Doğduğum Karağaç Ovası topraklarından 1333 yılının Haziran ayında geçen ünlü seyyah İbn Battuta'nın, bu yörenin kuzeyindeki toprakların sahibi olan Germiyanlılar hakkında kullandığı ağır ve sert sözlerin, şimdiye kadar uygun bir izahı yapılamamışa. Gerçi ilk bakışta bu sözlerin Hamid-oğulları ile Germiyan-oğulları at asındaki mücadelenin bir yankısı olduğu görülüyor. İbn Battuta’nın belki de yörede o sırada faaliyet gösteren yol kesici bir haydut çetesinden dolayı "yol kesici, haydut" gibi ağır sözleri söylediği de akla gelebilir. Bu arada Germiyanlılarla ilişkili sözlerinin, geldiği Hamidoğulları diyarının mı, yoksa ulaştığı Denizli halkının bir düşüncesi mi olduğu açıkça belli değilse de, Hamid diyarının düşüncesini yansıtmış olması daha muhtemeldir[1].
Hamid-oğulları ile Germiyanlılar arasındaki sert ilişkilerin yanında, Aydın-oğullarının Germiyanlılarla yakın dostlukları, birçok yönden dikkate değerdir. Bunların hepsinin birer Türkmen Beyliği olduğu gözönüne alınırsa, meselenin daha başka boyutları olabileceği de akla geliyor.
Batı Anadolu ucunda, XIII. miladi yüzyıl ortalarına ait Denizli ve Kütahya yöresinde kitabeler bir hayli çoktur. Batı Anadolu'nun, Türkçenin yer ve şehir adı verme kurallarına aykırı gibi görünen isim taşıyan iki yerleşmesinden birisi olan Uşak, (ötekisi Dinar'dır) eskiden beri dikkatimizi çekiyordu. Uşak şehrinin hemen güneyinde, eski ifadelere göre Uşak-Denizli yolunun 4. kilometresinde, Banaz çayının bir kolu üzerinde Çanlı Köprü vardır. Uşak'ın ortaya çıkışı, anlaşılıyor ki Doğu-Batı istikametindeki yollardan çok, Kuzey-Güney yönündeki yollar üzerinde oluşuna bağlıdır. İşte bu köprü, bu yol düzeninin de bir işareti olmaktadır. Fakat bu köprünün, bize göre, asıl büyük özelliği, üzerinde, İç Batı Anadolu'nun en batısındaki, en
eski Selçuklu devri kitabesine sahip olmasıdır. Hatta köprünün suyun çıkış yönündeki yüzünde, kemerin her iki tarafına ayni kitabe konulmuş imiş[2]. Bu yörenin insani olan tarihçi Orhan Dengiz, kitabeyi, daha 193O'lu yılların sonlarında istihsah edip talebe çalışması olarak işleyerek rahmetli Prof. Mükrimin Halil Yinanç (1899-1962) gibi Selçuklu Devri üstadlarına bildirmiş ve son olarak da Vakıfla,’ Dergisi'nde yayınlamıştır[3].
Kitabeden, sonraki zamanlarda mahalli araştırıcılar da söz etmişlerdir. Mesela bir Uşak Tarihi kitabi yazmış olan Haşini Tümer, kitabeyi kısmen Latin harfleriyle nakletmiştir[4]. Bizim son zamanlardaki aramalarımız netice vermemiş, muhtemelen define arayıcılarının gadrine uğrayan kitabelerin, 1970 sonrasında kaybolduğuna kanaat getirilmiştir[5]. Bu sebeple, kitabenin okunuşu için, rahmetli Orhan Dengiz'in yayınlamış olduğu fotoğrafla yetinmek durumundayız.
الطاش
بناهذه عمارة امير سياه سلار شجاع
الدين قزل بن بحنه ادام الله سمرة
در ايام شهور حمان الاولى سنة ثلثه وحس وسايه
Kitabede, köprüyü daha doğrusu "imare"yi, yani yapıyı, inşa ettirenin ismi ve tarih verilmiştir.Tarih, açıkça belirtilen 653 hicri yılından gayri, H. Tümer'e göre günler[6], fakat o. Dengiz'e göre aylar itibariyle de belirtilmiştir. Netice olarak kitabe, 653 hicri yılı cemazielevveli, yani 8. VI-7.VII.1255 tarihini taşımaktadır, çok iyimser olarak "gün"leri de göz önüne alırsak, 18 Haziran 1255 tarihi de söylenebilir. Kitabeyi koyduran kişi de o. Dengiz'e göre Emir Sipehsalar Şücaeddin Kızıl bin Nuhbe (?) dir. Kitabede dikkati çeken bir özellik, bu türden kitabelerde genelde Sultanın adının verilmesi mutad iken, burada herhangi bir ismin verilmemesidir. Bununla birlikte en başta yer alan EsSultani sözü Selçuklu Sultanına bağlılığını açıkça gösteriyor. Anlaşılıyor ki, XIII. yüzyıl ortalarında, Selçuklu Hanedanının dışında yeni Türkmen Beğlerinin ortaya çıkışı[7]hareketine katılmamıştır. Kızıl Beğ güney komşusu Mehmed Beğ'in doğrudan Hulâgu'ya başvurarak, Selçuklu idaresinden çıkmak isteyen hareketini tasvip etmemiş görünüyor.
2. Kitabeyi, birkaç yönden ele alabiliriz. Öncelikle ismi verilmiş olan yaptıran kişiyi, yani Kızıl Beğ'i tarihi kaynaklardan tespit etmemiz gerekmektedir. Gerçekten de Uşak yakınlarındaki köprünün üzerindeki kitabe, adını başka kaynaklardan bildiğimiz bir Uç Beyi 'nin ismini taşımaktadır. Kızıl ismini taşıyan bir Bey'in adını hem XIII. yüzyılın yazılı kaynaklarından, mesela İbn Bibi'den, hem de başka kaynaklardan biliyoruz. 1211-12 yıllarında Selçuklu tahtında iki kardeş, İzzeddin Keykavus ile Alaeddin Keykubad arasındaki saltanat çekişmesinde Kızıl Bey'in adı Seyfeddin Kızıl Beğ ve İzzeddin Keykavus yanlısı olarak geçmektedir[8]. İzzeddin Keykavus devrinde, Kızıl Beğ, Ankara ve batısıyla ilgisini devam ettirmiştir. Çünkü, 1219 senesinde Ankara'yı Batı'ya bağlayan yol üzerinde, hemen Ankara'nın yakınındaki Çubuk çayı üzerindeki Ak-köprü'yü yaptırmıştır[9]. Anlaşılıyor ki Kızıl Beğ, köprüler yaptırarak yeni Türk yurdunun hem imârına hem de, gelişecek kervan yolları sebebiyle ekonomik hayatının canlanmasına katkıda bulunmak istemiştir. Çünkü her iki köprü, Ak-köprü ve Çanlı Köprü onun sorumlu olarak başında bulunduğu u c' un birisi en doğusunda, öteki de en Batısında bulunuyordu. Kızıl Bey, ayrıca Ankara'da önemli inşaat yaptırmıştır. 1219 tarihli Ak-köprü dışında, onun Ankara'da inşa ettirdiği ve kendi adını taşıyan cami, medrese ve türbesi[10] XX. yüzyılın ikinci çeyreğine kadar varlıklarım sürdürmüşlerdir[11].
Burada belirtmemiz gereken ikinci husus, Ankara'daki Kızıl Bey ile Uşak yakınlarındaki kitabenin üzerindeki isim arasındaki ilişkinin tespitidir. Kızıl Bey ile Ankara şehri arasında çok yakın bir İlişki, onun Uc beyliğinin, daha doğrusu sorumluluk saltasının buralardan başladığını göstermektedir.
Ankara'daki bir başka kitabe de Uşak'daki kitabenin çözümü için önemli bir ipucu ve dayanak oluşturmaktadır. Çünkü, halen de müzede korunan Kızıl Bey camiine ait bir minber tamiri kitabesi, 1299 talihinde Germiyanlılardan Alişiroğlu Yakub Beğ'in, kitabedeki künyesi ile "Emir Ü1- ecel'ül-kebir Yakub bin Alişir" Beğ'in adını taşımaktadır[12] .
"Melik ül-ümera Seyfeddin Emir. Kızıl", 122O'de Alaeddin Keykubad'm tahta çıkışında, nerede olduğu bilinmeksizin, bir kere daha tarih sahnesine çıkmaktadır. Çünkü Uc'a haber gönderilerek U c Beyleri çağrılmıştı ki, bu arada "melik ül-ümera" olarak Çoban ve Kızıl Beğlerin adlan geçmektedir. Bunlar eski beylerden, ülkenin önde gelen büyüklerinden olarak tanımlanır. Pek çok (endazesiz) dinar, direm (altın ve gümüş paralar) ile köle ve öteki eşyalardan oluşan armağan ve hediyelerle gelmişlerdi, öteki uc beyleri ise "koyun, at, deve ve köle" getirdiler. Sultan da kendilerinden memnun kalıp, her birisinin menşurlarım yenileyip görev yerlerine göndermişti[13]. Kızıl Beğ’in, bu sırada hangi u c'da olduğu belirtilmiyorsa da, getirdiği "altın ve gümüş" dolayısıyla, onun şehir ve para ekonomisiyle yakından ilgili olduğu anlaşılıyor.
Böylece Germiyanlılar ile Ankara arasındaki bir ilişkiden söz edebileceğimiz gibi, daha çok. Kızıl Beğ'in köprüyü yaptırdığı Uşak dolaylarının Germiyan ülkesi olmasına dikkat etmeliyiz. Çünkü, 1211-12 ve 1219'lardaki "Emir ül-ümera" Seyfeddin Kızıl Beğ, 1299 tarihi İçinbiraz etkendir ama, 1255 tarihindeki Kızıl Beğ, muhakkak ki Ankara'da 1299 senesinde minberi yenilenen camiin adını aldığı kişiyle çok yakın ilişkili ve ayni insandır.
1211 ve 1220 tarihlerinde etkili bir konumda bulunan Kızıl-Beğ'in, olgun sayılabilecek bir yaşta olması tabiidir. 1211'de, 25 yaşlarında olsa (1184- 85 doğumlu), 1255 tarihinde 70 yaşlarında olur ki, uzun bir ömre sahip olup, bir köprü yaptırması o kadar İmkân dışı bir olay değildir. Bu arada, 1211 ve 1220'lerde, u c Beğleri sayılırken, çoban Beğ'in dalla önce zikredilmesi. Kızıl Beğ'in yaş itibariyle daha genç oluşuna da işaret sayılabilir.
Burada önemli olan bir diğer nokta, ibn Bibi ve Ankara'daki yapı kitabelerinde adi geçen Kızıl Beğ ile, Uşak kitabesinde adi geçen Kızıl Beğ (bn Şücaeddin)'în ayni kişiler olup olmadığı meselesidir. Asker kökenli kişilere verilen ünvanlar arasında Şücaeddin olağan olup, bunun yanında, Seyfeddin de olağan karşılanmalıdır. Bir başka ifade ile "dinin kahramanı" ile "dinin kılıcı" arasında, Türk insani fazla bir fark görmemiş, hepsini ayni kabul etmiştir[14]. Her iki köprünün yaptırıcısının ayni kişi olması muhtemeldir. Anlaşılıyor ki, yukarıda dediğimiz gibi Kızıl Beğ köprüler yaptırarak yeni Türk yurdunun imarına katkıda bulunmak istemiştir.
Uşak yakınlarındaki kitabenin sahibi Kızıl Beğ ile, Ankara'daki yapıların sahibi olan Kızıl Beğ ayni kişi olduğunu tespit etmiş bulunuyoruz. Kitabede, Kızıl Beğ için "emir-i sipehsalar" denmesi, onun kaynaklara da yansımış olan Uc Beği özelliğine tam olarak uymaktadır[15].
3. Kitabemizin asil büyük özelliğine gelmiş bulunuyoruz. Varlığı kesinlikle XIII. yüzyılın ilk 60 senesinde takip edilebilen bu namlı uc Beği'nin babaşının (veya soyunun) adı üzerinde durmak istiyoruz. Kitabeyi ilk defa yayımlamış ve ilim alemine sunmuş bulunan Orhan Dengiz bu ismi Nuhbe okumuş, fakat yanına da bir soru işareti koymuştur. Kitabenin resmine dikkatle bakılınca, "Nuhbe" biçiminde okunuş yadırganmıyor.. Ancak, asil üzerinde durulması gereken husus, Türkçeye benzemeyen böyle bir ismin Türklerin hayatında hemen hiç rastlanmamış olmasıdır. Orhan Dengiz'in bu hususu düşünerek, ayrı bir isim okunuşu da teklif etmesi gerekirdi diye düşünmüşüzdür.
Kitabeye dikkat edilince, eğer bir noktanın yerini biraz kaydırırsak, yeni bir isim karşımıza çıkmaktadır. ( *نحب ) biçiminde kabul edilen bu ismi, (بجنه) şeklinde okumayı denersek, karşımıza Becene, yani Peçenek ismi çıkmaktadır[16], o zaman Kızıl bin Becene, yani bir Oğuz boyu olarak Peçenekoglu Kızıl Beğ, Uc Beyi olarak yadırganmayacak bir insandır. Fakat acaba böyle bir okuyuş tarihi hadiseler ve yörenin XIII. yüzyıl ortalarındaki durumu ile uygun mudur? Kısacası XIII. yüzyıl ortalarında böyle bir Türk Boyunun önderi gerçekten olabilir mi?
Burada mesele, sadece bir isim olarak Kızıl Beyi değil, coğrafyasını da il- gilendirmektedir. Çünkü, sonradan Germiyanlıların hakim olacakları Uşak yöresi dolayısıyla. Kızıl Bey ile Germiyanlıların ilişkisinden yukarıda söz edilmiş idi. Acaba Germiyanlıların Peçeneklerle ilişkisi bilinen tarihi gerçeklerle uyumakta mıdır?
4. Peçenek oğlu Kızıl Beğ, İç Batı Anadolu'da eğer Peçeneklerin varlığı gösterilirse, daha sağlıklı olarak tarih sahnesinde yerini alabilir. Peçeneklerin bu yöredeki varlığı İçin, XIII. yüzyılda değil, fakat Osmanlı devrine ait bazı kantlardan söz edilebilir.
Oğuzların ünlü araştırıcısı rahmetli Faruk Sümer, XVI. yüzyıla ait tahrir defterlerinde rastlanan Peçenek adını taşıyan dört köyün de Ankara Sancağı'nda bulunduğunu belirtmektedir[17]. Ankara ile Kızıl Beğ arasında var olan çok yakın ilişkileri yukarıda göstermiş idik. Bugün de Peçenek-özü diye bir yer adının yaşadığı Ankara dolaylarında, XII yy. sonlarında veya XIII. yüzyıl başlarında Peçenekler daha etkin bir durumda bulunmuş olabilirler. Önceleri Ankara yöresinde yurt tutan Peçeneklerin çok daha batıya kadar uzanmış olmaları da yadırganmamalıdır.
A. Nimet Kurat, çalışmalarının son yıllarında Peçeneklerle ilgili olarak şöyle demektedir:
"Anadolu'da çok miktarda rastlanan bu Peçenek köylerinin, vaktiyle buraya Bizanslılar tarafından yerleştirilen Peçeneklerin izlerini teşkil ettiği ve XI-XIV. asırlarda bu köylerin daha da çok olduğu anlaşılmaktadır"[18].
Selçuklu tahtında, 1220-1237 arasında 17 yıl kalacak olan Alaeddin Keykubad'ın, taht mücadelesi yıllarında Ağabeyinin tarafını tutan Beylere karşı duyduğu büyük kinini de bu arada unutmamak gerekir. Muhtemelen bu yıllarda, Kızıl Beğ, Alaeddin Keykubad'ın hışmından uzak kalmak amacıyla, Ankara havalisinden batıya göçerek, Uşak dolaylarında kalmayı tercih etmiş olmalıdır. Ancak, kaynaklarda (Ibn Bibi ve diğerleri), Alaeddin Keykubad ile Kızıl Beğ arasında herhangi bir olumsuz ilişkiden söz edilmiyor. İlişkiler olağan düzeyde geçmiş, Alaeddin Keykubad tahta geçtiğinde, diğer Uc Beyleri ve bu arada Kızıl Beğde gelip, Beğlik menşurunu yeniletmiş idi.
Kızıl Beğ, İç ve Batı Anadolu'daki oldukça kalabalık ve etkin bir Peçenek kidesinin önderi bulunuyordu. Kızıl Beğ'in "Peçenek" özelliğini açıklarken, onun İbn Bibi'ye açık olarak yansıyan Çoban Beğ ile olan yakınlığına dikkat etmemiz gerekmektedir. Onun Çoban Beğ'in denetiminde olması gereken İskilip'de de milki olmasını, burasının kendi sahasında olması ihtimali kadar, Çoban Beğ ile olan ilişkileri de açıklayabilir[19]. Eski (atik) Hamam'ın sahibi oluşu ile ilgili bu kayıt, aşağıda sözünü edeceğimiz, Karadeniz kuzeyi ile ilişkiler için de önemlidir. Hele Çoban Beğ’in Kırım sahillerine bir sefer yapmış olması[20], Kızıl Beğ açısından son derece önemli olmalıdır. Muhtemelen o da bu sefere katılarak, Çoban Beğ'e bir tür danışmanlık da yapmış olabilir. Onun bu hareketi, aşağıda sözünü edeceğimiz husus açısından çok önemlidir.Çünkü, Karadeniz kuzeyindeki bu saltada vaktiyle en çok Peçenekler etkili bulunuyordu.
Bu arada ilk dönem Osmanlı kaynakları, Germiyan ülkesindeki Türklerden kimi zaman Tatar olarak da söz etmektedirler[21]. Tatar adi Anadolu insani için genellikle Karadeniz kuzeyinden gelen Türkler için söylenmektedir. Karadeniz kuzeyindeki büyük Türk kitlesinin içinde en çok Peçenekler olduğunu biliyoruz[22]. Böylece, Peçenek adi geçmese de Karadeniz kuzeyinden Anadolu içlerine gelen Türklerle ilgili kayıtlar da bulunmaktadır.
Bu arada Karadeniz kuzeyi ile yakın ilişkiler, XIV. yüzyıl sonlarında Timur'un kulağına da ulaşmış idi. o Osmanlıların kayıkçı bir Türkmen neslinden olduğunu söylemekle, acaba bu Karadeniz kuzeyi ile olan ilişkileri mi kasdetmektedir? Neticede ne olursa olsun. Kızıl Beğ'in Türkmen, ve bu arada Peçenek kökeni, tarihi bilgilerimize o kadar da yabancı ve ters düşmemektedir. Hem böylece, Germiyanlıların kökenleriyle ilgili olarak, yeni bir ipucu da elde etmiş oluyoruz. Gerçi daha önceleri de. Zeki Velidi Togan ile Çehabeddin Tekindağ[23] Germiyanlılarn "Kanglı- Kıpçak" asıllı olduklarını belirtiyorlardı. Bilindiği üzere, Kanglı-Kıpçak unsurunun en çok Karadeniz kuzeyi ile ilgisi vardır.
Peçenekler ile komşuları, bu arada Oğuzname ve Dede Korkutun hamilleri arasındaki sert ilişkiler, Türkmenlerin destanı tarihi ile ilgili kaynaklarda Peçenekler için"it becene" deyişinde de yankısını bulmuş idi. Sonraki yıllarda ve bu arada Osmanlılardan sonra, ayni yarenin kuzeyinde Kayıların öne çıktıklarını da biliyoruz.
ibn Battuta'nın, Denizli güneyinde, daha çok Kayi ve Salur boyundan olan Türkmenlerin arasından geçtiği zaman Germiyanlılar hakkında söyledikleri, yukarda sözü edilen gerçeklerin ışığında, şimdi yeni bir yorum imkânı vermektedir. Peçenekler ile öteki Türkmenlerin, özellikle Salurların kavgalarının uzantısı, vaktiyle Hazar doğusu Türkmenlerinde Peçeneklerden söz edilirken It-Becene biçiminde yaşamış idi[24],Hamid-diyarının bir köşesindeki Türkmenlerin zihninde de bu hatıralar, daha erken bir zamanda ve daha carili bir şekilde yaşamış olmalıdır. Aralarında Salurların[25]da bulunduğunu kesin olarak bildiğimiz bu Türkmenler, onları eskiden beri gelen olumsuz hatıraların ışığında yine çok olumsuz ifade, Yezid soyundan sayan kelimelerle tanımlamışlardır.
Yukarıda bu yöredeki Türkmenlerin en çok Kayı boyundan olduklarından söz etmiş idim; ancak XIII. yüzyıl kaynaklarında adları geçenler arasında, doğrudan Oğuz Boyu adını taşıyan beğ, Salur Beğ'dir. ibn Battuta'nın kaydından açıkça anlaşılıyor ki, Kütahya-Uşak yöresindeki Peçenek asıllı Türkmenler ile güneylerindeki Salur boyunun da içlerinde olduğu Türkmenler arasında büyük bir çekişme söz konusudur. Peçeneklerin hem kuzeylerindeki (Osmanlı) hem de güneylerindeki (Hamid) Kayılar ile çekişme ve çatışmaları da olmuştur.
Burada dikkatimizi çeken bir özellikten daha söz etmek gerekir. Kütahya-Uşak yörelerinde, XIII-XV. yüzyıllar arasındaki "beğ"lerin baba ve atalarının adlan, yaygın veya alışık olmadığımız türden isimlerdir. Uşak Ulu Camiinin dış duvarında yer alan Kavşid ( توشد) oğlu Hasan oğlu Mehmed[26], veya Tavşanlıdaki Biçar Beğ adi böyledir. Bu gibi adların da, Nuhbe= Beçene türden, öteki yaygın Türk kişi adlarıyla bağlantısının olduğunda şüphe yoktur. Dilcilerimizin bu konuyla daha yakından ilgilenmelerini, bu türden karmaşık gibi görünen isimleri Karadeniz kuzeyindeki Türklerin adlarında aramalarıyla neticeye varılabileceğini sanıyoruz.
Anadolu'nun Türk devrinin tarihi coğrafyası ile yakından meşgul olduğum için, Uşak şehrinin kuruluşu, henüz açıklıkla bilinmeyen olayların veya bir durumun neticesi olabilir kanaatinde idim. Şimdi, bir süre yaşadığı Ankara'da şehir hayatına yabancı olmadığını bildiğimiz Kızıl Beğ'in sonradan Uşak adını alacak iskân yerinin ortaya çıkmasında etkili olmuş olabileceğini açıkça söyleyebiliriz. Asıl dayanağı Batı Anadolu'nun verimli vadileri olan İznik Devletiyle ilişkiler sırasında Uşak, bir yeni iskân yeri olarak XIII. yüzyılın üçüncü çeyreği içinde şekillenmiş olabilir. Nitekim, bir Bizans devri kale-şehrini Selçuklu devrinde Türk şehir özellikleriyle devam ettiren Kütahyalıların, yakın zamanlara kadar Uşaklıları yörük olarak tanımlamaları da dikkati çekiyor[27].
Kendisi Uşaklı olan Besim Atalay, Kâşgarlı Mahmud'un kitabının çevirisi sırasında, "Emgendi" kelimesi için, Kâşgarh'nın "Oğuzlar bunu bilmezler" demesi üzerine, koyduğu dip-notunda şu bilgileri nakletmiştir[28].
"Kâşgarlı, "bunu Oğuzlar bilmez" demiş ise de bu söz yerinde olmasa gerektir. Oğuzlardan olan Batı Türkleri ve hele Kütahya, Afyon, Uşak, Denizli taraflarının halkı bugün bile bu anlamda emenmek fiilini kullanırlar "bu iş için çok emendim" derler ki "çok emek çektim, yoruldum" demektir".
B. Atalay'ın "emenmek" kelimesini çok iyi bildiğinden, böylesine kesin konuştuğu anlaşılıyor. Ancak onun Oğuzlardan olduğunu sandığı, zikrettiği yöreler halkının, Oğuz heyetine dahil olmayan bir "Peçenek" zümresine ait olabilecekleri, böylece yeni bir delil daha kazanmış olmaktadır.
Sonuç olarak Kızıl Beğ, Anadolu'da sonraki zamanlarda pek tarihi hadiselere karışmamış, hatta unutulmuş, bir Türkmen boyunun mensubu idi. İç-Batı Anadolu'nun en güçlü Beyliği olan Germiyanlıların bu boyla var olduğu artık kesinleşen ilişkileri, hatta tatar özellikleri de, daha ayrıntılı olarak incelenmelidir. Ayrıca, belirtmek gerekir ki. Kızıl Beğ devrine, bir şekilde ad ve nam bırakan bir Türkmen Beyi'dir. Onun adı döneminde oldukça etkili olmuş olmalı ki Mevlana, Divan-ı Kebir' inde Kızıl Beğ'den, devrinin namlı bir Türk'ü olarak söz etmektedir[29].