşlerdir[176]. Fatih, 1473'teki İşkodra Kalesi muhasarasında bu bölgeye develerle bakır götürmüş ve orada ocaklar kurdurarak büyük toplar döktürmüştür[177].
Fatih'in muhasara için topladığı orduda gayr-i müslim askerlerin bulunduğunu daha önce belirtmiştik. Bu askerlerin bir kısmı atlı süvari ve piyade birliklerini teşkil ederken bir kısmı da topçu ve dökümcü olarak görev yapmaktaydı [178]. Gayr-i müslim ustalarla takviye edilen ilk Osmanlı top dökümhanesi II. Murad zamanında Edirne'de kurulmuştur. Burada çalışan ve adları tesbit edilebilen Müslüman ve Hıristiyan ustalar şunlardır. Topçubaşı Sanıca usta[179], Mimar Muslihiddin ve Macar asıllı Urban [180].
Topçu Ocağı ve Top Dolriimciiferi
Yaya kapukulu ocaklarından olan topçu ocağı, II. Murad döneminde, yeniçeri ocağından sonra teşkil edilmiştir[181]. II. Murad döneminden beri topçubaşı olan Saruca Usta, İstanbul muhasarasına da katılmış. Mimar Muslihiddin ve Urban ile birlikte büyük topların döküm işlerini yürütmüştür. Saruca Usta daha önce de, II. Mehmed'in ilk padişahlığı döneminde Varna Savaşı (1444) sebebiyle II. Murad'm Rumeli'ne geçmesi Sirasmda önemli bir vazife yapmıştır. Çanakkale boğazı Venedikliler tarafından tutulduğundan dolayı Rumeli'ne, Anadolu Hisan'nın bulunduğu yerden geçmek zorunda kalan Osmanlı ordusunun korunması İçin Saruca Paşa, boğazın iki tarafına toplar yerleştirmiş ve gelen iki Bizans kadırgasından birisini batırmış diğerini de hasara uğratarak İstanbul'a kaçmasını sağlamıştır[182].
Fatih Sultan Mehmed Donemi Topçuları
Edine'de top döken Macar asıllı dokum ustası Urban'dan donemin bazı kaynakları geniş bir şekilde bahsetmektedirler. Buna göre Urban, Rumeli Hisan'nın inşası esnasında Bizans'tan Osmanlılara geçmiştir[183]. Bizans'a yardım İçin gelmiş olan Urban, kendisine istediği ücret verilememesinden dolayı, Fatih'in ordusuna iltica etmiştir. Fatili Sultan Mehmed kendisine istediği gibi top döküp dökmeyeceğini sorduğunda "...öyle bir tane dökerim ki, Babil'in sûrlarını bile çökertebilir, ancak gülle yapımına karışmam" şeklinde cevap verdiği rivayet edilir[184] Bunun üzerine Fatih, gülle yapımını kendi uhdesine alarak Urban'ı beklediğinin dört kati ücretle hemen hizmete almıştir[185]. Nitekim Urban Edirne'de, Halil Paşanın nezareti altında[186], üç ay İçinde[187] gülleleri 36 cm. çapında, oldukça büyük bir top hazırlamıştır. 1453 yılının ilk aylarında bu büyük top[188] ve diğer toplar muhasara İçin İstanbul'a getirilerek surların önüne yerleştirilmiştir. En büyük top Top kapusu'na yerleştirilmiştir[189]. Urban'm yaptığı top günde sekiz atış yapabilmekte ve infilak etmemesi için zeytinyağı ile sürekli yağlanmaktaydı[190]. Fetih esnasında ihtiyaç üzerine onsekiz günde ayrıca bir top döken Urban, fetihten sonra da Fatih'in hizmetine devam etmiş ve 1463 yılında Bosna'da Yayçe Kalesi'nin muhasarası esnasında kale önünde toplar dökmüştür[191]. Bizans'ın elinde grejuva denilen Rum ateşi'nden başka, iki tekerlekli araba üzerine yerleşmiş, 12 küçük top namlusundan oluşan ve hemen ateşlenebilen, fındık büyüklüğünde kurşun atabilen bir silah ile birkaç top mevcuttu[192]. Dukas bu silahı Türklerin hemen öğrendiğini ve daha iyi bir şekilde imal ederek kullandıklarını belirtmektedir[193]. Nicolo Barbaro ise Bizanslıların elinde iki top bulunduğunu ve bu topların Haliç'te bulunan Türk gemilerini bombaladıklarını belirtir [194]. Z. Dolfın ise BizanslIların elinde etkili silahlar bulunduğunu ve hatta yeteri kadar topa sahip olduklarını ileri sürer[195].
Fatih zamaanında devlet hizmetine alınan bir diğer topçu ustası Alman asıllı Nurembergli Jörg'tür. Fatih, 1456 Belgrad kuşatması esnasında, Sırbistan’ın ortalarında, Morava yakınlarında Krusevac’ta yabancı ustaların çalışüğı bir top dökümhanesi kurmuştur. Diğer taraftan, 1456 yılında Cont Ulrich de Cilly tarafından Bosna Dükü Stephan Kosaca'nın top dökücülüğü hizmetine gönderilmiş olan Jörg de bu bölgede bulunmaktaydı. Belgrad kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması neticesinde Fatih geri dönmüştür. Ancak dört sene sonra yani 1460'ta bu bölge, Fatih ve aynı zamanda babasıyla mücadele etmek için Osmanılann yardımını talep etmiş olan Stepan'ın oğlu Vladislav tarafından ele geçirildi. Alınan esirler arasında bulunan Jörg'ün topçu ustası olduğu anlaşılınca, hayati bağışlandı. Jörg, ailesi ile birlikte yüksek bir maaş ile hizmete alındı ve Süleyman Paşa'nın emrine verildi[196]. Topçular arasına dahil edilen Jörg, 1463 yılında Bosna'da Bobovats Kalesi'nin muhasarası esnasında kale önünde beş meue uzunluğunda ve iki ayak çapında büyük bir top dökmüştür. Ancak bu büyük top muhasaranın kaldırılması üzerine orada terk edilmiş tir[197]. Bu top daha sonra Macar başkentine taşınmış ve Mohaç Savaşının kazanılmasından sonra kralın sarayında bulunarak İstanbul'a getirilmiştir[198]. Stepan'ın oğlu Vladislav, 1452 yılında ivanis adli bir başka Bosnalı topçu ile birlikte Fatih'in hizmetine girmiş ve 1456 Belgrad kuşatmasına katılmıştır, [199]. Fatih, I466'da Stepan'm oğlu Voyvoda Hersek Vladislav'a berat vererek, babasından kalan topraklardan istediğini almasına izin vermiştir [200]. JOrg, 1480 yılına kadar İstanbul'da hizmet ettikten sonra, Fatih tarafından İskenderiye'ye Mısır'ın fethi İçin on araştırma yapmak üzere gönderilir. Babinger'e göre Fatih onun öteden beri casusluk yaptığından şüphelenmekteydi. Nitekim Jorg, iskendeliye'ye gittikten çok kısa bir süre sonra, Franciscon din adamları ile bazı tüccarların yardımıyla doğrudan Roma'ya giderek Papa rv. Sixtus'un hizmetine girmiştir[201]. Jorg bir süre burada çalıştıktan sonra Frankfurt'a dönmüş ve orada top dökümüne devam etmiştir[202].
Meşhur top ustaları, bilhassa Almanlar, XV. ve XVI. asırda Güneydoğu Avrupa’ya yerleşmişlerdir. Bunların bir kısmı iyi ücret veren Osmanlı Devleti hizmetine bir kısmında diğer Avrupa krallarının hizmetine girmişlerdir[203].Osmanlı dökümhanelerinde yabancı ve yerli ustalann döktüğü ve savaşlarda ele geçirilenlerle Fatih Sultan Mehmed'in ordusundaki top sayist krza zamanda üçyüzü bulmuştur[204]. Tarihçi Pietro Ranzano'ya göre de bu bölgedeki topların çoğu Alman, Macar, Bosnalt ve Dalmaçyah olan yabancılar tarafından imal edilmekteydi. Kuşatma aletleri de Italyan ve Almanlar gibi, Avrupah usta ve teknisyenler tarafından yaprlmaktaydr. özellikle Kuzey italyalr teknisyenler bu kontrlarda öncü rolü üstlenmişlerdir.
Fatih döneminde Osmanlt hizmetine giren bir diğer Almarr top ustasr da Jörg'ün hemşehrisi ve adaşt olan "Maester George"dir. Maester George, Rodos adasında yaşamakta iken Fatih'in hizmetine girmiş, eşini ve çocuğunu alarak İstanbul’a yerleşmiştir. 1480 Mayıs ayında yap lan Rodos kuşatmasmda Osmanlı ordusunda bulunmuş, adanın ve kalenin güzel bir haritasını da temin ederek Mesih Paşa'ya takdim etmiştir. Ayrıca kuşatmada ordudaki topların ve diğer ateşli silahların tanzimi İşinin sorumluluğu da kendisine verilmiştir. Ancak, Maester George kuşatma esnastnda, Hıristiyan olduğunu ve Osmanlı ordusu hakkında bütün bilgileri vereceğini vadederek düşman tarafına geçmiştir. Rivayete göre burada Rodos Saint John şövalyeleri İçin 16 büyük top dökmüştür[205]. Osmanlt kuşatmasının bütün şiddetiyle devam ettiği bir strada Rodos Kalesi komutam, Georg'tan mancınıkla bir atış yapmasını ister. Ancak George'nin attığı gülle kalenin duvarım yıkınca, casus olduğundan şüphelenilerek işkenceye tabi tutulmuş ve idam edilmiştir[206]. Rodos'un bu mulrasarasında Osmanlıların kullandığı infilakli talirip bombalan çok tesirli olmuş ve bu bombaların infilakı esnasında lialk, kale ve kilise mahzenlerine sığınmıştır[207].
Celalzade Mustafa'nın belirttiğine göre, Rodos'un 1522 yılındaki kuşatmasi esnasında da kaledeki mahir bir topçu, Türk tarafına geçerek Müslüman olmuş ve ordu İçinde yer almıştır. Celalzade'nin adını vermediği bir topçu, Türk askerinin çok iyi savaştığını ve düşmanın en ünlü adamlanni, hatta tüfekçibaşılarını öldürdüğünü söylemiştir[208].
Fatih'in, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinden gelmiş olan Italyan, Macar ve Romen asıllı müşavirleri vardı. Babinger'e göre Avrupalı müşavirler olmasa idi İstanbul'un fedrinin bu kadar çabuk gerçekleşmesi mümkün olamazdı. Kendisi de bir Hıristiyan olan Babinger, Fatilr'in hizmetindeki Avrupalıların, bilhassa Avrupa'daki fetihlerde trajedik bir rol oynadığından bahsetmektedir[209]. Babinger, bu müşavirlerin Fatih nezdindeki rollerine ve tesirlerine dair iki örnek vermektedir. Fatih, 1466 tarihinde, Çanakkale Boğazı tarafından gelebilecek bir Venedik donanmasının baskınından korktuğunda Floransalı müşavirleri ile istişare etmiştir. Bu tehlike üzerine müşavirler, Sultan'a Hakaret Kalesi'ni[210] yapmayı tavsiye etmişler ve ayrıca yapılan kalenin toplarını da tanzim etmişlerdir[211].
Diğer örnek de Fatih'in gemileri karadan yürütmesi hadisesi ile ilgilidir, ona göre bu buluşun uzun zamandan beri Fatih'e ait olmadığı şüphesi bulunmaktadır. Zira tarihçi Nicolo Barbaro'ya göre orta bu fikri veren, karadan genri nakleune işinde çok maharetli olait Venediklilerden bir Hıristyan mühendistir[212]. Bütün Venedik tarih kitaplarında geçen ve 1439 yılında Venedikli mühendislerce gerçekleştirilen benzeri bir hadisede, Adice ırmağından gemiler yukarıya doğru çıkarılmış ve daha sonra Garda göli'ıne karadan nakledilerek Brescia şehri zaptedilmiştir. Venedikli Hıristiyan mühendis bu olayı naklederek Fatih'e böyle bir fikir vermiştir. Ancak Venediklilerden yüzyıl önce, Aydınoğulları Beyi olan Gâzî Umur Bey 1338-9 yıllarında, bir sefer esnasında böyle bir olayı gerçekleştirmiştir. Piri Reis'in Kitab-ı Bahnye'sinde ve Enveri'nin Düstıımâme'sinde de geçen olaya göre Gazi Umur Bey, Atina Körfezi'nden İnebahtı Körfezi'ne kadar olan Germe-hisar denilen yerdeki alü millik mesafeyi, gemilerini karadan aşırarak geçirmiş ve İnebahn yakınlarında bazı yerleri feth etmiştir[213]. Bu hareketin başladığı yere o zamanlar "Umur Bey Limanı" ismi veriliyordu. Tarih kitaplarını, okmayı çok seven Fatih Sultan Mehmed'in Umur Bey'in kendi döneminde de bilinen bu tür kahramanlık hikâyelerinden habersiz olması ihtimali oldukça zayıftır. Diğer taraftan Hammer, karadan gemi yürütmenin tarihte defalarca gerçekleşen bir olay olduğunu ve dolayısıyla hiç de orijinal olmadığını, Fatih Sultan Mehmed'in, tarihteki birçok örneğinden esinlenerek bunu yapmış olabileceğini ve Venediklilerin olayının da çok yakın bir misal olduğunu belirtmektedir[214].
1593-1606 Osmanlı-Avusturya Savaşı'nda ve Daha Sonra Osmanlılar Tarafına Geçen Fransız ve AvusturyalI Askerler: Tâife-i Efrenciyân ve Nemçelüyan.
Osmanlı saray teşkilâtında ve ordusundaki gayr-i müslim usta ve teknisyenler, devlete ait muhasebe defterlerinde şimdiye kadar bulundukları birim içinde diğer fertlerle birlikte zikredilirken, Osmanlı Avusturya Savaşı'ndan sonra tâife-i efrenciyân adı altında ayrı bir grup olarak zikredilmeye başlanmıştır. Zira bu savaş esnasında Osmanlı saflarına katılan bir grup AvrupalI asker savaştan sonra da Osmanlı ordusu için çalışmaya başlamış ve kapukulu teşkilâtında özel bir statüde yeni bir grup oluşturmuştur. Bu grubun gelmesinden önce de saray teşkilâtında ve orduda bir kısım gayr-i müslim usta ve teknisyenler için ayrı bir grup kurulmaması bunların farklı branşlarda çalışmalarından ileri gelmekteydi. Savaştan sonra gelen efrenci taifesine mensup kişilerin ise bir grup teşkil etmeleri hepsinin 'profesyonel savaşçı' (lejyoner) olmasından ileri gelmekteydi. Bu savaş esnasında eftenci taifesine mensup kişilerin Osmanlı ordusuna katılmalarım ve daha sonra bir grup olarak hizmete devam etmelerini sırasıyla inceleyelim.
Osmanlılar, XVI. yüzyılın sonunda ve XVII. yüzyılın başlarında biri Doğu'da biri Bati'da olmak üzere uzun sureli iki savaş donemi yaşamışlardır. Bunların ilki 1578-1590 tarihleri arasındaki Iran, diğeri de 1593-1606 Avustuya savaşıdır. Avusturya savaşında Osmanlı ordusunda, Tatar ordusunun yanında Eflak, Bogdan ve Erdel gibi vassal devletlerin Hıristiyan birlikleri de yer almaktaydı[215]؛
Osmanlı Avustulya Savaşı esnasında Simrda bulunan birçok kale, her iki taraf arasında sik sik el değiştirmekteydi. Bu bölgede birçok uç kalesinden biri olan Papa Kalesi, I954'te Osmanlılara, I598'de tekrar Avusturyalıların eline geçmiştir. XVI. yüzyılın ortalanndan itibaren Avrupa'daki çeşidi büyük devletler, o zamanın en iyi Alman, Fransız, Walloon ve Italyan paıalı askerlerinin bazılarını hizmete alıp kullanıyorlardı. Bu profesyonel askerleri, en iyi silahları ve harp sanatının ileri tekniklerini bilirlerdi[216]. Yeni tip el tüfeklerini ve toplarım çok iyi kullanan ve aslen Walloon askeri olan bu gmptan üçbin kadarım Avusturyalılar I597'de Osmanlılara karşı savaşmaları İçin Papa Kalesi'ne yerleştirmiştir[217]. Bir sure sonra kalede bulunan Avusturya, Alman, Erdel ve Macar askerleri ile Fransız askerleri arasında, Fransız askerlerinin bir yıllık maaşlarım alamamaları sebebiyle anlaşmazlıklar baş göstermiştir. 1600 senesinin ilk yıllarında Avusturyalılar Fransa ile yaptığı bir savaşı kaybetmiştir. Öte yandan Avusturya kralı, kalede huzursuzluk çıkaran Fransizları tehdit ederek kaleyi terk etmelerini istemiştir. Bu İsteği reddeden Fransizlar, Avusturya tehdidinden korktukları İçin, Budin'de bulunan Serdanekrem Lâlâ Mehmed Paşaya ve İstolni-Belgrad Muhafızı, Bosna Beylerbeyi Derviş Paşa'ya bir kaç adam ile birlikte birer mektup gönderdiler. Mektuba göre, uzun zamandan beri maaşlarım alamayan bu Fransız askerleri, maaşlarının ödenmesi kaydiyla Osmanlılann hizmetine girmeye hazır olduklarını belirtmişlerdir[218]. Bunun üzerine Mehmed Paşa, Kethüda Abdi Ağa'yı ve İstolniBelgrad Sancak Beyi Amavud Haşan Paşa'yı on bin asker ile Papa Kalesi'ne gönderirken, Derviş Paşa'ya da konuyla ilgili bir mektup yolladı. Osmanlı birlikleri bu kaleye geldiklerinde kaledeki Fransızların, Maçadan, Avusturyalıları ve kendilerinden olmayan askerleri öldürüp, kalanları esir, mallarını da yağma ettiklerini gördüler. Fransız askerleri, Osmanlı birliklerine ellerinde bulunan esirlerin ve ganimetin bir kısımını vererek itaatlerini bildirmişlerdir[219]. Kalede üç bin kadar asker bırakan Osmanlı kuvvederi geri dönmüşlerdir.
Bu arada Osmanlılar ile Fransız askerleri arasında üç ahidname imzalanmişur[220]. Anlaşmaya göre askerlere. Osmanlıların hizmetinde kaldığı sürece maaşları düzenli olarak ödenecektir. Ayrılmak isteyen olursa o da aynimakta serbest olacaktır. Ayrıca Fransız beyleri gönderdileri mektuplarda İslâm askerine karşı savaştıkları İçin hata yaptıklarım, üstelik Osmanlı ile Fransa Devleti arasında uzun zamandan beri dostluk bulunduğunu da belirterek. Papa Kalesi zindanlarında bulunan 150 Türk mahkumun da serbest bırakılacağını taahhüd etmişlerdir. Fransızlar Osmanlılardan AvusturyalIların kendilerine ödedikleri miktarda maaş istemişlerdir.
Belgrad'ta bulunan Mehmed Paşa vasıtasıyla İstanbul'a haber gönderilerek Fransız askerlerinin istekleri iletilmiştir. Toplam altmış bin altın tutan bu isteğin bir kısmı ordu hâzinesinden, kalan kısmı da merkez hazinesinden ödenmiştir[221]. Solakzâde Tarihinde ve muhasebe kayıdannda da görüldüğü gibi. Papa Kalesi'ndeki bu askerlerin bütün istekleri yerine getirilmiştir. Ayrıca altın bir zincir ve harçlık da söz verildiği üzere teslim edilmiştir[222]. Papa Kalesi'ndeki askerler, istedikleri para ve altın zincir gelince kaleyi Osmanlılara teslim etmişlerdir[223]. Osmanlılar da kalede 700 kadar Fransız askerini muhafız olarak bırakarak çekilmişlerdir.
Bu esnada AvusturyalIlar kalenin Fransız askerlerinin eline geçtiği liaberini aldıldarmda, çoksayıda asker ve topla Papa Kalesi'ne saldırdılar. Fı-ansız askerleri bir ay kadar kaleyi savundularsa da, beklenilen Osmanh yardımı zamanında yetişmeyince bir gece gizlice Osmanlı idaresindeki istolniBelgrad’a kaçtılar[224]. Avusturyalıların takibinden, gece ve çetin kış şartlarıdan dolayı çoğu yolda ölen bu askerlerden ancak dört Frenk beyi ve dört-beş yüz kadarı kaleye ulaşabilmiştir. Gelen askerlerin bir bölüğü Belgrad'ta diğerleri de İstolni-Belgrad'ta alıkonulmuştur[225].
Orduya katıldıkları ilk sene bu askerlere 12 miyon civarında akçe dağıtıldı[226]. Ayrıca onlara maaş veya nafaka-haçlık[227] olarak da çok miktarda altın para ödendi[228]. Temmuz 1602-Şubat 1003 arasındaki sekiz ayda odenen meblağ üç buçuk miyon akçadır. Ek olarak on iki bin akça da yaralı askerler için[229], ayrıca kırk bir akça da onlara verilen in'amat İçinharcanmıştır'[230].
Tecrübeli top ve tüfek kullanıcısı olan Fransız askerleri, İstolni-Belgrad varoşlarında bir süre göz hapsinde tutularak durumları kontrol edildi[231] ve daha sonra Osmanlı ordusuna dahil edildiler[232]. ilk once 400 kadar Fransız askeri. Tiryaki Hasan Paşa’nın birlikleri ile birlikte Kanije kuşatmasına gönderildi. Askerler yollarının üzerinde bulunan Bolendvar palankasını ele geçirdiler. Fransız askerleri, Peçuylu'nun ifadesine göre Kanije kalesinin fethi içinOsmanlı askerlerinden dalla çok çaba sarfetmişlerdir[233] Buranın fethinden sonra Budin ve başka yerlerin fethi ve savunmasına 'da katılmışlar ve kayda değer yararlılıklar göstermişlerdir[234].
1600-1601 yılının kışında bunların bir kısmı Müslüman olmuştur, içlerinden bir bey de Müslüman olarak Mehmed adtm almış ve Semendire'ye sancak beyi olarak tayin edilmiştir[235]. Koronlu adında bil’ başka Fransız askeri de 1604 yılında Müslüman olmuş ve İbrahim adtm alarak yine Semendire'ye bey olmuştur [236]. Fransız askerlerinin başında bulunan Monclas adlı bey de Müslüman olmuş ve İbrahim adını alarak yine bu grubun başına geçmiştir [237].
1601 yılında 400 kadar Fransız askeri İstolni-Belgrad'! AvusturyalIlara karşı savunmak İçin16O2'de de geri almak İçinsavaştılar. Topçular Katibi Abdulkadir bu savaşlarda Fransız askerlerinin "harbi Macar tüfengleri ile ve itaat bayrakları ile meydân-1 safda hizmet-i padişâhide can ü dilden guzât-1 müslimin ile aduvv u küffara tîğ tüfengler ile" harbettiklerini belirtiı[238].
Papa kalesinden gelen Fransız askerler, Osmanlıların tüfekli askere ihtiyaçları olduğu bir dönemde orduya katılarak, Osmanlı askerleriyle birlikte birçok mücadeleye girmişlerdir. Fransız askerlerinin bir krsmı bu bölgedeki çeşitli savaşlara katıldıktan sonra memleketine dönerken, bir kısmı savaş sonunda İstanbul'a gitmiştir. Bu askerlerin İstanbul'a girişini, gösterişli silahları ve selamlama atışlarını padişah gizlice takip etmiş ve çok memnun olmuştur. Onlara birçok ihsanda bulunmuş ve oldukça iyi maaş verilmesini istemiştir. Finkel, bu askerlerin Galata civarında bir yere yerleştirildiklerini belirtir. 1606 ydmda Fransız elçisi Gontaut Biron de Salignac, İstanbul'daki bu askerlerin sayısının 200 kadar olduğunu ve ancak 120'sinin Fransız, diğerlerinin Alman ve Italyan olduğunu belirtir[239].
Osmanlı hizmetine giren bu askerler çeşitli gruplar halinde dağıtılarak savaşlara veya muhafaza ile ilgili görevlere gönderilmişlerdir. Ancak bu askerlerin sayılarını tesbit etmek oldukça güçtür. 1607 yılında bu askerlerin bir kısmı Şaban Paşa’nın komutasında Tuna civarında Kazak kuvvetleriyle savaşmaya gönderilirler. Aynı yılın Kasım ayında ise bunlardan sadece 35 kişi kalmıştır. 1608 senesinde bunların bazıları Erdel'de iken, 1610 senesinde 7080 kadarı da İran'a Safevilerle savaşmak üzere İstanbul'dan ayrılmıştır. Bu sefer esnasında Çaldıran Sahrasında bulunan Bâyezîd isimli kalenin fethi ile görevlendirilen bir Firenk Bey'i, bir miktar asker ve iki darbzen ile kısa sürede bu görevi yerine getirmişlerdir[240]. 1613 yılında ise Gabriel Bathory'e karşı Osmanlı kuvederi arasında yer almışlardır. 1614 yılında yine Kazak'lara karşı savaşmak üzere Tuna'da bulunmuşlardır. 1621 yılında Sultan II. Osman’ın Hotin seferine kaülmış olan Fransız ve Alınanlardan oluşan birliklerin 700 kişi olduğu belirtilmektedir. Ancak savaştan sonra bunların çoğu kaçmıştır[241].
Osmanlı idaresi tarafından kapukulu taifesi içine dahil edilen ve özel bir statüye tabi tutulan bu Fransız ve Avusturya asıllı askerlere, savaşta oldukları esnada ordu hâzinesinden, saray hizmetine girdikten sonra da merkez hâzineden maaş ödenmiştir[242]. Hâzineye ait muhasebe defterlerinde bu askerler, tâife-i efrencân-ı Fransa, tâife-i efrenciyân, tâife-i efrencân ve nemçeyân başlıkları alunda kaydedilmiştir. Merkez hâzinesinden bu askerlere ödenen parayı gösteren ilk maaş defteri Mart 1613-Mart 1614 dönemine aittir[243]. Diğer Osmanlı arşiv belgelerinde Papa Kalesi'nden gelen bu askerlerden frenk taifesi veya frenkten gelen kapudanlar diye bahsedilmektedir[244].
Osmanlı hizmetine giren ve çeşidi birimlere dağıtılan bu askerlerden 44 kadarı ehl-i hıref teşkilatı içine dahil edilmiştir. İlk merkez hâzinesi elıl-i hıref defteri kaydında sayıları 44 olan tâife-i efrencân ve nernçelüyana dair kayıtlar 1629 yılına kadar aynı şekilde devam etmektedir. 1613-14 yılına ait maaş defterlerinde tâife-i efrencân ve nemçeyân olarak zikredilen[245] 44 kişiye ödeme yapıldığı kayıthdrr. ilk kayıttan sonra elimizde mevcut kayıt 1622 tarihlidir[246]. Daha sonrakiler 1625-1626[247], 1627[248], 1627-1628[249], 1629[250] tarihlerine aittir. Bu tarihlere ait muhasebe defterlerindeki kayıtlara göre taife-i efrenciyân ve nemçelüyan' ı sayılarının 44 kişi olarak devam ettiği görülmektedir[251].
1629 tarihine kadar olan belgelerde 44 kişinin ismi ve aldığı günlük üçret kaydedilmiştir. Mesela, Yusuf muslimi nev ayda 10 altın, Koronil, reis-i tâîfe-i mezbûre ayda 100 altın, on kapudandan birine ayda 50 altın diğerlerine 10'ar altın, 8 çavuşa yine 10'ar altın, 5 onbaşıya da yine 10'ar altın aylık verilmektedir. Ayrıca bir de ayda 10 altın alan dragman (tercüman) bulunmaktadır. Bunlardan başka aylık 10'ar ve 5'er altın alan rütbesiz 18 kişi daha vardır. Ayni donem Osmanlı askerlerinin maaşları ile karşılaştırıldığında bu kişilerin oldukça iyi maaş aldığı görülmektedir. Nitekim verilen ücretler akçeye çevrildiğinde ayda 10 altın günde 40 akçaya tekabül etmektedir. Aynı dönem yeniçeri bölük ağalan ise günde 25 akça almaktadırlar [252].
1634-1635 yılına ait maaş icmal kaydında bu kişilerin 25 kişi[253], 16391640[254] ve 1641 1642[255] yıllarına ait muhasabe defterlerinde ise 4 kişi kaldığı goriilmektedir. Burada dort kişinin ismi ile aldığı maaş yazılmıştır. Ayrıca bunlar İçin sadece cemaat-i taife-i efrenciyân ifadesinin kullanılması nemçelüyân taifesinden hiç kimsenin kalmadığını göstermektedir. Sayıları giderek azalan bu kişilerin 1657[256], 1657-1658[257] ve 1670[258] tarihli belgelerde bir kişi[259] kaldığı görülmektedir.
1620'lerden sonraki maaş listelerinde, 44 askerin isimleri ve aldıkları maaşlar belirtilmektedir. Ancak kayıtlar duyulduğu gibi yazıldığı İçin isimleri okumak hayli güçtül. Caroline Finkel bu listelerdeki isimlerin daha önceki Papa Kalesi'ndeki isimlerle ayni olmadığını belirtir. Ona göre Papa kalesindeki kişiler ya ölmüşler veya ilıtida etmişlerdir[260]. Bu listelerde yer alan ef renciyân ve nemçeliiyan taifesi. Papa kalesinden gelen Fransız askerleri gibi barış zamanlarında İstanbul'da bulunmuşlar, diğer zamanlarda da çeşitli seferlere götürülmüşlerdir[261].
Müşahere horan defterlerinde ilk defa 1613 tai'ihinde 44 kişilik bir gurp olarak kayda geçen taife-i efrenciyan ve nemçeliiyamn faaliyetleri hakkında arşiv defterlerinde ayrıca bir bilgi bulunmaktadır. Ancak bu tarihten 1670 tarihine kadar ayn bir grup olarak ehl-i hıref defterlerinde kaydı bulunan bu grubun faaliyetleri hakkında bazı talıminlerinde bulunabiliriz. Bu grubun İçinde bulunduğu defterde topçular, top arabacıları, cebeciler, tabbahin-i hâssa, mehteran-i hassa gibi ordu hizmetinde bulunan cemaatlar bulunmaktadır. Hemen hepsi Avrupa asıllı olan efrenciyan cemaatinin mensuplarının ihtida etmelerinden sonra bile bu cemaatten ayrılmamaları ortak bir mesleklerinin olmasından kaynaklanmaktadır. Dikkati çeken bir diğer nokta da sayılarının giderek azalmasına ragmen grubun tamamlanmasıdır. Bu da cemaat mensuplarının yaptığı İşin giderek diğer cemaatlar tarafından yapılmaSindan kaynaklanmaktadır. Taife-i efrenciyânın ordu ile irtibatının, çok iyi silah kullanmaları sebebiyle öze, bir silahlı birim olmaları noktasında olduğu tahmin edilebilir. Bu cemaat mensupları çok iyi tüfek kullanan ve Avrupa'daki yeni silah teknolojisi hakkında bilgi sahibi olan kişiler olduklarından ayrıca topçu cemaati ve dökümcü cemaatine müşavirlik vazifesinde de bulunmaktadır. Her ne kadar haklarında fazla bilgi bulunmasa da bu cemaatin Avrupa'daki yeni ateşli silah tenkolojisinden haberdar oldukları ve bu teknolojiyi Osmanlıya aktarmada bir köprü vazifesi gördükleri muhakkaktır.
Osmanlı Devleti'nin çeşitli askeri birimlerinde bulunan Avrupa asıllı gayr-i müslim usta ve askerlerin, yeni gelişen Avrupa ateşli silah teknolojisinin Osmanlıya aktarılmasında önemli bir yeri olduğu görülmektedir. Bu aktarımın efrenci taifesine mensup kişilerin çokluğu ve keyfiyeti ile ilgili bir husus olduğu da dikkat çekmektedir. Ayrıca Osmanlılar bu kişileri ihtiyaç olduğu alanlarda istihdam ederek eksikliğini gidermeye çalışmıştır. Ateşli silahların yeni yeni geliştiği dönemlerde dökümcü ustalarına verilen önem bu konunun yeteri kadar gelişmesinden dolayı usta kullanıcı ve aucı gruplarına kayması istihdam alanlarını ihtiyaç gösterdiği yerleri de belirlemekteydi.
Netice olarak eksik bilgilere ve malzemelere rağmen tesbit edildiği kadarıyla tâife-i efrenciyân adlı gayr-i müslim Avrupa asıllı usta ve teknisyenlerin, Osmanlı askerî tarihinde daha geniş bir şekilde incelenilmesi gereken önemli bir yere sahip olduğu söylenilebilir. Zira tâife-i efrenciyânın, Avrupa'daki yeni teknolojik gelişmelerin Osmanlı dünyasında tanınması ve aktarılmasındaki önemi yanında, bilgi akışı ve karşılıklı etkileşmeler açısından da mühim bir konumu bulunmaktadır[*].