Josef von Hammer-Purgstall (1774-1856), yaz aylarını geçirdiği Hainfeld şatosunda, 12 Eylül 1841'de Erinnerungen aus ıneinem Leben ( = Hayatımdan hatıralar) başlığı altında geçmişini yazmağa başlamıştı. Hammer’in ince el yazısı ile 246 defteri dolduran bu hatıralar 29 Eylül 1852’de, yâni 21 Kasım 1856'da vuku bulan ölümünden dört yıl önce kesilmektedir. Bu hatıralara, Hammer tarafından çeşitli dillerde yazılmış, 800 kadar mektup da eklenmişti. Hatıralar bugüne kadar tamamı ile yayınlanmadı. Ancak bunlar kısaltılarak, Reinhart Bachofen von Echt tarafından 600 sahifelik bir kitap halinde, Viyana Akademisinin yayınları arasında, 1940 yılında basılabildi[1].Bu hatıraların bilhassa ilk bölümleri gözden geçirildiğinde, bu Avusturyalı Doğubilimci (Orientalist)nin, vakit bulduğunda seyahatler yapmağa ne kadar meraklı olduğu görülür.
Daha 1798’de henüz 24 yaşındayken, Avusturya’nın güneyine Trieste'ye kadar bir gezi yapmış ve bu yolculukta gördüklerini 1800’de yayınlamıştı. Bu kitabın ikinci baskısı 1822’de yapılmıştır[2]. Hammer’in 1799’da İstanbul'daki Avusturya elçiliğinde görevlendirilmesi ile, onun Osmanlı İmparatorluğunu ve dolayısıyla Türk topraklarını ve kültürünü yakından tanıması mümkün oldu, 1 Temmuz 1799’da Varna’dan bir yelkenli ile Karadeniz’e açılan Hammer beş gün sonra, İstanbul Boğazından içeri girer. İki kıyıda gördüğü ve onu Doğu ile ilk defa karşı karşıya getiren manzara karşısındaki duygularını 42 yıl sonra bile şu kelimeler ile açıklar: “.... gözlerim kamaşmış, şaşırmış, hayran kalmıştım..." (ich war geblendet, erstaunt, entzückt) [3]. İstanbul'daki politik çekişmeler ve hatta kendi memleketinin elçiliği çatısı altındaki anlaşmazlıklar, kıskançlıklar, entrikalar arasında Hammer, "...bir mimari fantezinin düzensiz bir örneği, Binbirgece masallarından sanki rüyada görülmüş bir tablo..."(...ein regelloses Bild arehilektoniseher Phantasie, ein hingetraumles Gemalde aus Tausendundeiner Nacht) gibi olan yedi tepe üzerine kurulmuş İmparatorluk şehrini (Kaiserstadt) tanımağa çalışır[4]. Bu husus da kendisine yardımcı olan iki kişi vardır. Bunların ilki, şehrin modern anlamda ilk topografik bir haritasını çizmiş olan Fransız mühendisi Kaufler [5], diğeri ise Saray bahçesinin Alman bahçıvanı Ensler’dir ve onun yanında meşhur ressam Melling ile de tanışır[6]. Böylece, gerek Topkapı Sarayına gerek Boğaziçi'ndeki yeni saraylara girmek imkânını bulur. Bu arada sabahları elçilik kançılaryasında çalışmakta, akşam üstleri Büyükdere kıyılarında genç kızlarla (herhalde Rum kızları) piyasa yapmakta ve bu surette sabahları yaşlı Halepli bir kadından Arapça, akşamlan Grekçe öğrenmektedir.
Hammer, hatıralarında Doğu ve Asya’ya sevgisini ilgi çekici bir biçimde anlatır; bir kayıkla Boğaziçi'ni geçip Anadolu yakasında Hünkâr iskelesine çıktığında, ilk defa ayak bastığı ve kendisinin manevî vatan olarak kabul ettiği Asya toprağına kapanır ve öper, (çum erstenmal betrat ich den Boden Asiens, beım Aussleigen aus dem Kajak warfich mich zu Boden und küsste die Erde al s die meınes geistıgen Vaterlandes) [7].Hammer bir taraftan İstanbul ve çevresinde gezip, dolaşırken bir taraftan da “... hayatında sonraları başka hiçbir kütüphanede yaşamadığı derecede bir gayret ve öğrenme hazzı ile, Bahçekapı’daki Sultan 1. Abdülhamid kütüphanesindeki elyazmaları üzerinde çalışır, basma ve yazma kitaplar (500 kadar yazma toplamıştır) satın alır “büyük bir merakla büyük kamu yapılarını, tesislerini” gezer, inceler. Hammer bütün bu malzemeyi, gerek yazmalardan gerek gezintilerden elde ettiği bilgileri sonraları İstanbul hakkındaki büyük kitabında kullanacaktır.
Hammer, Türk topraklarında ilk seyahatini görevli olarak 1800 yılında yapar. Bir posta tatarı kıyafetini giyerek (mavi şalvar, kısa çepken, sarı kalpak) İstanbul'dan ayrılır. Çekmeceler, Silivri, Tekirdağı üzerinden Çanakkale’ye gider, buradan Trova’yı ziyaret eder. Çanakkale'den bindiği bir yelkenli onu Sakız adasına götürür; ertesi gün de buradan Rodos’a geçer. Buradan maceralı bir deniz yolculuğu ile Kıbrıs’ın Limassol limanına uğrar, nihayet bir tüccar gemisi ile İskenderiye’ye gitmek üzere yola çıkarsa da Mısır sularındaki abluka yüzünden geri döner. Nihayet bir İngiliz savaş yelkenlisi ile yeniden yola çıkar. On gün İskenderiye’de kalan Hammer, tekrar Rodos’a döner. Burada Hammer’in Osmanlı ve İngiliz donanmaları ve komutanları arasında çapraşık diplomatik bir faaliyeti vardır. Bu vesile ile Türk donanması başındaki Kapudan-ı Derya Küçük Hüseyin Paşa ile de sık sık görüşmeleri olur. Kıbrıs sularında iken Hammer, Bafda İngiliz amiralinin yardımı ile küçük bir kazı da yapar, söküp çıkardığı bazı antik parçaların birini yakın dostu olan Amiral Sir Sidney Smith (1764-1840)’e hediye eder, diğerini de Viyana’ya gönderir.
Hammer bu seyahatine dair notlarını "Doğu’da yapılan bir seyahatle toplanan topografık görüntüler"başlıklı 190 sahifelik bir kitapta toplamış ve içinde bakır üzerine hakkedilmiş desen, harita ve resimler bulunan bu eser 1811 ’de Viyana’da basılmıştır[8]. Bu kitabın baskısı tamamlandıktan sonra Devlet sansürünün iznini almak gerekmiş ve bunun için Hammer hayli bekledikten sonra, Grafvon Sickingen’in aracılığı ile bu izni iki ay sonra elde edebilmiştir. Bir kaç ay sonra da imparatora, bir kabul sırasında kitabını bizzat takdim etmiştir. Kitabın ilk bölümü evvelce adı Perinthos olan Marmara (veya Trakya) Ereğli : Herakleia)’si hakkındadır (s. 1-3). Burada Hammer, Antik kalıntılara meraklı bir arkeolog gibidir. Kasabanın ortasında yükselen bir tepede eski bir mabedin kalıntısını bulduğunu belirtir. Bu mabet Bizans devrinde bir kilise biçimine sokulmuş ancak bu da elli yıldır harap bir halde olup, kubbesinin bir bölümü çökmüş, her tarafında otlar çıkmıştır[9]. Henüz bu yıllarda Hammer, Antik çağ tarihi ve kitabelerine meraklıdır. Hatıralarında anlattığı Büyükçekmece köprüsünün kitabesinin kopyasını almağı ihmal etmekte buna karşılık, Ereğli’de bulduğu eski gerekçe kitabe parçalarını kitabının sonunda aynen vermektedir. Trova ovası hakkındaki ikinci bölüm (s. 4-48) hayli uzundur ve İlkçağın başta Homer olmak üzere kaynaklarından derlenen parçalar ile zenginleşmiştir. Sakızadası'na dair olan üçüncü bölümde (s. 49-60) halkı Yunanlı olan bu adanın Osmanlı idaresindeki durumu, coğrafyası, halkının yaşama biçimleri, evleri, ticaretleri, İdarî sistemleri özetlenmiştir. Dördüncü bölüm Rodos adası (s. 61-90)’na dairdir. Burada Hammer adanın idaresi hakkında biraz bilgi verdikten sonra şövalyelerin hatıraları üzerinde etraflıca durarak sarayları, kaleyi, limanları, sokakları, kiliseleri anlatır. Ancak bunları tarif ederken, Hammer Avrupalı ve Hıristiyan olduğunu hatırlamakta ve buralardan izlerini bırakarak yüzyıllar önce gitmiş olan Saint-Jean şövalyelerinin arkasından âdeta eziklik duymaktadır. Hatta o kadar ki, Hıristiyanların Fileromo, Türklerin Sünbüllük olarak adlandırdıkları tepedeki bir harabenin aslında Meryem adına bir kilise olduğunu ve bunun Kanunî Sultan Süleyman tarafından bir hamama (l)çevrilmiş olduğunu, böylece ”... temiz bir ibadet yerinin, gizli şehvet oyunları mekânına...’ dönüştürülmüş olduğunu hınçla vurgular.[10]. Halbuki bu yazdıkları tamamen gerçeğe aykırıdır. Burası bir Bizans manastırıdır ve 1522’de Kanunî Süleyman karargâhını burada kurmuş ve ada alındıktan sonra burası terkedilmiştir [11] . Hammer hemen arkasından iki bin kadar elyazmaları ile dolu, Hafız Ahmet Efendi’nin 1793/4’de vakfettiği kütüphaneden bahseder ve buranın kurucusunun Cezzar Ahmet Paşa’nın gazabına uğrayarak idamını üzüntü ile kaydeder. Ancak burada Hammer, Viyana’ya elçi olarak giden ve Rodos’da sürgün olup 1799’da idam edilen Ebubekir Ratıp Efendi ile Ahmet Efendi’yi karıştırır gibidir. Hammer bütün Doğu ve İslâm tarihine olan merakına rağmen bu kütüphane dışında Rodos’da ki
Kitabın beşinci bölümü, Rodos’dan geçtiği karşıdaki Antik Telmissos olan Makri (Fethiye)’ye dairdir (s. 91-117). Makri Güney-Batı Anadolu'da antik bir şehirdir. Türklerin Meğri olarak adlandırdıkları bu yerde birçok antik kalıntılar vardır. Kitabına Meğri kalesinin bir de güzel gravürünü koyan Hammer, buradaki Antik lâhitlere karşı büyük bir ilgi duyar, bunları ve mezar odalarını sınıflara ayırarak her birinin özelliklerini uzun uzadıya anlatır. Burada da Türk kültürü ile ilgili olarak kısaca anlattığı tek şey yol kenarlarındaki, küçük vakıf su sarnıçlarıdır. Kitabın altıncı bölümü çok kısa olup Yafa hakkındadır (s. 118-120); son yedinci bölüm ise Kıbrıs'a (s. 121156) ayrılmıştır. Burada Hammer yalnız ve yalnız. Antik çağdan kalan izler ve hatıralar ile ilgilenmiştir. Sadece Larnaka yakınında elli yıl kadar önce bulunan bir eski mezarın, halk rivayetleri ile kutsal bir türbe ve ziyaret yeri durumuna geldiğine işaret eder[14]. Kitap, çeşitli yerlerden derlenmiş hepsi de antik çağa ait kitabeler ile (s. 159-190) sona erer.
Görülüyor ki Hammer'in bu eserinde, onun ileride kendisini vereceği bilim dalına işaret eden hiçbir şey yoktur. O tarihlerde geleceğin büyük Doğubilimcisi henüz, aynı yılların Batılı seyyahlarının hemen hepsi gibi Antik medeniyetin izlerinin arayıcısıdır.
Hammer, bu kitabın basıldığı yıllarda bize daha yakın olan başka bir konuyu da ele almış bulunuyordu. Freiherr B. von Jenisch (1734-1807) ile von Wallenberg’in toplamış oldukları İslâm elyazmalarını sahiplerinin ölümleri üzerine dağılmaktan kurtararak kendi kütüphanesinde birleştiren Doğubilimci ve Göttingen İlimler Akademisi şeref üyesi Polonyalı Kont Wensezlaus Severin Rzewusky (1765-1832)’nin koleksiyonunda bulunan bir elyazma onu ilgilendirmişti. Batıkların Hacı Kalfa olarak adlandırdıkları Kâtip Çelebi’nin meşhur Cihannûma adlı eseri Osmanlı devri Türk coğrafyasının baş kaynağı idi [15]. Hammer, Kont Rzewusky’nin kütüphanesinde, Kâtip Çelebi’nin bu önemli eserinin, müellif hattı veya düzeltmeleri ile bir nüshasına raslamıştı. Cihannûma, H. 1145 (1732/33)’de İbrahim Mütefcrrika’mn matbaasında basılmış olmakla beraber bu baskı tamam değildi [16]. Bunda Rumeli bölümü eksik idi[17]. Halbuki Rzevvusky elyazmasında Rumeli ve Bosna Beylerbeyliği bölümleri de bulunuyordu. Hammer, işte bu bölümleri Almancaya çevirmiş, başına Kont Rzewusky’e çok saygılı uzunca bir sunuş yazısı koymuş ve küçük bir cilt halinde Viyana'da 1812’de yayınlamıştır [18]. Sonraları hatıralarında Kont’un kendisine teşekkür olarak, iyi bir yarış atı hediye ettiğini ancak, buna bakacak maddî imkânları olmadığı için, hediyeyi kabul etmediğini bildirir[19].
Bu 198 sahifelik kitap da Edirne’den başlayarak, Osmanlı İmparatorluğunun Rumeli'deki topraklarının ve buradaki şehir ve kasabaların kısa tarifleri yer almaktadır. Etraflıca surette bütün camileri, medreseleri, kalesi, çarşıları ile anlatılan Edirne’den sonra Vize, Kırkkilise (yani Kırklareli), Silistre, Niğbolu, Vidin, Çirmen, Sofla, Gelibolu, Selânik, Köstendil,
Üsküp, Tırhala, Eğriboz, Mora, İnebahtı, Karhili, Yanya, Delvine, Avlonya, Elbasan, İşkodra, Ohri, Prizren, Vulçetrin, Dukagin, Alacahisar, Semendre sancaklarındaki başlıca şehir, kasaba ve ufak yerleşmeleri hakkında kısa bilgiler verilir. Bosna Beylerbeyliği bölümünde ise Bosna, Küs, Kirka, Izvornik, Hersek sancaklarındaki yerler anlatılmıştır[20 ]Kitabın son yirmi sahifesi Rumeli’nin şehirlerarası yollarının mesafeleri, Sultan I. Ahmed, IV. Mehmed’in yolculuklarının güzergâhları, bir Avusturya mühendisinin yol güzergâhı ile Hammer’in bir yol notuna ayrılmıştır. Bu sondaki listelerin Cihannûmadan alınmadığı, Hammer tarafından tercümeye eklendiği tahmin edilebilir. Kont Rzevvusky’nin 1832’de ölümünden sonra kitapları satıldığında, yazmaların bir kısmı Viyana’da Hofbibliothek (şimdi Nationalbibliothek)’e girmiş, bazıları Rusya’ya gitmiş, bazıları da ortadan yok olmuştur[21]. Bu yazmanın Viyana’dakilerden biri olduğu ileri sürülür (Nr. 1282). Cihannüma’nın Rumeli ve Bosna’dan bahseden ve Türkçe baskıda bulunmayan kısımları Kâtip Çelebi’nin eserinin birinci ve bitmemiş redaksiyonuna ait olarak görülür. Aynı eserin yine bitmemiş bir de ikinci redaksiyonu vardır. Fakat Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa'daki topraklarına dair verilen bu ansiklopedik bilgilerin ne kadar değerli oldukları azımsanamaz. Bugün hâlâ yeteri kadar tanınmayan bir yazmadan bu bölümleri bir yabancı dile çevirerek yayınlamak suretiyle Hammer’in yaptığı hizmet gerçekten çok büyüktür[22]. Ne kadar üzücüdür ki, Osmanlı İmparatorluğunun Avrupa'daki coğrafyasını tanıtan bu çok değerli kaynak bugüne kadar Hammer’in almanca tercümesinden başka bir yayına konu olamamıştır.
Hammer, İstanbul’da bulunduğu yıllarda, 1804'de bir Bursa ve İznik seyahati yapmış ve bunun notlarını Peşte’de 1818'de” İstanbul’dan Bursa’ya ve Olympos ( = Uludağ)’a ve buradan İznik ile İzmit üzerinden geriye dönüşde görülenler’’başlığı altında 200 sahifelik bir kitap halinde yayınlamıştır[23]. Hammer, hatıralarında bu Bursa seyahatnamesini, Topografya görüntüleri kitabının bir eki ( Seitenstück ) olarak tarif eder[24]. İstanbul’daki Prusya maslahatgüzarı Anton, Freiherr von Bielfeld ve İngiliz elçilik kâtibi Straton ile beraber yaptıkları[25] bu seyahatin hikâyesini Hammer Avusturya İmparatoriçesi Karoline Auguste’a sunmuştu[26]. İçinde bir kroki ile bir Bursa plânı olan kitabın başında esas seyahatname bulunmakta (s. 1 -166); bunun arkasından çeşitli notlar gelmektedir:
s. 167-170, Kâtip Çelebi’nin Cihannüma’sından Sakarya’nın Sabanca gölü ile birleştirilmesi hakkında verilen bilginin tercümesi.
s. 171-172, Vasıf Tarihi’nden, 1758'de aynı proje hakkında notlar,
s. 173-175’ yine Cihannûma’dan Hüdavendigâr sancağı hakkında yazılanların tercümesi.
s. 175-177, İzmid hakkında yazılanların tercümesi.
s. 178-182, yol güzergâhları,
s. 185-200, karşılaştığı ve kopyasını aldığı kitabeler.
Aradan geçen dört yıl içinde çok büyük bir ilerleme olmuş ve Hammer, önceki seyahatnamesinde yalnız antik kalıntılarla ilgilenirken, Osmanlı tarihinin beşiği olan Bursa’da Türk eserlerini görmeğe, tanımağa büyük bir gayretle girişmiştir. Deniz yolu ile Mudanya üzerinden Bursa’ya giden Hammer, önce Acemler çeşmesi ve Çekirge’yi anlatır. Kitabın ikinci bölümü ise Bursa’nın tam bir “turistik” kılavuzudur[27] . Hammer bu Türk şehrinin kalesini, kapılarını, kaplıca ve hamamlarını tarif eder, bu arada 16. yüzyıl şairlerinden Necati’nin bir şiirini de Almancaya çevirir. Eski Kaplıca, Kara Mustafa Paşa Kaplıcası, Yeni Kaplıca ve Kükürtlü hakkında gördüklerini yazdıktan sonra camilere geçer, ilk olarak Ulu Cami’yi anlatır. Bu vesile ile bazı bilgiler verir ki, bunlar caminin tarihçesi için ilgi çekicidir. Meselâ, Hammer’e göre buradaki şadırvan Müftü Aziz Efendi tarafından yaptırılmıştır. Sol minarenin şerefesinde ise, artık su akmayan bir fıskiye vardır. Çekirge’deki Murad Hüdavendigâr imareti mimari bakımdan o kadar başka Türk eserlerinden farklıdır ki, bunun mimarı Hammer’e göre bir Batılı olmalıdır. Bu sırada Yıldırım Bayazıd İmareti yanındaki medrese harap ve bakımsız bir haldedir. Fakat Hammer in hayranlıkla anlattığı yapı. I. Mehmed’in eseri olan Yeşil Cami’dir. Bu yapının mermerlerini ve yazılarını “ayna gibi parıldayan madenleri” andırdığını belirtir. Civarda açık bir “musalla, yani bir namazgah vardır. Sonra Muradiye'den bahsederek, diğer camilere ve başlıca tekkelere (Mevlevihane, Emir Sultan, Üftade, Abdal Murad vs...) geçer. Bir vakitler sarayın bulunduğu yer Tophane olmuştur. Yerinden şehre ve ovaya hâkim bir manzara vardır. Fakat içerisi bir mezbeledir. Ancak plân belli olmakta, hamamlar, bahçe, kasırlar ve çeşmelerin kalıntıları, duvar yıkıntıları sezilmektedir. Burada, bilhassa Haremden bahsederken Hammer romantik ve üzgündür[28]. Bursa’da o sıralarda kale içindeki evler de harap ve bakımsızdır. Tophane de sebze bahçesi halindedir. Sokaklar boştur. Türbeleri anlatırken Osman ve Orhan Gazilerin eski birer Bizans kilisesinde yattıklarına işaret etmekle beraber, bunları ters anlattığım sanıyoruz[29]. Sonra Murad, Bayazıd ve en güzel türbe olarak Çelebi Mehmed'inkini (Yeşil türbe) tarif eder. O sırada bu türbe güzel bir bahçe içindedir, ve kapısı önünde, kubbesini aşan çok uzun iki selvi vardır. Ancak herşeye rağmen Orhan Gazi'ye Barbar sıfatını yakıştırmaktan kendini alamaz. Yatır ve âlimlerin türbelerinden bahsettikten sonra. Bursa evlerini taş, tuğla ve ahşaptan yapıldıklarını, bilhassa sokak köşelerinde, evlerin sivri köşelerinin zarif pahlara sahip olduğuna işaret eder. Bu mukarnaslı pahları o derece beğenir ki, kitabına bu mimarî unsurun acemice çizilmiş bir krokisini koyar. Nüfusun abartmalı olarak 100 000 Türk olduğunu, buna karşı 6000 Ermeni, 3500 Rum, 1200 Yahudinin yaşadığını bildirir. Bursa’lılar bazı yabancıların iddia ettiği gibi yabancı düşmanı değillerdir. Hatta onları heryerde dostça karşılamışlardır. Fakat çoğunun gözleri sakattır. Buna da Kaplıca suları sebep olmuştur. Hammer Bursa’daki ipek ticareti, kumaş ve peştamallar hakkında da bilgi vererek, idari durumunu da özetler.
Kitabın üçüncü bölümü 14-15 Ağustos’da çıkıp bir gece kaldıkları Olympos yani Uludağ'a dairdir. Bu vesile ile bazı yaylaları anlatır. Ve bunların adlarının nereden geldiklerini açıklar. Böylece Gazi yaylası, Çardak yaylası, Elmaçukuru yaylası hakkında bilgi verir. Türkiye'nin en büyük derdi olan orman tahribinden üzüntü ile bahsederek, odununu almak için ormanların yakıldığını söyler. Hammer, Uludağ’dan güneş batışının ihtişamını seyretmiş ve bunun için dağda gecelemiştir. Türkmenler onlara alabalık ve kuzu çevirmesi hazırlarlar Hammer'e göre en iyi alabalık Kırkpınar gölünden çıkar. İlgi çekici bir kaya kitlesi vardır ki buna Çoban kayası derler. Dağın iki zirvesi vardır. Bunlardan birinde eski bir Bizans manastırının kalıntıları o sıralarda hâlâ görülmektedir[30].
Bursa'dan dönüşün anlatıldığı dördüncü bölümde çevrenin coğrafyası üzerinde etraflıca duran Hammer, İznik gölünün etrafını, buradaki köyleri anlatır. Beşinci bölüm, İznik’e ayrılmıştır. Burada bu zengin tarihçeli kasabanın geçmişini arılattıktan sonra artık 200 evlik berbat bir köy halinde olduğuna işaret eder. İki cami ile bir kilise vardır. Evvelce Ayasofya kilisesi olan Orhan Gazi camii harap ve yarı yıkık durumdadır. Hammer İznik surları ve kapılarından bahsederken, Türklere taraftar bir tutuma girer, Bizans İmparatorlarının Roma çağına ait kitabeleri bozmuş olmalarına karşılık, Türklerin bu eski yazılara ilişmediklerini vurgular. Sarmaşıklarla kaplı surlar ise melânkolik bir güzelliğe sahiptir. İznik bölümünün sonunda, İznik dışında bir tepede görülen dev ölçülü Antik lâhit (Berberkaya)’ten de bunun bir krokisini vererek bahseder[31] ve İznik çiniciliğini de kısaca anar.
Altıncı bölüm İznik-İzmid yolu üzerinde gördüklerinin tarifidir. Delikli taşı, Beştaş adı verilen mezar anıtını görür. Çevreden gemi yapımı için devamlı ağaç kesildiğini belirtir. Karadeniz’e bağlama projelerini saçma (absurd)bulur. Sahifeler dolusu bu konu üzerinde durur, tenkit eder ve Romalı yazar Plinius’un bu konuda verdiği bilgilerin İznik Gölü değil Sabanca gölüne ait olduğu sonucuna varır. Ayrıca Türk devrindeki bu çeşit projeleri de özetler. Yedinci bölüm, İzmid ile körfez hakkındadır, İzmid'de eski bir kilisenin Orhan Gazi camii olarak kullanıldığına işaret eder[31a]. Burada muhteşem bir eser olan Pertev Paşa camiinden başka üç cami, Rüstem Paşa hamamı, Pertev Paşa’nın çok güzel ve ortasında bir de köşkü bulunan üstü kurşun kaplı bir de kervansarayı vardır. Bu köşk itibarlı kişilere mahsustur. Hammer ve yanındakiler de bu kervansarayda gecelerler [32]. Seyyah, o sıralarda da ziyaret edilen Yalova Kaplıcaları hakkında da bilgi verir. Sonra körfez boyunca sıralanan yerleşme yerleri, Hercke, Dil iskelesi, Tuzla, Gebze, Pendik ve Maltepe hakkında kısa bilgiler vererek Üsküdar’a ulaşır.
Bu kitabın sonundaki kitabe kopyaları arasında, Tekirdağı’nda gördüğü birkaç kitabe ilgi çekicidir. Aslında Topografya görüntüleri kitabında yor alması gereken bu kitabeler Tekirdağı kasabasında, Macar mültecilerinin küçük kilisesinde Prens Rakoczi ve yanındakilere aittir. Öbür kitabında, Hammer, bu kiliseye bakan yaşlı bir Macarın evinde kaldığını ve kitabeleri gördüğünü bildirir, ancak kopyalarını, Tekirdağı ile ilgisi olmayan bu ikinci seyahatnamesinde verir[33].
Josef von Hammer, Peşte’de 1822 yılında İstanbul ve Boğaziçi hakkında iki ciltlik kocaman bir eserde yayınlamıştır. Parma düşesi Marie Lousie’e sunulan, birinci cildi XXVIII + 626 + LXXII sahile ve büyük bir İstanbul plânı; ikinci cildi 534 + LXXIV sahile ve İstanbul Boğazı haritasından meydana gelen, toplam 1334 sahifelik bu büyük eser, İstanbul ve yakın çevresi hakkında toplu bilgi veren ilk genel kitaptır[34]. Hammer, İstanbul hakkında günümüze kadar yazılan kitapların başında yer alan bu ana eserde, sırası geldikçe Antik çağ ve Bizans tarihinden bahsetmekle beraber, şehrin içindeki ve çevresindeki Türk eserlerini, Türk kaynaklarından derlediği bilgilerle tanıtmaya çalışmaktadır. 1800’lerin yalnız antikiteler ile ilgilenen Hammer’i artık yoktur. Şehrin ve çevresinin coğrafyası, iklimi, bitki ve madenleri ile başlayan yazar, surlar, kapılar, limanlar, meydanlar, sokaklar, anıtlar, saraylar, devlet binaları, camiler, kiliseler, havralar, türbeler, tekkeler, imaretler, darüşşifa ve tımarhaneler, mektepler, medreseler, matbaalar, meyhaneler, kahvehaneler, hamamlar, çeşme, sebil, ve sarnıçlar, su yolları, bentler, su terazileri, çarşı ve pazarlar, bedestenler, kapanlar, han ve kervansaraylar, baruthane, dökümhane, tersane, çapa dökümhanesi, kışlalar ve kaleler bu muazzam eserin birinci cildinde ele alınan başlıca konulardır. Aynı cildin sonunda ise birçok gerekçe ve Türkçe kitabenin metinleri ile almanca tercümeleri yer almaktadır. Bunların arasında bugün en ufak izi bile kalmamış yapılara ait olanlar, bütün yanlış okunuş ve hatalı baskıya rağmen yine de önemli tarih belgeleridir[35].
İkinci ciltte. Hammer, İstanbul’un çevresini işlemekte, önce Trakya tarafından Büyükçekmece’den başlayarak hiçbir yeri unutmaksızın, Yeşilköy, Baruthane, Davut paşa, Topçular, Otakçılar, Çömlekçileri ve daha birçok yeri tariften sonra Eyüb'e geçmekte Alibey, Kâğıthane dereleri ve bunların kıyılarını anlatarak Halic'in yukarı kıyısını Karaağaçdan Tophane’ye kadar işlemektedir. İkinci büyük bölümde Kilyos’a kadar Boğaziçi’nin Rumeli yakası, üçüncü büyük bölümde ise, Anadolu fenerinden Kuzguncuk'a kadar Anadolu yakası yerleşme yerleri tarihçeleri ile tarif edilmiştir. Dördüncü bölüm, Üsküdar, Bulgurlu, Kadıköy ve Adalar’a dairdir. ,
Hammer bir İstanbul Ansiklopedisi mahiyetinde olan bu büyük eserini, İstanbul’u tanımak isteyen yabancılar için bir seyyah rehberi gibi tasarlamıştır. Nitekim ikinci cildinde s. 378’inden itibaren, mühendis Kauffer'den aldığı, altı güne bölünmüş bir gezi programına yer vermiştir. Kitabın son bölümü İstanbul’da o sıra karşılaşılan bu büyük imparatorluğun her bir köşesinden gelen insanların milliyetlerine ayrılmıştır. Hammer, ayrı bir başlık koymaksızın çeşitli meslek ve esnaf ile sanatkârları, Evliya Çelebi'nin birinci cildinden özetleyip Almancaya çevirerek eklemiştir. Ancak bunu metnin içinde ve listenin sonlarında (s. 52 1) bir vesile ile belirtir. Bunun arkasından da Osmanlı devletinin o sırada mevcut çeşitli resmi daireleri hakkında bilgi verir. Cildin sonunda yine birçok kitabenin, hepsi pek doğru olmayan kopyaları ve almanca tercümeleri yer alır. Bunların arasında da bugün artık kaybolmuş olanlar pek çoktur.
Hammer bugün bile aranılan ve başvurulan bir kaynak kitap olan bu eserini hazırlarken muhakkak ki şehri ve çevresini gezip dolaşmıştır. Ancak şehrin eski eserlerini ve tarihini iyi tanıyan bir uzmanın yer yer gözünden kaçmayan bir husus Hammer’in bu yer ve yapıların hepsini görmediğidir. Bazı yerler ve yapılar hakkında yazdıkları görgüye değil, kitabî bilgilere dayanmaktadır. Fakat ne olursa olsun bu aksaklıklar bu büyük eserin değerine gölge düşürmez. Kitabın sonundaki İstanbul plânı ise İstanbul da Fransız elçisi olarak bulunan ve etrafına topladığı araştırıcı, ressam, uzmanlar ile âdeta bir akademi kuran ve onların yardımcılığı ile muhteşem bir eser meydana getiren Comte de Choiseul-Gouffier nin yanındaki mühendis Fr. Kauffer’in meydana getirdiği ilk İstanbul plânıdır. Ancak esası 1776 da çizilen bu plân 1786 da düzeltilmiş, Hammer’in kitabı için 1821 de Barbie du Bocage tarafından yeniden düzeltmeler ve tamamlamalar ile basılmıştır. Aynı plânın sonraları Hammer’in Osmanlı tarihinin atlasında da basıldığı görülür[36]. Hammer, bu kitabı hazırlarken, İstanbul camilerine dair çok değerli bir kaynak olan Ayvansaraylı Hüseyin Efendi’nin Hadikatul-Cevâmî adlı eserini görmemiş ve tanımamıştır. Viyana ya döndükten çok yıl sonra İstanbul'dan ona bu eserin bir yazması gönderilmiştir[37]. Hammer, Osmanlı Devleti Tarihi’nin sonunda, 1830 da: “Eğer bu mükemmel eseri daha önce tanımış olsa idim, bunun tam tercümesini İstanbul ve Boğaziçi adlı kitabımın üçüncü cildi yapardım demekte” ve bu düşüncesini bir defa daha tekrarlamaktadır[38]. Çok sonraları Hammer bu eksikliği gidermek için, Hadikatül-Cevâmi'nin bir özetini hazırlamış ve bunu Osmanlı Devleti Tarihi’nin sonuna eklemiştir. Böylece Türkçe bilmeyen Batılı araştırıcılara İstanbul tarihi ve eski eserleri- hakkında eşsiz bir kaynak olan bu kitap dan kısıtlı biçimde de olsa, bir dereceye kadar faydalanma imkânını sağlamıştır[39]. Aynı zamanda başka bir denemeye daha girişerek, İstanbul medreseselerinin de bir listesini düzenlemeye uğraşmıştır. Şeyhî ve Uşakî'nin Şuara Tezkireleri ile Hadiktü’l- Cevâmi den kaynaklanan bu listede 275 medresenin adlan, bulundukları yer ve kurucuları yer almaktadır. Hammer bu kısa fakat çok değerli listesinin sonuna eklediği bir notta, padişahların sırasına göre kronolojik olarak sıraladığı bu medreselerden başka, Atayî-zade, Baldır-zade ve Taşköprülü- zade Tezkirelerinde rastladığı başka medreseleri de alfabetik listeye kattığım açıklamaktadır [40].
Hammer hatıralarında, Viyana’da 1814 kışında, Evliya Çelebi’nin büyük Seyahatnâme’sini İngilizceye çevirmeyi tasarladığını yazar. Bir yıl kadar ara verdikten sonra 1815 de tekrar bu işe koyulur[41]. İngilizler ile sıkı dostluğu olan Hammer’in niçin bu dilde tercüme yapmayı tercih ettiğini bilmiyoruz. Fakat ilgi çekici olan husus şudur ki, Avrupa'da yapılan seyahatlerin hikâyesi başlığı altında yayınlanan bu kitap 17. yüzyıl Osmanlı İmparatorluğunun her hususu hakkında zengin bilgi veren bir kaynak olmasına rağmen Türkler arasında uzun süre tanımadan kalan bir eserdir[42]. Türkçe ilk defa 1898 de basılmasına karşılık, Hammer bu kaynağın değerini daha çok önceleri fark ederek onu bir Batı diline çevirmeğe girişmiştir. Bu tercümenin iyi, güvenilir ve tam olduğu ileri sürülemez ise de bugün hâlâ Türkçe bilmeyen Batılı araştırıcıların bu İngilizce baskıyı kullandıklarına burada işaret etmek yerinde olacaktır. Bu bakımdan Osmanlı devri Türk medeniyetinin bu gayretli ve sevimli yazarının, bilhassa tarihî coğrafya ve eski eserler bakımından çok değerli bilgiler veren kitabının daha 1846 larda tanıtılması gerçekten büyük bir kazanç sayılabilir. Ne yazık ki Hammer, Evliya Çelebi’nin İstanbul'dan bahseden ilk cildi ile ikinci cildinin bir kısmını çevirmiş ve Londra’da birinci cildinin ilk kısmı XVIII -I- 186 sahife olarak, ikinci kısmı IV + 256 sahife olarak 1846 da yayınlanmıştır. Halbuki önsöz 1834 tarihlidir, ikinci cildin başındaki önsözde Evliya Çelebi’nin kısa hayat hikâyesini tanıtırken, onun bu büyük eserinden sadece ilk dört cildi gördüğü anlaşılmaktadır. Diğer ciltlerin varlığından haberi olmadığından, onun H.1090 (= 1679/80) yılına doğru Edirne’de ölmüş olabileceğini yazmıştır.Halbuki Osmanlı tarihi, coğrafyası ve medeniyeti hakkında bir hazine olan Seyahatnâme'nin tamamını eğer daha önce elde etmiş olsa Hammer bundan Tarih’inde geniş ölçüde faydalanırdı. Tamamı on cilt tutan bu önemli kaynağın bugüne kadar yalnız parçaları batı dillerine çevrilmiştir. Bu bakımdan Hammer, Evliya Çelebi Seyahatnâme’sinin ilk defa değer ve önemini anlamış ve onu bizlerin henüz tanımadığı bir çağda, Batıya tanıtmış bir öncüdür.
Josef von Hammer’in tarihî coğrafya, seyahatname ve topografya ile ilgili başlıca kitap halindeki yayınları bunlardır. Makale biçiminde yayınlanan yazılarım bu küçük tanıtmamızın çerçevesi dışında bıraktık[43]. Hammer çeşitli dillerde kaynakları rahatça kullanan ve üstelik çabuk ve bilhassa çok yazan bir araştırıcıdır. Bu yüzden acelenin ve hızın sebep olduğu hataları ve yanlışları vardır. Ayrıca yetiştiği çevrenin ve aldığı ana kültürün izleri üzerinde kaldığından bazı ön yargılan da olmuştur. Fakat bu onun eserinin değerini azaltmaz. Bu küçük araştırmamızın, Osmanlı tarihi kadar, Doğubiliminin başka dallarına da çok büyük hizmeti olan bu Avusturyalı ilim adamının az bilinen bir cephesini ve İlmî çalışmalarına bir parça ışık tutmuş olduğunu sanıyorum[44].