ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Mehmet Akkuş

Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi

Anahtar Kelimeler: Şâir Hatîbî, Tezkire-i Şu'ara-yı Bağdad'ı, Edebiyat Tarihi, Tezkire, Ali Şîr Nevâî, Fatin Davud

Türk Edebiyatında Tezkirecilik Geleneği: Edebiyat tarihimizin önemli kaynaklarından biri de şuarâ tezkireleridir. Bu eserler genelde hiç ayrım gözetmeksizin şairleri ele alıp, hayatları hakkında az veya çok bilgi verdikten sonra şiirlerinden de örnekler kaydederler. Edebiyatımızda bu sahada yazılan ilk tezkire olarak Ali Şîr Nevâî (ö. 1501)’nin Mecâlisü’n-Neföis’i, sonuncu olarak da Fatin Davud (ö. 1866)’un HâtimetüTEş’âr’ı kabul edilmektedir[1].

Âgah Sırrı Levent, 15. ve 19. asırlar arasında yazılmış şuarâ tezkirelerinden elyazması veya matbû olarak tespit ettiği 31’ini tanıttığı eserinde, Türk diliyle yazılmış tezkirelerin tam bir listesini meydana getiremiyoruz. Çünkü bunların çoğu elimize geçmemiştir[2], dedikten sonra bazı kaynaklarda isimleri geçtiği halde nüshası bulunmayan eserleri zikreder ve bunların dışında özel kitaplıklarda bilmediğimiz nice eserin olabileceğini belirtir.

Şuarâ tezkirelerinden bir kısmı, yazarlarının kendi dönemlerine kadar yaşamış şâirler arasında zaman ve coğrafya ayrımına gidilmeden tertip edilmiş, bazıları da belli tarikatların ve vilayetlerin şairlerini ele almıştır. Bunlar arasında meselâ, sadece Mevlevi şairleri anlatan eserlerle, sadece Bursa, Tekirdağ, Edime, Âmid (Diyarbakır), Kırım ve Bağdat gibi beldelerden yetişen ulema, meşâyıh ve şairleri ele alan tezkire ve biyografik eserler sayılabilir. Bugüne kadar tespit edilen bu kabil eserler yanında, halen ülkemiz hudutları dışında bulunan, ancak uzun yıllar tarih ve kültürümüzde birçok önemli

şahsiyetin göre١' yaptığı, çeşitli olayların cereyan ettiği merkezlerde ve buraların çevresinde yetişmiş kişilerin anlatıldığı eserlerin de bulunması gerekir. Bu gibi merkezlerde bulunan yazma eser kütüphanelerinde yapılacak araştırmalar sonunda, edebiyat ve kültür tarihimiz bakımından yeni ve önemli eserlerin ortaya çıkacağından da şüphe yoktur.

Şuarâ tezkiresi yazanlar arasında önemli yeri olan, 19. asrın seçkin devlet adamı ve şairlerinden Şeyhülislâm Ahmed Arif Hikmet (ö. 1859)’in, Medine’de tesis etmiş olduğu kütüphane bu açıdan mükemmel bir yerdir[3]. Kendisi şair olmak hasebiyle, kurmuş olduğu bu kütüphaneye daha çok Türkçe manzum ve mensur eserler toplamıştır. Burada yapağımız çalışma sırasında, bugüne kadar tespit edilmemiş orijinal ve yegane nüsha halindeki elyazması eserlere de rastladık.

Biz bu yazımızda, yegane nüshası adı geçen kütüphanede bulunan ve şimdiye kadar edebiyat tarihi kaynaklarımızda adından hiç söz edilmeyen bir şuarâ tezkiresi üzerinde durarak, kültür tarihimiz açısından mühim olduğuna inandığımız eseri ilim âlemine tanıtmak istiyoruz. Bu eser, 18. asrın ikinci yarısı ile 19. asrın ilk yarısında Bağdat ve civarında yaşamış Türk şairlerinden bahseden ve müellif Hatibi tarafından telif edilmiş olan Tezkire-i Şu’arâ-yı Bağdâd’ur.

Bağdat’ta Türk Kültürü:

Bağdat, 29 Mayıs 1555 Amasya antlaşmasıyla hukuken Osmanlılara bağ-landıktan sonra İstanbul’dan tayin edilen valilerle idare edilmeye başlamıştır. Böylece, 16. asrın ikinci yarısından itibaren Bağdat ve civarında Türk kültürü gittikçe gelişmiş, özellikle bazı valilerin gayretiyle bu yolda önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Bu yönde çaba harcayan valilerden biri de Davud Paşa (1774-1851)’dır.

Davud Paşa, Gürcü esiri iken 11 yaşlarında Bağdat’a getirilmiş ve Süleyman Paşa tarafından satın alınmıştır. 27 yaşında hazinedâr olan Davud Paşa, daha sonra Süleyman Paşa’nın damadı olmuştur. Bir ara kethudâlık da yapan Paşa, bir süre sonra görevden azledilince, Süleymaniye’den topladığı kuvvede Bağdat’a hücum etmiş ve Said Paşa’yı öldürterek (1816) yerine vali olmuştur.

Onbeş sene süren valiliği sırasında Davud Paşa, sadece asayişi düzeltmekle kalmamış, bir çok hayır eseri yaptırmış, imalâthâneler açtırarak sanayi ve tarımı geliştirme yolunda çabalar sarfetmiştir[4].

Davud Paşa’nın hizmetleri sadece bunlarla kalmamış, Türkçe’nin geliş-mesi, şairlerin korunması yolunda da katkıları olmuştur. Nitekim bu sahadaki gelişmeler Arapça kaynaklarda dile getirilmektedir:

“Bilhassa edebiyata ve tarihe her yönden ilgi gösteren Davud Paşa za-manında edebiyat, bütün dallarda bir uçtan bir uca yayılıyordu. Bu hareketin öncüleri arasında Necidli Arap şairi Şeyh Osman b. Sind ve Devhatü’l- Vüzerâ adlı eserin sahibi Türk edibi Rasül Hâvi Efendi de vardı. Aslında Davud Paşa’nın, daha vali olmadan önce de zamanının edibleriyle ilişkileri son derece kuvvetliydi. O, zamanındaki meşhur alimlerden ders okumayı, onların meclisinde bulunmayı çok arzulardı. Aynı durum valiliği sırasında da devam etmiştir.

Davud Paşa dönemindeki şairlerin ve edebiyatçıların terceme-i hallerine bir göz atılacak olursa, şair ve ediblerden az sayılamayacak bir miktarın Musul, Basra ve Kerkük’ten Bağdat’a hicret ettikleri görülür. Bu hicret olayı Davud Paşa’dan önce de vardı. Ancak, onun zamanında hız kazanmıştır. Bundan dolayı bu dönemde çeşitli sahalarda telif ve tasnif faaliyeti artmış, hatta âlimler, bir eser telif edip ona sunmak suretiyle kendisine yaklaşmak hususunda âdeta birbirleriyle yarışır duruma gelmişlerdi[5].

Bu kaynakta, edebî hayann sadece Bağdat’ta değil, Kerkük’te de yaygın olduğu, hatta Türkçe’nin bu yörede konuşulan en yaygın dil olması konusunda şöyle denilmektedir:

“Edebî hayat Kerkük’te çok ileri düzeydeydi. Türk ve Fars edebiyatına meyi fazla, Türkçe de neredeyse burada konuşulan tek dil durumdaydı[6].

Edebiyat tarihimizde, Bağdat ve civarındaki bu edebî ve kültürel hayat hakkında bilgi veren eserler pek fazla sayılmaz. Nâmî-zâde Hüseyin Murtaza (ö. 1723) ile Atâ Terzibaşı, eserlerinde bu yörenin tarihini, ulemasını, meşâyıhını ve velîlerini anlatan yazarların başında gelmektedirler.

Gülşen-i Şu’arâ’nın müellifi Ahdî Çelebi (ö. 1002/1593) Bağdatlıdır. 16. asra kadar yaşamış şairler hakkında bilgi veren bu eser, sadece Bağdat ve civarını değil, dönemindeki şairlerin genelinden bahseden bir tezkire durumundadır.

Şuarâ tezkiresi yazan Şefkat Seyyid Abdulfettah (ö. 1826), Bağdat’ta doğduğu halde, görevi gereği, daha çok Kırım, Eflâk, Boğdan ve İstanbul’da bulunduğundan, doğduğu yer olan Bağdat ve civarındaki şairler üzerinde yeterince duramamıştır.

Nâmî-zâde’nin, Gülşen-i Hulefâ, Câmi’u’l-Envâr fî Menâkıbı Ebrârve Devhatü’l-Vüzerâ adlı eserleriyle, Nâsır’ın Menâkıb-ı Evliyâ-yı Bağdat’ı, Bağdat ve civarında yaşayan şairler dışındaki şahsiyederi ele almaktadırlar[ ].

Kerküklü avukat Atâ Terzibaşı ise bilhassa Kerkük ve dolaylarındaki Türk şairlerine dair kaleme aldığı eserinde şöyle demektedir:

“Kitabımızda Kerküklü şairlerin hayatlarını elden geldiği kadar bir yana sapmadan geniş bir şekilde anlatmaya ve eserlerinden örnekler vermeye çalıştım. Ne pahasına olursa olsun elimize geçen yerli yazma ve basılmış divan, şiir mecmuaları, Kerkük'te çıkmış olan dergi ve gazeteleri ve başka yerlerde yayımlanmış işimize yarayan eserleri yıllarca uğraşarak toplamaya çalıştık[ ].

Terzibaşı bu eserinde, 1820-1936 yılları arasında Kerkük’te yaşamış 17 şairin hayatı ve şiirleri hakkında bilgi vermektedir. Müellif ele aldığı şairler hakkında bilgi edindiği kaynakları da tek tek açıklamaktadır. Onun, varlığından bahsettiği tezkirelerden bir tanesi, Hicrî Dede’nin Rıyâzu ’ş-Şuarâ adlı eseridir.

Hicrî Dede’nin bu eseri hakkında, Atâ Terzibaşı’nın verdiği bilgi şöyledir:

“Bundan otuz yıl önce (1930’lu yıllar) yazılmış olan bu tezkirede hatır-ladığıma göre 150 kadar Kerkük ve Erbil şairlerinin hayat tercümeleri pek kısa olarak anlatılmakta; her şairin bir-iki parça şiiri de bu arada yer almaktadır. Bu kitabı müellifin sağlığında görmüştüm. Vasiyeti üzerine, ölümünden sonra, oğlunun büyüyüp tasarrufuna geçmek üzere, başka eserleriyle birlikte ailesi yanında saklı durmaktadır. Rahmetlinin oğlu yetişip öğretmen tayin edildiği halde, maddî sıkıntı yüzünden, söz edilen eseri henüz yayım- lamamıştır. Bir kaynak diye ondan istifade etmeyi de kabul etmeyen oğlu Faik Dede, evvelki yıl bu kitabi bana sadece birkaç dakikalık bir zaman için göstermiştir. Umûmî Türk edebiyatında tezkiretü’ş-şuarâ kitaplarının sonucusu sayılabilen bu yerli eserin bir gün once yayımlanmasını dileriz”[9].

Kerkük ve civarındaki şuaradan bahseden bir başka eser de Molla Sabir'e aittir. Bu konuda da Terzibaşı şöyle demektedir:

“Son yıllarda Tanrı'nın rahmetine kavuşan Hâfız Molla Mehmedoglu, Molla Sabir'in de bir kısım Kerkük ؛aitlerini İçine alan bir eser bıraktığını bilmekle beraber henüz bunu görmüş değiliz. Rahmedi, yazma kitaplarının Bağdat müze kitaplığına armağan edilmesini vasiyet ettiği halde, Kerkük'e dair yazma kitaplarla kendi eserleri, emekli Yarbay kir Sabir Bey'in özel kitaplığında durmaktadır[10].

Irak'taki Türk kültür tarihine dair yazılmış bir başka eser de, Abdullatif Benderoğlu'na ittir. Müellif, 19. ve 20. asırda yaşamış ve halen hayatta olan edebiyatçılar hakkında bilgi verdiği iki ciltlik eserini özetle öyle tanıtmaktadır:

“Kitabimizin I. cildinde, 1811-1930 yıllan arasında doğan ve adlan aşağıda yazılan yazar, şâir, öykücü, romancı, horyatçı ve folklorcularımız yer alınışlardır... II. cildinde, 1932-1945 yıllan arasında doğan yazar, şâir, öykücü, romancı, horyatçı ve folklorcularımızın yaşam öyküleriyle, yaratıcılıklarına ve yapıtlarına özetle değinip, düşünce ve görüşlerini açıklamaya uğraştım[11].

iki cilt olan bu eserde, Irak'ta yaşayan toplam 106 Türk edebiyatçı ve sanat adamının resimli biyografileri yer almaktadır.

Buraya kadar verdiğimiz bilgilerden de anlaşılacağı gibi, halen Irak SI- nırlan İçinde bulunan ve bir zamanlar Osmanlı toprağı olan bölgelerdeki Türk kültür tarihine dair hayli eser kaleme alınmıştır. Ancak bunlardan önemli bir kısmı elyazması halinde olup, bu konularda çalışma yapacakların ilgisini beklemektedirler.

Bizim bu yazımızda ele alacağımız eser ise, şimdiye kadar adından hiç söz edilmeyen Hatîbî’nin, 18. ve 19. asırda Bağdat ve civarında yaşamış Türk şairlerini anlattığı Tezkire-i Şu'arâ-yı Bağdâd’ıdır.

Tezkire-i Şu’arâ-yı Bağdâd:

Bu tezkirede, Bağdad valileri Süleyman Paşa (ö. 1810), Abdullah Paşa (ö. 1813),. Said Paşa (ö. 1816) ve Davud Paşa (ö. 1851) dönemlerinde Bağdad, Musul, Kerkük, Erbil v.b. yerleşim alanlarında yaşayan 75 şairin hayatı ve eserleri anlatılmaktadır. Yukarıda temas ettiğimiz gibi eser hakkında, kaynaklarımızda herhangi bir bilgiye rastlayamadığımız gibi, müellif Hatîbî’nin hayatı ve eserlerine dair de işaret bulunmamaktadır. Bu bakımdan eserin müellifi hakkındaki bilgileri, yine müellifin Tezkire’de çeşitli verilerle kendisi ve ailesi hakkındaki değinmelerinden elde edebildik.

Ancak, biz Hatîbî hakkındaki tespitlerimize geçmeden önce, 1946’da Bağdat’ta basılan Arapça bir eserden bahsedelim. Matbû olan ve Da١٦ıd Paşa dönemi Türk şairlerinden bir kısmının tercüme-i halini anlatan eser hakkında Ata Terzibaşı şöyle demektedir:

“13. hicri çağının ilk yarısında Irak’ta yaşayan bir kısım şairlerin hayat tercümelerini içine alan ve aslında Türkçe olarak yazıldığı ve sonradan Arapça'ya çe١Tİldiği bilinen, fakat müellifi meçhul kalmış bu kitabın biricik yazma nüshası Âlûsî-zâde Mahmud Şükrü’nün kitaplığında bulunarak Anistas Mari Keremli tarafından istinsah edilmiş ve 1946 yılında Bağdâd’ta yayımlanmıştır. Bu kitabın adının Cevâdu’d-Tirâd fi Ma’rifeti Şu’arâi Bağdâd olduğunu kitabın sonundaki bir fıkradan anlıyoruz ki bu nokta nâşirinin ve Iraklı birçok yazarın gözünden kaçmışur.

Gerçek müellifi bilinmeyen bu Arapça eserin Şehrebanlı Abdulkadir Hatib Efendi tarafından telif veyahud Türkçe’den tercüme edildiği söylenmektedir[12].

Atâ Terzibaşı’nın burada sözünü ettiği tercüme ile bizim Hatîbî’ye ait olduğunu söylediğimiz tezkire arasında muhteva bakımından benzerlik söz konusudur. Ayrıca Hatîbî’nin babasının da Şehrebân’da ikamet ettiği gözönünde bulundurulursa, bu iki eser ve müellifi arasında sıkı bir bağ olduğu fark edilmektedir. Bizim tespitimize göre, Arapça matbû nüshadaki şairler, Türkçe elyazması nüshadan daha azdır. Yine Türkçe nüshada şairler daha detaylı olarak anlatılmaktadır. Bundan dolayı biz Arapça baskının[13], Türkçe nüshanın muhtasar bir tercümesi olabileceği kanaatindeyiz.

Biz, bu iki nüshayı mukayese etmeyi bir yana bırakarak, eserin müellifi Hatîbî'yi tanıtmak ve eserin telif sebebi, telif tarihi ve Davud Paşaya takdimi üzerinde durmak istiyoruz.

Tezkire’nin Müellifi Hatibi:

Tezkire'nin müellifi daha ilk sayfalarda kendisinden şöyle bahsetmektedir:

Muhtâc-1 nigâh-1 ehl-¡ âdâb

Avare Hatibi kâüb-i bâb (vr.رعئ

Âvârelerin zebani sensin

Her hâl ile tercemânı sensin (vr. 4a)

Ailesinin dışında onu en çok etkileyen, Çehreban köyünün hatibi, 1811'de vefat eden Molla Muhtar Efendi olduğundan, mahlasım da, bu zata olan sevgisinden dolayı Hatibi olarak tercih ettiğini ifade eder:

"Molla Muhtar Efendi, ... câmi-i sâbıku z-zikrde hatib olduğundan Hatib mahlasım ihtiyar edip bu cihetle hakirin mahlası Hatibi'dir.” (vr. 37لأ)

Kendisini Hatibi mahlasıyla tanıtan müellifimiz, eserinin hiç bir yerinde tam adından söz etmemektedir. Ailesi hakkındaki bilgileri de hep dolaylı şekillerde vermektedir. Nitekim babası hakkında. Molla Muhtar Efendi’yi anlatırken şöyle demektedir:

Şehreban karyesinde vaki câmi-i şerifin bâb-1 sa'âdet-ıneâbında çend ahbab ile tekye-zede-i mücaleset olmuş iken, bir gulam, bir derviş ile bedidar ve huzzardan fakîrü'l-hâl bir bî-çârei şikeste-bâün müsafiri olmasına hod-be- hod hâst-kâr olmağla tâc-1 gerdûna sanduka-i garbi nilgûna mevzû oldukda edâ-yı merasimi hoş-âmedî ma'nzında peder-i merhum nezdine gidip her çend ol nûrânî-sirişte im'ân-1 nazar itdiyse de mesili güzâşte-i çeşmi olmadı- ğından navek-i endişesi çeşm-i kemân-1 tahayyür de cây-gîr oldu... Ne ise mübaheseleri ulûm-1 garibeye müncer olub ... şebi ferda İçüıı kendûyi hane-i bî-minnete da’vet itmekle ... ol dahî (el٠icâbetü li’l-velîme vâcibün) tarîka- sına intihâc ve refiki de٢viş-i mezkûr ile gelüp menzil-i pederi pür-ibtihâc edüp peder-i mağfur dahi,

Kadem basdın gözüm behcet-serâsın pür-zıyâ kıldın

Tevazu bilmenüz terkâna boş geldin safa geldin

neşîdesiyle kendüsini istikbâl ve vâfir ta’zîm ve iclâlden sonra bir odada tek ü tenhâ oldular.” (vr. 36a)

Bu ifadelerden Hatîbî’nin babasının Şehrebân köyünde oturmakta ol-duğunu; ayrıca, köye gelen misafirleri önce bir tekkede kabul edip, sonra evine davet etmesinden de onun tekke sahibi bir şeyh ve eşraftan biri olduğunu anlamaktayız.

Hatîbî, şair Abdullah Ağa (Cehdî) ’yi anlatırken de babasından sözetmektedir:

"... tarîki Şehrebân karyesine düşdüğünden nâşi ânifü’z-zikr pederim hatîb-i lebîbin hân esinde müsâfir olup miyânelerinde tarafeynden râbıta-i mahabbet istihkâm-pezîr olmuş idi. Bir dem-i fîrûz ve sâ’at-ı tarab-endûza peder-i merhûm,

Cem ’-ı sime cehd-bâ eyle zira şimdilik

Bir şa’îre şi’ri almazlar bunu tahkik bil

müfred-i letâfet-edâsını irticâlen der-miyân etmekle kendüsi dâhi bu güne cevâb-ı bâ-sevâb-girîz eyledi:

Bir şa ’ire nâ-ehildir almayan şi’ri Hatîb

Yoksa ehli genc-i sim ile ider şi’ri harid” (vr. 23^)

1209/1794’de vefat eden şair Yümnî’yi anlaürken ise Hatîbî, babasıyla ilgili şu bilgiyi verir:

“Bir gün pederim merhûm Şehrebân mukâta’asına dâir ba’zı defâtiri cenâb-ı müstetâblarına arz etmekle, (al bu varakı) emri ile pederi vicheten hitâb buyurduklarında, pederim merhûm derhâl teşekkür ma’nzında lübb-i edeb birle dâmen-i devlet-i pîrâmenlerin bûs eyledi. Kâğıtdan ibâret varakı eline teslim buyurduklarında, peder-i mağfûr lafz-ı hakîkî bilüp, dâmen-i merhamederin bi’ş-şedâde şifah-ı ta’zîm etmiş iken, (yine mücâzîsi nasibim oldu) diyerek latîfeye girîz itdikde, kendüsüne ol saat yüz altun ihsân bu- yurmagla medhlerini mutazammın iş bu müfredi irticâlen arzeyledi.” (vr. 134b) Metnini ١’e٢diğimiz bu ifadelerde Hatîbî’nin babasının şairlerle içli dışlı olduğunu ١’e münasebederinde nükteli olarak onlara cevap verdiğini görmekteyiz. Bu da, müellifimizin babasının da şair ruhlu bir kişi olduğunu, dolayısıyla şairlerin de kendisine hürmet ve saygı duyduklarını göstermektedir.

Hatîbî’nin dedesi Selûm Çelebi de şairdir. Nitekim o, “sin” harfinde, “Kâtib-i hazîne Selûm Çelebi” başlığıyla anlattığı şair hakkında, “... mûmâ- ileyh Bağdâdiyyu’l-asl ve’l-vatan Alî Çelebi’nin sadefçe-i sulbünden dük- kânçe-i nâ-pâyidâr olup...” dedikten sonra, bu maddeyi bitirirken, “... bu ha- kîr-i bî-nevâ sıbu olup cedd-i büzürg-vârım olduğu sebebiyle medh u sitayişi bana râci olduğundan kânûn-ı edebe ri’âyeten bahsi ihtisâr kılındı...” demektedir. (vr 55a)

Tahsili:

Hatîbî’nin kimlerden ve nerelerde tahsil gördüğü konusunda da müracaat edeceğimiz tek kaynak, az da olsa, onun Tezkire'sindeki kendi ifadeleridir. O, ençok feyz aldığı hocası olarak Mehmed Emin Efendi (Feyzî)’yi gösterir:

"... Lafz ıı ma’nâda olan her ııkde-i müşgil-teri enfâs-ı meyâmin-i istima- yı müte’addid nev-âmûz ve bûstan-ı ârâmı kâm-yâb idüp, ben bu hakîr-i bî- berg ü nevâ telâmîz-i pâkîze-edâsının ednâsı olmagla ki onlar miyânede idâre-i akdâh-ı eş’âr itdikleri vakitde devr-i câm-ı ihsanları ancak havsala-i ahvâlime şâyân görülür...” (vr. 92a)

"... ne diyeyim bilmem tahmisâtında olan kelâm-ı irtibâu tavsif ideyim veyâhud kasâyid u tevârih u gazeliyâünda meşhûn tasannu’âtı tavsif eyleyeyim.” "... üstâd-ı kâmil ve hâce-i lâ-mümâsilim, fâiz-i hazâin-i ma’ârif-mendî Fevzî Efendi...”

Hatîbî, hocasını manzum olarak da şöyle tamur:

Üstâdım o sâhib-i fesahat

Yenbû’-ı kitâbet ü belâgat

Ol Fevzî-i fâiz-i ma ’ânı

Ol münşi vü nâzım-ı zemânî

Eltâfma cümle ola nâil

Maksûda iki cihanda vâsıl (vr. 85٥)

Bu ifadelerinin yanında Hatibi, Fevzi'nin, bazı şairlerin gazellerine yazdığı tahmis ve nazireleri yeri geldikçe, "... üstâdım Fevzi Efendi dahi bu gazeli tahmis itdi.” diyerek haber vermektedir, (vr. 1243.)

Hatibi bunun dışında ders aldığı bazı hocaları ile onlardan okuduğu dersleri ve kitapları da belirtir. Bu konuda mesela, Safâyî isâ Efendi'nin ter- ceme-i halinde şöyle demektedir:

“... bu fakir, fenn-i nahvden ka؟ nüsha nezd-i fazilet-fendinde kırâ'at et- digim cihetiyle (من طنى حرفا فقد صيرنى عبدا) makulünce her vechile zîr-i bâr- 1 giran hakkında hurûc-1 mucibi külfet ve zerî'a-i zahmet olduğuna İlâve vasfı beyanında taksirimden arak-riz-i hacalet ve gayetde mukedder ve esir-i fikret olmuşum.” (vr. 66لأ)

Bunun dışında, es-Seyyid Ahmed Efendi'den de tahsil gördüğünü kay- delmektedir:

“Hatta bu fakir Şeyh Sa'dî merhumun Gülistân-1 letafet nişanının in- dinde kırâ'at etmişim.” (vr. 61ح)

Hatibi, Fevzi Efendi'den okuduğu dersleri de şöyle belirtir:

“Lâkin zamirim nukûd-1 ma'adinden tehi ve hali olup gayet mâ-fi'l-bâl sair -i riyâz-ı cinan merhûm Nâbî Efendî-İ fazl-nişânın âfak-gîr-i iştihar olan ııüsha-i siyer-i mu'teberelerinden gazâ-yı Uhud-1 muvaşşahanın nihayetine dek ati'z-zikr üstâd-1 ma ârif bünyâdımın nezd-i edebi ferdinde kir at etmişim.” (vr. 3b)

Bu ifadelerinden, Hatibi'nin Arap dilbilgisine dair eserlerle, Sa'dî ve Nâbî gibi Fars ve Türk edebiyatının zirve şahsiyetlerinin eserlerini hocalarindan okumuş olduğunu anlıyoruz. Bunun dışında onun, sadece kitap okumakla kalmayıp, zamanın meşhur ediplerini ziyaret etmek maksadıyla gayret sarfettigini ve hatta başka şehirlere gittiğini görüyoruz. Nitekim Musul'da divan katibi olan Sa'dî Salih Efendi'yle daha ya kin olabilmek İçin seyahata çıkmıştır.

bu kadar İştiharı âvîze-gûş-1 istimâ'ım oldukda aşkına dû؟âr ve ma- habbe tine giriftar oldum.... Her bâr envâr-1 dîdârı ile tenvir-i dîde-i iştiyak itmek, müntehâ-yı âmâl-i mâ-fi'l-bâlim idi. 1243/1827 senesinde gülbün-i ravza-i himem ve şâhsâr-1 devha-i kerem, nûr-1 hadika-i hünermendi musar- rıf-1 Vileyyü'nni'ami Muhammed Efendiyle bi'1-müsâfere Mardin seferine azimetimde Musul-I hadbaye varub... miyanede gerden-keş-i huzûr olmagla kendiisiyle İcrâ-yt merasim te'anuk birle ... İdâre-i akdâh-1 İşret itdikde isti- mâ'dan ziyade ahval-i fezaili isti'maline kesbi İttilâ eyledim." (vr. 51a)

Hatibi'nin kendi eserinden çıkarabildiğimiz kadarıyla, öğrenimine dair bilgiler bu kadardır, o, zikrettiğimiz bu şahısları dışında da birçok edip ve şairler görmüş, onların sohbetinde bulunmuş veya sohbet İçin kendisine gelmişlerdir. Bundan dolayı Hatibi, Bağdat ve civarındaki ediplerle İçli dışlı olmuştur.

Edebî Kişiliği:

Yukarıda Hatibi'nin öğrenim durumunu, kendi ifadelerinden yaptığımız tespitlerle ortaya koymaya çalıştık. Onun yetişmesinden sonra, şairler arasındaki ünü gittikçe yayılmış olmalı ki, birçokları kendisinden tahmis, nazire ve tarih yazmasını istemişlerdir. Bunlar arasında, zamanın meşhur ediplerinden Havi Rasûl Efendi başta gelmektedir. Nitekim müellifimiz bu durumu şöyle anlatmaktadır:

"... bu gazel-i alem-pesendi dahi nazm u inşâ ve naziresini zikirleri geli- cek Müftî ve hakir ve Debir'den iddia edip, her ikisi sâha-i tanzire sevk-i te- kaveri mahal itmeleriyle hayrlusıyla tercemelerinde minkâr-1 kalem ile nakş olunurlar. Lâkin bu hakir derdest olan kitâb-1 mezkura meşgul olduğum se- bebiyle fırsat ve İmkânım olmadı.”

Havi Rasûl Efendi, bu arzusunu manzum olarak da dile getirir:

Tanzire ragbet eylemese Müftî nazmına"

Varyiri yoksa saz-, yavana kim bakar

N’ola nazire dirse Hatîbî veya Debir

Bu nazma yoksa bîhûde-gûyâna kim bakar (VT. 28a)

Burada ismi geçen Müftî (Ebubekr Efendi) de, Hatibi'den tahmis teklifinde bulunur:

"... İşbu dü-beyün tahmisini bu fakire dahi teklif itmekle kendusi gibi bir kamili ferid ve nâzım-ı vahid bu güne tahmislerinde cevelan İtdiği suretle kenduye pey-revligim ayn-1 cehalet ve kunhile bî-münâsebet ise de kesret-i İlhâh u ısrâr ve vefret-i lehh u güftanndan halas olmak kasdiyle fakat Türkî tahmisini mersûm-1 evrak eyledim." (vr. 113b)

Şair Yümnî de, kendisini hafife alan birine cevap vermesi İçin Hatîbî'ye başvurmuştur:

"... birisi bir dosta bir çift çizme, istihfaf ma’nzında hediyye edip, kağı- dinin cevâbını bu hakire teklif itmekle intikamım almak kasdıyla esnâ-y! tah- rirde bu mısrâ’1 dere eyledim." (vr. 133b)

Hatibi, yukarıda zikrettiğimiz ifadelerinden de anlaşıldığı gibi, birçok şairin gazeline nazire ve talrmis yazmıştır. Hatta o, bu konuda hocası Mehmed Fevzi ile de yaıışmur. Nitekim Mehmed Fevzi'nin, Nedim'in ga- zeline yazdığı tahmisle ilgili olarak, "... merhum Nedîm-İ nüktedanın gaze- line İşbu nazire-i dil-riibayı tarh eylemiş...", gazel-i mezkûruna bu fakir dahi İşbu tanzir-i bî-me'âli İmlâ ve terkim eyledim." diyerek, kendisini de bu hususta kabiliyetli görmektedir, (vr. 98a)

Hatibi'nin, Zeki Molla Halil'in “Nergis” redifli gazeli hakkındaki değer- lendirmesinden sonra, ona nazire yazdığını belirten şu sözleri, şiirde kendine olan güvenini göstermektedir:

“Negis kâfiyesinde gazel tarh itmek sa’b û düş var olduğu gül-i cinân-1 ri- yâz-ı irfana nümâyândr Kafiye-yi mezkurda bu gazel-i letafet-mevfiir gülbün- i kaleminden ser-zede olmuş... makrûm-1 revâyıh-1 irfan bu hakir-i nâ-tüvân dahi hârhurmisâl bu nazireye hâme-gîr-i makal oldum. Dimâg-1 kamilana bâ'is-i istikrah ise de ... nesahat buyrula." (vr. 45b)

Hatibi'nin, şiirlerine nazire yazdığı şairlerden Mehmed Fevzi, Revnak, Râgıp Paşa, Safi Mustafa Efendi ve Zeki Molla Halil'i; tahmis yazdıklarından ise. Havi Rasul, Müftî Ebûbekr Efendi ve Hakim mahlasıyla şiirleri bulunan Davud Paşa’yı sayabiliriz.

Burada, Hatibi'nin nazirelerine misal olması bakımından Zeki'nin “nergis" redifli gazeline yazdığı nazireyi aynen alıyoruz:

Güzel aşkına eygül gâlibâ dûçârdır nergis

Bu rütbe tarf-1 cû-yı ruha da bımârdır nergis Bozulmuş rengi incelmiş ser-efgende-nişîn itmiş

Şattasın ben gibi hasret-keş-i dîdârdır nergis

Müşabih olduğıyçün dîde-i mahmûr-ı cânâna

Miyân-ı âşıkânda zîver-i destârdır nergis

Güzel bâşın içün gülşene teşrif kıl zîrâ

Gözüm tek yolunu gözeltmede bîdârdır nergis

Degildür yâra vâsıl âşık-ı gam-hâr tek gûya

Hemîşe mübtelâ-yı fitne-i agyârdır nergis

Şemîmin şem iden peyveste eyler cüst ü cû kendin

Dil-i uşşâkı celb itmekde bir sehhârdır nergis

Lisân-ı hâl ile n ’ola enin ü âh eylerse

Hatibi tek esir-i fürkat-i dil-dârdır nergis (vr. 45٥؛)

Hatîbî’nin tahmis ve nazireleri dışında mesnevi ve tarih manzumeleri de bulunmaktadır. O, Mardin’e yolculuğu sırasında Sa’dî Sâlih ile iyi bir dostluk kurmuş, daha sonra bu muhabbeti mektuplaşarak sürdürmüştür. Sa’dî’nin kendisine yazdığı 32 beyidik mesneviye Hatibi de, “... bu def a hu- rüf-ı mühmele ile ma’nânâdan mühmel bu du’â-nâme terkîmine bî-edebâne cür’et kılındı.” diyerek, sadece noktasız harflerle yazdığı 36 beyidik bir mesnevi ile cevap vermektedir.

Ancak, onun mesne١٦si sadece bundan ibaret değildir. Babasının ve kendisinin, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (1776-1826)’nin kurmuş olduğu Hâlidiyye tarikauna müntesip olması sebebiyle, müstakil bir eser sayabileceğimiz 113 beyidik Silsile-nâme-i Tarikat adlı manzumeyi yazmıştır. Nitekim müellif bu mesne١٦yi başlı başına bir eser kabul etüğinden telif tarihini de belirtmiştir.

Bu Silsile ’nin ze٦d’l-kemâli

Tâ ki ola sâl-i nazmı ma’lûm

Kilk-i dü-zebân ile Utarid

Târihini yazdım “Dürr-i manzûm”

Hatîbî’nin bunun dışında da tarih manzumesi vardır. Bu meyanda mesela, Dâ١٢ud Paşa’nın oğlu Hasan’ın doğumu ve Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin vefan için yazdığı tarihleri kaydedebiliriz.

Hatîbî’nin çeşidi vesilelerle yazmış olduğu müfredleri daha sade ve daha güzeldir. Bu hususta bir fikir vermek için bazılarını buraya alıyoruz:

Kibr ile kadr-i bülendi kişinin ednâ olur

Her tevâzû-pîşe gitdikçe katı a’lâ olur (v. 71a)

Feyz-i Hak inkâr olunmaz ey gönül

Lîk herkes olamaz mazhar ana (vr. 74^)

Var mıdır birşey k ’ola nazm ile inşâdan leziz

K’anda vardır kand ile şebd-i musaffadan leziz (vr. 81^)

Niçe olsa ma’rifet ehli yine mümtâzdır

Hârdan var imtiyâzı gülşen içre güllerin (vr. 109°)

Hâsılı inkâr olunmaz nahl-i irfanın Hatîb

Niçe olsa ma’rifet bâgm sakın terk eyleme (vr. 110٥)

Tezkirc’nin Telif Sebebi:

Hatîbî’nin gittikçe yayılan şöhreti, o zaman Bağdat’taki Türk kültür ha-yatına büyük katkıları bulunan vâli Davud Paşa tarafından da duyulunca, kendisine Türk şairlerine dair bir tezkire yazması teklif edilmiştir. Bu hususu Hatîbî şöyle açıklamaktadır:

“Tab’-ı merâhim tîg-ı âsâf-âneleri semt٠i edebe şevk-nümâ-yı rağbet ve üdebâya şükr-bahş-ı iltifat ve inâyet olduğu sebebiyle çokdan berü kufûs-ı sudûrda dem-beste ve mahbûs olan tûüyân-ı şîrin-gûyân tabâyı’-ı şu’arâ ez ser٠i nev-gûyâ oldukları câm-ı cihân-nümâ-yı cem’ olan mir’ât٠ı tâb-nâk-ı derk-i derrâk-ı serîu’l-idrâk-ı hidivânelerine mün’akis oldukda, gerek eyyâm-ı devlet-irüsâm ve hengâm-ı adi iltisâm-ı vezârederinde bulunan ve gerek akdemce meşhûd-ı bâsire-i i’dbâr-ı çâkerâne ve mesmû’-ı sâmi’a-i bende-gânem olan Türkî şu’arâyı cem’ ve terceme ile bir tezkire inşâ ve terdbini ve âcizte- rîn-i memlûkâne emr u fermân buyurmagla, der-i devlet eserlerinde mevcûd kâmil ve fusehâ ve efâdıl ve bulegâya nazaran bu âşüfte-i bî-berg u nevâ âf- tâb-ı cihan-ârâ mukâbilinde bir zerre-i ednâya mümâsil ve müşâbih ise de ... âciz ve kâsır olduğumdan ve hizmet-i celîlenin tenfîz ve icrâsını ayn-ı teşekkür bilüb, “fekavluhû mesmû’un ve emruhû nafiz ”cevâbıyla izhâr-ı icâbet ve ibrâz-ı ta’ahhüd ve itâ’at eyledim.” (vr. 3a-3؛J).

Dâvud Paşa’nın bu teklifi, Hatîbî tarafından manzûm olarak da şöyle ifâde edilmektedir:

Kıl kelâmı muhtasar sakın mutavvel eyleme

Kim bedi’-i vasfının olmuş beyânı pek muhal

Türkîce bir tezkire inşâsını fermân idüp

İşbu abd-i nâ-tüvâna ol meh-i burc-ı me’âl

Yogıken icrâsına kudret dil-i bi-tâbda

Emrine ihlâs ile itdim mücerred imtisâl

Hâme-i eşkine pâyı vaz’ ¡dince kâğıda

Feyz-i Hakk u sâyesiyle çûşişe geldi hayâl

Resm-i âdâb ile terkîm eyledim târihini

Buldu avn-i Hakk'ile bu tercemem hüsn-i kemâl (vr. 137a)

Buradaki son beyitin ikinci mısraının ebced değerine, birinci mısradaki (âdâb) kelimesinin değeri ilâve edilince, tezkirenin telif tarihi olan 1245/1829 senesi ortaya çıkmaktadır.

Tezkire’n'm tamamlanmasından sonra sıra Davud Paşa’ya takdimine gelmiştir. Bu hususu da Hatibi bir manzumeyle şöyle dile getirmektedir:

Vâsıl oldu hadd-i itmama hezârân hamd ola

Bana imdâd eyleyüben lutf-ı Hakk-ı bî-hemâl

Anı takdim eyledim şerm ile hâk-i pâyine

Afv ider noksânını ol âsâf-i deryâ-nevâl

Hak Te’âla ömrini günden güne efzûn ide

Görmesin mir’ât-ı sâf-ı bâtın gerd-i melâl

Tczkire’nin Dili vc Değeri:

Tezkire-¡ Şu ’arâ-yı Bağdâd, dil bakımından ağdalı ve ağır bir üslupla ya-zılmıştır. Gerek mukaddimede ve gerekse şairlerin biyografilerinin anlatımında Arapça, Farsça bazı beyit, mısra, müfred, kelâm-ı kibâr, âyet ve hadislerden iktibaslara sık sık yer verilmiş olması bu sonucu doğurmuştur. Ayrıca Bağdât valisi tarafından böyle bir kitabın hazırlanmasının istenmesi, eserin metninde daha sanadı bir dilin kullanmasını gerektirmiştir. Çünkü, Davud Paşa’nın kendisi ve Hâkim mahlasıyla şiirleri olan bir şahsiyettir. İşte bütün bunlar, Tezkire’nin üslubunda etkili olmuştur denebilir.

Hatîbî, Tezkire’de, şairlerin hangi sülâleden geldiklerini, nerede doğ-duklarını, şiire nereden ilgi duyduklarını anlattıktan sonra, onların nazmını değerlendirir; şiirlerinden örnekler verir; nazirelerinden ve tahmislerinden bahseder. Sonunda da şairin mahlasını tercih ediş sebebini belirterek, kaç yaşında, hangi tarihte ve nerede vefat ettiğini yazar. Şairlerin bulunduğu görevleri ve varsa eserlerinin neler olduğunu kaydetmeyi de ihmal etmez. Şairler vefat etmiş ise, onların vefatını söyledikten sonra, kendi vasıflarına uygun Arapça, Farsça veya Türkçe birer beyit veya mısra ile durumlarını ortaya koyar.

Şimdi burada onun Tezkire’de kullandığı anlatım tarzına misal olması bakımından, Halil Efendi’nin biyografisi hakkında anlattıklarını nakl edelim:

“Mûmâileyh Musuliyyü’l-asl ve Bagdâdiyyü’l-vatan Fahrîzâde İbrahim Efendi’nin çeşme-sâr-ı sulbünden gülzâr-ı dünyâya uryân idüp hâiz olduğu evrâd-ı basiret ve idrâk u ezhâr-ı fehm-i derrâkı çeşm-i zahm-ı felek-i gaddâra dûçâr ve âfet-i hazân-ı sipihr-i kec-reftâra giriftâr olarak... bagçe-i ruhsârı çeşme-i dü-çeşmeden hâli idi. Ammâ fehm ü hadâset ve iz’ânı ve basireti vâ- sıl-ı derece-i nihâyet ve resîde-i rütbe-i gâyet olduğuna güvâh-ı âdil ve vâhid-i lâ-mu’âdil, kuvve-i memken-i tab’ından çehre-nümâ-yı fi’l olan işbu müfred-i garrâ-yı hakîkat-intimâdır.

Ve ale’l-husûs tahâmîs rabtında olan yed-i tûlâ ve hüsn-i edâsı manzûr-ı erbâb-ı nazar ve meşhûr-ı zümre-i ma ârif-eserdir. Basireti hadd-i tamâmı kat’ ittiğinden Basìn mahlasıyla erbâb-ı basar ve basiret mâ-beyninde meşhûr olmuş, ulûm-ı Arabiyye’de dahî alâ kaderi’1-kifâye nûşe-dâr ve ale’l-husûs hâ- fız-ı kelâm-ı Melik-i kirdgâr idi...

Şâhid-i ömri altmış üç sene pehnâ-serâ-yı zindegânîde nigerân olub 182 senesinde (Küllü men aleyhâ fan) nass-ı şerifi iktizâsınca ... dîde-güşâ-yı ku- sûr-ı Cennet oldu. Beyt:

Nedâred vefa âsumân u zemin

Çönin bûdeest ü bâşed çönin (vr. IS^-lö،5)

Hatibi, şairler arasında benzerlikler de kurmaktadır. Mesela, Lutfullah Efendi için, "... nesrde Nâbî-i devrân ve nazmda Sâbit-i zamân idi...”; Tâyib Bektâş için ise, "... Türkî’de merhûm Sâbit Efendi’ye peyrevlik iderek sefinesinde meşhûn ...” demektedir.

Nüzhet Melımed Efendi hakkında, "... Cennet-mekân Râgıb Muhammed Paşâ-yı merhumun, (Sevdâ-yı câha düşme ki rahat komaz seni) mısrâ'ın küpe-i intibah ١’e âvize-i âgâh itmeyerek keşmekeş-¡ câh u mansıb fikriyle diyâr-1 gurbete azimet idfip ..." dedikten sonra, onun Haleb'e gitti- ğini ve bu esnada öldürüldüğünü söylemesi, Hatibi'nin şairlerin hayatlarına dair geniş bir bilgiye salrip olduğunu gösteriyor.

I'Iatîbî, şairlerin birbirlerinden intilralde bulunduklai’inı ifade etmekten de çekinmez. Nitekim Âuf Alnned Ağa'nm bil’ gazeli İçin şunları kaydetmek- tedir:

"Bir aralık gelicek bu gazeli nazm idiip yarana göndermiş idi. Adam adama benzer didikleri gibi mezkûr gazel aynıyla Tayip Efendi merhfimun gazeli çıkup, fakat malrlasında Tâyib'in bedeline Âtıf rakam itdigi zıılıûr eyledi.

Ne miimkin zahiripinhân kılmak

Güneş kabil midir İhfâ olunsun (vr. 87لأ88-ئ)

Müellifimiz, şairlerin vezin konusundaki başarısızlıklarını da tenkit eder. Bu konuda da mesela, Mûftî Ebubekr Efendi'nin manzumesi Irakkmda şöyle demektedii’:

"... bila-kasd manzumelei’inin bazı mısi’â'ı bahr-1 recez ve ba'zısı bahri tavilden olduğuna İlâve aglebi zaman vezinden birun ve kafiyeleri birbirine mugayir ve nâ-mevzûn olmadadır." (vr. 114b)

Hatibi, Bağdat'taki kültür çevrelerinde cereyan eden olayları da. Tezkire’de konu edinmekte ve bunlara dail’ bilgi vermektedir. Bağdat'taki Mevlevihâne'de geçen bir olayr anlatan Salih Neccâr'111 Arapça, Farsça ve Türkçe olarak kaleme aldığı 67 beyidik manzumesini aynen iktibas edei’keıı söze şöyle başlamaktadır:

“Vâsıfiye Cânıii dimekle mezkûr Mevlevihâne-i meşhûrun bağçesiııe va- rup gird-i havzrnda mekin üç dilber, letâfet-âyin-i muâhedeleriyle karîrü'l- ayn ve'l-fuâd olmagin ... ol sedilberi billûrîn-sâk u simin-bere im'ân ile nâzır oldukda mâdde-i mezkûreyi Arabi ve Fârisî ve Türkî lugatlanyla nazmen ilikâyet İdüp âhirinde Ömer Paşâ-yı merhûmun midlıat-ı zât-1 pâklerine giriz eylemiş. Doğrusu bil’ mi’ıfredini terk itmek İnsâf olmadığından mecmıı'ı bu mahalle sebt bil’le dîde-i nâzıi’âna envâr u zıyâ verildi.” (١T. 124؛)) Yine Bağırzâde Sûzî el-Hâc Omer Efendi'nin konağında geçen sohbet- leri ve bu esnada konuşulanları anlatmaktadır.

Bu ve benzeri olayları anlatmi؛ olması. Tezkire’nin sadece şairleri ve onların şiirlerini anlatan bir eser olmadığını, bunlara paralel olarak Bağdat'ta, 19. asırdaki Türk kültürüne, adet ve geleneklerine dair de bilgileri ihtiva ettiğini ortaya koymaktadır. Eserin transkribe edilerek yayınlanması, bize bu kültür ortamım tanıtması bakımından da önemlidir.

Tezkire'nin Nüshası:

Tezkire-i Şuarâ-yı Bağdâd'ın Yegane nüshası, Medinei Münewere'deki Arif Hikmet Kütüphanesinde 137 numarada kayıdı bulunmaktadır. 17x12 (15x8,5) ebadındaki yazma nüsha, 21 satir halinde nestalikle yazılmıştır. 1لأ ve 2a yapraklan müzehheb olan yazmanın diğer sayfalan siyahi mürekkeple mücedveldir. Konu başlıkları kırmızı, diğer kısımları ise siyah mürekkeple yazılmıştır. Tamamı 138 varak olan nüsha, gayet temiz ve okunaklıdır.

Başı:

لألRab beni zevk-yâb-1 irfan eyle

Gencine-¡ feyz u lutfa şâyân eyle

Sonu:

Resm-İ âdâb ile terkim eyledim târihini

Buldu avn-i Hakk de bu tercümem hüsn-i kemâl

Y’azmanm müstensihi ve istinsah tarihi şöyle belirtilmektedir:

تم الكتاب بعون ام الملك الوهاب عل يد أفز العباد محمد معين غفرل* فى أوائل شهر ذى الحجة سة ثمان وأربعنن وماتين وألف .

Buradan anlaşıldığına gore, nüshanın müstensihi Muhammed Mu'în, istinsah tarihi ise 1248/1832'dir.

Tezkirede Yer Alan Şairler:

Tezkire'de, 18. asrin ikinci yansından 1245/1829'a kadar Bağdat ve ci- vannda yaşamış 75 şairin liayati anlatılmaktadır. Bunu Hatibi şöyle belirt- mektedir: 1196/(1782) senesinde hükümrân Bagdâd-ı Dâ٢u’s-Selâm-ı behişt- âşiyan Süleyman Paşa merhûmun kâtib-i divanları ser-satr-ı risâle-i fazl u ir- fân merhûm Es’ad Efendi ma’ârif-bünyândan işbu 1245/(1829) senesine dek hıtta-i Irak’da mefküd ١’e mevcûd Türkî şu’arâ cem’ ve hurûf-ı hecâ tertibiyle imlâ ve edâsına künhile mâye-i kudret ve hamîre-i meknetim yogıken ... safha-i sahîfe-i merâm ve maksûda satr-keş-i ibtidâ kılındı.”

Tezkire, bir Mukaddime ile başlamaktadır. (١T. lb-4b) Bundan sonra eserin telifine sebep olan ve Hâkim mahlasıyla şiirler yazan, Bağdat valisi Davud Paşa’nın yaptırdığı hayır eserlerinin zikri ve şairlere olan muhabbet ve alakasının anlatılmasına geçilmiştir, (vr. 4b-9b) Mahlaslarına göre alfabetik sırayla ele alınan şairlerin terceme-i halleri, vr. 9b-135b’de bulunmaktadır. Tezkire’nin Davud Paşa’ya takdimi ve ferağ kaydının yeraldığı bölüm ise İ’tizâr-nâme adı altında ve manzum olarak vr. 135b-137b’dedir.

Tezkire de yer alan şairlerin illere göre dağılımı ise şöyledir: Bağdat 33, Kerkük 16, Erbil 6, Musul 5 şair. Bunların dışında Diyarbakır, Erzurum, Haleb, Karabağ, Süleymaniye ve Tebriz’den gelen şairlere de yer verilmektedir.

Şimdi Tezkire’de yer alan şairlerin, eserdeki ele almış sırasına göre bir listesini verelim. Burada listeyi verirken, şair hakkında kısa bir bilgi olması için, isim, mahlas, vefat tarihi ve yazma nüshadaki yeri de belirtilmiştir[15].

Dipnotlar

  1. 'Agah Sım Levent, Türk Edebiyatı Tarihi, Türk Dil Kurumu Yayınları , Ank. 1973, c. I, s. 251; İbnülemin Mahmud Kemal İ nal, Son Asır Türk Sairleri, Milli Eğitim Bakanlığı Yay., İst. 1969, c.1, s. II; Komisyon, Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı Isimler sözlıitii, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yay., Ank. 1988, s. V.
  2. Agah Sım Levent, A.g.e., s. 251.
  3. Bu hususta bkz. Prof. Dr. İsmail Cerrahoğlu, "Şeyhulislam Arif Hikmet ve Medine-i Münevvere'de Kurduğu Kütüphane", A.Ü. İLihiyat Fakültesi Dergisi, c. XXX, s. 111-129, Ankara 1988.
  4. Bkz. İslâm Ansiklopedisi, "Bağdat" maddesi, Devlet Kitapları İstanbul 1970, c. II, s. 205, 211; "Davud Pasa" maddesi, c. Il!, 496.
  5. Dr. Abdulaziz Süleyman Nüvvâr, Davud Pasa Vâliu Bagdad, Dâru'l-Kitâbil-Arabi, el- Kâhire 1968, s. 311-312.
  6. Dr. Süleyman Nüvvâr, A.g.e., s. 313.
  7. Agah Sırrı Levent, A.g.e., s. 327-329.
  8. At â Terzibaşı, Kerkük Şair) eri, Zaman Basımevi, Bağdat 1963, c. I, s.4-5.
  9. Atâ Terzibaşı, a.g.e s. 5.
  10. Ata' Terzibaşı, A.g.e., s. 5.
  11. Abdullatif Benderoğlu, İrak Türkmen Edebiyatı Tarihine Bir Bakış, Dâru'ş-Şunni's- Sekâfeti'l-Amme, Bağdad 1989, c. I, s. 5-6.
  12. Ata Terzibaşı, A.g.e., c . II, s. 4.
  13. Bkz. Abdulkadir eş-Şehrebâni, şuarau Bağdad ve Küttâbuhâ Eyyâme Davud Paşa, Sağda(' 1936.
  14. Bu mısra metinde, "Tanzire rağbet eylemese Müfti bu nazma", şeklinde olup, vezin dikkate alınarak böyle yazılmıştır.
  15. Vefau hanesinde (?) olanlar, müellifin hayatında sağ demektir.

Şekil ve Tablolar