ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Ayşe Gülçin Küçükkaya

Anahtar Kelimeler: Sedefkâr Mehmet Ağa, Edirne, Yapı, Defterdar Ekmekçioğlu Ahmet Paşa, Osmanlı

GİRİŞ

Bu çalışmada 1603-1622 tarihleri arasında Hassa Baş Mimarı olarak görev yapan Sedefkâr Mehmet Ağa’nın Edirne’de yaptığı eserler ile bu eserler arasında önemli bir yer tutan Defterdar Ekmekçioğlu Ahmet Paşa’nın yaptırdığı yapılar mimari form ve işçiliklerinde görülen devirsel yenilemeleri ele alınarak irdelenmektedir.

Amaç, tarihi gerçeklere tanıklık etmiş bu mimarı yapıtları inceleyerek değişen ve gelişen Edirne’de eski eserlere verilmesi gereken önemi vurgulamak, mevcutları ileride karşılaşabileceği zararlardan korumaktır. Edirne içinde bulunduğumuz son otuz yıl içinde hızlı bir gelişim çizgisi izlemiş bu arada eski yollar yeni yollarla ikinci hatta üçüncü plana itilmiş, tarihi doku esas hüviyetini kaybederek belgesel niteliğini koruyamaz hale gelmiştir.

Edirne’nin Mehmet Ağa’nın mimarbaşı olduğu dönemini irdelemekle bir dönemin mimari yaklaşımını araştırmış, tanıtmış olacağız. Bu ve benzer araştırmaların geliştirilmesi ve bunlardan restorasyonlar, imar planları ha-zırlamada, bölge için koruma kararları alma aşamasında faydalanılması, merkezi bir bilgi birikiminin sistemli olarak istifadeye sunulması, yani bilgisayarlardan faydalanılmasını gerektirecektir. Umudumuz ilerleyen teknolojinin koruma alanında da kullanılması ve araştırmaların uygulamada, restorasyonlarda istifadeye sunulmasıdır.

SEDEFKÂR MEHMET AĞA NIN YAŞAMI VE RİSALE-İ
MİMARİYYE

Risale-i Mimariyye

Mehmet Ağa’nın gerçek adının ne olduğu, nerede, nasıl doğduğu, hakkında kesin bir bilgi yoktur. Ayrıntılı bilgi veren güvenilir ve günümüze ulaşabilmiş tek eski kaynak: Mehmet Ağa’nın senelerce yanında yaşamış dostlarından Cafer Efendi’nin Mehmet Ağa’yı tanıtmak maksadıyla yazdığı, müzik, mimarlık, geometri bilgilerini içeren devrinin kaynak kitabı (ansiklopedisi) niteliğinde bir kitap olan Risale-i Mimariyye’dir[1]. Eser, Mimar Sinan için yazılmış kitap olan Tesküretü’l- Bünyan’dan sonra gelen bu soydan ikinci değerli kitaptır[2]. Eserde, Mehmet Ağa’nın yaptığı işlerden bahsederken, konulara derinlemesine inilmiş, doküman çalışması yapılmış olması[3], Cafer Efendi’nin araştırmacı bir kişiliği olduğunu, fakat konulara Mehmet Ağa kadar yakın olmadığını ortaya koymaktadır. 17. yy. başında yaşamış bir sanat tarihçisi olarak tanıtabileceğimiz Cafer Efendi’nin yazdığı bu kitap, devrin sanatsal faaliyetlerini aktarması bakımından önemlidir.

Bu çalışma içinde Orhan Şaik Gökyay’ın Türkçeleştirdiği Risale-i Mimariyye’nin verdiği bilgiler birinci derecede kaynak olarak değerlendirilip, diğer yazarların çevirilerine fazlaca itibar edilmemiş[4], Risale-i Mimariye’den alınan bilgiler yerinde yapılan çalışmalar diğer bilgi ve bulgularla değerlendirilerek konulara açıklık getirilmiştir.

Kısa Yaşam Öyküsü

“Mehmet Ağa, Kanuni Sultan Süleyman’ın son zamanlarında 970H. (1562-1563) yılında Rumeli’den İstanbul’a gelmiş beş yıl ulûfesiz durmuştur”[5] diyerek başlayan, Risale-i Mimariyye’de verilen bilgiler arasında Mehmet Ağa’nın asıl adı ve doğduğu yer ile ilgili bilgilere rastlanamadığı gibi, yabancı kaynaklar da dahil olmak üzere diğer bütün kaynaklarda Cafer Efendi’nin yazdığı bilgiler tekrar edilmiş, fazlaca araştırma yapmaya da gerek görülmemiştir. Goodwin, “Mehmet Ağa 1540 yıllarında Avrupa’da dünyaya geldi”[6] derken, Mayer, “1540 yıllarında Rumeli’de dünyaya geldi" deyip (?) işareti koymuştur[7]. Esasen tek ipucu veren kaynak Evliya Çelebi Seyahatnamesidir. Seyahatnamede Mehmet Ağa’dan şöyle bahsedilmektedir[8].

“Bu şehr (İlbasan) içre kırk adet çeşme-i âb-ı hayat vardır. Cümle çeşmesarların kemerleri kâşii çinidir. Tahrir olunan tarih budur.

Cami-i Han Ahmet âli-mesrebe bennâ-yi pâk
Hazret-i mimarbaşı ol derûnu tâbnâk
Ruh-ı pâk-i Hazret-i Sultân-ı Kevneyn içün ol
Eyleyüp bu çeşme-i pâki bina ol havfnâk.
Deh düşüp târihini didi Huşûî-i hatır
Geldi aşkına Muhammet Mustafâ’nın mâ-i pâk[9]”.

Buna göre Mehmet Ağa İlbasan’da kırk adet çeşme yapmıştır. Bugün İlbasan’da Mehmet Ağa’nın yaptığı bir cami, hamam ve iki çeşme vardır[10]. Bütün bilgiler değerlendirildiğinde İlbasan’a gösterdiği öneme göre; Mehmet Ağa’nın Arnavutluk İlbasan’da dünyaya gelmiş olması muhtemeldir ve o zamanlar devşirilen her hristiyan çocuğuna bir müslüman ismi verildiği için ona da “Mehmet” adı verilmiş olmalıdır. Risale’de babasının adının Abdülmuin olduğu yazılıdır[11]. Bundan ailesinin de müslümanlığı kabul ettiği ve müslüman ismi olduğu anlaşılır. Kumbaracılar “Türk Mimarları” adlı makalesinde, “Kalkandelenli” idi, diyorsa da kaynağını göstermemektedir[12].

Risale-i Mimariyye’nin verdiği bilgilere dayanılarak Mehmet Ağa’nın hayatı şöylece özetlenebilir:

970H.( 1562/1563) yılında Rumeli’den devşirme olarak getirtilen Mehmet Ağa, beş yıl kadar ulufesiz durmuştur.

(1567/1568) Sultan Süleyman Türbesinde bir yıl ulûfeli bahçe bekçiliği yapmış,

(1568/1569) Has bahçeye girmiş ve izlediği bir müzik çalışmasına kapılarak müziğe heves etmiş ve bir yıla yakın müzik dersi almıştır. Daha sonra gördüğü bir rüya üzerine musikiden vazgeçmiştir.

977H. (1569/1570) Sedefkârlar kârhanesinde dinlendiği bir hendese dersinden sonra mimarlık ve sedefkârlık sanatına heves etmiş, Sedefkârlar halifesi Üstad Mehmet tarafından yetenekleri sınanmış, başarılı görülerek Mimarlık ve Sedefkârlık eğitimi başlamıştır.’977H.(1569/1570)-997H.(1588/ 1589) yılları arasında Üstad Mehmet, Mimar Sinan ve birçok devrin büyük mimarının yanında 20 yıla yakın bir süre talebelik ve yardımcılık yapmış, mimarlık sanatını en iyi şekilde öğrenmiştir. Mimar Sinan, Mehmet Ağa ile yakından ilgilidir. Yaptıklarını beğenir ve onu III. Murat’a bir rahle işlemeye teşvik eder.

998H.( 1589/1590) yılında Mehmet Ağa geometrik sedefkâri şekillerle güzel bir rahle işleyerek III. Murat’a hediye eder ve padişah tarafından o zamanlar sedefkârlar halifesi olan Mehmet Ağa, sarayın kapıcıbaşılığı ile taltif edilir[13].

(1589/I590)-(1591/1592) yılları arasında Mehmet Ağa iki yıl kadar kule sofiliği yapmış, bu sırada Şehlâ Mahmut’u Mısır Beylerbeyi Üveys Paşa’ya teslim etmek gayesiyle Arabistan’ı gezmiştir[14]. İstanbul’a döndüğünde padişah tarafından Rumeli teftişine memur edilmiş, İstanbul’dan Selânik’e kadar kıyıları takip ederek yol üzerindeki bütün kasabaları kaleleri araştırıp, Malta, Arnavutluk vilayetlerini İspanya’ya kadar gezmiş oradan bütün sınır boylarını Erdel, Eflak, Boğdan ve Leh vilâyetlerine gidip onların durumlarını da görüp Silistre ve Niğbolu’yu da dolaşıp sağ koldan doğru İstanbul’a gelmiş ve durumları Padişaha şifahen nakletmiştir[15].

1000H.(1591/1592) yıllarında III. Murat’a altın işlemeli kemandan hediye ederek muhzırbaşılığa terfi etmiş ve dört kadıya muhzırbaşı olmuştur[16].

(1591/ 1592)- (1596 /1597) yılları arasında Suyolu Nazırı oluncaya kadar önce: altı ay kadar Diyarbakır Beylerbeyi’ne vekâlet etmiş, sonra İstanbul’a dönerek Hüsrev Paşa’nın Kapı Kethüdası olmuştur. Bir ara Şam Beylerbeyi olan Hüsrev Paşa’nın yerine vekalet etmiş daha sonra Havran Nahiyesine Nahiye Hakimi olmuştur. Bu sırada Hüsrev Paşa ile, Kabe yollarını asi araplardan temizlemek için savaşlar yapmış, Hüsrev Paşa’nın çekilmesiyle Mehmet Ağa tek başına savaşı kazanmıştır. Fakat Hüsrev Paşa ile araları açılarak istemeyerek de olsa İstanbul’a geri dönmüştür[17].

1006H.(1597/1598)-1015H.(1606) Mahmiyye-i Konstantiniyye’de (İs-tanbul’da) 8 yıl Su Nazırlığı yapmıştır[18].

1015H.(11 Ekim 1606) da Mimarbaşı olmuştur.

1032H.(1622) tarihinde ölene kadar Mimarbaşılık görevini sürdürmüştür[19].

Risale-i Mimariyye deki bilgiler ve Mehmet Ağanın yaptığı, İstanbul’daki Sultan Ahmet Camii ve Külliyesi, Vefa’daki Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Külliyesi ve Vezneciler’deki Kuyucu Murat Paşa Külliyesi gibi belli başlı eserlerinde yaptığımız incelemeler ve Edirne’de (ilerki kısımlarda inceleyeceğiz) yaptığı eserlerin genel değerlendirmesine göre Sedefkâr Mehmet Ağa Musiki ile ilgilenecek kadar ince ruhlu bir şahsiyettir. Mimarlık öğrenimi sırasında sedefkârlıkta kazandığı becerilerini çeşitli uygulamalarla pekiştirmiş eğitimi süresince kazandığı becerilerini ince yapı uygulamaları ile mimarlık sanatında da sergilemiştir.

EDİRNE YAPILARI VE DEFTERDAR EKMEKÇİOĞLU
AHMET PAŞA

Edirne’nin Mehmet Ağa’nın Mimarbaşı olduğu dönemiyle (1606-1622) ilgilendiğimiz bu çalışmada başta Abdurrahman Hıbrî Efendi’nin 1637 yıllarında hazırladığı eseri “Enüsü’l-Müsâmirin” olmak üzere çeşitli kaynaklara başvurulmuştur[20].

Abdurrahman Hıbrî Efendi 1606-1676 yılları arasında yaşamış Edirne’li bir müderristir. Eseri kendinden sonraki bütün Edirne tarihçilerine kaynak olmuştur[21].

Bu çalışmada faydalanılan ikinci önemli kaynak ise Evliya Çelebi Se-yahatnamesidir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun ikinci başkenti Edirne, Trakya’nın batısında Tunca ve Meriç akarsularının çevrelediği alan içinde gelişmiş, çevresini güzel mesire yerleri, bağlar, bahçeler kuşatan tarihi ve mimari değeri büyük önemli şehirlerimizdendir.

Murat Hüdavendigâr 1362’de Edirne’yi Bizanslılardan aldığında şehirde mimariye ait hiçbir medeniyet kalıntısı yoktur. 1365’te başkent oluşuyla önem kazanır ve imar faaliyetlerine başlanır[22].

Kanuni devri kentin en çok gelişme gösterdiği dönemlerden biri olur. Avrupa seferlerinin önemli bir kısmının programı Edirne’de hazırlanır. Kanuni hemen hemen bütün kışlarını Edirne’de geçirir ve kentin etrafındaki kışlık av sahası bu sırada oluşur[23].

1589’da başlayan Avusturya savaşları sırasında kıtlık yüzünden bir süre sıkıntı çekilirse de I.Ahmet’in tahta çıkışıyla şehir tekrar önem kazanmaya başlar[24].

I.Ahmet ilk defa 1605 yılında Edirne’ye gelmiş, beş gün kalmış ve Anadolu’daki Celali ayaklanmaları yüzünden fazla kalamadan İstanbul’a dönmüştür[25]. 1612’de ikinci defa İstanbul Davutpaşa Köşkünden uğurlanan padişah, Selimiye’de bir namaz kıldıktan sonra Edirne Sarayı’na bir mescit yaptırılmasını istemiştir. Edirne’de kaldığı müddetçe başlıca meşkalesini av teşkil etmiş, kışı Edirne’de geçirdikten sonra 15 Nisan 1613’de İstanbul’a geri dönmüştür[26]. Yine aynı sene içinde ani bir kararla üçüncü defa Edirne’ye gelmiş, o kışı da Edirne’de geçirdikten sonra 1614’te İstanbul’a geri dönmüştür[27]. Son gidişi sırasında İstanbul’dan hünkâr filikalarından biri sandal sefaları için, kızaklarla Tunca’ya indirilmiş[28], ayrıca Sultan Ahmet zamanında ellibinden fazla dişbudak, meşe, ıhlamur fidanı getirtilmiş ve Tavuk Ormanı mevkii değerli ağaçlarla donatılmıştır[29].

Sedefkâr Mehmet Ağa’nın Mimarbaşı olduğu dönemde (1606-1622) Sultan I. Ahmet’in Edirne’ye sık gelişinden dolayı birçok imar çalışması yapılmıştır. Çoğu kaynaklarla tesbit edilen yapılar şunlardır:

Edirne Sarayına: 1611’de Yeni Saray ile Mamak Sarayı arasına bir kasır[30], Mumcular Dairesi yakınlarına Alay Köşkü, Sırık Meydanı ve bir Namazgah[31], Gülhane Çayırlığına nazır, Sultanahmet dairesine yakın Aynalı Köşk[32], II. Beyazıt Camii doğusuna Mehterhane-i Amire[33], Alay Köşkü yakınlarına büyük bir çeşme ve bir mescid[34] ve ayrıca Ekmekçioğlu Kethüdası Kızılbaş Hasan Ağa, Zindan Yakınlarına bir han yaptırmış[35] ve de ayrıca Beylerbeyi Hamamı ile Çuhacılar Hamamı onarılarak kullanılmışlardır[36]. Bazı kaynaklarda Balkapanı ve Yemişkapanı Hanları da I.Ahmet dönemi eseri olarak açıklanmaktadır[37] (Foto 1).

Günümüze gelebilen devrinin ve Mehmet Ağa’nın en önemli eserleri ise Edirneli Defterdar Ekmekçioğlu Ahmet Paşa’nın yaptırıp Sultan I.Ahmet’e hediye ettiği Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kervansarayı (Ayşekadın Kervansarayı), Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Köprüsü (Tunca Köprüsü-Eski Köprü), Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Hanı ve Sebilidir (Havlucular Hanı).

Ekmekçioğlu Ahmet Paşa

Sultan I. Ahmet dönemi imar faaliyetleri incelendiğinde Defterdar Ek-mekçioğlu Ahmet Paşa’nın bu dönemin anıtsal mimarisine büyük katkısı olduğu görülür.

Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kanuni devrinde okuyup yetişmiş, III. Murat, III. Mehmet. I. Ahmet döneminde yaşamış, 1595 yılında Başdefterdar olmuş, birçok cenklerde bulunmuş, sayılı maliyecilerdendir[38].

Defterdar Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Sadrazam İbrahim Paşa’nın güvenini kazanmışsa da, 1606 yılında Sadrazam olan Kuyucu Murat Paşa ile geçinememiş, aralarındaki düşmanlık gün geçtikçe şiddetlenmiştir[39]. Hatta Sadrazam Ekmekçioğlu’nun idam fermanını padişah Sultan Ahmet’ten almış, ölümden son dakikada kurtulmuştur. Bu arada Edirne’de gizlenmiş, Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kervansarayı ve Köprüsünü yaptırmış, padişaha hediye ederek affını sağlayabilmiştir. Bundan sonra Nasuh Paşanın sadareti sırasında, sadrazamın kendisini rakip görmesi yüzünden Başdefterdarlıktan azledilmiş; önce Karaman Valiliğine sonra Halep’e gönderilmiştir. Fakat Sadrazam Öküz Ahmet Paşa, 1615 yılında Doğu seferine çıkarken Sadaret Kaymakamı Gürcü Mehmet Paşa’nın beceriksizliğini görerek onu görevinden almış, yerine Halep'ten Ahmet Paşa’yı getirtmiştir[40]. Daha sonraki yıllarda paşa bir ara sadrazamlık görevinin kendisine verileceğini ummuş, arzusu olmayınca da üzüntüsünden ölmüştür(t6ı8)[41].

Edirne’li Ekmekçioğlu Ahmet Paşa’nın en önemli Vakıf eserleri Edirne’dedir. Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kervansarayı, Köprüsü, Hanı ve Sebili bunlardan başlıcalarıdır. Ayrıca Beylerbeyi Hamamını onartmış ve kullanıma açtırmıştır[42].

İstanbul’da Şehzadebaşında Külliye halinde Medrese, Türbe, Sebil yaptırmış, Eyüp Camiine Hünkâr Mahfili[43], Koca Mustafa Paşa Camii’ne bir kapı ve mahfil ilave ettirmiştir[44]. Ereğli’de tamamlanmamış bir hanı vardır[45].

EKMEKÇİOĞLU AHMET PAŞA KERVANSARAYI
(Ayşekadın Kervansarayı)

Avrupa’ya yapılan seferlerin rağbette olduğu 16. yy. sonlarında Avrupa yolu üzerinde birçok han ve kervansaray yaptırılmıştır. Bu bölümde Türk Osmanlı han ve kervansaray yapılarının özelliklerini kısaca belirterek Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kervansarayı ve hanı üzerinde yoğunlaşacak ve Sedefkâr Mehmet Ağa’nın Türk han ve kervansaray mimarisine katkısını irdelemeye çalışacağız.

Tüccarları, hacıları, iş için seyahat edenleri, şehirde ve seyahat yolları üzerinde hayvanlarıyla ve eşyalarıyla birlikte barındıran ve onlara yatacak emin bir yer ve yiyecek temin eden binalara, Kervansaray, Mihmansaray veya Han ismi verilirdi[46].

Risale-i Mimariyye’de han ve kervansarayın tarifi için[47]:

“Han, arâbîdir, Farisî olan hane’den tarib olmuştur. Farisîde ve Türkiye’de yine han derler. Ribat arâbidir. Farisî’de kervansaray, Türkiye’de avam galat edip kervansaray derler. Misafirler için bina handır" denmektedir.

Arapça RBT kökünden gelen[48] ribat: Askeri, ticari yollar üzerindeki kervanları himaye ve dahili asayişi temin için kullanılan kale tarzındaki menzil binaları için kullanılan bir kelime olup[49], Osmanlı öncesi Türklerin çok uyguladıkları bir yapı tipidir. Kervansaray yapılarına prototip teşkil etmişlerdir.

Bütün bu tariflere ve açıklamalara göre; Han kelimesi Kervansaraylar içinde kullanılan bir kelime olmasına rağmen, fonksiyon ve amaçlar bakımından ayrı yapılardır. Şöyle ki; Kervansaraylar genellikle şehirler arasında kale gibi sağlam yapılar olarak inşa edilir ve yolcular para ödemeden kalabildikleri gibi bünyelerinde bulunan çarşı, hamam, ahır, aşhane gibi kısımlardan istifade edilebilirdi. Şehir hanları ise, yardımcı binaları olmayan, kontrüksiyon yönünden belirgin bir sağlamlık göstermeyen ve özellikle ticari amaçlarla yapılan yapılardı[50].

16. yy. sonunda Avusturya savaşları Rumeli sefer yollarına ilgiyi artırmış ve İstanbul, Edirne, Sofya, Belgrat yolları üzerinde Sadrazam Koca Sinan Paşa, Damat İbrahim Paşa, Vezir-i Azam Siyavuş Paşa, Defterdar Ekmekçioğlu Ahmet Paşa tarafından önemli kervansaraylar yaptırılmıştır.

Türk han ve kervansarayları başlıca üç grupta incelenebilir[51]:

Birinci grup han ve kervansaraylar, umumiyetle kare veya dikdörtgen şeklindeki tek bir yapıdan ibarettirler. Bu mekanda hayvanlarla insanlar bir arada yatmaktadırlar. Yüklerini hanın ortasındaki ortak mekana indirme imkanı bulan yolcular kendilerine zeminden yüksekte bir seki üzerinde, ocak başında yatacak yer bulurlar. Hayvanlarını yine kendilerine yakın bir yere bağlarlardı. Edirne Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kervansarayına prototip teşkil eden bu grup hanlara örnek olarak Büyükçekmece Kervansarayı ve Gebze Çoban Mustafa Paşa Kervansarayı gösterilebilir[52].

İkinci grup Türk Hanları: Birinci gruptaki hanların tekamül etmiş örnekleridir. Bu grupta yolcuların konakladığı kapalı mekanın önünde üç tarafı revaklar ve yapılarla çevrili bir avlu, avlunun ortasında bir çeşme ve mescit bulunur. (Harmanlı Siyavuş Paşa Külliyesi Kervansarayı (1590)[53] gibi).

Edirne Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kervansarayı’da (1609) bu grupta gösterilebilir.

Üçüncü grup hanlar: İkinci grupta incelenen hanların en gelişmiş örnekleri olup iki katlıdır. Üst kat tamamiyle ikamete ayrılmıştır. Edirne Rüstempaşa Kervansarayı, Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Hanı (Havlucular Hanı) bu grubun örnekleridir.

Kaynaklara göre: Sultan Birinci Ahmet döneminde Edirne’de 18 yerde büyük handan başka 28 yerde misafir inecek kervansaray vardır[54]. Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kervansarayı, Hanı ve Ekmekçioğlu Kethüdası, Kızılbaş Hasan Ağa’nın Zindan yakınlarında yaptırdığı 1611’de inşa ettirdiği bugün mevcut olmayan han[55] o dönemde yapılmış olanlarıdır.

Edirne Belediyesi, 114 Pafta, 542 Ada, 5-6-7-8-9-10-11-12-13-14-15-16-17-18-19-20-21-22-23-24-25-26-27 nolu parsellere kayıtlı Ekmekçi oğlu Ahmet Paşa Kervansarayı, Eski İstanbul Caddesi ile Uzun Kaldırım Caddesi arasındadır. 1609 (1018H.) tarihinde, Ekmekçizade Ahmet Paşa tarafından, Sultan I. Ahmet’e hediye olarak, Sedefkâr Mehmet Ağa ile Edirne’li Mimar Hacı Şaban Ağa’ya yaptırılmış, iki şadırvanı ve tabhanesi bulunan çifte handır[56] (Bkz. Vaziyet Planı, Plan Rölövesi, Şekil 2,3,4; Foto 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11,12,13,14,15,16,17,18). Evliya Çelebi, Seyahatnamesinde yapıyı şöyle anlatmaktadır[57]:

“Büyük Hayırat. Bu Sultan Ahmet zamanında küçük bir han imiş. Sonra Ekmekçizade Ahmet Paşa temelinden yıkıp büyük bir han yaptırmıştı ki Edirne şehrinde ve İstanbul’da misli yoktur. İlla Tatar Pazarcığı Kasabasındaki makbul İbrahim Paşa Hanı olsa. Bu Eşe Kadın Hanı tam ikiyüz ocak olup avlusunun bir tarafında da içli dışlı harem odaları var. Ahırı bin tane at alır. Dört tarafı sofalı olup, dış avlusu dahi bin kadar deve ve at alır. Kale gibi handır. Cadde üzerinde kuzeye bakan demir kapısı üzerinde yazılı tarihi şudur:

Temaşa eyleyip didi itmamına tarih
Yapıldı Han-ı Sultan Ahmet oldu bibedel abad,
Sene 1018

Tamamlandıktan sonra Sultan Ahmet Hana
hediye edilmiş kurşunlu handır"

demektedir.

Yapıya Eski İstanbul Caddesi üzerindeki giriş mekanından girilir (Foto 4, 8). mekanın 2 yanında yüksek sekiler vardır. Bugün yok olan giriş kapıları eskiden belli bir saatten sonra kapatılır[58], sabah da herkesin eşya kontrolü yapılmadan açılmazdı. Şair Kesbi’ye ait olan, yapının Sultan Ahmet’e hediye edildiğini açıklayan, kitabe, kapının üzerindedir ve şöyledir[59]:

Feridun menzilet şems ü felek kudret-i melek haslet
Ki yani hazreti han Ahmed ol şah-ı kerem mutad
Suvar olup saadet rahşine seyr ü şikâr için
Rikâbına düşün pûyende saydüfken nice sayyâd
O zıll-ullah Edirne taht-gâhine salup saye
Hümayun bahtı ile halkı şehri eyledi dil-şâd
Olup mail o şehr-i dil-küşâya şah-ı dânâ-dil
Murad idindi bir han-ı cedidi eyliye icad
Yapulsun deyu ferman idecek ol hanı âli-şân
Veziran içre defterdârı oldu emrine münkad
Bina kıldı o dem bir han-ı dil-keşab-ı kevser-veş
Anın tarhında makdûrini sarfetti nice üstad
Olup rahat-resânı reh-revân ol hanı âlî-şân
Mekin olan safalar kesbedip gamdan ola âzâd
Metanette bu resme olmadı mihmân-seray elhâk
Rub’at âlemi bennâ-yı kudret ideli bünyâd
Temaşa eyleyüp Kesbi dedi itmamına tarih
Yapıldı han-ı sultan Ahmed oldu bibedel âbâd.

Giriş mekanı üç tarafı revaklı bir avluya açılır. Bugün revaklar yok olmuş, sadece tonozların izleri kalmıştır (Bkz. Foto No. 10). Avlunun sağında bulunan yapı kalıntılarının tabhane veya imarete ait olduğu kaynaklarda belirtilmiştir (Bkz. Foto No.8,9,10).

İrrasyonel forma sahip bu avlunun Uzun Kaldırım Caddesi ve Eski İstanbul Caddesine bakan cepheleri dışa açık dükkanlarla çevrelidir (Foto 5,6,13,14). Bugün sayıları 18 olan bu dükkanlar birbirlerinden gerek ölçü gerekse plan şeması olarak farklıdırlar ve Uzun Kaldırım Caddesi üzerinde kapalı han kısmının dış yüzünden 1,5 m. kadar içeride birleşirler (Bkz. Plan Rölövesi Şekil 4).

Girişe göre tam karşıda, bugün çatısı yok olmuş, Evliya Çelebi’nin “Görçenlik, Güvercinlik” diye bahsettiği yarı açık mekana geçilir (Foto 3,7,8; Şekil 4,5). Üç büyük sivri kemerle girişi düzenlenmiş olan güvercinliğin iki yanındaki kapılardan kapalı han kısımlarına girilir. Ayrıca kemerli girişin tam karşısında da bir kapı vardır. Bugün nereye açıldığı belli olmayan bu kapının tuvaletlere açılan kapı olması ihtimali kuvvetlidir (Foto 16; Şekil 6). (Bkz. Harmanlı Kervansarayı plan restitüsyonu ve Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kervansarayı restitüsyonu).

Kayıtlarda “Kurşun Örtülü" diye belirtilen kapalı han kısımları en son 1950 yıllarında olmak üzere çeşitli onarımlar görmüşse de, orijinal görünüşünü tamamen kaybetmemiştirler[60]. Bugün kiremit çatılı olarak tesbit edilen bu kapalı han kısımları birbirinin simetriği olup kendi içlerinde de yine simetrik düzenlemişlerdir (Şekil 4,5,6; Foto 1,7,8,9,10,5). İçeride girişin karşısına gelen ortadaki sütun dizisi han mekanını iki simetrik parçaya ayırır. Duvarlarda 0.80 m yüksekliğindeki seki üzerinde eşit aralıklı ocak modülleri insanların yatacak yerlerini belirler (Foto 17,18). Hayvanlar döşeme hizasında, sekiden daha alçak seviyede üç sıra halinde uzanan yemliklere bağlanırlar.

Yapının bütünü ele alındığında, kervansarayın muntazam bir mimariye sahip kapalı han kısmı ile irrasyonel forma sahip açık avlu etrafındaki dükkân ve yapı kalıntılarından oluşan iki kısımdan meydana geldiği görülür. Dükkânlarda hiçbir geometrik düzen yoktur. Giriş mekanı bile kapalı han kısımlarıyla muntazam bir bağlantı içinde değildir. Evliya Çelebi Seyahatnamesi de dahil olmak üzere hiçbir kaynakta dükkânlardan bahsedilmez. Üstelik bu kervansaray gelir getirmek amacıyla yapılmamıştır. Yaptığımız araştırmaya göre Sultan Ahmet Vakfiyesinde[61] belirtilen “Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Hanı etrafında 30 dükkân” ibaresi Selimiye yakınlarındaki Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Hanı (Havlucular Hanı) na aittir. Bütün bu bilgiler dükkânların muhdes birer ilave olduklarını göstermektedir.

Benzer yapı analizi için yapılan çalışmalar sırasında tesbit edilen Gudenus’un hazırladığı Bulgaristan Harmanlı’da, III. Murat’ın veziri Siyavuş Paşa için 1590 tarihinde yaptırdığı cami, kervansaray (Şekil 8,9,10), köprü; hamamdan müteşekkil külliyenin (Şekil 11) kervansarayına ait restitüsyonlar ile Teply’nin hazırladığı “bir Türk kervansarayı” minyatürü (Şekil 7) konuya açıklık getirmektedir.

Gudenus restitüsyonlarında (Şekil 8,9,10,11,12) Harmanlı Kervansarayının ortasında bir tek şadırvanı vardır. Ve güvercinlik Evliya Çelebi’nin tabiri ile göğe baş uzatmıştır[62].

Teply’nin minyatüründe (Şekil 7) ise avludaki iki şadırvan kaynaklarda belirtilen Ekmekçioğlu Kervansarayı’na benzemektedir. Yalnız bu minyatürde güvercinliğin girişinde Harmanlı’da olduğu gibi iki giriş kemeri çizilmiştir.

Avlu ise her iki kaynakta da muntazam forma sahiptir.

Teply’nin minyatürünün Ekmekçioğlu Kervansarayına ait olabileceği ve Gudenus’un restitüsyon çizimlerinin Ekmekçioğlu Kervansarayına çok benzediği düşünülerek yukarıda açıkladığımız yapı yanında yaptığımız incelemelerden şu sonuca varılabilir (Şekil 12).

Ekmekçioğluahmetpaşa Kervansarayı: Revaklı iki şadırvanı olan muntazam forma sahip avlu ve güvercinlikten girişi olan iki kapalı han kısmından meydana gelmiştir. Avlunun sağında Evliya Çelebi’nin bahsettiği yerinde kalıntılarını görebildiğimiz imaret yapıları vardır. Görçenlik ise kademeli üçgen alınlıklara oturan konik bir külaha sahiptir. Bugünkü güvercinlik kasnağı 15.30 m kotundaki yan üçgen alınlıklı çatıların alt seviyelerinde kalmaktadır (13.35 m kotu) (Bkz. Kesit Rölövesi). Bu da bu bölgenin orijinaline uygun olmayan yanlış bir müdahale ile bozulduğunu kanıtlar.

Bütün bu bilgi ve bulgulara göre; 1590 tarihli Harmanlı Kervansarayı Ekmekçioğlu Kervansarayından önce yapılmıştır, ikinci grup hanların az gelişmiş bir örneği olarak kabul edilebilir. Ekmekçioğluahmetpaşa Kervansarayı ise çok gelişmiş bir kervansaray örneği olmamakla beraber, ekonomik sıkıntıların olduğu Sultan I. Ahmet döneminde kapalı han kısımları esas olan, imareti olan küçük bir külliye görünüşündedir.

Orijinal birçok elemanın kaybetmiş, birçok değişiklikler geçirmiş olmasına rağmen Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Kervansarayı bugünkü haliyle abidevi kesme taş işçiliğinin nadide örneklerinden biridir. Yapının orijinal kalabilmiş sol yan cephesi (Bkz. sol yan cephe rölövesi) (Foto 1,2), güvercinlik mekanı giriş kemerleri (üç adet) (Foto 3) ve güvercinlik üst örtüsünün geçiş öğeleri olan sivri kemerli trompları (Foto 15) ve kemerlerin orijinal mukarnasları bugüne gelebilmiş yapı öğeleri olup genelde yapı bütündeki süsleme unsurlarına gösterilen önemi yansıtmaktadırlar.

Sol yan cephedeki ajurlu kesme taş pencere süslemeleri (Foto 1,2) alçı dışlık pencerelerin taş ile geliştirilmiş tezyinat örnekleri olup bu yapıda adeta Sedefkâr Mehmet Ağanın Sedefkârlıkta kullandığı geometrik motiflerin cephe ölçeğinde pencereler uyarlaması yapılmak istenmiştir. Bu süslemeler Sinan’ın Şehzadebaşı ve Selimiye Camilerinde ve hatta klasik dönemde birçok yapıda kullanılmıştır. Fakat bu yapıdaki kadar hiçbir kervansaray yapısında başarılı uygulanamamıştır. Bu dışlık pencereler Mehmet Ağa’nın sanatındaki inceliği, Sedefkârlıktaki pratiğini dış cepheye uyarlama kabiliyetini yansıtan günümüze gelebilmiş süsleme elemanlarıdır. Sultanahmet Camii külliyesi ile aynı dönemlerde inşaatı devam eden bu kervansarayda Mehmet Ağa yan cephelerdeki monotonluğu bozmayı pencere süslemelerinde çeşitlilik yaparak sağlamaya çalışmış ve mimarlık sanatına ölümsüz bir eser bırakmıştır.

Ekmekçioğlu Kervansarayı Mehmet Ağa’nın Sultanahmet Külliyesinden sonra gelen en önemli eseridir.

EKMEKÇİOĞLU AHMET PAŞA HANI (Havlucular Hanı) ve SEBİLİ

Edirne Belediyesi 23 nolu paftada kayıtlı 625 nolu adanın tamamını işgal eden Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Hanı, Ekmekçioğlu Ahmet Paşa tarafından 17.yy. başlarında, eskiden Yediyol Ağzı denilen, bugünkü Kıyık Caddesi üzerinde bir mevkiye, iki katlı olarak inşa edilmiştir[63] (Şekil 20,21,22,23). Sultanahmet döneminde yapıldığında çevresinde bugün kalıntıları kalmış Balkapanı, Yemiş Kapanı gibi bir takım hanlar vardır[64] (Foto 19; Şekil 14,15).

Yapı, çevresindeki birkaç tarihi hanla birlikte (Balkapanı Yemişkapanı) 1752 yılında meydana gelen büyük zelzelede yıkılmış, daha sonraki dönemlerde yanlış restorasyon politikasıyla kurtarılamayarak bugüne gelememiştir. Şu an üst katın varlığı ancak kaynaklara dayanılarak söylenebilmektedir. Günden güne bozulan, orijinal hüviyetini tamamiyle kaybeden yapı günümüze gelene kadar çeşitli adlar almıştır: Bir ara solaklar oturduğu için “Solaklar Hanı” denmiş, sonra astarcıların yeri olup “Astarcılar Hanı” adını almıştır. En son havlu dokuyanların çok olduğu bir dönemde de “Havlucular Hanı” adıyla günümüze gelmiştir”[65].

I. Sultan Ahmet Vakıf defterinde[66] “Edirne’de Ahmet Paşa hanı etrafında 30 dükkan ve bodrum" ibaresi hanın dükkan sayısının 30 adet olduğuna işaret etmekte ise de bugün ayakta olan tonozlu orijinal dükkan modülü sayısı ancak 12 tanedir.Eski Kıyık Caddesi üzerinde 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10,11 nolu (bkz. plan, Şekil 14) dükkanlar uğradıkları birçok müdahaleden sonra ancak tonoz örgüleriyle karakterlerini anlatabilmektedirler. Duvarlar boya ve fayans kaplamalarla kapatılmış, yalnız giriş kapısı ve sebil üzerinde taş örgü bir miktar görülebilir olmuştur (Bkz. Ön Cephe Rölövesi Şekil 15).

Geçirdiği değişikliklere rağmen Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Hanı Sultanahmet Vakfiyesinde belirtildiği için Mehmet Ağa’nın atfedilebilecek yapılardan biridir. Üçüncü grup hanlara dahil edebileceğimiz yapının bugünkü durumu ne yazıkki han mimarisine katkısını irdelemek için yetersizdir.

Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Hanı’nın Eski Kıyık Caddesi üzerindeki Mezitbey Hamamına karşı köşebaşında yer alan sebili orijinal kalmış en önemli bölümüdür. Sebil 2 kattan oluşmaktadır (Şekil 14,15,16,17; Foto 20,22,23). Mezitbey hamamına karşı olan giriş holüne açılan pencere, bu giriş holünün hanın üst katlarıyla bağlantılı olabileceğini düşündürmektedir (bkz. Sebil Plan Rölövesi).

Kesme taş üzerinde itinalı cephe süslemelerini barındıran cepheleri hanın bütünündeki orijinal süsleme öğelerinin de değerini gösteren tek numunedir.

Hanın iki katlı olduğunu ve üst katında bir kahve olduğunu söyleyen kitabesi şöyledir[67].

BÜYÜK KİTABE

Mah-i burc-i şeref ayn-ı saadet
Semiyyi şems defterdar-ı ekber
Cenâb-ı hazret-i Ahmed efendi
Verip bu menziler hûrşîd-veş fer
Behist-asâ yapıp bir Kahvehane
Nazirin görmedi dünyada gözler...

EKMEKÇİOĞLU AHMET PAŞA KÖPRÜSÜ (Tunca Köprüsü Eski Köprü) (Bkz. Şekil 2,3,18 Foto 24,25,26)

Bulgaristan’ın Rila dağından çıkan Meriç nehri, yine Bulgaristan top-raklarından gelen Tunca ile Edirne’nin batısında şehre yakın bir yerde birleşirler[68]. Eski adı Bülbül Adası Mevkii[69] olan bu birleşme yerinde Edirne Karaağaç istikametinde ardarda iki köprü vardır. Bunlardan birincisi Ekmekçioğlu Ahmet Paşânın yaptırdığı Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Köprüsü, diğeri 1842’de Sultan Abdülmecit tarafından yaptırılan[70] Meriç Köprüsüdür. Tunca üzerinde olduğu için “Tunca Köprüsü” olarak da anılan Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Köprüsü esasen Sultan Ahmet’in çok sık kullandığı ahşap bir köprünün (Bkz.Şekil 1) yerine yapıldığı için (Cisri- Cedid, Yeni Köprü) olarak tanınırken Meriç Köprüsü yapıldıktan sonra (Eski Köprü) olarak bilinir olmuştur[71].

Kitabesine göre 1608 yılında inşaatına başlanan köprü 1615 yılında tamamlanmıştır[72]. Mimarının Mehmet Ağa olduğu birçok kaynakta belir-tilmişse de Edirne’li Hacı Şaban Beyinde yardımları olduğu söylenir[73].

Evliya Çelebi köprü için “Tunca üzerinde gayet saltanatlı bir köprüdür, Timurtaş kasabasına oradan gidilir" demektedir[74].

Kesme taştan on gözlü yedi ayaklı olarak yapılan köprü, 1947 yılında[75] bir sel baskını sırasında Bulgaristan istikametinden gelen buzulların etkisiyle tahribe uğramış, iki göz kemeri ve bir ayak yıkılmıştır. Bugün betonarme bir döşeme ile açıklık geçilmektedir (Bkz. Foto 25; Şekil 18).

Zarif sivri kemerleri, muntazam kesme taş çokgen ayakları ve nadide tarih köşküyle Osmanlı köprü mimarisine olduğu kadar Avrupa köprü mimarisine de öncülük eden Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Köprüsü Mehmet Ağa’nın itina gösterdiği ve günümüze kalabilmiş sayılı eserlerinden biridir.

Köprünün kitabesi ve tarih köşkü bütünündeki düzenleme içinde önem verilen bir noktadır. Tarih köşkü arka cephesi, köprü bütünündeki yan cephe düzenlemesi içinde iki yanında ikişer hafifletme kemeri olan ayaklarla bütünleştirilmiş, diğer ayaklarda benzer hafifletme kemeri kullanılmamıştır. Aynı şekilde kitabe köşkü kemerlerle uyum sağlamak amacıyla sade tutulmuş, süsleme öğesi olarak köşelerde küçük sütünceler düşünülmüştür (Bkz. Cephe Rölövesi). Kitabe Köşkünün bugün kapatılmış olan orta kemeri, bu cephede hareketlilik sağlamaktadır. Buna mukabil yola bakan, suyun akışına karşı olan cephesinde yükseltilen kitabe köşkü girişi, kitabenin her yönden rahat okunmasını temin etmek gayesini gerçekleştirmektedir (Foto 26). Tarih kitabesi şöyledir[76]:

Ekmekçi zade Ahmet paşay-ı kâm-kâri
Hayratını görenler itmez mi hayrile yâd
Bu devlet içre defterdar oldu on sekiz yıl
Ba haşmet-i vezaret ba devlet-i hüdadâd
Doldurdu Tunca nehrin bi şüphe sim-ü-zerle
Bu cisri bi âdili illâh etti bünyâd
Maksudu bir duadır ancak gelip geçenden
Lâyık budur ki sen de ruhunu idesin şâd
Kâmi dedi esası müstahkemine tarih
Zibende rah-ı gülşen bu cisri Ahmed âbâd
Kadbüniye fi seneti: 1016-1608

Açıklaması[77] :

Murat veren Ekmekçioğlu Ahmet Paşa’nın bu hayatını görenler onu hayırla anmazlar mı? Onsekiz yıl bu devlete defterdarlık etmiş olan Ahmet Paşa tanrı vergisi yüceliği ve haşmeti vezareti ile Tunca nehrini altın ve gümüşle doldurdu ve bu eşi olmayan köprüyü Allahın inayeti ile yaptı. Bütün isteği gelip geçenden sadece bir duadır. Layığı budur ki sen de onun ruhunu şâd edesin. Kâmi bu sağlam yapının esasına bir tarih düşürdü. “Bu güller arasında ne güzel yoldur”[78].

Genelde köprülerin esasını meydana getiren ayaklar, kemerler, döşemelerden başka bazı köprülerde emniyet ve kontrol amaçlı, bazılarında dinlenme amaçlı balkonlar, köşkler, yapılmıştır. Ve hatta bu gelişimin bir ürünü sayılabilecek (köprü üzerinde çarşı) fikrinin örneklerini görmek hiç de zor değildir.

Bizdeki tarih köşklerinin menşei olarak İslam öncesi Türklerin bir yapısı olan ateşgedeler ve sonra da açık türbe mimarisi gösteriliyorsa da[78] konu köprü mimarisinin gelişimi olarak ele alındığında; köprülerde, eserin sahibini, yaptıranını, yapan mimarı ve hatta kitabeyi yazan şairi belirleyen kitabeler önceleri köprünün ayaklarından birinin üzerine yerleştirilirken (Selçuklu ve Artuklularda) Osmanlı İmparatorluğu döneminde bu kitabeler için aynı zamanda dinlenme amaçlı köprü balkonları inşa edilmeye başlandı (Babaeski ve Büyükçekmece Köprüleri). Daha sonra bu balkonlar Ekmekçioğluahmetpaşa Köprüsü gibi üstü örtülü bir köşk hüviyetini alarak gelişimin içinde bir yer aldı.

SONUÇ

Sultan I. Ahmet dönemi Edirne Mimarisini irdelediğimiz bu çalışma ile koruma alanında Edirne’de çok geride olunduğunu vurgulamış oluyoruz. Ekmekçioğlu Kervansarayı çoğu yapı öğesini kaybetmiş, zamanında onarılmadığı için orijinal hüviyetini değiştirmiş, Ekmekçioğlu Ahmet Paşa Hanı (Havlucular Hanı) ise önce yol açma çalışmaları ile mekanlarının büyük bir kısmını yitirmiş, daha sonra da Vakıf teşkilatının dükkanları satması ile kontrolden çıkmış, şahısların keyfi koruma kararları ile tahrip olmuştur. Köprü ise gün geçtikçe artan araç trafiğine daha ne kadar dayanabilecektir? Bu köprünün Meriç üzerindeki diğer köprü ile birlikte Karaağaç güzergâhının tek köprü olmaktan çıkarılıp sadece yaya trafiğine bırakılması şarttır.

Günümüze gelebilmiş tarihi değerleri korumamız ilerki sağlıklı restoasyorlara en fazla bilgi verecek şekilde intikalini sağlamamız Milli görevimizdir.












































BİBLİYOGRAFYA

ABDURRAHMAN HİBRÎ, “Enisü’l Müsâmirin", Beyazıt Kütüphanesi El Yazması, 1647 (14,1046), Güneydoğu Araştırmaları Dergisi, C.1.2.3, (Çeviren; S.İlgürel)

AHMET BADİ EFENDİ, Riyaz-ı Belde-i Edirne, Beyazıt Kütüphanesi üç cilt yazma eser.

AKALIN Ş., “Mimar Dalgıç Ahmet Paşa”, Tarih Dergisi, C.IX, sayı 13, İstanbul, 1958, 5.71-80.

AKOZAN F., “Türk Han ve Kervansarayları”, Türk Tarihi Araştırma ve ince-lemeleri, sayı i, İstanbul. İ.G.S.A. Yayını, 1963, s.53-167.

-----, “Türk Külliyeleri", Vakıflar Dergisi, sayı, VIII Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayını, 1969, s.303-308.

ALTAN K., “Mimar Mehmet”, Arkılekt, sayı 7/8, İstanbul, 1937, s.223-226.

-----, “Edirne de Türk Eserleri”, Arkılekt, sayı 6, İstanbul, 1936, s. 307-308.

ARSLANAPA O Edirne’de Osmanlı Devri Abideleri, İstanbul, 1986.

AYVANSARAYÎ H.H., Vefayat-ı Selâtin ve Mişâhir-ı Rical, (Çev.F.Ç. Derin), İstanbul, Edebiyat Fakültesi Yayını, Not224t, 1978.

AYVERDİ, E.H., Avrupa’da Osmanlı Mimari Eserleri (Bulgaristan, Yunanistan, Arnavutluk), C.IV, İstanbul, 1982.

ÇULPAN C., “Köprülerde Tarih Köşkleri", Sanat Tarihi Yıllığı, İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, 1966-1968, s.25.

-----, Türk Taş Köprüleri (Orta Çağdan Osmanlı Devn Sonuna Kadar), An-kara, Türk Tanh Kurumu Yayını, 1975.

EMRE N., “Türk Mimarları”, ZrAiieA/, 1937, s. 11-12.

-----, "Ahmet Refik’in Türk Mimarları Adlı Eseri Hakkında”, Arkılekt, ‘937.

EVLİYA ÇEİ.EBİ, Seyahatname, (Çeviren Z.Danisman), Kitap 1-2, İstanbul, 1969; Kitap 3-11, İstanbul, 1970; Kitap 12-15, 1971. Seyahatname, Çev.M.Zillioğlu, C.3.4, İstanbul, (Tarih yok).

GOODWİN G., A History of Ottoman Architecture, London, 1971.

GÖKBİLGİN T., “Edirne Hakkında Yazılmış Tarihler”, Edirne’nin 600. Fethi Yıldönümüne Armağan Kitap, Ankara, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1967.

GÖKYAY O.Ş., “Risale-i Mimariyye ve Mimar Mehmet Ağa-Eserleri”, İsmail Hakkı Uzunçarşılı ’ya Armağan Kitabı, Ankara, Türk Tarih Kurumu Basımevi, 1975, s.ı 13-215.

GÜREŞSEVER G., Anadolu’da Osmanlı Devri Kervansarayların Gelişmi, (Basıl-mamış Doktora Tezi), İstanbul, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Yayını, 1974.

İLGÜREL S., “Enisü’l Müsamirin”, Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, C. 1,2,3, İstanbul, 1974, s. 137-151.

İNCİCİYAN P,L., “Osmanlı Rumelisi”, Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, s.2,3, İstanbul, 1974, s.ı 1-18.

İŞMEN, İnsanlar ve Köprüler, İstanbul, İş Bankası Yayını, 1972.

KESKİNOĞLU O., “Bulgaristan’da Türk Vakıfları ve Ahmet Bali Efendinin Paralar Hakkında Bir Mektubu”, Vakıflar Dergisi S.IX, Ankara, Vakıflar Genel Müdürlüğü Yayını, 1971, s.81-95.

Koçu R.E., İstanbul Ansiklopedisi, Cl, 2, İstanbul, 1958.

KORKUT A., Edirne Ilı Yakın Çevre incelemeleri, Ankara, 1972,

-----,Yakın Yurt Serhat Şehri Edirne, İstanbul, Ülkü Matbaası, 1965.

KÖPRÜLÜ F. “RİBAT”, Vakıflar Dergisi, Sayı II, Ankara, Vakıflar Genel Md.Yayını, 1942, s.267-268.

KUMBARACILAR İ., “Türk Mimarları”, Arkitekt, 1937, s.85-86.

MAYER L. A., Islamic Architects and Their Works, Cenevre, 1956.

MERİÇ R.M., “Edirne’nin Tarihi Mimari Eserleri Hakkında”, Türk Tarihi Araştırma ve İncelemeleri, C.L, İstanbul, 1963, s.439-536.

MEYDAN LAROUSSE, Büyük Lügat ve Ansiklopedi, İstanbul (Meydan Yayınevi, 1969).

NAÎMA MUSTAFA EFENDÎ, Naıma Tarihi, (Çev.Zuhuri Danişmen), c.I; İstanbul, 1967, CII; CIII; CIV; İstanbul 1958, CV; CVI; İstanbul, 1969.

ONUR O., Edirne’nin Tarihi Vesıkalarından Edirne Kitabeleri, İstanbul, Yenilik Basımevi, 1972.

ÖRFİ ÇELEBİ, Edirne Tanhi (yazma), Ekrem Hakkı Ayverdi Kolleksiyonu.

Öz T., “Mimar Mehmed Ağa ve Risale-i Mimariyye” “Arkitekt, 1943 s.179-279; 1944, s.13-37.

-----, “Kabenin Tamirleri”, Arkitekt, 1947, 5.129-130.

ÖZDEŞ G., Edirne, (İmar planına hazırlık etüdü), İstanbul, İstanbul Teknik Üniversitesi Yayını, 1951.

PEREMECİ O.N., Edirne Tarihi, Edirne, 1948.

SELEN H., “Yazma Cihannumaya Göre Edirne Şehri”, Edirne'ye Armağan Kitabından Ayrı Basım, Ankara, 1965.

SÜREYYA M., Sicil-i Osmani, C.I; İstanbul, 1308, C III; 1311, C V (tarihsiz),

TEPLY, K., Die Kaiserliche Grofsbotschaft an Sultan Murat IV in Jahre 1628, Vien, (tarih yok).

TOSYAVİZADE DR.RİFAT OSMAN, Edirne Sarayı, Ankara, 1957. “Edirne Köprüleri ve Tarih Köşkleri”, Milli Mecmua, Sayı 92, 1927, s. 14-84.

-----, Edirne Rehnuması, 1830.

ÜNVER A.S. “Edirne’de Eski Köprü”, Arkitekt, 1947, s.71-73.

VAKIFLAR GENEL MÜDÜRLÜĞÜ, “Arşivdeki Orijinal Vakfiyeler”, Vakıflar Bülteni, 1970.

YÜCEL E., “Büyükçekmece’de Türk Eserleri”, Vakıflar Dergisi, S.IX, Ankara, Vakıflar Genel Md.Yayını, 1971, s.95-108.

-----, Edirne Yıllığı, Ankara, 1973.

* “Mimarbaşı Sedefkâr Mehmet Ağa’nın Yaşamı ve Türk Osmanlı Mimarisine Katkısı", Mimar Sinan Üniversitesi Fen Filimleri Enstitüsü Restorasyon Bölümü (Basılmamış Doktara Tezi bir bölümü), Şubat, 1987.

Dipnotlar

  1. Risale “Bir konuda yazılmış olan kitap“ demektir (M.N.Özen, Osmanlıca Türkçe Sözlük, s.662).
  2. O.Ş.Gökyay, “Risale-i Mimariyye ve Mimar Mehmet Ağa-Eserleri", İ.H.Uzunçarşılı'ya Armağan Kitabı, s.113.
  3. Ölçü birimlerinden bahsederken eski ve yeni uygulamaları ayrıntılarıyla anlatmış, Kabe onarımını anlatırken o güne kadar Kabe’nin uğradığı bütün değişiklikleri yorum yaparak sıralamıştır (öz, “Kabe’nin Tamirleri", s. 130.).
  4. O.Ş.Gökyay, a.g.e., s. 113. / C.E.Arseven, Türk Sanatı Tarihi, s.768. / T.öz, “Mimar Mehmet Ağa ve Risale-i Mimariyye, Arkitekt, 1943, s.179, 1944, s. 13. / K.Altan, “Mimar Mehmet", s.223. / N.Emre, “Ahmet Refik’in Türk Mimarları Adlı Eseri Hakkında", s. 13.
  5. Cafer Efendi. Risale-i Mimariyye, s. 122 (O.Ş. Gökyay çevirisi).
  6. G.Goodwin, A History of Ottoman Architecture, s.342.
  7. L.A.Mayer, Islamic Architects and Their Works, s.91.
  8. Evliya Çelebi, Seyahatname, C. 13, s. 17.
  9. Bu ilbasan kenti içinde kırk adet suyu çok güzel çeşme vardır. Bütün çeşmelerin kemerleri çini ile bezenmiştir. Yazıtı şeyledir: “Sultanahmet Camisinin iyi huylu yapıcısı, ruhu aydınlık saygıdeğer baş mimar bu çeşmeyi yaptı. Tanrının aciz kulu Huşûî tarih düşürdü. Su, Muhammed Mustafa’nın aşkına geldi".
  10. E.H.Ayverdi, Avrupada Osmanlı Eserleri, C.IV, s.398.
  11. Cafer Efendi, a.g.e., s. 120.
  12. İ.Kumbaracılar, “Türk Mimarları", s.60.
  13. Cafer Efendi, a.g.e., s. 135; C.E.Arseven, a.g.e., s.768.
  14. Aynı eser, s. 138
  15. Cafer Efendi, a.g.e., s. 138.
  16. Aynı eser, s. 139.
  17. Cafer Efendi, a.g.e, s.142.
  18. Aynı yer.
  19. Mimar Kasım Ağa Mimarbaşı olmuştur (M.Süreyya, Sicil-i Osman, IV, s.49). O dönemde Mimarbaşılık görevi ölene kadar devam ediyordu.
  20. Abdurrahman Hıbrî, Enisül Musâmirin / Ahmet Bâdî Efendi, Riyaz-ı Belde-i Edirne / Örfi Çelebi, Edirne Tarihî (Yazma), Ekrem Hakkı Kolleksiyonu. / Dr.Rıfat Osman, Edirne Rehnuması, 1830; Edirne Sarayları (yazma) / Evliya Çelebi, Seyahatname. / Oktay Aslanapa, Edirne 'de Osmanlı Devri Abideleri. / Turhan Dağlıoğlu, “Edirne Mezarları”.
  21. T.Gökbilgin, “Edirne Hakkında Yazılmış Tarihler’’, s.79.
  22. O.N.Peremeci, Edirne Tarihi, s.11; Altan, “Edirne’de Türk Mimari Eserleri', s.307; Edirne İl Yıllığı, 1973, s.9.
  23. O.N.Peremeci, Edirne Tarihi,s. 11.
  24. O.N.Peremeci, a.g.e., s.19.
  25. R E.Koçu. İstanbul Ansiklopedisi, C.l, s.280.
  26. R.E.Koçu, a.g.e., s.281.
  27. R.E.Koçu, İstanbul Ansiklopedisi, C.I, s.280.
  28. Aynı Eser, Aynı yer.
  29. O.G.Evyapan, Eski Türk Bahçeleri, s.12.
  30. R, Osman, Edirne Sarayı, s.83.
  31. P.L.İnciciyan, “Osmanlı Rumelisi", s.31.
  32. R.Osman, a.g.e., s.86.
  33. Aynı eser, s. 108.
  34. R.Osman, a.g.e., s.86.
  35. Abdurrahman Hıbri, “Enisü’l Müsamirin", s. 147. (çev.S.İlgürel)
  36. O.N.Peremeci, a.g.e., s.96.
  37. O.N.Peremeci, a.g.e., s. 19. / Abdurrahman Hıbri Efendi “III. Murat zamanında yapılmıştır” demektedir T.Gökbilgin, “Edirne Hakkında Yazılmış Tarihler”, s.101.
  38. R.E.Koçu. a.g.e., s.403.
  39. Naima Tarihi, C.l, s.220 (Z.Danışman Çev.).
  40. R.E.Koçu, aynı yer,
  41. Naıma Tarihi, aynı yer.
  42. O.N.Peremeci. a.g.e., s.96.
  43. Ayvansarayi, Vefayal, s. 18.
  44. Meydan Larousse, C.l, s. 179.
  45. E.Yücel, "Ekmekçizade Ahmet Paşa Medresesi", s.132.
  46. F.Akozan, “Türk Han ve Kervansarayları”, s. 133.
  47. O.Ş.Gökyay. “Risale-i Mimariyye ve Mimar Mehmet Ağa", s.175.
  48. Köprülü, “Ribat", s.268.
  49. Aynı yer.
  50. T.Gören, Türk Hanlarının Gelişimi ve Istanbul Hanları, s. I.
  51. F.Akozan, a.g.e., s.134.
  52. E.Yücel, “Büyükçekmece’deki Türk Eserleri’’, s.99.
  53. O.Keskinoğlu, “ Bulgaristandaki Türk Vakıfları’', s.87.
  54. S.Selen, “Yazma Cihannümaya Göre Edirne Şehri", s.308.
  55. Abdurrahman Hıbrî, “Enisü’l-Müsamirin", s. 147 (Çev.İlgürel). / R.M.Meriç, “Edirne’nin Tarihi ve Mimari Eserleri Hakkında", s.453.
  56. Gökbilgin “Edirne Hakkında Yazılmış Tarihler", s. 103. / Abdurrahman Hıbri, a.g.y. / H.S.Selen, “Yazma Cihannümaya Göre Edirne Şehri”, s.308. / Evliya Çelebi Seyahatnamesi, C.3-4, s. 1037, (Çeviren Zillioğlu). Meriç, “Edirne’nin Tarihi ve Mimari Eserler Hakkında", s.453. / Korkut, Yeşil Yurt Edirne, s.9.
  57. Evliya Çelebi, a.g.y.
  58. C.E.Arseven, Türk Sanatı Tarihi, s.474.
  59. O.Onur, Edime Kitabeleri, s.221.
  60. Hasta yatağında ziyaret ettiğimiz 96 yaşındaki müteahhit Ali Osman Soygel, 1950 onarım çalışması için “zelzeleden yıkılan sağ yan cephe soldakine bakılarak ve kendi taşları kullanılarak yeniden tarafımdan yapıldı" demekte ve görçenliğin daha önce yıkıldığını söylemektedir.
  61. “Arşivdeki Orijinal Vakfiyeler", Vakıflar Bülteni, s.99.
  62. O.Keskinoğlu, "Bulgaristan’daki Türk Vakıfları”, s.87.
  63. Ö.N.Peremeci, Edirne Tarihi, s.92. / A.Hıbri, “Enüsü’l-Müsamirin", s. 147. (Çev.İlgürel). / S.Selen, “Yazma Cihannümaya Göre Edirne Şehri”, s.308. / R.M.Meriç. "Edirne’nin Tarihi ve Mimari Eserleri", s.453.
  64. Ö.N.Peremeci, a.g. e., s. 19.
  65. Aynı eser, s.92.
  66. Vakıflar Bülteni, “Arşivdeki Orijinal Vesikalar’, s.99.
  67. O.Onur, a.g.e., s.21.
  68. F.Turangil, Edirne Merket Kazası Monografyası, s.10. / S.Selen, "Yazma Cihannumaya Göre Edirne Şehri”, s. 308.
  69. E.H.Ayverdi, Turk Sanatı Tarihi, C.II, s.529.
  70. O.Onur, Edirne Kitabeleri, s. 155.
  71. S.Ünver, “Edirne’de Eski Köprü”, s.71.
  72. Abdurrahman Hıbri, “Enisü’l- misamirin ” (S.İlgürel Çevirisi), s. 149. / O.Aslanapa, Edirne’de Osmanlı Devri Abideleri, s. 123. / C.Çulpan, Türk Taş Köprüleri, s. 170.
  73. O.Aslanapa, aynı yer; C.Çulpan. aynı yer.
  74. Evliya Çelebi, Seyahatname, C.3-4, s. 1040 (Çev. Zillioğlu).
  75. S.Ünver, a.g.y., s.73; A.Korkut, Yakın Turt Serhat Şehri Edirne,s.12, E.H.Ayverdi, aynı yer.
  76. O.Onur, age., s. 163.
  77. İ .İşmen, İnsanlar ve Köprüler, s.404.
  78. C.Çulpan, “Köprülerde Tarih Köşkleri", s.25.

Şekil ve Tablolar