Giriş
Karadağ, Osmanlı Devleti için hemen hemen her dönem problemli bir bölge olmuştur. Özellikle Danilo Petroviç Njegoş (1697-1735)[1] ile Karadağ’da iktidarı ele geçiren Petroviç ailesi hiçbir zaman Osmanlı hakimiyetini kabul etmemiştir[2]. Danilo Petroviç bu tavrını 1702 noelinde Karadağ’da bulunan bütün Müslümanları bir gece içinde katlederek göstermiştir[3]. Bu kanlı olaya Karadağ tarihinde “Karadağ Akşam Duası” adı verilmiş ve kutsanmıştır[4]. Petroviçler’in bu tutumuna karşı Osmanlı Devleti, Karadağ’a seferler yapmış, fakat her defasında da zorlu coğrafya, Karadağlıların vahşetle örüntülü kahramanlık ve askerlik anlayışları[5] nedeniyle, Karadağ üzerinde bir türlü tam anlamıyla kontrol sağlayamamıştır. Karadağlılar ise 1870’lere kadar bölgede eşkıyalık[6] yaparak çevreye zarar vermişler, özellikle memleketlerindeki ekonomik yetersizliği çevreye yaptıkları “yağma akınları” ile gidermeye çalışmışlar, yağma ve çapulculuğu adeta bir geçim vasıtası haline getirmişlerdir[7]. Onların bu hareketleri İşkodra, Hersek ve Bosna’da oturan Osmanlı paşaları tarafından engellenmeye çalışılmış ise de başarılı olunamamıştır.
Karadağlıların Osmanlı siyaset sahnesindeki yükselişleri Ruslar ve Avrupa’da gelişen romantik dinî ve milliyetçi anlayış sayesindedir. Ruslar daha I. Danilo Petroviç zamanından beri Karadağ ile ilgilenmeye başlamışlardır. Karadağ sosyal olarak klanlardakine benzer hiyerarşik bir düzene sahipti. Çetine’de[8] oturan idareci sadece en büyük klanın üyesi olduğu için ülkeyi idare etme hakkına sahipti. Vergi toplayamıyor, ülke adına yapılan harcamaları kendi cebinden veya Rusya’dan gelen yardımlarla karşılıyordu. Karadağlılar da bunun bilincinde olarak 300 yıl süren Osmanlı-Rus mücadelesinde kayıtsız şartsız Ruslar’ı desteklemişler, her Türk-Rus savaşında Osmanlı Devleti’ne cephe almışlardır[9]
XIX. yüzyıl başında Avrupa’da Yunanlılara duyulan romantik hayranlık yüzyılın ortalarından itibaren Karadağlılara beslenmeye başlanmıştır. Avrupalılar Karadağlıları eski Yunan’daki Sparta ile özdeşleştiriyorlardı. Onlara göre Karadağlılar, çok küçük bir kuvvetle kendinden kat kat büyük ordulara karşı boyun eğmeyen özgürlük savaşçıları, kahramanlığın canlı temsilcileriydiler. Mesela 1875’de Çetine’ye giden İngiliz gazeteci Stillman, orada “Homer Çağı’na ait eski kahramanları gördüğünü, bu yalın kahramanlık karşısında kendi benliğini bulduğunu ve hiçbir İngiliz erkeğin bu duruma karşı koyamayacağını” yazar[10]. Karadağ ise Müslüman fanatizminin hüküm sürdüğü topraklarda Hıristiyanlar için kurtarılmış bir adaydı[11]. Karadağlılar, Batılıları ileriki yıllarda da cezp etmeye devam etmiştir. 1908’de bölgeyi gezen Hutchinson Karadağlı askerlerden ve Çetine’deki yaşamdan hayranlıkla bahsetmiştir[12]. Yine bir süre Karadağ’da bulunmuş olan William Sloane de “Karadağlılar çağdaş hareketlerle henüz yüz yüze gelemediklerinden pek çok ilkel erdemle pırıldarlar” ifadelerini kullanarak Karadağ toplumunu yüceltir[13]. Batılıların yanında kimi yerli yazarlar da Karadağlılara hayranlıklarını dile getirmekten çekinmezler. XIX. yüzyıl sonunda kaleme alınan bir eserde Karadağ ile ilgili hayranlık dolu ifadeler mevcuttur. Yazar Karadağ’a olan hayranlığını, “Pek az millet bulunur ki, Karadağlılar kadar vatanlarının istiklâliyeti uğruna can siperâne ve fedekârâne müdafaaya çalışmış olsun. Karadağlılar vatan ittihaz idüb asırlarca içinde yaşadıkları Karadağ kıtasının vaziyet-i tabîiyye ve eczâ-yı terkibesinin haricden gelen düşmanlara mukâvemet hususunda velev ki mikdarları kalîl olsa bile muâvenet-i tabîiyye-i fevkaladeye sebeb müstakil olagelmekde olması…”[14] sözleriyle dile getirerek Karadağ’ı över.
Karadağlılar, XIX. yüzyılla birlikte bağımsızlık isteklerini daha çok dile getirmeye başladılar. Yüzyılın hemen başında I. Petar Petrovic (1782-1830)[15] III. Selim tarafından kendisine verilen bölgeyi idare etme imtiyazını bağımsızlık olarak algıladı ve bağımsız bir prens olduğunu ilân ederek, bağımsızlığının diğer devletler tarafından tanınmasını talep etti. Tabiî olarak İstanbul böyle bir fermânın varlığını hiçbir zaman kabul etmedi ve Petar’ın tüm taleplerini reddetti. Ardından Karadağlılar bağımsızlık elde etmek amacıyla, Ruslarla birlikte Napolyon ordularına ve Türkler’e karşı savaştılar, ancak bir sonuç alamadılar[16]. Fakat II. Petar Petroviç’in[17] (1830-1851) vladika olmasıyla Karadağ’da önemli bir zihniyet değişimi yaşandı. Petar, sadece silahlı mücadeleye değil, ideolojik mücadeleye de önem verdi. “Dağ Çelengi” adlı 1847’de Viyana’da basılan eserinde, şanlı Karadağ tarihine vurgu yaptı ve Karadağlıların ebedi düşmanları olarak Osmanlılar’ı ve Müslümanlar’ı gösterdi. Ona göre, Karadağ mutlaka Osmanlı kontrolünden kurtulmalıydı. Bunun için de topyekün bir mücadele gerekmekteydi. Sonuçta o, Karadağ toplumunu tüm yetersizliklerine rağmen bir savaş makinesine dönüştürmeyi başardı[18].
II. Petar, Karadağ toplumunu savaş makinesine dönüştürme çabasının meyvelerini kendi idaresi zamanında alamadı. Ancak kendisinden sonra idareyi ele alan yeğeni II. Danilo Petroviç (1851-1860)[19] amcasının hazırladığı toplumu Osmanlılar’a karşı kullanmayı iyi bildi. Bu dönemde özellikle 1849-51 ve 1857- 59 isyanları sırasında gerek asilere destek vererek gerekse doğrudan müdahalelerle bölgedeki Osmanlı otoritesini yok etmek için elinden gelen her şeyi yaptı. 1850’lerdeki faaliyetleri ancak 1853’de Ömer Lûtfi Paşa’nın[20] başarılı Karadağ seferi sayesinde durdurulabildi. O iktidarını Rusya ve Avusturya-Macaristan’ın araya girmesi sayesinde ancak koruyabildi[21]. Kırım Savaşı sırasında tarafsız kalan Danilo, bu kez 1856 Paris Barışı’nda istediği bağımsızlığı elde etmeye çalıştı, fakat orada da amacına ulaşamadı[22]. Anlaşma sonrasında çok istediği bağımsızlığı kendisi gerçekleştirmek için harekete geçti. Doğrudan Osmanlı Devleti ile karşılaşmayı göze alarak 1857’de yeniden sahneye çıktı. Başarılı ve iyi idare edilen bir süreç sonunda, 1858 Mayısında amcası Mirko[23] komutasındaki Karadağ birlikleri Grahova’da büyük bir Osmanlı ordusunu yok etmeyi başardı. Bu başarı ona Grahova bölgesini ve 1859 Osmanlı-Karadağ sınır antlaşmasını sağladı. İlk kez Osmanlı Devleti ile Karadağ arasına sınır çekildi. Böylece Karadağlı idarecilerin “benim” diyebilecekleri toprakları ortaya çıktı. Ancak Danilo 1860’da şüpheli bir suikast sonucu hayatını kaybedince onun projeleri yarım kaldı.
Yerine geçen yeğeni Nikola Petroviç[24], daha iktidarı ele alır almaz tek hedefinin “Hâlâ kul olan Sırp topraklarını kurtarmak” olduğunu ilan etti[25]. Fakat o amcasının radikal politikalarını bırakarak, Osmanlı Devleti’ne karşı daha sinsi bir politika izledi. Osmanlı Devleti’yle doğrudan mücadele yerine, Hersekli asileri destekleyerek dolaylı mücadele stratejisini benimsedi[26]. Bu yüzden 1859’da gerilemeye başlayan Bosna Hersek isyanı 1860 sonlarında Hersek’te yeniden alevlendi. Karadağ’ın kendi yaşam sahası olarak gördüğü[27] HersekKaradağ sınırında şiddetli çatışmalar yaşandı[28]. 1857’den beri asilerin ardındaki esas kuvvetin Karadağ olduğunun bilinmesine rağmen, Paris Barış Antlaşması’nın yedinci ve dokuzuncu maddeleri gereği Karadağ’a karşı bir türlü harekete geçilemedi[29]. Karadağ bu koruma zırhının ardından tahrik ve saldırılarına devam etti. Osmanlı Devleti Karadağ destekli saldırıları öne sürerek Karadağ’ın kontrol edilmesi için “sözde” müttefiklerini ikna etmeye çabaladı. Karadağ’ın bitmek bilmeyen saldırıları karşısında Batılı güçler iki taraf arasında kontrollü bir çatışmaya göz yumdular. Fakat mücadele başladığında Rusya, Fransa, İngiltere, Avusturya-Macaristan ve Prusya’dan oluşan Batı bloğu idarecilerinden hiç kimse Karadağ’ın bu kadar kısa sürede yenileceğini tahmin etmemişti. Hatta Batılı politikacıların çoğu Osmanlı ordularının Karadağ bataklığına saplanıp kalacağını, kendilerinin araya girerek çatışmalara son vermek zorunda kalacaklarını dahi düşünüyorlardı. Nihayet uzun süredir beklenen, ancak gecikmiş Karadağ askerî harekâtı 1862 yılının yaz aylarında gerçekleşecektir[30].
A- Harekât Kararının Alınması
1862 Karadağ Askerî Harekâtı, Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyılda aldığı en zor kararlardan biridir. Bunun bir takım nedenleri vardır:
1- Harekât kararı alınırken 1852-1853’te Karadağ’a karşı gerçekleştirilen askerî harekâtın sonuçları tekrar masaya yatırılmıştır. O tarihte Osmanlı kuvvetleri tarafından çok başarılı bir harekât icra edilmesine rağmen, Batılı ülkeler Osmanlı kuvvetlerinin Çetine’ye girmesine müsaade etmemişlerdi. Tam tersine Karadağ lehine idari düzenlemeler yapılmıştı. Kendileriyle Karadağlıların baş başa bırakılmayacağını bilen Osmanlı idarecileri, 1857’den beri zaman zaman gündeme gelen Karadağ harekâtı konusunda sürekli çekimser kalmışlardı. Hatta 1858’de Grahova ovasında 10.000 kişilik bir Osmanlı ordusunun Karadağlılar tarafından yok edilmesini dahi sessizce kabul etmişlerdi[31].
2- Osmanlı Devleti’nin Paris Barış Antlaşması’na uymak istemesi
3- Ülkedeki malî bunalım[32]
4- Karadağ’ın zor coğrafyası
5- İstanbul’un Karadağ kaynaklı sorunlara uzun süre yerel asayiş problemi olarak yaklaşması
6- Batılı memleketleri operasyonun gerekliliğine ikna etmek[33]
Hâlbuki Bosna’da asilere karşı yürütülen askerî mücadelelere bizzat katılmış ve uzun süre bölgede bulunmuş olan Ergirili Ahmed Hilmi İbni Resul, 1857’den beri isyanlardaki Karadağ etkisine değinerek Karadağ devreden çıkarılmadan Bosna topraklarına huzur gelmeyeceğini yazmış ve bu görüşünü her Karadağ saldırısı sonrasında da tekrarlamıştır[34]. Ömer Lûtfî Paşa da Hersek’e geldikten sonra, “Bölgede asilerin arkasında Karadağ’ın olduğunu” vurgulamış ve “mücadelenin iki cephede birden yürütülmesi” gerektiğini ifade etmiştir[35].
1861 Ağustosunda kaleme alınan bir tezkîrede de Karadağ’ın isyanda oynadığı role değinilmiş ve Karadağ kontrol edilmeden isyanın sona ermeyeceği açıkça ifade edilmiştir. Devletin ve Karadağ’ın pozisyonu şu cümlelerle dile getirilmiştir:
“Reis-i mûmaileyhe (Karadağ Vladikası [36]) Düvel-i Fehime me’mûrları taraflarından icrâ olunmuş olan nasîhat ve tenbîhâtın dahi bir semeresi görülemeyerek serkeşâne virdiği cevap ve müşarünileyh Ömer Paşa Hazretlerine yazub sureti gönderilmiş olan mektubu me’âli adeta kendüsünü bir hükümet-i müstakile reisi makamında göstermiş ve murad-ı aslisi ne idüğünü meydana koymuş idüğüne binaen bidâyet-i meseleden berü tezekkür olunduğu ve bu def‘a dahi encümen-i mahsûs-ı meşveretin netice-i mütalaâtından bulunduğu üzere Karadağ ahâlîsinin tahrîk ve i‘ânesiyle hayli zamandır âlem-i ifrâz-ı bagiyy ve isyân olan nevâhî-i ma‘lûm ahâlîsi her dürlü şekâvet-i hebâseti icrâ eylemiş ve pek çok kan dökmüş oldukları halde Taraf-ı Devlet-i Aliyye’den şiddetle te’dîb ve terbiyeleri yoluna gidilmeyerek şimdiye kadar nesâyîh ve te’minât ile taht-ı itâ‘ate alınmalarına fevkâ’l-gâye çalışmış ve müşârünileyh hazretleri canibinden dahi düvel-i müşarünileyh me’mûrlarının dahi meşhûd ve ma‘lûmları olarak pek çok mesa‘î maslahâta sarf olunmuş ise de kârgîr-i te’sîr olmayup nihâyet emirde tevsî‘-i memleket ve istihsâl-i istiklâl maddesi meydana çıkmış olmasıyla artık kuvve-i kafiye ile Memâlik-i Şâhane’den olan mahalleri zabt ve idâre altına almakdan başka çare kalmamıştır…”[37].
Tezkîredeki ifadelerden de anlaşılacağı gibi hükümet Karadağ’ın isyandaki rolünün farkındadır. Fakat Karadağ’a bir askerî harekât yapılmasının önünde uluslararası kamuoyu ve malî sıkıntıları aşmak gibi çok ciddi engeller vardı. Bu nedenle Karadağ operasyonu için bir yıl daha beklenmesi gerekmiştir. Harekâta kadar geçen bir yıllık sürede uluslararası kamuoyu Karadağ harekâtı için hazırlanmış, harekât için gerekli para borçlanılarak bulunmuş ve 1862’ye gelindiğinde harekâtın önünde herhangi bir engel kalmamıştır.
B- Harekât Hazırlığı
Harekâtın ilk sinyalleri, 23 Nisan 1861’de Ömer Lûtfî Paşa’nın Rumeli Ordu Komutanlığı, Rumeli Valiliği ve Bosna Teftiş Komisyonu Başkanlığı’na atanmasıyla gelmiştir[38]. Ömer Lûtfî Paşa’nın bu göreve getirilmesinde, 1849-51 Bosna İsyanı’nı bastırmış olması ve o tarihte probleme yol açan Karadağ’ı 1853’te dize getirmesi etkili olmuştur. Paşa, aldığı emir gereği 11 Mayıs’ta vapurla İstanbul’dan ayrılmış, 16 Mayıs’ta Hersek’e ulaşmış, 25 Mayıs’ta ise Saraybosna’ya varmış, üç gün Saraybosna’da dinlendikten sonra isyan bölgesi Hersek Sancağı’nın idare merkezi Mostar’a giderek çalışmalarına başlamıştır[39]. İngilizler, Paşa’nın bölgeye gönderilmesini tamamen Karadağ harekâtı ile ilişkilendirirler. Çünkü onlara göre Paşa, “Hersek isyanını bastırmak için bir şey yapmamış, tüm mesaisini Karadağ sınırını abluka altına almaya harcamış, bu maksatla 30.000 kişilik bir orduyu Karadağ sınırına yığmıştır.”[40].
Harekâtın icrasına ait ilk somut gelişme ise 1862 Ocak ayında yaşanmıştır. Dâr-ı Şûrâ-yı Askerî Üyesi Miralay Osman Bey, 31 Ocak 1862’de Mostar’a gelerek Ömer Lûtfî Paşa ile muhtemel Karadağ askerî harekâtını görüşmüştür. Bu görüşmede Karadağ harekâtı için gerekli belge ve bilgiler Ömer Lûtfî Paşa’ya iletilmiştir. Bundan sonra gizlice sefer hazırlıklarına başlanılmış, harekât için gerekli iaşe, cephane ve insan gücü eksikleri giderilmiştir. Ordunun ana kuvvetleri Karadağ harekâtı için hazırlanırken, Haziran ayına kadar Karadağ ile mücadeleyi yürüten Hersek kuvvetleri oldukça yıpranmıştır[41].
Tüm hazırlıklar tamamlandıktan sonra ordunun sevk ve idaresini kolaylaştıracağı düşünülerek, Ömer Lûtfî Paşa’nın maiyetinde bulunan Rumeli Ordû-yı Hümâyûnu Kurmay Başkanı Ferik Abdi (Abdülkerim) Paşa’nın rütbesi müşirliğe yükseltilerek İşkodra Mutasarrıflığı’na ve İşkodra Umûm komutanlığına atanmıştır. Görevi devralan Abdi Paşa İşkodra’ya gittiğinde bölgedeki Osmanlı kuvvetlerinin sayısını yeterli görmemiş, derhal hazırlıklara başlayarak asker mevcudunu artırmıştır. Paşa’nın İşboz’a doğru harekete geçtiği 30 Mayıs 1862’de yanında 14 tabur nizamiye ve 2.000 muvazzaf asker vardı [42].
Harekât esnasında komuta kargaşası yaşanmaması için Bosna Ordu Komutanı Derviş Paşa’nın[43] rütbesi de müşirliğe terfi ettirilerek Abdi Paşa ile aynı seviyeye yükseltilmiştir. Ömer Lûtfî Paşa ise İşkodra ve Hersek orduları arasındaki sevk ve idareyi sağlamak üzere deniz yoluyla İşkodra’ya gitmiştir[44].
Osmanlı harekât planına göre[45]:
1- Kuzey orduları Nikşik’ten Ostrog istihkâmlarına ilerleyecek.
2- Ostrog’da başarılı olunması durumunda Oryaluka’ya ilerlenilerek, o bölge kontrol altına alınacak.
3- Kuzey ve güney orduları 20 kilometrelik Nikşik-İşboz hattını ele geçirerek, Brda bölgesi Karadağ ana karası olan Crnagora’dan ayrılacak.
4- İki ordu Plana Sahrası’nda birleşecek.
5- Jabyak-Riyeka üzerinden Çetine’ye ilerlenecek.
Plan, Derviş Paşa’nın komutasındaki Hersek ordusunun iyi sevk ve idaresi sonucu başarıyla icra edilmiş, tüm cephelerde Karadağ direnişi kırılmıştır.
Karadağ harekâtı için hazırlıklarını tamamlayan Bâb-ı Âlî, bundan sonra Karadağ’dan silahsızlanması, ilan edilen seferberliğin kaldırılması ve askere alınanların terhis edilmesini istemiştir[46]. Tabiî olarak tüm istekler Karadağ tarafından reddedilmiştir. Talepleri kabul edilmeyen İstanbul, Karadağ harekâtı için düğmeye basmıştır. Bâb-ı Âlî İstanbul’daki büyük devletlerin elçilerine birer nota vererek, “Hersek’te asayişin sağlanması ve Karadağ’ın cezalandırılması hususunda gerekli tedbirleri alacağını” bildirilmiştir[47]. Bu sırada Mehmed Emin Âlî Paşa yapılacak harekâtın asayişi temin etme amacı güdeceği ve Karadağ’ın statüsünü değiştirmek niyetinde olunmadığına dair yabancı ülkelerin elçilerine teminat vermiştir. Avusturya ve İngiltere teminatı kabul ederek Osmanlı Devleti’ni desteklemiştir. Fransa ve Rusya ise harekâtı engelleyemeyeceklerini anlayınca sessiz kalmayı tercih etmişlerdir[48].
Harekât konusunda günümüze kadar süren en önemli tartışma, iki tarafın asker sayısı hakkındadır. Çoğu birbirinin tekrarı olan bilgilere bakıldığında, Osmanlı tarafının asker sayısının 60.000, Karadağ tarafının ise 15.000 kişi olduğu kabul görür[49]. Verloop ise Osmanlı asker sayısının 100.000, Karadağlıların 25.000 kişi olduklarını yazar[50]. Bir İngiliz dergisi ise Osmanlı asker sayısını 45.000 olarak zikreder[51].
Osmanlı asker sayısı hakkında bir değerlendirme yapılacak olursa, İşkodra kuvvetlerinin 14 tabur nizamiye ve 2.000 muvazzaf; Hersek kuvvetlerinin ise 22 tabur nizamiye ve 1.000 muvazzaf askerden oluştuğu görülür. Fransız yazar Ubici’nin Osmanlı ordu teşkilâtlanmasına dair verdiği bilgilere göre 1 tabur asker en fazla 816 kişiden oluşmaktaydı. Ubicini taburların hiçbir zaman bu rakama ulaşmadığını ek bilgi olarak ifade eder. Zira 3.260 kişi olması gereken 1 alaydaki nefer sayısı hiçbir zaman 2.800’ü geçmemiştir[52]. Yine de 1 taburda 816 kişi olduğu farz edilirse, İşkodra Ordusu’nun 13.424 kişi, Hersek ordusunun ise 18.952 kişi, toplam ordunun ise 32.376 kişi olduğu ortaya çıkar. Aynı askeri teşkilât kanunu[53] gereği her orduda 4 süvari, 1 topçu alayı bulunmalıydı. Süvari alayları 6 bölükten, her bölük ise 161’er[54] kişiden oluşmaktaydı. 1 süvari alayı 966 kişi, 4 alayın süvari toplamı ise 3.864 kişiydi[55]. Topçu alayları ise 1.300 kişiden oluşmaktaydı[56]. Sonuçta, mücadeleyi yürüten Rumeli Ordusu’nda bulunan tüm birliklerin tam kadro harekâta katıldığını kabul etsek dahi, nizamî rakam ancak 37.540 kişiye ulaşmaktadır. Yukarıdaki kaynaklardan elde edilen hesaplamalar sonucu bölgedeki Osmanlı kuvvetlerinin en fazla 40.000, fiilî harekâta katılanların ise 30.000 olduğu ortaya çıkar. Zira Osmanlı Devleti harekâtın anısına hazırlattığı “Karadağ Madalyası”ndan da 30.000 adet bastırmıştır[57]. 40.000 kişilik genel toplama ise 20.980[58] kişilik Rumeli Ordusu’nun tüm birimleri, Dersaâdet ve Hassa Orduları’ndan gönderilen takviye birlikler ve muvazzaflar eklendiğinde ancak ulaşılır.
C- Askerî Mücadele
1- Ostrog Harekâtı
Osmanlı ve Karadağ birlikleri arasındaki ilk fiilî çatışma Nikşik’e zahire ikmâli sırasında yaşanmıştır. Osmanlı birlikleri Nikşik sevkıyatında Duga Boğazı’nı değil, oraya göre daha kısa ve geçilmesi kolay olan Kite güzergâhını tercih etmiştir. Karadağlıların Kite-Nikşik arasındaki tüm savunma hatlarını çetin mücadeleler sonucu imha etmeyi başaran Osmanlı ordusu, 5 Haziran 1862’de Nikşik’e ulaşmayı başarmıştır. Beraberlerinde getirdikleri zahire ve diğer malzemeleri kaleye teslim eden birlikler mutat olduğu üzere geri dönmemişler, 6 Haziran günü Karadağ içlerine yönelmişlerdir. Aynı gün Duga Boğazı’nın uzantısı stratejik Ostrog Boğazı’na ilerleyen Osmanlı kuvvetleri, buradaki Karadağ istihkâmlarına saldırmışlardır. Bu saldırı 1857’den beri gelişen süreçte Karadağ topraklarına yapılan ilk askeri harekât niteliği taşımaktadır. Ostrog saldırısı ile uzun süredir gündemde olan Osmanlı-Karadağ mücadelesi resmen başlamıştır. Saldırı başarılı olmuş, Ostrog Boğazı girişindeki Karadağ istihkâmları tahrip edilmiş ve Karadağ kuvvetleri Ostrog Manastırı’nın[59] olduğu kesime kadar itilmiştir. Operasyon iki gün sürmüş, 8 Haziran’da tekrar Nikşik’e dönülmüştür. 8 Haziran’ı dinlenerek geçiren Osmanlı ordusu, 9 Haziran’da yeniden Ostrog’ta toplanmış Karadağ kuvvetleri üzerine gitmiştir. Bölgedeki Karadağ kuvvetlerini dağıtan Osmanlı birlikleri, 10 Haziran’da Rudine üzerinden ana karargâh Bileke’ye dönmüştür[60].
Birinci Ostrog harekâtının, Karadağ mukavemeti ve direncini ölçmeye yönelik olduğu anlaşılmaktadır ve bu haliyle hedefine ulaşmıştır. Saldırı aynı zamanda Karadağ kuvvetlerinin tüm savunma planlarını bozmuştur. Çünkü saldırı sonrasında Osmanlı kuvvetlerinin çekildiği bölgelere, ciddi kuvvet kaydırması gerçekleşmiş, böylece İşboz’da bulunan savunma hatları zayıflamıştır. Karadağ kuvvetlerinin komutanı Mirko Petroviç[61] kuvvetlerini Ostrog’a yığarken, Osmanlı kuvvetlerinin Ostrog’u geçebileceğini ve kendi topraklarında yenilebileceğini hiç hesaba katmamıştır. O, Karadağ’ın coğrafî avantajlarını kullanarak her durumda Türkler’i yenebileceğini düşünmekteydi.
2- Biyelo Pavloviç Harekâtı
7 Haziran 1862’de İşkodra ordusu Biyelo Pavloviç Nahiyesi’ne girmiştir. Orada 6.000 kişilik bir Karadağlı grupla karşılaşılmıştır. Çıkan çatışmada Karadağlılar dağıtılmıştır. Ardından çevre köyleri kontrol altına almak için harekâta devam edilmiştir. Saha kontrolü sırasında Karadağlılar yeniden askerlere saldırmışlarsa da başarısız olmuşlardır. Çatışmalarda Osmanlı kuvvetleri 57 şehit, 136 yaralı; Karadağlılar ise 200 ölü, 200 yaralı vermişlerdir. Aslında bu göstermelik harekât, Derviş Paşa kuvvetleri ile birleşmeyi gizlemek için icra edilmiştir. Bu yüzden sıradan bir saha kontrolü süsü verilmiştir. Gerçekte ise İşkodra kuvvetleri dolaylı olarak Karadağ sınırına yığınak yapmışlardır[62].
3- Belgrad “Çukurçeşme” Olayları
Osmanlı-Karadağ çatışmasından kazançlı çıkmayı uman Sırplar, iki taraf arasındaki çatışmayı fırsat bilerek uzun zamandır düşündükleri Türkleri Belgrad’dan çıkarma planını uygulamaya koymuşlardır. Sırplar 1857’den beri Hersek ve Bosna’daki isyancıları desteklemişler, bir Osmanlı-Karadağ çatışması çıkması için ellerinden geleni yapmışlardı. Nihayet 6 Haziran’da OsmanlıKaradağ çatışması kaçınılmaz olunca, hiç fırsat kaybetmeden derhal harekete geçmişler ve 15 Haziran akşam üzeri “Çukurçeşme” olayları patlak vermiş, Türkler ve Sırplar arasında çatışmalar yaşanmaya başlamıştır. Bu olay aynı zamanda Sırp-Karadağ ittifakının da somut sonucudur. Sırplar, Karadağ üzerindeki baskıyı hafifletmek ve dikkatleri kendi üzerlerine çekmek için Belgrad’daki Osmanlı kuvvetlerini tahrik etmişlerdir[63].
Sırplara göre, Karadağ ile meşgul olan Osmanlı kuvvetleri onlarla uğraşamayacaklar, böylece onlar Belgrad’ı Türkler’den arındırma hedeflerine ulaşacaklardı. Olası bir Osmanlı müdahalesi durumunda ise Batılı kuvvetlerin Balkanlar’da iki “mağdur” Slav milletinin birden ezilmesine izin vermeyeceğini hesaplamaktaydılar. Böyle bir durumda Batılı güçlerin kendilerini destekleyeceğini düşündüklerinden onlar çatışmadan kârlı çıkacaklardı. Onların ihtimale kattıkları diğer bir seçenek ise, Osmanlı Devleti hem Karadağ hem Sırbistan ile başa çıkamayacak, mücadeleden yenik ayrılacaktı. Fakat, bu son seçenekte Sırbistan’ın da tıpkı Karadağ gibi mücadeleye dahil olması gerekmekteydi. Oysa bu husus oldukça riskli idi. Çünkü Paris Barış Antlaşması’nın 28. ve 29. maddeleri ile Sırbistan “Batılı devletlerin koruması altında” kabul edilmişti[64]. Bu nedenle Sırplar kendi başlarına hareket edemezlerdi. Batılı devletlerin ise aynı antlaşma ile toprak bütünlüğünü garanti ettikleri Osmanlı Devleti ile Sırplar arasında çıkacak bir çatışmaya sıcak yaklaşma ihtimalleri azdı. Sırplar’ın en fazla güvendikleri seçenek ise, Osmanlı-Karadağ mücadelesinin aylarca sürecek olmasıydı. Sırplar’a göre, Bosna Hersek’teki isyanı beş yıldır bir türlü kontrol altına alamayan Osmanlı Devleti’nin, cesur savaşçılar topluluğu Karadağ karşısında başarı şansı, hele kısa sürede galip gelme şansı hiç yoktu. Sırplar’ın Karadağ harekâtına dair tahminleri tutmamış, ancak çatışmadan kazançlı çıkma stratejileri başarıyla uygulamaya konulmuştur. Zira 17 Haziran’da, Sırp saldırına karşı koymak isteyen Belgrad Kalesi’ndeki Türk kuvvetleri Belgrad’ın Sırp mahallerini 56 topla, saat 08:00-13:00 arasında beş saat boyunca bombardıman etmişler, bu olay Batı kamuoyunda tam bir şok etkisi yaratmıştır[65]. Bir anda tüm gözler Belgrad’a çevrilmiş, Sırplar “mağdur” rolü ile Sırbistan’daki Osmanlı varlığının meşruiyetini tartışmalı hale getirmişlerdir. Süreç 1867’de Sırbistan’daki kalelerden Türk askeri varlığının çıkarılması ile sonuçlanmıştır[66].
4- Grahova-Benan Harekâtı
Hersek Ordu Komutanı Derviş Paşa, 16 Haziran 1861’de 21 tabur nizamiye ve 800 kişilik Boşnak ve Arnavut muvazzaf askeri ile yeni bir operasyon başlatmıştır. Bu operasyon tamamen Karadağ kuvvetlerini şaşırtmaya yönelik bir harekât olarak icra edilmiştir. Harekâta Nikşik’e zahire sevki süsü verilmiş, başlangıçta Bileke-Kite istikâmetine doğru ilerlenmiş, önceden planlandığı gibi Gonine Gomile Dağları civarında Karadağ kuvvetleri ile karşılaşılmıştır. Fakat Karadağlılar ile bir mücadeleye girişilmemiş, ani bir hareketle Grahova bölgesine girilmiştir. Karadağlılar Kite civarındaki askerlerini Grahova’ya sevk etmişler, Kite üzerindeki baskı hafiflemiştir. Ordu Grahova üzerinden Benan’a gelmiş, Benan ve çevresi asilerden temizlenmiş, böylece Hersek’in güneydoğu sınırları kontrol altına alınmıştır[67].
Anlaşılacağı gibi Osmanlı komutanları, taktik hamlelerle hem Karadağ kuvvetlerinin direnç merkezlerini tespit etmişler, hem de onların kuvvet kaydırmalarına yol açarak harekât planlarını bozmayı hedeflemişlerdir. Buna karşı tüm stratejilerini derin vadi ve boğazlarda Osmanlı ordusunu durdurma üzerine kuran Karadağlılar, alan savunması yaparak Osmanlı ordusunu oyalamayı, bu süre içerisinde zaman kazanarak Batı desteğini elde etmeyi amaçlamışlardır. Bu nedenle Osmanlı ordusunun her hamlesine anında karşılık vermişler, Osmanlı ordusu ile hemen hemen her noktada çatışmaya girmişler, başarılı da olmuşlardır. Çünkü Osmanlı-Karadağ savaşında güney ordusu (İşkodra) 45 kilometrelik Podgoriçe-Çetine yolunu, kuzey (Hersek) ordusu ise 47 kilometrelik NikşikÇetine yolunu iki ayda zor aşmıştır[68].
5- Kite (Kita) Çatışması
Grahova-Benan operasyonundan dönen Hersek ordusu Bleke’de birkaç gün dinlendikten sonra, Karadağ içlerine doğru ilerlemek üzere Hersek Ordu Komutanı Derviş Paşa komutasında 20 Haziran’da Bileke’den harekete geçmiştir. Harekâta 22 tabur nizamiye ve 1.000 kişilik muvazzaf kuvvet iştirak etmiştir. Aynı gün Gonine Gomile dağlarına ulaşılmış, orada bir gece konaklandıktan sonra ertesi gün Kite mevkiine gelinmiştir. Kite’ye gelindiği sırada bölgede üstlenmiş olan Karadağlılarla karşılaşılmıştır. Altı saat süren çatışma sonrasında Karadağlılar geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Ardından harekât için getirilen cephane, Nikşik’ten önceki toplanma merkezi Islano’ya ulaştırılmıştır. Ancak Karadağlıların cephaneyi ele geçirmek maksadıyla yaptıkları saldırılar gün boyu devam etmiş, Islano’yu Nikşik’e bağlayan yol güzergâhı üzerinde şiddetli çatışmalar meydana gelmiştir. Çatışmayı takip eden gece Karadağlıların cephaneyi ele geçirmek amacıyla yaptıkları saldırılar sabaha kadar sürmüştür. Fakat yerinde alınan tedbirlerle Karadağlıların saldırıları sonuçsuz kalmış, cephane eksiksiz olarak Nikşik’e ulaştırılmıştır. Osmanlı ordusu çatışmalarda altı şehit, 22 yaralı vermiştir[69].
Kite çatışmasının ardından küllî miktarda cephaneyi Nikşik’e ulaştıran Derviş Paşa, Nikşik’te bir gece kaldıktan sonra Karadağ içlerine yönelmiştir.
6- Ostrog Muharebeleri
Karadağ’daki ilk hedef Çetine yolu üzerindeki Ostrog Boğazı istihkâmlarının temizlenmesi olmuştur. Karadağlılar boğazı kontrol için dört aşamalı bir savunma hattı inşa ederek, yeterli miktarda askeri burada konuşlandırmışlardır. Karadağ Vladikası Nikola bölgeye gelmiş, yoğun tezahürat altında askerlerine cesaret verici bir konuşma yapmış ve ardından Çetine’ye dönmüştür. Karadağlılar stratejik üstünlüğün kendi ellerinde olduğuna güvenerek bölgede Osmanlı askerlerini beklemeye başlamışlardır[70].
Osmanlı saldırısının ilk gününde birkaç stratejik noktanın ele geçirilmesi için çaba sarfedilmiş ve başarılı olunmuştur. Ele geçirilen istihkâmlara yeterli kuvvet bırakan Osmanlı birlikleri, geceyi geçirmek üzere tekrar Nikşik sahrasına çekilmiştir. Gece Karadağlıların Osmanlı kuvvetlerini bölgeden atmaya yönelik taarruzları başarısız olmuş, Osmanlı birlikleri yerlerinden sökülememiştir. Osmanlı birlikleri sabaha karşı 06.00’da Ostrog Boğazı’nı ele geçirmek için harekete geçmiştir. Aynı anda yoğun top ateşiyle de harekâta destek verilmiştir. Top ateşi sonucu Karadağlılar istihkâmlardan dışarı çıkamamış, bu sırada Osmanlı askerleri istihkâmların etrafına yerleşmiştir. Daha sonra yapılan genel saldırı ile istihkâmlar tamamen ele geçirilmiştir. Çatışmalarda 20 Osmanlı askeri şehit olmuş, 30’u da yaralanmıştır Çatışma sırasında Karadağlıların yarısı hayatını kaybetmiş, bir kısmı ise kaçarak canını zor kurtarmıştır. Kaçan Karadağlılar Ostrog Manastırı’na kadar takip edilmiştir[71].
Boğazın kontrolünü tamamen ele geçiren Osmanlı birlikleri, 10 Temmuz’da çevre köyleri kontrol etmek üzere harekâta geçmiştir. İlk olarak Ostrog Vadisi’nde bulunan Buviya Köyü kontrol altına alınmıştır. Fakat bu sırada Çetine’den destek birlikleri gelmiş, bu kez Ostrog Manastırı civarında yeni bir muharebe daha yapılmıştır. Muharebede, Karadağlılar çembere alınarak büyük bölümü yok edilmiş, sağ kalanlar ise kaçarak canlarını zor kurtarmıştır. Ömer Lûtfî Paşa, Ostrog muharebeleri ile ilgili merkeze yazdığı telgrafta, “Karadağ olalıdan beri Karadağlı bir vakit böyle dayak yemeyip ve hatta Ostrog’da asakir-i şahane hücumundan firar edenler cay-ı selâmet bulamayıp amudî yüksek bir kayadan kendilerini aşağıya atarak yedi sekizyüz kadarı telef olmuştur.” sözleriyle Karadağlıların uğradığı hezimetin büyüklüğünü anlatmıştır[72]. Böylece bölgede Osmanlı askerlerine karşı koyacak bir güç kalmamıştır. Aynı gün İşkodra ordusu da Karadağ içlerine doğru ilerlemeye başlamış, iki kuvvet uzaktan birbirlerinin hareketlerini izlemeye başlamıştır. Hersek kuvvetleri kendi görev bölgesindeki sahaları ele geçirerek İşkodra ordusu ile birleşmek üzere İşboz’a doğru ilerlemiştir[73].
7- İşboz (Spuz) Yürüyüşü
Ostrog Boğazı’nı ele geçiren Hersek ordusu, yol üzerindeki Biyelo Pavloviç Nahiyesi’ne girmiştir. Nahiye kontrol altına alındıktan sonra, Oryaluka (Orajaluka) Köyü’ne ulaşılmıştır. Köyde bulunan Karadağ Vladikası’nın konağı karşısına ordugâh kurularak 10 Temmuz gecesi burada konaklanmıştır. Bu sırada Karadağ kuvvetleri de ordugâhın karşısına yığınak yapmıştır. 11 Temmuz sabaha karşı saat 04.00’de Karadağlıların top ateşi ile çatışma yeniden başlamıştır. Karadağlılar etkili top ateşi ile ordu düzenini bozmak istemişler, hatta Derviş Paşa’nın çadırının bulunduğu karargâhı dahi bombardıman etmişlerdir. Ancak karşı ateş ile Karadağ topları susturulmuştur. 11 Temmuz’da bölgeyi kontrol altına alan Osmanlı ordusu 12 Temmuz’da İşboz’a gitmek üzere harekete geçmiştir. Aynı gün İşboz’a ulaşılarak İşkodra Ordusu ile birleşilmiştir[74]. Ömer Lûtfî Paşa, İşboz yürüyüşü ile ilgili İstanbul’a gönderdiği raporunda harekâtı şöyle özetlemiştir.
“Cumartesi (12 Temmuz) günü Hersek Fırka-i Askeriyesi Ostrog’tan ve İşkodra fırkası Plava’dan ilerleyerek Oryaluka’da birleşip Derviş Paşa bir taraftan ve Abdi Paşa bir taraftan tekmil Karadağ köyleri yakılıp yıkılmıştır. Şimdiki halde düşman na-bedid olarak meydanda yoktur. İki gün Asakir-i Şahane istirahat ve aram ve cephane ve malzemeleri itmam olunarak doğruca dört saat ileride bulunan Çetine’ye hareket kılınacaktır. İnşaallahu taâla teveccühatı Kudsiye-i Hazreti Şehinşahî yümnü himemi Celile-i daverileri an-karip onun fethini dahi tebşire muvaffak olurum. Şu üç beş gün içinde Karadağlı’nın 3.000’den fazla telefatı olup Asakir-i Muntazama ve Muvazzafadan bu harekette pek cüzi şehit ve mecruh vukubulmuştur. Karadağlı Asakir-i Şahane’nin hucumuna tahammül edemeyip tamamiyle gözleri korkmuş olduğundan uzaktan uzağa tüfenk atıyorlar efendim.”[75].
Karadağlılara karşı alınan galibiyet İstanbul’u da oldukça memnun etmiş ve Sultan Abdülaziz 14 Temmuzda Ömer Paşa’ya bir tebrik telgrafı göndermiştir. Abdülaziz telgrafında memnuniyetini şu cümlelerle dile getirmiştir: “Hersek ve İşkodra kolları birleşerek asâkirimizin yiğitlikleri eseri olarak kazandıkları fütûhât-ı azîme ma‘lûmum oldı. Sizi ve kumandan Paşaları ve bi’l-cümle ümerâ ve zâbitân ve neferâtı tebrik ve hepinize selâm iderim. Cümleniz ber-hûrdâr olasız. Din û vatan hizmetinizi unutmayız.” Abdülaziz Karadağ’daki başarılara o kadar sevinmiştir ki, görüldüğü gibi Osmanlı Padişahlarının geleneksel tebrik kalıpların dışına çıkarak, samimi ve içten bir ifade ile galibiyeti kutlamıştır. Telgraf tüm orduya okunmuş ve galibiyeti kutlamak için 21 pare top atışı yapılmıştır[76].
Aynı gün Ömer Lûtfî Paşa da Derviş ve Abdülkerim Paşalara hitaben orduya bir kutlama mesajı göndermiştir. Paşa, elde edilen başarıyı övmüş ve askerin gösterdiği cesareti ve kahramanlığı takdir etmiştir[77]. Buna karşı Papa, Batı kamuoyuna bir çağrı yaparak Hıristiyan dünyayı, özellikle bölgede yaşayan Katolik Arnavutları Karadağ’a yardıma davet etmiştir[78].
8- Zağirçe Çatışması
İki gün İşboz’da konaklayan Osmanlı ordusu Yeniköy ilerisinde konuşlanmış olan Karadağlılar üzerine gitmiştir. Harekât sırasında şiddetli çatışmalar yaşanmıştır. Ancak bu çatışmalarda harekâta son noktanın konulduğu yer Zağirçe olmuştur. Zağirçe’ye su almaya giden birlikler burada ev ve bahçelere saklanmış Karadağlılar ile çatışmaya girmiştir. Mevkilerini bir türlü terk etmek istemeyen Karadağlılar, ancak Mirliva Muhibbi Paşa’nın birlikleri tarafından başlatılan kati bir saldırıcı sonucu dağıtılmışlardır. Zağirçe Nahiyesi kontrol altına alındıktan sonra çevrede bulunan beş köyün üzerine gidilmiş ve buralar da Karadağlılardan temizlenmiştir. Bölgenin kontrol altına alınmasının ardından, civardaki dağlarda üstlenmiş olan Karadağlılar savaşmanın kendilerine bir yarar getirmeyeceğini görmüşler ve bulundukları mevzileri terk ederek geri çekilmişlerdir[79].
9- II. Biyelo Pavloviç Çatışması
Osmanlı ordusunun ilerlemesini fırsat bilen Karadağ kuvvetleri, İşboz’da bulunan Osmanlı birliklerinin Nikşikle bağlantısını kesmek amacıyla yeniden Biyelo Pavloviç mevkiinde toplanmışlardır. Bunun üzerine 2 Temmuz 1862’de bölgeye gelen Osmanlı birlikleri ile Karadağ kuvvetleri arasında çatışma çıkmıştır. Çatışma nahiye merkezinden ziyade, civardaki dağlarda gerçekleşmiş, Karadağlılar Osmanlı ordusunun ateş gücü karşısında dayanamayarak geri çekilmek zorunda kalmışlardır. Biyelo Pavloviç’den çekilen Karadağ birlikleri yeniden Oryaluka mevkiinde toplanmışlardır. Bunun üzerine bölgeye ilerlenmiş ve Oryaluka yolu üzerinde bulunan köyler ele geçirilmiş, Glaviçe Köyü’nde bulunan kilise civarında küçük bir direnişle karşılaşılmış, ancak saldırı bertaraf edilmiştir. Çevre kontrol altına alındıktan sonra 24 Temmuz akşamı Glaviçe Kilisesi civarında konaklanmıştır[80].
10- Oryaluka Çatışması
Osmanlı ordusu 25 Temmuz’da Oryaluka’da toplanmış Karadağ birliklerini bölgeden atmaya yönelik nihaî bir saldırı başlatmıştır. Etraflarını çevirerek savunma tertibatı alan Oryaluka’daki Karadağ kuvvetleri yoğun top ateşi karşında dayanamamışlar, Osmanlı askerleri köye girmeyi başarmıştır. Muharebe sonucu köyde toplanmış 8.000 kişilik Karadağ kuvvetlerini dağıtan Osmanlı ordusu karargâhları Plana’ya gitmek üzere bölgeyi boşaltmıştır. Bu sırada Osmanlı kuvvetlerinin daha önce boşalttığı bölgelere yerleşen Karadağlılar Glaviçe Köyü civarında yeniden Osmanlı ordusuna saldırmışlar, fakat bir başarı elde edemeyerek geri çekilmişlerdir. Buradaki Karadağ kuvvetlerini de dağıtan Osmanlı ordusu 26 Temmuz’da Plana’ya dönmüştür[81].
11- Kokot Çatışması
İşboz’da iki gün eksiklerini tamamlayan ve dinlenen ordu 28 Temmuz’da yeniden harekete geçmiştir. İlk olarak Kokot Köyü civarında bir çatışma meydana gelmiştir. Şiddetli geçen çatışma sonucu, Karadağlılar dağıtılmıştır. Karadağlılar, bozgun sonrasında Osmanlı ordusunun yerleşmesini önlemek amacıyla kendi istihkâm ve köylerini yıkıp yakarak Çetine’ye doğru geri çekilmeye başlamışlardır[82].
12- Karuç Çatışması
Kokot ve civarını kontrol eden Osmanlı ordusu ertesi gün (29 Temmuz) Karuç Nahiyesi’nde Karadağlılarla karşılaşmıştır. Şiddetli mücadelelerden sonra Karadağ istihkâmları ele geçirilerek, nahiye ve civarında kontrol sağlanmıştır. Bölgeden kaçan Karadağlılar Riyeka’da toplanmışlardır [83].
13- Poliçe Çatışması
Karuç’tan sonra Riyeka önündeki son engel Poliçe Köyü’ne gelmiştir. Evvela bölgenin keşfi için Erkân-ı Harbiye Binbaşılarından Hakkı ve Hüseyin Beyler bölgeye gönderilmiş, onların raporu doğrultusunda harekâta başlanmıştır. Harekâtı Rumeli Ordusu Mirlivalarından Dilaver Paşa komutasındaki bir birlik üstlenmiştir. Yoğun top ateşi ile Karadağ mevzileri imha edilerek köye saldırılmış ve ele geçirilmiştir. Poliçe’nin ele geçirilmesiyle Çetine’den önceki son savunma hatları olan Riyeka’ya ulaşılmıştır[84].
Karadağ direnişi takdiri şayan bir hadise olarak gelişmiştir ve gerçekten de övgüyü hak etmektedir. Çünkü Karadağlılar tutunabildikleri her noktada mücadele etmişler, ardından geri çekilmişler, daha sonra toplanarak yeniden savaşmışlardır. Karşılarındaki ordunun gücü ve üstünlüğü karşısında asla yılmamışlar, her karış toprağı direnebildikleri son ana kadar savunmuşlardır. Coğrafî imkânlardan da istifade eden Karadağlılar tam bir satıh mücadelesi vermişlerdir. Tüm güçleriyle çatışa çatışa Çetine’ye doğru geri çekilmişlerdir. Bölgedeki her köyde irili ufaklı onlarca çatışma meydana gelmiş, bu nedenle Osmanlı ordusunun ilerleyişi yavaş seyretmiştir.
14- Riyeka (Rieka-Rjeka) Muharebesi
Ömer Lûtfî Paşa harekâtın stratejisine bağlı kalarak, “Karadağ’ı işgal ve tahripten ziyade, Karadağlı idarecilerin yaptıkları hatayı anlayarak, bir daha Osmanlı topraklarına saldırmamaları ve isyancılara destek vermemelerini temin için” hareket etmiştir[85]. Çünkü Karadağlıların askerlere uyguladığı vahşet nedeniyle intikam hisleriyle dolu ordunun yağma ve tahrip eylemlerinin önüne geçmek için de yoğun çaba harcanmıştır. Hatta bir talimatnâme yayınlanarak “mücadele esnasında insanî kaide ve kurallardan ayrılınmaması gerektiği” askerlere hatırlatılmıştır[86].
Riyeka, Çetine’nin kapısı sayılabilecek kadar yakın bir mevki olup[87], Karadağlıların Osmanlı kuvvetlerini durdurmak amacıyla son bir gayretle mücadele ettikleri yerdir. Bu nedenle 10.000 kişilik bir gücü bu bölgeye yığmışlardı. Karadağlılar tüm savunmalarını Grab Dağı mevkiinde yoğunlaştırmışlardı. Fakat moral üstünlüğüne, daha iyi donanıma ve top ateşi desteğine sahip Osmanlı kuvvetleri fazla zorlanmadan 25 Ağustos’da Karadağ mevzilerine girmeyi başarmıştır[88]. Riyeka’daki muharebe o kadar şiddetli olmuştur ki, 1863’de bölgeyi gezen Strangford, çatışmanın şiddetine dair izlerin apaçık ortada olduğunu ve çatışmada hayatını kaybeden kimselere ait cesetlerin hâlâ kaya üzerlerinde veya diplerinde görüldüğünü yazar[89].
Galibiyet Nikşik kapılarını Osmanlı askerine açmıştır. Riyeka muharebesinin kazanılması İstanbul’da büyük sevince sebep olmuştur. 29 Ağustos 1862’de Ömer Lûtfî Paşa’ya Sultan Abdülazîz, Sadrazam Mehmed Fuad Paşa diğer üst düzey yetkililerden kutlama ve teşekkür telgrafları gönderilmiştir. İlave olarak çatışmalarda üstün başarı gösteren askerlere verilmek üzere 500 Mecidî Nişanı[90] gönderilmiştir. Bu nişanların 10’u üçüncü rütbe[91], 52’si dördüncü rütbe[92], 285’i beşinci rütbeden[93] olmak üzere toplam 347 adedi askerlere dağıtılmıştır. Komutanlara ise daha sonra bizzat Sultan Abdülazîz’in huzurunda yapılan bir törenle çeşitli derecelerde nişan ve madalyalar takdim edilmiştir[94]. Hatta Osmanlı Devleti 1863 yılında ise Karadağ Harekâtı anısına 30.000 adet özel bir “Karadağ Madalyası” bastırılarak harekâta katılanlara verilmiştir[95]. Galibiyet halk arasında da büyük sevinç yaratmış, galibiyeti öven şiirler yazılmıştır[96].
Riyeka galibiyeti Çetine kapılarını Türkler’e açarken, bazı İngiliz gazeteciler aynı kanaatte değildir. Stillman, Ömer Lûtfî Paşa’nın Çetine kapılarını zorladığına dair İstanbul’a gönderdiği raporların sahte olduğunu yazar. Ona göre, Osmanlı ordusu hiçbir zaman Çetine’ye yaklaşmamıştı. Hatta Ömer Lûtfî Paşa’nın onun arkadaşlarından birine, “Eğer Prens bize karşı 5.000 yeni adam daha göndermiş olsaydı, ben ona o kadar etkili bir anlaşma sunamazdım ve fetih durmak zorunda kalırdı” dediğini iddia eder[97]. Stillman’ın iddiası doğru olsa dahi sadece bir varsayımdır. Gerçek olan Osmanlı ordusu Riyeka ve civarını kontrol etmiş, bu harekât Nikola’yı barışa zorlamıştır.
15- Çetine’de Durum
Türk ilerleyişi Çetine’de hüzün, şaşkınlık ve kahramanlık duygularını canlandıran bir his yaratmıştır[98]. Şaşkınlığın ilk nedeni, Karadağlı idareciler Osmanlılar’ın Batı tepkisinden çekineceğini için kesinlikle Karadağ’a karşı bir tavır alamayacağını düşünmeleridir. Bu nedenle Hersek’teki isyancılara her türlü desteği vermişler, dahası bizzat Hersek topraklarına saldırmışlar ve yüzlerce sivil ve askerin ölümüne yol açmışlardı. Karadağlı idarecilerin şaşkınlıklarının ikinci nedeni ise Osmanlılar kendilerine saldırsa dahi Rusya’nın bir şekilde kendilerine yardım edeceğine olan inançlarıydı. Hatta onların düşüncesine göre, 1861’den beri yürüttükleri “şanlı mücadeleleri”[99] sonunda Rus Çarı Nikola onları kurtarmaya gelecekti. Çünkü onlar Türkler’e karşı Slavlar’ı, Müslümanlar’a karşı Hıristiyanlar’ı, Doğu’ya karşı Batı’yı temsil ettiklerine inanmaktaydılar[100]. Fakat Osmanlı ordusu Çetine’ye dört saatlik mesafeye yaklaşınca tüm bu düşünceler alt üst olmuştu.
Riyeka Bozgunu’ndan sonra gelişen kahramanlık seremonisine gelince, Vladika Danilo’ya yapılan suikasttan beri indirilmiş olan Karadağ bayrağı Çetine Sarayı’nın gönderine yeniden çekilmiştir. Akşam olduğunda Vladika Nikola Çetine meydanında büyük bir ağacın altına gelmiş, insanlar da onun etrafını sarmış bir şekilde kahramanlık türküleri söylenmiş, moraller yüksek tutulmaya çalışılmıştır[101].
Çetine’de endişeli bekleyiş sürerken Nikola, 25 Safer 1279/22 Ağustos 1862’de “Osmanlılar’ın her türlü şartını kabul etmeye hazır olduğuna” dair telgrafı Ömer Lûtfî Paşa’ya göndermiştir[102]. Telgrafın Osmanlı yetkililerinin eline geçmesi ve Batılı devletlerin araya girmesiyle Osmanlı harekâtı durmuştur. Bu sırada Ömer Lûtfî Paşa’nın Nikola’ya barış şartlarını bildiren telgrafı gelmiştir. Telgraf Çetineliler’i rahatlatmıştır[103].
D- İşkodra Antlaşması
1- Barış Görüşmelerinin Başlaması
İstanbul’daki İngiltere, Fransa, Avusturya, Rusya, Prusya ve İtalya konsolosları Osmanlı ordusunun Çetine kapılarına dayanması üzerine 15 Ağustos 1862’de birleşik bir muhtıra vererek Osmanlı Devleti’nden Karadağ harekâtını sona erdirmesini istemişlerdir. Konsoloslar Paris Barışı’nı kastederek Osmanlı Devleti’nin harekâtı sona erdirdiği takdirde Avrupa’ya karşı samimiyetini ispat edeceğini, devletin Karadağ’dan istediğini aldığını, seferin bundan sonrasının insanî olmayacağını belirtmişlerdir[104]. Muhtıraya karşı Osmanlı Hariciyesi’nden verilen cevapta şöyle denmiştir[105];
1- Devlet-i Aliyye Karadağ’da devam eden harbin Karadağ’ın tahribine yönelik olduğuna dair iddiaları külliyen reddeder.
2- Devlet Karadağ konusunda ne kadar itidalli davranmışsa Karadağ tam aksi istikâmette davranmıştır ve harekâtın başlıca müsebbibi Karadağ’dır.
3- Özellikle Hersek’te uzun süredir devam eden isyanın başlıca amili Karadağlılardır. Karadağlılar Hersek’te asileri desteklemişler, asileri korumuşlar, konsolosların ima ettiğinin aksine çevrede insanları katletmişler, masum halkın evlerini yakmışlardır.
4- Osmanlı Devleti’nin Karadağ harekâtından maksadı, Karadağlıların ıslâh edilmesi ve bir daha kendi imtiyazları dışında diğer bölgelere tasallutunu önlemektir. Bu sebeple Karadağlılardan bu yönde gelecek her türlü teklife hazırdır. Böyle bir teklif geldiği takdirde şartlar bölgedeki Osmanlı komutanı ile müzakere edilecek ve gerektiğinde harekâta son verilecektir.
Osmanlı Devleti bu cevap ile açıkça Karadağ tarafından bir teklif beklediğini dile getirmiştir. Ardından konu Meclis-i Mahsûs-ı Vükelâ’da görüşülmüş ve 12 maddelik bir anlaşma taslağı hazırlanmıştır. Bu maddelerin tamamı daha sonra imzalanacak olan nihaî antlaşmaya girmiştir[106].
İstanbul’da konsoloslar ile Osmanlı Hariciyesi arasında gerçekleşen yoğun görüşmeler sonucu, Nikola 25 Safer 1279/22 Ağustos 1862’de Osmanlılar’ın her türlü şartını kabul etmeye hazır olduğuna dair telgrafı Ömer Lûtfî Paşa’ya göndermiştir. Ömer Lûtfî Paşa ilgili telgrafı İstanbul’a göndermiş, İstanbul bu haberi alır almaz konuyu müzakere etmek üzere Paşa’nın İşkodra Postahanesi’ne gitmesini istemiştir. İstanbul’da ise Sadrazam Mehmed Fuad Paşa, Serasker Mehmed Rüşdi Paşa ve Vakanüvis Ahmed Cevdet Paşa Ömer Lûtfî Paşa ile müzakereleri yürütmüştür. İstanbul’la yapılan görüşmeler esnasında Ömer Lûtfî Paşa;
1- Sınırların kesin tayini
2- Karadağ idaresinin tespiti (Osmanlı metbuluğunun kabulü ve tasdiki)
3- Kabul edilen şartların uygulanması
4- Antlaşma şartlarının uygulanmaması halinde yaptırımlar
5- Karadağ dâhilinde asker bulundurulması konularına dikkat edilmesini özellikle istemiştir.
Paşa, yukarıdaki maddelerin antlaşma içerinde yer alması için kendisinin müzakereci olarak tayin edilmesini istemiştir. Fakat konu daha önce Meclis-i Vükelâ’da görüşülüp karara bağlandığı için Mehmed Fuad Paşa bu isteği reddetmiştir. Ömer Lûtfî Paşa’nın üzerinde durduğu bir başka konu ise Riyeka’nın mutlaka Osmanlı kuvvetlerinin elinde bulundurulması hususu olmuş, fakat bu isteği de kabul görmemiştir. O gün bitirilemeyen görüşmeler ertesi güne sarkmış ve 23 Ağustos’ta daha evvel ana hatları İstanbul tarafından şekillenen anlaşma maddeleri kesinleşmiştir. Antlaşma taslağı Ömer Lûtfî Paşa’nın Fransız Doktoru Mösyö Kuçine tarafından Fransızca’ya çevrilip Nikola’ya gönderilmiştir. Nikola, Kuçine ile yaptığı görüşmede, “Tecrübesizliğim hasebiyle Rusyalulara ve Sırplara aldandım ve Devlet-i Aliye ile askerinin bu kadar kuvvetini bilmezdim. Az müddet içinde Karadağ’ı bu hale koyan askere Sırbistan hiç dayanmaz. İnşallah anların üzerine dahi gider ve bende bakıp gülerim”[107] sözleriyle Osmanlı gücü karşısında yenildiğini kabul etmiştir. Ancak antlaşma metnini senato azaları ile görüşmesi gerektiğini belirterek, onları toplamak ve görüşlerini almak üzere Osmanlı yetkililerinden 6 Eylül’e kadar zaman istemiş, bu sürede de Osmanlı askerî harekâtının durdurulmasını talep etmiştir. Nikola’nın talebi Ömer Lûtfî Paşa tarafından uygun görülmüş ve harekât durdurulmuştur. Paşa, Karadağ halkına hitaben bir beyannâme yayınlayarak, Karadağlılara dostluk elini uzatmıştır. Beyannâmede,
Ey Karadağlılar, içinizden bazı kendüyü bilmezlerin sözlerine aldanıp hükümeti meşruanız olan Devlet-i Aliyye’ye karşı durmağa kalkışmış olduğunuzdan kahır ve gazabı kendinize davet eylediniz. Şimdi Asâkir-i Şahanenin kuvvetini gördünüz ve Devlet-i Aliyye’ye karşı durulamayacağınızı anladınız. Cümleniz hemşehrilerimiz olduğunuzdan bir katre kanınızın dökülmesini istemez idik. Lâkin sizin hareketiniz hakkınızda bu şiddetli muameleye sebep oldu. Erbab-ı isyan haklarında Devlet-i Aliyye’nin kahır ve gazabı ne kadar büyük ise velinimet Pâdişahımız Efendimiz Hazretlerinin merhamet ve şefkati mülükâneleri olmertebe âzim olduğundan mukavemete iktidarınız olmadığını anladığım günde her bir tarafta terk-i muharebe olunmasını tenbih eyledim.[108].
Fakat harekâtın durdurulması İstanbul tarafından hoş karşılanmamıştır. Özellikle yabancı devletlerin harekâtın sona erdirilmesine dair baskıları, Nikola’nın Batılı devletlerden bir son dakika müdahalesi beklemesi nedeniyle işi ağırdan alması İstanbul’u daha da kızdırmıştır. İstanbul daha barış görüşmeleri başlamadan Karadağlıların taktiğinin 20-30 günlük bir ateşkes elde ederek, bu süre içinde kendilerini toplamak ve zaman kazanmak olacağını tahmin etmişti[109].
İstanbul’un tahminleri görüşmeler sırasında doğrulanmış, sürecin tıkanma noktasına gelmesi üzerine Paşa’ya “Bir an evvel Çetine’ye girmesi” emredilmiştir. Ancak Ömer Lûtfî Paşa Çetine’ye girmemek için bir yığın bahane üretmiştir. Paşa, bir taraftan Çetine’yi almanın bir an meselesi olduğunu yazarken, öte yandan merkezin en zayıf yanına seslenerek Çetine için daha fazla askere, zahire ve cephaneye ihtiyacı olduğunu belirtmiştir. Kısaca Paşa İstanbul’a “Bu iş size çok pahalıya patlar mesajı” göndermiştir. Çünkü Paşa, malî sıkıntılarla boğuşan İstanbul’un en fazla çekindiği şeyin yeni masraflar olduğunu çok iyi biliyordu[110]. Ergirili ise Türk askerinin Çetine’ye girmeyi çok arzu ettiğini yazar. Ona göre asker, Çetine’de mevcut olan “Türk Kalesi” denen kuleyi yıkarak, oranın dibine gömülen Müslüman kellerini İşkodra’ya götürüp defnetmek istemektedir[111]. O, Çetine’ye 45 dakika mesafede durulmasını ve kentin alınamamasını komutanların gevşekliğine bağlar.
Karadağ harekâtını eleştiren Ergirili ve diğer yazarların görüş beyan ederken göz ardı ettikleri husus Batılı büyük güçlerdir. Zira konsoloslar baştan sona müzakerelere iştirak etmişlerdir[112]. Daha antlaşma imzalanmadan Karadağ harekâtı sonrasında oluşacak yapı hakkında Batı kamuoyunda ciddi tartışmalar yapılmaktaydı. Mesela, İngiltere’de Karadağ’ın mevcut durumunun korunacağına dair güçlü bir kamuoyu oluşmuş durumdaydı. İngiliz tahlil ve tahminlerine göre, Karadağ’ın tüm ısrarına rağmen bağımsızlığının tanınması mümkün değildi. En iyi çözüm mevcut yapının aynen korunmasıydı. Çünkü[113];
1- Osmanlılar’ın Karadağ’ın bağımsızlık isteğini kabul etmesi halinde, Bulgarlar, Makedonlar, Bosna Hersekliler, Sırplar ve Arnavutlar’ın da bağımsızlık talebinde bulunmaları muhtemeldi. Böyle bir gelişme Osmanlı Devleti’nin yok olması demekti. Bu yüzden Osmanlı Devleti, Karadağ isteklerine sıcak bakmayacak, muhtemelen statükoyu korumaya çalışacaktı.
2- Avusturyalılar bağımsız bir güney Slav devletini kendi memleketlerindeki Slav unsurlara örnek teşkil edeceği ve Dalmaçya’daki çıkarlarını tehdit edeceği için Karadağlılara destek vermeyecekti. Çünkü Karadağlılar sadece bağımsız olmak değil, aynı zamanda kendilerini dışa açacak Adriyatik kıyısında kullanışlı bir limana da sahip olmak istiyorlardı. Bu yüzden Avusturyalılar da mevcut statükonun devamından yana tavır alacaktı.
3- Ruslar kendi kontrolleri dışında Adriyatik’te çıkış noktası bulunan bir Karadağ’ı tercih etmeyeceklerdi. Zira bu durumda Karadağ’da Rus etkisinden ziyade, dünyanın en büyük ticarî gücü İngiltere’nin etkisi daha ön plana çıkacaktı. Halbuki Ruslar, istedikleri zaman kendilerine kayıtsız şartsız itaat edip destek veren, Osmanlı Devleti içinde “dikenli bir akasya ağacı” gibi sürekli sorun çıkaran Karadağ’ın mevcut durumundan fazlasıyla memnundular. Dolayısıyla Ruslar da mevcut statükoyu korumaya çalışacaktı.
4- İngilizler, Osmanlı Devleti’nin devamından yana olduklarından Karadağ’ın taleplerini dikkate almayacaklardı. Bu yüzden hâlihazırdaki yapının devamından yana tavır sergileyecekti.
5- Karadağ’ın bağımsızlık isteğini destekleyecek Avrupa devletleri, Fransa ve İtalya’dır. Fakat onların da Karadağ’ın isteklerini diğer büyük güçlere kabul ettirme ihtimalleri azdır.
Yukarıdaki tartışmadan da anlaşılacağı gibi, daha harekât sonuçlanmadan sonrasında yapılacak bir antlaşmanın hangi ilkeler etrafında belirginleşeceği neredeyse tespit edilmişti. Müzakereler kazanan ya da kaybeden iki tarafın da bir şey kazanamayacağı bir sonucun kâğıda dökülmesinin ötesinde bir anlam taşımayacaktı. Ancak özellikle kazanan tarafın Osmanlı Devleti olması durumunda, Osmanlılar hiç bir şey kazanamayacaktı. Anlaşma da bu kriterler doğrultusunda gerçekleşmiş, yapılan onca masraf, mücadele ve can kaybı heba olup gitmiştir. Nitekim görüşmeler sırasında bu durum iyice belirginleşmiştir. Göstermelik birkaç tartışmanın dışında herhangi bir itiraz olmadan Karadağ’ın mevcut durumu önceki haliyle aynen korunmuştur[114].
2- İşkodra Antlaşması
Nikola barışı kendi istemesine rağmen, İstanbul’un sunduğu şartları kabul konusunda isteksiz davranmıştır. Bu beklenmedik gelişme üzerine İstanbul, Ömer Lûtfî Paşa’ya “Derhal Çetine’ye girmesini” emretmiştir[115]. İşin ciddileşmesi üzerine beklenen anlaşma 31 Ağustos 1861’de İşkodra’da, Nikola’nın temsilcileri ve Ömer Lûtfî Paşa arasında imzalanmıştır. Bu yüzden anlaşmaya “İşkodra Antlaşması” adı verilmiştir. Ancak anlaşmanın Nikola tarafından onaylanması biraz vakit almış, aradan geçen süre İstanbul’u yeniden sıkıntıya sokmuştur. İstanbul’un “Anlaşmanın onaylanmaması durumunda Çetine’ye girilmesine dair” kararlı tavrını sürdürmesi üzerine, tüm umudunu Batılı devletlerin bir son dakika teşebbüsüne bağlamış olan Nikola da 13 Eylülde anlaşmayı imzalamak zorunda kalmıştır[116].
Anlaşmanın maddeleri aşağıdaki gibidir[117]:
1- Karadağ’ın iç idaresi harekâttan önceki gibi kalacak.
2- 1858 Komisyonu’nca belirlenen sınırlar aynen korunacak[118]
3- Karadağlıların gümrük vergisi vermeden Bar Limanı’nı kullanmasına izin verilecek, ancak silah ve mühimmat sevkine izin verilmeyecek
4- Karadağlılar sınırları dışında da ziraî faaliyetlerde bulunabilecekler
5- Mirko Karadağ’dan çıkacak ve bir daha geri gelmeyecek[119]
6- Hersek’ten İşkodra’ya Karadağ üzerinden geçen yol, ticarete açılacak ve yolun güvenliği Osmanlı askerlerince sağlanacak, yol güzergâhında tayin edilecek noktalara blokhavzlar (Beton tabya) yapılacak
7- Karadağlılar hudutları haricinde hasmane dolaşmayacaklar, Karadağ sınırına yakın kazalar halkı ayaklansalar dahi Karadağlılar ne manen ne de maddeten onlara yardım etmeyecekler, senato azaları, kocabaşlar ve ileri gelen kimseler bu şarta uyacaklarına dair senet verecekler
8- Karadağ sınırında ortaya çıkacak anlaşmazlıkları çözmek üzere, Karadağ sınırı civarındaki eyaletlere birer özel görevli tayin edilecek, bu görevliler problemleri çözemezse Karadağ doğrudan doğruya Bâb-ı Âlî’ye başvuracak
9- Elinde pasaport bulunmayan hiçbir aile Karadağ’a giremeyecek, aksi davrananlar mutlaka geri gönderilecek
10- Karadağlılar Osmanlı ülkesinin her yerine girip çıkabilecekler ve ayrıca ticaret yapmalarına mani olunmayacak
11- Suçlular karşılıklı olarak iade edilecek
12- Aynı şekilde hırsızlık yapanlar da karşılıklı olarak tutuklanıp, çaldıkları mallarla birlikte iade edilecek
13- Esirler serbest bırakılacak ve memleketlerine gönderilecek
14- Karadağlılar, Arnavutluk, Hersek ve Bosna sınırı üzerine kule ve benzeri hiçbir türlü istihkâm yapmayacaklar
Anlaşmanın imzalanması İstanbul’da büyük sevinç yaratmıştır. İstanbul Karadağ gailesinin uluslararası bir soruna yol açmadan, isyan süresiyle kıyaslandığında bu kadar kısa bir sürede bitirilmesinden çok memnun olmuştur. Abdülaziz, Hersek ve İşkodra ordularının İşboz’da birleşmesinden duyduğu memnuniyete benzer şekilde, Karadağ’ın meselesinin sona ermesinden duyduğu memnuniyeti de heyecan dolu bir hatla 25 Eylül 1862’de Ömer Lütfî Paşa’ya bildirmiştir. Samimi bir üslûpla kaleme alınan Hatt-ı Hümâyûn’da Abdülaziz harekâta katılan herkesi kutlamıştır. Hatt-ı Hümâyûn metni aşağıdaki gibidir[120]:
Vezir-i Hamiyet-semirîm Ömer Paşa,
Size ve Müşîr Paşalara ve kâffe-i ümerâ ve zâbitân ve ale’l-umûm neferâta mahsûs selâm iderim. Cümlenin hidmeti nezdimde ve bi’l-cümle millet indinde takdîr olunmuştur. Hepiniz ber-hûrdâr olunuz. Cümlenizin harekât-ı makbûlesini takdîren tastîr olunan iş bu emrimiz Yaver-i Harbimiz Ferik Saîd Paşa’ya tevdî‘ ve teslîmen zât-ı dirâyet-semâtına gönderilmiştir.
Anlaşmanın hemen ardından Osmanlı kuvvetleri Karadağ’ı boşaltmaya başlamışlardır. Hâlbuki Karadağ meselesine dair kaleme alınan tezkerede anlaşma maddeleri uygulanana kadar askerin Karadağ’da kalması kararlaştırılmıştı. Hatta daha da ileri gidilerek Karadağ’da daimi asker bulundurulmasının daha doğru olacağı belirtilmişti[121]. Fakat 20 Ağustos’ta bu düşüncelere sahip merkez, mücadelenin verdiği yorgunluğa ve dış baskılara daha fazla karşı koyamamış, 4 Ekim’de Riyeka’daki Hersek birlikleri İşboz’a, İşkodra birlikleri ise Vezirköprü’ye çekilmişlerdir[122].
Yukarıdaki anlaşma metni incelendiğinde ve Karadağ’ın Osmanlı Devleti’ne verdiği zararlar düşünüldüğünde, bu maddelerin Karadağ için ceza yerine ödül olduğu görülmektedir. Altıncı madde hariç, Karadağ’ın iç istiklâlini zaafa uğratan her hangi bir sınırlama yoktur. Üstelik antlaşmaya bir de Karadağ’ın uzun zamandır kendisine bırakılmasını istediği Bar (Antivari) Limanı konusunda bir madde eklenerek, Karadağ’ın bu liman üzerindeki taleplerine[123] hoşgörüyle yaklaşılmış ve liman konusunda Karadağ’ın isteklerine ilk kez resmî bir belgede dolaylı da olsa yer verilmiştir. Ayrıca 1. ve 2. maddelerle Karadağ’ın mevcut statüsü yeniden onaylanmıştır. Yani Karadağ, bu anlaşma ile bir yandan Osmanlı tabiiyetini tasdik eder gibi görünmüş, bir yandan 1-2 ve 11-13. maddeler ile kendi özerkliğinden taviz vermemiş, bir yandan da Çetine’ye dört saat mesafede olan Osmanlı ordularını başarıyla durdurmuştur[124].
Osmanlı Devleti Paris Barış Antlaşması nedeniyle Karadağ’a kendi isteği doğrultusunda bir antlaşma dikte ettirememiştir. Bilindiği gibi Osmanlı Devleti, Paris Barış Antlaşması’nı yedinci maddesi gereğince “Avrupa Devleti” sayıldığından, Paris Barışı’nı imzalayan devletlerle ortak hareket etmeye mecbur kalmıştır[125]. Daha doğrusu onlara danışmadan ve görüşlerini almadan bir anlaşma yapamamıştır. Durumun bu mecrada seyrettiği bizzat antlaşma metninden de anlaşılmaktadır. Ahmed Lûtfî Efendi de, anlaşmadan hoşnut olmamış, anlaşmanın dış baskılar neticesinde imzalandığını yazmış, bu durumun Karadağlıların daha da şımarmalarına yol açtığını açıkça ifade etmiştir[126]. Ahmed Cevdet Paşa da aynı şeyleri yazar. Paşa müzakerelerin her aşamasının konsoloslar gözetiminde gerçekleştiğini belirtir. Hatta Rus ve Karadağ temsilcileri arasındaki bir tartışmayı zikreder. Rusya Konsolosu’nun Karadağ temsilcisine “siz bu kadar acele etmemeliydiniz” demesi üzerine, Karadağ temsilcisi ile aralarında tartışma çıkmış, Karadağ delegesi Ruslar’ı olayları seyretmekle suçlamıştır[127]. Yani anlaşma, Osmanlı idarecilerinin kendi tercihleri sonucu değil, Batılı devletlerin orta yol formülü sonucu ortaya çıkmıştır.
E- Antlaşmanın Uygulanması
1- İşkodra Antlaşması’nın Uygulanması
Anlaşmanın tek olumlu sonucu isyan sırasında evlerini terk eden halkın evlerine geri dönmesi olmuştur[128]. Bunun haricinde antlaşmanın uygulanmasında ciddi güçlükler yaşanmıştır. Hatta Stevenson, yerinde bir ifade ile “anlaşmanın ölü bir belge” olduğunu yazar[129]. Ömer Lütfî Paşa, daha barış görüşmeleri sırasında Karadağlıların antlaşma şartlarına uyacakları konusunda şüpheleri olduğunu İstanbul’a bildirmişti. Paşa, bu nedenle anlaşmaya sağlam askeri yaptırımlar içeren maddeler konulmasını ısrar etmişti. Fakat yukarıda açıklanan nedenlerden dolayı onun hassasiyeti dikkate alınmamış veya alınamamıştı. Anlaşmanın imzalanmasının ardından ilk anlaşmazlık, Mirko’nun Karadağ dışına çıkarılmasını içeren beşinci madde konusunda çıkmıştır. Antlaşma daha imzalanmadan Nikola bu maddenin uygulanmasına karşı çıkmış, ancak görünüşte antlaşma maddeleri içerisinde yer almasına göz yummuştur. Esasen bu madde Osmanlı Devleti’nin Karadağ üzerindeki otorite ve yaptırımını göstermesi bakımından itibarî öneme sahipti. Her ne kadar Osmanlı Devleti, bu maddenin uygulanmasından kendi rızasıyla vazgeçtiğini bildirmiş olsa da, daha başlangıçta bu maddenin uygulanamaması antlaşmanın akıbeti hakkında çok önemli ipucu olmuştur.
Osmanlı Devleti’ni doğrudan ilgilendiren en önemli konu Hersek-İşkodra yolunun açılmasını içeren altıncı maddeydi. Bu nedenle altıncı maddesinin uygulanması için çalışmalar vakit kaybedilmeden 29 Eylül 1862’de başlamıştır. Osmanlı tarafı Salih Paşa’yı, Karadağ tarafı ise Petro İstafan’ı temsilci olarak atamışlardır. İki görevli Ostrog Boğazı’na gelerek yol güzergâhına yapılacak dokuz blokhavzın inşa edileceği mevkileri tespit etmişlerdir[130]. Ardından kulelerin yapımına geçilmiştir. Fakat tam bu sırada Ömer Lütfî Paşa’nın öngörüsü gerçekleşmiş, Nikola Osmanlı Devleti’ne başvurarak altıncı maddenin uygulanmamasını istemiştir. Nikola 14 Ekim 1862’de, Biyelo Pavloviç Ovası’nda blokhavz yapımı ile meşgul olan Derviş Paşa’ya bir telgraf göndererek, İstanbulla blokhazların yapımına dair müzakerelerin sürdüğünü, bu nedenle bölgedeki inşa faaliyetinin durdurulmasını istemiştir. Nikola, Derviş Paşa’yı üstü kapalı bir şekilde tehdit ederek, aksi durumda tebaasına söz geçiremeyeceğini bu yüzden yeni çatışmaların başlama ihtimalinden bahsetmiştir. Ancak Osmanlı ordusu blokhavz yapımını sürdürmüş, Nikola 2.000 kadar Karadağlı’yı bölgeye göndermiş, fakat ordunun kararlılığı karşısında Karadağlılar herhangi bir çatışmaya girmeden geri çekilmişlerdir. Nikola’nın blokhavzların yapımının durdurulmasına ilişkin isteği İstanbul’da da kabul görmemiştir[131].
Osmanlı idarecilerinden yüz bulamayan Nikola altıncı maddenin tadili için bu kez Batılı devletlere başvurmuştur. Her zaman olduğu gibi Rusya ve Fransa, Karadağ’ın yanında yer almıştır. Rus elçisi yol üzerinde inşa edilen blokhavzın yapımını protesto etmiş, Fransızlar da Ruslar’ı destekleyince Osmanlı Devleti blokhavzların yapımı konusunda ısrarcı olamamıştır. Sonuçta yol güzergâhı üzerinde blokhavz yapımından vazgeçilmiş, altıncı madde 3 Mart 1863’te “Yolun daima açık bulundurulması ve yolcuların maruz kalabilecekleri zararların Karadağ hükümeti tarafından tazmin edilmesi” şeklinde değiştirilmiştir[132]. Yapılan blokhavz da 1864’de yıkılmış, ancak Karadağ sınırı üzerine blokhavzlar yapılarak Karadağ kaynaklı saldırıların önüne geçilmeye çalışılmıştır[133].
2- Çetine Mutabakatı
İşkodra Antlaşması’nın tatbikine dair esas mesele ikinci maddenin uygulanması sırasında ortaya çıkmıştır. Karadağla civar eyaletler arasındaki sınırların kesin şekilde belli olmaması, bölgenin dağlık ve üzerinde yaşayan halkın zaman zaman Karadağ tebaası olduklarını iddia etmeleri yüzünden ikinci maddeyi uygulamak için yeni bir düzenleme yapılması gerekmiştir. Anlaşmazlıklara son vermek ve nihaî sınırları tespit etmek amacıyla ikisi Osmanlı, ikisi Karadağ tarafından olmak üzere dört kişilik özel bir komisyon kurulmuştur. Uzun müzakereler sonucu 3 Mayıs 1864’te Osmanlı komiseri Hafız Bey ve Karadağ komiseri Voyvoda Senatör Guiro Matanoviç, 1859 senesinde kabul edilen sınır üzerinde bir anlaşmaya varmışlardır. Çetine’de imzalandığı için “Çetine Mutabakatı (Protokolü)” adı verilen 18 maddelik antlaşmaya göre[134]:
1- Devlet-i Aliyye ile Karadağ memurlarından oluşan bir komisyon kurulacak.
2- Komisyonun tutanakları İtalyanca kaleme alınacak.
3- Hududun iki tarafında kalmış olan emlaki tespit için Osmanlı ve Karadağlıların eşit sayıda temsil edileceği bir komisyon kurulacak. İşin uzmanlarından oluşacak bu komisyon, iki tarafta kalmış mülklere değer biçecek ve daha sonra iki taraf arasındaki mülk sahipleri arasında emlak mübadelesi yapılacaktır.Mübadele olunan mülkle ilgili herhangi bir problem çıkar ise komisyon konuyu yeniden inceleyecektir.
4- Mübadele haricinde kalacak emlake devlet tarafından el konulacaktır.
5- 1858 ve 1859 senelerinde yapılan komisyon çalışmalarında bir şahsın tasarrufunda ne tür emlak var ise o şahsın mal varlığı şimdiki komisyon tarafından da aynen kabul edilecek ve mübadele ona göre yapılacaktır. Mübadele olunamaz ise emlake el konularak altıncı madde gereğince işlem yapılacaktır. Bu tarihten sonra satın alma yoluyla bir kimse mülk sahibi olmuşsa, gayrimenkulün parası peşin olarak kendisine verilerek o mülke devlet tarafından el konulacaktır.
6- Uygulamayı kolaylaştırmak için Saltanat-ı Seniyye ile Karadağ idaresi, emlakini satanların zararını karşılamayı taahhüt eder. İşbu uygulamanın bitiminde iki tarafın memurları tarafından ödenmiş meblağın fazlası yekdiğerine ödenecektir.
7- Emlakin satılması veya mübadelesi için iki tarafın komisyonları arasında iki nüsha imzalı birer tutanak tanzim olunarak mübadele olunacaktır.
8- İleride her türlü anlaşmazlığı ortadan kaldırmak için gerek Osmanlı gerekse Karadağlı emlak sahipleri o emlakin kendilerinin olduğuna dair birer senet alacaklar, bu senet komiserler tarafından onaylanarak taraflar arasında mübadele olunacaktır.
9- Mülk senetleri tarafların anlayacağı dil üzerinden hazırlanacak, komiserlerin senet üzerindeki imzaları İtalyanca olacak, senet üzerinde emlakin sınırları açıkça belirtilecek.
10- Tarla, bahçe, çayır, ev, ahır, mağaza, değirmen gibi mülkler o kişiye ait emlaktan kabul edilecektir.
11- Dağlardaki mera, orman ve sular umuma ait kabul edilerek ne mübadele edilecek ne de el konulacak, hangi tarafta kalmışsa o tarafa terk edilecektir.
12- 1859 komisyonu tarafından iki tarafın ortak kullanımına ayrılan mera, orman ve sular emlak mübadelesinden hariç tutulacaktır.
13- 1859 sınır tespitinde hudut üzerinde kalan bazı kiliseler iki tarafın kullanımına mahsus olacaktır.
14- Satılmış veya mübadele olunmuş olan emlaka derhal el konulacak ise de üzerindeki ürün ekene ait olacaktır.
15- Komisyona bizzat gelmeyecek olan emlak sahibi vekil tayin edip vekâlet iki şahitle ispat edilecektir.
16- Vekillerin mal sahibi adına vereceği senetler, şahitler tarafından da imzalanacak ve bizzat asil tarafından verilmiş gibi muamele olunacaktır.
17- Hudut işaretleri taştan imal edilecektir. Bunlar için taş, kireç, kum ve su gibi malzeme iki taraf ahalisi tarafından nakil olunacaktır. Sınır herhangi bir tartışmaya neden olmayacak şekilde belirlenecek, taşların Osmanlı toprağına bakan yüzüne Türkçe, Karadağ tarafına bakan yüzüne Fransızca yazılacaktır.
18- Komisyon kararları iki taraf halkına tebliğ edilerek ileride anlaşmazlık çıkmaması için yöre halkından nişan taşlarını itina ile korumaları istenecektir.
Yukarıda görüldüğü gibi komisyonun sınır anlaşmazlıklarını ortadan kaldırmak için bulduğu yol karşılıklı mal mübadelesi yapılmasından ibarettir. Böylece her iki tarafta mülk iddiasında bulunan kimse kalmamış olacaktı. Fakat anlaşmazlıklara neden olan çatışmalar mülk topraklardan değil, sahipsiz topraklar veya mera ve ormanlık arazilerden kaynaklanıyordu. Bu konuda komisyonun herhangi bir çözüm ürettiğini iddia etmek güçtür. Tam tersine 11, 12 ve 13. maddeler yeni çatışma kapıları açmaya aday kararlardır. Ancak anlaşma maddelerinde ne yazarsa yazsın Karadağla yapılan her anlaşma aslında Karadağlıların zaman kazanma stratejisinin bir sonucudur. Çünkü Karadağlıların niyeti gerçekten bölgeye barış getirmek değil tersine harita dörtte gösterilen sınırlara ulaşmak yani büyük Karadağ’ı kurmaktır. Bu yüzden Karadağlılar harita dörtteki sınırlara sulaşıncaya kadar mücadelelerine devam etmişlerdir.
3- İstanbul Protokolü
Çetine Protokolü’nün hayata geçirilmesinde de bazı problemler yaşanmıştır. Bunun üzerine Mehmed Emin Âlî Paşa başkanlığında İstanbul’da yeni bir komisyon daha toplanmıştır. Toplantıda Osmanlı Devleti’ni Dâr-ı Şûrâ Reisi Safvet Paşa ve Ticaret Müsteşarı Server Efendi; Karadağ tarafını ise Vladika Nikola’nın özel sekreteri Senatör İliya Plamenaç ve Kapudan Piyoviç temsil etmiştir. Müzakereler 26 Ekim 1866’da sonuçlanmış “İstanbul Protokolü” adı verilen beş maddelik bir ekle Çetine Mutabakatı hayata geçirilmeye çalışılmıştır[135].
İstanbul Protokolüne göre,
1- Çetine Protokolü’nde kararlaştırılan şahıslara ait emlakin mübadele ve tazminat miktarının tespiti için bir komisyon kurulacak.
2- Çetine Protokolü’nün 11 ve 12. maddelerinin Nisan 1867’de hayata geçirilmesi için bir komisyon kurulacak.
3- 8 Kasım 1858’de[136] tespit edilen sınırın bazı kesimlerine o tarihte Bâb-ı Âlî ile Karadağ Vladikası tarafından şerh konulmuştu. Söz konusu ihtilaflı sınırlar 67 numaralı Visoçisa, 68 numaralı Srebrna Glavitsa ve 69 numaralı Banova Gomila arasındaki hat olup, bu sınır tamamıyla kabul olunmuştur. Ancak Karadağlı yetkililer Srebrna Glavitsa’da her hangi bir bina olmadığını ve inşa da edilmeyeceğini taahhüt etmişlerdir.
4- Visoçisa’da bulunan Osmanlı Kalesi derhal yıkılacak.
5- Podgoriçe ile İşboz arasında olan Veliye ve Malo Brdo dağlarında Karadağlıların tarım yapmalarına izin verilecektir. Ancak buradan elde edilecek ürünün vergisi İşkodra’da bulunan Osmanlı Devleti memurlarına ödenecek.
İstanbul Protokolü ile Karadağlılar 1858-59 seneleri sırasında gerçekleşen sınır tayini sırasında, Osmanlı yetkililerine kabul ettiremedikleri bazı sınır düzenlemelerini 1866’da gerçekleştirmişlerdir. Böylece barış yoluyla Osmanlı Devleti’nden alabileceğini alan Karadağlılar, harita dörtteki sınırlara ulaşmak için her yolu denemişlerdir.
Sonuç
Karadağ Harekâtı ciddi anlamda tartışmaya açık sonuçlar ortaya çıkarmıştır. Mesela, 40-50 kilometrelik yolun iki ayda aşılması Osmanlı ordusu için bir başarı mıdır? Hiçbir yaptırım içermeyen bir antlaşmayı, 10.000 kişilik bir orduya sahip siyasi konumu dahi belli olmayan bir idareciye kabul ettirmek övünülecek bir durum mudur? Ya da imzalanmasına rağmen antlaşmanın hiç uygulanmaması tezadı nasıl açıklanacaktır? Bu soruların cevabı yazarın bakış açısına göre değişebilmektedir. Avrupalı yazarlar bu süreçte Karadağ’ı asla yenik bir kuvvet olarak kabul etmezler, aksine direnişi kutsarlar. Onlar, Avusturya gibi bazı ülkeler Karadağ’a silah sevkıyatına izin verseler, Karadağ’ın hiçbir zaman yenilmeyeceğini ifade ederler[137]. Popüler internet kaynakları da 1862 Karadağ Harekâtı’na dair yaptıkları yorumlarda, neredeyse Osmanlı kuvvetlerini yenilmiş gösterirler. Kaynak belirtilmeden verilen bilgilerde, 100.000 kişilik Osmanlı ordusunun 25.000 kişilik Karadağ ordusu karşısında Novo Selo’da (Yeniköy) yenildiği, fakat daha sonra sayısal üstünlüğüne dayanarak Karadağlıları yenebildikleri bilgisi yer alır. Ancak harekât boyunca 3.500 Karadağlı’nın hayatını kaybetmesine karşı, Osmanlı tarafının 8.000’den fazla kaybı olduğu yazılır. Böylece bu harekâtın Osmanlılar için bir başarı olmadığına vurgu yapılır[138].
Ahmed Midhat Efendi gibi yerli yazarlar ise, Osmanlı Devleti’nin savaş alanının tersine diplomasideki beceriksizliği yüzünden Karadağ Harekâtı’ndan istediği sonucu alamadıklarını yazarlar. Onlara göre, Osmanlı Devleti’nin hedeflediğinin aksine “eşkıya reisi” prenslik statüsü kazanmış, “eşkıya güruhundan oluşan memleket” özerk bir emaret halini almıştır. Özellikle İşkodra Antlaşması’na dayanılarak bazıları yapılan kule ve blokhavzların daha sonra dış baskılar nedeniyle yıkılması, Osmanlı Devleti’nin Karadağ’ı kontrol imkânını tamamen ortadan kaldırmış, bu durum Karadağ’ın gelecekteki isyanlarına zemin hazırlamıştır[139].
Osmanlı-Karadağ Çatışması’nın sonuçlarını en iyi değerlendiren taraf Karadağ olmuştur. Bu mücadelede zayıf yanlarının farkına varan Karadağ Vladikası, eksiklerini gidermek için var gücüye çabalamıştır. Nikola harekâtın hemen ardından, coğrafî şartlar ne kadar zor olursa olsun gerilla harbinin düzenli ordular karşısında bir faydası olmadığını görmüş, o zamana kadar Karadağ’da var olan savaş ve mücadele stratejisini kökten değiştirmiş, Karadağ ordusunu yeniden düzenleyerek modern silahlarla donatmıştır. Önce her biri 848 kişiden oluşan 30 taburluk piyade (25.440) ve 3.000 kişilik süvari birliği oluşturmuştur. Bu birlikler için Zeta Ovası’nda bir karargâh kurmuş, Karadağ ilk defa düzenli bir orduya kavuşmuştur. Birliklere, Osmanlı ordusu karşısındaki yenilginin temel nedeni olarak görülen bir de topçu taburu dâhil edilmiştir. Daha sonra o zamana kadar kılıç, kama, yatağan ve eski moda Arnavut tüfekler kullanan Karadağ başıbozuk kuvvetlerine son model silahlar dağıtmıştır. 1862 mücadelesinde tüm lojistik ihtiyaçlar kadınlar tarafından karşılanmıştı. Bu yüzden orduya cephane ve lojistik desteği verecek yeni bir birim daha eklemiştir[140]. Nikola, tüm çalışmalarının meyvesini 1875 Hersek İsyanı sonrasında patlak verecek OsmanlıKaradağ savaşında fazlasıyla almıştır.
Her şeye rağmen imzalanan antlaşma bölgeye, bölge için uzun sayılabilecek bir süre huzur ve sükûn getirmiştir. Hatta bu yüzyılda barış içinde geçen en uzun süre denebilir[141]. Ancak Osmanlı Devleti için bu süre bir anlam ifade etmemiştir. Zira malî, askerî ve siyasî çöküntü olanca hızıyla devam etmiş, Osmanlı yetkilileri bu süreçte “Büyük Güçler”-(Düvel-i Muazzama-İngiltere, Fransa, Rusya, Prusya, Avusturya-Macaristan) arasındaki çekişmeleri kullanarak ayakta kalmaya çalışmıştır. Fakat bu politika 1875’te iflas edince, ülke geri dönülemez bir yola girmiştir. Karadağ Harekâtı, Osmanlı Devleti’nin XIX. yüzyılda takip ettiği “Büyük Devletler’e” dayanma politikasının tipik bir örneğini oluşturur. Harekât öncesi, esnası ve sonrasında da görüldüğü gibi, tüm yaşananlarda kaybeden taraf askerî mücadeleyi kazansa da Osmanlı Devleti olmuştur. Politik oyunların bedelini ise gerek asker, gerek memur gerekse vatandaş olarak Osmanlı Devlet’ine hizmet eden veya bağlı kalan insanlar ödemiştir.