ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

S. Halûk Kortel

Anahtar Kelimeler: Delhi Sultanlığı, Türkler, Hindistan, İslâm, Alâeddîn Muhammed-Şâh Halacî

Türkler'in tarih boyunca kurduğu önemli devletlerden birisi de İslâm dininin Hindistan'da yayılmasında büyük rolü olan Delhi Sultanlığı (1206- 1526)'dır. Milâdî 1414 tarihine kadar Delhi Sultanlığı, Türk kökenli hânedanlar tarafından idare edilmiştir. Bunlar; Muizziler (1206-1290), Halaciler (1290-1320), Tuğluklular (1321-1413)'dır. Sultanlığın kurucusu Kutbeddin Aybeg (1206-1210), Gazneliler'in çöküşünden sonra Afganistan'da hüküm süren Gurlu hükümdarlarından Muizzeddin (hâbeddin) Muhammed (H73-1206)'in gulâmı ve önde guleti kumandanlarından birisi idi. Gurlular'ın I192'de müttefik Hindû racalarına karşı kazandığı Tarain (Triori) zaferi, Müslüman Türkler'in Hindistan'a yaptıkları akınlara hız kazandırmış ve kuzey Hindistan'da Türk idaresinin kurulmasının ilk adımını oluşturmuştur. Muizzeddin Muhammed'in Horasan'da bulunmak zorunda olduğu zamanlarda, Hindistan fütuhâtını Kutbeddin Aybeg idare etmekleydi[1]. Aybeg, Ganj ve Cumne nehirleri arasında kalan şehirler ile kalelei'i ardarda fethetmiş ve kuzey Hindistan'da Hindû nüfuzunu büyük ölçüde kırmayı başarmıştı. Gurlu hükümdarı Muizzeddin Muhammed'in 1206'da bir suikaste kurban gitmesi üzerine, Gurlular Devleti'nin güney bölümü onun kumadanları arasında paylaşıldı. Bunlardan Tâceddin Yıldız Gazne'de, Nâsıreddin Kabaca Multân ve Uça (Uccha)'da, Muhammed Bahtiyar Halaci Bihâr ve Bengâl'de bağımsız birer devlet kurdular[2], o sırada Gurlular'ın Hindistan velî'ahdı (veli'ahd-¡ Hindtıstân) bulunan Aybeg ise, Lâhor'da "Sultan Kutbeddin" umanıyla tahta çıktı (18 Zilkâde 602/26 Haziran 1206). Böylece Delhi Türk Sultanlığı'nın temelleri atılmış oluyordu[3]. Kutbeddin Aybeg'in kurmuş olduğu "Selâtîn-i Muizziye" veya "Muizzîler" adlarıyla da anılan bu hanedan, 1290 yılına kadar Devam etmiştir. Aybeg'in haleflerinden İkutmuş devri (1211-1236), Delhi Türk Sultanlığı için bir gelişme dönemi oldu. İkutmuş, Tâceddîn Yıldız ve Nâsıreddîn Kabaca'yı bertaraf ettikten sonra kuzey Hindistan'da Türk-İslâm hâkimiyetini yeniden kurup sağlamlaştırdı. Kuzeydeki Moğol tehlikesini, Sultan Celâleddîn Hârezmşâh'ın Hindistan'a sığınma isteğini geri çevirerek (1224), uzaklaştıran İkutmuş, öte yandan Hind gazâlarına Devam etmiş ve 1232'de Gvalyor, 1234'te Bhilsa ve Ucceyn'i fethetmek suretiyle Vindhya sıradağlarının kuzeyindeki bölgeye hâkim olmuştu. Sultan İkutmuş ayrıca Abbâsî halîfesi Mustansır Billâh tarafından, "en-Nâsıru emîrü'l-mü'minîn" unvanını alarak tanınan ilk Delhi Sultanıdır[4].

İltutmuş'un 1236'da ölümünden sonra devletin idaresi, onun kırk Türk memlûk emîrinin (Çihilgân) eline geçti. Emirler, nüfuzlarını Devam ettirmek için zayıf hükümdarları tahta çıkarttılar. Bu nedenle de 1236-1246 devresi, Delhi Sultanlığı için bir karışıklık devri oldu. Sultanlığın birliğini ancak yetenekli bir devlet adamı olan Balaban'ın önce nâ'ibliği, sonra da bağımsız idaresi temin etti. Aslen İltutmuş'un kırk Türk gulâmından biri olan Balaban, yaptığı reformlarla sultanlığı sağlam bir askerî ve idâri temel üzerine oturtmuş, Hind gazâları yerine kuzeyden sultanlığı tehdid eden Moğollar ile mücadeleyi ön plânda tutmuştur[5]. Balaban'ın 1287'de ölümü üzerine emirler, onun torunlarından Keykubâd’ı "Sultan Muizzeddîn" unvanıyla tahta çıkarttılar. Zayıf karakterli Muizzeddîn, Balaban'ın koymuş olduğu kuralları kaldırıp zevk ve sefahat hayatını tercih etti. Neticede ağır hastalanınca, tahttan uzaklaştırılıp yerine küçük yaştaki oğlu Keyümers geçirildi. Ancak onun nâ’ibi Halaç emirlerinden Melik Fîrûz, sultanlığın idaresini ele geçirerek "Sultan Celâleddîn" unvanıyla tahta çıktı ve Muizzîler'e son verdi (1290) [6]. Muizzîler'in yerini alan Halaç ailesi, aslında eski bir Türk kabilesi olan ve kesin olarak tesbit edilmeyen bir tarihte Türkistan'dan göç edip doğu Afganistan ve Hindistan'ın kuzey hudutlarında yerleşmiş bulunan Halaç Türklerine mensupdular[7]. Gurlular'ın 1192'den itibaren Hindistan'a yaptıkları akınlarda, Halaç emirleri ve Halaç Türkleri önemli rol oynamışlardı. 1290-1320 yılları arasında Delhi Sultanlığı'nı idare eden Halacîler hânedânının en göze çarpan şahsiyeti, kendisini ikinci bir İskender (Sikenderü's-sânî) [8] olarak gören Alâeddîn Mnhammed-Şâh Halacî (1296-1316), o devre kadar hiçbir müslüman hükümdarın teşebbüs etmediği bir dizi sefer düzenleyerek, İslâm dinini Hindistan'ın en güney ucuna kadar götürmüş ve bütün Hindû racalarını itaat altına almayı başarmıştı. Şimdi onun meliktik ve sultanlık devirlerinde izlediği fetih siyasetini açıklamaya çalışalım:

Alâeddîn Mnhammed-Şâh Halacî, melikliği sırasında Hindistan üzerine iki sefer tertiplemiştir. Bunlardan özellikle İkincisi yani Devagîri (bugünkü Devletâbâd) seferi, Müslüman Türkler'in Hindistan içlerine yaptıkları ilk sefer olması bakımından büyük bir önem taşır. İlki olan Bhilsa (Vidişa) seferi ise, bir yağma akını niteliğinde fakat, Devagîri seferi için bir hazırlık ve keşif harekâtı olmuştur.

Bhilsa Seferi

Melik Alâeddîn Halacî, 691 (1292) yılının sonlarına doğru amcası Sultan Celâleddîn Fîrûz-Şâh Halacî'nin iznini alarak Bhilsa üzerine sefere çıktı. Betva nehri kıyısında bir kasaba olan Bhilsa, o sırada Hindûlar'ın idaresindeydi. Melik Alâeddîn Halacî emrindeki kuvvetlerle iktâ'ı olan Karra'dan harekete geçti. Önce Ucceyn'e giden yolu Hindülar'dan temizleyen Alâeddîn, daha sonra âniden Bhilsa'yı ele geçirdi ve şehri yağmaladı. Bu akında Hindûlar'ın Betva nehrinin yatağına sakladıkları bronz putlar ortaya çıkartıldı ve tapınaklar tahrip edildi. Bhilsa'dan ele geçirilen ganimet ile putlar sefer dönüşü Sultan Celâleddîn Fîrûz-Şâh'a takdim edildi. Putlar sultanın emriyle, Müslüman halkın çiğnemesi için Delhi'nin Bedâûn Kapısı'[9] önünde yere atıldı. Melik Alâeddîn'in kazandığı bu zafer ve kendisine sunduğu hediyelerden çok memnun olan Sultan Celâleddîn, onu ‘Ârız-ı memâlik[10]tayin etmekle kalmamış, Karra'ya ilâve olarak Avadh (Oudh) vilâyetinin idaresini de vermişti. Diğer yandan Melik Alâeddîn, Bhilsa'da iken Devagiri racasının muazzam bir servete sahip olduğunu ve fillerinin çokluğunu duymuştu. Burayı ele geçirmek için plânlar yapan Alâeddîn, sultanın haberi olmadan Devagîri üzerine yürümek istiyordu[11].

Hırslı ve kurnaz mizacdaki Melik Alâeddîn'in asıl niyetinin Sultan Celâleddîn Fîrûz-Şâh'ı ortadan kaldırıp Delhi Sultanlığı tahtına oturmak olduğu rivâyet edilir. O, Devagiri'den yüklü bir ganimet elde ettiği takdirde ileri gelen emir ve devlet adamlarını kendi tarafına çekerek plânını uygulamayı düşünmekteydi. Nitekim Bhilsa seferi dönüşünde, Sultan Celâleddîn'den Çanderi[12]ve civarına bir sefer tertiplemek ve iktâ’ı olan Karta ve Avadh vilâyederinin vergisini bir defaya mahsus Delhi'ye göndermeyip düzenlenecek sefer için bir ordu kurmak hususlarında izin kopartmayı başardı[13]. Daha sonra Karra'ya geri dönen Alâeddîn, sultana söylediğinin aksine Çanderi'ye değil, önceden plânladığı gibi Devagiri Racalığı üzerine yapacağı seferin hazırlıkları ile meşgul oldu (693/1294) [14].

Devagiri Seferi

Devagiri bölgesi, kuzey Hindistan ile Dekken yarımadası arasında yer almaktaydı ve milâdî VIII. yüzyıldan XIII. yüzyıla kadar kuzeyden gelen hiç bir akma maruz kalmamıştı. Önceleri Çalukya Hânedânı'nın idaresindeki bu bölge, onlara bağlı olan Yadava hükümdarlarının eline geçtikten sonra büyük ve zengin bir devlet hâline gelmişti. Bu hânedândan Alâeddîn Halacî’nin çağdaşı Ramaçandra Deva (Râm Dîv)'nın 25 yıllık hükümdarlığı çok parlak geçmiş, Mâlva ve Mysore (Meysor)'u işgal eden Ramaçandra, Hindistan'ın en kudredi racası olmuştu. Ayrıca onun veziri Hemadpant sâyesinde Devagiri hâzinesi dolmuş, ülke refaha kavuşmuş ve ticâret gelişmişti[15].

Alâeddîn Halacî, 7-8 bin süvariyle[16] Karra'dan Devagiri'ye doğru yürüdü (19 Rebîülâhır 695/25 Şubat 1296) [17]. Fakat asıl maksadını gizlemeye gayret gösterdi ve Çanderi seferine çıkıyormuş gibi davrandı. Yokluğunda Karra ve Avadh'ın idaresine yakın arkadaşı Melik Alâülmülk[18] bakacaktı. Melik Alâeddîn'in gizli plânlarını bilen Alâülmülk'ün diğer bir görevi ise, Alâeddîn seferde iken, onun hakkında Sultan Celâleddîn Fîrüz-Şâh'a yalan haberler ulaştırmaktı[19]'.

Alâeddîn, en kısa zamanda hedefe ulaşıp başarıyla geri dönmek zorundaydı. Bu nedenle Dekken’deki güçlü Hindû racalarının düşmanlığını uyandırmamaya, Delhi'deki melik ve emirlerin şüphesini çekmemeye ve Çanderi'ye yapılacak sefer için gerekli süreden fazlasını kaybetmemeye özen gösterdi. Önce Çanderi ve Bhilsa'yı geçti, Vindhya sıradağlarını ve yolu üzerindeki nehirleri aşıp iki ay süren yolculuktan sonra Berar bölgesindeki İliçpür'a[20] ulaştı. Burada ordusunun dinlenmesi için iki gün konaklayarak kuvvetlerini düzene soktu'[21]. Alâeddîn, İliçpür'da iken durumlarını şüpheli gördüğü yerel idarecileri ve halkı sâkinleştirmek maksadıyla, kendisinin Sultan Celâleddîn'in sarayında sevilmeyen bir kişi olduğu için Devagiri raca- lığına bağlı olan Telingana bölgesindeki Racamundri (Racmundri) racası ile ittifak yapmaya gelmiş olduğuna dair bir söylenti yaymıştı[22]. Bundan sonra ordusuyla İliçpûr'dan ayrılan Melik Alâeddîn, Devagiri'nin yaklaşık 20 km. batısındaki Ghati Lacura geçidinden geçti ve Devagiri racası Ramaçandra'ya tâbi bir Hindü reisi olan Kanha'nın hâkimiyet sâhasına girdi. Kanha, Alâeddîn ile savaşmak üzere adamlarını topladı. Başlangıçta Kanha'nın kuvvetleri üstünlük sağladılarsa da, Alâeddîn'in ordusu karşısında ağır kayıplar vererek geri çekilmeye mecbur oldular.

Alâeddîn Halacî savaşı kazanmış ama, Dekken halkının döğüşken tabiatta olduklarını görmüştü. Bu sebeple asıl hedefi olan Devagiri üzerine harekete geçmeden önce, kumandanları ve askerleriyle görüşerek, onları tehlikelere karşı uyardı ve kazanacakları serveti gözlerinde canlandırmak suretiyle teşvik etti[23]. Alâeddîn'in ordusu Devagiri önlerine ulaştığında, Raca Ramaçandra şehirde bulunuyordu. Ancak Devagiri ordusu, Ramaçandra'nın büyük oğlu Singhana Deva'nın kumandası altında uzak bir yere -muhtemelen güneydeki Hoysala racalarının ülkesine- gitmişti. Dehşete kapılan Ramaçandra, şehir halkı ve hizmetkârları arasından aceleyle topladığı 2-3 bin kişilik bir kuvveti Alâeddîn'i karşılamak için Ghati Lacura'ya gönderdi[24]. Şehirden birkaç kilometre uzaklıkta yapılan savaşta Hindû kuvvetleri bozguna uğratıldı. Ordusunun mağlup edildiğini öğrenen Ramaçandra, Devagiri kalesine kapanıp elindeki cüz'î kuvvetle savunma yapmaya hazırlandı ve dışarıdan yardım beklemeye başladı. Alâeddîn ise, Devagiri şehrini tamamen yağmaladı ve Ramaçandra'ya ait ahırlardan 30-40 fil ve birkaç bin at ele geçirdi. Şehrin ileri gelenleri, Brahmanlar ve tüccarlar Alâeddîn'in askerleri tarafından esir alınmışlardı[25].

Şehrin yağmalanmasından sonra Alâeddîn, 195 metre yükseklikteki sarp bir tepede bulunan, suru, tabyaları ve 15 metre derinliğindeki hendeği ile Ortaçağ Hindistanı'nın en müstahkem kalelerinden birisi olan Devagiri kalesini kuşatma altına aldı[26]. Alâeddîn, bir yandan kuşatmaya Devam ederken, diğer yandan da kendi kuvvetlerinin, arkasından Devagiri'ye gelmekte olan sultanın 20 bin kişilik ordusunun sadece öncü birlikleri olduğu hakkında bir söylenti yaymışu. Bu söylenti, bütün Dekken'e korku saldı[27].

Herhangi bir yardımın gelmediğini gören ve zâten silâh, asker ve erzak bakımından kötü durumda olan Ramaçandra, Delhi Sultanı'nın bütün Dekken'¡ fethetmek niyetinde olmasından korkarak, başka kuvvetler gelmeden önce bir barış antlaşması yapmak için elçilerini Alâeddîn'e gönderdi. Ramaçandra elçileriyle gönderdiği mektupta, Alâeddîn'in Devagiri'ye hücumunun âni olduğunu, şehri korumasız bulduğu için serbestçe ilerleyebildiğin¡, bununla birlikte sayısız ordulara kumanda eden Dekken racalarının onu hâlâ kuşatabileceklerini, uygun miktarda bir sata tazminâtmı (na'1- baha) [28]" kabul edip ele geçirdiği ganimetlerle, vaktinde Devagiri'den sessizce çekilip gitmediği takdirde, dönüş yolu üzerinde bulunan 40 bin kişilik orduya sahip olan Mâlva ve çok sayıda süvari ve piyâdesi bulunan Hândeş ve Gondvana racalarının, onun geri dönmesine göz yummayacaklarını yazıyordu[29].

Alâeddin, bir an önce Karra'ya dönmek istediğinden, racanın teklifini kabul etti. Yapılan antlaşmaya göre, Alâeddin ele geçirdiği ganimetler, filler ve atların yanisira Ramaçandra'dan savaş tazminatı olarak 50 menn[30] altın, birkaç menn inci ve kıymetli kumaşlar alacaktı. Bunun üzerine Alâeddin şehre girişinin onbeşinci günü sabahında, aldığı esirleri serbest bırakıp geri dönmeye karar vermişti. Fakat Ramaçandra'nın oğlu Singhana Deva'nın Devagiri ordusu ile şehre dönmesi üzerine gelişen olaylar yüzünden antlaş- manin şartlan yerine getirilemedi[31].

Şehrin düştüğünü ve kalenin de kuşatma altında olduğunu öğrenen Singhana Deva, Müslümanlar ile savaşmak için hazırlık yaptı. Bu Sirada Melik Alâeddin'in ordusu Devagiri önlerinden geri çekilmekteydi. Müslüman kuvvetleri şehirden yaklaşık 2,5 km. kadar uzaklaştıklarında Raca Ramaçandra, Singhana'ya gönderdiği mesajda, "Her ne olduysa oldu, çok şükür bize bir zarar gelmedi. Eğer halk bir eziyet gördüyse, bunu en iyi biçimde telâfi edebilirim. Fakat gördüm ki, Türkler yani Müslümanlar acayip bir tâifedirler: onlarla savaşmamak gerekir" diyerek oğlunu uyarmıştı. Ancak Ramaçandra'nın antlaşmanın bozulmaması için gösterdiği bu ihtimam işe yaramadı. Singhana Deva babasının uyarılarına kulak asmayarak savaşmakta ısrar etti ve Melik Alâeddin'e tehdit dolu bir mektup yolladı. Bu mektupta. Melik Alâeddin'e eğer canını biraz olsun seviyor ve bu tehlikeli durumdan kurtulmak istiyorsa, Devagiri'den ele geçirdiği herşeyi geri vermesini ve kurtuluşu ganimet bilip ülkesine geri dönmesini bildirmekteydi. Singhana'nın kendisine meydan okumasına kızan Alâeddin, mektubu getiren elçilerin yüzlerini siyaha boyayarak geri gönderdi ve savaşmak için askerlerini düzene soktu. Melik Nusret Câliserî'yi[32] de muhtemel bir hurûc harekâtına karşı bin kişilik bir kuvvede kale kuşatmasında bıraktı ve ordusunun geri kalan kısmı ile Singhana'ya doğru ilerledi[33].

Yapılan savaşta Hindû kuvvetleri sayıca kalabalık olduğundan, başlangıçta Melik Alâeddîn'in ordusunu geri çekilmeye mecbur ettiler. Fakat tam o sırada kale kuşatmasındaki Melik Nusret Câliserî'nin emrindeki bin süvari ile mücâdeleye katılması, savaşın kaderini değiştirdi. Melik Nusret kumandasındaki birliğin kaldırdığı toz bulutu, Hindû askerlerini yanıltmış ve onlarda Delhi Sultaninin ordusunun gelmiş olduğu zannını uyandırmıştı. Bunun üzerine paniğe kapılan Hindülar, bozgun halinde kaçmaya başladılar. Savaşı kazandığını anlayan Melik Alâeddîn, kuşatmaya geri dönerek kaleyi sıkıştırmaya Devam etti. Ayrıca savaşta esir alınan birçok asker ve Brahman'ı öldürttü ve Raca Ramaçandra'nın yakın akrabaları ile ileri gelen adamlarını zincir ve boyunduruklara vurulmuş halde Devagiri kalesi önünde teşhir etti[34].

Dehşete kapılan Ramaçandra, yakın adamları ile durumu müzâkere etti ve Gulbarga, Telingana, Mâh'a ve Hândeş racalarından yardım istenmesi için emir verdi. Ancak Raca'nın en büyük sıkıntısı yiyecek kıtlığı idi. Bu sebeple Melik Alâeddîn Halacî’ye bir mektup gönderdi. Mektubunda anlaşmayı bozmuş olduğunu, son yapılan savaştan kendisinin sorumlu tutulmaması gerektiğini yazmaktaydı[35].

Melik Alâeddîn, Ramaçandra'nın sıkıntısının sebebini sezdiğinden, elçiler, kaleyi savunanların açlığın eşiğinde olduklarını doğrulayıncaya kadar görüşmeleri bir bahane ile erteledi. Nihâyet Ramaçandra'nın yolladığı elçilerin şiddetli ısrarları karşısında bir antlaşma yapmaya râzı oldu. Onun bu defa öngördüğü şartlar çok daha ağır olmuştu. Buna göre, Raca Ramaçandra, İliçpûr bölgesinin gelirlerini her yıl Melik Alâeddîn'e göndermeyi taahhüt etmekteydi. Melik Alâeddîn buna ilâve olarak Raca'dan yüklü bir savaş tazminatı alacaktı. Tarihçi Firişte[36], bu savaş tazminatının 600 menn altın, 7 menn inci, 2 menn çeşitli mücevherler, bin menn gümüş, 4 bin parça ipekli kumaş ve daha birçok değerli eşyadan oluştuğunu kaydetmektedir. Raca Ramaçandra, savaş tazminatını ödedikten sonra kızlarından birini de Melik Alâeddîn ile evlendirdi. Emir Husrev'in ifâdesine bakılırsa[37], Melik Alâeddîn De١'agiri'de kaldığı süre zarfında, Hindü tapınaklarım câmiye çevirip içlerine hutbe okunması maksadıyla minberler ve mihrâblar yaptırmıştı. Aldığı bütün esirleri serbest bırakan Alâeddîn, 25 gün sonra Devagiri'den ayrıldı. Dönüş yolu üzerinde bulunan Çavhan Racputları'nın idaresindeki Asîrgarh[38] kalesini ele geçirdi ve uzun bir yolculuktan sonra iktâ'ı olan Karra'ya ulaştı[39] (28 Receb 695/1 Haziran 1296) [40]. Devagiri seferinin en mühim sonucu, Müslümanlar'a Dekken'deki yerli devletin zaafını göstermesi olmuş; güney Hindistan’ın Türk hâkimiyetine girmesinde ilk adım bu suretle atılmıştır.

Karra'da durumunu kuvvetlendiren Melik Alâeddîn, kısa süre içinde merkezdeki emîr ve melikleri, devlet ileri gelenlerini ve halkı kendi tarafına çektikten sonra Delhi üzerine yürüdü ve burada "Sultan Alâeddîn Muhammed-Şâh" adıyla tahta oturdu (22 Zilhicce 695/21 Ekim 1296) [41]. Devlet kademelerine gerekli tayinleri yaptıktan ve siyâsî iktidârını sağlamlaştırdıktan hemen sonra, vakit kaybetmeksizin en büyük gayesi olan bütün Hindistan'ın fethi düşüncesini uygulamaya koydu. Alâeddîn Muhammed- Şâh'ın ilk hedefi Baghela Racputları'nın idaresindeki Gucerat oldu.

Gucerat Seferi

Gucerat Racalığı, ortaçağlarda Hindistan'ın en zengin bölgelerinden biri idi. En başta gelen liman şehri Kambay (Kenbâyet), Arabistan ve İran gibi ülkelerle çok sıkı ticârî münâsebetlerde bulunmaktaydı. Araplar'ın kuzey Hindistan'a girmelerinden sonra (milâdî VIII. yüzyıl başı), Müslüman tüccarlar da bu bölgeye yerleşmişler, ticaretin daha fazla gelişmesini ve Gucerat'ın zenginleşmesini sağlamışlardı[42].

Gucerat'ı idare eden Çahlukya Hânedânı'ndan son raca, bir erkek velî'ahd bırakmadan ölünce, hükümdarlık onlarla evlilik yoluyla akrabalığı bulunan Baghela Racputları'nın eline geçti. Baghela Racputları, Türkler tarafından fethine kadar yani yarım yüzyıldan fazla bir süre Gucerat'ı idare ettiler. Gucerat’ın Hindistan hâkimiyeti bakımından önemini çok iyi bilen Sultan Alâeddîn Muhammed-Şâh, bölgeyi İslâm hâkimiyeti altına almaya karar verdi ve iki büyük emîri Uluğ Hân[43] ve Nusret Hân'ı Gucerat'ın fedaiyle görevlendirdi.

Uluğ Hân ve Nusret Hân'ın kumandasındaki Halacî ordusu 20 Cemâzîülevvel 698 (23 Şubat 1299) tarihinde Delhi'den Gucerat’a hareket etti[44]. Ordunun bir kısmı Uluğ Hân'ın idaresinde Cayselmir'i[45] ele geçirmeye ve sonra Nusret Hân'ın kuvvetlerine katılmaya memur edilmişti. Uluğ Hân emrindeki kuvvetlerle Sind’e doğru ilerledi ve Cayselmir'e bir akın yaptı. Birçok Hindû öldürüldükten sonra, Cayselmir kalesi zaptedildi. Uluğ Hân 200 kişilik bir garnizonu Cayselmir’de bırakarak Çitor yakınlarında Nusret Hân’ın kuvvederine kauldı. Delhi'den Gucerat'a giden en kısa yol Calor[46] üzerinden geçmekteydi. Bu sebeple Sultan Alâeddîn Muhammed-Şâh, Calor racası Kanhar Deva'dan ordusunun ülkesinden geçmesine müsaade etmesini istemişti. Ancak Kanhar Deva bunu reddedince, Halacî ordusu Çitor bölgesinden ilerlemek zorunda kaldı ve Banas nehrini geçtikten sonra Radosa kalesine sahip oldu[47]. Bir süre sonra Gucerat bölgesine giren ordu, başkent Anhilvara'ya[48] hücum etti. Gucerat racası Karan Baghela, emrinde 30 bin süvari, 80 bin piyade ve 30 fil, [49] bulunmasına rağmen. Delili Sultanlığı ordusunun ani hücumuna karşı koymayıp, Anhilvara'yı terketti ve Devagiri racası Ramaçandra'ya sığındı[50]. Raca Karan'ın bütün kadınları, filleri[51] ve hâzinesi ele geçirdi. Uluğ Hân ordusunun bir kısmını Raca Karan'ı takip etmekle görevlendirdi ve diğer bir kısmıyla bizzat Somnat üzerine yürüdü. Somnât'daki bütün tapınaklar ve pular tahrip olundu. Uluğ Hân bölgede İslâm dininin yayılması için bir de mescid yaptırdı[52]. Somnât'daki putların en büyüğü ise, teşhir için Delhi'ye gönderildi.

Diğer taraftan Nusret Hân, emrindeki kuvvetlerle deniz kıyısındaki Kambay şehrine gitmiş ve burayı yağmalayarak değerli eşyalar ve mücevherler ele geçirmişti. Ayrıca Kambay'da bulunduğu sırada, Kâfûr adında bir köle satın almıştı. Bu köle, ileride Sultan Alâeddin'in en seçkin adamı olacak, hattâ hükümdar nâibliğine kadar yükselerek Dekken ve güney Hindistan'ın Müslüman Türkler tarafından fethinde başrolü oynayacak. Bin dînâra satın alındığından ona "Hezârdînârî" adı verilmişti[53]

Sultan Alâeddiıı Mtıhammed-Şâlı, yeni fetiledilen Gucerat'ııı idaresine kayınbiraderi Sencer Beg yani Alp Hân'ı[54] tayin etti. Bölgede İŞİ biten Uluğ Hân ve Nusret Hân'ın kumandasındaki Halaci oi'dusıı ise, Dellii'ye dönmek üzere yola çıktı.

Ranthambor Seferi

Sultan Alâeddin Muhammed-Sâh, Gucerat seferinden sonra, Racputana bölgesinin zaptedilmesine karar verdi. Bu bölgeye yapılacak seferin asil hedefi, Hindistan'ın en müstahkem kalelerinden biri olan Ranthambor[55] idi. Gucerat seferi dönüşü Calor yakınında orduda isyan çıkaran elebaşılardan Muhammed-şâh ve kardeşi Kebrû'nun Ranthambor racasına ilticâ etmeleri de Sultan Alâeddîn'e buraya sefer düzenlemesi için bir bahane hazırlamıştı.

Sultan Alâeddîn, Bayâna vâlisi Uluğ Hân'ı emrindeki kuvvetlerle Ranthambor üzerine gönderirken, Nusret Hân'a da iktâ'ı olan Karra ve civarındaki bütün askerlerini toplayıp Uluğ Hân'a yardım etmek üzere yola çıkmasını emretti. Uluğ Hân ve Nusret Hân'ın kumandasındaki Delhi Sultanlığı ordusu[56], yolu üzerindeki Châin[57] kalesini âni bir hücumla zaptetti[58]. Ordunun Ranthambor'a ulaşmasından önce, Uluğ Hân, Raca Hammîr Deva'ya bir mesaj göndererek Sultan Alâeddîn'in Raca'ya karşı bir garazı olmadığını ve eğer kendisine ilticâ eden âsileri öldürür ya da sultana teslim ederse, Delhi Sultanlığı ordusunun Delhi'ye geri döneceğini, bu şartlara uyulmadığı takdirde ise, sonuçlarına karşı hazırlıklı olunmasını bildirdi. Fakat Uluğ Hân'ın bu mesajı Hammîr Deva'yı hiç korkutmadı. Yakın adamları, ona sultanın ordusunun Ranthambor'u kuşatması halinde halkın çok acı ve zorluk çekeceğini açıklayarak mülteci âsileri Sultan Alâeddîn'e göndermesini tavsiye ettilerse de, Raca bunu şiddetle reddetti. Bu sebeple Uluğ Hân'a haber göndererek Sultan Alâeddîn'in düşmanlığını kazanmak istemediğini, fakat ondan korkmadığını da bildirdi[59].

Uluğ Hân, Raca Hammîr Deva'nın bu cevabı üzerine, ordunun başında Ranthambor'a yürüyerek kalenin yakınında ordugâhını kurdu ve kuşatma için gerekli hazırlıkların yapılmasını, emretti (Receb 700/Mart-Nisan 1301). Kale çok müstahkem olduğundan çarpışmalar iki tarafın birbirleri üzerine mancınıklarla taş gülleler yağdırması ile başladı[60]. Bu sırada kaleden fırlatılan bir taş Nusret Hân'a isâbet etti. Nusret Hân aldığı yararın etkisiyle birkaç gün sonra öldü[61]. Bu durum askerlerin maneviyatlarını bozdu ve bir sessizlik başladı. Kaledeki Hindûlar ise, Halaci ordusundaki sessizliğin bir mağlubiyet alameti olduğunu düşünerek şiddetli bir hurûc harekatında bulundular. Uluğ Hân, buna karşı koyamadı ve emrindeki kuvvetlerle Chain'e çekildi[62]. Daha sonra da Sultan Alaeddin Muhammed-Şah'a bir mektup yazarak, durumun ciddiyetini bildirdi. Bu haber üzerine Sultan Alaeddin, ordunun başında bizzat Ranthambor kuşatmasını idare etmek maksadıyla Delhi'den aynldı[63]. Fakat Tilpatda[64] konakladığı sırada yeğeni Vekil-i der[65] Eğit (Yığit) Hân'ın tertiplediği bir suikast teşebbüsü ve ardından çatlak veren isyan hareketini bastırmakla bir süre uğraşmak zorunda kaldı[66]. Asilerin cezalandırılmasından sonra Ranthambor'a doğru yürüyüşüne Devam ederek ordugahım kalenin karşısındaki Ran adi verilen tepede kurdu. Sultanin gelişiyle, yarim kalan kuşatma harekatı yeniden başladı: güç, moral ve teçhizat bakımından takviye edilen askerler, kuşatmaya dört elle sarıldılar, istihkâmlar kurulması için dikilen torbalara kum dolduruldu ve bunlar üst üste kondu. Bu istihkâmların üzerine yerleştirilen mancınıklar ile kalenin İçine taş gülleler atılmaya başlandı. Kaledeki Hindûlar da buna mancınıklarıyla yanan gülleler atarak karışıklık veriyorlardı. Bu çarpışmalarda her iki taraf da çok kayıp verdi. Sultan Alâeddin ise bir yandan kuşatma harekâtı ile ilgilenirken, diğer yandan Châin civarına akınlar düzenlemiş ve güneyde Dhâr şehrine kadar olan yerler fethedilmişti [67].

Ancak kuşatmanın uzaması Halaci ordusunda gerginliği arttırmıştı. Memleketlerinden uzakta kalmak, askerleri kaderlerinin Ranthambor surları önünde ölmek olduğuna İnandırmış ve hepsini ümitsizlik kaplamıştı. Sultan Alâeddin ise, soğukkanlılığını koruyarak hiçbir şeyden endîşe etmiyormuş gibi davranmakta fakat peşpeşe çıkan isyanların sebepleri ve kuşatmadaki son durum hakkında, yakın adamlarıyla muz kerelerde bulunmaktaydı. Yorgun olmalarına rağmen kuşatmanın zorluklarına göğüs geren askerler, Ranthambor surlarına yaklaşmak için, kalenin önündeki hendeği ağaç kütükleriyle doldurmaya çalıntılarsa da, Hindülar'ın attıkları yanan odunların kütükleri tutuşturması buna engel oldu. Fakat bu sırada harekete geçen Sultan Alâeddin'in süvalileri kalenin önündeki hendeğin bir bölümünü dol- durmayı başardılar. Bundan sonra kum dolu torbaların yetmemesi üzerine askerler pantolonlarım torba haline getirip içlerine kum doldurdular ve sonuçta kalenin burçlarına ulaşan yüksek bir istihkam yaptılar. Ancak Hindülar'ın yeniden başlattığı yoğun mancınık atışı, Halaci kuvvetlerinin iki veya üç haftadan daha fazla bir süre boyunca kalenin burçlarına yaklaşmalarına mani oldu[68]. Bununla beraber kalede erzak azalmış ve Hindülar yiyecek sıkıntısı çekmeye başlamışlardı. Emir Husrev Dihlevi[69], Ranthambor'daki erzak kıtlığının ne kadar yüksek boyutta olduğunu "bir pirinç tanesi 10 altına satılır oldu" sözleriyle açıklamaktadır.

Dışarıdan Halaci ordusunun yaptığı baskı ve içeriden yiyecek azlığının yaratuğı gerginlik. Raca Hammir Deva'yı tamamen umutsuzluğa düşürmüştü. Ranthambor'un Müslümanlar'ın eline geçeceğini anlayan Hammir Deva, kalenin bulunduğu sarp tepenin üzerinde büyük bir ateş yakılmasını istedi ve Hindü geleneklerine uygun olarak bütün kadınlarını ve çocuklarını alevlerin içine attırdı. Dalla sonra birkaç sâdık adamı[70] ve kalan askerleri ile birlikte son bir hücumda bulundu. Raca ve yanındakilerin hemen hepsi bu son çarpışmada öldürüldüler ve Ranthamboi’ kalesi fetiledildi (3 Zilkade 700/10 Temmuz 1301) [71]. Sultan Alaeddin Muhammed-h, Ranthambor'daki bütün Hindü tapınaklarını tahrip etti ve kuşatma sırasında kendi tarafına geçmiş olan Hindûları, velinimetleri olan Raca Hammir Deva'ya bağlı kalmadıkları gerekçesiyle öldürttü[72].

Sultan Alaeddin, Ranthambor ve Chain'in idaresini kardeşi Ulug Hân'a verdikten sonra, Delhi'ye geri döndü. Bundan 4-5 ay sonra Ulug Hân, Telingana ve Ma'bar bölgeleri üzerine sefere çıkmaya memur edildi. Ancak sefer tedârikini görmek için Delhi'ye doğru yola çıktığı sırada aniden öldü. Sultan Alaeddin kardeşinin ölümü nedeniyle bir süre yas tuttu ve sonra yeniden Hindistan seferlerine Devam etti[73].

Çîtor'un Zapu

Sultan Alaeddin Muhammed-Şah, Ranthambor'un fethinden iki yıl sonra (702/1302-1303), Beren valisi Dadbeg[74] Melik Fahreddin Cavna[75] ve Karra valisi Melik Çahcu'nun[76] kumandasındaki bir orduyu Bengal ve Orissa üzerinden Telingana racalığının merkezi Varangal'e göndermiş: ancak bu sefer, yağmur mevsiminin başlaması sebebiyle netcesiz kalınca ordu Delhi'ye geri dönmüştü[77]. Hemen hemen ayni tarihlerde Sultan Alaeddin de Racputana bölgesinin en sağlam kalelerinden biri olan Çitoı (Çitorgarlı)'a bir sefer düzenledi. Mâlva'nın kuzeyinde Banas nehrinin güney kıyısında bulunan Çitor, o sıralarda Guhila Racputları'ndan Raca Ratan Singil'in hakimiyetinde idi.

Sultan Alaeddin. 8 Cemâzîülâhır 702 (28 Ocak 1303) günü, kalabalık bir ordunun başında Çitor’a hareket etti. Müstahkem Çitor kalesi sultanin kuvvetleri tarafından 8 ay boyunca kuşatma altında tutuldu. Daha fazla direne- meyeceğini anlayan Raca Ratan Singh, kadınlarını ve çocuklarını ateşe atarak öldürdükten sonra kaçtı. Sultan Alâeddin, Çitor'u ele geçirerek şehirdeki Hinduların öldürülmesini emretti (11 Muharrem 703/25 Ağustos 1303). Ratan Singh ise, bir süre sonra teslim oldu ve Sultan Alaeddin tarafından bağışlandı. Bu arada Çitor'da bulunan Hindu tapınakları ve putların tamam imha edildi[78].

Sultan Alaeddin, Çitor'un idaresini oğlu Hızır Hân'a verdi ve ona atfen Çitorun ismini "Hızır-âbâd" olarak değiştirdi. Sultan, Hızır Hân'a ayrıca hçkimiyet alâmeti olarak kırmızı bir çetr, altın işlemeli bir elbise ve biri yeşil diğeri siyah renkte iki adet sancak verdi ve Çitor'dan ele geçirilen ganimeti de ona bırakarak Delhi’ye geri döndü[79].

Hızır Hân, Çitor'u birkaç yıl idare etti. Fakat Racputlar, ülkelerini bir Türk vâlinin idare etmesinden hiç memnun değillerdi. Bu sebeple de sürekli karışıklık çıkararak kaledeki garnizonu rahatsız ediyorlardı. Hattâ işi, kaledeki Müslümanları burçlardan aşağı atacak kadar ileri götürmüşlerdi. Bu karışıklıklar üzerine Sultan Alâeddin,Çitor'un idaresini oğlu Hızır Hân'dan alarak Çavhan Racputları'ndan Kanhar Deva'nın kardeşi Calor'lu Mal Deva'ya vermek zorunda kaldı (yaklaşık 711/1311-1312 yıları) [80]. Mal Deva, Sultan Alaeddin ölünceye kadar ona bağlı kaldı ve her yıl Delhi'ye muntazaman eyâletinin haracını ve değerli hediyeler gönderdi. Nitekim Firişte[81],, Mal Deva'nın sultanın ordusuna sefer zamanında 5 bin süvari ve 10 bin piyâde ile kandığını belirtmektedir.

Mâlva'nın Fethi

Mâlva, Ranthambor ve Çitor'un güneyinde, Gucerat'ın doğusunda ve Dekken'in kuzeyinde yer almaktadır. Mâlva ve civarı ilk defa 1199 yılında Kutbeddin Aybeg tarafından yapılan bir akınla zaptedilmişti. Daha sonra Sultan İltutmuş. I234'te Raca Devapala (1216-1240)'nın hâkimiyetindeki Mâlva'yı İşgal etmiş, Ucceyn'i yağmalayarak buradaki bütün tapınakları ortadan kaldırmıştı. Nasıreddîn Mahmüd-Şâh (12461266) devrinde ise. Balaban Uluğ Han, 1251 yılında Mâlt’a'ya kadar uzanan başarılı’ bir akın yapıp Nervar'ı almıştı. Fakat bütün bil seferlerin birer yağma akını niteliğini taşımaları, Mâlva'nın kesin olarak itaat altına alınmasına engel olmuş, Hindülar kaybettikleri yerleri kısa süre İçinde geri almışlardı[82].

Sultan Alâeddin Muhammed-Şah, Ranthambor ve Çitor’un fethinden sonra Moğol akımları ve bunlara karşı çeşitli önlemlerin alınması ile meşgul olduğundan bir müddet Hindistan seferlerine ara vermişti. Ancak, onun bil konuyu tamamıyla ihmâl etmemiş olduğu, 1305 yılında tertiplediği Malva seferinden anlaşılıyor.

Malva bölgesi o sıralarda. Raca Mahlak Deva'nın idaresindeydi. Mahlak Deva 3040 bin süvari ve çok sayıda piyadeden oluşan kalabalık ,bir orduya sahipti[83]. Bu büyük ordunun başkumandanı ve aynı zamanda Raca Mahlak'ın süt kardeşi olan Vezir Hara Nand, Hindülar arasında Koka Pradlnana[84] adıyla tanınan cesur bir asker ve tecrübeli bir devlet adamı idi. Malva racası Mahlak Deva ve veziri Koka Pradhana "güçlerinden kibire kapılarak" Sultan Alâeddin Muhammed-Şah'a itaati reddetmişlerdi. Bunun üzerine Sultan Alâeddin,Hâss-hâcib Melik Aynülmülk Şihâb Multâni'yi[85], 10 bin kişilik bir ordunun başında Malva üzerine gönderdi. Aynülmülk, kumandası altındaki kuvvetlerle Koka Pradhana'nın ordusunu büyük bir bozguna uğrattı. Vezir Koka ve Hindûlar'ın çoğu savaşta öldürüldüler. Koka Pradana'nın kesik başı Delhi'ye gönderildi. Bu arada Koka'nın öldüğünü öğrenen Raca Mahlak Deva, Mandü'ya[86] kaçmıştı. Sultan Alâeddin, Malva'nın idaresini Aynülmülk Multanî'ye vererek onu Mahlak Deva'yı Mandû'dan kovup bölgeyi kafirler- den temizlemekle görevlendirdi. Aynülmülk emrindeki kuvvetlerle hiç vakit kaybetmeden Mandü’ya yürüdü. Raca Mahlak Deva ise, ona karşı oğlunun kumandasında bir ordu gönderdi, fakat yenilgiye uğratıldı. Raca'nın oğlu da savaşta ölenler arasındaydı. Yenilgi üzerine dehşete kapılan Mahlak Deva, Mandû kalesine kapandı. Bu sırada bir casus Aynülmülk Multani'ye kalenin İçine giden gizli bir yol tarif etti, o ve adamları bu gizli yol vasıtasıyla kaleye girmeyi başardılar. Raca Mahlak Deva civarındaki dağlara kaçmak istediyse de yakalanarak öldürüldü (5 Cemâzîülâhır 705/23 Aralık 1305). Aynülmülk, sultan adına hutbe okuttu ve güvenilir bir adamım bu zaferi Alaeddin Muhammed-Şah'a müjdelemesi için Delhi'ye gönderdi. Bu haberden son derece memnun olan Sultan, Mandü'nun idaresini de Melik Aynülmülk'e verdi.

Bundan sonra sırasıyla Ucceyn, Dhar Nagari ve Çanderi kaleleri de Malva ve Mandû'nun ilk müslüman valisi Aynülmülk'ün gayretleri neticesinde fethedildi[87]. Firişte'ye göre[88], Malva ve civarının fethi dolayısıyla Sultan Alâeddin Muhammed-Şah, Delhi'de yedi gün yedi gece şenlik İlân ederek zaferi kutlamıştı.

Calor'un Zapo

Mâlva'nın kısa süre İçinde zapt ve yağma edildiğini duyan ve ayni akıbete uğramaktan korkan Calor racası Kanhar Deva, bir amanname yazdırarak adamlarıyla Delhi'ye gönderdi ve Sultan Alaeddin'e itaatini arzetti (705/1305) [89]. Sultan Alaeddin, büyük ihtimalle ayni sıralarda meydana gelen bir Moğol akımına karşı bütün ordularını kuzey sınırlarına sevketmek isteyerek, şimdilik Calor racası Kanhar Deva ile mücadeleye girmeyi doğru bulmamış ve ona aman verip bağlılığını kabul etmeyi tercih etmişti. Ancak Kanhar Deva'nın, birkaç yıl sonra Delhi sultanına tabi olmaktan vazgeçip bağımsız hareket etmeye başlaması üzerine Sultan Alaeddin Muhammed-Şâh, Melik Kemaleddin Gurg'u[90] seçme bir ordu ile Calor'a gönderdi. Kemaleddin Gurg, Calor kalesini kuşattı ve şiddetli hücumlarla sıkıştırmaya başladı. Bu arada bir Hindû, müslüman kuvvetlerine kalenin İçine giden gizli bir geçit göstermişti. Fakat, tam o esnada Melik Kemaleddin'in gerçekleştirdiği şiddetli bir saldın neticesinde, sultanlık kuvvetleri Calor'a girmeyi başardılar ve kaleyi fethettiler (710/1311) [91]. Raca Kanhar Deva, kardeşi Vikram Deva ve birçok Hindû, kaleye yapılan bu şiddetli hücumda ölmüşlerdi[92]. Böylece Hindular'ın önemli kalelerinden birisi daha Delhi Sultanlığı'nın hâkimiyetine girmiş oluyordu.

Devagiri’nin Fethi

Sultan Alaeddin Muhammed-Şah, daha melikliği zamanında Dekken'in merkezi durumundaki Devagiri'ye karşı bir sefer düzenleyerek Raca Ramaçandra'yı her y 1 Delhi'ye haraç göndermeye mecbur etmişti (695/1296). Fakat Ramacandra, bir süre sonra Sultan Alâeddîn'iî Moğol akımlarıyla meşgul olmasından yararlanarak bağımsızlığını ilân etmişti ve bir kaç yıldan beri haracını Delhi'ye göndermiyordu. Ayrıca kendisine sığınan Gucerat racası Karan Baghela'yı Sultan Alaeddin'e teslim etmeyip, himayesine alarak kendisine Nandurbar'da oturma izni vermişti.

Bu sebeplerden ötürü Sultan Alaeddin, Devagiri üzerine yeni bir sefer tertiplemeye karar verdi. Moğol taarruzlarına karşı kuzey hudutlarında bulunan birkaç tümenini geri çekti ve 30 bin kişilik[93] bir ordu oluşturarak Barbeg Melik Nâ'ib Kâfûr Hezârdînârî kumandası altında Devagiri üzerine gönderdi. Nâ'ib-i Ârız-1 memalik Hace Hâcî (Siraceddin) ise, sultan tarafından ordunun levâzımâtının temin edilmesi ve ele geçirilecek filler ile ganimetin korunmasına memur edildi[94],. Malva valisi Aynülmülk Multani ve Gucerat valisi Alp Hân da emirlerindeki kuvvetlerle Devagiri'ye gönderilen orduya katılmakla görevlendirilmişlerdi[95]. Melik Nâ'ib Kâfür, gece gündüz durmadan ilerleyerek yaklaşık 700 km.'lik bir askeri yürüyüşten sonra Devagiri'ye ulaştı (19 Ramazan 706/24 Mart 1307) ve etrafı yağmalamaya başladı. Hazırlıksız yakalanan Raca Ramaçandra, aceleyle topladığı küçük bir orduyu, oğlu Singhana Deva kumandasında, Halaci ordusunu karşılamaya gönderdi. Fakat Singhana Deva'nın idaresindeki Hindû kuvvetleri, Melik Nâ'ib Kâfûr tarafından bozguna uğratıldı ve tamamına yakını imhâ edildi. Singhana Deva ise, güçlükle canını kurtarabilmişti. Daha fazla karşı koyamayacağını anlayan Ramaçandra da teslim olmayı kabul etti ve çocukları, kadınları ve bütün taraftarlarıyla beraber esir alındı[96]. Bu arada Halacî ordusu, Devagiri'yi yağmalamaya koyulmuş ve hâzinelerin yanısıra 17 fil ele geçirilmişti.

Melik Nâ'ib Kâfûr, Raca Ramaçadra ile çocukları, kadınları ve yakın adamlarını beraberinde Delhi'ye götürdü. Sultan Alâeddîn Muhammed-Şâh, Ramaçandra'yı iyi karşıladı ve güleryüz gösterdi. Ramaçandra ve yanındakiler altı ay boyunca Delhi'de alıkonuldular. Sultan Alâeddîn daha sonra racayı serbest bıraktı ve ona bir çetr, 100 bin tenge (altın) ve "Rây-ı Râyân" yani "Racaların Racası" unvânını vererek, Navasari bölgesini de hâkimiyet sâhası Devagiri'ye ilâve etti. Eski itibarı kendisine iâde edilen Ramaçandra çocukları, kadınları ve maiyyetindekilerle birlikte Devagiri'ye geri döndü ve ülkesini Sultan Alâeddîn Muhammed-Şâh adına idare etmeye başladı[97].

Sivâna'nın Zaptı

Racputlar'dan Raca Satal Deva'nın hâkimiyeti altındaki Sivâna[98], Delhi'den 330 km. mesafede bulunan ve etrafı, geçimini eşkıyâlıkla sağlayanların barındığı bir ormanla çevrili müstahkem bir dağ kalesiydi. Çok yakınındaki Ranthambor ve Çitor'un şiddetle zaptedilmesine rağmen, Sivâna racası Satal Deva, Sultan Alâeddîn Muhammed-Şâh'a itaati reddetmişti.

Sultan Alâeddîn bu müstahkem kaleyi ele geçirmek maksadıyla bizzât sefere çıktı (13 Muharrem 708/3 Temmuz 1308). Sultan, Sivâna'ya ulaştığı zaman. Raca Satal Deva birkaç bin kişilik bir kuvvetle kaleye kapanmış, savunma hazırlığındaydı. Sultan Alaeddin, ordusunu sağ kanadını kale duvarlarının doğu ve batısına, sol kanadını kuzeyine yerleştirdi. Merkezde bulunan Melik Kemaleddin Gurg ise, askerlere kalenin etrafına mancınıklar yerleştirilerek surların döğülmesi emrini verdi. Fakat Hindülar, kaleyi büyük bir hararetle savunuyorlar ve yaptıkları yoğun mancınık atışlarıyla sultanin ordusunun şiddetli hücumlarım geri püskürtmede başarılı oluyorlardı. Sultan Alâeddin Muhammed-Şâh'ın kumandanları birçok savaş taktiği denedilerse de, bunlar kalenin alınmasını sağlayamadı[99]. Hiçbir şeyin işe yaramadığını gören Halaci kuvvetleri, bir hileye başvurdular ve Bhaile adındaki bir Hindu'nun tavsiyesi üzerine, bir ineğin kesik başını mancınıkla kaledekilerin su temin ettikleri göle fırlattılar. Hindular, İneği kutsal saydıkları için göldeki suyu içemediler ve bir süre sonra susuz kalarak direnme güçlerini yitirdiler[100]ا. Sultan Alaeddin'in askerleri şiddetli çarpışmaların ardından, kale duvarlarını aşıp içeriye girdiler. Kalenin fethedilmesinin an meselesi olduğunu anlayan Hindülar, kaçmak istedilerse de, Halaci kuvvetleri tarafından takip edilerek imha olundular. Raca Satal Deva, Calor'a kaçmayı denedi ancak yolda Sultan Alaeddin'in adamları tarafından yakalanıp öldürüldü (23 Rebiülevvel 708/10 Eyh'ıl 1308) [101]. Böylece Sivana kalesi yaklaşık iki buçuk aylık bir kuşatma neticesinde ele geçirilmiş oluyordu. Sultan Alaeddin ise, Sîvâna'nın idaresini Melik Kemaleddin Gurg'a bırakarak Delhi'ye döndü.

Varangal Seferi

Bir yıl kadar sonra Sultan Alaeddin Muhammed-Şah, Melik Nâ'ib Kâfür Hezârdînârî'yi Dekken'in doğusunda yer alan ve orta Hindistan hâkimiyetinin Devamı açısından önemli mevkideki Telingana Racalığı'nın başkenti Varangal[102] üzerine bir sefer yapmaya memur etti. Sultan, sefere çıkmadan once Melik Kâfür ile görüşerek, Varangal kalesini zaptetmek için bütün gayretini ortaya koymasını, ancak Varangal racası Pratap Rudra Deva, İslâm dinini kabul etmek yerine hazinesini, mücevherlerini ve fillerini teslime ve irer yıl haraç göndermeye azı olursa, Raca'nın ümitsizce bir direnişe kalkışmasına engel olmak için anlaşma yoluna gitmesini istedi. Sefer için görevlendirilen diğer bir kumandan Nâ'ib-i Ârız-ı memâlik Hâce Hâcî ile de bir müşâvere yapıldı ve askerler ile kumandanlara küçük suçlar yüzünden ağır cezâlar verilerek gücendirilmemeleri, işlerin yürütülmesinde dalkavukluğa göz yumulmaması, ele geçirilen ganimetten kumandanların payına düşen kısmın bol tutulması ve ordudan birinin atının ölmesi, çalınması ya da sakatlanması halinde yerine daha iyisinin verilmesi tenbihlendi[103].

Melik Nâ'ib Kâfür ve Hâce Hâcî , Delhi'den ayrıldılar (25 Cemâzîülevvel 709/31 Ekim 1309) ve bir müddet sonra Melik Kâfûr'un iktâ'ına dâhil olan Rabari (Revâri) köyüne geldiler. Halacî ordusu burada toplandı ve Devagiri yönünde ilerledi[104]. Kısa zaman sonra Mesûdpûr'a ulaşıldı ve burada iki gün konaklanarak tekrar yola çıkıldı (6 Cemâzîülâhır 709/11 Kasım 1309). Sultanlık kuvvetleri bir süre sonra Çanderi'ye ulaştılar. Melik Kâfür burada askerleri teftiş etti ve yeniden hareket emri vererek Sultanpür adıyla da bilinen İrîcpûr'a[105] geldi. Burada da dört gün kaldıktan sonra ordu, Khandâr'a vâsıl oldu (1 Receb 709/5 Aralık 1309). Melik Kâfür, burada 14 gün konakladı ve askerin üç aylık maaşları (mevâcib) ödendikten sonra tekrar yola çıktı. Narmada ırmağının geçilmesinden 8 gün sonra, Devagiri sınırında bulunan Nîlkanth'a ulaşıldı. Sultan Alâeddîn Muhammed-Şâh, daha önceden Devagiri racası Ramaçandra'ya bir mektup göndererek, Melik Kâfûr'un kumandasındaki ordunun Devagiri'yi yağmalamaması için gerekli önlemleri alarak ordunun bütün ihtiyaçlarını karşılamasını emretmişti[106].

Ramaçandra yaklaşmakta olan Halacî kuvvetlerini Devagiri önlerinde karşılayarak, Sultan Alâeddîn için kurbanlar kestirdi ve ordudaki kumandanlara çeşitli hediyeler takdim etti. Bunun yanısıra, Devagiri varoşlarında konaklaması şartıyla ordunun erzak, teçhizat vs. bakımından her türlü ihtiyaçlarının karşılanması için gereken yardımı yaptı ve her gün ordugâha gelip askerin gereksinimlerinin teminiyle yakından ilgilendi. Ayrıca Halacî ordusundaki askerlerin ihtiyaçları olan herşeyi rahatça ve ucuza satın almaları için Devagiri'nin çarşı esnafı da seferber edilmişti[107] Halacî ordusu, Devagiri önlerinde birkaç gün konakladıktan sonra 26 Receb 709 (30 Aralık 1309)'da yeniden yürüyüşe geçti. Raca Ramaçand a ise, Telingana sınırına kadar ordunun yolu üzerinde bulunan bütün köylere adamlar göndererek yiyecek toplanması ve ordunun ihtiyâçlarının gereği gibi karşılanması hususunda emirler vermiş; atlı ve yaya askerlerden oluşan bir birliği de Halaci ordusuna katmıştı. Askeri yürüyüşe birkaç menzil boyunca bizzat eşlik eden Raca, sonra Devagiri'ye geri döndü. Sultanlık ordusu, uzun bir yürüyüşten sonra Yaşâr ve Bhoci ırmakları arasındaki bir elmas madeninin bulunduğu Basiragarh [108]yakınlarında bir yere ulaştı. Oradan da hareketle kısa süre içinde Telingana Racalığı'na bağlı şehirlerden biri olan Sarbar (Sirpûr) önlerine geldi. Melik Kâfûr, vakit kaybedilmeksizin Sirpûr kalesinin kuşatılmasını emretti. Kuşatma sırasında Halaciler'in attığı yanan oklar, kaledeki evlerin yanmasına sebep oldu ve kalenin Müslümanların eline geçeceğinden dehşete kapılan Hindûlar, kadınları ve çocuklarıyla birlikte alevlerin içine adayıp intihar ettiler. Kalenin düşmesinin yakın olduğunu anlayan Nâ'ibi Ânz-1 memalik Hace Hâcî, kaçıp civardaki tarlalara şaklanmış olan kale kumandanının (mukaddem) kardeşi Ananir (Ananiz)'in yakalanması için adamlarına emir verdi. Yakalanan Ananir, muhtemelen hâzinelerini teslim ederek hayatını kurtarmayı başardı. Hâlâ hayatta olan kale müdâfileri ise, korku İçinde Varangal'in yolunu tutmuşlardı [109].

Kalenin zaptından sonra Halaci kuvvetleri Sirpûr'dan ayrıldılar (10 Saban 709/13 Ocak 1310) ve Kûnar-pâl'e geldiler (14 Saban 709/17 Ocak 1310) Melik Kâfûr burada, bin kişilik bir birliği keşif yapmak ve düşmanın durumu hakkında bilgi edinilebilecek bazı esirler yakalamak için ileri gönderdi[110]. Varangal'e kadar yol üzerinde bulunan şehirler ve köyler terkedilmişti ve bu yerlerin yöneticileri, kalabalık Halaci ordusuna karşı koyamayacaklarını anlayıp Varangal racası Pratap Rudra Deva'ya sığınmışlardı [111].

Melik Nâ'ib Kâfûr, daha sonra iki kumandanım 40 kişilik bir kuvvetle, Varangal'in bütün bahçe ve binalarının görülebildiği müstahkem bir yer olan Hanumakonda (Anamkonda) tepesini ele geçirmeleri için önceden yola çıkardı ve kendisi de birkaç gün sonra bu tepede ordugâh kurdu. Ayni günün gecesi Hâce Hâcî askerleri Varangal kalesinin etrafına yerleştirdi ve kuşatma başladı (Şaban 709/Ocak 1310) [112]. Melik Kâfûr'un çadırı kaleden 1,5 km. kadar uzakta bilinmiyordu. Kale çevresindeki çadırları Hindülar'ın mancınıklarla attıkları taşlardan korunmak maksadıyla tali tadan siperler yapıldı. Bu sırada Telingana bölgesindeki kale kumandanlarından biri olan Manak (Vinayak) Deva, kumandası altındaki süvari birliği ile Halaci ordugahına bir gece baskını yapmak istediyse de, başarılı olamadı ve kuvvetlerinin hemen hemen tamamı imha edildi. Bu çarpışmada ele geçirilen esirlerden, Varangalden yaklaşık 36 km. mesafedeki Dadhûm kasabasında üç tane güçlü savaş fili bulunduğu öğrenildi. Bunun üzerine Melik Kafir, bu filleri ele geçirmek için kumandanlarından Kara Beg Meysere'yi bin kişilik bir süvari birliğinin başında Dadhûm'a gönderdi. Oradan ele geçirilen filler sultana takdim edilmek üzere ayrıldılar[113].

Diğer taraftan Varangal kuşatması şiddetle devam ediyor, iki taraf da mancınıklarla birbirleri üzerine taş gülleler yağdırıyordu. Halaci askerleri, kalenin etrafındaki hendeği toprakla doldurduktan sonra, burçlara tırmanmak ve surları dövmek için merdivenler ve tabyalar kurdular. Tabyaların üzerinde kurulan mancınıklardan atılan taş gülleler kalenin 4,5 metre yüksekliğindeki ön duvarını yıkmış ve kalenin diğer yüzünde de büyük gedikler açmıştı. Gerek Halaciler'in attıkları toprak ve gerekse surlardan kopan parçalar, kalenin hendeğini iyice doldurmuştu. Bu sırada Melik Kâfür, açılan gediğe çıkmayı sağlayacak ve yüz adamın aynı anda ilerleyebileceği bir istihkam (pâşîb) yapılmasını emretmişti. Ancak bu istihkamın inşâsı birkaç gün alacak gibi görünüyordu ve hızlı hareket edilmezse, açılan gedik kaledeki Hindülar tarafından tamir edilebilirdi. Melik Kafür kumandanlarıyla bir toplantı yaptı ve neticede, kale duvarında açılan gediğe çıkmayı sağlayacak bir istihkamın kurulmasından önce, kaleye şiddetli bir hücumda bulunulması kararlaştırıldı[114].

Melik Kâfür, 11 Ramazan 709 (12 Çııbat 1310) gecesi, ertesi gün yapılacak hücum için kuşatma merdivenlerinin gece yansından hazır edilmesi, hareket işaretini veren davullar ne zaman çalınırsa, bütün askerlerin siperlerden çıkıp ilerlemesi ve kuşatma merdivenlerinin kaleye doğru tuzla taşınması İçin talimat verdi. Ertesi gün (13 Şubat 1310) Halaci ordusunun şiddetli hücumu sırasında mancınıklar durmadan çalıştı ve kale duvarları doğüldü. Hücum, 13 Ramazan 709 (17 Şubat 1310) günü tekrarlandı ve Halaci askerleri kalenin burçlarına çıkarak Hindûlar ile çarpışmaya Devam ettiler. Sonunda dış-kale tamamıyla ele geçirildi (16 Ramazan 709/17 Şubat 1310) ve hemen sonra Raca Pratap Rudra'nm kapandığı iç-kaleye karşı taarruza ge- çildi [115]Korkuya kapılan Varangal racası Pratap Rudra Deva, elçilerini Melik Kâfûr'a gönderdi ve Sultan Alaeddin Muhammed-Şah'a itaat etmeye ve yıllık haraç göndermeye söz vererek aman diledi. Melik Kâfûr, Raca'nın elçilerinin getirdikleri hediyeleri kabul ederek, kaleye karşı yürütülen harekatın durdurulmasını emretti[116] Raca'ya verdiği cevapta o, Telingana'da üretilen her şeyden (madenler, sebzeler, hayvanlar vs.) kendisine verilmesini istedi. Pratap Rudra, bir gece içinde bütün hâzinesini topladı ve bunu ertesi gün 100 fil[117], 7 bin at, birçok değerli mücevherler ve eşyalarla birlikte ordugaha gönderdi. Melik Kâfûr, Raca'nın kendisi için ayırdığı herhangi bir değerli eşya bulunduğu takdirde, Varangal'de genel bir katliam yapmakla tehdit etti ve ondan her yıl haraç olarak filler ve hazine göndereceğini tasdik eden yazılı bir belge aldı[118].

Melik Nâ'ib Kâfûr, ele geçirilen bütün ganimetlerle birlikte Varangal ön- !erinden ayrıldı (16 Şevvâl 709/19 Mart 1310): Devagiri, D Irar ve Chain'den geçerek Delhi'ye ulaştı (11 Muharrem 710/10 Haziran 1310). Varangal'den ele geçirilen ganimetler, bütün kumandanlar, emirler ve meliklerin katıldığı bir merasimle Bedâûn Kapısı önündeki Çavtara-İ Nâsırî adi verilen meydanda Sultan Alaeddin'e takdim edildi (24 Muharrem 710/23 Haziran 1310). Başta Melik Kâfûr olmak üzere, bütün kumandanlar sultanin takdir ve teveccühüne mazhar oldular ve çeşitli hediyelerle ödüllendirildiler[119].

Telingana Racalığı'nın Delili Sultanlığı'na bağlanmasıyla. Dekken tamamen Müslüman Türkler'in hâkimiyeti altına girmiş oluyordu. Sultan Alaeddin Muhammed-Şâh'ın bir sonraki hedefi güney Hindistan'daki Hindû devletleri olacaktı.

Dvarasamudra ve Ma'bar Seferleri

Melik Kâfûr Hezârdînârî, Varangal dönüşü. Sultan Alaeddin Mııhammed-Şâh'a, Ma'bar[120], kıyılarında Telingana'dan ele geçirilenlerden daha güçlü 500 fil bulunduğunu ve bunları bizzat ele geçirmeyi düşündüğünü söylemişti. Sultan Alaeddin, Melik Kâfür'un böyle büyük bir girişimde bulunmak istemesine memnun oldu ve onu Ma'bar'ın fethiyle görevlendirdi[121].

Ma'bar'a giden yol, o sıralarda Hoysala Racalan'nın hâkimiyetindeki Dvarasamudra (Dhûrsamundâr)'dan[122] geçmekteydi. Bu sebeple Melik Kâfûr, öncelikle bu bölgenin zaptıyla meşgul oldu.

Melik Kâfür'un kumandasındaki Halaci ordusu, Delhi'den hareket etti (24 Cemâzîülâhır 710/18 Kasım 1310) ve Cumne nehri boyunca ilerleyerek Tankal'e geldi[123]. Burada 14 gün konakladıktan sonra 21 gün süren hızlı yürüyüşlere Kayşun (Kanhûn) [124]٠ ulaştı. Gat dağları ve üç büyük ırmağın aşılmasından sonra, Telingana racası Pratap Rudra Deva'nm Sultan Alaeddin'e gönderdiği 23 adet filin orduya katılması İçin 20 gün beklendi ve bu arada askerler yeniden teftiş edildi. On yedi günlük bir yürüyüşten sonra ordu, Gurganû (Gurgaom)'ya geldi. Daha sonra Tapti nehri geçildi ve Devagiri'ye ulaşıldı (13 Ramazan 710/4 Şubat 1311). Melik Kâfûr burada Dvarasamudra'ya yapılacak sefer için hazırlıklara başladı, öte taraftan Devagiri racası Ramaçandra, [125] sultanlık ordusunun gelişi sebebiyle Devagili şehrini süslemiş ve ordunun İhtiyâçlarının karşılanması hususunda elinden gelen gayreti göstermişti. Ramaçandra. ayrıca Hindû idarecilerinden Parasuram Deva Dalavay'[126] Dvarasamudra'ya giden yolda Halaci ordusuna refakat etmekle görevlendirdi.

Halaci kuvvetleri üç gün kaldıkları Devagiri'den ayrıldı (17 Ramazan 710/7 Şubat 1311) ve Sînî (Sina), Godavali ve Bhinûr (Bhima) ırmaklarının aşılmasından sonra Parasuram Deva'nın memleketi olan Harâbâbâd'a geldi. Buradan da hareketle beş gün içerisinde Parasuram'ın iktâ'ında olan Bandrî'ye٠[127] ulaşıldı. Melik Kâfûr burada, ordunun yolu üzerinde yer alan bölgeler hakkında keşifler yaptırdı ve Ma'bar'ın Sundara Pandya ve Vira (Bir) Pandya adlarındaki iki racasının savaşmak üzere, birbirlerine karşı ilerlemekte olduklarını ve bu durumdan faydalanmak isteyen Dvarasamudra racası Vira Ballala Devanın onların savunmasız kalan şehirlerini yağmalamak amacıyla harekete geçtiğini, fakat Halaci ordusunun yaklaşmakta olduğunu duyunca ülkesine geri döndüğünü haber aldı[128]. Bunun üzerine Melik Kâfür, ordudaki kumandanlarla durumu müzakere ettikten sonra (23 Ramazan710/13 Şubat 1311), seçme bir süvari birliğiyle Dvârasamudra üzerine yürüdü. (5 Şevvâl 710/25 Şubat 1311) [129]

Raca Vira Ballala Deva ise, adamlarından Gîsû (Kîsû) Mal'i Halaci ordusunun gücünü ve durumunu araştırması için keşfe çıkarmıştı. Gîsü Mal'in tehlikenin ciddi boyutta olduğunu bildirmesi üzerine Vira Ballala Deva, ertesi sabah itaatini arzetmek için, adamlarından Nayak Balak Devayı bir mektupla Melik Nâ'ib Kâfûr'a gönderdi. Raca mektubunda şöyle diyordu: "Ben hizmetkarınız Vira Ballala Deva, Raca Pratap Rudra Deva ve Raca Ramaçandra Deva gibi, yüce sultana sadakat yemini etmeye ve ne emrederse yapmaya hâzırım. Eğer atlar, filler ve değerli eşyalar isterseniz, bütün hepsi size sunulur. Şâyet kalenin dört duvarım yok etmeyi dilerseniz, ilerlemenize engel olunmayacak. Kale, sultanin kalesidir"![130].

Melik Kâfür, Vira Ballala'nın mektubuna verdiği cevapta, "kendisinin ya İslâm dinini kabul etmesini veya bir Zimmi gibi haraç ödemesini, aksi halde İslâm dini hükümlerine göre öldürüleceğini" bildirdi. Raca Vira Ballala, bunu öğrendiği zaman, din değiştirmek hâricinde sahip olduğu herşeyden vazgeçmeye hazır olduğunu söyledi ve Nayak Balak Deva, Cit Mal ve diğer bazı adamlarım altı adet fille birlikte. Melik Kâfûr'un huzûruna yolladı (6 Şevvâl 710/26 Şubat 1311). Ertesi gün de bir çok at gönderen Ballala Deva, 8 Şevvâl 710 (28 Şubat 1311) günü kaleden çıkıp, bizzât Melik Kâfûr'un huzûruna gelerek itaatini arzetti. Daha sonra da bütün hâzinelerini Kâfûr'a teslim etti[131].

Melik Nâ'ib Kâfür, Dvârasamudra'da 12 gün kaldı ve ele geçirilen ganimetleri Delhi'ye gönderdikten sonra Ma'bar'a doğru ilerlemeye başladı (18 Şevvâl 710/10 Mart 1311) [132]. Raca Vira Ballala da Halaci ordusuna eşlik etmekteydi. Ordunun takip ettiği yol, oldukça engebeli ve güçlüklerle doluydu ve askerler, hemen her gece açık ordugâhta geceliyorlardı. Bu ağır şartlara katlanmakta zorlanan keşif kolu kumandanlarından biri olan Abacı-yı Moğol, ordudan ayrılmaya ve sonra da Ma'bar racasının hizmetine girmeye karar vermişti. Ancak ordu kumandanı Melik Nâ’ib Kâfûr, plânlarını öğrenip onu zincire vurdurdu ve olası bir isyânı engelledi[133].

Halacî ordusu, Dvârasamudra’dan ayrıldıktan beş gün sonra (15 Mart 1311) Ma'bar sınırına ulaştı. Ma'bar racası Vira Pandya, hayatını kurtarmak için hâzinesi ile Birdhûl’den ayrıldı ve kara yolu üzerinden Kandûr (Kadur)'a kaçtı. Melik Nâ’ib Kâfûr, Raca Vira Pandya'nın kaçtığını öğrenince, şiddetli yağmurların da başlaması sebebiyle Birdhûl'e geri döndü. Emir Husrev Dihlevî[134]’, Kandûr'da Hindi"! tebaasından bir grup Müslümanın "kelime-i şehâdet getirebildikleri için" hayatlarının Melik Kâfûr tarafından bağışlandığını belirtmektedir.

Birdhûl'de bir süre kalan Melik Kâfûr, Raca Vira Pandya'yı tekrar Kandûr'a kadar takip etti ve birisi mücevherlerle yüklü 108 adet fil ele geçirildi. Vira Pandya'nın yeniden kaçmasına öfkelenen Kâfûr, kumandanlarından birine Kandûr'da katliâm yapılmasını emretti. Daha sonra Vira Pandya'nın, Câlkota'ya [135] kaçtığını düşünerek, onu sıkı bir takibe aldı. Ancak Vira Pandya tropik ormanlarda izini kaybettirince, muhtemelen yanında az kişi olduğundan, Raca'yı bu sık ağaçlı ormanlık arazide izleyemedi ve daha fazla fil ele geçirmek maksadıyla Kandûr'a geri döndü. Melik Kâfûr, Kandûr'da bulunduğu sırada, Brahmapûri (Brahmastpûri)'de[136] altın bir put ve civarındaki ahırlarda çok sayıda fil bulunduğunu duymuştu. Bunun üzerine Brahmapûri'ye bir gece baskını düzenlendi ve yaklaşık 250 fil ele geçirildi. Buradaki çatısı zümrüt, yakut gibi değerli taşlarla kaplı bir Hindû tapınağı yerle bir edildiği gibi, Brahmanlar'ın çoğu öldürüldü. Uzun zamandan beri bu tapınakta bulunan ve "linga"[137] denilen taş putların hepsi kırıldı. Melik Kâfûr'un kumandasındaki kuvvetler, ele geçirdikleri altın ve mücevherlerden oluşan büyük ganimetle birlikte ordugâhın bulunduğu Birdhûl'e geri döndüler (13 Zilkade 710/3 Nisan 1311). Melik Kâfûr. Birdhûl'deki Hindû tapınakların, da yıktırdı ve bunlardan ele geçirilen değerli eşyaları. Sultan Alaeddin Muhammed-Şâh'111 hâzinesi İçinayırdı[138]

Halaci ordusu, Ma'bar'ın güney bölümlerini zaptetmek ve Vira Pandya'yi yakalamak amacıyla Birdhûl'den hareketle (17 Zilkade 710/7 Nisan 1311), Kim (Kum) şehrine gitti. Beş gün sonra ise, Ma’bar'ın merkezi Madura (Mathııra)'ya ulaşıldı. Raca Vira Pandya şehri terkettiginden Melik Kâfûr, burayı zaptetmekte zorlanmadı. Şehirdeki Cagaıınâtlı Tapınağı'nda bırakıl- mış olan birkaç fil alındıktan sonra, tapmak yakıldı. Madura'nm zapuyla, as- keri harekat sona erdi, [139], ve Melik Kâfûr, Ma’bar'ın idaresini daha önce Halaciler'e iltica etmiş olan Vira Pandya'mn kardeşi Sundara Pandya'ya verdi[140].

Ele geçirilen ganimetlere gelince: Emir Husrev Dihlevi[141] Melik Kâfûr'un güney Hindistan’daki bu fetihlerden 512 fil, 500 at ve 500 menn ağırlığında çeşidi mücevherler ele geçirildiğini yazarken Bereni [142], elde edilen ganimetin 612 fil, 96 bin menn altın, sandıklar dolusu mücevher ve 20 bin attan oluştuğunu ifâde etmektedir.

Melik Nâ'ib Kâfûr, (4 Zilhicce 710/24 Nisan 1311 )'da Madura'dan ayrıldı. Yanında Dvârasamudra racası Vîra Ballala Deva'nın oğlu Vîr Virpakşa da vardı. Vîr, muhtemelen yıllık haracın ödenmesini garanti altına almak için rehin alınmış ve 1313 yılına kadar Delhi'de kalmıştır[143]. Halacî ordusu, nihayet uzun bir yolculuktan sonra, başkent Delhi'ye ulaştı (4 Cemâzîülâhır 711/18 Ekim 1311). Sultan Alâeddîn Muhammed-Şâh, Sîrî'deki[144] Hezâr-sütûn Sarayı 'nın önünde bütün melikler, emirler ve halkın huzûrunda, Melik Nâ’ib Kâfûr ile sefere katılan diğer ordu kumandanlarını kabul etti ve güney Hindistan'ın fethinde gösterdikleri üstün başarı dolayısıyla, çeşidi hediyeler vererek onları ödüllendirdi [145].

Üçüncü Devagiri Seferi

Telingana racası Pratap Rudra Deva, hicri 711 yılı sonlarında (milâdî 1312 başları), Delhi'ye 20 adet fille birlikte bir mektup göndermiş ve Melik Nâ'ib Kâfûr ile yaptığı anlaşmaya uyarak, ödemeyi taahhüd ettiği hâzineyi teslim etmek için Devagiri'de hazır olduğunu, sultanın hâzineyi almak üzere bir adamını görevlendirmesini beklediğini bildirmişti[146].

Diğer taraftan Devagiri racası Ramaçandra Deva 1312 yılında ölünce, yerine oğlu Singhana Deva geçmiş ve Sultan Alâeddîn'e itaati reddederek, bağımsız hareket etmeye başlamıştı. Bunun üzerine Melik Nâ'ib Kâfûr, Sultan Alâeddîn'den kendisini Raca Pratap Rudra'nın gönderdiği haracı almak ve Singhana Deva’yı cezalandırıp isyancıları Dekken'den uzaklaştırmak maksadıyla Devagiri'ye yollaması talebinde bulundu. Kâfûr'un bu isteği uygun görüldü ve sultan tarafından Singhana'yı ortadan kaldırmakla görevlendirilerek Devagiri vâlisi tayin edildi.

Melik Kâfûr, hızla Devagiri'ye doğru yürüdü. Devagiri ordusu, Kâfûr'un kumandasındaki Halacî kuvvetlerine karşı koyamayarak mağlup oldu. Singhana Deva da savaşta ölenler arasındaydı (712/1312-1313). Devagiri Racalığını yeniden itaat altına alan Melik Kâfûr, Telingana'ya yakın yerlerdeki birkaç şehire akınlar düzenledi ve Halacîler'in hâkimiyetine girmemekte direnen Dekken'deki Hindûlar'ın son kalıntılarına da boyun eğdirdi. Kâfûr yaklaşık olarak 1314 yılına kadar Devagiri'de kaldı. Bu süre zarfında, Telingana ve diğer Hindû racalıklarından gelen haracı Delhi'ye gönderdi ve bölgede âsâyişi temin etti[147].

Sonuç olarak, Sultan Alâeddîn Muhammed-Şâh'ın geniş çaplı fetih siyâseti sâyesinde, Delhi Türk Sultanlığı kuzeyde Gazne'den[148] Hindistan'ın en güney ucundaki Ma'bar kıyılarına kadar uzanan, muazzam bir imparatorluk haline gelmişti. İtaat altına alınan Hindû racalıklarından elde edilen ganimetler ve alınan vergiler ile devlet hâzinesi dolmuş, halk ise ekonomik açıdan refaha kavuşmuştu. Artık bütün Hindistan toprakları, tarihte ilk kez tek bir hükümdarın, Sultan Alâeddîn Halacî'nin hâkimiyeti altında idi. Hepsinden önemlisi, Alâeddîn Muhammed-Şâh Halacî, İslâm dinini Hindistan'ın en güney ucuna kadar taşıyan "ilk Türk hükümdarı" olma vasfını kazanarak, bu ülkede Türk-İslâm hâkimiyetinin ve kültürünün sonraki yüzyıllarda da varlığını sürdürmesine öncülük etmiştir.



Dipnotlar

  1. Erdoğan Merçil, Müslüman Türk Devletleri Tarihi, Ankara 1993, s. 322; M. Fuat Köprülü, "Aybeg" mad.. İA
  2. ؛ Minhaccddln Ebü Omer Osman b. Siraceddln cu anî, Tabakât-1 Nâsıri, 1, (n؛r. Abdulhayy Habibi). Tahran 1984. s. 406-407.
  3. ؛ Minhaccddln Ebü Omer Osman b. Siraceddln cu anî, Tabakât-1 Nâsıri, 1, (n؛r. Abdulhayy Habibi). Tahran 1984. s. 406407.
  4. Cûzcânî, Tabakât-ı Nâsıri, I, s. 440-444
  5. Ziyâeddîn Beren¡, Tâıih-i Firûz-şâhi, (nşr. Seyyid Ahmed Hân), Osnabrück 19812 s. 25 vd.; Köprülü, "Balaban" mad., İA
  6. Beren¡, Tâıih-i Hrûzşâhi, s, 172-173; Aynca bk. S. Moinul Haq, 'Khaldjis "mad., EP.
  7. Halayların yaşadıkları yerler hakkında bk. Hudüd al-'Âlam, The Regions of the World, 372 A.H.-982 A.D., (İng. trc. V. Minorsky), London 1937, s. Ill; Köprülü, "Halaç" mad., İA; Emel Elsin, "Bütân-ı Halaç (M. V1I-X. Yüzyıllarda Halaç Kültürünün Sanat Eserlerinde Akisleri)", Türkiyat Mecmuası, XVII, s. 52 vd
  8. Bu ibareyi Alâeddîn Muhammed-Şâh Halacî’nin paralarında da görmek mümkündür. Bunun için bk. İbrahim Artuk١مTİye Artuk (Haz.), İstanbul Arkeoloji Müzeleri Teşhirdeki İslâmî Sikkeler Katalogu, II, İstanbul 1974, s. 881; H. Nelson Wright, The Coinage and Metrology of the Sultans of Dehl¡, New Delhi 1974, s. 88
  9. XIV. yüzyılın ilk yarısında Hindistan'ı gezen seyyah İbn Battüta (Rıhle, II, Mısır 1938, s. 17), Bedâün Kapısı nın Delhi şehrinin en büyük kapıların birisi olduğunu kaydetmektedir
  10. Arz-ı memâlik veya ‘Arîz٠i٠vâlâ adıyla da anılan ،Ârız-ı memâlik, askerî işlerle uğraşan Dî١٠ân٠ı ،arz٠ı memâlik'in başı idi. Göre١i, ordudaki askerleri, teçhizadarını ve hayvanlarını teftiş etmek, sayımını yapmak gerektiğinde yeni asket yazmak ١e askerlerin maaşlarım ödemekti (Bk. Ishtiaq Husain Qureshi, Administration of die Sultanate of Dehli. Karachi 1958, s. 85).
  11. Emir Husres- Dihlesi. Miftâlıu'1-fütûlı, Suleymaniye Küt„ Hekimoglu Ali Paşa Kit., nr. 651. ١T. 468’: Ziyddin Bereni, Târîlı-i Firûzşâhi. s. 220
  12. Çanderi, 1293-95 yıllan arasında bugün Cansi bölgesindeki 151ıtpiu'ını 32 km. batışında yer alan Çanderi köyünün çok yakınındaydı. 1304-1307 yılları arasında ise şimdiki yerine gelmiştir (Bk. Kishori Saran lal. History of die Khaljis, 1290-1320, London 1967. s. 40).
  13. Bereni. Tarih-¡ Firûz-şâhi. s. 220221; Hace Nizameddin Ahmed. Tabakât-1 Ekberi, 1. Kalküta 1913, s. 128-129
  14. Muhammed Kasrm Hindûşâh Eiıişıc. Gülşen-i İbrahim¡. I, Kaııpûr 1884, s. 94-95.
  15. Lal. a.g.e., s. 38-39.
  16. Bereni (Târih-i Fhûz-şâlıî, s. 222), Melik Alâeddîn'in 3-4 bin süvari ve 2 bin yaya asker ile, Firişte (Gülşen. I, s. 95)ise, 7-8 bin süvariyle yola çıktığını kaydetmektedir. Ancak o zamanın şartlarında Devagiri gibi uzak bir yere yaya askerle gidilmiş olması pek muhtemel gözükmüyor. Bu nedenle Firişte'nin verdiği rakam bizce daha akla yakındır
  17. Emir Husrev Dihlevî, Hazâ'inü'l-fütûlı (¡ihazaın-ul-Futuh), (İııg. trc. Wahid Mirza), Lahore 1975, s. 5.
  18. Melik Alâülmülk, tarihçi Ziyâeddin Berenî'nin amcası olup, Alâeddîn Halacî'nin sultanlığı zamanında uzun bir süre Delhi kutvalliği yapmışü (Bk. Bereni, aynı yer)
  19. Bereni, aynı yer; Krş. Lal, a.g.e.. s. 40
  20. İliçpûr, o sıralarda yerel Hindû hânedanlarıııdan Yadavalar'ın bir ileri karakolu idi (Bk. Lal. aynı yer)
  21. Bereni, aynı yer; Krş. Lal, a.g.e.. s. 41.
  22. Firişte, Gülşen, I, s. 95; Ayrıca bk. Cambridge History of India. Ill, Turks and Afghans, (ed. Wolseley Haig). Cambridge 1928, s. 96.
  23. lal. a.g.e., s. 42
  24. Firişte (Gülşen. 1. s. 95), ve Nizameddln Alin d ( TabakM, 1, s. 130), Ramaçandıa'nııı bizzat topladığı kuvvetlerin başıııda Melik Alâeddîn Halacî ile sataştığını yazmaktadırlar
  25. Beren¡, Târih-İ Fîrûz-şâhi, s. 222-223; Nizameddin Ahmed. ami yer; Fin te. ayni yer
  26. lal, a.g.e., s. 43
  27. Firişte, ayni yer
  28. Na'l-bahâ hakkında ayrıntılı bilgi İçin bk. E. Merçil, "Na'1-Baha ve Kullanılışına Dair Örnekler". Belleten. LX. Sayı 227, Ankara 1996, s. 21-32
  29. Fırişte, ayni yer
  30. XIV. yüzyılda Hindistan'da bir menn 11 ila 12 kg.'ilk bir ağırlık ölçüsü birimiydi (Bk. Walther Hinz. "İslam'da ölçü Sistemleri". (Çev. Acar Sevim) Marmara üniversitesi Fen-Ed.. Fak. Türklük Araştırmaları Delgisi, Sayı 5, İstanbul 1990. s. 27-28.
  31. Filişte, Gülşen, I, s. 9596; Krş. Yusuf Hikmet Bayur, Hindistan Tarihi, I. Ankara 1987, s. 303; M. Fuat Köprülü. "Alaeddin Halaci" mad.. İA.
  32. Melik Nusret Câliserî, Alâeddin'in en yakın adamlarından biri olup, onun Delhi Sultanlığı tahuna oturmasından sonra "Nusret Hân" unvanını almıştı. Kaynaklarda daha ziyâde bu umanla anılmaktadır.
  33. Hrişte, Gülşen, I, s. 95-96; Ayrıca bk. Lal, a.g.e., s. 44-45; Bayur .a.g.e., I, s. 303-304.
  34. Eırişte, aynı yer; Krş. Bayur. a.g.e., s. 304.
  35. Firişte, aynı yer
  36. Lal (a.g.e., s. 46), bu listenin Bereni ve Emîr Husrev'in eserlerinde bulunmadığını belirterek Firişte’nin hayâl ürününden başka birşey olmadığını ifâde etmektedir
  37. Bk. Miftâlıu'l-fütûh. vr. 4681’
  38. Asîrgarh, İliçpûr'un batısında ve Tapu nehrinin kuzeyindedir.
  39. Lal. a.g.e.. s. 46: J. Burton-Page, "üllândesh"mad.. fj'2.
  40. Emîr Husrev, HazA'in, s. 5; Ayrıca bk. Lal, a.g.e., s. 50-51
  41. Emîr Husrev, Hazâ'in, s. 6; Yahyâ b. Ahmed b. Abdullah Şerhindi, Târilı-i MübArek-fâhi, (İng. trc. K.K. Basu), Karaçi 1977, s. 68; Krş. Enver Konukçu, "Halacîler" mad., DİA
  42. Lal, a.g.e., s. 67.
  43. Uluğ Hân. Alâeddîn Muhammed-Şâh'ın kardeşi Elmas Beg olup, onun tahta çıkmasından sonra kendisine bu unsan serilmişti
  44. Emîr Husrev, Hazâ'in, s. 25
  45. Cayselmir, Sind'in kuzeydoğusunda etrafı çöllerle çesTİlmiş serimli bir saha idi (Bk. Lal, a.g.e., s. 81).
  46. Calor, Hindistan'ın kuzeybatısında Kûç bataklığına dökülen Luni nehrinin bausında Hindû egemenliğindeki bir kaleydi
  47. Lal, a.g.e., s. 68-69
  48. Müslüman Hindistan tarihçilerinin "Nehrsâla" diye zikrettikleri Anhilsara bugünkü Patan şehridir.
  49. Şerhindi, Târih-İ Mübârek-şâhi, s. 74; Abdulkadir Bedâûnî, Mütehâbü't-tevârih, I, (ing. trc. (',.A Ranking), Delhi 1986, s. 255
  50. Emit luster (Deval Rani re Hızır Hân.n؛t. Muhammed Vefa Bakayef, Duşanbe 1975, s. 90), Raca Karaıı'ın Devagiri tacast Ramaçaııdra'nın oglu Singhan (Singhana) Deva'ya iltica etmek İçin kaçtığım kaydetmektedir
  51. Şerhindi (Târih-İ Mübârek-şâhi, s. 75), Uluğ Han'ın 20 fil ele geçirdiğini belirtmektedir.
  52. Sei'hindi, ayni .ver
  53. Bereni. Târih-İ Fîrüz-şâhi. s. 251-252: Nizameddin .Ahmed, Tabakat, I. s. 141. Be alili, Münıehâb, I, s. 256
  54. Alp Han Seııceı Beg, Sultan Alâeddiıı Muhammed-Şâh'111 ikinci lıanımının kardeşidir ve Gucerat valiliği sırasında Ahlara (Nehrvala)'da "Adine Cami'¡" adında 1305 yılına tarihlenen bir cami yaptırmıştır (Bk. Encyclopaedia of India,XXX. Gujarat, ed. N. Prabha Chopra, New Delhi 1992, s. 251).
  55. 'Ranthambor. o zamanın şartlarına gore Delhi'den iki haftalık mesafede olup surları yaklaşık 18 km. uzunluktaydı (Bk. Emil Husrev, Deval Rani, s. 70-71).
  56. Hindû kaynağı Hammîr Kaıya'ya göre, Halacî ordusu 80 bin süvari ١’e çok sayıda piyade den meydana gelmekteydi (Naklen Lal, a.g.e., s. 84).
  57. Bedâûni (Müntehâb, I, s. 257), Châin'in "Nev-şehr (Yenişehir)" adıyla meşhur olduğunu kaydetmektedir. Lal (aynı yer)'e göre, Châin. Bedâûni'nin Nev-şehr adıyla zikrettiği ve Raııthambor'un doğusunda yer alan Naigaon'dur
  58. Bereni, Târih-i Fîrûz-şâlıi, s. 272.
  59. Lal, a.g.e., s. 84-85
  60. Raca Hammîr Deta’nıtı sahip olduğu kuvvetlerin sayısı hakkında kaynaklar değişik rakamlar vermektedirler. Emir Husre١• (Deval Ran¡, s. 70)'in kaydına göre. Raca Hammir'in 10 bin adet hızlı koşan arap au, sırtlarında tahtırevanları olan sataş filleri ve sayısız asker ve kumandanı tardı. Şerhindi ( Tâıilı-i Mûbârek-şâlıi, s. 76), Raca'nın 12 bin sütari, sayısız piyade askeri ve meşhur filleri olduğunu yazarken, Firişte (Gülşen. I, s. 106) mübalağaya kaçarak 200 bin kişilik bir orduya sahip olduğunu belirtmektedir
  61. Nusret Han, kalenin Nalakhi adi 'erilen ana kapısının önünde hid düşmüştü (Bk. Lal, a.g.e., S.85).
  62. Firişte, ayni yer
  63. Bereni, ayni yer.
  64. Tilpat, eski Delhi'nin doğusunda ve Kilukheri'nin güneyinde yer alan bir menzildir (Bk. lal, a.g.e., s. 87).
  65. Saray kapılarının anahtarlarının muhafızı olan Vekil-i der, bütün sarayın idaresine bakar, saray personelinin maaşlarım dağıtır ve sultanin ؛ocuklarının eğitimlerini düzenlerdi. Saray mutfağı, sultanin elbiseleri ve saray âhırlarının hepsi onun denetimindeydi. Bu ağır gore'Lnde ona 'ekili Nâ'ib-i Vekili der yardımcı olurdu (Daha fazla bilgi İ؛in bk. Qureshi, a.g.e., s. 59-60; Lal, a.g.e., s. 160).
  66. Egit (Yığit) Han İsyanı re Ranthambor kuşatması sııasında ؛ikan diğer isyanlar hakkında ayrıntılı bilgi İ؛in bk. lal, a.g.e., s. 86-92
  67. Bereni, TÂ1İ11-İ Firûz-şâlıi, s. 277.
  68. lal, a.g.e., s. 93.
  69. Emir Husrev. Hazânı, s. 28. lal, (ayni ver) ise, Hindu kaynaklarından Hammir Kalya ya dayanarak. Raca Hammir Dera'ya düşmanlık besleyen Sercan h adındaki bir Hindu'nun Sultan Alâeddin'in tarafına geçtiğini ve gizlice kaledeki erzak depolarına girip, hayvan postu koyarak yiyecekleri pislettiğini zikretmektedir.
  70. lal (a.g.e., s. 94). bunla 1-111 9 kişi olduklanm yazmakta ve adlarım şöyle sıralamaktadır: Raca Hammir'in kardeşi Viram. Tak Gangadhar, Ranthambor’a iltica eden dort asi emir, Kşetra Singh Parmat ve adi bilinmeyen iki kişi (Kış. Cambridge Hist. of. Ind., 111. s. 517).
  71. The Campaigns of'را سd-din Klnlji being the Khaza'inu1 Futuh Hazrat Amir Khusrau of Delhi, (ing. trc. Muhammad Habib). Madras 1931, s. 41; Aynca bk. lal. a.g.e., s. 94.
  72. Kaleni„ alınması sırasındaki ؛atışmalarda yarah olarak ele geçirilen asi Moğol emiri Muhammed-şah ise. Sultan Alaeddln'in huzuruna çıkartılmıştı. Sultan Alaeddin, ona acıyarak "Seni tedati ettiril sem ve bu kotu durumdan kurtarırsam bundan sonra ne şekilde hareket edeceksin?" diye sordu. Muhammed-şah. "iyileşirsem seni oldurup Hammir Devanın oğlunu hükümdar yaparım" cevabim verince çok öfkelenen sultan, onun bir filin ayakları altına atılmasını emretti. Fakat Muhammed h'ın Raca’ya olan sadakatini takdir ettiğinden buna uygun bir cenaze töreniyle gomfilmesini istedi (Bk. Nizâmeddîıı Alimed. Tabakat. I. s. 151; Bedâûnî, Miintehab,1, s. 263; Firişte, Gülşen, 1. s. 108).
  73. Bereni, Talih Fîrüzşâh¡, s. 283
  74. Kadı-yı memalik (başkadı))'e bağlı olan Dadbeg (Emîr-i d d ’in gorevi, yüksek dereceli memurların mahkemeye çıkarılmasını sağlamak ve mahkeme kararlarım yürütmekti (Bk. Qureshi, a.g.e., s. 161-162; M. Aziz Ahmed. a.g.e., s. 360).
  75. ا Melik Fahreddin Cavna, Melik Tuğluk'uıı oğlu olup, "Sultan Muhammed Tuğluk-Şâh" umanıyla 1325-1351 yi lan aıasıııda Delhi sultanlığı yapmıştır.
  76. 5 Nusret Han’ın yeğeni olan Melik Çahcû, onun Ranthambor kuşatması sırasında ölümünden sonra Karra valisi tayin edilmiş olmalıdır
  77. Bereni. Târih-¡ Fîı ûz-şâhi, s. 300; Aynca bk. Cam. Hist, of Ind.. III. s. 108
  78. Emir Husrev. HazA'in, s. 33
  79. Emir Husrev (HazA'in, s. 33-34; Deval Rant. s. 72) ؟itor seferinde bizzat bulunmasına rağmen, kuşatmanın ayrıntıları hakkında ne yazık ki daha fazla bilgi 'ermemektedir
  80. Bu olayın meydana geldiği tatihin muııakaşası İçin bk. lal. a.g.e.. s. 110-111.
  81. Gülşen, 1.S.H5.
  82. M. Aziz Alıııed. age.. s. 141, 175. 233: Bayur, a.^.e.. 1. s. 281-292
  83. Emir Husrev, Haza in, s. 29. Buna karşılık Serhilidi (Târîh-i Mübârek-şâhi. s. 77), Bedaûni (Miintehâb, 1, s. 264) ve ؛'İrişte (Gülşen, 1, s. 115). Malla racasının 40 bin süvari ve 100 bin piyadeye sahip olduğunu yazma'tadır.
  84. Firişte (ayni yer), yanlış olarak Ko..a Pradlıana'nııı M51va racası olduğunu kaydetmektedir
  85. Cam. Hist. of Ind. (111. s. lioyda Aynülmülk'ün Militan valisi olduğu belirtilmektedir. Fakat kaynaklarda boyle bil kayrt mevcut değildir. Bu. büyük ilrtimalle "Militan¡" kelimesinin yanlış tercüme edilmesinden doğmuş bir hatadır
  86. Mandiı. Malva Tun giıneyinde. Narmada ııelıriniıı kuzey kıyısı yakınlarındadır. Emir Husrev (Deval Ram’, s. 73), Mandû'nuıı yaklaşık 24 km. uzunlukta ve çok yüksek bir sura sahip, olduğunu belirtmektedir.
  87. Emir Husre١-, Haza'in, s. 32; Aynca bk. Lal, a.g.e.. s. 114.
  88. Bk. Gen. Is. 115.
  89. Firikte, ayni yer; Aynca bk. Cam. Hist. oflnd., III, s. 111.
  90. Gurg" İarsça "kurt" manasına gelmektedir (Bk. F. Steingass. A Comprehensive Persian English Dictionary, Beyrut 1970. s. 1083).
  91. Fırişte. (Gulşeıı. I, s. 118), bu ikiici Calor seferinin 13O8'de yapıldığını belirterek, hiçbir ؟ağda, kaynakta bulunmayan. Sultan Alaeddin’in Gûl-i Bihişt adındaki bir cariyesi tarafından kumairda edilen bir orduyu Calor'a gönderdiğine dair inanılması güç bir hikaye anlatmaktadır
  92. Bu sefer hakkmda Hindu kaynaklarındaki farldı hikayeler İ؟İ11 bk. Lal, a.g.e.. s. 116-119.
  93. Emir Husres'(HazA'in, s. 36). bu ra kaini '-erirken. Firie (Gülşen, 1, s. 116) bir riayete dayanarak bu ordunun 100 bin suariden meydana geldiğini yazmaktaysa da, bu rakamın mübalağa! olduğu anlaşılıyor.
  94. Bereni. TAlih-i Fîrûz-şâhî, s. 326.
  95. Frişte, ayni yer.
  96. Emir Husrev (Demi Rani. s. 91). Gucerat seferinden bir süre sonra Uluğ Han'ın Raca Karan'ın küçük kızı De١al Devi'yi Devagiri'ye gelin olarak giderken esir aldığını kaydetmektedir. De١al De١i, Gucerat seferi (1299) sırasında altı aylık ve esir alındığında ise 8 yaşında olduğuna göre, bu Devagîri seferinde ele geçirilmiştir. Ancak Uluğ Hân'ın Ranthambor seferinden hemen sonra 1301'de öldüğü düşünülürse, onu esir alan enıirin Alp Hân (Sencer Beg) olması gerekir. Bu, büyük ihümalle Deval Rani ve Hızır Hân'ın yazma nüshalarında yapılan bir istinsah hatâsı olmalıdır.
  97. Emir Husrev. Hazâ'in, s. 36-37; Bereni, aynı yer; Ayrıca bk. RJ. Majumdar, H.C. Raychaudhuri and Kalikinkar Datta, Azı Advanced History of India, London 1960, s. 304
  98. Sivâna, bugün Jodhpûr'un yaklaşık 80 km. güneybatısındadır (Bk. Lal, a.g.e., s. 115).
  99. Emir Husrer Hazain, s. 38-39; Aynca kış. Caınpaigns of 'Alâ'u'd-din Kh'lj‘• s. 54.
  100. Lal, a.j'.e., s. 115.
  101. Fiti ؛te (ayni yer). Raca Satal De١-a'nın Sııltaı, Alaeddine değerli hediyeler gönderip af dilediğini ١'e Sultan Alaeddin'in de huzuruna getirilen Satal Dera'yı bir sure alıkoyduktan soma geri gönderdiğini kaydetmekteyse de, ؟ağda؛ nriıetlif Emir Husrei'(Haza in, s. 40). Satal De١’a'nın öldürüldüğünü kesin olarak belirtmektedir. Aynca bk. lal, a.g.e., s. 116.
  102. Firişte (Gli/jen. 1. s. 119) haricindeki bütün müsltman Hindistan tarihçileri (msl. Bereni, Emir Husre'-), bıırayı "Arangal" ismiyle anarlar
  103. Beren¡, Târîlı-i Fîrûz-şâlıi. s. 327; Nizâmeddin Ahmed, Tabakât, I, s. 165
  104. Emir Husrev, Hazâ’in, s. 40; Bereıü, Tâıilı-i Firiiz-şâhi, s. 328
  105. İrîcpür, G١٠alyor’un yaklaşık 105 km. güneydoğusundadır (Bk. Lal. a.g.e., s. 238).
  106. Emir Husrev Hazâ'in, s. 41-42.
  107. Beren؛, aynı yer; Nizâmeddin Ahmed. aynı yer.
  108. Lal (a.g.e., s. 239). Prof. Hodirala'nm iddiasına dayanarak Basiragarh'ın şimdiki Vairagarh olduğunu belirtmektedir
  109. Emir Husre'’. Haza m, s. 43-45.
  110. Emir Husrev, Hazâ'in, s. 46.
  111. Bereni, TAıilı-iFiıûz-şâhi, s. 329
  112. lal (a.g.e., s. 240). Varangal kalesinin 15 Şaban 709 (18 Ocak 1309) tarihinde kuşatılmaya başlandığını yazmaktaysa da. sefer hakkında en ayrıntılı bilgiyi 'eren Emir Husre'- (Haza'in. s. 47), boyle bir tarih ',etmeyip Halaci ordusunun 14 Çaban 709 (17 Ocak 13O9)'da Kûîârpal'e 'arışından birkaç giııı sonra Melik Nâ'ib Kafur'ını Hanumakonda tepesinde ordugah kurduğunu belirtmektedir. Buna gore. kale kuşatması Lal'iıı verdiği tariliten sonraki bir tarihte başlamış olmalıdır
  113. Emir Husre',, Haza in, s. 49.
  114. Emir Husre',. Hazain. s. 50-51.
  115. Emir Husrev, Hazâ'in, s. 51-54
  116. Emir Husre'-. Hazâ'in, s. 55; A.mlf., De,al Ran,', s. 75
  117. Emir Husre'- (Deıa/ Ran,', s. 75). Bereni (Tâlih-İ Fîrûz-şâhi, s. 330) ve Nizameddin Ahmed (Tabakat, I, s. 165) bu rakam, '-erirken; Firişte (Gülşen, I, s. 119), 300 adet fil ele geçirildiğini kaydetmektedir
  118. Emir Husre'-. Hazâ'in, s. 58; Bereni, ayni yer.
  119. Emir Husre'-. Hazâ'in, s. 62; Aynca bk. En'-er Konukçu, "Kalaç Sultam Alaeddin Muhammed-Şah ve Onun Hind Siyaseti". VIII. Türk Tarih Kongresi, II. cilt, Ankara 1981, s. 795-796.
  120. HindistanlI en güney ucunda yer alan Pandya Racalarının ülkesine müslüman tarihçiler Ma'bar adını '-ermişlerdir. Vasat ( Tâlîh-i Vassaf, Bombay 1269/1852, s. 301)'a gore Ma'bar, kuzeyde Penuef ırmağı kıyışındaki Nilâ'-ar (Nellore)'dan güneyde Kilon (Quilloıı)’a kadar deniz kıyısı boyunca 300 fersah (yaklaşık 1800 km.) uzanmaktaydı. A.D.W. Forbes ("Ma'bar" mad., £/2), ise bu mesafenin aslında 1200 km. olduğunu belirtmektedir.
  121. Emir Husre'-. Haza'in, s. 6364; Ayrıca bk. Lal, a.g.e., s. 244
  122. D'-arasamudra. bugünkü Halebid şehrine tekabül etmektedir (Bk. Adv. Hist. oflnd., s 304).
  123. Emir Htlsrev, Haza'in, s. 65. Buna karşılık Bereni (Tâlîh-i Fîrûz-şâhî, s. 333). Melik Na'ib Kâfûr ve Hace Haci'nin Delhi'den ayrıldıktan sonra, ordunun toplandığı Rabari (Re١aıi)’ye geldiklerini yazmaktadır
  124. Kayşuıı (Kanhun), Racputana’da Ucceyn'den Delhi'ye giden yol üzerinde küçük bir menzildir (Bk. s. Krishnaswami Aiyangar. South India and Her Muhammadan ¡nvaders, Madras (1921, s. 198).
  125. Sultan Alaeddin de١Tİ olaylarla bizzat şâhit olan Emir Husrev- (Hazâ','„, s. 69)11 bu kaydına katillik Bereni (ayni yer), Halaci ordusu Devagiri'ye geldiği sırada Raca Ramaçandra Ii)e١٦١'uııı ölmüş olduğunu yazmaktadır. Fakat Emir Husrev'in bir başka eseri olan Derai Ranıdelt Raca Ramaçaııdra'nın Sultan Aaeddiıı'iıı oğlu Hızır Han'ın nikâh törenine davet edildiğini öğreniyoruz. Bu nikah toreni 23 Ramazan 711 (2 Şubat 1312) tariliinde yapıldığına gore. Raca Ramaçandra'11111 bu tarihten once ölmüş olması mümkün gözükmemektedir (Bk. Emir Husrev. Deıai Rani, (iug. trc. Elliot-Dovvson), History of India as Told By Its Own Historians, 111, s. 553: A.L. Srivastava, "Historicity of Deıal RaniKhizr Khaıı's", Islaniic Culture, XXX. Sayı 1. Hyderabad 1956. s. 30).
  126. Emir Husrev (Haz'in, s. 69-71) onun adını "Paras Deva Delvi (Dalavay)" şeklinde zikretmektedir. Aiyangar'a göre (a.g.e., s. 92), dalavay, "başkumandan" anlamına gelmektedir. Bayıır ise (Hindistan Tarihi, III, s. 169), dalavayın "başbakan yani vezir" için kullanıldığını açıklamaktadır.
  127. Bandri. Devagiri ve Dvarasamudra (Hoysala) racalıklan arasında yer alan bil- sınır karakolu olan Paltdharpür idi (Bk. Aiyangar, a.g.e., s. 192).
  128. Vassaf ( Târih-İ Vassaf, s. 531)'a, gore Ma'bar’daki hakimiyet mücadelesinden yenik ؟ikan Sundar (Sundara) Pandya. Halaci kuvvetlerine iltica ederek Sultan Alaeddin Muhammed- Şhdaıı yardim talebinde bulunmuştu. Ayrıca kış. Cam. Hist. of. hıd., III, s. 487.
  129. Emir Husrev, HazAin, s. 71-72
  130. Emir Husrev, HazA'in, s. 75.
  131. Bereni (aynı yer), Dvârasamudra'dan 36 tane fil ele geçirildiğini yazma ktadır. Vassâf ise (Târth-i Vassâf, s. 527-528), Raca'mn Arikota (Arkot?) bölgesini bağlılığı= göstergesi olarak Melik Kâffır'a teslim ettiğini, bunun yanısıra 55 fili ve bütün hazinesini verdiğini, bu sebeple de ülkesinin kendisine iade edildiğini, orada puta-tapıcılık yerine islam inancının yerleştirildiğini kaydetmektedir.
  132. Emir Husrev. HazA'in, s. 79.
  133. Lal. a.g.e., s. 249-250.
  134. Hazâ'in, s. 83. Aynı olay Deval Rani'de biraz farklı hikâye edilmiştir. Buna göre; Melik Kâfûr, Kandûr yerine "Patan" adı terilen şehirde Raca'ıun hizmetinde bulunan yan Hindû mûslûmanlarla karşılaşmış ve onlar. Melik Kâfûr'dan âmân diledikleri için hayatları bağışlanmıştı (Bk. Emir Husrev. Deval Rani. s. 77).
  135. Lal. (a.g.e.. s. 251), Câlkota'nın etrafı suyla çevrili bir kale ya da bir ada olabileceğini belirtmektedir
  136. Brahmapûri, şimdiki Çidambaram'dır. Burası Ma'bar'da hûkûm süren Pandya racalannın dînî merkezi idi (Bk. Aiyangar, a.g.e.. s. 108-109).
  137. Linga, bugün dahi Hindistan nüfusunun üçte ikisinin tapındığı en büyük iki puttan biri olan Şiva'nııı sembolüdür (Bk. Encyclopaedia of India, IV, Rajasthan, s. 233; Bayur, Hindistan Taıihi, I, s. 24).
  138. Emir Husrev. Hazâ'in, s. 87-89; Amlf.. DevalRan,', s. 77; Aynca krş. Konukçu, a.g.teb., s. 797.
  139. Fırişıe (Gülşen, 1. s. 119120). Dvarasamudra ve M'bar seferlerinden bahsederken Melik Na'ib Kafurun "Sit Band Ramisar denilen yer civarında bir cami yaptırdığını, bu cami'in. eserini yazdığı XVI. yüzyıl ballarında mevcut olup "Mescid-i Alâî” adıyla anıldığını belirtmekte ve o yıllarda Hindistan'ın Umman Denizi'ne bakan kıyışındaki Bender-i Dhûrsamundar (Dvarasamudra Li mani) 'da bulunduğunu kaydetmektedir. Wolseley Haig (Cam. Hist, of India, III. s. 116). Gülşen-i İbrahim!nin ل. Briggs tarafından yapılan İngilizce tercümesine (Historyof the Rise of the Mahomedan Power in India. Till the Year A.D. 1612. 1-IV, Lahore 1977. s. 373- 374) dayanarak adi geçen yerin Pandya racalarının ülkesinin en güney ucunda yer alan Rameşvaram olduğu görüşündedir. Stanley lane-Poole (Medieval India Under Mohammedan Rule (A.D. 712-1764). The Story of the Nations serisi, Newyork 1915. s. 114) ise. Sit Band Ramisar'da Melik Na'ib Kâfûr'un yaptırdığı cami'in Behmeni Sultani Mucahid tarafìndan 1378 yılı civarında tamir ettirilmiş olduğunu belirterek bu yerin Briggs'in iddia ettiği gibi Rameşvaram degil Malabar kıyışındaki Goa'nııı güneyinde olması gerektigi düşüncesindedir. Ancak Melik Na'ib Kâfûr'un Dvarasamudra'da sadece 12 gün kaldığı düşünülecek olursa, bu kısa surenin bir cami İnşasına yeterli olmayacağı anlaşılır. Aynca ordunun asil hedefi Ma'bar'ın fethi olduğundan Melik Na'ib Kâfûr’un Dvarasamudra'da kalıp vakit kaybetmesi de düşünülemez. Bu durumda cami'in Rameşvaram'da İnşa edilmiş olabileceği ihtimali kuvvet kazanıyorsa da. çağdaş kaynaklarda böyle bir kayıt mevcut değildir, özellikle Sultan Aaeddin’in askeri zaferlerini on plana çıkarıp, onu İslâm dilrinin Hindistan'daki yayıcılarından biri olarak tanıtan Emir Husrev'in boyle bir hadiseyi adamış olması mümkün gözükmüyor. Bu nedenle Firişte'nin bu çelişkili kaydnn lal (a.g.e., s. 350-353)111 yaptığı gibi şüpheyle karşılamak herhalde yanlış olmayacak.
  140. Cam. Hist. of. Ind., 111, s. 487
  141. Hazâ'in, s. 90
  142. Tarih-¡ Firûz-şâhi, s. 333
  143. Encyclopaedia oflndia, XXIX, Karnataka, s. 29.
  144. Sîrî, adını eski Delhi şehrinin 2 km. kuzeyinde bulunan Sri köyünden almıştır. Sultan Alâeddin Muhammed-Şâh, 1303 yılında Çağatay Moğolları'nın Delhi'yi kuşatması üzerine Sîrî'yi müstahkem bir meı-zi haline getirmişti. Fakat hem Moğol akutlarının bu tarihten sonra da de١"am etmesi, hem de çıkan isyanlar sebebiyle Sîrî'de yeni bir kale ve saray inşâ ettirmiş ١’e ömrünün sonuna kadar burada ikâmet etmiştir. Sîrî kalesinin kalıntılarının bir kısmı bugün Şâhpûr köyünde bulunmaktadır (Bk. J. Burton-Page, "Dihli" mad., Ep).
  145. Bereni (aynı yer), Sultan Alâeddîn'in emîr ve meliklere Ma'bar seferi dönüşünde, mertebelerine göre, yarım menn, 1 menn, 2 menn ve 4 menn ağırlığında altın hediye ettiğini kaydetmektedir
  146. Beren¡, Târih-i Firûz-şâhî, s. 334
  147. Finişte, Gülşen. I, s. 122; Ayrıca bk. Lal. ag.e., s. 255-257; Adv. Hist. of inci., s. 306.
  148. Emir Husrev'in ¿‘câz-t Husrevi adlı eserinde yer alan tarihsiz bir mektuptan Gazne'de hutbenin Sultan Alâeddîn Muhammed-Şâh Halacî adına okunduğunu öğrenmekteyiz (Bk. Elliot-Dowson. ag.e., III, s. 566-567; Bayur, Hindistan Tarihi, I. s. 313-314).

Şekil ve Tablolar