ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Nejat Göyünç

Anahtar Kelimeler: Osmanlı Devleti, Mevlevîlik, Mevlânâ, Mesnevî

Andreas TIETZE’nin doğumunun 75. Yıldönümüne

Türk fikir ve kültür hayatına eserleri ile büyük hizmetlerde bulunan Abdülbaki GÖLPINARLI Mevlânâ’dan sonra Mevlevîlik''[1] yazdığı “Ön- Söz”de “Mevlevilik, Mevlânâ’dan sonra ve derhal menâsikiyle teessüs et-mediği için tarikat hakkında yazılan risaleler, çok muahhar devirlere ait. Kaldı ki, onlar da tarikatin öz hüviyetini vermekten ziyade yazarlarının düşüncelerini ve tesiri altında kaldıkları müesseselerin karakterini tesbit etmekte ve yazarları, tarîkati bilfiil kuranların fikriyatından tamamiyle uzak kalmakta. Hatta Mevlevîler ve Mevlânâ muhibleri, işi o kadar Mevlânâ’dan ayırmışlar ve o kadar kendilerine mal etmişler ki Mesnevi’yi şerh edenler bile onun diğer eserleriyle hakkında yazılmış ana kaynakları, hele Şems’in Makaalât’ını okumak lüzumunu duymuyorlar ve tasavvufta, hatta dinde bir reform eri olan Mevlânâ’nın, kalıplaşmış tasavvufa verdiği insânî ve reel karakteri düşünmüyorlar, onu, onun ve sohbet dostu Şems’in yoluna aykırı bir yolun mümessili olan İbn-i Arabi’ye dayanarak şerh ediyorlar" der[2]. GÖLPINARLI, bu şartlar altında Mevlevîlik Tarihi’ni yazmanın çok güç olduğuna değinir, eğer Sâkıp Dede’ye inansa, söylenenleri tekrarlamaktan başka bir şey yapamıyacağını belirtir[3], XVI. yüzyıl ortalarında vefat eden Muğlalı derviş ve mutasavvıf şâir ŞÂHİDÎ’nin Gülşen-i Esrâr’ını bulmasaydı, mevlevîliğin köylere kadar yayıldığını, Anadolu'da mevlevî köyleri bulunduğunu öğrenemeyeceğini söyler[4]. Konya’da bir süre bulunuşu, ona Mevlânâ Müzesi’ndeki yazmalardan faydalanmak imkânını sağlamış, Rüsuhî BAYKARA da kendisine Başbakanlık Arşivi’ndeki memuriyeti sırasında görüp kopya ettiği bir kısım belge suretlerini vermiş, böylece eseri “yalnız bir tarikatin hal tercümesi değil, bir yandan da vesikalar topluluğu” olmuştur.

Osmanlı Arşivleri, çalışanlar bilirler, bir deryadır. Mevlevîlikle ilgili daha pek çok belge bulmak mümkündür. Üstelik zamanla yeni tasniflerin okuyucuya sunulması, bu imkânı daha zenginleştirmektedir. Aşağıda GÖLPINARLI’nın eserinden faydalanarak onun belgelerle kısmen tamamlanmasına gayret edilecektir.

GÖLPINARLI, Mevlevîlik’in Mevlânâ’nın torunu Ulu Ârif Çelebi ile yine kendisinin 7. göbekten torunu Dîvâne Mehmed Çelebi zamanlarında yayılıp teşkilâtlandığını, Anadolu’da ve diğer yerlerde bir çok mevlevî dergâhlarının kurulduğunu anlatır, böylelikle tarikatin yayılması XIV. ve XV. yüzyıllara rastlamaktadır[5].

Yine onun ifadesine göre[6], “Osmanoğullarının ilk devirlerindeki hükümdarları meselâ Murad II. ve Fatih, Sâkıb Dede’nin sözlerine rağmen, mevlevîleri bir kudret telâkki ederek onların yoluna ehemmiyet vermiş değillerdir”. Ancak, XV. ve XVI. yüzyıllarda Anadolu’da ve bilhassa Rumeli’de Şiî-Bâtınî cereyanlar karşısında Osmanlılar mevlevîlere itibar etmişlerdir. Osmanlı hükümdarlarından III. Selim mevlevîdir, mevlevîleri sevmiştir, bu da Yeniçeri Ocağı’nın dayanağı Bektaşîlik’e karşı bir tepkidir.

Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde devlet ile bu tarikat arasındaki ilişkiyi pek iyi bilmemekle beraber, elimizde hiç olmazsa biraz geç dönemden de kalmış olsa, I. Murad’ın son senelerinden itibaren osmanlı devlet adamları ile Mevlevîlik arasındaki iyi münasebetlere bir delil sunmak mümkündür. GÖLPINARLI’nın da belirttiği üzere[7], Yunan Makedonyası’nda Serez’de bir mevlevî zaviyesi vardır. III. Selim devrinde bu zâviyeye “tarîkat-i aliyyeden bîhaber fusekâdan Mustafa Dede nâm kimesne” Konya’daki Asitâne’nin meşîhat-nâmesi olmaksızın şeyh tayin edilmiştir. Elhâc Mehmed Çelebi[8] 29 Haziran 1795 (11. Zilhicce 1209) tarihli arzında bu tayinin usul hilâfına olduğunu belirtip refini, Mustafa Dede yerine Mehmed Dede’nin tayinini istemektedir[9]. Bu arza ekli bir başka belgede Ali Paşa b. Hayreddin Paşa’nın Serez’de binâ eylediği bir zaviyeye yaptığı vakıflar zikr edilmektedir. Bunlar bir kervansaray, bir dükkân, yine aynı şehrin çarşısında bulunan yetmiş altı başka dükkân, yedi oda, bir de başhâne’dir. Toplam gelir 20.536 akça olmaktadır.

Bilindiği üzere, Serez 1387’de Vezir-i âzam Çandarlı Halil Hayreddin Paşa’nın eceli ile vefat ettiği şehirdir, osmanlıların eline de 1374-1385 arasında geçmiştir[10]. Ali Paşa da babasının ölümü üzerine aynı makama geçmiştir. Yıldırım Bayezid ve oğlu Emir Süleyman Çelebi zamanlarında da aynı görevde bulunmuştur. M. Tayyib GÖKBİLGİN de bir Tapu-Tahrir Defteri’nde Serez’de bir Ali Paşa zâviyesi bulmuş, bunu lakab belirtilmediğinden, Hadım Ali Paşa’ya ait zannetmiştir[11]. Her ikisinin vakıfları aynıdır.

Kanunî devrin başlarında İstanbul’daki Galata Mevlevî-hânesinin gelirinin 18.730 akçe olduğu gözönüne getirilirse[12], Serez’deki mevlevîhâne’nin vakıf yönünden hayli zengin olduğu anlaşılır. Osmanlı Devleti’nde XVIII. yüzyılda bu bakımdan en şanslı tarikatın Mevlevîlik olduğuna başka eserlerde de işaret olduğuna değinilmektedir[13].

Eğer, bu tekke başlangıcında bir mevlevî zâviyesi olarak inşa olunmuş, sonradan böyle bir hüviyet kazanmamışsa, Mevlevîlik araştırmalarında büyük önem kazanır. İçkiye düşkünlüğü bilinen Yıldırım Bayezid’i de buna ve safahate alıştıran Çandarlı Ali Paşa’nın da mevlevî olduğu düşünülebilir[14].

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’un fethinden sonra, kiliseden çevirttiği Kalender-hâne camii’nin vakfiyelerinde “âlim, dine inanmış, dünyadan el-etek çekmiş bir şeyhinin, bir nâzınnın, Cuma günleri namazdan sonra semâ meclislerinde mesnevi ve ardından Kur’an-ı Kerîm’den cüzler okuyacak bir hafızının, semâzenlerle birlikte semâ yapacak dört mutribinin bulunuşundan bahs edilmesini[15], GÖLPINARLI “Kalender-hâne zâviyesi, tam mânasiyle bir Mevlevi dergâhı şeklinde açılmıştır ve böylece fetihten sonra İstanbul’da ilk kurulan Mevlevî-hâne budur” şeklinde yorumlar. Lâkin bu müessese sonradan bu hüviyetini kaybetmiştir, der[16]. Sonuç ne olursa olsun, bu olay Fatih devrinde Mevlevîlerin sosyal hayatta, hatta hükümdar üzerinde etken oldukları anlamına gelir. Zaten Galata Mevlevîhânesi’nin kuruluşu da hemen II. Bayezid zamanındadır. Fatih devri devlet adamlarından İskender paşa da bahçesini buraya vakf etmiştir[17].

Kanunî Sultan Süleyman zamanında 1528 sonlarında Konya’da Mevlânâ zâviyesi şeyhi Lokman Dede’ye bir elbise (câme) ile 1000 akçe gönderilmesi (taşadduk)[18], Bağdad Seferi sırasında hem sadrazam İbrahim Paşa’nın, ardından da hükümdarın Konya’yı ve Mevlânâ zâviyesini ziyaretleri, Kanunî’nin zâviyeyi teşrifinde Kur’an-ı Kerim ve Mesnevi okuması, huzurunda semâ yapılması, zâviyedeki fukara ve dervişlere ihsanlarda bulunarak gönüllerini alması[19],burada bir cami ve misafir-hâne yaptırması[20] hakkındaki bilgiler, Celâl-zâde Mustafa Çelebi’nin eserinde Mevlânâ Celâleddin Rumî için kullandığı övücü ifadeler[21] Mevlevîlerin bu devirdeki itibarlarına birer işaret, çok kuvvetli delillerdir.

XVI. yüzyılda Anadolu’da özellikle Batı ve İç-Batı Anadolu’da Muğla, Kütahya, Bursa, Ayasuluğ (Selçuk)’ta halkının tamamı mevlevî olan köylerin bulunuşu[22], bir sonraki yüzyılda muhtelif şehirlerde vezirler, mahalli beyler tarafından mevlevî-hâneler yaptırılması[23] Osmanlı toplumunda hükümdarından her kademede yöneticisine ve halka kadar bu tarikatin ne derecede benimsendiğinin örnekleridir. Bu davranışlar, muhtemelen Vezir Çandarlı Ali Paşa zamanından beri süregelen bir geleneğin de devamıdır.

Çelebilerin tayinlerinin padişah iradesi ile olduğuna değinen A. GÖLPINARLI, bu hususta tarih verememekte, Meclis-i Meşâyîh kurulduktan sonra[24], tayin keyfiyetinin bu makamın şeyhülislamlığa arzı ve oradan da tasdikten sonra padişah iradesinin sâdır olarak Çelebi’ye tebliğ edildiğine işaret etmektedir. Zâviye şeyhleri de çelebiler tarafından atanmaktadırlar, fakat bu hususta da GÖLPINARLI elde vesika olmadığını beyan etmektedir[25]. III. Selim devrinde, o tarihlerde yürürlükte olan usul ile, bu usulden sapmalara ait elimizde bir belge bulunmaktadır. Buna göre, “Memâlik-i mahrûse’de vâki bi’l-cümle tekâyâ ve zevâyâ-i mevleviyye’nin meşîhat ve tevliyyeti bâ-hatt-ı humâyun” Konya’daki Âsitâne’den verilecek meşîhât-nâme ile olmaktadır. Bununla beraber, bazan kadılar veya nâibleri de zâviyelere tayinler yapmışlardır. Bu usule aykırıdır, onun için bu tür tayinlerin iptali ve kayıtlarının kaldırılması istenmektedir[26]. Konya’daki âsitâne şeyhinin bütün mevlevî zâviyeleri üzerinde son söz sahibi olmasının çelebilerin nüfuzunu hakim kılmak gayesine matuf olduğuna şüphe yoktur. Diğer taraftan Çelebi’lerin de arzları ve verecekleri meşîhat-nâme’ler üzerine beratla tayin yapılmasının devlet otoritesini hem bütün ülkede hakim kılmak, hem de çelebilere destek ve güç sağlamak maksadı ile gelenekleştiği kabul olunabilir. Kadiri şeylerinin de tayinlerinin aynı usulle, Tophane’deki şeyhlerine bırakılmış olduğu da hatırlanmalıdır.

İstanbul’da Yenikapı Mevlevî-hânesi’nin Balkan Harbi’nde ve daha sonra Çanakkale muhabereleri döneminde (1915) yaralı osmanlı gazileri için hastahâne haline getirildiğine, bu hususta bir de talimat-nâme hazırlanarak ispirto ile çoğaltılarak bir çok mevlevî-hanelere gönderildiğine, bu tutumun Osmanlı Devleti’nin gelişme devrinde Balkanlar’da faaliyet gösteren kolonizatör Türk dervişlerini hatırlattığına işaret olunmuştu[27].Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Harbi’ne girmesi üzerine Cihâd-ı Mukaddes ilân olununca, Mücâhidîn-i Mevleviyye Alayı teşkil olunmuş, buna Anadolu'dan katılanlar Veled Çelebi’nin kumandası altında İstanbul’dan 1915 başlarında yola çıkmışlar, Konya-Halep üzerinden Şam’a, oradan da Filistin cephesine gitmişlerdir. Bu alayın kumandan vekilliğine de Yenikapı Mevlevî-hânesi şeyhi Abdülbâki Dede tayin olunmuştur[28]. Alayın Konya’dan geçişine mahallî Babalık gazetesinde de yer verilmiştir[29].

II. Abdülhamid devrinde İzmir Mevlevî-hânesi şeyhi Nuri Dede ile Tokadîzâde Şekip Efendi’nin, orada yayınlanan Hizmet gazetesinde hürriyet taraftarı yazılar yazdıktan, bu sebeple “erbâb-ı mefsedetten” diye Bitlis’e sürüldükleri, haklarında iki ayda bir jurnal gönderilmesi istendiği GÖLPINARLI tarafından zikr edilmektedir[30]. Lâkin zaman zaman mevlevîlerin bulundukları dergâhlardan başka yerlere “mugâyir-i rızâ ve menâfi-i âdâb-ı tarikat harekâta” cesaret ettikleri için terbiye edilmek üzere başka mevlevî-hânelere sürgün edildikleri de öğrenilmektedir. Meselâ, 22. Ağustos 1790 tarihinde (11 Rebiülevvel 1204) Galata Mevlevî-hânesi’nden üç kişi (Sinop’lu derviş Hüseyin, Karahisâri derviş Hüseyin ve Kütahya’lı derviş Hasan) yukarıdaki suçlarından dolayı Konya’ya, Konya dergâhında mesnevî-hân olan Es-seyyid Süleyman Dede de yine tedîb olunmak üzere Tokat Mevlevî-hânesi’ne sürülmüşler, bu sonuncu Divan-ı Hümâyûn Çavuşlarından Ali Çavuş ile birlikte Tokat’a gelmiştir[31] (Tarih: 18. Kasım 1821/23. Safer 1237).

GÖLPINARLI, tarikata aykırı harekette bulunanlara verilecek cezaları sayarken, sürgünden bahs etmez, mevlevîlerin nizamsız hareketleri görülenleri kendi aralarında cezalandırdıklarını, “hiç bir surette hükümete müracaat etmemek” ilkeleri olduğunu, bunun da bir yolsuzluk olduğunu belirtir[32]. Bununla beraber, Konya’dan Tokat’a sürülen Süleyman Dede’nin bir Divan-ı Hümâyûn çavuşu refakatinde gönderilmiş olması, bu usulün dışına çıkıldığının bir kanıtıdır.

Konya’daki dergâh (âsitâne)’ta yaşayan dervişlere zaman zaman çeşitli yardımlar yapılmaktadır. Meselâ, bitişiğindeki imaretten dervişlere yemek gönderildiği bilinir[33]. Aslen Adanalı olup XVII. yüzyıl sonlarında ve 1711’de iki defa Adana Valiliği yapan Bayram-zâde Mehmet Paşa[34] da doğduğu şehirde bir han yaptırmış, Acem Hanı adı ile meşhur olan bu yapıda bazı tüccârlar konaklamaya başlamışlar, geliri de vâkıf tarafından Konya’daki âsitânedeki dervişlere senede kırk top kirpâs (keten kumaş) alınması için tahsis olunmuştur. Bir süre bu şartlara rivayet olunmuştur. Bununla beraber, bir müddet sonra vakıf han geliri ile Adana valilerinin tüfekçileri için bir konak yapılmış, fakat tüfenkçiler kendileri için yaptırılan binada oturmayıp yine Acem Hanı’na giderken içerisindeki tüccarı zorla çıkartmışlar, kendileri yerleşmişlerdir. Bu tutum da hanın harabiyetine sebep olmuş, dervişlere kirpas gönderilmesi keyfiyeti de 1774’ten itibaren suya düşmüştür. Şikâyetler üzerine, Ekim 1782’de mesele devlet merkezine intikal etmiştir. O tarihlerde Konya’da âsitâne şeyhi olan Ebubekir Çelebi de durumun düzeltilmesini arz eylemiştir. Bunun üzerine, 1784 Şubat’ı ortalarında ikinci bir fermanla Adana valisinden ve kadısından ihtilâfın çözümü istenmiştir[35]. Neticede han, Adana âyânından ve dergâh-ı âlî kapıcıbaşılarından Hasan-Paşa-zâde Mîrü’l-Hac Ali’ye kiraya verilmiş, vâkıfın şartlarına uyulması da bu zat tarafından taahhüd olunmuştur.

Mevlevîlik’in Osmanlı Devleti zamanında yalnız Anadolu’da değil, Balkanlar’da ve Arap ülkelerinde yayılması, zaman zaman dergâhların vezirleri tarafından yaptırılarak vakıflarda bulunulması, bunlardan bir kısmının devlet eli ile tamiri veya yeniden yapılması cihetine gidilmesi[36], mevlevîlerin yukarıda bir kısım bahis konusu olan girişimleri, bu tarîkatin Osmanlı toplumunda ne derecede yaygın ve müessir olduğunun delilleridir. Bu yayılma ve devlet adamları tarafından desteklenmesinde tarîkatin sevgiye dayanan insancıl tutumunun büyük payı olduğunu düşünmek gerekir.

Dipnotlar

  1. A. GÖLPINARLI’nın başlıca eserlerinin bir listesi için bak. Ali ALPARSLAN, Mevlânâ’dan sonra Mevlevilik, İstanbul 1983, 2. baskı, s. 563-568.
  2. A.GÖLPINARLI, aynı eser, s. 2.
  3. Sâkib Dede, Sefine-ı nefıse-i Mevleviyân, Mısır 1283.
  4. A. GÖLPINARLI, aynı eser, s. 132-141’de Şâhidi’nin hayatı ve eserlerinden bahs olunmaktadır.
  5. A. GÖLPINARLI, aynı eser, s. 101 ve 121.
  6. A. GÖLPINARLI, aynı eser, s. 269.
  7. Aynı yazar, aynı eser, s. 335.
  8. A. GÖLPINARLI (aynı eser, s. 152-153)’nın “Çelebiler" listesinde bu zatın ismi yoktur. Lâkin Ârif Çelebi oğlu II. Ebubekir Çelebi 1785-1815 arasında Çelebi olarak görünüyor. 1815-1858 arasında ise İsmail Çelebi oğlu Hacı Mehmed Çelebi âsitâne şeyhi olarak zikr edilmektedir. Belgedeki kayıt ise açıktır: mine'l-'abdı‘d-dâi Es-seyyid eş-şeyh El-hâc Mehmed an sülâle-i Hazret-i Mevlânâ haddese sırrıhu 'l-aziz.
  9. Başbakanlık Osmanlı Arşiv Dairesi, Cevdet-Evkaf tasnifi, no. 2574. Kısaltma: BA, CE.
  10. Âşıkpaşaoğlu Ahmed Aşıki, Tevârîh-i Âl-i Osman, Nihal Atsız neşri, Türkiye yayınevi, İstanbul 1949, s. 132-133 (Osmanlı Tarihleri adlı eserin 3. kitabı). Ayrıca bak, Besim DARKOT, “Serez" maddesi, İslâm Ansiklopedisi, X, 516-518. Krş. Ekrem Hakkı AYVERDİ; Osmanlı mimarisinin ilk devri, İstanbul 1966, I, 525-526.
  11. M. Tayyib GÖKBİLGİN, XV-XVI asırlarda Edirne ve Paşa livası. Vakıflar - Mülkler - Mukataalar, İstanbul 1952, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi yayınlarından, s. 398, not. 628. Defter 167 numaralıdır ve 937/1530-31 tarihlidir, BA’da bulunmaktadır.
  12. Klaus KREISER, “Zur wirtschaftlichen Grundlage der Istanbuler Mevlevîhânes am Beispiel des Konvents von Galata", Osmanıstısche Studien zur Wirtschafts- und Sozialgeschichle. In memonam Vanco Boskov, yayınlayan: Hans Georg MAJER, Wiesbaden 1986, s. 86.
  13. Mouradgea’d OHSSON, Tableau général de l’Empire Ottoman, IV, 665-66’dan naklen Klaus KREISER, aynı eser, s. 84.
  14. İsmail Hakkı UZUNÇARŞILI; “Ali Paşa, Çandarlı-zâde", İA, I, 325-26.
  15. Nejat GÖYÜNÇ, “Kalenderhâne camii”, Tarih Dergisi, sayı 34 (1984), s. 485-94.
  16. A. GÖLPINARLI, aynı eser, s. 337.
  17. Aynı yazar, aynı eser, s. 112.
  18. BA (Başbakanlık Osmanlı Arşiv Dairesi), Kepeci tasnifi (KK), D. no. 1764, s. 38, 23 Rebiü’levvel 935 (5. Aralık 1528) tarihli kayıt: “taşadduk be Lokman Dede Şeyh-i zâviye-i hazret-i mevlânâ hudâvendigâr der Kónya".
  19. Celâl-zâde Mustafa Çelebi, Tabakât ül-Memâlik ve Derecât ül-Mesâlik, Petra KAP- PERT neşri. Geschuhte Sultan Süleyman Kânûnîs von 1520 bis 1557, Wiesbaden 1981, v. 244b, 249b.
  20. BOA, KK, D.no.216A, s. 17: “Konya hazret-i monlâ üzeri bina olunan câmi'-i şerife turre yapılub üzeri câmi'-i şerifden fazla kalan kurşundan örtünmek buyûruldi", 22. Ramazan 969 (19. Temmuz 1557) tarihli kayıt. Aynı defter, s. 30: “Konya'da hazret-i monlâ üzerinde yapılan câmi’de misâfir-hâne yeri olub yapılmayub ol yire misâfir-hâhe bina olunmak ne-mikdâr nesne ile olur tahmin idüb arz ildiresin deyu buyûruldi", 20. Şevval 964 (16. Ağustos 1557) tarihli kayıt. / Peçevî İbrahim Efendi de Kanunî devrinde Konya’da Mevlânâ Celâleddin’in türbesi yanında iki minareli yüksek bir câmi (yukarıda bahs edilen), semâ-hâne, güzel bir mescit,imaret ve dervişler için odalar yaptırıldığını yazar (Peçevî Tarihi, Bekir Sıtkı BAYKAL neşri, Ankara 1981, I, 299). Bugün Selimiye Camii adı ile bilinen bu yapının Kanuni Süleyman zamanında inşa olunduğu başka tarihî eserlerde de belirtilmektedir (bak. İbrahim Hakkı KONYALI, Tarihte Konya, Konya 1964, s. 528-535).
  21. “kutb-i medâr-i velâyet ve merkez-i dâ’ire-i keramet hudâvendigâr-i mesnevi-âsâr Mevlànà Celaleddin-i Rûmi” (Celâl-zâde, aynı eser, V. 16b. Diğerleri için de bak. V. 244b ve 249b.
  22. Şâhidi’nin Gulşen-i Esrar’ından naklen A.GÖLPINARLI, aynı eser, s. 245-246. Bu mevlevî şair ile ilgili bir araştırma için bkz. Mustafa ÇIPAN, Muğlalı İbrahim ŞAHİDİ. Hayatı, edebî şahsiyeti, eserleri. Divan ve Gülfen-i Vahdet, Gazi Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 1985.
  23. A. GÖLPINARLI, aynı eser, s. 247-48.
  24. Bu meclis Şeyhülislâmlık Dairesi’nde XIX. yüzyıl sonlarında mevcuttu. Tarikatlerle ve tekke ile zaviyelerle ilgili meseleleri görüşür, karara bağlardı. Bir reis, iki üye ve bir kâtipten oluşmaktaydı (bak. İ. Hakkı UZUNÇARŞILI, Osmanlı Devletinin ilmiye teşkilâtı,Ankara 1965, s. 119-120; İlmiye Salnamesi, İstanbul 1334, s. 146; J.H.KARAMERS, “Şeyhülislâm” maddesi, Islâm Ansiklopedisi, XI, 489).
  25. A. GÖLPINARLI, aynı eser, s. 367-368.
  26. BOA, CE (Cevdet-Evkaf), no. 2574.
  27. Nejat GÖYÜNÇ, "Mevlânâ Müzesi Arşivi", Selçuk Üniversitesi 2 Millî Mevlânâ Kongresi, Tebliğler, Konya 1987, s. 103-104.
  28. A. GÖLPINARLI, aynı eser, s. 177, 278.
  29. 5. Mart 1330 tarihli Babalık gazetesinden naklen Ahmet AVANAS, Millî Mücadele'de Konya, Selçuk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Konya 1988, s. 22-23; İbnülemin Mahmut Kemal İNAL da Veled Çelebi’nin aynı alayın başkumandanı olarak Suriye cephesine gittiğini yazar (Son Asır Türk Şairleri, İstanbul 1970, cüz XI, s. 1936). Bana bu notu veren Sayın Caner ARABACI’ya müteşekkirim.
  30. A. GÖLPINARLI, aynı eser, s. 273, not 99.
  31. BOA, CE 20785 ve 24425 no.lu belgeler.
  32. A. GÖLPINARLI; aynı eser, s. 420.
  33. Bu hususta bak. İ.H.KONYALI, aynı eser, 534; aynı yazar, Abideleri ve kitabeleri ile Konya Tarihi, Konya 1964, s. 969-980.
  34. Mehmet Süreyya, Sicill-i Osmâni, IV, 208.
  35. BOA CE 1728 ve ekleri; CE 1746.
  36. A. GÖLPINARLI, da bu hususta pek çok misaller vardır (aynı eser, s. 258-259). Son bir örnek ise, Yenikapı Mevlevî-hanesi’nin yanmış bulunan Selâmlık Dairesi'nin Sultan Menmed Reşat tarafından yeniden yaptırılıp açılış merasiminde de hükümdarın bizzat bulunuşudur (Ali Fuad TÜRKGELDİ, Görüp işittiklerim, Ankara 1951, 2. baskı, s. 123).