Türkiye’de Dârulfünûn kurma teşebbüsleri ondokuzuncu asrın ortalarına doğru başlamıştır. Ondokuzuncu asrın başlarından itibaren Osmanlılarda görülen, bilimde doğudan batıya yöneliş ve bilim ve eğitim anlayışında meydana gelen değişmeler, Tanzimat döneminde Medrese dışında, yeni bir yüksek eğitim müessesesinin kurulması yolunda böyle bir teşebbüsün doğmasına vesile olmuştur.
Bu müesseseye “Dârulfünûn” adının verilmesinin sebebleri şimdiye kadar um olarak açıklanamamıştır. “Fenler evi” mânâsına gelen dariilFünûnun o günün şartlarında medreseden ayrı bir müessese olduğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koymak için bu ad verilmiş olmalıdır. Arapça lügatlerde hâl, çeşit, hile, aldatma, oyalama, zahmet ve süsleme mânâsına gelen “Fen” kelimesi İslâm âlimleri tarafından “İlim” mânâsında da kullanılmıştır. Geç devir Arap edebiyatında “fen" kelimesi bir bilimin ayrıldığı dal, çoğulu “fünûn” değişik bilim dallan mânâsında da kullanılmıştır. Osmanlılarda fen kelimesi ise cins, tür, hâl, bilim dalı gibi Arapça ve Farsçadan intikal eden mânâları ihtiva ettiği gibi, ondokuzuncu asırda müşahe-de, deney ve isbata dayalı bilimlere denilmeye başlanmıştır. İşte fen kelimesinin çoğulu olan “Fünûn” kelimesi, o dönemin literatüründe her zaman “ulûm ve fünûn” terkibinde kullanılırken “ulûm” (yani ilimler, daha çok dinî ilimler) kelimesinden ayırdedilmiş ve Dârulfünûn terkibinde yalnız kullanılmıştır. Bu da, müessesenin daha çok “fen” kelimesiyle eş anlamlı olarak yeni tip Batı kaynaklı bilimlerin eğitiminin yapılacağı bir eğitim müessesesi şeklinde düşünüldüğünü göstermektedir.
Tespitlerimize göre dârulfünûn fikri, Tanzimat döneminde başlayan halkın eğitimi meselesi içerisinde ele alınıp gelişmiştir. Daha çok her türlü ilmin okutulduğu bir müessese olarak düşünülmüştür. İlk kuruluşunda tam bir belirsizlik içinde bulunan Dârulfünûn’un bir nizamnamesi dahi bulunmamaktadır. Kuruluş döneminde devlet ve bilim adamlarının Dârulfünûnun ne olduğu hakkında tam bir fikre sahip oldukları söylenemez. Tanzimat öncesinde kurulmuş olan modem eğitim kurumlanndan Mühendishaneler, Mekteb-i Tıbbiye ve Mekteb-i Harbiyenin kuruluş hedef ve maksatları açık olarak belirtilmesine rağmen, Dârulfünûn kurulurken hedefinin ne olduğu net ve açık bir şekilde görülmemektedir.
Dârulfünûn her ne kadar batı etkisiyle ortaya çıkmış bir fikir ise de, kuruluşu ve faaliyetleri Osmanhnın o dönemdeki kendine has uslûbuyle gelişmiş ve bir kaç başarısız teşebbüsden sonra, nihayet 1900 yılında İstanbul Üniversitesinin temelini oluşturan “Dârulfünûn-i Şahane”nin kurulmasıyla başarıya ulaşmıştır.
Bu yazıda, Dârulfünûn kurma teşebbüslerini Tanzimat dönemi ile (1839-1876) sınırlandırmış bulunuyoruz. Dolayısıyla Birinci Meşrutiyet döneminde Galatasaray Sultanisi dahilinde kurulan Dârulfünûn-ı Sultanî, ayn bir makale konusu olduğundan bu makalemize dahil edilmemiştir.
Bu konuda daha önce yapılan çalışmalar arasında, özellikle Mehmed Ali Aynî Efendi’nin Dârulfünûn Tarihi adlı eseriyle Osman Nuri Ergin’in ve Faik Reşit Unat'ın Türk maarif tarihi ile ilgili eserlerinde ve ondokuzuncu asrın kültür tarihini inceleyen Niyaz Berkes’in The Development of Secularism in Turkey adlı eserinde yer alan dârulfünûn bahislerini zikredebiliriz. Bunlardan başka Tanzimat devri ricalinin biyografilerini hazırlayan bazı yazarlar da kısmen bu konuya temas etmekte, eksik ve sistemli olmayan bilgiler vermektedirler. Donemin gazetelerinden ve arşiv belgelerinden azamî ölçüde istifade ile hazırlanan bu araştırmamızda, Dârulfünûn kurma teşebbüslerine, gelişmesine, faaliyetlerine ve bu müessesenin kurulmasının arkasındaki zihniyete ışık tutmaya çalışacağız.
BİRİNCİ DÂRULFÜNÛN KURMA TEŞEBBÜSÜ
Tanzimat döneminde ele alınan kamu eğitimi (terbiye-i amme) ve Avrupa biliminin alınması hususu ile padişahın bizzat ilgilendiği görülmektedir. Sultan Abdülmecid’in ileride üzerinde duracağımız bir nutkunda, amme eğitiminin devletin temeli hükmüne girmiş olduğu şeklindeki ifadesi[1], devletin o dönemde bu konuyu hangi boyutlarda ele almış olduğunu izaha kâfidir.
Sultan İkinci Mahmud devrinde başlayan eğitimde modernleşme hareketi Abdiilmecid devrinde de devam etmiştir. Genç yaşta tahta geçen Sultan Abdiilmecid babasının tam bir takipçisi olmuştur. Ocak 1845 (Muharrem 1261) tarihinde Meclis-i Vâlâ’yı ziyaretinde okunan hatt-ı şerifinde, Sultan Abdiilmecid, memleketin iman için alınması gereken ıslahat tedbirlerini - vezirlerini sert bir dille ikaz ederek - ortaya koymuştur. Bu hatt-ı şerif devletin ekonomik, siyasî ve kültürel tarihi bakımından çok önemli bir belgedir.
Sultan Abdülmecid öncelikle “sivil ıslahat için, ne yapılması icab ediyorsa bütün vükelânın tek bir düşünce etrafında birleşecek müzakere ve mütalaa etmelerini” islemektedir. Daha sonra bu meramın, arzu edilen seviyeye gelebilmesinin, her hususta cehaletin ortadan kaldırılmasına bağlı olması sebebiyle, “ilim ve fenlerin menbaı ve sanayinin kaynağı olacak mekteplerin icadı ve inşası ilk işlerinden addolunduğundan, memleketin münasib mahallerine kurulması gereken mekteplerin tanzim edilmesini ve halk eğitiminin çaresine bakılmasını” emretmiştir[2].
Bu belge bize, memleketin imarı ve halkın refahı için, halkın eğitilmesine devlet tarafından verilen önemi göstermektedir. Padişahın bu sert tutumu karşısında devlet mekanizması, halk eğitimi konusunda harekete geçmiştir.
Meclis-i Vâlâ, eğitim işlerini düzenlemek üzere, Mart 1845’te ulemâ, asker ve bürokrat sınıfından seçilecek kimselerden Meclis-i Muvakkat adında, geçici bir Maarif Meclisi kurulmasını kararlaştırmıştır. Geçici Maarif Meclisinin kuruluş maksadı, belirtilen temel prensipler çerçevesinde gerekli eğitim planlamalarını yapmaktır. Bu prensiplerden birincisi “her ferdin öncelikle zarûrî olan dinî farizalarını öğrenip kendi işlerinde başkasına muhtaç olmayacak derecede tahsil görmesi” olarak telâkki edilen temel eğitimdir. Diğeri ise, ferdin, akıl ve hikmet’in icabı olan, faydalı ilim ve fenleri kazanması, faziletli, terbiyeli ve malumâtlı olması için verilen eğitimdir. Yine bu çerçeve dahilinde Geçici Maarif Meclisi ilk iş olarak mahalle mekteplerinin yeniden düzenlemesiyle vazifelendirilmiştir. Görüldüğü gibi Geçici Maarif Meclisinin vazifeleri arasında Dârulfünûn adı altında ayrı bir eğitim müessesenin kurulması fikri bulunmamaktadır. Bu Meclis, 13 Mart 1845 (4 Rebiülevvel 1281 )den itibaren Bâb-ı Alî’de kendisine tahsis olunan bir odada haftada iki gün toplanarak faaliyetlerine başlamıştır[3]. Yaklaşık onbir aylık çalışmaları neticesinde Meclis-i Vâlâ’ya takdim ettiği, eğitimin planlanması hakkmdaki layihalarında Osmanlı literatüründe ilk defa gördüğümüz Dârulfünûn adlı bir eğitim kurumunun tesisi fikri de yer almaktadır[4].
Dârulfünûn’dan Osmanlılarda ilk defa söz edilirken, bununla neyin kasdedildiği ve nasıl bir müessese kurulmak istendiği 19 Şubat 1846 (22 Safer 1262) tarihli Meclis-i Vâlâ mazbatasındaki Dârulfünûn’a ait ibareden tam olarak anlaşılamamaktadır. Ancak öngörülen ilk hedefin, devlet hizmetini daha iyi bir şekilde yürütecek memur yetiştirmek olduğu açıkça belirtilmektedir. Bu konuda “asıl hakiki murád saltanatın önemli hizmetlerinde kullanılmak üzere eğitilmiş malûmatlı memur (bendegân) yetiştirmek sureti olduğundan ilk önce adı geçen meclisin (Meclis-i Maarif-i Umumiye) ve meselâ Bab-ı Ali ketebesinden ve başkalarından tertip edilerek Bab-ı Âli’de yahut başka uygun bir mahalde Dârulfünûn kurulması yoluna gidilmeli...” denilmektedir[5]. Dârulfünûn adı altında yeni bir eğitim kurumunun teşkilinden ilk defa bu şekilde bahsedilmektedir.
Nisan 1846’da Sultan Abdülmecid Rumeli seyahatine çıktığı sırada, Dârulfünûn’un kurulmasını emretmiştir. Ayrıca, daimî bir Maarif Mecli- si'nin kurulması hususunda çalışmaların başlamasını da istemiştir. Yine Meclis-i Vâlâ’nın, 21 Temmuz 1846 (27 Receb 1262) tarihli mazbatasında bütün bu maarif çalışmalarını düzenleyecek ve devamını kontrol edecek ve doğacak her türlü meseleyi müzakere edip bir karara bağlayacak Meclis-i Maarıf-i Umûmiye adında bir Daimî Maarif Meclisi’nin kurulması ve bu meclisin teşkili, vazife ve azalarının tesbiti ve tayini kararlaştırılmıştır. Bu mazbataya göre Daimî Maarif Meclisi, daha öne kurulmuş olan Geçici Maarif Meclisi’nde hazırlanıp Meclis-i Vâlâ’ya sunulan layihaların uygulamasına memur kılınmıştır. Bu layihalarda ele alman meseleler üç başlıkta incelenebilir. Birincisi sıbyan mekteplerinin ıslahı, İkincisi rüştiye mekteplerinin yeni bir nizama sokulması ve üçüncü olarak da İstanbul’da bir Dârulfünûn kurulmasıdır[6].
Bu mazbatada Dârulfünûn kavramının biraz daha tekamül ettiği görülmektedir. Zira, Dârulfünûn, malumat ve hüsn-i ahlakça mükemmel olmak isteyen ve bütün ilim ve (enleri okumaya hevesli veya devlet dairelerinde çalışmak isteyen herkese, gerekli bilgileri sağlayan bir kurum olarak düşünülmektedir. Bu Dârulfünûn'da, bütün fen ve ilimlerin okutulacağı, talebelerin gece ve gündüz barınabilecekleri ve çalışabilecekleri belirtilerek bütün bu masrafların Devlet tarafından karşılanması kararlaştırılmıştır[7].
Daimi Maarif Meclisi öncelikle, kurulması padişah tarafından emrolunan Dârulfünûn’a talebe yetiştirecek mahalle mekteplerinin (sıbyan ve rüştiye) ıslahına, bu mekteplerin küçük ve büyük olarak iki kısma ayrılmasına, bu iki çeşit mektebin kendi içlerinde sınıflara ayrılmasına, bu mektepleri yerinde teftiş edecek bir müdür ve muavine ihtiyaç olduğuna karar vermiştir.
Mekteplerin ıslahı için yıllık 5000 kese akçe tahsis olunmuştur. Bu paranın bir kısmının da, Dârulfünûn binası tamamlanınca, buraya tayin olunacak hoca ve memurların maaşlarının, alınacak talebenin doyurulması ve giydirilmesi masraflarının karşılanması için Dârulfünûn’a tahsisi gerekeceği belirtilmiştir. Ancak şimdilik sadece, Dârulfünûn’da okutulacak kitapların telif ve tercümesi, satın alınacak kitap, harita ve matematik aletleri için 1000 kese kadar bir paranın hâzineden çıkartılması istenmiştir[8].
Daimî Maarif Meclisi’nin bu mazbatası Meclis-i Umumî’de görüşülmüş, Dârulfünûn ve diğer mektepler için ilk safhada sadece 500 kese verilmesi kararlaştırılmıştır[9].
Bu şekilde kurulması kararlaştırılan Dârulfünûn için Bâb-ı Hümâyûn civarında bulunan eski cephane binası ve bitişiğindeki sultan sarayı arsaları yer olarak gösterilmiş ve bu arsalar üzerinde, geniş, sağlam, güzel ve değerli bir binanın inşası kararlaştırılmıştır. Keşif ve ölçümleri yapılan bu yerin, merkezî olmasına dikkat edilmiştir. Yapılacak binanın içerisinde, okutulacak çeşitli ilim ve fenler için ayn ayrı odalar ve dershaneler, kütüphane, müze ve laboratuvar kurulması, kısaca, binanın bütün teferratıyla tamamlanması planlanmıştır[10].
Daima Maarif Meclisinde alınan kararlar muvacehesinde, gerek sıb- yan ve rüştiye mekteplerinin işlerinin yürütülmesi, gerekse Dârulfünûn’un inşa, nizamat ve levazımatının hazırlanmasına nezaret etmek üzere 9 Ocak 1847’de (21 Muharrem 1263) bir Mekatib-i Umûmiye Nezâreti kurulmuştur. Nazırlığına da vakanüvis Esad Efendi getirilmiştir[11].
Dârulfünûn’un kurulma hazırlıkları devam ederken, Daimî Maarif Meclisi tarafından alınan bir kararla, Encümen-i Daniş, Dârüimaarif binasında geçici olarak 15 Temmuz 1851’de padişahın da hazır bulunduğu, Sadrazam Reşid Paşa’nın, Hayrullah Efendi’nin ve Cevdet Efendi (Paşa)’nın nutuklarıyla açılmıştır. Dârulfünûn’da okutulacak ders kitaplarını hazırlamakla vazifelendirilen Encümen-i Daniş’in kırk dahilî ve ilk açılışında otuzüç yerli ve yabancı haricî üyesi olmasına rağmen kendisinden asıl beklenen ders kitabı hazırlama vazifesini yerine getirememiştir. Zira 1863’te Dârulfünûnda serbest derslere başlanıldığında Encümen-i Daniş’in burada okutulmak üzere tek bir eser dahi hazırlamamış olduğu görülür[12].
Encümen-i Daniş’in mimarları hiç şüphesiz devrin en önde gelen devlet ve bilim adamları olmuştur. Bir taraftan Ali, Fuad ve Reşid Paşalar diğer taraftan Ahmed Cevdet Paşa ve Hayrullah Efendi bu müessesenin kuruluşunda etkili rol oynamışlardır.
29 Nisan 1857’de (5 Ramazan 1273) ayrı ayrı faaliyette bulunan bu gibi meclis ve nezaretlerin birleştirilerek, hepsinin tek merkezden idaresini sağlamak maksadıyla bir Maarif-i Umûmiye Nezâreti kurulmuştur. Nazırlığına da Meclis-i Ali-i Tanzimat azasından Sami Abdurrahman Paşa (Sami paşa) tayin kılınmıştır[13].
Dârulfünûn Binasının İnşaası
Dârulfünûn binasının inşası, 1837’de İstanbul Rus elçilik binasını inşa için gelen İtalyan mimar Gaspare Fossati’ye verilmiştir[14]. 1838-1849 yılları arasında şimdi hâlâ Rus başkonsolosluğu olarak kullanılan binayı yaptığı esnada, Osmanlı Devleti tarafından kendisine bir Dârulfünûn binası inşa etmesi teklif edilmiş ve Kasım 1846’da kendisiyle bunun için bir mukavele yapılmıştır[15].
14 Kasım 1846 (25 Zilkade 1262) tarihli başka bir kayıttan inşaatın başlamış olduğunu görüyoruz[16]. G. Fossati tarafından başlanılan inşaata daha sonra Mimar Ahmed Efendi devam etmiş[17] ve Dârulfünûn binasının inşaatı daha uzun yıllar sürmüştür.
Ağustos 1861 (Safer 1278) tarihinde binanın ikinci ve üçüncü katları tamamlanmıştır[18]. İnşaası devam etmekte olan üç katlı ve 125 odalı bu büyük binanın Dârulfünûn’un ihtiyacından fazla olduğunu düşünen bazı nezaretlerin bu binaya yerleşmeyi veyahut bir kısmına el koymayı düşündükleri anlaşılmaktadır. Temmuz 1861'de (Muharrem 1278) Maliye Nezareti, memurlarına bu binada bir muallimhane teşkili için bazı odalar talep ve bu odaların tefrişi için 12750 kuruş tahsisat istemiş ve bu isteği padişah tarafından kabul edilmiştir[19].
Binanın üç katlı olarak inşa edilmiş olması, kurulması arzu edilin Dârulfünûn’un büyük bir şekilde tasavvur edildiğini göstermektedir. Binanın inşaatı, 6 Mart 1865 (8 Şevval 1281) tarihinde tamamlanabilmiştir. Binanın yirmi yıla yakın bir zamanda tamamlanması ve buraya külliyetli para harcanması karşısında, devrin Vakanüvisi Ahmet Lütfi Efendi “inşa işi senelerce uzadı hatta o kadar uzadı ki ba kontrato Avrupa’dan getirtilen mimarına pek çok seneler verilen maaşların toplamıyla epeyce bir bina-i ilmi meydana getirmek mümkündü” demektedir[20].
Bazı yazarlar Lütfi Efendi’nin Dârulfünûn’a karşı olduğunu belirtmek-tedir[21]. Oysa Lütfi Efendi’nin bu müesseseye değil, ancak eğitimdeki hatalı uygulamalara karşı olduğu anlaşılmaktadır. Lütfi Efendi, eğitim işinin sıbyan, rüştiye ve dârulfünûn olarak üçe ayrıldığını, ancak üçüncü derecede olan dârulfünûnun bina ve inşasına birinci derecede ehemmiyet verildiğini, “bu yüzden maarife hizmet olmadığı gibi o vakitten şimdiye kadar kırk seneyi geçti maarif teşkilatı dahi henüz istenilen dereceye ulaşamadı. İnşallah gerek sıbyan ve sair mekteplerin gelişmesi gerek dârulfünûnun yeniden tesis ve ihyası Padişahımız (Sultan İkinci Abdulhamid) zamanında müyesser olur” şeklindeki bu ifadesinden onun, dârulfünûna karşı olmadığı açık olarak anlaşılmaktadır.
Dârulfünûn binasının gecikme sebeblerini izah ederken Lütfi Efendi “vakit ve hâlin müsaid olamayışı ve bu yolda olan nümayişkâranın değişmesi sebebiyle bir müddet tamamlanamadı. Tamamlandığında ise, maksadına uygun olarak kullanılamadı. Yalnız ismi Dârulfünûn kaldı” demektedir[22].
Dârulfünûn’da Derslerin Başlaması
Devrin Sadrazamı Keçecizade Fuad Paşa, Dârulfünûn inşasının tamamlanmasının gecikeceğini görerek, resmen açılıncaya kadar bazı derslerin serbest olarak halk (umum) için konferans (serbest ders) şeklinde yapılmasını uygun görmüştür. Bunun üzerine padişah tarafından “her kim ister ise gelip dinlemek üzere, hikmet-i tabiiye (fizik) ve kimya fenlerine dair bir ders küşad olunması hususunda bir irade-i seniyye” buyrulmuştur[23]. Dârulfünûn binasının bazı odaları dershane şeklinde sokularak devlet tarafından daha önce getirtilmiş ve bu defa yeni satın alınmış bulunan fizik ve kimya aletleri ile numuneler yerlerine yerleştirilmiştir. Burada bir de kütüphane kurulmuştur. Bu dershanenin tertip ve tanziminde, o vakit Tophane müşirliğinde bulunan Halil Paşa’nın da büyük hizmeti görülmüştür[24].
Dârulfiünûn’da konferanslar (ders-i ’am) Meclis-i Vâlâ-ı Ahkâm-ı Adliyye azasından Edhem Paşa’nın nezareti altında 13 Ocak 1863 (22 Receb 1279) saat (ida Kimyager Derviş Paşa’nın konuşmasıyla açılmıştır[25].
Derviş Paşa, fizik ve kimya biliminin ne derece lüzûmlu ve ehemmiyetli olduğunu belirttiği giriş konuşmasından sonra, bu ilk derste fizik ve kimya ilimlerinin konusunu ve maksadını, havanın özelliklerini, elektrik kuvveti ile diğer bazı fizik mesele ve kanunlarını halkın anlayacağı uslupta işlemiş, daha sonra bu konularla ilgili tecrübeleri halkın önünde uygulamıştır[26].
Büyük rağbet gören bu ilk dersi 500’e yakın kişinin takip ettiği görülmektedir. Hatta, dershanede yer bulamayıp dışarıda kalanların da olduğu belirtilmektedir. İlk defa fizik (elektrik) tecrübelerine şahit olan halk, bunlan büyük bir merakla seyretmiştir. Ay sonuna kadar bir ders daha yapılmış ve bu dersi de oldukça kalabalık bir halk topluluğu dinlemiş, hatta konuyla yakından ilgilenmeyen kimseler (Münif Paşa’ya göre cahil halk) önceden gelip yer tutmuş olduğundan, dersleri izlemeye gelenler dışarıda kalmıştır. Bazı kimseler tecrübeleri bir oyun olarak telâkki ettiklerinden, sadece bunları seyretmekle yetinmişlerdir.
Bu derslere halkın bu derece ilgisi, devlet adamlarını ve özellikle eğitim ile uğraşanları hem şaşırtmış hem de çok memnun etmiştir. Nitekim. Sadrazam Fuad Paşa birçok devlet adamını da yanına alarak 24 Ocak 1863 (3 Şaban 1279 Pazartesi) günkü derse gelmiş ve ders bitiminde dinleyicilere kısa fakat dikkate şayan bir konuşma yapmıştır. Fuad Paşa’ya göre âlemin yaratıcısı yüce Allah’ın nimetleri ve ihsanı bütün kullarım şamil olduğu gibi, devletin vazifesi dahi her türlü nimeti bütün tebasına eşit olarak dağıtmaktır. En büyük nimetin ilim ve marifet olduğundan bahsederken, Dâruliunûn’da “tedris ve talim olunan fenne hikmet-i tabiiye deniyor ise de, hakikatte bunun hikmet-i İlahî” olduğunu vurgulamıştır. Fuad Paşa “zira hikmet-i tabiiyye, bizim aczimizin bile bilemeyceği mertebede marifet-i ilahiyeyi gösterir. Hikmet buna bir alet, bir vasıta olup, eski hikmet ile yeni hikmetin farkı ise yelken gemisiyle vapurun farkı gibidir” diyerek eski ve yeni bilimler arasında hoş bir teşbih yapmıştır[27].
3 Şubat 1863 (13 Şaban 1279) tarihli Meclis-i Vâlâ mazbatasında Dârulfünûn’da açılan dershanede Derviş Paşa’nın vermekte olduğu derslerin her sınıf ahaliden 400-500 kişi tarafından dinlendiği ve bu derslerin halka fayda sağladığı için, Derviş Paşa’ya teşekkür edilmektedir. Aynı mazbatada, halkın ilgisi üzerine Divân-ı Muhasebat Reisi Ahmed Vefık Efendi (paşa) tarih ve Divan-ı Zabtiye Reisi Salih Efendi’nin zooloji, botanik ve jeoloji konularını içine alan İlm-i mevalid (tabii ilimler) dersleri vermesi kararlaştırıldığı ifade edilmiştir. Ayrıca, bunun gibi yüksek rütbeli zevatın ders vermesinin halkı teşvik edeceği ve bu derslerin devletin eğitim politikasının süratle gelişmesini sağlayacağı belirtilmektedir.
16 Şubat 1863 (26 Şaban 1279 Cumartesi) günü Salih Efendi’nin tabii ilimler, ve ertesi gün ise Ahmed Vefık Efendi’nin tarih dersleri başlamıştır. Bu derslere de 200-300 kişi katılmıştır[28]. Bu arada, Mart 1863’de (Şevval 1279) Dârulfünûn’da astronomi dersinin açılması ve bu dersi Mekteb-i Bahriye’den Said Efendi’nin okutması istenmiştir. Ancak Said Efendi, Tersine için gerekli bazı siparişleri almak için Londra’ya gideceğinden, bu derse Said Efendi’nin dönüşünde başlanması kararlaştırılmıştır[29].
Halka açık dersler bu şekilde devam ederken Derviş Paşa’nın tedavi maksadıyla Paris’e gitmesi üzerine, onun dönüşüne kadar, Dâ- rulfünûn’daki fizik dersini Mekteb-i Harbiye Nazırı Saffet Paşa vermeye başlamıştır[30]. Saffet Paşa, 7 Mayıs 1863 (18 Zilkade 1279 Perşembe) günü vermiş olduğu ilk derste yerçekimi kanunları üzerinde durmuştur. Saffet Paşa’nın derslere ne kadar devam ettiği bilinmemektedir. Zira Derviş Paşa, Paris’ten döndükten sonra, ara verilmiş olan fizik dersini 24 Ağustos 1863 (9 Rebiülevvel 1280) tarihinden itibaren yeniden okutmaya başlamıştır. Dersler Pazartesi ve Perşembe günleri olmak üzere haftada iki defa, saat beş buçukta yapılacaktır. Verilen ilanlarda, bu derslerin özellikle “eh1-i sanayi ve hireP tarafından izlenmesinin faydalı olacağının belirtilmesi[31], derslerin halkın hangi kesimine hitap etmesinin istendiğini göstermektedir.
Böylece, Dârullünûn’da verilen derslerin sayısı dörde ulaşmıştır. Bunlar fizik, kimya, tabii ilimler ve tarih dersleridir. Astronomi dersi henüz başlamamıştır. Maarif-i Umûmiye Nezareti, bunlara coğrafya dersinin de katılmasını arzu etmiş ve bu dersin hocalığına padişahın iradesiyle Maarif-i Umûmiye Nezareti muavinlerinden Mekteb-i Mülkiye coğrafya hocası Mehmed Cevdet Efendi tayin edilmiştir. Coğrafya dersi, 13 Ekim 1863 (29 Rebiülahır 1280 Salı) günü saat dörtten beşe kadar haftada bir defa olmak üzere okutulmaya başlanmıştır[32].
Yeni derslerin açılması, Dârulfünûn’a ilk günlerdeki kadar olmasa bile halkın ilgisinin devam ettiğini gösterir. Hatta, Takvim-i Vekayi’de çıkan bir yazıda, Derviş Paşa’nın fizik dersine devam edenlerin, bu derslerin tertiplenmesinden dolayı padişaha teşekkürlerini sundukları ve bu derslerden çok istifade ettikleri belirtilmektedir. Bu dersler neticesinde, dersleri takip edenlerin, bu maddî dünyada mevcut olan her türlü acayip ve garip olayların meydana gelmesinde Allah’ın kudret ve büyüklüğünün bir kat daha anlaşılmış olduğunu ifade etmeleri[33], derslerin İlmî derecesini ve fikrî yönünü belirtmesi açısından bizce önemli bir açıklamadır. Derslere olan rağbetin bir diğer misali, Sadrazam Kâmil Paşa’nın 25 Nisan 1864 (18 Zilkade 1280 Pazartesi) günü Salih Efendi’nin ilm-i mevalid dersini dinlemesidir. Bu da, halkın derslere devamını teşvik etmiştir[34].
O sırada Dahiliye Nezareti Müsteşarı olan Derviş Paşa’nın iki yıldır Dârulfünûn sürdürdüğü fizik derslerini izleyen birçok kişi bir imtihana tabi tutulmuş, başarılı olanlara sertifikaları (şehadetname) verilmiştir[35].
Dârulfünûn binasında verilen halka açık bu derslerin faydadan hali olduğu söylenemez ise de, bunların yüksek öğretim kurumu faaliyeti olarak düşünülmediğini de göstermektedir. Ancak bu derslerin, devletin kamu eğitimi "terbiye-i amme" politikasına bir katkıda bulunması bakımından başarılı olduğu söylenebilir. Dârulfünûn için bir nizamname hazırlanmamış ve müessese özellikleri kazandırılmamış olmasının, şevkle başlanan Dârulfünûn kurma teşebbüsünü menli yönden etkilediğini de belirtmek isteriz.
Dârulfünûn Binasının Tamamlanarak Maliye Nezareti'ne Tahsis Edilmesi
Dârulfünûn dersleri, yukarıda anlatıldığı şekilde Mart 1865 (Şevval 1281) tarihine kadar iki yılı aşkın süre muntazaman devam etmiştir. Bu tarihlerde Dârulfünûn binasının inşaatı tamamlanmış, ancak bina Maliye Nezareti’ne tahsis olunmuştur. Daha sonra Evkaf ve Adliye nezaretlerine tahsis olunan bu bina, 1877 ve 1909 Meşrutiyet dönemlerinde Meclis-i Mebusan toplantılarına tahsis edilmiş ve en son Adalet Sarayı olarak kullanılırken 4 Aralık 1933’te tamamen yanmıştır[36].
Devrin Nafıa Nazın Edhem Paşa’nın hazırladığı tezkerede, binanın mâliyeye verilmesinin Dâruifünûn’u ortadan kaldıracağı ve derslerin kesilmemesi için yeni bir bina inşa edilmesi gerektiği bildirilmektedir. Bu tezkerede bir memnuniyetsizliğin varlığı açıkça görülmektedir[37]. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, Maliye Nezareti, bundan 6 yıl önce bu binada muallimhane kurmak için birkaç oda almıştı.
Dârulfünûn binasının Maliye Nezareti’ne tahsisi neticesinde, derslerin kesildiği anlaşılmaktadır. Ancak bu derslerin kesilmesine mani olmak için başka bir yere yeni ve daha muhtasarca bir DârulFünûn binası inşaasma karar verilmiş ve Sultan Mahmud Türbesi yanındaki Mîrî fırın arsasında inşaata başlanmıştır[37]. Bir müddet Maarif Nezareti ve bugün Basın Müzesi olarak kullanılan bu binanın resim ve planları mimar Barboratti (veya Barborani) Kalfa tarafından hazırlanmış ve inşaatını Mühendis Ali Vasfî Kalfa üstlenmiştir[38].
İlk Dârulfünûn binasının Maliye’ye tahsisi ve yeni bir Dârulfünûn binasının inşası hususunda, Edhem Paşa’nın vermiş olduğu tezkere ile Sadaretin padişaha sunduğu arz tezkeresi arasında bazı farklı unsurlar bulunmaktadır. Edhem Paşa. Dârulfünûn'daki serbest derslerin çok faydalı olduğunu ve Dârulmuallimin ve Mekteb-i Mülkiye talebesinin dahi burada dersleri takip ettiğini bildirmekte ve herkes için lüzûmu ve faydası açık olarak görülen Dârulfünûn’un henüz yeni yeni yerleşmeye başlayan derslerinin terkedilerek Dârulfünûn’un tatil edilmesinin uygun olmayacağını belirtmektedir.
Sadaretin arzında ise, şimdiye kadar öngörülen halk eğitiminin yaygınlaştırılması hedefleri dışında, Dârulfünûn’un kurulma sebebleri arasında “talebeleri, tahsil için ecnebi devletlere gitme ihtiyacından kurtarmak, ve gittikleri yerlerde fasid fikirler edinmelerine mani olmak” da zikredilmektedir. Bu da, Dârulfünûn’a yeni ve farklı bir tarzda yaklaşıldığını gösterir.
Bu tarzda bir yaklaşım ilk defa olarak karşımıza çıkmaktadır. Ote taraftan Dârulfünûn, diğer bir ifadeyle “Üniversite” fikri Osmanlıda şeklini tam bulamamıştır. Sadaret’in arzında, Dârulfünûn binasının bu iş için büyük olduğu ve daha küçük bir binanın inşa edilmesi istenmektedir. Ancak, bu binanın inşaasına başlanıldığı zaman, Avrupa’ya tahsile gidişe mani olmak fikri belirtilmiş ise de, fen tahsiline gösterilen rağbetten dolayı büyük ve geniş bir binanın yapılması tercih edilmiş, fakat binanın doldurulamayacağı sonradan anlaşılmıştır. 1846’da Fassati’ye yaptırılan plan ve resimler uygun görüldüğü halde, aradan geçen zaman içinde, bu binanın ihtiyaçtan büyük olduğuna karar verilmesi, henüz bir Dârulfünûn fikrinin yerleşmemiş veya tam olarak şekillenmemiş olduğunu gösterir.
Aynı tarzda, Dârulfünûn için “bazı zatlar muvakkat birer dershane ittihazıyla ilm-i mevalid ve hikmet-i tabiiye ve kimya gibi şeyler tedrisine başlamış” ifadesi kullanılmakta ve bu faliyetlerin pek mühimsenmediği anlaşılmaktadır. Herşeye rağmen, Dârulfünûn’un tamamen terkedilmesi tarafları da olmayan Sadaret, bu iş için tahsisat aramaya başlamıştır. Yapılan keşif gereğince 600.000 kuruşa mal olacağı anlaşılan yeni Dârulfünûn binasının inşa masrafları için değişik kaynaklardan yararlanılması düşünülmüştür. Kereste ve sair gerekli malzemeler Bab-ı seraskeri, Tershane ve Tophane’den tedarik edilecektir. Masrafların bir kısmının Dârulfünûn binasına ayrılan arsa üzerindeki fırının enkazından elde edilecek paradan ve İstanbul tarafında surlarda yapılan bazı düzenlemeler sıra-sında ortaya çıkacak arsaların satışından (tashih olunan kule zemini parasından) karşılanması yoluna gidilmiştir. Diğer bir kısmı ise, daha önce lağvedilen banknot kağıtlarının satışından elde edilecek paradan karşılanacaktır[39]. Bu da, Dârulfünün inşasına doğrudan hâzineden para tahsis edilmeyip, çeşitli yollardan para tedariki yoluna gidildiğini göstermektedir.
26 Mart 1865 (25 Şevval 1281) tarihli İrade-i Seniyye ile inşasına başlanılan ikinci Dârulfünün binası 1869 (1286) yılında tamamlanabilmiştir. Yeni binanın inşaatına başlanmasıyla, derslerin yapılabilmesi için yeni bir yer aranmıştır. Çemberlitaş civarında. Atik Ali Paşa Camii karşısında bulunan ve geçici olarak Mekteb-i Mülkiye’ye tahsis edilen Nuri Paşa Konağı bu iş için kiralanmıştır. 1865 senesi ortalarına doğru bu konakta yeniden serbest derslere başlanmıştır. İlk ders, 19 Nisan 1865’de (23 Zilkade 1281) Salih Efendi tarafından verilen tabii ilimler dersi olup[40] İkincisi ise üç gün sonra Binbaşı Ahmed Efendi tarafından verilen fizik dersidir[41]. Mehmed Ali Ayni, kaynak göstermeden bu konağın bir müddet sonra, bütün muhteviyatıyla birlikte yanmış olduğunu söylemektedir. Bu binanın 8 Eylül 1865’de (16 Rebiülahir 1282) çıkan büyük Hoca Paşa yangınında yanmış olması muhtemeldir[42]. Serbest derslerin 1869 (i286)’da yeni Dârulfünün binası açılıncaya kadar devam ettiğine dair bir malûmat bulunamamıştır.
1869 (1286) yılında Maarif Nezareti’nin Sadarete takdim etmiş olduğu bir layihada serbest derslerin bir değerlendirmesi yapılmıştır. Burada derslerin pek de faydalı olmadığı kanaati hakimdir[43]. Bu layihaya göre, dersleri takip edenler üç gruba ayrılmıştır. Birinci grup memurlardır. Bunlar memuriyette olmaları sebebiyle muntazaman devam edememişler ve ancak dinleyici olarak derslere iştirak etmişlerdir. İkinci grup, muntazam devam ettikleri halde dersleri anlayacak seviyede olmayanlardır. Üçüncü grup ise dersleri efsane, fizik deneylerini de eğlence niyetiyle takip edenlerdir. Bu layihada, ilk Dârulfünûn’un tesisi esnasında karşılaşılan zorluklardan ve edinilen tecrübelerden, bu yeni Dârulfünûn kurulurken istifade edilmesinin, yeni Dârulfünûn’u öncekinin akibetinden kurtaracağı açıkça ifade edilmektedir.
DÂRULFÜNÛN KURULMASINDA İKİNCİ TEŞEBBÜS
1869 (1286) yılı başlarında yürürlüğe giren ve II. Meşrutiyet’e kadar geçerli olan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi, Türk Maarif Tarihi bakımından önemli bir dönemin başlangıcı olmuştur. Bu nizamnamede ikinci bir Dârulfünûn kurma teşebbüsünün mahiyeti oldukça açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bu nizamnamedeki Dârulfünûn anlayışı, daha önceki Dârulfünûn anlayışından oldukça farklı ve gelişmiş tarzdadır. 198 maddeden oluşan nizamnamenin 51 maddesi Dârulfünûn ile ilgili olup, bu maddelerde Dârulfünûn’un idari, dahilî (İlmî), malî ve hukukî durumu belirtilmektedir[44]. Bu nizamname ayrıca Osmanlı tarihinde bu konudaki ilk teşebbüstür.
Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin esas mimarı Şurayı Devlet Maarif Dairesi Başkan Başmuavini olan Sadullah Paşa’dır. Bu daire. Maarif Nazın Safvet Paşa zamanında münhasıran böyle bir nizamname hazırlamak üzere özel olarak teşkil edilmiştir. Maarif Dairesinde Sadullah Pa- şa’dan başka, Daire Başkam olan Kemal Paşa, Dadyan Artin Efendi, Recaizade Ekrem Bey, Mahmud Mansur Efendi ve Dragon Çankof Efendi bulunmaktadır. Bu heyetin gayesi, 1789 Fransa inkılabından o güne kadar Fransız eğitim sisteminin geçirmiş olduğu tecrübeleri ve yapılan tatbikatları inceleyerek, memleketin o günkü şartlarını da göz önünde bulundurarak Osmanlı Devleti’nde uygulanabilecek bir maarif nizamnamesi hazırlamaktı.
Dadyan Artin Efendi, Fransa’da eğitim sahasında o güne kadar yapılmış ıslah çalışmalarını ayrıntılanyle Sadullah Paşa’ya aktarmış, Paşa da bunların içinden düşünülen maarif politikasına uygun olanları seçmiştir. Maarif-i Umumiye Nizamnamesi bu şekilde Fransız eğitim sisteminden istifade edilerek hazırlanmıştır[44a].
Dârulfünûn Nizamnamesi
1869 (1286) tarihli Maarif-i Umumiye Nizamnamesi’nin 79’uncu maddeden 128’inci maddeye kadar olan kısmı Dârulfünûn ile ilgilidir. Bu nizamnamede, Dârulfünûn’un kuruluşuna, organlarına, programlarının ana hatlarına, öğretim üye ve yardımcılarının hak ve görevleriyle tayin ve terli şartlarına ait esaslar tesbit edilmiştir. Aynca, öğrencilerin kayıt işleri, devamlarının kontrolü, müderrislik ruusu imtihanları, Dârulfünûn’un malî idaresi, kütüphane ve laboratuar kurulması ve diğer konular ile ilgili hükümler de yer almıştır.
Dârulfünûn ün Hukukî Statüsü
Nizamname hükümlerine bakıldığında, Dârulfünûn’un, o günün şart ve icablanna göre kısmen de olsa İlmî ve idari özerkliğe sahip olduğu söylenebilir. Dârulfünûn, Maarif Nezareti’nin inhasıyla ve padişahın irade-i seniyyesi ile tayin olunacak bir “nazır” tarafından idare edilecektir. Nazır, nizamnamenin Dârulfünûn ile ilgili hükümlerini icra etmekle mükellef olduğu gibi, talebelerin hareketlerine dikkat ve nezaret edecektir. Diğer taraftan, bir hadise vukuunda, Maarif Nezaretini bu konuda haberdar etmekten mesuldür.
Dârulfünûn muallim ve muavinleri, nizamnamenin muallimlere ait hükümleri mucibince seçilip tayin olunacaktır. Şube muallimleri her sene içlerinden birini şube müdürlüğüne seçecek ve şube müdürleri ise gerektiğinde şube muallimlerini toplayarak, şube ile ilgili işleri ve hususları görüşeceklerdir. Nazırın başkanlığı altında şube müdürlerinden oluşan Dârulfünûn Meclisi, Dârulfünûn şubelerinin ders cetvelini hazırlayacak, disiplin işlerini, günlük muamelelerini ve Maarif Nezareti’nden gelen yazıları müzakere edecektir.
Dârulfünûn’a Öğrenci Alınması, Öğrencilerin Sınıf Geçme, İmtihan ve Devamları
En az on altı yaşını dolduran adaylar giriş imtihanını kazandıkları takdirde Dârulfünûn’a kayıt yaptırabilmektedir. Bu giriş imtihanında sorulan derslerden birisini daha önce herhangi bir devlet okulunda okumuş ve imtihanlarını vermiş olan talebeler, bu imtihandan muaf tutulacaktır. Bu da mekteplilerin medreselilere tercih edildiğini göstermektedir. Talebeler her üç ayda bir kayıt yenileyecek ve her sene sonunda o sene görmüş oldukları derslerden imtihan edilecektir. Üçüncü yıl sonunda; evvela o yıhn derslerinden, daha sonra bulunduğu şubenin bütün derslerinden imtihan yapılacaktır. Bu iki imtihanı da başaran talebe, şube idaresi tarafından belirlenen bir mesele hakkında bir müsvedde (tez) hazırlayacaktır, imtihan komisyonu huzurunda yapılacak tez savunmasını da başarıyla tamamlayan talebeye şehadetname verilecek ve mezun sayılacaktır. Mezun talebelerden müderris olmak isteyenler, bir yıl daha kayıt pusulası alıp İlmî bir müsvedde hazırladıkları ve bunun imtihanını başardıkları takdirde müderris ünvanı alacaklardır. Dârulfünûn gündüzlü olup, bütün derslerin halka açık bulunacağı Nizamname hükümlerinde belirtilmiştir.
Dârulfünûn’un Malî Durumu
Dârulfünûn tarihini inceleyen veya genel olarak ondan bahseden eserler, onun devamlılığını etkileyen en önemli hususa, yani Dârulfünûn’un malî yönüne temas etmeyi ihmal etmişlerdir.
Devlet bütçesinde ayn bir tahsisatı bulunmayan Dârulfünûn’un malî kaynaklan bağışlar, talebe harçları ve devletin yıllık yardımı olarak düşünülmüştür. Bu kaynaklar Dârulfünûn’da teşkil olunmuş sandık tarafından idare edilecektir[45]. Görüldüğü gibi, Dârulfünûn sağlam gelir kaynaklarına sahip kılınmamıştır.
Talebe kayıt ve imtihan harçları oldukça yüksek tutulmuştur. Talebeler, ilk kayıt esnasında yarım, her üç ayda bir, kayıt yenileme sırasında çeyrek altın ve her yıl sonunda imtihanı için iki altın harç ödemek mecburiyetindedir. Mezuniyet esnasında, imtihan harcından başka ruus harcı da alınmaktadır. O günün şartlarında, yüksek harç ödeyerek Dârulfünûn'a devam edecek talebe sayısının her geçen gün daha da azalacağı şüphesizdir.
Bunun yanısıra derslere isteyenlerin gelip dinleme serbestliğinin bulunması da muhtemelen kayıtlı talebe sayısının azalmasına sebep olmuştur[46]. Malî yönden en çok güvenilen söz konusu talebe harçları ümid edildiği kadar yeterli gelir sağlamamış olmalıdır.
Darülfünun 'un İlmî Hüviyeti
Nizamnameye göre Dârulfünûn, Hikmet (Felsefe) ve Edebiyat, İlm-i Hukuk ve Ulum-i Tabiiye ve Riyaziye şubelerinden oluşmaktadır. Nizamnamede bu üç şube (fakülte)de okutulması öngörülen dersler şunlardır:
Felsefe ve Edebiyat Şubesi
1. İlm-i terkib-i vücud-i insan ve ilm-i ahval-i nefs (Biyoloji ve Psikoloji)
2. Mantık
3. Meani ve beyan (Retorik)
4. Kelâm
5. Ahlâk
6. Hukuk-i tabiiye
7. Tarih
8. Arapça, Farsça, Türkçe, Fransızca, Yunanca ve Latince gramerleri ve aruz
9. Tarih-i umûmî
10. Arkeoloji ve nümizmatik
İlm-i Hukuk Şubesi
1. Fıkh
2. Usul-i fıkh
3. Roma hukuku
4. Fransız medenî kanunu
5. Usul-i muhakeme
6. Kara ve deniz ticaret kanunu
7. Ceza kanunnameleri
8. Usul-i muhakeme-i cinayet
9. İdare hukuku
10. Milletler hukuku
Ulûm-ı Tabiiye ve Riyâziye Şubesi
1. Heyet (Astronomi)
2. Hikmet-i Tabiiye (Fizik)
3. Kimya
4. İlm-i tabakat ül-arz (Jeoloji)
5. İlm-i maadin (Mineraloji)
6. İlm-i nebatat (Botanik)
7. İlm-i hayvanat (Zooloji)
8. Hendese (Geometri)
9. Müsellesat (Trigonometri)
10. Hendesenin cebire tatbikatı (Analitik geometri)
11. Hendese-i resmiye (Deskriptif geometri)
12. İlm-i menazır (Perspektif)
13. Hesab-ı tefazuli ve temami (Diferansiyel ve integral hesap)
14. Cerr-i eskal’in nazariyat ve tatbikatı (Mekanik)
15. Tarih-i ulum-ı tabiiye (Tabii ilimler tarihi?)
16. Riyaziye (Matematik)
17. Tahtit-i arazi (Topografya)
Öğretim üç sene olacak ve dersler Türkçe okutulacaktır. Ancak Türkçe ders veremeyen muallimler dersleri Fransızca verebilecektir[47].
Ders programının oldukça kapsamlı ve detaylı hazırlanmış olduğu görülmektedir. Mezuniyet tezi, müderrislik tezi gibi araştırmaya dayalı ça-lışmaların da yeraldığı nizamnamede Dârulfünûn içinde müze, kütüphane, laboratuar gibi birimlerin de açılması kararlaştırılmıştır. Dersler Fransız modeli üzerine kurulu olmasına rağmen, Felsefe ve Edebiyat Şubesinde, Şark dillerinden Türkçe, Arapça ve Farsça yanında Batı dillerinden Fransızca, Yunanca ve Latince derslerinin programda yer alması, Hukuk Şubesinde İslâm hukukundan Fıkıh dersleri yanında, Fransız medenî kanunu, Roma hukuku Ve milletlerarası hukuk derslerinin bulunması, idarecilerde İslâm ve Batıyı telif etme gayretlerinin bulunduğunu gösterir.
İkinci Darülfünun’un açılışı
Nisan 1869 (Muharrem 1286) ayında yürürlüğe girmiş olan Maarif-i Umumiye Nizamnamesiyle, aynı tarihlerde İnşaatı tamamlanan Dârulfünûn binasının açılması da düşünülmüştür. Maarif Nazın Safvet Paşa tarafından verilen bir tezkerede, Dârulfünûn'un Mayıs 1869’da (1285) açılması, müdürlüğüne İdarî ve tedris işlerinden sorumlu olmak üzere Tahsin Efendi’nin tayin olunması teklif edilmiştir. 8 Nisan 1869 (25 Zilhicce 1285) tarihli îrade-i seniyye ile bu tayin padişah tarafından tasdik edilmiştir[48].
Dârulfünûn’un açılışı ancak bir yıl sonra Şubat 1870’de (Zilkade 1286) gerçekleşebilmiştir[49]. Bu süre içerisinde, Dârulfünûn binasının eksikleri tamamlanırken, teşkil edilmiş olan kütüphanesine Paris’ten muhtelif kitaplar getirtilmiştir. Dârulfünûn kütüphanesine konulmak için 3500 frank ödenerek Paris’ten satın alınan kitapların listesi incelenecek olursa, Avrupa’da yaygın bir felsefî anlayış olan hümanizm ve pozitivizmin bütün belli başlı eserlerinin bu listeye dahil edildiği görülmektedir. Mekteb-i Sultanî müdürü Mösyö Sava tarafından hazırlanmış olan bu listede bilim, tarih, coğrafya, tıp, edebiyat, felsefe ve sair konularda eserler bulunmaktadır. Aynca bu listede Avrupa’da neşredilen bir çok İlmî periyodik bulunmaktadır. Ancak bu periyodikler daha sonra üstü çizilerek iptal edilmiş ve listeden çıkarılmıştır[50]. Avrupa’daki en son araştırmaların yer aldığı bu periyodiklerin satın alınmasından vazgeçilmesi, Osmanlı idaresinde “araştırma” kavramının yer almadığını göstermektedir. Diğer bir ifadeyle, Batidan alınması gereken kitapların sadece kültür ve ders kitapları olarak görülmesi, o dönemde Osmanlı’nın Batı bilimine bakış açısını ortaya koy-mak bakımından önemli bir örnektir.
Birinci teşebbüste Encümen-i Daniş vasıtasıyla yapılması düşünülen, Dârulfünûn’da okutulacak kitapların tercümesi işi için, bu defa bir tercüme cemiyeti teşkil edilmiş ve tercüme faaliyetlerine başlanmıştır[51].
Ekim 1869’da (Receb 1286) Dârulfünûn’a alınacak talebelerden daha önce Maarif Dairesinde isimlerini deftere kayıt ettirenlerin, 9 Ekim 1869 (3 Receb 1286) gününden itibaren hergün saat 5 ile 10 arasında Dârulfünûn’a gelerek imtihana girmeleri ilan edilmiştir. Binden fazla talebe imtihan için müracaat edip imtihana girmiş ve içlerinden 450’den fazlası Dârulfünûn’a kabul edilerek kayıtları yapılmıştır. Kabul edilen talebelerin çoğu medrese talebesidir[52]. Nitekim, medrese talebeleri şuhur-ı selase’de (Receb, Şaban, Ramazan aylarında) taşraya cerre[53] çıktıklarından Dârulfünûn’un açılışı onların dönüşüne kadar ertelenmiştir. Aym zamanda Ramazan ayını (Aralık 1869) boş geçirmemek için Tahsin Efendi’nin idaresi altında, geceleri teravihten sonra halka açık umumî konferanslar verilmesi kararlaştırılmıştır. Ramazanın ikinci gecesinden başlamak üzere on- beş günlük bir program yapılmıştır. Bu programa göre konuşmaların zamanı ve kimler tarafından verileceği aşağıdaki tabloda belirtilmiştir[54].
Ramazan ayının onbeşinden sonra ise şu konuşmalar yapılmıştır:
Ramazan ayı boyunca devam eden bu konferanslar hakkında, Vakanüvis Ahmed Lütfi Efendi, “bu listede yüksek mekteplerin temel derslerini oluşturan fenlerin hepsinin bu kadar kısa bir zamanda okutulmasının anlamsız ve garip olduğu” şeklindeki kanaatini belirtir. Bu konferansların tertiplenmesini farklı bir şekilde ele alan Lütfi Efendi, “bu çeşit hikem-i tabiiye derslerini ancak havasın (elit) anlayabileceğini ileri süren ve kendilerini erbab-ı hikmetten addedenler, bu dersleri umuma hem de Ramazan ayında göstermekle, kendi kendileriyle tenakuza düşüp, hikmete karşı geldiler” ifadesiyle hayretini belirtir[56].
Darülfünun 'da Öğretimin Başlaması
Dârulfünûn nihayet 20 Şubat 1870’de (19 Zilkade 1286) Sadrazam Ali Paşa’nın da hazır bulunduğu bir törenle öğretime açılmıştır. Bu törende ilk nutuklar Maarif Nazırı Safvet Paşa ve Meclis-i Kebir-i Maarif Reisi Münif Paşa tarafından verilmiş, bunları Dârulfünûn Müdürü Tahsin Efendi’nin Türkçe, Maarif Meclisi azası Aristoklis Efendi’nin Fransızca ve o sırada İstanbul’a gelmiş olan Cemaleddin Afganî’nin Arapça nutukları takib etmiştir. Duaların okunmasından sonra Darülfünun açılmıştır. Takvim-i Vekayı’nin, açılışın ertesi günü çıkan sayısında, törende yapılan konuşmalardan Safvet Paşa ve Münif Paşa’nın, bir sonraki sayısında ise Tahsin Efendi ve Arapça olarak Cemaleddin Afganî’nin nutuklarına yer verilmiştir[57].
Safvet Paşa’nın açış nutkunda yer alan “bulunduğumuz asırda akıllara durgunluk veren yeni icadlar, fiziğin (hikmet-i tabiiyye) ilerlemesiyle vücuda gelmiş büyük eserlerdir. Orta seviyedeki mekteplerden mezun olup, ilim ve bilgilerini bir kat daha arttırmak isteyenler için Dârulfünûn adıyla kurulan bu “medrese-i ilmiye” nin tesisiyle gerçek medeniyetin esası tahkim edilmiştir. Memleketin her sınıf ahalisi, asrın icabına uygun hareketle, ilim ve fenlerde ve sanayide her bakımdan terakki yolunu seçmelidir” şeklindeki ifadesinde esas fikir, Avrupa’nın ilim ve sanayide ilerleme sebebinin ilim ve fen olduğu, Devletin terakkisi için Batı’daki bu ilim ve fennin alınması gerektiğidir.
Münif Paşa ise nutkunda, ilmin fetihlerle, zaferlerle elde edilen geçici üstünlüklerle kıyas edilemeyecek derecede, devletin ve milletin refahını sağlayan bir amil olduğunu belirtir. “Asrımızın mizaç ve ihtiyacını bilenlerin, bayındırlık ve iktidarın ilim ve marifet ile meydana geldiğini kabul ettikleri bir gerçektir. Bu olmaksızın memleketin ıslahı hakkında alınan tedbirlerin hiç birinde arzu edilen hedefe ulaşılamaz. Ulaşılsa bile, bu devamlı olmaz”.
Devletin eğitim için yeni okullar tesisi yanında ferdi teşebbüslere de Önem vermesi gerektiğini vurgulayan Münif Paşa, “yakın komşumuz olan Avrupalılar uzun yıllar çalışarak, ilim ve fende ilerlemeleri sayesinde medeniyetin en yüksek derecesine ulaşmışlardır. Bizim onlardan geri kalmamız ne memleketin faydasınadır, ne de saltanatımızın şanına yakışır” diyerek halkı teşvik edici üsluptaki konuşmasını, Dârulfünûn’un memleketin her tarafında “ulûm ve maarifin” yayılması ve sanayinin gelişmesine son derece faydalı olacağını belirterek ve bu eserinden dolayı padişaha tazimlerini sunarak bitirir.
Dârulfünûn müdürü Tahsin Efendi ise, konuşmasında eğitimin ve eğitim kurumlarının devlet, toplum ve fertlerin hayatındaki öneminin, medeniyet ve refahın vazgeçilmez sembolü olduğunu belirterek “elhasıl ilim ve terbiye, ruh-ı medeniyet ve mütekeffıl-i terakki-i saadet ve cilâ-bahş-ı ahlak-ı ümmet ve hafız-ı kavanin-i mülk ve devlettir” demektedir. İlim ve eğitimin önemini vurgulayan örneklerle devam eden Tahsin Efendi, konuşmasını asrın terakkiyatını yakalamak için gençlerin Dârulfünûn’a girmelerini teşvik edici sözlerle ve heyecanlı bir üslûpla bitirir.
Daha sonra söz alan ve konuşmasını Arapça olarak yapan Cemaled- din Afganî ise, daha çok İslâm birliğinin teşkilinde eğitimin ve ilmin önemine dair ifadeler kullanırken, Avrupanın bu sayede ilerlediğini, İslâm ülkelerinin Avrupa emperyalizminin etkisinde kalmasından bahsederek, buna karşı İslâm ülkelerinin birlik halinde hareket etmesinin, ilimde ve eğitimde ilerlemesine bağlı olduğunu vurgular. Afganî, Hilafet merkezi olan İstanbul’da böyle bir Dârulfünûn açılmasının bu hedefe ulaşılmasında önemli rol oynayacağını ifade ederek konuşmasını bitirir.
Dârulfünûn Ders Programları
Dârulfünûn’da okutulacak dersler Maarif nizamnamesinde belirtilmiş olmakla beraber, gerek hoca, gerekse kitap bulma güçlüğü yüzünden bu programda değişiklik yapılması zarurî görülmüştür. Dârulfünûn ders programı bir kaç safhada hazırlanmıştır[58]. Maarif Nazın Safvet Paşa 26 Ağustos 1869 tarihinde Dârulfünûn’da okutulacak derslerin hocalannın seçilmesi hakkında bir rapor hazırlamıştır. Safvet Paşa bu raporunda, şubeleri (fakülteleri) göz önünde bulundurmadan, bir ders programı hazırlamış ve sadece o dersleri verecek olan hocaların tespiti ve tayini yoluna gitmiştir.
Safvet Paşa'nın bu raporunda, birinci derece sayılan dersler, matematik, fizik, astronomi, botanik-zooloji-jeoloji ve mineraloji dersleridir. Bu derslerin hocalığına askeri mektep hocalarından seçilecek kimselerin getirilmesine çalışılmıştır. İkinci derece sayılan usul-ı fıkh, fıkh, felsefe, kelâm, ve edebiyat derslerine ise bu konularda fazl ve kemâl sahibi hocaların (ulemâ) seçilmesine itina gösterilmiştir. Seraskerlik makamıyla yapılan görüşmeler sonunda, Safvet Paşa, botanik-zooloji ve jeoloji derslerine Mekteb-i Tıbbiye hocalarında Doktor Miralay Rıfat Bey’in, matematik, fizik ve astronomi derslerine Mekteb-i Harbiye hocalarından ve Erkân-ı Harp Kaymakamı Tevfık Bey’in, tarih derslerine aynı mektebin Fransızca ve tarih hocası Mahmud Efendi’nin, kimya dersine Mekteb-i Tıbbiye hocalarından Aziz efendi’nin, muavinliğine de Bonkowski Efendi’nin tayinini teklif etmiştir. Felsefe ve kelâm dersleri için Meclis-i Maarif azası Abdulkerim Efendi, fıkh ve usul-ı fıkh dersleri için Mustafa Vehbi Efendi, Arapça dersi için ise Ahmed Faris Efendi’nin tayini düşünülmüştür.
Dârulfünûna seçilen hocalar başka yerlerde vazifeli olduklarından ayrıca buradan maaş almayacaklar ise de yalnız Rıfat ve Tevfık Beyler ile Aziz, Bonkowski ve Ahmed Faris Efendilerin Darülfünundaki vazifeleri sebebiyle eski maaşlarına bir miktar zam yapılacaktır. Bu miktar ise aylık toplam 6550 kuruş kadardın Bu raporun sonunda ilm-i tabakatu’l-arz (jeoloji), usûl-ı kavânin ve muhakemât ve servet-i milel (iktisat) gibi ihtiyaç duyulan diğer derslerin hocaları ileri bir tarihte tespit edildiği zaman bunların, sadarete bildirileceği belirtilmiştir[59]. Nitekim 23 Ocak 1870’te yine Safvet Paşa’nın sadarete sunduğu tezkerede[60], yeni tespit edilen hocaların listesi ve kuruş olarak maaş miktarları belirtilmektedir. Bu tezkerede daha önce El-Cevaib gazetesini çıkaran Ahmed Faris Efendi’nin vereceği Arapça dersi kaldırılmıştır. Safvet Paşa'nın yeni belirlediği hocalar ve verecekleri dersler dersler şunlardır:
O sırada hazırlanmakta olan 1870 (1287) senesi Devlet Salnamesi'nde Dârulfünün ders programı ve hocaları aşağıdaki şekilde verilmiştir [61]:
Yine 1870 (1286) senesi için Dârulfünûn’un son şeklini alan ders programı Takvim-i Vekayı ’de şu şekilde ilan edilmiştir[62]:
Dârulfünûn-ı Osmani Ders Cetveli
Ders programları hazırlanırken nizamnamede ön görülen hususlara tam olarak riayet edilmediği anlaşılmaktadır. Zira üç şube olarak kurulması düşünülen Dârulfünûn ders programında şube ayrımı bulunmayıp, bütün talebelerin aynı dersleri görmeleri istikametinde bir program hazırlanmıştır. Ayrıca bir nazır tarafından idare edilmesi gerekirken, Dârulfünûn başına bir müdür tayin edilmesi müessesenin nizamnamesine uyulmadığına diğer bir örnektir. Ancak o günün şartları altında bir çok imkansızlıkların, nizamnamenin tam olarak uygulanmasında bazı aksaklıklara sebebiyet vermesi tabii karşılanmalıdır.
Bu arada Dârulfünûn’da kurulmuş olan laboratuar için Fransa’dan fizik âletlerinin alındığını görmekteyiz. Alınan fizik âletleri listesine bakılacak olursa, temel fizik tecrübeleri için gerekli aletlerin hemen hepsinin listede mevcut olduğu görülür. Bu aletler incelendiğinde eksiksiz bir fizik laboratuarının kurulmasının istendiği intibaı elde edilmektedir. Listede fizik deneylerinin klâsik âletleri (meselâ, düzgün hızlanan hareketi incelemek için kullanılan Atwood aleti) mevcut olduğu gibi, son çıkan yeni modeller de yer almaktadır. Meselâ volta pili, bikromatlı pil gibi pillerin yanında 1867'den sonra çıkan pil modellerinden de 2 tane bulunmaktadır. Liste, 1869 tarihli olduğuna göre, yeni ve geliştirilmiş âletlerin (meselâ Arsted’in piezometresinin Despretz ve Saigey tarafından geliştirilmiş şekli) getirtildiği anlaşılır.
Listede katı, sıvı ve gazların özelliklerini incelemek için gerekli âletlerin yanında optik ve elektrik tecrübeleri için çok sayıda âlet kayıtlıdır. Optikte aynalar, polarizasyon deneyleri için mercekler, spektroskop bulunduğu gibi elektrikle ilgili diğer âletler yanında beş tane Leyd şişesi (kondansatör) göze çarpar. Listenin sonunda, rezonans borularının Ganot’nun eserinin t868’de basılan 13. edîsyonunun 178, 180-184 numaralı şekillerindeki gibi olduğu kayıtlıdır[63].
DârulFünûn dersleri 1870 (1287) yılında kesintisiz devam etmiştir. Ağustos 1870’de (1287 senesi Cemaziyelevveli), Dârulfünûn derslerine devam eden talebeler mümeyyiz huzurunda imtihan edilerek bir üst sınıfa geçmişlerdir. Talebelerin bu kısa zamanda, tahmin edilenden daha fazla başarılı oldukları görülmüştür[64].
1870 (1287) senesinde Dârulfünûn’daki bir diğer faaliyet. Ramazan gecelerinde halka açık konferansların tekrar başlamasıdır. Dârulfünûn idaresi, tespit ettiği ders ve konulan iki ay öncesinden ilân ederek, bu konularda konferans verebileceklerin müracaat etmelerini istemiştir. Burada ele alınan konular ise şunlardır [65]:
1. Fizik: ısı, ses, ışık, ateş, yanma, kuvvet, boşluk, telgraf, görme ve emsali.
2. Kimya: yeni madenler, demir, çelik, analiz ve yanma.
3. Meteroloji: buhar ve hava, fırtınalar, zelzele, gök kuşağı, kar ve yağmur, tulumba.
4. Kozmoğrafya: Güneş ve mahiyeti, ay, yıldızlar ve galaksiler, kuyruklu yıldızlar, seyyare-i arz (yer küre).
5. Psikoloji (ilm-i tabiat-ı insan): asab-ı hassase ve muharrike, kan dolaşımı, teneffüs, kalp ve dimağ, ölüm ve hayat.
6. Tıp: Hıfz-ı sıhha, çevre kirliliği, vücud temizliği ve çevre düzenlemesi, iklimlerin tesiri, ilaçlar.
7. Tabii bilimler: esnaf-ı ben-i adem (ırklar), karınca ve arı, sınıf-ı hayvanat, idrak-ı hayvanat, cins ve nevilerin devamlı veya farklı olması, kıymetli taşlar ve bitki türleri.
8. Jeomorfoloji: İstanbul civarı arazi yapısı, bitki ve hayvan fosilleri.
9. Ziraat: Araziyi ıslah eden maddeler (gübreler), buğday, pamuk, bahçe zıraati, ağaçlar, ziraat âletleri, ziraatte en son gelişmeler.
10. İlim ve sanai’nin gelişmesi: taksim-i malûmat-ı insaniye, tertib-i fünûn, son icadlar, matbaacılık, harp teknolojisi, riyaziye, ölçü ve tartılar.
11. İktisat: çalışmak, banka, kağıt para, ticaret, makina ve fabrika, topluluklar ve şirketler.
12. Hukuk: Hukuk-i tabiiye ve mevzua, deniz hukuku, Devletlerarası hukuk, idare hukuku, cinayet, sulh ve muharebe.
13. Ahlak: fazilet ve nakiselerin fayda ve mazarratları.
14. Edebiyat: muhtelif yazışma örnekleri, yazı çeşitleri, nesir ve şiir.
Dârulfünûn idaresi tarafından hazırlanan bu listede görüldüğü gibi Dârulfünûn vasıtasıyla modem bilim ve teknolojinin bir çok konusu halka sunulmak istenmiştir. Bunun yanında, Osmanlı vatandaşına hukuk ve iktisad sahalarında Batı’daki yeni yaklaşımları tanıtmak hedef alınmamıştır.
Cemaleddin Afganî’nin Dârulfünûn’daki Konferansı
Dârulfünûn’da açılan bu Ramazan konferanslarında, Maarif Nezareti, o sırada İstanbul’da bulunan ve daha önce de zikrettiğimiz gibi Dârulfünûn’un açılış merasiminde bir konuşma yapan Cemaleddin Afganî’den sanayi üzerine bir konferans vermesini istemiştir.
Ramazan başlarındaki ilk konferanslardan biri muhtemelen Afganî’ninki olmuştur[66]. Bu konuşma daha sonra da izah edeceğimiz gibi, bir takım spekülasyonlara yol açmıştır. Konferans metninin tamamı şimdiye kadar bulunamamış ise de Afganî’nin El-Redd ala-Dehrîyîn adlı eserini Arapçaya tercüme eden ve girişinde müellifin biyografisine de yer veren M. Abduh, Afganî’nin bu nutuk ile ilgili versiyonunu özet olarak vermektedir. Bir çok Türk ve yabancı araştırmacılar buradan istifade ederek Cemaleddin Afganî’nin konuşmasında dine ve ilme aykırı bir söz söylemediği halde, ulemânın taassubuna kurban olduğu şeklinde hadiseyi izaha çalışmışlardır[67]. Afganî’nin talebesi olan Abduh ise, onun konferansta “san'atı” tarif ve kısımlarını sayarken Peygamberliği de bu meyanda zikretmesi üzerine, Afganî’nin, zaten kendisini çekemeyen ulemânın ve şeyhülislâmlık makamının şiddetli tepkisine maruz kaldığını söyleyerek[68] hadiseyi tamamen Afganî’in etrafında kopmuş bir fırtına şeklinde göstermiştir.
Devrin Osmanlı gazetelerinde bu hususa yer verilmemesi de Afganî'nin biyografisini yazanların mübalağalı bir izah tarzı getirmelerine sebep olmuş ve Dârulfünûnun bu hadise sonunda kapatıldığı şeklinde kanaatlerin ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu meseleyi daha açık ve objektif olarak izaha yardımcı olacağını ümid ettiğimiz ve Başbakanlık Arşivi Yıldız Esas evrakı arasında yeni bulduğumuz bir belge, Şeyhülislamlık makamının tepkisinin Afganî’nin şahsına değil, konuşmasında kullandığı ifadelere karşı olduğunu göstermektedir.
Sultan İkinci Abdülhamid, muhtemelen 1301 (1884-85) yılında, zamanın Dahiliye Nazırı Edhem Paşa’dan[69], intihâb-ı memurin (memur seçme) komisyonu azası Emin Mehmed Bey vasıtasıyla “Afgan ulemâsından Şeyh Cemaleddin Efendi’nin 1287 (1870) senesinde Dersaadet’ten uzaklaştırılmasının sebebini sormuş ve bir gün içinde tercüme-i hâline dair duyduklarını ve bildiklerini kendisine arz etmesini” istemiştir.
Müsvedde halinde olan bu belgede, Edhem Paşa “aradan çok zaman geçmiş olduğu cihetle” şeklinde söze başlamakta ve Cemaleddin Efendi ile o zamanlar görüşmüş olduğunu ve Arapça-Farsça bilen kabiliyetli bu gencin kendisinde iyi bir tesir bıraktığını İfade etmektedir.
Edhem Paşa hadiseyi Padişaha şu şekilde arz etmektedir; “O zaman ben adliye nâzın idim, Sultan Mahmud türbesi civarında Valide Mektebinde umûm dersler açılıp hergün ashâb-ı ilim ve maariften[70] biri bir fende orada umûma ders takrir eylerdi. Cemaleddin Efendi’ye edebiyattan bir ders okutturulmak lâzım gelip nezâretin tensibi ile Cemaleddin Efendi dahi orada sanayiden bahsederek derse başlayıp sanaatı genel olarak şugl (iş veya meşguliyet) ve 'amel (çalışma) diye tarif ettikten sonra kısımlarını saydığı sırada Nübüvveti (Peygamberlik) dahi bir tür sanat olarak söylemiş olduğundan keyfiyet Bâb-ı fetvaya aksedince Şeyhülislâmlık makamından Maarif Nezâret’ine itiraz olunmakla o gün akşamdan sonra saat bir raddelerinde Safvet Paşa tarafından bir adam gelip -Nâzır Paşa şimdi sizi istiyor- diye haber getirdi. Derhal kalkıp Safvet Paşa’nın konağına gittim. Cemaleddin Efendi yanında idi. Ol günkü takriri bir varak üzerine yazılmış olmakla Safvet Paşa |bana| verdi okudum, Cemaleddin Efendi’ye sordum, sanaat lafzını genel olarak şugl ve ‘amel mânâsında kullanarak Nübüvveti dahi o sırada zikrettiğini ifade eyledikte sanaat tekrâr-ı 'amal (çalışmaların tekrarı ile) ile hâsıl olan meleke manasında örf ve ıstılâh olmuştur. Ancak Arapça’da genelde ‘amel mânâsında kullanıla gelirse de hırfet (zanaat, meslek) ve tekrâr-ı 'amal ile hasıl olan meleke manasında örf olmuştur. Örf ve ıstılâh-ı memlekete muhalif olarak ale’l-umûm şugl ve ‘amel mânâsında kullanılmada açık olmayan ve şüpheye sebebiyet verecek yakışıksız sözler vardı. Bari sunu’ (yapma, iş) lafzını kullansa idiniz beis gözükmezdi diye kendisine, derse gidip izah ile merâmının nübüvveti sanayi-i marûfeden saymak olmayıp mücerred o da bir nev’i ‘ameldir gibi sözler ile itizar eylemesi lâzım geleceğini Safvet Paşa’ya söyledim. Lâkin oralara vakit kalmayıp Şeyhülislâmlık tarafından vâki olan şiddetli itirazlara Bâb-ı âli dayanamayıp ferdası Cemaleddin Efendi nefy ve zikrolunan dersler de tatil olun-du."
Hadisenin cereyanını bu şekilde arz ettikten sonra “el-hasıl Cemaleddin Efendi’nin nefyine sebeb ancak sunu’ ve şugl ve 'amel gibi bir lafz yerinde örf ve ıstılâh-ı memlekete münâfi olarak san ’at lafzını istimâl eylemiş olup başka bir sebeb yoktur" diyerek şahsi kanaati de ilave etmiştir[71].
Bu belgenin ışığında hadisenin cereyan şekli ve Afganî’nin İstanbul’dan uzaklaştırılmasının sebebinin de Peygamberlik makamına uygun düşmeyen bir sıfatı (belki de bilmeyerek) kullanması olduğu büyük ölçüde açıklığa kavuşmuş bulunmaktadır. Hadisenin vuku bulduğu dönemin “kamuoyu” nun yapısı ve niteliği göz önünde bulundurulduğu takdirde Meşihat'in aldığı kararın haklı olduğunu söylemek mümkündür[72]. Bu hadise hakkında Cemaleddin Afganî taraftarları veya muhalifleri arasındaki tartışmalar[73] konusunda kat’i bir kanaat oluşabilmesinin, bir ölçüde yeni belgelerin bulunmasına bağlı olduğunu söyleyebiliriz.
Bu arada, Dârulfünûn Müdürü Tahsin Efendi, “bazı sebepler”den dolayı görevinden alınarak yerine Maarif Nezareti muavinlerinden Kâzım Efendi muvakkaten tayin olunmuştur[74].
1287 senesi Ramazan ayındaki Dârulfünûn konferanslarının bu şekilde büyük bir hadiseye sebebiyet vermesi üzerine, Dârulfünûn’un ilga olunacağı hakkında bir takım şayiaların çıktığı görülmektedir. Her ne kadar bu şayialar Maarif Nezareti tarafından tekzip edilmiş ise de[75], ilk açılışında gösterilen rağbetin azalmasına da sebep olmuştur.
Türk maarif tarihi ile ilgili yazılarda, umumiyetle bu hadiseden sonra Dârulfünûn’un kapatıldığı fikri hakimdir. Bunun başlıca sebebi ise, Safvet Paşa nın 17 Mart 1879 tarihinde Sadullah Paşa’ya yazdığı bir mektuptur.[76] Paris sefiri Safvet Paşa’nın aynı tarihlerde Berlin sefiri olan Sadullah Paşa’ya Dârulfünûn’un açılış merasiminde meydana gelen hadiseler hakkında gönderdiği mektupdaki açıklamalarda bazı karışıklıklar bulunmaktadır. Dârulfünûn’un açılış merasiminde bulunan Safvet Paşa mektubunda, “Benim, Münif Efendi ve Cemaleddin Afganî tarafından okunan nutuklar Türkçe yazılı olduğu halde bunları Kur’an Ayeti ve Hadis-i Şerif zanneden Murad Molla Tekkesi şeyhinin ellerini kaldırıp duaya başlaması”[77] ibaresinden Safvet Paşa’nın zaman içerisinde hadiseleri unuttuğunu göstermektedir. Çünkü daha önce de belirttiğimiz ve Takvim-i Vekayı’de de görüldüğü gibi Dârulfünûn’un açılışında son konuşmayı Afganî Arapça olarak yapmıştır. Özetini daha önce verdiğimiz bu konuşmanın dinî motiflerle süslü ve heyecanlı bir şekilde okunmasının arkasından, merasimin sonunda dua etmekle görevlendirilen şeyhin duaya başlamasında şaşılacak bir şey yoktur. Böyle olduğu halde Saffet Paşa, bunu “mechulu’l-efkâr ve’l-ahvâl bir Afganlının sun’-ı Huda olduğunu murád ederek Nübüvvet bir sanattır demesi binbir güçlükle vücuda getirilen bir medrese-ı cedide-ı ilmiye hin ilgasına mucib oldu” şeklinde ifade ettiği, Afgani’nin 1870 Ramazan'ında Dârulfünûn’da yapmış oldığu diğer konuşmasıyla karıştırarak, ikinci Dârulfünûn teşebbüsünün başarısızlıkla sonuçlanmasını böyle basit şekilde izah etmeyi ve klâsik bir suçlama tarzı olarak, meseleyi ulemânın cehalet ve taassubuna bağlamayı tercih etmiştir.
Dârulfünûn’da ikinci Ders Yılı
İkinci sene derslerine 22 Ocak 1871 (19 Şevval 1287 Pazartesi) günü başlanmıştır[78]. Kâzım Efendi’nin müdürlüğünde başlayan ikinci senenin ders programı şöyledir[79]:
Görüldüğü gibi bir önceki yıl ders programından bir çok dersler çıkartılırken, sadece Dârulfünûn eski müdürü Tahsin Efendi tarafından konulan rik’a dersi ilâve edilmiştir.
Maarif Nezareti, Dârulfünûn’a rağbeti arttırmak için nizamname şartlarını hafifletip, Dârulfünûn’a girişi kolaylaştırmaya çalışmıştır. Maarif Ne- zareti’nin bu hususta yayınladığı yazıda, “Dârulfünûn’un her ne kadar istenilen seviyeye ulaşamamış ise de, açılışından bu yana ilmin yayılmasında önemli bir rol oynadığı” belirtilmiştir. O güne kadar elde edilen tecrübelere dayanılarak derslerin yeniden düzenlenmesi lâzım gelmiş ve duruma göre talebenin ihtiyacına daha uygun şekilde yeniden tertip edilmiştir. Ders günleri ve saatleri ayarlanmış ve ilm-i mevalid ve astronomi dersleri ilâve edilmiştir. Ayrıca derslerin herkesin anlayacağı ölçüde daha basit işlenmesi düşünülmüştür [80].
Bu ayarlamalardan sonra Dârulfünûn ders programı, halkın ve özellikle memur kesiminin dersleri takip edebilmesi de göz önünde bulundurularak Takvim-i Vekâyı’de neşredilmiştir. Bu ders cetveli 16 Ocak 1871 (1 Şaban 1288) tarihine kadar bir kaç defa ilân edilmiştir [81]:
Derslere devam edenlerin, burada okutulan dersleri rahatça anlayacak seviyede olmadığı anlaşılmaktadır. Aynı zamanda, Dârulfünûn’a devam etmek isteyenlerin, artık aranılan şartlara uyması mecburiyeti kaldırılmış ve hiç bir muamele yaptırmaksızın derslere girmesi kolaylaştırılmıştır. Bu durum Dârulfünûn’un ne seviyede olduğunu bize açıkça göstermektedir. Dönemin levanten gazetelerinde ise Dârulfünûn’un eğitim derecesinin çok düşük olduğu belirtilmekte hatta. The Levant Herald gazetesi, Dârulfünûn’da okutulan matematik dersinin normal ilkokul matematiğinden biraz daha gelişmiş olduğunu söylemektedir[82].
Elimizde yeterli miktarda kaynak olmadığından bu yıl (1871) sonunda kaç talebenin yeniden kayıt yaptırmış olduğunu bilememekteyiz. Ancak Nisan 1871’de, Dârulfünûn’da yeniden halka açık konferansların verilmeye başlanması ve yeni dönemde ders saatlerinin erkene alınması Dârulfünûnun programlarında bazı değişikliklerin olduğunu ve daha az rağbet gördüğünü düşündürmektedir.
10 Şubat 1872 (t Zilhicce 1288) tarihli Hakayıku’l-Vekayı gazetesindeki “Dârulfünûn’da ne hakkıyla tedrise ne de layıkıyla tahsile muktedir muallim ve talebe bulunamayıp akibet tatil edildi"[83] ibaresi Dârulfünûn’un kapatıldığını açıkça ifade etmekte ise de, derslerin bir yıl daha devam ettiğini Devlet Salnamesi ndeki ders programından anlamaktayız.
1289 (1872) Senesi Devlet Salnamesi’nde yer alan bilgilerden Dârulfünûn müdürlüğüne, Kazım Efendi’nin yerine, yine müderrisinden Hilmi Efen- di’nin getirildiği ve o yalın ders programının da önceki programlara göre çok değişmiş ve ders sayısının azalmış olduğu anlaşılmaktadır. Talebe mevcudu ise yüz kişiden ibarettir. Ders programında, matematik hocası Miralay Hafız Bey, coğrafya hocası Kolağası Arif Efendi, tarih hocası Ahmet Hilmi Efendi, Farsça hocası Abdurrahman Efendi, Arapça hocası Hamid Efendi, komposizyon (inşa) hocası Sadık Bey, rik’a hocaları Naşid Bey ve Tayyar Efendi bulunmaktadır[84].
Bilinen son Dârulfünûn ders programı 1290(1873) Senesi Devlet Sal-namesinde görülmektedir. Bu programda, matematik dersi hocası Hafız Paşa, inşa hocası Sadık Bey, coğrafya hocası Arif Efendi, Arapça hocası Hamid Efendi, tarih hocası Ahmed Hilmi Efendi ve rik’a hocası Tayyar Efendi’dir[85]. Bu salnamede Dârulfünûn müdürü yine Hilmi Efendi olup talebe sayısı ise yetmişüç kişiye inmiştir. Bu tarihten sonra Devlet salnamelerinde Dârulfünûn ders programları yer almamaktadır.
1870-73 yılları arasında, kesintisiz eğitim verdiği anlaşılan bu ikinci DârulFünûn’dan veya şubelerinden talebe mezun olup olmadığı bilinmemektedir. Ayrıca bu müessesenın faaliyetlerinin ne şekilde bittiği henüz tam olarak açıklığa kavuşmamıştın 1293 (1876) senesinden sonra salnamelerde, Galatasaray Mekteb-i Sultanî’nin ders programı arasında Dârulfünûn ders programına da yer verildiği görülmektedir. Halen üzerinde çalıştığımız ve üçüncü teşebbüs olarak telakki edebileceğimiz, Galatasaray Sultanî’sinde teşkil edilen bu Dârulfünûn’dan, kısaca bahsetmek istiyoruz.
1872 tarihinde Galatasaray Sultanî’si Gülhane’de bir binaya taşınınca, Ahmed Cevdet Paşa bu okulda okutulan hukuk dersine Mecelle’nin de ilâve edilmesini istemiştir. Akabinde Maarif Nazırı Safvet Paşa’nın destek ve himayesinde bu mektepte üç şube halinde Hukuk, Edebiyat ve Turuk ve Meabir Yüksek mekteplerinin açılması kararlaştırılmıştır[86]. 1874-75 ders yılında ilk olarak Hukuk mektebinde öğretime başlanmış diğer bölümler ise daha sonra açılmıştır. Ocak 1876’da bu Hukuk ve Turuk ve Meabir “yüksek mekteplerine” dair bir nizamname ve ders programı hazırlanmış ve Düstûr’da yayınlanmıştır[87]. Nizamnamede bu bölümlere “yüksek mektepler” deniliyor ise de 1293 (ı876)’dan sonraki Devlet Salnamelerinde bu mektepler dârulfünûn olarak zikredilmektedir. Maalesef bu teşebbüs de uzun ömürlü olmamış ve birkaç yıl sonra kapanmıştır.
Bir sonraki Dârulfünûn kurma teşebbüsü, Sultan ikinci Abdulhamid’in yirmibeşinci cülus yıldönümü vesilesiyle 1900 yılında yine İstanbul’da gerçekleşmiştir.
***
Tanzimat döneminde medreseden farklı yeni bir ilim müessesesi olarak halk eğitimi planlaması dahilinde ele alınan İstanbul'da Dârulfünûn kurulmasının safhalarını özetleyecek olursak, Dârulfünûn’un ilk kurulma teşebbüsünde hedefinin ne olduğunun tam olarak anlaşılmadığını görüyoruz. Burada, Tanzimat öncesi dönemde, meslekî yüksek eğitim veren müesseselerden “mütefennin zabit” yetiştirme hedefinden farklı olarak, daha çok yeni tip bürokrat “münevver memur” yetiştirme gayesinin ön planda tutulmuş olduğu görülmektedir. Daha sonra ise Dârulfünûn, her türlü bilimin okutulabileceği bir yer olarak görülmüştür. Bu ilk teşebbüste, kuruluş ve işleyişine dair bir nizamnamesi bulunmayan Dârulfünûn, halka açık konferanslar vermek suretiyle faaliyette bulunmuştur.
Ait yapısı olamayan ve ülkede ilk defa kurulması düşünülen bu eğitim ve bilim müessesesi için gerekli hazırlıklar planlı ve sistemli bir şekilde yürütülememiştir. Kurulmasının ilk düşünüldüğü günlerde ( 1846) Dârulfünûn’un Bâb-i âli ketebesinden bir grupla vakit geçirmeden mevcut binalarda işe başlanması istenmiştir. Daha sonra inşaatı ondokuz yıl süren (1846-1865) üç katlı 125 odalı, kütüphanesi, müze ve laboratuarı olan büyük bir binada kurulması yoluna gidilmiştir. Külliyetli miktarda paralar harcanarak yapılan ve Vakanüvis Ahmed Lütfı Efendi’nin “cesim bina" olarak vasıflandırdığı binanın, ancak bir köşesinde halka açık dersler (1863) verilebilmiştir. Osmanlı bürokrasisi kurduğu bu büyük binaya daha inşaatı tamamlanmadan el koymuş ve bina tamamlandığında, Dârulfünûn tek faaliyeti olan halka açık konferanslarına, başka yerlerde devam etmek mecburiyetinde kalmıştır.
Yirmidört yıla yakın bir zaman devam eden bu birinci teşebbüste, yüksek eğitim için gerekli hazırlıkların tamamlanması hususunda yapılan çalışmaların gereği gibi yürütülmediği anlaşılmaktadır. Bunun en bariz örneği, Dârulfünûn’a gerekli ders kitaplarını, telif veya tercüme yolu ile hazırlamakla görevlendirilen Encümen-i Daniş’in (1851’de kuruluşundan ı86o?’a kadar) kendisinden bekleneni başaramaması olmuştur. Dârullunûn’un ihtiyacı olan ders kitaplarının tercümesi işiyle, birinci teşebbüste kurulan Encümen-i Danış örneğinde olduğu gibi, ikinci te-şebbüste Tercüme Cemiyeti görevlendirilmiştir.
Dârulfünûn için yapılan ilk “büyük" bina tamamlandığında bu bina başka nezaretlere tahsis olunduğundan, daha “küçük” ikinci binanın inşaatına başlanmıştır. Yeni bina eskisine nazaran daha hızlı bir şekilde bitirilmiştir (1865—1869). İnşaat müddetince halka açık derslerin başka yerlerde sürdürülmesi, Osmanlı Devleti’nin Dârulfünûn kurma hususundaki azmininin ve kararlılığının devam ettiğini göstermektedir. Fakat, bu yeni müessesenin tam bir tarife ve net bir tavsifi yapılmadan, devletin büyük binalar inşa etmeye ve bu iş için külliyetli miktarda para harcamaya yönelmiş olduğu da görülmektedir.
1870’deki ikinci Dârulfünûn kurma teşebbüsünde, her ne kadar Fransa’dan bir nizamname aktarma yoluna gidilmiş ise de, bu nizamnamenin esasları tam olarak uygulanamamıştır. Öncelikle Devlet bu yeni müesseseyi sağlam malî kaynaklara kavuşturamamıştır.
Nizamname esaslarından farklı olarak, eldeki imkânlar nispetinde yeni ders programlan hazırlama yoluna giden Dârulfünûn idaresi, kayıtlı talebeleri ve derse dinleyici olarak katılanlarla yürüttüğü dersler ve Ramazan aylarında halka açık verilen konferanslar şeklinde eğitim faaliyetlerini sürdürmüştür.
Yeterli orta öğretim görmüş talebenin bulunmamasından başka, kâfi derecede eğitim kadrosuna da sahip olmayan devlet, bu eksikliğini diğer değişik eğitim müesseselcrinde bulunan yerli müslüman ve gayri müslüm hocalarla karşılamaya çalışmıştır. Sultan ikinci Mahmud zamanında Mekteb-i Tıbbiye açılırken bu müessesenin başına Avrupa’dan bir uzman hoca getirtilmiş olmasına rağmen, daha sonra kurulmuş olan bu yeni müesseseye Avrupa’dan her hangi bir yabancı hoca getirtilmesinin düşünülmediği görülmektedir. Nitekim Dârulfünûn’a fizik deneyleri için Avrupa’dan laboratuar malzemeleri alınırken bu malzemeleri kullanacak bir uzman getirıilmediği görülür.
Bu ikinci teşebbüse, Dârulfünûn’da bir laboratuar ve bir kütüphane kurulması da planlanmıştır. Kurulacak olan laboratuar için Avrupa’dan fizik ve kimya deney âlet ve edevatının satın alınması, teşebbüsün hakikaten İlmî bir yaklaşımla ele alındığının delilidir. Modern bilimin deneye dayalı olduğunun farkına varılmış olmasına rağmen. Kütüphane için, araştırma neticelerinin bulunduğu periyodiklerin satın alınmasından vazgeçilmesi, ders kitaplarıyla yetinilmesi ve ayrıca Batı’nın temel bilim kaynaklarının değil, daha ziyade satın alınan ders kitaplarının tercüme edilmesi, Dârulfünûn'un İlmî hüviyetini ortaya koymaktadır.
Dârulfünûn’un dört yıllık bir eğitim faaliyetinin olduğunu tespit etmemize rağmen bu süre içerisinde bu müessesenin mezun verip vermediğini henüz bilmiyoruz.
Genellikle, 1870’te Ramazan konferanslarında Cemaleddin Afganî’nin sanaat üzerine yapmış olduğu konuşmanın sebebiyet verdiği hadiselerden, sonra Dârulfünûn’un kapatıldığı yolundaki görüşlerin aksine, biz bu müessesenin 1870-1873 yılları arasında eğitim faaliyetlerini sürdürdüğünü tespit etmiş bulunmaktayız. Ancak yine de 1873 yılından sonra niçin ve ne şekilde kapandığı net ve açık olarak bilinmemektedir. Kapanmasındaki amillerin başında, malî imkânsızlıklar ve yeterli talebe ve hocanın bulunmaması gibi meseleler olduğunu söyleyebiliriz. Ayrıca Dârulfünûn’da okutulmakta olan derslerin aynı şekilde meslek adamı yetiştiren Dârulmualli- mîn, Darulmuallimat, Mektebi Mülkiye ve İdadiler gibi orta dereceli mekteplerde de okutulmasının ve bu mekteplerin, talebeler ve ebeveyn tarafından daha fazla tercih edilmesinin bunda etkili olduğu söylenebilir.
DÂRULFÜNÛN KRONOLOJİSİ
Ocak 1845 Sultan Abdulmecid’in Meclis-i Vâlâ’yı ziyareti
13 Mart 1845 Meclis-i Muvakkat’ın kurulması
19 Şubat 1846 Geçici Meclis’in layihalarına dayanarak Meclis-i Vala’nın, ilk defa Dârulfünûn’un kurulmasından bahseden mazbatası
Nisan 1846 Sultan Abdülmecid’in Rumeli seyahatine çıktığı sırada Dârulfünûn’un ve Daimî Maarif Meclisi’nin kurulmasını emretmesi
20 Temmuz 1846 Daimî Maarif Meclisi’nin kurulması
Eylül 1846 Daimî Meclis’in biraz daha tekâmül etmiş bir Dârulfünûn kurulması fikrinin yer aldığı layihası
Kasım 1846 Dârulfünûn binasının inşaası için Mimar Fosatti ile mukavele yapılması ve inşaatin başlaması
9 Ocak 1847 Mekâtib-i Umumiye Nezareti’nin kurulması
17 Eylül 1850 Dârulfünûn binası inşaatına Mimar Ahmed Efendi’nin getirilmesi
15 Temmuz 1851 Encümen-i Dâniş’in Kurulması
29 Nisan 1857 Maarif-i Umumiye Nezareti’nin kurulması
Nisan 1861 Cemiyet-i İlmiye-i Osmaniye’nin kurulması
Ağustos 1861 Binanın 2. ve 3. katlarının tamamlanması
13 Ocak 1863 Dârulfünûn'da Derviş Paşa’nın dersiyle halka açık konferansların başlaması
24 Ocak 1863 Sadrazam Fuad Paşa’nın Dârulfünûn’a derse gelmesi ve konuşması
16 Şubat 1863 Salih Efendi’nin Tabii İlimler Dersinin başlaması
17 Şubat 1863 Ahmed Vélik Efendi’nin Tarih Dersinin başlaması
25 Nisan 1864 Sadrazam Kâmil Paşa’nın Salih Efendi’nin Dersini dinlemeye gelmesi
Mart 1865 Dârulfünûn binasının inşaatının tamamlanması ve Maliye Nezaretine tahsisi
26 Mart 1865 Dârulfünûn için yeni bir binanın inşaasına başlanılması
19 Nisan 1865 Dârulfünûn derslerine Çemberlitaş’taki Nuri Paşa konağında yeniden başlanması
8 Eylül 1865 Hoca Paşa yangını ve bu yangında Dârulfünûn’un yanması
Mart 1869 İkinci Dârulfünûn binasının inşaatının tamamlanması
Nisan 1869 Maarif-i Umumiye Nizamnamesinin yürürlüğe girmesi
8 Nisan 1869 Tahsin Efendi’nin Dârulfünûn müdürlüğüne tayini
30 Ağustos 1869 Safvet tarafından hazırlanan ilk Dârulfünûn ders programı
9 Ekim 1869 Dârulfünûn’a giriş imtihanının açılması
2 Aralık 1869 Dârulfünûn’da Ramazan ayında Tahsin Efendi tarafından tertip edilen halka açık konferansların yapılması
2 Şubat 1870 Dârulfünûn hocalarının tayini
21 Şubat 1870 Dârulfünûn derslerinin başlaması
5 Ağustos 1870 Birinci sene sonu imtihanlarının yapılması
Aralık 1870 Dârulfünûn'da Ramazan ayı konferanslarının açılması ve Afganî’nin konuşması
10 Aralık 1870 Tahsin Efendi’nin Müdüriyetten azli ve yerine Kâzım Efendi’nin tayini
22 Ocak 1871 İkinci ders yılının başlaması
23 Nisan 1871 Dârulfünûn’da halka açık konferansların başlaması
1872 Bilinen en son Dârulfünûn ders programı