Gına:
Kalhâne, Osmanlı döneminde maden ocaklarında ham hale getirilen altın, gümüş ve bakır madenlerinin saflaştırılarak külçe haline getirildiği tesislere verilen isimdir. Bu türden tesisler, imparatorluğun sahip olduğu maden ocaklarının yanında bulunabildiği gibi, yakınında bir maden ocağı bulunmayan veya herhangi bir şekilde maden üretim faaliyetine sahne olmayan yerlerde ve şehirlerde de bulunabilmekteydi. Burada bahsedilen türden tesislere sahip olan başlıca Osmanlı şehirlerinden birisi ve önceliklisi Tokat, diğeri de Diyarbakır idi. Osmanlı döneminde bu iki şehirde de, yakınlarında bakır cevheri çıkarılmadığı halde ham bakırın işlendiği ve az önce de işaret edildiği üzere kalhâne denilen tesisler bulunmakta idi. Ve bu tesisler gelir düzeylerine göre kendi çaplarında birer mukataa durumunda idi. Sözü edilen tesislerin ham maddesi ise Ergani madeninden sağlanıyordu[1]. Dolayısıyla biz bu çalışmamızda sözü edilen iki şehirdeki kalhânelerin ne zaman kurulduklarından ziyade, bu tesislerin Osmanlıların son dönemlerine yakın zamanlardaki çalışma düzenini ele almaya çalışacağız. Bu noktadan harekede ilk önce ele alacak olduğumuz tesis, Tokat'ta çok eskilerden beri mevcut olduğu anlaşılan kalhânedir. Ancak, burada hemen belirtelim ki, biz, Tokat'ta veya Diyarbakır'da mevcut olan ve sayıları zaman zaman değişen ham bakır işleme tesislerini genelde sanki buralarda bir tane tesis varmış gibi tekil olarak ele alacağız. Çünkü kaynaklarda da buna benzer bir yaklaşım tarzının sözkonusu olduğunu ve bunların, az önce işaret ettiğimiz gibi Tokat Kalhânesi veya Diyarbakır Kalhânesi şeklinde ele alınmış olduğunu görüyoruz. Bunda birde, adı geçen şehirlerin her birinde bulunan bu tesislerin ileride de görüleceği üzere müstakil birer mukataaya konu olmaları ve dolayısıyla bu şekilde tekil olarak zikredilmelerinin de etkisi olmuştur.
1 - Tokat Kalhanesi:
Tokat'ta mevcut olan kalhaneyi ele almaya başlamadan önce, adi geçen şehide böyle bir tesisin kurulmasında etkili olduğunu düşündüğümüz madencilik kültürünün geçmişine az da olsa değinmekte yarar vardır.
a - Tokat'ta Bakir Madenciliğinin Tarihçesi:
Her ne kadar OsmanlI döneminde ve özellikle bu devletin son zamanla- rinda Tokat'ta maden üretim faaliyeti söz konusu değil ise de[2], milattan on- ceki devrilerden yakın tarihi devirlere kadar bu yörenin madencilik etkinlikleri açısından önemini korumuş olduğu bilinen bir gerçektir[3] . Bu cümleden olarak, Tokat yöresinde, Ai'tova İlçesi Karaoluk köyü Ağaçlı mevkiinde, Amus İlçesi Bakımlı köyünde, yine ayni ilçenin Gevrek köyü Kızılpmar ve Gevrek mevkileriyle, Erbaa İlçesi Kozlu bucağı Gümüşlük mevkiinde bakir madeni üretimi yapılmış olduğu bilinmektedir[4].Ancak hemen belirtelim ki, sözkonusu yerlerde üretilen bakir madeninin İşlendiği tesisler ile bu işlemlere ait buluntulara henüz rastlanmamıştır. Bu da bize, belirtilen yerlerde üretilen madenlerin ticaret yolu ile eski adi "Comona Pontica” olan antik Tokat kentindeki izabehanelere getrilerek İşlenmiş olduğunu göstermektedir ki, bu şehirde tunç çağına ait bir merkez olan Horoztepe ile Maşat’ın varlığı, Tokat'ın bu açıdan sahip olduğu önemi kanıtlar durumdadır[5]. Yine ayni şe- hirde ilkçağlarda Kaidelilerin de bakir İşleme tesislerinin mevcut olduğu bi- linmektedir[6]. Ancak, bu yörede yürütülen madencilik faaliyetlerinin dalla sonraki tarihi devirlere ait bilgilerine bugün pek fazla sahip değiliz. Bu durum, ilkçağlardan Osmanlı dönemine kadar olan devirler İçin de geçerlidir ve bu dönemlere ait bilgilerimiz yok denecek kadar azdır, öyle ki, bu husus OsmanlI dönemi İçin de bir ölçüde sözkonusudur. Çünkü, adigeçen şehirde OsmanlI dönemindeki bakırcılık faaliyetleri ile ilgili bilgilerimiz, ancak XVI. yüzyılın sonlarına kadar inebilmektedir[7]. XVIII. yüzyılın ilk yarışına doğru ise bu konudaki bilgilerimiz fazlalaşmaya başlamaktadır. Çünkü, sözkonusu yüzyılın ilk başlarında Tokat'ta özellikle bakır işleme alanında büyük gelişmeler olmuş ve batılı bir seyyahın verdiği bilgilere göre Kastamonu ve Gümüşhane madenlerinden buraya getirilen ham bakırdan gündelik kullanım eşyaların üretimi yapılır ve imparatorluğun değişik yerlerine dağıtmıştır olmuştur[8]. Dolayısıyla Tokat'ın burada bahsedilen bu özelliği ile ilk çağlara ait az önce işaret edilen özelliği arasında bir benzerliğin var olduğu görülmektedir. Çünkü her iki dönemde de Tokat'ta bakır üretimi gerçekleştirilmediği halde, özellikle bakıra yönelik maden işlemecilik sektörünün mevcudiyeti dikkati çekmektedir. Bu da bize, ilkçağlarda Tokat'ta mevcut olan madencilik kültürünün, tarih boyunca çeşitli toplumlarca birbirine aktarma yolu ile devamlılık kazandığı fikrini vermektedir.
Tokat'ta bakır eşya üretimi ile bu sanayie malzeme sağlayan kalhâne, XVIII. yüzyılın takip eden dönemlerinde daha büyük bir hızla gelişir. Bu gelişmede, Ergani madeninde üretilmekte olan ham bakırın tam olarak tasfiye edilebilmesi için Tokat'ta bulunan kalhâneye gönderilmesine dair, aynı yüzyılın ortalarında verilmiş olan karar büyük rol oynamıştır[9]. Nitekim H. 1196 (M. 1781-82) tarihli mahalli bir kayıtta Ergani madeni ürünü olan ham bakırın işlenmek üzere Tokat'a gönderilmesinin "lâ-büdd” yani gerekli olduğundan bahsedilmektedir[10]. Burada bahsedilen gelişme o kadar hızlı boyutlarda olmuştur ki, devlet, Kastamonu'da mevcut olan kalhânenin faaliyetlerinin Tokat bakırı tarafından tehdit edilmesi üzerine, Tokat'ta üretilen bakırın Kastamonu civarında satılmasını 1783 yılında yasaklamak zorunda kalmıştır[11].
Böyle olunca ortaya şöyle bir durum çıkmaktadır: XVIII. yüzyılın sonlarından itibaren Tokat'ta bakırcılık başlı başına bir sektör haline gelmiştir. Herşeyden önce, aslında Ergani madeninden getirilerek burada işlenip saf hale getirilen bakıra "Tokat Bakın" denilmeye başlanmıştır[12]. Dolayısıyla, ham bakırın tasfiyesi, işlenmesi ve işlenen bakırdan çeşitli eşya üretimi ve bunun ticaretinin yapılması bir yana, Ergani'den Tokat’a ham bakır nakli de başlı başına bir sektör haline gelmiştir ki, mesela 1809 yılında bu iş için 5- 6000 civarında deve kullanılmıştır[13]. Yine, 1824 yılında da bu maksada yönelik olarak 4000 devenin kullanılmış olduğunu biliyoruz[14]. Ham bakır nakli için ihtiyaç duyulan develer ise eskiden beri Bozok sancağı dahilinde meskun olan Pehlivanlı aşiretinden temin edilegelmekteydi. Ancak 1825 yılından sonra yine aynı yörede yaşamakta olan Yeniil aşireti mensuplarının develeri bu iş için kullanılmaya başlanmıştır[15].
Tokat'ta bakırcılığın XVIII. yüzyılın ikinci yarısından itibaren çok önemli bir sektör haline geldiğinin bir başka göstergesi de, bu şehirde bulunan ham bakır işleme tesisinin yani kalhânenin devlet nazarında büyük bir önem arzetmeye başlamasıdır. Çünkü 1790 yılında, Anadolu'da Tokat dışındaki yerlerde bulunan bütün kalhânelerin yıktırılmış olduğu bilinen bir gerçektir[16]. Yine, bu tarihten çok kısa bir süre sonra 1792 yılında Ergani madeninde üretilecek olan ham bakırın ancak Tokat'ta işlenebileceğine dair bir hüküm yayınlanmıştır[17]. Bunlar da açıkça göstermektedir ki, devlet, Tokat kalhânesine özel bir itina ve dikkat göstermektedir ve bunun için gerekenleri yapmaktadır. Tokat'ta bulunan kalhâne ve dolayısıyla bu şehirdeki bakırcılık sektörünün önemi konusunda bir de şunu söyleyebiliriz: Aynı dönemlerde Tokat'ta bakırcılıkla ilgilenen esnafın devlete ödemekte olduğu vergi miktarı, şehirde bulunan diğer esnaf guruplarının vermekte olduğu vergi miktarı ile eşdeğerde idi[18] Ki, sözkonusu dönemde Tokat'ta bakırcılık ile uğraşan esnafın çaliştığı dükkan sayısı da 300'dü[[19]. Bu, o günün şartlarında küçümsenmeyecek bir rakamdır. Diğer yandan, XIX. yüzyılın ilk yarısında Tokat kalhânesinde 1000’e yakın işçi çalıştırılmakta ve yılda 5000 ton çam kömürü kullanılarak 1000 ton civarında saf bakır üretimi gerçekleştirilmekte idi[20]. Fakat, az sonra da üzerinde durulacağı üzere, takip edilen teknolojinin geriliği ve Ergani madenindeki üretim miktarının düşüşü gibi sebeplerden dolayı Tokat'ta mevcut olan kalhânenin durumunun bir aralık kötüleşmiş olduğu bilinmektedir. Nitekim, XIX. yüzyılın sonlarına doğru Tokat hakkında bilgi veren bir batılı gezgin de artık Tokat'ta eskisi gibi Ergani madeni ürünü olan ham bakırın işlenmez olduğundan bahisle, Tokat çevresinde bulunan bakır-demir karışımı sülfür ve kalko- pirit madenlerinin işlenmeye başlandığına işaret etmektedir[21]. Tabii ki bu durum, kalhâne için olumsuz sonuçların doğmasına sebep olacaktır.
b - Tokat Kalhânesinin Yönetimi ve İşleyişi:
Tokat'ta Temmuz 1786'ya kadar iki adet mîrî kalhâne mevcuttu ve bunlardan birisi adı geçen şehirde var olan mevlevihâne meşihatına ve dolayısıyla burada bulunan fukaralara, diğeri de, Tokat voyvodalarına "meşrût” idi. Ve yine öteden beri her yıl bunların mutasarrıfı olan kişilere zemin icaresi verilegelmekteydi[22]. Ki, mîrî kalhânelerden birisinin Tokat voyvodalığı muktaasına dahil olması hususu o ana kadar ikiyüz senedir uygulanagelmekte olan bir durumdu[23]. Sözkonusu mukataaya konu olan bu kâlhâne, "Kalhâne-i nühas mukata'ası” olarak adlandırılmaktaydı[24]. Ancak, daha sonraki yıllarda Tokat'ta kalhâne sayısının artarak dörde çıkmış olduğunu görüyoruz. Sonradan ilave edilen iki kalhânenin geliri ise, Medine-i Münevvere fukaralarına tahsis edilmiş durumda idi[25].
Tokat'ta mevcut kalhânelerin idarecisi olarak karşımıza Tanzimata kadar nazırlar çıkmaktadır[26]. Nazırların ataması, 1828 yılına kadar, Keban ve Ergani madenlerinin bileşiminden oluşan Ma'adin-i Hümâyûn Emânetini uhdesine almış olan maden eminlerince yapılmaktaydı[27]. Böyle olunca, sözkonusu tarihe kadar Tokat'ta bulunan kalhâne mukataasının da adı geçen eminlere ihale ve tefviz edilmesi gerçeği ortaya çıkmaktadır. Nitekim, belirtilen tarihten itibaren bu mukataanın yönetiminin Darphaneye bırakılmış olduğu ve buraya adı geçen kurum nazırlan tarafından idareci atamasının yapılmaya başlanmış olduğu bilinmektedir. Yme, aynı tarihte, Ergani madeninin de idarecisi durumunda olan Ma'adin-i Hümâyûn eminlerinin Tokat'a teslim ettikleri bakır miktarına ait senederi doğrudan Darphaneye göndermekle yükümlü tutuldukları da bilinmektedir[28]. Fakat, Tanzimat döneminde ülke genelinde girişilen idari düzenlemeler doğrultusunda kalhânelerin başına idareci olarak müdürlerin atanmaya başlandığını görüyoruz[29]. Ancak, yine Tanzimat döneminde Ekim 1846’dan itibaren kalhâne idaresi ile Tokat kaza müdürlüğünün birleştirilmiş olduğu dikkat çekmektedir[30]. Böylece Tokat'ta mevcut kalhâne, voyvodanın yerini tutacak olan kaza müdürünün idaresine verilmiş oluyordu. Bununla birlikte, bu uygulamanın pek uzun ömürlü olmadığını görüyoruz. Çünkü, Nisan 1850'de yeniden eski uygulamaya dönülmüş ve kalhânenin ayrıca idare ettirilmesi yoluna gidilmiştir[31].
c - Ergani'den Tokat'a Gönderilen Ham Bakıra Tokat'ta Cereyan Eden İşlemler:
Ergani madeninde üretilen ham bakır, hums-ı mîrî payı ayrıldıktan sonra üretimi gerçekleştiren madencilerden mîrî fiyat üzerinden satın alınırdı. Ki, 1793 yılına kadar Ergani madeninde üretilen ham bakırın tamamının devlet tarafından satın alınması kuralının geçerli olduğunu biliyoruz[32]. Eğer mîrî için fazla bakıra ihtiyaç duyulmadığı merkezî yönetimce daha önceden belirtilmiş ve madende bol miktarda üretim gerçekleştirilmiş ise veya ortaya çıkan ihtiyaçlara göre devlet tarafından piyasaya ham bakır satışına izin verilmiş ise, satın alma işleminden vazgeçilebilirdi. Ama her halükarda hums-ı mîrî payı dışındaki ham bakırın 1/3'nin devletçe satın alınması öteden beri uygulana gelen bir kuraldı. Mîrî için maden eminleri tarafından satın alınan ham bakır, tabh edilmek üzere maden idaresi tarafından Tokat’a nakledilirdi[33]. Tokat'a getirilen ham bakır, yukarıda da değinildiği üzere üretimin hums-ı mîrî payı ile gerek 1/3 ve gerekse duruma göre diğer geri kalan kısmının satın alınmasından oluşan ham bakırdan meydana geliyordu. Ergani'den develerle Tokat'a nakliye ücreti maden eminlerince verilerek nakledilen ham bakirin bu şehirde teslim alınması ile ilgili olarak "nühas emini” veya "nühas mulıafızı” diye isimlendirilen[34]imsusi bir göre١'li bulunmaktaydı[35]. Onların görevi, sadece Iram bakırı teslim almaktan ibaret değildi. Bunun yanında onlar, kalhanelerde tabhedilen bakırı muhafaza ederek Dersaadete göndermek veya bu işe nezaret etmelde de mükelleftirler[36].Nühas eminlerinin teslim aldıkları ham baki' ise, ücreti maden eminlerince ödenmek üzere Tokat'ta bulunan kalhanelerde tabir ettirilmekteydi[37].
Kalhaneleri işleten müteşebbislerin ihtiyaç duydukları sermaye, genellikle şehirde bulunan sarraflardan temin edilmekte idi[38]. Bu durum aynısıyla Iram bakirin üretildiği maden ocakları için de geçerli idi.
Bu arada. Iram bakirin Tokat'ta tabhiyesi esnasında ihtiyaç duyulan katalizör madde olan mürdesengin (kurşun-oksit) de, ele alman dönem İçerisinde Keban madeninden sağlandığım belirtelim[39]
Ham bakirin işlenerek saf Irale getirildiği işlemlerin yapıldığı vakit, yılın genelde kış ayları dışındaki zamanlarıydı. Çünkü kışın yapılan tabhiye İşlemlerinde maliyet iki katma ulaşıyordu[40].Bundan dolayı kış aylan dışındaki vakitlerde tabhiye İşlemi yapılmakla, en azından enerji kaybının önlenmesi ve dolayısıyla maliyetin en aza indirilmesi düşünülmüş olmalıdır.
Tokat'ta saf hale getii'ilen bakirin da 1/5'İ, mîrî pay olarak aynhr, geri kalanının 1/3'ü devlet İçin, 2/3'si ise piyasaya ahsis edilirdi[41]. Ancak, Ergani madeninde olduğu gibi, burada işlenen saf bakir konusunda da devlet, gerekli gördüğü takdirde piyasaya bakir satışını tamamıyla yasaklayabilmek- teydi. Mesela 1809 yılında böyle bir durumun söz konusu olduğunu biliyoruz[42]Ayni şekilde, 1828-29'larda da bakir üretiminin düşmesi ve buna bağlı olarak devlet İhtiyâcının giderilmesinde karşılaşılan güçlüklerden dola)! Tokat'ta piyasaya irer ne suretle olursa olsun bakir satışının yasaklanmış olduğu ١re bu konuda yeni bir düzenlemeye gidilmiş olduğu görülmektedir[43]. Buna göre, gerek Ma'adin-i Hümâyûn emini ve gerekse kalhâne nazırı tarafından piyasaya bir habbe de olsa saf bakır satışı yasaklanmıştır. Yine bu düzenlemeye göre, ihtiyaç sahipleri ancak, mîrî ihtiyaç fazlası olduğu takdirde bakır ihtiyaçlarını bizzat Dersaadete giderek Darphaneden giderilebileceklerdir. Bu düzenlemede devletin, almış olduğu tedbiri biraz olsun yumuşatabilmek amacına yönelik olarak ortaya koyduğunu düşündüğümüz bir tebdir daha vardır ki, o da, ihtiyaç sahiplerinin "kavi" bir sarrafı kefil göstermek şar- üyla taksitle bakır satın alabileceklerine dair yapılan açıklamadır. Osmanlı Devleti'nde piyasaya bakır saüşının zaman zaman yasaklanması konusunda bir de şu hususu göz önünde bulundurmak gerekmektedir: Bakır, biraz sonra da üzerinde durulacağı üzere Osmanlı Devleti'nde stratejik öneme sahip bir madendir. Çünkü, yabancı devleder zaman zaman Osmanlı ülkesinde üretilen bakırları çeşitli yollarla satın alarak harp aleti yapımında kullanabilmektedirler. Bu ise, devletin ihtiyaç duyduğu bakırı zamanında ve yeteri miktarda temin edememesi veya piyasadan zamlı fiyattan bakır satın alması gibi durumlara sebep olabilmektedir. Bundan dolayı devlet, bakırı ta- mamiyle kendisinin satın alması yoluna gitmekteydi[44]. Bizim burada üzerinde durduğumuz husus, 1793 tarihli bir kayıtta yer almaktadır. Söz konusu kayıda göre, belirtilen tarihte devlet, bütün ülke genelinde olduğu gibi, Ergani madeni ürünü olan bakırın da bundan böyle piyasaya satışına izin verilmemesi yolunda bir karar almıştır. Bu durumda, yukarıda bahsetmiş olduğumuz düzenlemeler, belirtilen tarihte verilen kararın tekidinden başka bir anlam taşımamaktadır ve dolayısıyla, Osmanlı Devleti'nde genel olarak, bakırın piyasaya satışının üretildiği yerlerde yasak olması ve ihtiyaç sahiplerine bizzat devlet eliyle satılması gibi bir durum ile karşılaşılmaktadır.
Tokat kalhânesinde saf hale getirilen bakır, ilgililerce merkezî yönetim tarafından belirlenen esaslar ve güzergahlar üzerinden Dersaadete ulaştırılırdı. Bu işlemde 1795 yılına kadar Tokat-İznikmid iskelesi güzergahı kulla- nılmıştır[45].Ancak, sözkonusu tarihten itibaren bu yolun değişmiş olduğunu ve bakırın, kara yolu ile ilkönce Samsun'a, oradan da deniz yolu ile Dersaadete ulaştırılması yoluna gidilmeye başlandığını görüyoruz. Tokat'tan Samsun'a kadar olan nakliye işleminde genellikle, Canik ve Amasya sancak- lan dahilinde bulunan bazı kazalardan sağlanan nakil hayvanları ve vasıtaları kullanılmakta İdi[46]Ki, Tokat-Amasya arasındaki nakliye işleminde Ezinepazan kazası ve buranın nakil vasıtaları yetmediği takdirde de, Artova kazası dahilinde bulunan nakil vasıtalarından istifade edilmekteydi. Amasya- Samsun arasındaki nakil işleminde ise, Kavak kazasından temin edilen nakil ١'asıtalan kullanılmakta idi.[47]. Bütün bu işlemlerde nakliye ücreti de, kalhane idaresi tarafından hak sahiplerine deniyordu. Bu şekilde Samsun limanına ulaştırılan bakir, burada başka bir görevliye teslim edilir [48] ve oradan da kiralanan gemilerle hususi görevliler tarafından Dersaadete götürülürdü[49].
Dersadete ulaştırılan bakirin başlıca kullanım alanının devlet sektörü olduğu görülmektedir. Ki, bunların başında Darphane ve Tophane gelmekteydi[50]. Bunun yanında bakirin kullanıldığı bir diğer önemli alan daha vardı ki, o da. Tersane idi. Bakir, burada, donanmada bulunan kalyonların kaplamasında kullanılan levhaların üretiminde kullanılmaktaydı[51] . Gerek tersanede belirtilen alanda kullanılmasından ve gerekse tophanede, dökülen top ve humbaraların yapımıyla çeşitli silah ve aletlerin yapımında kullanılması gibi nedenlerden dolayı bakir, ele aldığımız donemde "mühimmât-1 cihadi- yedeıı”di veya "umûr-1 cihâd’’a lazım olan bir madde olarak büyük bir öneme sahipti[52].
d - Tokat Kalhanesinde Yapılan Yenilikler:
Tokat'taki kalhanelerde bakirin İşleme ücretinin oldukça yüksek olduğu ve bunun zamanla daha da fazlalaştığı bilinmektedir. Çünkü, 1817-18 yıllarinda Osmanlı ülkesinde bir batman ham bakir 10 kuruşa rafine edilirken[53], I837'de bu rakam 12 pounda çıkmıştır. Ayni yıl Avusturya’da bu alanda geçerli olan fiyat ise 3 pounddu[54]. Bu durumda Osmanlı Devleti'ndeki ham bakirin tasfiye işlemindeki maliyetin Avusturya'ya gore dört kat daha fazla olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır. Bunun da yegane sebebi, kalhanelerde kullanılan teknolojinin oldukça geri olması idi. Bu durum kendisini tabhiye İşleminde kullanılan yöntemlerin ve makinalann geri olmasıyla gösteriyordu[55]. Nitekim, XIX. yüzyılın ilk yarışında bir vesile ile OsmanlI ülkesinde bulunan Moltke'nin bu konuda vermiş olduğu bilgiler de bu düşüncemizi doğrular niteliktedir. Çünkü o, Tokat'taki kalhaneleri tasvir ederken bu tesisleri, sefil tahta barakaları ve bunların içerisinde ekmekçi fırını gibi iki sıra küçük kal firını olarak tarif etmiştir. Yine o, bu fırınların, insanların çektikleri körükler vasıtası ile çalıştırıldığından ve buralarda yakıt olarak da odun kömürünün kullanılmakta olduğundan bahsetmektedir, o, Tokat kalhanelerinin özelliklerini belirtmeye, sözkonusu tesislerde, şehrin ortasından akmakta olan akar- sudan bir türlü faydalanılmadığını da ekleyerek devam etmektedir[56]. Nitekim, ayni yıllarda, biraz sonra belirtilecek olan sebeplerden dolayı Avrupa'dan özellikle bu İş için getirilen maden mühendisi Polini de, rafine İşlemi esnasında, fazla maliyete sebep olan diğer faktörlerin yanında, kullanılan teknolojinin geriliğine özellikle İşaret ederek, bunun da ürün kaybına sebep olduğuna değinmiştir[57]. Bütün bu hususlar ise, Polini'nin de belirttiği gibi tabhiye işlemleri esnasında ürünün bir kısmının kaybolması sonucunu doğuruyordu. Bu da, ekonomik anlamda bir kayıptan başka bir anlama gelmiyordu ki, XIX. yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru ürün miktarı azalmaya yüz tutan Ergani madeninden[58]türlü güçlüklerle elde edilen ve Tokat'a getirilen ürünün bir kısımının burada kaybedilmesi, üzerinde önemle durulması gereken bir husustu. Nitekim OsmanlI merkezi yönetimi de bu durumun farkına varmış olmalı ki, ayni dönemlerde gerek ülke genelinde ve gerekse Ergani ve Tokat'ta maden üretim faaliyetlerini ileri düzeylere çıkarabilmek için bir dizi girişimler başlatmıştır. Bu arada hemen belirtelim ki, daha II. Mahmut zamanında devlet, ordunun ve sanayinin ihtiyaçlarını karşılayabilmek için kendi eliyle fabrika kurma faaliyetlerine başlamıştı. Bu faaliyetlerin Tanzimat döneminde de devam ettirilmiş olduğu ve yine bu doğrultuda gerekli olan makina ve teçhizat ile kalifiye elemanların Avrupa'dan getirtilmiş olduğu bilinmektedir[59] . Bunda da, sanayi açısından Avrupa ülkeleri ile Osmanlının arasındaki mesafenin kapatılabileceği dü- şüncesi etkili olmuştur. İşte bu doğrultuda Anadolu'da yer alan madenler ve bu arada tabii olarak Ergani madeni ve bu madenin ürününün İşlendiği başlıca tesis olan Tokat kalhânesine de el atılarak, bunların durumları ile ve iyileştirilebilmesiyle ilgilenecek teknik elemanların Avrupa'dan getirilmesine başlanmıştır. Nitekim, H. 1255 (M. 1838-39) tarihli bir kayıttan anlaşıldığına göre, bu maksada yönelik olarak Avusturya'dan bir maden mühendisi getirilerek ilk etapta Ma'adin-i Hümâyûn tarafına gönderilmiş ve bu kişiye, Ergani madenindeki bakır üretim durumunu ve bu madenden elde edilen cevherlerin işlendiği Tokat kalhânesini incelemek görevi verilmiştir[60].Avusturyalı mühendis, bundan bir yıl sonra, incelemelerini tamamlayarak Dersaadete geri dönmüş ve yapmış olduğu gözlemlerin sonucunda ulaşmış olduğu tespitlerini ve bu alanlarda yapılmasını gerekli gördüğü bir takım yenilikleri ihtiva eden raporunu Darphane nazırına sunmuştur. Raporunun Tokat'la ilgili kısmında O, o ana kadar ham bakırın saflaştırma işlemlerinin ve bu işlemlerin yapıldığı kalhânelerin usulüne uygun olmadığından, dolayısıyla da işlemler esnasında bol miktarda ürün kaybının olduğundan bahsetmektedir. Avusturyalı mühendise göre ayrıca, tabhiye işlemleri esnasında gereksiz yere bazı harcamalar da yapılmaktadır, yani, bu tesislerde az üretime karşılık yüksek maliyet söz konusudur. Bütün bu nedenlerden dolayı Avusturyalı mühendis, Tokat'ta, şehrin ortasından geçmekte olan akarsuyun kullanılacak olduğu ve böylelikle körüklerinin de, su kuvveti ile döndürülecek çarklar vasıtasıyla çalıştırılacağı yeni bir kalhânenin yapılmasını önerir. O, buna dair projesinin çizimini de yaparak raporu ile birlikte Darphane nazırına sunmuştur. AvusturyalI mühendis, Anadolu madenciliği ile ilgili olarak sunmuş olduğu raporunda ayrıca, önermiş olduğu bütün hususların yerine getirilmesi durumunda diğer maden çeşitleri bir yana, sadece bakır üretiminde iki kat artış olacağını da belirtmiştir[61]. O'nun bu gözlemleri ve isteği merkezî yönetim tarafından kabul görmüş[62]ve bakır üretiminin bollaştırılması için Tokat kalhânesine hemen el atılmıştır. Bu çerçevede burada, 1840'h yılların ilk başlarında "kalhâne-i cedid” diye isimlendirilen bir tesis inşa edilmiş[63]ve takip eden yıllarda da buraya Avrupa’dan teknik eleman getirilmesi yoluna gidilmiştir. Nitekim, 1847 yılında sözkonusu tesisde isdihdam edilmek üzere
Avrupa'dan iki tane kâlcı ustasının getirilmiş olduğunu biliyoruz[64]. Daha sonraki yıllarda ise, bakır öğütme makinaları ile izabe tesislerine yeni harcamalar yapılarak Tokat'ta bir yüksek fırın inşa edilmiştir[65]. Neticede, Avusturyalı mühendisin teklif etmiş olduğu bütün hususlar yerine getirilerek Tokat kalhânesinde bir teknoloji değişikliğine gidilmiş ve kalhane, su kuvveti ile çalışan bir metalurjik tesis haline getirilmiştir[66]. Ayrıca yeni tesis, Viyana'dan getirilen çok iyi derecedeki kalifiye elemanların kontrolüne verilmiş[67]ve çalışmasına bu şekilde devam etmiştir. Bütün bunların sonucunda ise, sözü edilen mühendisin belirttiği şeylerin büyük ölçüde gerçekleşmiş olduğu görülmektedir. Çünkü, her ne kadar tanzimat dönemi sanayileşme politikaları genelde başarısızlığa uğradığı için terkedilmiş ise de[68], Tokat'ta gerçekleştirilen uygulamaların olumlu sonuç vermiş olduğu bilinmektedir. Şöyle ki, her şeyden önce, ham bakırın tasfiyesinde eskiden sözkonusu olan ürün kaybının, Ergani'den getirilen cevherin kötü olmasından dolayı meydana gelmeye devam etmesi[69] bir yana bırakılacak olursa, mümkün olduğu kadar giderilmiş olduğu görülmektedir. Artık bundan sonra, sözü edilen duruma rağmen Tokat kalhânesinde önemli oranlarda üretim artışının meydana gelmeye başladığı anlaşılmaktadır. Çünkü, 1848 yılında madencilik işlerinin idaresinden de sorumlu olan Maliye Nazırının bu nedenle taltif edilmiş olduğunu biliyoruz[70]. Bundan bir yıl sonra da, Maliye Nazırı, üretim artışında oynadıkları rolden dolayı ilgilileri tebrik etmiştir[71]. Yapılan faaliyetler ve yeni düzenlemeler sonucunda Tokat'ta saf bakır üretiminde meydana gelen artışın bir başka göstergesi de, şehirde çeşitli bakır işçilik dallarının ve bu arada bakır kap üretiminin artışında sağlanan gelişmedir[72]. Bu göstergelere, yine o yıllarda Tokat'tan dış ülkelere yapılan bakır ihracatında meydana gelen artışı da ilave edebiliriz[73]. Öyle ki, meydana gelen ihracat baskısı karşı-
Sinda İç piyasaya bakir ١’erilemez olmıış ve bundan dolayı Tokat'taki bakici esnafı, merkezi yönetime başvurarak üretimden belirli bir payın kendilerine tahsis edilmesini istemek durumunda kalmıştır[74].
2 - Diyarbakır Kalhanesi:
a - Diyarbakır Kalhanesinin Yeniden Tesisi:
OsmanlI Devleti'nde, Anadolu'da ilam bakir İşleme tesislerinin bulundugu şehirlerden birisi de Diyarbakır idi. Bu şehirde bulunan tesislerin, Tokat'takiler ile çok yakından ilgili olduğu bilinmektedir. Bu ilgi, birinci olarak Diyarbakır kalhanesinin, Tokat kalhanesine zarar verip vermemesi veya İş yoğunluğunu azaltıp azaltmaması, ikinci olarak da ayni maden ocağının yani Ergani madeni ürününün Diyarbakır'da da işlenmesi hususlarından kaynaklanıyordu. Hemen beliltelim ki, kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla Diyarbakn kalhanesinin İş yoğunluğu, hiçbir zaman İçin Tokat kalhanesininki kadar olmamıştır. Ve dolayısıyla, gerek ham ve gerekse saf olai’ak bakir işlemeciliği Tokat'taki seviyeye ulaşmamıştıI'. Boyle olunca da, sozkonusu şe- !lirdeki tesis, sanki tali bir tesis gibi karşımıza çıkrııaktaclır. Tabii ki bunda, Tokat kalhanesinin veya Tokat'taki bakir işlemeciliğinin çok öncelerden beri var olan üstünlüğünün etkili olmuş olduğunu düşünüyoruz. Bundan dola)! biz burada Diyarbakır kalhanesi üzerinde pek fazla detaya inmeyi uygun görmedik. Bunun yerine, olabildiği kadarıyla bu tesisin Tokat kalhanesi ile olan bağlantısı üzerinde dııi'maya çalışacağız.
Biz şimdilik Diyarbakır kalhanesinin ilk olarak ne zaman faaliyete geçirildigini bilemiyoruz, fakat, bu tesisin Tokat kalhanesinin tam olarak faaliyette olduğu dönemlerde yani, XVIII. yüzyılın sonlarında çalışmadığını biliyoruz. Çünkü, 1793 tarihli bir arzdan anlaşıldığına göre, Diyarbakır'da bulunan bakir İşleme tesisi, bir vesile ile daha önceleri yıktırılmıştır ve o yıllarda böyle bir tesisin varlığı söz konusu değildir[75]. Ancak yine ayni arzdan anlaşıldığına göre, o yıllarda Ma'adin-İ Hümâyün emini olan Yusuf Ziya Paşa -ki, sözü edilen arzın sahibi de bu kişidir- zamanında Ergani madeninde bol miktarda üretim gerçekleştirilmiştir. Boyle olunca, o ana kadar geçerli olan ve yukarıda da bir ölçüde değindiğimiz sebeplerden dolayı geçerli olan kurala göre, 1/5'lik mîrî payının dışındaki ürünün tamamının madencilerden devlet adına satın alınması gereği ortaya çıkmıştır. Fakat o Villarda yaşanan ekonomik bunalımın bir sonucu olsa gerektir ki, ne devletin elinde ve ne de maden idaresinin elinde bu satın alma işlemine yetecek derecede para yoktur. Bundan dolayı, eldeki fazla ürünün eritilmesi İçin Yusuf Ziya Paşa bir ÇÖzüm önerisinde bulunur ve bu ürünün piyasaya damgalı olarak satışına ve dolayısıyla, elden çıkarılacak olan bakırı işlenebilmesi için Erzurum, Maraş ve Diyarbakır'da dalla önceden mevcut olduğu halde yıktırılan kalhanelerin yeniden İnşasına ruhsat verilmesini ister. Buna sebep olarak da, o ana kadar yörede ham bakir İşleme tekelini elinde bulunduran Tokat kalhanesinde fazla bakirin işlenmesinin zaman alacağını ve ayrıca, adi geçen şehirdeki te- sise bu kadar fazla miktardaki bakirin naklinin de güç olacağını gösterir. Çünkü bakir nakli, bu İşle görevli olan aşirederin pek memnun olmadıklan bir İştir ve dolayısıyla onlara boyle ek bir yükümlülüğün getirilmesi hayvan sahipleri İçin "gadri mûcib" olacaktır. Bütün bu sebeplerden dolayı Yusuf Ziya Paşa, o yıllarda var olan üretim fazlasının zorlaması ile bazı şartlar dahilinde Diyarbakır kalhanesinin faaliyetine yeniden izin verilmesini ister[76].Çünkü, o ana kadar, Tokat'ta mevcut olan "Rüsum-i Amediye-i Tokat ve Tevabii Mukataasına tahsis edilmiş olan gelir kaynaklarının azalıp kaybolmaması İçin Tokat'tan başka yerlerde kalhane yapımı yasak Bunda, yine ayni tarihe kadar yürüdükte olan Ergani bakırının tamamının mîrî İçin mübayaa edilmesi karan da etkili idi[77]. Ki, 1780'lere kadar Tokat'a getirilmekte olan ham bakırdan da amediye vergisi alınmakta idi ve bu vergiyi de maden eminleri ödemekteydiler[78].Böyle olunca, İşaret edilen bu hususlar çerçevesinde Tokat kalhanesi, sanki devlet tarafìndan ozel bir korumaya alınmış durumda idi ve bundan dolayı başka yerlerde bakir İşleme tesislerinin varlığı sozkonusu olamıyordu.
Yusuf Ziya Paşa'nın arzı üzerine 1793 yılında Diyarbakır'da yeniden kal- hane İnşasına ruhsat verilir[79] ve kısa sürede kalhane faaliyete geçer. Gerçekten de az önce İşaret edilen hususlar çerçevesinde bu tesiste işlenen ham bakirin bolluğundan dolayı burada bol miktarda "Ücret-İ tabhiye" tahsil edilmeye başlanır. Bunu gören devlet, kalhaneyi bir mukataa haline getir- meye karar verir. Bu kararın verilmesinde, Diyarbakır'da oluşacak olan ham bakir İşleme sektörünün Tokat'ta bulunan mukataa İçin herhangi bir şekilde zarara sebep olmayacağının yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkması da etkili olmuştur[80]. Hatta verilen bu kararın oldukça isabetli olduğu ortaya çıkmıştır. Çünkü 1799 yılında hâlâ Maadin-i Hümâyûn emini ve ayni za- manda Diyarbakır valisi olan Yusuf Ziya Paşa'ya, yukarıda belirttiğimiz husus lan teyit edercesine gönderilen bir fermanla, burada yeni bir kalhanenin daha yaptırılması istenilmiştir[81].
Boylece XVIII. yüzyılın sonlarında yeniden faaliyete geçirilen Diyarbakır kalhanesinin zabt ve idaresi ilk olarak Irâd-1 Cedid Hâzinesine bırakılmıştır[82]. Yine bu kalhane mukataasınm gelirlerinin 1/4'İ adigeçen hâzineye, 1/4'İ mutasarrıflarına ve 2/4'si de, bervechi malikane Yusuf Paşa'nın ulıdesine verilmiştir.Ayrıca, sozkonusu mukataa, mutasarrıflan tarafìndan heryıl maden eminlerine iltizama verilegelmiştir[83] . Ancak, Nizâm-1 Cedit uygulamasının sona ermesi ile birlikte Diyarbakır kalhane mukataası, Matbah-! Amire'nin gelir kaynaklan arasına dahil edilmişti[84]. Fakat, kalhane mukataasının birilerine ihale ve tefviz edilmesi kuralından vazgeçememiştik[85].
b - Diyarbakır Kalhanesine Ham Bakir Nakli:
Ergani madeninde üretilen ham bakirin Diyarbakır'da bulunan kalhaneye naklinde genellikle Ergani ve Çüngüş kazalarında bulunan nakil hayvanları kullanılmıştı[86]. Ancak, zaman zaman buralann nakil hayvanlarının yeterli olmadığı durumlarda Bozok havalisinde yer alan develerden de isti- fade yoluna gidilebiliyordu[87]. Sozkonusu yerlerden temin edilen hayvanların sahiplerine nakliye ücretleri, kalhane idaresi tarafından ödeniyordu[88]. Ancak, bu uygulamanın, yani nakil ücretinin kalhane tarafından ödenmesi işleminin, Tokat'a bakir naklinde uygulanandan farklı olduğu dikkati çekmektedir. Bunun da başlıca sebebi olarak, Diyarbakır'da bulunan tesisde, Tokat'takinin aksine genelde miriye ait olmayan, aksine satın alma yolu ile ozel kişilerce getirilen ham bakirin işlettirilmesin[89] düşünüyoruz. Ki, burada bedeli devletçe ödemek şartıyla miri bakir da tasfiye edilebiliyordu[90].
Belleten c. LlX. 42
Diyarbakır'a ham bakir nakledilirken irer defasında gönderilen bakirin miktarını ١’e kaç parçadan oluştuğunu belirtir bir irsaliye düzenlenirdi ki, bu irsaliyede, ham bakirin kantal- başına isabet eden nakliye ücreti ١’e bu ticretin kim tarafından ödeneceği de ayrıca belirtilirdi[91]. Bu arada, nakliye ticreti de, Ergani madeninden başka yerlere ilam bakirin gönderilip gönderilmeyeceği ١’eya gönderilecekse bunun miktai’inın ne olacağı Ilususlai'inda olduğu gibi. Darphane tarafından belirlenmekteydi[92].Diyarbakır'a ilam bakir nakli konusunda Tokat'a nakilden farklı olan bir diğer hususun da, yörede faaliyet gösteren eşkıya engellemeleri ile karşılaşılması olduğu dikkati çekmektedir ki, bu gibi durumlarda de١'!et, Diyarbakır'a nakil işleminden vazgeçerek Tokat'a nakil yolunu seçiyordu[93].
Diyarbakır'da işlenerek saf hale getirileri bakir da, devlet ihtiyaçları İçin sarfedilmesinin[94] yanında, piyasaya da sürebilmekteydi. Burada da taksitli bakir satışının gündemde olduğunu görüyoruz[95].
Diyarbakır'da mevcut kalhanenin, XIX. yüzyılın ilk yarısı boşunca Tokat kalhanesi boyutlarında olmasa da faaliyetlerine devam etmiş olduğunu bili- yoruz[96].Ancak bundan, mesela 1829'lai'da olduğu gibi, Ergani madenindeki üretim azlığı[97] veya eşkıya engeli nedeniyle bakir gelememesi gibi nedenlerden dolayı faaliyete ara verildiği dönemleri ayrı tutmamız gerekmektedir.
Sonuç:
Osmanlı döneminde, yakınlarında bakır madeni üretilmediği halde, madeni işlemeye yönelik tesislerin bulunduğu şehirlerin başında Tokat geliyordu. Bunda, anlaşıldığı kadarıyla, adi geçen şehirde farili boyunca yürütülen bakir madeni işlemeciliğinin etkisi olmuştur. Dolayısıyla, böyle bir geleneği Osmanlı döneminde de sürdüren Tokat, bu konuda sözünü ettiğimiz dönemde o kadar ileri gitmiştir ki, Anadolu yakasında gerek inam ve gerekse saf olarak bakir işlemeciliğinde tekel sahibi olmuştur. Ancak, Osmanlının diğer alanlarda olduğu gibi, bu alanda da sahip olduğu teknolojiyi geliştirememesi veya yenileyememesi gibi sebeplerden dolayı, sözkonusu şehirdeki faaliyetler zamanla verimsiz hale gelmiştir. Tesislere, işlenmek üzere getirilen maden cevherlerinin verim düzeyinin düşmeye başlamasının da etkili olduğu bu durum sonucunda Osmanlı yönetimi, öteki alanlarda da yaptığı gibi, bu alanda da XIX. yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru avrupaî tarzda yenilik harektlerine girişmiş ve bu maksatla Avusturya'dan getirtmiş olduğu teknik elemanlar sayesinde Tokat'ta ham bakırın işlendiği kalhâneye, dönemine göre oldukça çağdaş bir görünüm kazandırmıştır.
Osmanlı ülkesinde Tokat kalhânesi ile çok yakından ilgili olarak Anadolu'da bir başka ham bakır işleme tesisi bulunan şehir daha vardı ki, o da, Diyarbakır'dır. Adı geçen şehirde yer alan tesis, Tokat kalhânesinin sahip olduğu tekelden olumsuz yönde etkilenmiş ve bu nedenle bir aralık yıktırılmış fakat, Ergani madeninde daha sonraları bol miktarda ham bakır üretiminin gerçekleşmesi ve dolayısıyla Tokat kalhânesinde artan iş yoğunluğunun azaltılabilmesi gibi nedenlerden dolayı X٦٢III. yüzyılın sonlarında yeniden faaliyete geçirilmiştir. Ancak, hiçbir zaman için Tokat'taki kadar bir önem arzedemeyen Diyarbakır kalhânesinin faaliyetlerine, ham maddesinin sağlanmakta olduğu Ergani madenindeki üretim düzeyinin XIX. yüzyılın ilk yarısının sonlarına doğru düşmesine paralel olarak son verilmiş görünüyor.