ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Ali Aktan

Erciyes Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi,Tarih Bölümü

Anahtar Kelimeler: Bahrî Memlûkler, Sultan Kalavun, Kut, Ülüg, Asya Hun Devleti, Mısır, Türk, Tarih

Eski Türk hakimiyet anlayışı, hükümdarda Tanrı bağışı bazı vasıfların bulunduğunu ve idare etme hakkinin kendisine Tanrı tarafından verilmiş bir hak olduğunu kabul eder. Başka bir deyişle hükümdar, Tanrı tarafindan kendisine 'kut' ve 'ülüg' (kısmet) verildiği İçin hükümdardır. Buna gore hâkimiyetin kaynağı İlâhî olup, Türk kağanı adeta göğün yeryüzündeki temsilcisi gibidir[1]öte yandan eski Türk hukuki kurallarına göre hükümdar olabilmek İşin hanedana mensup olmak şarttı[2]. Asya Hun Devleti zamanından itibaren, bu anlayışın asırlarca Türk devlet idaresinin temel unsuru olarak kaldığı bilinmektedir. Mısır Memluk sultanlarına gelince: Bunların saltanata nail olmaları, diğer Türk devletlerindeki gibi irsiyetle ilgili değildir[3]. Çünkü bunların soy bakımından bir hükümdar ailesine mensup olmak gibi özellikleri yoktur. Tam tersine, küçük yaşta esir pazarında satın alınmış olup, kışlada talim ve terbiye gördükten sonra uzun yıllar sade birer asker olarak görev yapmışlardır. Dolayısıyla Memlûk sultanlarının genelde askeri ve siyasi başarılan sayesinde, diğer Memluk emirleri arasında temayüz etmiş olmaktan başka bir ayrıcalıkları yoktur. Başka bir ifade ile Memlûk sultanları, köklü bir aileye mensup olmadıkları İçin, güçlerini kendilerinden almak zorunda idiler. Buna göre Mısır Memlûklerinde, saltanatın babadan oğula geçen bir hak olarak görülmediğini pekâlâ söyleyebiliriz. Ancak ilk zamanlardan itibaren Memlûk sultanlarının, herhalde babalık duygusu ile olmalı, kendi oğullarım veliaht tayin ettiklerine çahit oluyoruz. Sultanin vasiyetine ve veliaht tayini ile ilgili olarak önceden ettikleri yeminlere sadık kalmak için, Memlûklu emirlerinin bunları hükümdar yapuklan görülüyorsa da, bu yolla hükümdar olanların saltanatları uzun sürmüyor ve bir müddet sonra yerlerine büyük emirlerden birisi geçiyordu. Bu konuda Kalavun Hanedanı bir istisna teşkil eder. Zira Bahri Memlukler zamanında (1250-1382) hüküm suren 24 sultandan 15 ta- nesi bu hanedana mensuptur. Halbuki Burci Memlukler devrinde (1382- 1517) hüküm suren 25 sultandan, babalarından sonra bu makama gelenlerin sayısı sadece sekizdir, öteki sultanlar arasında ise önemli bir kan bağı yoktur.

Tamamı 267 yıl suren Memlûk Devleti tarihi İçinde Sultan Kalavun ve hanedanı, tam bir asır boyunca taht! ellerinde bulundurmalardır. Makalemizin konusu bu hanedanı kısaca tanıtmak ve donemin genel bir de- gerlendirmesini yapmaktan ibaret olacak.

Kalavun'dan once Sultan Baybars, kendi sağlığında, oğlu Berke'yi velihat tayin ederek[4] hükümdarlığın babadan oğla geçtiği bir sistem kurmak istemiştir. Nitekim Baybars'm vefatından sonra ümerâ, onun vasiyetine ve daha önce yaptıkları biatlara uyarak Berke'yi sultan İlân ettiler. Ne var ki sultanin ümeraya karşı izlediği yanlış siyaset, çok geçmeden kendini tahta çıkaranları bile çevresinden uzaklaştırdı, öte yandan İşin başından beri Emir Kalavun'un da İçinde bulunduğu bir grup muhalif ümerâ ise, Baybars'm kendi oğlunu veliaht tayin etmesine gönülden razı değildiler[5]. Çevresinin teçvik ve telkiniyle Sultan Berke'nin, Sis seferini bahane ederek Emir Kalavun'u yanından uzaklaştırması, sefer dönüşünde ise onu ve arkadaşlarının yakalayıp iktalarını başkalarına vermeye kalkışması[6] deyim yerindeyse bardağı taşıran son damla olmuştur. Seferden donen Kalavun ve arkadaşları Suriye'de fazla zaman kaybetmeden hemen Kahire'ye hareket ettiler. Yanında kalan çok az sayıda adamıyla, Berke'nin sığındığı Kal'atü'1-cebel kuşatma altına alındı. Bir hafta suren kuşatma sonunda Sultan Berke, isyancıları yatıştırma ve kendisi İçin kurtulma imkânının kalmadığını görünce, saltanattan feragat ederek teslim olmak zorunda kaldı. Bazı şatlarla hayati bağışlanarak Kerek'e sürgün edildi (17 Ağustos 1279)[7]. Makrizi, sultanin tahttan indirilmesine karışan ümerânın isimlerini sayarken Kalavun'un dışında 28 büyük emirin adını vermektedir[8].

Söz konusu olan ümerâ, sultanlığı ilk plânda Emir Kalavun'a teklif etti- ler. Fakat o. Melik es-Said Berke'yi saltanat hırsıyla hal' etmediğinden bahisle saltanatın, Baybars'm soyundan dışarı çikmamasının daha iyi olacağını ileri sürerek bu teklifi kabul etmedi. Mamafih teklifi kabul etseydi bile, şartlar buna elverişli değildi. Zira Baybars ailesine sadık kalan Zahiriyye Memlûkleri askerin büyük bir kısmını oluşturduğu gibi kalelerin çoğunda da Berke'ye bağlı naipler vardı. Aynca maksat şimdilik hasıl olmuştu. Kalavun, sultanlık teklifini reddederken, herhalde Baybars'm hatırasına duyduğu saygıdan çok, naipleri değiştirip kendi durumunu kuvvetlendirinceye kadar zaman kazan- mayi düşünmüş olmalıdır. Neticede ümerâ, Berke'nin kardeşi Sülemiş'i sultan, Kalavun'u da ona atabek tayin ettiler[9] . Sülemiş sultan olduğunda henüz yedi yaşında bir çocuktu[10].Dolayısıyla devleti fiilen Kalavun idare ediyordu. Bu durum, Kalavun'un giderek güçlenmesine ve kendisine engel gördüğü Zahiriyye ümerâsını tutuklatmak suretiyle saf dışı bırakmasına fırsat verdi. Bir yandan da memlûklere para dağıtarak onların gönüllerini aidi. Ayrıca bir süreden beri ihmal edilmiş vaziyette bulunan Sâlihiyye Memlûklerinin[11]bir kısmına iktâlar verdi. Bir kısmını da Suriye'deki kalelere naip olarak gönderdi. Daha da ileri giderek bunların çocukları olup çeşitli sanat ve meslek dallannda çalışmak zorunda kalan gençlerden 'Bahriyye' adını verdiği yeni bir birlik teşkil etti[12].

Kalavun, aldığı bu tedbirlerden sonra artık harekete geçebilirdi. Nitekim 26 Kasım I279'da ümerâyı toplayarak, onlara Sülemiş'iıı yaşının kü- çüklüğünden bahisle, ülkenin ancak tecriibeli bir hükümdar sayesinde kâim olabileceğini söyledi. Bunun üzerine ümerâ Sülemiş'in 100 günlük saltanatına son vererek kendisini Kerek'e sürgün, Kalavun'u da sultan İlân etti[13].

Sultan Baybars, sağlığında Kalavun'a çok iyi davranmış ve hatta kendi oğlu Melik es-Said'i M. 1275'te onun kızıyla evlendirerek arada bir akrabalık bağı kurmuştu. Fakat bu durum Baybars'ın ölümünden sonra, Kalavun’un Memlûk tabuna tamah etmesine engel olmamışür. Buna karşılık Kalavun, kendisinden sonra 1382'de Berkuk'un tahta çıkışına kadar süren bir asır içinde Mısır'ı idare etmiş olan bir hânedanın atası olmuştur. Ketboğa, Lâçin ve Baybars el-Çeşnigîr'in toplam beş yıllık sultanlıkları hariç bu dönemde bü¬tün hükümdarlar Kalavun hânedanına mensuptur.

Aslen Kıpçak Türkü olan Kalavun, küçük yaşta Mısır'a getirilmiş ve Eyyûbi Sultanı Melik el-Âdil Ebu Bekir'in memlûklerinden biri olan Emir Âlâaddin Aksungur as٠Sâkî tarafından elf (bin) dinara saün alınmıştır. Elfî lakabını almasının sebebi budur. Üstadına nisbede Alâiyye diye de tanınır. Kala١٦ın, üstadı Alâeddin'in ölümünden sonra Melik es-Salih Necmeddin Eyyûb'un memlûkleri arasına kaülmış (M. 1249), Sultan da onu Bahriye Alayı'na[ ] ilhak etmiştir. Bundan sonraki beş yıl içinde durumunda önemli bir değişiklik olmamıştır. Komutanları el-Fâris Aktay'ın, ilk Memlûklü Sultanı Aybek'in emriyle öldürülmesi üzerine Bahriye Alayı'na mensup diğer memlûklerle birlikte o da Kahire'den ayrılmıştır (M. 1254)[ ].

Yılların geçmesiyle şardar değişip, anlattığımız şekilde Kalavun sulun olunca 'Melik el-Mansûr' unvanını aldı. Kalavun’un ilk yılları, saltanatının emniyetini sağlamaya çalışmakla geçti. İlk olarak eski sultan Melik es-Said Berke ile uğraşmak zorunda kaldı. Zira Berke, kendisi isyan ettiği gibi naip¬leri de isyana davet ediyordu. Bu arada Şevbek kalesini ele geçirmiş ve kar¬deşi Hızır'ı oraya yerleştirmişti. Bunun üzerine Sultan Kalavun, Emir Bedreddin el-Aydemirî komutasında bir birliği Şevbek'e gönderdi. Aydemiri, Şevbek'i sıkıştırmaya başlayınca Hızır, kardeşi Berke'nin yanına firar etmiş ve kale geri alınmıştır (13 Şubat 1280) [ ]. Bundan bir ay sonra Berke'nin Kerek'te polo oynarken ölmesi[ ] Kalavun’un işini kolaylaştırdı. Kerek Naibi Emir Alâeddin Aydoğdu Berke'nin yerine kardeşi Hızır'ı 'Melik el-Mesud' la¬kabıyla geçirdiyse de[ ]o, 1281 senesi ilkbaharında Sultan Kalavun'la anlaşa¬rak Kerek'i ikta olarak temin etti[ ].

Kalavun'u uğraştıran diğer önemli bir iç mesele Emir Sungur el-Aşkar meselesidir. Zira Emir Sungur 'Melik el-Kâmil' unvanıyla Dımaşk'ta sultanlı¬ğını ilân etmiş ve saltanat alâmetlerini taşımaya başlamıştı (26 Nisan 1280). Ardından Sâlihiyye ve Zâhiriyye Memlûklerinden bazıları Sungur el-Aşkar'a temâyül edip onunla yazışmaya başladılar. Olumsuz gelişmeler üzerine Kala٦٦ın, söz konusu ümerâ aleyhine bazı tedbirler aldı. Ne var ki bu tedbir¬ler, muhalif ümerânın geceleyin kale dibinde toplanarak sultanın aleyhine bağırıp çağırmalarına engel olamadı[ ]. Öte yandan 3 Mayıs 1281 Cuma günü Dımaşk'taki bütün camilerde hutbeler Sungur adına okundu. Onu barış ve itaata razı etmek için Kahire'den gönderilen mektupların da bir yararı ol¬madı.

Sungur'un Gazze'ye ulaşan askerleri, burada Kalavun'a bağlı askerler ta-rafından büyük bir bozguna uğratıldı. Bu bozgunda esir düşen çok sayıda ümerâ Kahire'ye gönderildi. Sultan Kalavun bunları cezalandırmadı; aksine bağışladı ve kendi askerleri arasına katarak daha da güç kazandı. Bozgun haberini alan Sungur, yeni bir ordu hazırlayarak Dımaşk'tan dışarı çıktı ve Mısır askerini şehrin dışında karşıladı (18 Haziran 1280). Ancak kendisi de bizzat yenilerek Rahbe'ye kaçtı. Ailesini ise daha önceden Sahyun'a gön¬dermişti[ ].

Adamları tarafından terkedilen Sungur çaresizlik içinde, İlhanlı hü-kümdarı Abaka ile yazışarak onu Suriye'ye gelmeye teşvik etti[ ]. Moğolların Kuzey Suriye'yi yağma ve istilâsında herhalde bu teşvikin rolü olmuştur. Zira çok geçmeden Moğolların üç koldan Suriye'ye girdiğini görüyoruz.

Sultan Kalavun, Sungur meselesini kesin bir sonuca bağlamak üzere Emir Aybek el-Efrem ve Emir Güçdoğdu eş-Şemsî'yi vazifelendirdi. Tam bu sırada Sungur, sultandan sulh talebinde bulundu. Kalavun, dış düşmanlar¬dan Moğollar ve Haçlılarla uğraşmaya öncelik vererek barış teklifini kabul etti. Sungur'un 'Melik' unvanını kullanmamak şarüyla Antakya, Sahyun ve Lâzkiye yörelerinde valilik yapmasına izin verildi (M. 1281 )[ ]. Halbuki Kalavun'un emeli bütün Suriye'ye hakim olmaktı. Bu sebeple Kalavun, Sungur aleyhine en uygun zamanı kollamaya başladı. Sultan, Sahyun yakı¬nındaki Merkab kalesine indiğinde, Sungur'un kendini karşılamaya gelmeyip yerine oğlunu göndermekle yetinmesini bahane ederek, Nâibüssaltana Tonıntay'ı bir askerî birliğin başında Sahyun'a, Sungur'un üzerine gönderdi. Yapılan savaşta yenilen Sungur Toruntay'a teslim olmak zorunda kaldı. Toruntay, Sahyun'da gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra Sungur'u da ya¬nına alarak Kahire'ye döndü. Sultan Kalavun gelenleri, kalabalık maiyetiyle kalenin dışında karşıladı. Sungur'u bağışlayarak merkezdeki ümerâ arasına ilhak etti (7 Eylül 1287)[ ]. Böylece Sungur meselesi Kalavun açısından iyice kapanmış oldu.

Sultan Kalavun, Moğol tehdidi artüğında, oğlu Alâddin Ali'yi 'Melik es- Salih' lakabıyla veliaht tayin etmişti (M. 1280)[ ]. Fakat bu veliaht, otuz küsur yaşında iken babasının sağlığında vefat edince (3 Eylül 1288)[ ]sultanın diğer oğlu Halil için, Kadı Muhyiddin bin Abdülaziz tarafından bir taklit yazılmış¬tır[ ]. Ancak sultan, huyunu ve yaşayışını beğenmediği bu oğlunu sultanlığa lâyık görmediği için hazırlanan taklidi imzalamadı. Buna rağmen Halil, ba¬basından sonra ümerâ tarafından sultan ilân edildi. Ancak çok geçmeden Kalavun'un, oğlu Halil hakkındaki görüşü doğrulandı. Zira cesur ve savaşçı biri olduğu halde kötü ahlâkı sebebiyle Sultan Halil'in kısa zamanda ümerâ ile arası açıldı ve bu onun sonunu yaklaştırdı. Nitekim az zaman sonra Emîr Baydara'nın baş çektiği bir kısım ümerâ tarafından bir av esnâsında tuzağa düşürülerek öldürüldü[ ].

Katil ümerâ, Halil’in yerine Baydara'yı sultan yapmak istedilerse de Halil'in memlûkleri, Zeyneddin Ketboğa'nın liderliğinde efendilerinin katil¬leriyle savaşarak Baydara’yı öldürmeye muvaffak oldular. Ümerâ arasındaki rekabet, içlerinden birinin sultan olmasına mani olunca, Kala١un'un dokuz yaşındaki oğlu Muhammed sultan ilân edildi (M. 1293). Ancak en-Nâsır Muhammed'in hükümdarlığı, yaşının küçüklüğü sebebiyle isimde kalıp, fiilî kuvvet naibüssaltanatlık makamına gelen Ketboğa'nm elindeydi. Nitekim çok geçmeden ümerâ Ketboga'nm ısrarıyla Muhammed'i hal' edip yerine onu geçirdiler (M. 1294). Fakat Ketboga kısa zamanda yıprandı ve makamım Husameddin Lâçin'e terketmek zorunda kaldı (M. 1296). önceleri ümerâ- nin desteğine mazhar olan Lâçin, iki yıl İçinde bu desteği kaybetti ve aleyhine düzenlenen bir komplo sonunda öldürüldü (M. 1298). ümerâ, yeni hükümdarın kim olacağı hususunda anlaşamayınca en-Nâsı٢ Muhammed'in ikinci defa sultan olmasına karari verdiler. Fakat ümeradan Seyfeddin Sâlâr ve Baybars el-Çeşnigîr onun üzerinde büyük bir baskı kurdular, öyle ki sultan, on yıl suren baskılara daha fazla tahammül edemedi ve hacca gitme ba- hanesiyle Kahire'den ayrıldı. Fakat Kerek kalesine vardığında buraya yerleşti ve Kahire'deki ümeraya da tahttan çekildiğini bildirdi. Boşalan tahta kimin çıkarılacağı meselesi yeniden gündeme geldi. Sonunda Baybars el-Çeşnigîr’e sultan olarak biat edildi. Adi geçen sultan, aslen Çerkeş olup. Memlûk tari- hinde ondan once hiçbir Çerkeş memlûk bu makama gelmemişti. Fakat en- Nâsır Muhammed. Kerek'te boş durmuyor ve Baybars aleyhine faaliyette bu- lunuyordu. Zira o, tahttan, Irakikaten orada gözü olmadığı için değil, en müsait zamanda ve kendisine tahakküm eden ümeradan kurtulmuş olarak geri dönmek niyetiyle feragat etmişti. Zaten ümeradan bir kısmı Baybars'tan ayn- larak en-Nâsır'ın hizmetine koşmuşlardı. Sonunda tek başına kalan Baybars, davayı kaybettiğini anlayarak en-Nâsır'a elçi gönderip af diledi. Fakat bunun bir yaran olmadı ve üçüncü kez sultan olan en-Nâsır'ın emriyle öldürüldü, üç defada toplam kırk yıldan fazla hüküm suren en-Nasır. bu üçüncü dev- rede Memlûk nizâmını olgunlaştırmış, devlet teşkilâtını yerine oturtmuş, gelir kaynaklarını düzelterek devletin gelirini artırmıştır. Bu sayede en Nâsır'm sadece kendisi değil, çocukları ve tomnlan da halk nazarında hep sevilip sayılan kişiler olmuşlar ve Bahri Memlûklerin çöküşüne kadar iktidarda kalmışlardır. Ancak en-Nâsır'ın haleflerinin küçük yaşta sultan olmalan ümerânın nüfuzunun artmasına ve sultanların kısa surelerle sik sik değiştirilmesine sebep olmuştur[29].

Kalavun hanedanına mensup sultanların isimlerini ve saltanat yıllarını bir liste halinde inceyelecek olursak bu aileden 15 kişinin yüz sene hükümdarlık yaptığını gorürüz ki Memlûk tarihinde bunun başka bir örneği yoktur.

Kalavunoğullan Zamanında Memlûk Pevleti'nin Dış Siyaseti

Kalavunoğulları zamanında Memlûkler, dışa karşı birlik ve beraberlikle¬rini esas itibarıyla muhafaza etmişler ve bölgenin en güçlü devleti olma özel¬liğini devam ettirmişlerdir.

Kalavun'un ilk yıllarında Moğollar, Memlûklerin kendi aralarında düş-tükleri ihtilâftan ve Şetnseddin Sungur'un yardım talebinde bulunmasından yararlanmak düşüncesiyle Suriye’ye girdiler. Haleb, Antep, Bagras ve Derbsak'ı istilâ ederek yağma ve talanda bulundular. Halkın çoğu kaçarak Mısır sınırına dayandı. Ancak Moğollar, Sungur'un kendileriyle ortak hare¬ket etmekten vazgeçmesi üzerine istilâ ettikleri yerlerde fazla kalmayıp aldık¬ları ganimederle kendi ülkelerine geri döndüler (20 Kasım 1280) [30]٠ Fakat bir yıl sonra tekrar Suriye’de göründüler. Abaka Han Rahbe kalesine indi. Kardeşi Mengütemür ise, içinde bir miktar Ermeni, Gürcü ve Frenklerin de bulunduğu ordusunun başında Hama'ya kadar ilerledi. Humus yakınlarında Memlûk ordusuyla karşılaşan Mengütemür büyük bir yenilgiye uğradı. Rahbe'deki Abaka Han, kardeşi dahil memlûklerin elinden canlarını kurta¬rabilenlerin kendisine iltihak etmesinden sonra Bağdad'a gittiler[31]. Muzaffer olarak Kahire'ye dönen Kalavun ise burada muhteşem bir törenle karşılandı.

Abaka'nın ölümünden sonra İlhanlı tahtına, İslâm dinine girerek Ahmet adını almış olan Teküdar çıku. Ahmed Teküdar, Bağdad fukahasına ve Sultan Kalavun'a mektup yazarak kendisinin Müslüman olduğunu ve İslâm'a hizmet etmek istediğini samimî bir şekilde ifade etti[32]. Kalavun ise cevabında onu tebrik ediyor ve iki devlet arasındaki düşmanlığın zamanla yok olacağını bildiriyordu[33]. Gerçekten söz konusu düşmanlık yatışmaya başlamıştı. Ne var ki Moğollar, Tekûdar'ın Müslüman olmasını ve kendilerini İslâm'a sokmak istemesini hoş karşılamıyorlardı. Bu yüzden Moğol erkânı Teküdar'ı hal' ve kaydererek yerine yeğeni putperest Argun'u geçirdiler (10 Ağustos 1284)[34]. Argun, İlhanlı adliye ve maliye teşkilatında yer edinmiş olan Müslümanları görevinden uzaklaştırmakla işe başladı. Tabii bu durum İlhanlı-Memlûk münasebederinin tekrar bozulmasında etkili oldu. Kalavun'un ölümünden sonra yerine geçen oğlu Halil, kısa süren saltanatı zamanında, Moğolların Rahbe'yi yağmalamaları üzerine (M. 1291) Suriye seferine çıkmış ve bu arada, ahalisi Müslümanların aleyhine Moğollarla işbirliği yapan Kal’atü’r- Rûm'u[35] fethederek adını Kal’atü'l-müslimîn'e çevirmiştir[36].

Gazan Han (saltanatı 1295-1304)'ın Müslüman olması da bir şey değiş- ürmemiştir. Zira Gazan Han, Suriye'ye yönelik bir takım kötü emeller besli¬ yordu. Hatta bu uğurda, içinde Gürcü ve Ermenilerin bulunduğu 80 bin kişi¬lik büyük bir ordu hazırlayarak başına Kuduşah'ı getirmişti. Fakat bu ordu, Memlûk ordusu karşısında bozguna uğradı. Kuduşah bile canını zor kurta¬rabildi[37].

Gazan Han'ın ölümünden sonra yerine geçen Olcayto (saltanatı 1304- 1312)’nun Memlûkler aleyhine A١T٦ıpa devlederiyle ittifak arayışı[38] kendisine hiçbir şey kazandırmadı. Nihayet İlhanlı hükümdarı Ebu Said Bahadır Han (saltanau: 1317-1335) Memlûklerle savaş haline aruk bir son vermek istedi. Bu amaçla Kalavun’un oğlu sultan en-Nâsır Muhammed'e barış teklifinde bulundu. Çok geçmeden bu sayede yedi maddelik kalıcı bir barış anlaşması imzalanabildi (M. 1320)[39].

Kala١٦m’u meşgul eden önemli dış gâilelerden biri de Haçlılar meselesi¬dir. Sultan Baybars, Haçlılar karşısında büyük başarılar kazandığı halde, ömrü onları Suriye'den tamamen atmaya yetmemişti. Zira o öldüğünde Haçlılar, Trablus ve Akka dahil Suriye'nin sahil bölgelerini ellerinde bulun¬duruyorlardı. Üstelik Memlûklere karşı çoğu zaman Moğollarla birlikte ha¬reket ediyorlardı. Son Suriye seferinde de onlara yardım etmişlerdi. Bu se¬beple Haçlılar üzerine bazı saldırılar düzenlendi. Fakat beklenen sonuç alı¬namadı. Bunun üzerine Sultan Kalavun Haçlılar aleyhine bizzat sefere çık¬maya karar verdi ve oğlu Melik es-Salih'i yerine vekil bırakıp savaş hazırlıkla¬rını tamamladıktan sonra yola çıktı. Ravhâ’ya vardığında Haçlı elçileri gele¬rek barış talebinde bulundular[40].

Kalavun, Moğollarla uğraşacağı için, aslında cepheyi genişletmek istemi-yordu. Bu sebeple barışa razı oldu. Önce Sultan Baybars'ın Merkab kalesin¬deki Hospitalier şövalyeleriyle yaptığı anlaşmayı yeniledi. Ardından Akka'daki şövalyelerle 11 yıl (3 Mayıs 1281), Trablus Kontu VII. Bohemond ile 10 yıl (16 Temmuz 1281) ve Akka Kontu Odo Poilechien ile 11 yıl süreli anlaşmalar akdetti (3 Temmuz 1283). Bu anlaşmalara göre Haçlılar, söz ko¬nusu sahil bölgelerinde yeni kaleler inşa etmemeyi ve buralara gelecek olan Memlûklü tüccar ve reayanın can ve mal güvenliğini sağlamayı taahhüt edi¬yorlardı[41].

Moğol tehdidini bertaraf eden Kalavun, barış suresinin dolmasını beklemeden Haçlılara yöneldi ve once Merkab kalesini kuşatma altına aidi. Görünüşte buna sebep. Haçlıların Müslüman bir tüccar kafilesine engel olmalarıydı. 38 gün devam eden kuşatmadan sonra, yanlarında götürebildikleri eşyalarıyla birlikte Trablus'a gitmelerine izin verilmesi şartıyla kaleyi teslim ettiler (25 Mayıs 1285)[42].

Merkab'm ele geçirilmesi, diğer Haçlı şehirlerinde endişe uyandırdı. Bu meyanda Trablus Kontu elçi göndererek, elindeki Müslüman esirleri serbest bırakmak, yolcuları ve tacirleri taciz etmemek şartıyla sulhu temin etti[43] . Ancak çok geçmeden sözlerini bozarak Müslüman tacirlere haksizlik yap maya başladılar. Bu sebeple Sultan, Trablus üzerine bizzat yürüyerek şehri muhasara etti. Şiddetli çarpışmalardan sonra şehir zorla zaptedildi (27 Nisan 1289)[44].

Trablus'un düşmesinden sonra Suriye'deki Latin şehirleri Sultan Kalavuriun merhametine kalmış oldu. Ar tik bu şehirlerin tüm ümidi. Avrupa devletlerinin, Papa'nm bunlar hakkında yaptığı yardim çağrısına cevap vermesiydi. Ne var ki bu da boş bir temenni olarak kaldı. Zira Papa IV. Nicolaus (1288-1292)'un çabası ile en çok birkaç bin kişilik bir Haçlı grubu Akka'ya getirilebildi. Bunlar da varlıklarım ancak, daha önce Latinlerle ya- pılmış olan anlaşmalara göre, Akka yakınlarında emniyet altında yaşayan Müslümanları rahatsız etmek ve hatta bazılarım öldürmek suretiyle göstere- bildiler (M. 1290). Bu durumu harp sebebi olarak gören Kalavun, ülkeleri Müslümanların eline geçmiş olan Haçlılar İçin bir sığınak durumundaki Akka'yr fetih hazırlıklarına başladı. Fakat ömrü yetmedi ve hastalanarak vefat etti (10 Kasım 1290)[45].

Kalavun'un ölümü, Memlûklerin tutumunu değiştirmedi. Zira Kalavun'un yerine geçen el-Eşref Halil, babasının başladığı İŞİ tamamlamak azmindeydi. Nitekim Haçlıları Suriye'den atmak gayesiyle ordusunun başında Suriye'ye yürümekte gecikmedi ve 5 Nisan I291'de Akka surlarının önüne geldi. 45 gün devam eden muhasaradan sonra nihai hücumu başlata- rak şehri ele geçirdi (18 Mayıs 1291). Böylece bir asırdan beri Haçlıların elinde bulunan Akka şehri zaptedilmiş oldu. Akka'dan hemen sonra Sûr, daha sonra da sırasıyla Sayda, Beyrut, Aslis ve Antartus gibi sahil boyunda bu¬lunan bütün Haçlı şehirleri birer birer ele geçirildi[46]. Altık Haçlıların bu yö¬rede sahip oldukları yegane yer, Antartus karşısında ve kıyıdan yaklaşık üç- buçuk kilometre açıkta bulunan müstahkem Arvad adaşıydı. Burada daha oniki yıl tutunan Haçlı şövalyeleri 1302 yılında kaleyi kuşatan sahil nâibi Seyfeddin Esendemür'e yenilerek kaleyi ebediyen terk etmek zorunda kaldı¬lar[47].

Moğollar ve Haçlıların yanısıra Suriye bölgesinde Memlûkler aleyhine faaliyet gösteren üçüncü bir devlet Küçük Ermenistan'dır. Daha Baybars za-manında sıcak temasa geçilen Ermeniler üzerine Sultan Kala١٦ın bir ordu göndermiş, Ayaş tahrip edilmiş ve bol ganimetle dönülmüştür[48]. Memlûkler tarafından muayyen bir vergiye bağlandığı anlaşılan Ermenilerin, Sultan el- Eşref Halil zamanında bu vergiyi kesmek istedikleri görülüyor. Ne var ki el- Eşref, Akka'yı Haçlılardan aldıktan sonra Ermenileri vergi borçlarını öde¬meye razı etüği gibi[49].Behisni, Maraş ve Tel-Hamdun'u onlardan alarak ülke¬sine kattı (M. 1293)[50].

M. 1302'de Ermeniler, Gazan Han ile anlaşarak Memlûklere başkaldırdılar[51]. Moğolları yenen Sultan en-Nâsır Muhammed, Ermenileri taciz ederek onlardan bazı toprakları almışsa da bu durum kalıcı olmamıştır. Söz konusu dönemde bu ülke üzerindeki Memlûk nüfûzunun, daha ziyade yıllık vergi ödemeleriyle sınırlı kaldığını söyleyebiliriz[52]. Nitekim Ermeniler her başkal-dırılarında zararlı çıkmalarına rağmen siyasî varlıklarını uzun süre koruya-bilmişlerdir. Nihayet M. 1375'te Kalavun hânedanından el-Eşref Şaban za¬manında Halep Nâibi Işık Timur tarafından devlederine son verilmiştir[53].

Memlûk-Bizans münasebetlerine gelince, Sultan Baybars zamanında baş-ladığını biliyoruz. Sultan Kalavun da Bizans imparatoru ile iyi ilişkiler kur¬muş olup, onun halefleri zamanında elçi teatileri devam etmiştir[54]. Hatta sonraki yıllarda bile Bizans, herhalde Osmanlılarla uğraşmak zorunda kal¬dığı için Memlûklerle iyi geçinmeye özen göstermiştir.

Kalavunoğulları zamanında Memlûk-Fransız münasebeti ile ilgili olarak Kral IV. Charles (1322-1328) ve VI. Philippe (1328-1350)'in Mısır'daki Hıristiyan tebaa ve Suriye'deki Haçlılara müzahir olmak emeliyle Kahire'ye heyet gönderdiklerini biliyoruz. Birinci heyetin isteği kabul edilmiş, fakat İkincisi şiddede reddedilmiştir[55].

Kala٦٦ın ve haleflerinin Ispanya'daki Aragon ve Kastilya krallarıyla elçi ve mektup teatisinde bulunduklarını biliyoruz. Özellikle Aragon Kralı II. Jaime (krallığı 1291-1327) iki devlet arasında ticarî güvenliğin sağlanması ve Hıristiyan hacılara kolaylık gösterilmesi hususunda, Sultan en-Nâsır Muhammed'den isteklerde bulunmuştur[56]. en-Nâsır bu istekleri genel olarak yerine getirmiştir. Buna karşılık kendisini bütün Müslümanların hâmisi ola¬rak gördüğü için adı geçen krala Ispanya'daki Müslümanlar üzerindeki maddî ve mane١٦ baskıların kaldırılmasını şart koşmuştur[57]. II. Jime'nin ölümünden sonra yerine geçin oğlu IV. Alfonso’nun krallığı (1327-1336) zamanında da dostâne münasebeder sürdürülmüştür.

Sultan Baybars zamanında Nubya'da Memlûk nüfuzu yerleşmiş ve Kral Shemamun'un 1286’da isyanına kadar bu ülke kralları Mısır'a vergi ödemeye devam etmişlerdi. Shemamun'un isyanı üzerine Sultan Kalavun bir ordu ha-zırlayarak Nubya’ya gönderdi. Başkent Dongala'ya kadar gelen Memlûk or¬dusu, yapılan savaşta Shemamun’u yenerek firara mecbur etti[58]. Dongala'da bazı yeni İdarî düzenlemeler yapıldı. Fakat Nubya'yı devamlı surette uzaktan idare etmek kabil değildi. Nitekim Memlûklerin Dongala'dan her ayrılışında Shemamun geri dönüyordu. Nihayet Shemamun'un Kalavun'a af dileyen mektuplar yazarak itaatini bildirmesi barış için vesile oldu. en-Nâsır Muhammed ile bu ülkenin son Hıristiyan Kralı Kerenbes arasında da buna benzer bazı hadiseler cereyan etti. Sonraki yıllarda Nubya'yı idare eden Müslüman melikler ise Memlülderle hep iyi geçindiler[59].

Habeşistan'daki Hıristiyanlar, dini bakımdan İskenderiye patriğine bağlı olup, başlarındaki Matran[60] patrik tarafından Mısır Yakubileri arasından tayin ediliyordu. Dolayısıyla Habeş kralları Memlûk sultani ile iyi geçiniyorlardı. Ancak bu durum Gabra Maskal (krallığı 1312-1344)'in kral olmasından sonra değişti. Zira adi geçen kral Mısır'daki Hıristiyanlara kotu davranıldığım bahane ederek kendi ülkesinde bulunan Müslümanlara zulmetmeye başlamıştı. Bu yüzden Memlûk-Habeş münasebetleri bozulmuş ve Kala١٦ın hanedanının sonuna kadar öyle kalmıştır[61].

Memlûklerin Altmordu devleti ile ilişkileri hep dostça olmuştur. Baybars ile Berke Han zamanında temelleri atılan dostluk[62]. Kalavun hanedanı zamanında da devam etmiştir. Hatta en-Nâsır Muhammed, Cengiz soyundan Altmordulu bir prensesle evlenerek [63]arada bir akrabalık bağının kurulmasını sağlamıştır. Bununla beraber Memlûk-Altınordu dosduğunun temelinde yatan şey esas itibarıyla her iki devletin ilhanlılarla ayrı ayrı çatışma halinde olmal andır.

en-Nâsır Muhammed, Tunus'taki Hafsi ve Fas'taki Merini sultanlarıyla da elçi ve hediye teatisinde bulunmuştur. Bu meyanda Emir Ebu Zekeriya Yahya'nın Hafsi tahtım ele geçirmesine yardim etmiş ve bu sayede 1311-1317 yıllan arasında Tunus'taki hutbeler en-Nâsır Muhammed adına okunmuştur[64].

Daha Eyyûbiler zamanında Yemerie hâkim olan Mısır, Memlûkler zamanmda da bu ülke ile temas halinde olmuştur. Sultan Baybars'la elçi ve hediye teatisinde bulunan Yemen Meliki El-Muzaffer Şemseddin (saltanatı: 1250-1295) Sultan Kalavun’a itaatini bildirmiş ve ondan emân almıştır[65]. Melik Hizberüddin Davut (saltanau: 129&1322), en-Nâsır Muhammed ile bir süre Hicaz'da rekabete kalkışmışsa da (M. 1307) dört yıl sonra bu tavrından vazgeçerek arayı düzeltmeye çalışmıştır[66]. Sonraki yıllarda en-Nâsır Muhammed, Yemen'deki ümerâ ve Zeydiyye imamları arasında çıkan iç sa¬vaşlardan yararlanarak bu ülke üzerindeki kontrolünü artırmış ve ülkesinin ticarî menfaatlarını koruyabilmiştir[67].

Dehli sultanlarından Muhammed bin Tuğluk (saltanatı: 1325-1351), ül-kesi üzerindeki Moğol tehlikesini bertaraf edebilmek için en-Nâsır Muhammed'den yardım talep etmiştir. Yine aynı sultan, Mısır Abbâsî Halifesi Müstekfî Billâh'a da elçi göndererek ondan taklid istemiştir. Aynı şekilde 1351-1388 yılları arasında hüküm süren Firuzşah, Halife el-Mutezid'den kendini Dehli'nin meşru sultanı olarak tanıdığına dair taklid almıştır[68].

Sonuç

Eski Türk devlet geleneğine göre hükümdar olabilmek için hânedana mensup olmak ve soylu olmak şarttı. Mısır Memlûklerinde ise buna dikkat edilmemiştir. Zira Memlûk sultanları, küçük yaşta esir pazarında satın alın¬mış olup uzun yıllar sade birer asker olarak görev yapmışlardır. Dolayısıyla bunların, askerî ve siyâsî başarıları sayesinde, akranları arasında temayüz etmiş olmaktan başka bir ayrıcalıkları yoktur. Memlûklerde saltanat, esas iti¬barıyla babadan oğula geçen tabîi bir hak olarak görülmüyordu. Buna rağ¬men Memlûk sultanları, sağlıklarında kendi oğullarını veliaht tayin etmek suretiyle onlara hükümdarlık kapısını aralamak istemişlerdir. Ancak bu yolla sultan olanların hükümdarlıkları uzun sürmemiş ve bir süre sonra yerlerini, büyük emirlerden birine terketmek zorunda kalmışlardır. Bu konuda Kalavun hânedanı bir istisna teşkil eder.

Kalavun ve özellikle oğlu en-Nâsır Muhammed'in uzun süre iktidarda kalmaları, ümerâ ve halk nazarında sevilip sayılan sultan olmaları, böyle bir hânedanın kurulmasını kolaylaşurmışür. Öyle ki 1279'dan itibaren, saltana- un Çerkeş Memlûklerine intikal ettiği 1382 yılına kadar, beş yıllık fasıla ha¬riç, yaklaşık 100 sene hükümdarlar hep bu aileden gelmiştir. Ancak en-Nâsır Muhammed'in halefleri çoğunlukla küçük yaşta sultan oldukları için, üme¬rânın nüfûzu giderek artmış ve son zamanlarda meşrû sultana rağmen dev¬leti fiilen onlar idare etmeşlerdir.

Kalavunoğulları zamanında bölgenin üç düşman devleti Moğollar, Haçlılar ve Ermenilerle mücadeleler sistemli bir şeklide sürdürülmüştür. İlhanlIların İslâmlaşması ve bir süre sonra da parçalanması onları bir tehlike olmaktan çıkarmıştır. Öte yandan Suriye sahilleri Haçlılardan temizlenmiş ve nihayet Küçük Ermenistan devletine son verilmiştir. Bu arada Nubya, Yemen ve Tunus üzerinde Memlûk nüfuzu iyice tesis edilmiştir. Yine bu dönemde Memlûk sultanları, kendilerini bütün Müslümanların hamisi olarak görüyor¬lar ve Hıristiyan devletlerle yaptıkları yazışmalarda, bu ülkelerdeki Müslümanların durumunu gündeme getiriyorlardı. Bunda Abbasî halifesi¬nin Kahire'de bulunmasının etkili olduğunu düşünebiliriz. Adı geçen devlet¬lerden başka Altınordu hanlarının, Dehli ve Fas sultanlarının, Bizans impa¬ratorunun, Fransa, Kastilya, Aragon ve Habeşistan krallarının elçileri Kahire'ye gelip gidiyorlardı.

Dipnotlar

  1. Bu konuda geniş bilgi için bkz.: Bahaeddin Ogel, Türk Kültürünün Gelişme Çagları, Kömen Yay., 2 bs., Ankara 1979, s. 220; Osman Turan, Türk Cihan ffikimiyeti Mefküresi Tarihi, Naluşlar Yay., 3. bs., İstanbul 1979, C. 1-1I, s. 168-176; İbrahim Kafesoğlu, Türk Milli Kültürü, Boğaziçi Yay., İstanbul 1983, s. 237-238; Reşat Genç, Karahanh Devlet Teşkilân, Kültür Bakanlığı Yay., İstanbul 1981, s. 66-75.
  2. Osman Turan, Doğu Anadolu Türk Devletleri Tarihi, Naluşlar Yay., 2. bs., İstanbul 1980, s. 200; Aydın Taneri, Türk Devlet Gelenegi, Töre-Devlet Yay., 2. bs., Ankara 1981, s. 43; Bahaeddin Ğıgel, Türklerde Devlet Anlayışı, Başbakanhk Basımevi, Ankara 1982, s. 223.
  3. el-Makrizi (Ahmed b. Ali el-Maluizi), Kita.bü's-sülük ii ma'rifeti düvelül melük Yayınlayan: M. Mustafa Ziyade, C. 1/2, Kahire 1957, s. 656 dipnot 2; G.11/1, Kahire 1971, s. 65 dipnot 4.
  4. el-Makrizi, a.g.e., C. 1/2, s. 468 ve 516; Muhammed Cemâleddin Sürnr, Deviedi Beni Kala vun, Kahire 1947, s. 19.
  5. M. Cemâleddin Sürür, a.g.e., s. 20.
  6. Ebii'l-Fidâ (İsmail b. Ali İmidilddin), el-Muhtasar B' ahUril-beşer,, C. IV, s. 12; el-Main-izi, a.g.e., C. 1/2, s. 650-651; İbn Tagnbirdi (Cemâleddin Ebill-Mehâsin Yusuf), en-MiciiınıVz-zâhire fl mı:Yılki Mısr ve 1-Kahire, Kahire tsz., C. VII, s. 265.
  7. ibn Tagnbirdi, a.g.e., C. VI!, s. 268-269.
  8. el-Makr'iz a.g.e., C.1/2, s. 654.
  9. el-Makrizi, a.g.e., C.1/2 s. 656-657.
  10. Ebü-l Fida a.g.e., C. IV, s. 13; 1bn Tagrıbirdi, a.g.e., C. VI!, s. 286.
  11. Eyy0131 Sultanı Melik es-Salih Necmeddin Eyyüb'a (saltanatı: 1240-1249) mfintesip olduklan için es-Sâlihiyye diye adlandırılan bir memliik cemaati.
  12. el_makri7i. a.g.e.,C. 1/2, s. 658.
  13. el-Makrizi, a.g.e., C.1/2, s. 658; 1bn Tagnbirdi, a.g.e., C. VI!, s. 287-288.
  14. Bahriye Alayı hakkında geniş bilgi için bkz. David Ayalon, Memlük Ordusunda Bahriye Alayı, çev. Ali Aktan, Türk Kültürü, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Yay., Sayı 326, s. 350- 356.
  15. el-Makrizi, a.g.e., C. I/1, s. 390; David Ayalon, a.g.e., s. 352.
  16. el-Makrizi a.g.e., C. 1/3, s. 666.
  17. el-Makrizi, a.g.e., C . 1/3, s. 669; İbn İyas (Muhammed b. Ahmed), Bedalu'z-ziihür fi veka^iTd-dührır, tahkik: Muhammed Mustafa, 2. bs., Kahire 1982, C. I/1, s. 346.
  18. Ebül-Fida, a.g.e., C. IV, s. 13; el-Makrizi, a.g.e., C. 1/3, s. 669.
  19. Ebü'l-Fidâ, a.g.e., C. IV, s. 15.
  20. el-Makrizi, a.g.e., C.1/3, s. 671-672.
  21. el-Makrizi, a.g.e., C.1/3, s. 676-677.
  22. Ebü'l-Fida, a.g.e., C. IV; el-Maluizi, a.g.e.. C.1/3, s. 678.
  23. el-Makrizi, a.g.e., C.1/3, s. 687/688; M. Cemâleddin Südtr, a.g.e., s. 25.
  24. Ebii'l-Fidâ, a.g.e., C. IV, s. 23; el-Makrizi, a.g.e., C. 1/3, s. 734.735
  25. ebü-L Fida a.g.e., C. IV, s. 14; İbn Tagribirdi, a.g.e., C. VII, s. 300.
  26. el-Makrizi, a.g.e., C.1/3, s. 746; İbn Tagribirdi, a.g.e., C. VII, s. 377.
  27. Ebii'l-Fidâ a.g.e., C.1/3, s. 756; İbn Tagribirdi, a.g.e., C. VIII, s. 3-4.
  28. K. Yaşar Kopraman, Memliikler (Doğuştan Günümüze Büyük İslâm Tarihi), Çağ Yay., İstanbul 1987, C. VI, s. 472-475.
  29. Geniş bilgi için bkz.: K. Yaşar Kopraman, a.g.e., s. 476-491.
  30. besliel- Makrizi, a.g.e., C. I/3, s. 682; İbn Tagnbirdi, a.g.e., C. VII, s. 298-300; M. Cemâleddin Sürür, a.g.e., s. 162.
  31. Ebül-Fidâ, a.g.e., C. IV, s. 15-16; M. Cemâleddin Sürür, a.g.e., s. 163.
  32. Ebül-Fidâ a.g.e., C. IV, s. 17; M. Cemaleddin Sürür, a.g.e., s. 163.
  33. M. Cemâleddin Sürür, a.g.e., s. 167.
  34. Ebül-Fidâ a.g.e., C. IV, s. 18; Bertold Spider, İran Mokolları, çev. Cemal Köprülü, Türk Tarih Kurumu Yay., 2. bs., Ankara 1987, s. 92; M. Cemaleddin Sürür, a.g.e., s. 171-172.
  35. Rumkale diye de bilinen Karatil'r-Rüm, halen Gaziantep'in Yavuzeli kazası içinde ve Fırat'ın sol sahilinde yer almakta olup harap vaziyettedir.
  36. İbn Kesir, el-Bidâye ve'n-nilıa^ye, Beyrut-Riyad 1966, C. XIII, s. 327; el-Makrizi, a.g.e., C. 1/3, s. 777-778; İbn Tagnbirdi, a.g.e., C. VIII, s. 12; M. Cemâleddin Sürür, a.g.e., s. 172-173.
  37. Ebül-Fidâ, a.g.e., C. IV , s. 50; M. Cemâleddin Sürûr, a.g.e., s. 197.
  38. M. Cemâleddin Süren., a.g.e., s. 204.
  39. el-Makrizi, a.g.e., C. II/1, s. 209-210; M. Cemâleddin Südır, a.g.e., s. 207-208.
  40. el-Makrizi, a.g.e., C. I/3, s. 684-685.
  41. Anlaşmanın şartları ve daha geniş bilgi için Uz.: M. Cemaleddin Sürûr, a.g.e., s. 232- 236.
  42. Ebül-Fidâ, a.g.e., C. IV. s. 22; el-Malıdzi, a.g.e., C. 1/3, s. 728; M. Cemâleddin Sürün, a.g.e., s. 237-238.
  43. el-Malcri. z a.g.e., C.1/3, s. 746; M. Cema' leddin Sdrûr, a.g.e., s. 236.
  44. el-Malcri. z a.g.e., C.1/3, s. 747; İbn İyas, a.g.e., C. I/1, s. 359.
  45. el-Malcri a.g.e., C.1/3, s. 754-755; M. Cemaleddin Sürûr, a.g.e., s. 239-240.
  46. Ebü'l-Fidâ a.g.e, C. IV, s. 25-26; İbn Kesir, a.g.e, C. XIII, s. 320-321; el-Maltrizi, a.g.e., C. 1/3, s. 764-765. Geniş bilgi için bkz. Steven Runciman, Haçlı Seferleri Tarihi, çev. Fikret Işıltan, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 1987, C. III, s. 349-358.
  47. Ebü'l-Fidâ, a.g.e., C. IV, s. 49; el-Malu-izi, a.g.e., C. 1/3, s. 928-929; Steven Runciman, a.g.e., C. III, s. 357; M. Cemaleddin Stirür, a.g.e., s. 243.
  48. el-Malu-izi, a.g.e., C. 1/3, s. 716.
  49. M. Cemaleddin Sfırûr, a.g.e., s. 235.
  50. el-Maltrizi, a.g.e., C. 1/3, s. 784; İbn İyas, a.g.e., C. I/1, s. 371.
  51. el-Maltrizi, a.g.e., C. 1/3, s. 922.
  52. M. Cemaleddin SürCır, a.g.e., s. 227-228.
  53. el-Maltrizi, a.g.e., C. III/1, s. 237-238; İbn İyas, a.g.e., C. 1/2, s. 139.
  54. Georg Ostrogorsky, Bizans Devleti Tarihi, çev. Fikret Işiltan, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 1981, s. 424; M. Cemaleddin Sürûr, a.g.e., s. 259-262.
  55. M. Cemaleddin Sürür, a.g.e., s. 276-277.
  56. M. Cemaleddin Sürûr, a.g.e., s. 263.
  57. M. Cemaleddin Sürûr, a.g.e., s. 272.
  58. el-Makrizi, a.g.e., C.1/3, s. 736-737.
  59. Geniş bilgi için bkz. M. Cernâleddin Sürür, a.g.e., s. 151-155.
  60. Matran: Derecesi patrikten sonra gelir ve bir ülke Hıristiyanlarını n en büyük ruhani reisidir.
  61. M. Cemâleddin Sürür, a.g.e., s. 156-159.
  62. Yakubovsky, A. Yu., Altınordu ve Çdküşü. çev. Hasan Eren, Kültür Bakanlığı Yay., 2. bs., Ankara 1976, s. 60-62.
  63. el-Makrizi, a.g.e., C. I11/1, s. 204-205.
  64. M. Cemâleddin Sürür, a.g.e, s. 142-143.
  65. Ebül-Fidâ, a.g.e., C. IV. s. 19; el-Makrizi, a.g.e, C.1/2, s. 563-564.
  66. el-Maluizi, a.g.e., C. II/1, s. 32-33.
  67. M. Cemaleddin Sürnr, a.g.e., s. 134-138.
  68. M. Cemâleddin Sikür, a.g.e., s. 140-141.

Şekil ve Tablolar