Giriş
mar meclisleri, 1845 yılında kurulan “geçici teftiş” kurullarıdır. Meclislerde, askeriye, ilmiye ve mülkiye sınıflarına mensup üç kişi ve bir kâtip görevlendirilmiştir. Meclislerin görev yerleri, Anadolu ve Rumeli’de tespit edilen 10 ayrı bölgedir. Bu sınırlar içinde sabit bir çalışma merkezleri yoktur. Meclis üyeleri her sancak ve her kazaya bizzat giderek, incelemelerini yürütmüşlerdir. Meclislerin sınırları, birbirine yakın iki eyalet ve/veya birkaç sancağın birleştirilmesi ile oluşturulmuştur. Denetim görevleri yaklaşık bir yıl devam etmiştir. Bu süre zarfında sancak ve kazaların yerel yöneticileri ve ileri gelenleri ile görüşerek, halkın taleplerini dikkate alarak denetim raporları hazırlamışlardır[1].
Bu çalışmanın konusu, Başbakanlık Osmanlı Arşivi Mesail-i Mühimme İradeleri (BOA. İMSM) 5/ 89 numaralı belgeye ek olarak verilen ve “defter” şeklinde düzenlenen Tekfurdağı İmar Meclisi Raporu’dur[2]. Raporda, Tekfurdağı (Tekirdağ) ile birlikte İnöz (Enez), İpsala, İnecik, Malkara, Keşan, Evreşe, Meğri, Ferecik ve Şarköy kazalarının inceleme sonuçları vardır[3]. Tamamı 22 sayfadan (son 4 sayfası boştur) oluşan rapor, Meclis-i Vâla’da görüşülüp karara bağlanmıştır[4].
Çalışmanın amacı; imar meclislerinin hazırladıkları raporların, ekonomik ve sosyal tarih araştırmaları için taşıdığı değeri gösterebilmektir. Bunun iki açıdan önemli olduğu düşünülmektedir: Bir, meclis raporlarının nüfus, üretim, ticari yapı, sağlık, eğitim gibi ekonomik sosyal hayatın temel alanlarıyla ilgili “döküm/envanter” niteliğinde verileri taşıdığını göstermek. İki, Tanzimat bürokratlarının bölgesel sorunlarının tespiti ve çözümüne yönelik getirdiği tedbirlerin meclis raporları kanalıyla okunabileceğini ortaya koymaktır. Böylece Tanzimat’la değişen “kalkınma” anlayışının ipuçlarının anlaşılabileceği düşünülmektedir.
Çalışma üç ana başlıktan oluşmaktadır. İlk bölümde, rapora kayıtlı kaza nüfus verilerinin niteliği Osmanlı nüfusuyla ilgili kaynaklarla kıyaslaması yapılarak verilmiştir. İkinci bölümde, kazaların üretim yapısıyla ilgili verileri sınıflandırılmıştır. Özellikle verilerin çeşitliliği ve kapsamı dolayısıyla bu başlık, tarımsal üretim, mesleki örgütlenme ve imalat sektörü ile ticari yapının ele alındığı üç alt başlık halinde incelenmiştir. Son bölümde meclis raporlarındaki imar kavramı ele alınarak meclis üyelerinin altyapı hizmetleri ve kredi verilmesi konusunda saptadığı maliyet hesaplamaları değerlendirilmiştir. Amacımız doğrultusunda raporun sosyo-ekonomik açıdan kaynak değerini gösterilebilmek için, Tekfurdağı ve diğer kazlara ait tüm veriler için ayrı ayrı tablolar düzenlenmiştir. Yanı sıra bu verilerin gerçek mahiyetinin anlaşılması adına 1845 koşulları içindeki Osmanlının ekonomik ve sosyal yapısı dikkate alınarak bir değerlendirmeye gidilmiştir. Yine, hane reisinin mal varlığının ve ödediği vergilerin kayda geçirildiği 1845 tarihli temettuat defterleriyle, imar meclisi raporları arasındaki ilişki (birbirini tamamlama ve denetim işlevleri) çalışmanın genelinde önemle durulan bir husus olmuştur[5].
I- Rapora Yansıyan Nüfus Bilgileri
Osmanlı nüfusuna ilişkin en güvenilir bilgi kaynağı modern nüfus sayım sonuçlarıdır. Bu anlamda ülkemizde yapılan ilk sayım da 1830 tarihlidir[6]. Yalnız bu sayım yalnızca Müslüman ve Gayrimüslim erkek nüfusu içerir. Yöntem açısından da tartışmalıdır. Bunu, 1844 tarihli askeri amaçlarla yapılan ikinci bir sayım izlemiştir. Ne var ki, bu sayımla ilgili bilgilerimiz de oldukça sınırlıdır[7].
Osmanlı nüfus hesaplamalarında başvurulan bir diğer kaynakta “Tahrir ve Temettuat Sayım Defterleri” gibi vergi kayıtlarıdır. Genellikle her hanede 5 kişinin yaşadığından hareketle yapılan bu hesaplamalarda gerçek değil, tahmini rakamlara ulaşılır[8]. Dolayısıyla hala 19. yüzyılın ilk yarısındaki nüfus mevcudunun tespiti, gerçek rakamları içermeyen bu hesaplamalara dayalı olarak yapılmaya devam etmektedir.
Buna karşın Tablo 1’de görüldüğü gibi; imar meclis raporu Osmanlı nüfusunun taşradaki (kazaların ve bağlı köylerinin) mevcudu ve bu nüfusun işgücü tasnifi açısından son derece önemli veriler içerir. Özellikle de kazaların ve bağlı köylerinin tahmini olmayan toplam nüfus mevcutları ve nüfusun mesleklere göre dağılımına yer verilmiştir ki, bu; sanayi devrimini yaşayan Avrupa karşısında, Osmanlı nüfusun taşradaki işgücünü göstermesi açısından anlamlıdır. Yine elimizdeki rakamlar bugüne dek temettuat defterlerinden elde edilen tahmini nüfus verilerinin (tabii ki temettuatların yılı ve kazaların bağlı olduğu tüm köyleri kapsayıp kapsamadığına dikkat ederek) kontrolüne olanak vermesi açsından da oldukça değerlidir. Ayrıca Tablo 2’de olduğu gibi, meclis raporlarında her kaza genelinde nüfus mevcudunun yeterli olup olmadığı (arazi/nüfus oranının) sorgulamasının arazinin ziraata uygunluğu, işgücü, çift hayvanı ve tohumluk ihtiyacı gibi koşulların gözetilerek yapılmış olması, raporların kaynak değerinin sadece nüfus açısından değil, tarımsal üretimin niteliği açısından da kıymetli olduğu anlamına gelir. Nitekim bu sayede de, 1845 temettuatlarında mezru’ ve gayri mezru’ tarla şeklinde gösterilen ve genellikle yarı yarıya yakın bir arazi büyüklüğünü ifade eden verilerin, gerekçesinin temelleri anlaşılabilir[9]. Öte yandan tablolarda verdiğimiz nüfus rakamlarının, yayınlanmayan 1844 sayımının[10] Tekfurdağı özelinde en yakın sonuçları olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. Yalnız, meclis raporlarının nüfusla ilgili verilerinde, din ve/veya etnik duruma göre bir gruplandırmaya yer verilmemiş olması hasebiyle kazaların Müslüman/Gayrimüslim oranlarının tespiti mümkün olamamıştır.
Meclis raporundaki kaza nüfuslarının 19. yüzyılın ilk yarısındaki değişimini anlayabilmek için, kazaların Enver Ziya Karal tarafından yayınlanan sonuçlarıyla[12] bir kıyaslaması yapılarak Tablo 3 düzenlenmiştir.
Bu tablodan anlaşıldığına göre; 1845 yılında kazaların toplam nüfusunda % 10’luk bir artışa karşılık % 2,1’lik azalış olmuştur. Meclis raporunda bu değişimin sebebi açıklanmamıştır. Ancak meclis üyeleri nüfus artışının temini için, tedbir mahiyetinde iki yöntemin uygulanması üzerinde ısrarla durmuşlardır. Bunların ilki, nüfus yoğunluğuna paralel olarak şenlendirme yönteminin uygulanmasıdır[13]. Edirne İmar Meclisi Üyeleri de Tekfurdağı’na 4 km mesafede bulunan Yeniköy isimli reaya köyünün arazisinin dağlık/taşlık olması, hanelerde 2-3 den fazla erkek nüfusun yaşaması ve de bu konuyla ilgili reayaların da talepleri dikkate alınarak, köyün 1 km yakınındaki Muharremli Mukataasında, sınırları tespit edilen (84 dönüm) arazi üzerinde yeni hanelerin inşa edilmesi çalışmalarını yürütmüştür. Bölge mülki idaresi ve meclisleriyle yürütülen bu ortak çalışma sonucu saptanan mahallenin yeri, Meclis-i Vâla tarafından da uygun görülmüştür[14]. Akabinde de hemen yeni mahallenin vergi ödeme koşullarıyla ilgili tespitler yapılmıştır[15].
İkincisi, “âdet-i mekrûha” olarak gösterilen göreneklerin nüfus artışına engel olduğuna dikkat çekilerek, sınırlandırılmasıdır. Bu konuda yapılan çalışmalar bilhassa düğün ve evlilik törenlerinde kız ve erkek tarafından yapılan harcamaların 6 grupta sınıflandırılması ve bölgenin muhtar ve yaşlılarının da bu harcamalarda bir nevi oto kontrol ve denetim mekanizmaları haline getirilmesidir. Tablo 4’te bu harcamalarla ilgili sınıflama verilmiştir.
Meclis rapordaki nüfusla ilgili verileri alt alta koyduğumuzda ise; nüfusun vergi ve asker kaynağı olduğu kadar iktisadi ve sosyal kalkınma ile doğrudan bağlantılı bir hadise olarak görülmeye başlandığını anlarız. Zira Tablo 2’de verdiğimiz kazaların arazisine göre nüfusunun yeterli olup olmadığı sorgulaması bu anlayışın bir göstergesi olarak kabul edilebilir. Yalnız Tablo 2’de her ne kadar kazaların arazisine göre nüfusunun yeterli olduğu anlaşılsa da, bunun işgücünün tarımsal üretimde de yeterli olduğu anlamına gelmediğini vurgulamamız gerekir. Fakat yine de raporun devam eden sayfalarından, nüfusu yoğun olan kazaların genelde hem tarımsal açıdan yeterli hem de imalat ve ticaret açısından gelişkin bölgeler olduğu anlaşılır. Dolayısıyla, birbirini tamamlayan bu bilgiler, bölgede işgücünün de yeterli olduğu izlenimini vermektedir.
II- Rapora Yansıyan Üretim ve Ticaret İlişkisi
Osmanlı ekonomik faaliyetlerinin temeli; ülke içinde mal ve hizmet arzını mümkün olduğunca bol ve ucuz olmasını sağlamaktır. Kazalarda üretim ve tüketimin birbiriyle dengelenmesi esastır. Bir diğer deyişle üretim, bütünüyle iç pazar içindir. Yalnızca bölgenin ihtiyacını aşan bir malın, bölge dışına gönderilmesine izin verilirdi. Fakat 19.yüzyılda hızla büyüyen Osmanlı-Avrupa ticareti, üretim/tüketim arasındaki bu dengeyi değiştirmiştir[17]. Bilhassa 1820’lerden sonra, bir yandan dış pazarlara yönelik tarımsal meta üretimi yaygınlaşırken diğer yandan zanaatlara dayalı tarım dışı üretim faaliyetlerinde bir gerileme başlamıştır[18].
Rapora konu olan Tekfurdağı bölgesi ise, Trakya bölgesinde yetiştirilen hububatın ve mamul maddelerin İstanbul’a sevk edildiği bir merkezdir. Özelliklede Trakya’nın buğdayı, Samakov’un demiri, Filibe’nin pirinç ve abaları, Tekfurdağı/Rodoscuk’un mum ve yağları Filibe-Edirne-Tekfurdağı karayolu vasıtasıyla Tekfurdağı’nda toplanıp, iskeleden İstanbul’a nakledilmiştir[19]. Dolayısıyla 19. yüzyıl öncesinde bölge hem üretim hem de dağıtım bölgesi olma sıfatını taşımıştır[20].
Osmanlı ekonomisinin 19. yüzyıldaki değişimi göz önüne alındığında, 1845 tarihli Edirne İmar Meclisi Raporunun; Tekfurdağı ve hinterlandındaki bölgenin üretim ve ticari faaliyetleri hakkında “durum tespiti yapmaya” olanak veren bazı veriler içerdiği görülür. Üstelik rapordaki bu veriler “zamanlama” olarak Osmanlı imalat sektörünü bitirdiği iddialarına neden olan 1838 Baltalimanı Ticaret Antlaşmasının 7 yıl sonrasına denk gelmesi nedeniyle de anlamlıdır.
1- Tarımsal Üretim
Osmanlı devletinin gelir kaynaklarının büyük bir bölümü toprağa dayalıdır. Tarımsal üretim hem en önemli gıda mahsulü hem de imparatorluğun başta gelen ihraç ürünüdür. Ancak imparatorluğun nakliye sisteminin yetersizliği, çabuk bozulan mahsullerin pazarlarını sınırlandırmıştır. Bu sebeple gıda mahsullerinin çoğu kısa mesafelere nakledilmiştir. Yani, tarımsal üretimin gerek iç gerek dış tüketiciye ulaşması sürecinde bölgenin yerinin, nakliye vasıtalarının, mahsulün cinsinin ve hasat zamanın etkisi belirleyici olmuştur.[21] Bundan dolayıdır ki, imar meclislerinin tarımsal üretimin kapasitesini ortaya çıkarma, gelişmesini engelleyen sorunları saptama ve üretimi artırma çarelerinin tespitine yönelik görevlerinin arkasında da bu gerçekliğin etkili olduğu söylenebilir.[22]
Elimizdeki raporun tarımsal üretimle ilgili verileri, iki tablo da gösterilmiştir. Bunların ilki Tablo 5’tir. Bu tabloda, Tekfurdağı ve diğer kazalarda yetiştirilen ürünler (A) ve bu ürünler içinde hangilerinin daha revaçlı olduğu (B) satırında verilmiştir.
Tabloya yansıyan bu veriler; bölgede tahıl üretimin önemini koruduğunu gösteriyor. Zira bugün olduğu gibi 1845’te de, susam, keten, baklagil gibi ürünlerin yaygın bir üretimi olduğu anlaşılıyor[23]. Bu da, bölgedeki işgücünün yeterli olduğu yönündeki bulgunun doğruluğunun bir kanıtıdır. Çünkü bu ürünlerin yetiştirilmesi emek-yoğun bir üretim şeklini gerektirir. Diğer bir deyişle tarımsal üretim konusunda ortaya çıkan bu kompozisyon, bölgenin işgücü, taşıma ve pazar olanaklarıyla doğrudan bağlantılıdır[24]. Fakat elimizdeki veriler, yetiştirilen mahsullerin miktar, kıymet vb. rakamsal değerleriyle ilgili bilgileri içermemektedir. O sebeple meclis raporlarındaki verilerden kantitatif sonuçlar çıkarmak mümkün olamadı. Ama üretimin ölçülmesi ve üretim/tüketim dengesi hakkında 1845 tarihli temettuat defterleri kullanılarak bazı çıkarımlara ulaşılabilinir. Mesela temettuat kayıtlarında yer alan öşür vergisinden hareketle mahalle veya köy ölçeğinde üretim miktarı hesaplanabilir[25]. Yine bir kişinin yıllık buğday ihtiyacının yaklaşık 8 kile olmasından yola çıkarak aynı birimde yaşayan kişilerin ne kadar buğday gereksinimi olduğu saptanabilir[26]. Aradaki fark, üretimin yeterli olup olmadığı sorusunun cevabı olacaktır. Dolayısıyla meclis raporlarındaki rakamsal verilerin yetersizliği, temettuat defterlerinin verileri kullanılarak bazı çıkarımlar için yararlanılabilir. Bunun yanı sıra raporda, tüm kazaların hasat mevsiminin Haziran, satış zamanın Eylül başı olduğu bilgisine yer verilmiştir. Bu bilgininde vergi ödemelerin Tanzimat’la birlikte “hasat” zamanı dikkate alınarak yapılması yönündeki tutumdan kaynaklanan bir ihtiyacın gereği olarak rapora yansıdığını söylemek mümkündür[27].
Tarımsal üretimle ilgili düzenlenen ikinci tablomuz, bölgede pamuk (penbe), ipek (harir) ve zeytin gibi sanayi ürünlerinin yetiştirilme koşullarıyla ilgili araştırma verilerinin gösterildiği Tablo 6’dır.
Osmanlı dış ticareti ile ilgili araştırmalar, devletin pamuk ve ipek ihracının dış talebe bağlı olarak dalgalı bir seyir izlediğini fakat 19. yüzyıl süresince sürekli bir artış eğilimi içinde olduğunu göstermektedir[29]. Tekfurdağı özelinde Tablo 6’da verdiğimiz veriler ise; bölgede pamuk üretiminin yaygın olmasına karşın, ipek ve zeytin yetiştiriciliğinin yeterince gelişmediğini ortaya koymaktadır. Gerekçe olarak da toprakların elverişsiz oluşu veya kredi talepleri gibi koşulların öne sürüldüğü görülmektedir. Fakat raporda tarımsal üretimin ticari potansiyelini harekete geçirmek üzere, alacehri yetiştiriciliğine yer verilmesi de dikkat çekicidir. Çünkü doğal boya maddesi olarak kullanılan alacehri ve kökboyası Avrupa özellikle de İngiltere’nin en önemli ithal maddeleri arasındadır. Kimyasal boya maddelerinin kullanımı artıncaya kadar da oldukça yaygın bir üretimi söz konusu olmuştur[30]. Dolayısıyla meclis üyelerinin bölgenin ekonomik potansiyelini harekete geçirmek adına alacehri yetiştiriciliğini önermeleri akılcı bir yaklaşımdır. Aynı şekilde Kızanlık’tan gülfidanların getirilebileceğine işaret edilmesi de dikkate değer bir veridir[31].
Raporda bölgenin hayvan varlığı, tarımsal üretimin devamlılığı açısından temel girdi temelinde ele alınmıştır. Kazaların çift hayvanlarının kıymetleri, satın alınabileceği kazalar, tohumluk ve işgücüyle birlikte değerlendirilmiştir. Yoksa temettuat defterlerinde olduğu gibi, hayvanların cinsi, hâsılları konusunda bir veriye yer verilmemiştir. Kazalar arası ticari ilişkiye de işaret eden bu veriler için Tablo 7 düzenlenmiştir.
Dolayısıyla tablolarda görülen bu veri dizinleri, rakamsal açısından eksiklikler içerse de, bölgesel zirai üretimin niteliği ve ticari potansiyeli konusunda ayrıntılı birer dökümdür.
2- İmalat ve Mesleki Örgütleneme
Raporda “ehl-i zanaat, erbab-ı zanaat veya esnaf” isimleriyle ifade edilen meslek mensupları; mal ve hizmet üretimi ile ilişkili herhangi bir iş kolunun belirli bir alanında uzmanlaşmış olarak çalışanların meydana getirdiği bir örgütlenme olarak tanımlanır. [33] Lonca denilen bu mesleki örgütlenme, bir yerleşim yerinde belirli sayıda ve belirli bir grubu oluşturacak şekilde organize edilmiştir. Ancak meclis raporunda meslek gruplarının sayısal mevcudu veya üretim miktarları hakkında herhangi bir bilgiye yer verilmemiştir. Yalnızca, Tablo 8’de gösterdiğimiz gibi, kazalardaki mesleklerin isim ve sektör mensuplarının nüfus içindeki miktarları verilmekle yetinilmiştir.
Buna karşın, bölgede meslek gruplarının kazançları ve miktarları hakkında genel bir değerlendirme yapılmıştır. Kanaatimizce mesleki örgütlenme konusunda raporların esas önemi de bu satırlarda gizlidir. Çünkü bu veriler, halkın gereksinimlerini karşılamaya yeter miktarda mesleki örgütlenmenin olup olmadığı ve hangi meslek dalının kazancın iyi olduğu konusunda bir fikir edinmemizi olanaklı kılmaktadır. Nitekim Edirne İmar Meclisi Üyeleri Tekfurdağı ve diğer kazalarla ilgili şu bilgileri not etmişlerdir;
• Evreşe, Ferecik, Keşan, İpsala, Meğri, Malkara ve İnecik’te, çiftçilerin (erbab-ı ziraatın) geliri ile miktarı ziyadedir.
• Tekfurdağı’nda iskele tüccarının geliri ve çiftçilerin miktarı ziyadedir.
• Şarköy’de, çiftçilerin geliri ile esnafların miktarı ziyadedir.
• İnöz’de iskele tüccarının geliri ile esnafın miktarı ziyadedir.
Öte yandan Tablo 9’da somutlaştırarak gösterdiğimiz veriler, Osmanlı kırsalıyla ilgili çok önemli bir tespiti ortaya çıkarmaktadır. Tablo da %18,1 olarak görünen rakam; 19. yüzyılda Osmanlı tebaasının % 80’ninden fazlasının kırsal alanda yaşadığı bilgisi temel alındığında[34], % 80 içinde yer alan Tekfurdağı bölgesinin toplam nüfusunun yaklaşık % 20’sinin, imalat sektörünün temsilcisi olduğunu gösterir. Bir diğer deyişle bu bilgi, “19. yüzyılda loncaların gerilemesi öne çıkarılarak Osmanlı imalat sektörünün gerilediği yönündeki inanışının” pek de doğru olmadığı anlamına gelir[35]. Üstelik bu rakama (%18,1’e) kendi ihtiyaçları için iş yapan ve tarımsal üretimin bir parçası olarak kaydedilen gizli üreticiler dâhil değildir. Zira Osmanlı toplumunda, kırsal alanda yaşayan ailelerin gerek kendi tüketimleri gerekse ticari amaçlarla hem tarım hem de imalatla uğraştıkları bilinen bir gerçektir[36].
Meclis raporundaki veriler içinde dikkat çekici bir diğer husus da; Tablo 10’da “diğer” başlığı altında verdiğimiz ve “sınıf-ı muhtelite” olarak rapora kaydedilen grubun, hem toplamda hem de her kaza genelinde en büyük kısmı oluşturmasıdır.
Raporda sınıf-ı muhtelite; çocuk, yaşlı, özürlü, iş göremez, işi olmayanlar, amele, hizmetkâr ve papazında dâhil olduğu geniş bir gruplamayı içerir[39]. Oransal olarakta % 56,2 gibi yüksek bir rakama denk gelir. Bu, toplam nüfusun yarısından fazlası demektir. Ama faal işgücünün yarısından fazlası anlamına gelmez. Çünkü gruba, görüldüğü gibi, bazı meslek sahibi kişiler de ilave dilmiştir. Neden böyle bir sınıflama yapıldığını sorguladığımızda, vergi muafiyeti olan kişilerin bu grup içinde toplandığı izlenimi uyanmaktadır. Ancak, yine de bu olasılığın doğrulanması için ilgili kazaların temettuat defterlerindeki verilerle karşılaştırılması gerekir[40].
Diğer yandan rapordaki imalat sektörüyle ilgili bu verileri, tarımsal üretim ve nüfusla ilgili verilerle yan yana getirdiğimizde, daha bütünsel bir resim çizmemizde olasıdır. Mesela bölgede toprak/nüfus yapısı, topraklarının tarıma elverişli olup olmaması ile esnaf sayısının fazla olduğu kazalar arasında bir ilişkinin olup olmadığı (örneğin toplam nüfusunun % 37,1’inin esnaf olduğu Tekfurdağı ve yine toplam nüfusunun % 42’sinin esnaf olduğu İnöz’ ü) dikkate aldığımızda; bir, her iki kaza da da icra edilen mesleklerin oldukça çeşitli ve fazla olduğu görülür. İki, her iki kaza da; arazisine göre nüfusu yeterlidir. Tümünde ekim yapılabiliyor bilgisine rastlanır. Bu sebeple sözü edilen kazalardaki nüfusun ortalama % 40’nın esnaf olması, tarımsal yapı ile alakalı gözükmemektedir. Diğer bir deyişle nüfusunun % 40’ı esnaf olsa bile, kazada tarımsal üretim için de gerekli işgücü vardır şeklinde bir fikir yürütmek olasıdır. Dolayısıyla imar meclisi raporlarının; nüfus, tarım, imalat vb. konularda döküm niteliğindeki ayrıntılı verileri, esasında birbirini bütünleyici nitelik taşır.
3- Ticari Yaşam ve Tüccar
Osmanlı ülkesinde, milyonlarca çiftçi ve zanaatkâr ihtiyaçlarını ya kendileri üretiyor veya yetiştirdiklerini/ürettiklerini civarlarındaki bölgelere satarak hayatlarını idame ettiriyorlardı. Ancak imparatorluğun sınırları dâhilinde imal edilen veya yetiştirilen bu zirai mahsullerin bölgeler içindeki ve bölgeler arasındaki ticaretin değil değişimini ispat etmek, hacmini ve kıymetini hesaplamak dahi bir problemdir[41]. Hatta pazarlarla ilgili verilerin ele geçirilebildiği yerlerde bile, ne bu gelirin temsil ettiği miktar, ne de ticaretin kapsamı konusunda yeterli bir bilgi bulunmaktadır. Dolayısıyla hala Osmanlı kent ve kasabalarıyla binlerce köy ve daha küçük kasabaların iç ticaret hacmi bilinememektedir[42].
Bu bilinmezliğin üzerindeki sis perdesinin aralanmasına, meclis raporlarında yer verilen bazı verilerin yardım ettiği görülmektedir. Mesela aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi, meclis üyeleri, kaza ve bağlı köylerdeki tüccar sayısı, alım satıma konu olan mallara ait verileri kaydetmişlerdir[43].
Ne var ki raporda karanlıkta kalan bazı noktalar da yok değildir. Örneğin, “mahall-i saireden” ifadesinin çevre kaza ve şehirleri mi yoksa dış ticaretin yapıldığı yerleri mi işaret ettiği anlaşılamamaktadır. Oysa o gün için belki meclis üyelerinin gereksiz görüp kaydetmedikleri bu bilgi, iç/dış ticari ilişkinin ortaya çıkarılmasında ipucu teşkil edebilirdi. Fakat yine de “Tüccarların bir kısmı mahall-i saireden çuka, fes, sabun, basma, şeker, kahve, duhan, boya, kereste, peynir, çorap vb. eşya ve emtiayı celp ve füruht ettikleri” şeklindeki bulguyu, Osmanlı devletinin Avrupa’yla eklemlenme süreciyle ilgili bilgilerle yan yana getirdiğimizde biraz daha açıklayıcı sonuçlara ulaşabiliz. Mesela 1740’lardan sonra Osmanlı pazarına, şeker, boya maddeleri ve Yemen kahvesinden daha ucuz Antil kahvesi gibi ürünlerin girmeye başladığı bilgisi, kahve, boya ve cam gibi malların sömürge malları olduğunu düşündürmektedir[44].
Diğer yandan aba, pirinç gibi ürünlerin de büyük bir olasılıkla yakın bölgelerden getirildiği düşünülebilir. Çünkü Edirne yöresinin 19. yüzyıl boyunca, aba ve şayak imalatında özellikle hem uzak pazarlara satış için yüksek kalitede bir üretim düzeyini tutturduğu ve hem de Osmanlı ordusu için önemli miktarlarda kumaş ürettiği bilgisi saptanmıştır[45]. Yine Filibe başta olmak üzere diğer bir kaç Balkan vilayetinin aba üretiminde uzmanlaşmış olmaları[46] ve de Tekfurdağı ile sözü edilen bu bölgeler arasındaki yol bağlantısının varlığı, abanın bu bölgelerden getirilmiş olması olasılığını artırmaktadır[47]. Dolayısıyla raporda mahall-i saireden ifadesiyle anlatılmak istenenin, hem yakın ve civar Balkan vilayetleri hem de Yenidünya’yla artan ticari ilişkiye karşılık geldiğini düşünmek pek yanlış olmayacaktır. Ayrıca rapora Tekfurdağı Eşkâl köyünde “kebe” imalinin yapılıp satılması ve İnöz’de çömlek, küp imalinin ve ticaretinin yapılıyor olmasının kaydedilmiş olması bölgede yerel imalatın varlığını gösteren bir diğer veridir[48]. Bu sebeple bölgenin klasik dönemde olduğu gibi, hem üretim hem de dağıtım bölgesi olma sıfatını korumaya devam ettirdiği izlenimi uyanmaktadır. Fakat bunu ispatlayacak rakamsal verilerin olmadığı da ortadadır. Yine de sömürge mallarının Tekfurdağı’na kadar girmiş olması, Osmanlı ekonomisinin Avrupa’ya eklenme sürecinin bölgesel boyutuna ışık tutan bir gösterge olduğuna dikkat etmek gerekir[49].
Ticari yaşamla ilgili rapora yansıyan verilerden bir diğeri de; kazaların bağlı olduğu iskele, pazar yeri, pazar günü ve kullanılan nakil araçları bilgisidir. Tekfurdağı’yla ilgili bu veriler Tablo 14’te verilmiştir.
Bölgedeki kazalar arası ticari ilişkiyi somutlaştıran bu tablo oldukça önemlidir. Çünkü Osmanlı ülkesinde her kaza belirli bir iskeleye bağlıdır. Bölgede yetiştirilen ürünler arabalarla ya da hayvan sırtlarında belirlenen bu iskelelere taşınmak mecburiyetindedir. Hatta belirlenmiş iskeleler haricindeki iskelelere ürünlerin nakli mümkün değildir. Hangi kazanın hangi iskeleye bağlanacağını ise, iskelelere olan mesafe belirlemiştir. Bu mesafe göz ardı edildiğinde ürün sahiplerinin şikâyetlerine neden olmuştur. Dolayısıyla imar meclisi raporlarının, kazaların pazar yerleri, pazar günleri, iskeleler, nakil araçları gibi bilgilerine yer vermiş olması, ticari faaliyetlerin 1845 yılındaki durumunu tespite olanak vermesi nedeniyle kıymetlidir. Nitekim bu tablodan bölgedeki kazaların bağlı olduğu iskelelerde bir değişme olduğu ortaya çıkmaktadır. Daha doğrusu 19. yüzyılda bazı bölge iskeleleri önem kazanırken bazılarının eski öneminin azaldığı anlaşılmaktadır. Mesela eskiden Meğri haricinde diğer kazaların iskelesi olan Tekfurdağı iskelesi için bir değer kaybı söz konusu olduğu görülür[50]. Buna karşılık kaçakçılık nedeniyle hububat nakli yasaklanan Ege Denizi’ndeki iki iskelenin (İbrece veya İnöz) önemleri 1845’te artmış görülmektedir[51].
Öte yandan tabloya yansıyan bu verilerin, Donald Quataert’in “19. yüzyılda, imparatorluk, Osmanlı imalatçı ve tüketicilerini birbirine bağlayan (şu anda neredeyse görünmez olan) ağlarla kaplıydı. Eğer bu karmaşık ağlar bir haritaya işlenirse, günümüzün Londra veya New York gibi büyük şehirlerindeki telefon ve elektrik hatlarının şekillerine benzeyecektir” şeklindeki değerlendirmesine[52], küçükte olsa delil niteliğinde veriler sunduğu da yadsınamaz. Yalnız raporda iç ticaretin hacmine dair sayısal verilerin olmadığı da bir gerçektir. Fakat üretilen yerde tüketilen veya satılan mallar hakkında istatistik verilere ulaşmanın zorluğu da kabul edilmelidir.
III- İmar Meclisi Raporlarında Bölgenin İmarı
İmar meclisleri, ülkenin bayındır kılınması ve halkın refah içinde yaşamını sürdürmesi adına gerekli incelemenin yapılmasıyla görevlendirilmişlerdir. Değişen imar anlayışına da vurgu yapan bu görev tanımı içinde, yolların yapımı ve nehirlerin ulaşıma elverişli hale konulması gibi alt yapı yatırımlarının yanı sıra halka tarım ve ticaretlerini geliştirmeleri için kredi verilmesi gibi maliyet hesaplamalarının yapılması vardır. Tarımsal ve ticari gelişmenin önkoşulu olarak görülen bu giderlerin 1845 koşullarında Tekfurdağı özelindeki hesaplamaları Tablo 15 ve 16’da gösterilmiştir[53].
Yerel işgücü ve malzeme fiyatları gözetilerek ciddi bir çabayla çıkarılan bu maliyet hesaplamaları sonrasında nasıl bir prosedür izlendiğini, yine rapordan takip edebiliyoruz. Zira Meclis-i Vâla’da raporun görüşülmesi esnasında ilgili maddelerin üzerine şerhler düşülmüştür. Mesela bu şerhlerin birinde, Tanzimat’tan beri altyapı yatırımlarından artık devletin sorumlu olduğuna vurgu yapılarak, tespit edilen maliyetin Maliye Hazinesine havale edildiği kaydedilmiştir. Dolayısıyla Tablo 15’te gösterilen maliyet, Maliye Hazinesinin karşılaması gereken meblağdır. Fakat görüşmelerde tahmini hesaplamalarda kullanılan amele ücretlerinin yüksek olduğu da kaydedilmiştir[56].
Tarımsal ve imalat üretimi ile ticari faaliyetlerin sürdürülebilir olması ya da gelişme potansiyeli yaratılması amacıyla talep edilen kredi hususunda ise, aylık 5 kuruş faizle ve bölge meclisinin yetki ve sorumluluğunda ta’vizen, talep edilen kredinin ödenmesi kabul edilir[57]. Ancak tamamı 1890 kese/945.000 kuruş olan bu kredinin ziyan olmaması ve ihtiyaç duyulan alanda kullanılıp kullanılmadığının takibi için yeni yaptırımlar getirilmiştir. Faiz ve geri ödemeler için belirli bir süre saptanması, kavî kefile bağlanması, kredinin malı mülkü olmayanlara verilmemesi ve yerel yöneticilerin sıkı kontrolüne tabi kılınması sözü edilen bu yaptırımlardan bir kaçıdır.
Diğer yandan rapora Keşan kazıyla ilgili geçen bir kayıt, selem yoluyla borçlanma ilişkisine dair bilgilenme sağlamaktadır. Ürünün tarlada düşük bir fiyatla satılması demek olan bu tarz borçluluk ilişkisi, kırsal ekonomilerde resmi kredi kurumlarının olmamasının bir yansımasıdır. Zira Keşanlı köylüler selem yoluyla yabancı tüccara (taife-i ecnebiyeye) 200 kese /100 bin kuruş borçlanmıştır. Karşılığında da yetiştirdiği ürünü, hasat zamanında değerinden bir kuruş düşük bir fiyatla, satmayı kabul etmişlerdir.
Son olarak, maliyet hesaplamalarının (hem kredi talebinin hem de öngörülen altyapı yatırımlarının) Tensikat-ı mülkiye programının pilot uygulaması esnasında, bir kez daha yeniden hesaplandığını vurgulamamız gerekir[58]. Yalnız bunu imar meclislerinin hesaplarına duyulan güvensizliğin değil, o günkü bütçe koşullarının sınırlılığı nedeniyle başvurulan bir yöntem olarak görmek gerekir[59]. Aksi takdirde yapıla geldiği üzere, imar meclislerinin çalışmalarını sonuçsuz kalan birkaç altyapı yatırımıyla özdeşleştirmenin ötesinde bir yoruma gidemeyiz[60]. Ne de, ne imar meclislerinin ekonomik, sosyal, kültürel yapıyla ilgili tespitlerinin önemini anlarız. Ne devletin değişen imar anlayışını görebiliriz[61].
Sonuç
Bu çalışmada, sosyo-ekonomik açıdan döküm niteliğinde veriler içeren ama henüz yeterince bilinmeyen dolayısıyla da kullanılmayan, imar meclis raporlarının taşıdığı kaynak değeri tanıtmak istedik.
Tekfurdağı özelinde görüldüğü gibi, meclis raporları Osmanlı taşrasının sosyo-ekonomik durumunu “içerden bir bakışla” tespitine olanak veren zengin veriler içerir. Nüfus mevcudu, işgücü dağılımı, toprak/emek oranı, yetiştirilen ürünler, hayvan varlığı, tohumluk ve zirai araç gerecin nerelerden alındığı, tüccarların hangi malların ticaretini yaptığı, esnafın neler ürettiği, bölgenin en yakın iskelesinin neresi olduğu, buralara hangi araçlarla ürünlerin taşındığı, kazaların pazar yerleri ve günleri, hangi mesleklerin gelir düzeyinin daha yüksek olduğu, hangilerinin sayılarının yeterli olduğu, kredi ihtiyaçlarının olup olmadığı ve kazaların altyapı gereksinimleri detaylı bir şekilde tespit edilmiştir. Hatta Tekfurdağı örneğinde yer verilmemiş olsa da, bazı raporlarda kazaların okul, öğretmen[62], hastane, doktor, eczacı ihtiyaçları, varsa değerli maden varlıklarının da kaydedildiği görülür[63]. Dolayısıyla Tanzimat’ın mali merkezileşme ve kazanca göre vergilendirme hedeflerinde başarı sağlanamadığı bir evrede, raporların bu tür döküm niteliğinde veriler içermesi, taşranın sosyo-ekonomik durumunun tespiti açısından son derece önemlidir.
Meclis raporları, derlenme şekli açısından da güvenilir ve nesnel kaynaklardır. Zira yetkin kişilerin iyi bir görev tanımı çerçevesinde yerinde yaptıkları incelemelerle raporlar hazırlanmıştır. Bununla birlikte imar meclislerinin gerçekte “adı meclis olan geçici teftiş heyetleri” olması Tanzimat’ın ilk yıllarında Anadolu ve Rumeli’ye gönderilen (mesela 1840 ve 1843 teftişleri) teftiş heyetlerinin devamı olduğu yönünde değerlendirmelere de neden olabilir. Ya da en azından böyle bir çağrışıma yol açabilir. Fakat incelendiğinde görüleceği üzere, teftişin amacı, görevlendirilen kişiler, hazırlanan görev talimatnamesi açısından imar meclisleri ile 1840 ve 1843 teftişleri arasında önemli farklılıklar vardır. En büyük farklılıkta teftişin amacındadır. Nitekim 1840 tarihli teftişin asli amacı; Tanzimat uygulamalarının denetlenmesidir. Hatta hazırlanan talimatnamenin 6. maddesi halkın ve memleketin rahatının refahın sağlanması yönünde araştırma yapılması olsa dahi Meclis-i Vâla’ya gönderilen teftiş raporlarında ağırlığın Tanzimat’ın uygulanmasında karşılaşılan zorluklar ve görevlilerin yanlış uygulamalarından kaynaklanan sorunların oluşturduğu görülür[64]. Dolayısıyla bölgelerin ekonomik potansiyelini tespiti ve gelişme kapasitesinin maliyetini çıkarmak amacıyla kurulan imar meclislerini ve hazırladıkları raporları, Tanzimat’ın ilk yıllarında görev yapan teftiş heyetlerinin devamı olarak değil, 1860’lı yıllarda Tanzimat’ın üst düzey yöneticilerinin çeşitli bölgelerle ilgili hazırladıkları “layihaların” veya “nâfia’ programlarının” öncüsü olarak görmek daha doğru olacaktır[65].
Bununla birlikte, çalışmanın genelinde vurgulandığı gibi, meclis raporların üzerinde durulması gereken esas özelliğinin temettuat defterleri ile arasındaki ilişki olduğunu düşünüyoruz[66]. Zira son 15 yılın gözde araştırma konularından olan temettuat defterleri, bir yerleşim yerinde (mahalle ve köy ölçeğinde defterler düzenlenmiştir) nüfus, üretim, işletmeler, gelirler ve vergiler gibi ekonomik ve sosyal hayatın temel alanlarıyla ilgili kantitatif bilgiler üretmeye olanak veren kaynaklardır. Ancak defterlerle ilgili çalışmalarda izlenen yöntem hala tartışılmaktadır. Konuyla ilgili mevcut çalışmalarda ağırlıklı olarak istatistikî bir takım bilgiler elde edilse bile bölgesel ekonomilerin yeterliliği konusunda aydınlatıcı, net sonuçlara ulaşılması mümkün olamamaktadır. O nedenle kantitatif veriler açısından yeterli bulguya sahip olmayan meclis raporları ile temettuat defterlerinin birlikte okunması halinde (tabii ki temettuat defterinin hangi yıla ait olduğu ve meclis raporunda incelenen kazanın tümüne ait bölgeyi kapsayıp kapsamadığına da dikkat ederek) tarihsel olguların nedeni, nasılı veya niçini hakkında daha net bir sonuca ulaşmamız mümkün olabilecektir. Daha doğrusu bölgesel ekonomilerin 1845 yılındaki görüntüsünü algılamamız kolaylaşacaktır. Mesela temettuat defterindeki aşar vergisini temel alarak yerleşim birimindeki üretim/tüketim miktarı ile ilgili bilgiyi, imar meclis raporlarındaki, arazi/nüfus oranı, arazinin tümünde tarım yapılıp yapılmadığı, tohumluk ve zirai araç gerecin yeterli olup olmadığı ve pazar yeri, ulaşım aracı bilgisiyle bir araya getirip, yine temettuat defterindeki ekili/nadas tarla bilgisiyle birleştirdiğimizde, bölgede pazar için üretim koşullarının oluşup olmadığı ya da tarımsal üretimin neden ticarileşemediğine dair bir fikir edinmemiz olasıdır. Yine, meclis raporlarındaki “meslek gruplarıyla ilgili verilen sayısı yeterlidir veya kazancı fazladır” şeklindeki bilgilerin gerçekliğini, temettuatlardaki meslekler ve gelir düzeyleri konusunda verilen bulgularla kıyasladığımızda, bu bilginin rakamsal sonuçlarla doğruluğu veya yanlışlığı teyit edilebilir. Bu çalışmada, bölgeyle ilgili elimizdeki temettuat defterleri 1845 yılına ait olmadığı için, bu tür kıyaslamayı yeterince somutlaştıramadık. Ama bu, meclis raporlarının kaynak değerini azaltan bir unsur değildir. Aksine yeterince analiz edilmeden sadece çözümleme ile yetinilen temettuat defterlerinin, imar meclisi raporlarıyla birlikte okunması durumunda, 19. yüzyılın ilk yarısıyla ilgili hâlihazırdaki pek çok verinin anlamlandırılmasının daha kolay olabileceği yönünde bir öneridir.