M. Le Baron C. d'Ohsson'un tanınmış iki eserinden birinin Tableau general de l'Empire Othoman (Osmanlı imparatorluğunun genel tablosu) olduğu malumdur [l].
Yedi ciltden müteşekkil olan bu eserin ilk cildi 1788 de yayınlanmış, son cildi ise ancak 1824 yı lında çı kabilmiştir. Müellifin bu eseri bilhassa Osınanlı devletinin teşkilatı, müesseseleri ve gelenekleri ile XVIII. yüzyı ldaki kibar halkın yaşayışı konularında değerbir kaynaktır. Çünkü, Ermeni ası llı olan Baron d'Ohsson Istanbul'da doğmuş, büyümüş, yine orada Isveç maslahatgüzarı olarak vazife görmüştür. D'Ohsson eserinin I. cildinde İslam dininin esasları hakkı nda bilgi verirken imâmet meselesi üzerinde durmuş ve bu arada şu sözlere de yer vermiştir:
Les Coureysechs, de but temps cansideres comme la plus noble des tribus Arabes, ont pour souche commune Fihhr-Coureysech. Les auteurs nationaux le font descendre en ligne droite d'İsmail fi ls d'Abraham. C'est dans cette tribu que Mohammed prit naissance par la branche de Haschim son bisaieut On voi t dans l'arbre genealogique de cette maison, que les premiers Khaliphes, ainsi que les Ommiades et les Abassides, descendent egalement de Fihhr-Coureysch, mais par des lignes differentes.
La masion Othomane n'a pas l'avantage d'tre du rn-eme sang, comme l'exige la bi canonique, pour avoir droi t a l'Imameth. Cependant, selon l'opinion unanime des juristes modernes, ce droi test acquis aux Sultans Othomans, par la renonciation formelle qu'en fil, l'an 923 (1517), en faveur de cette maison souveraine, dans la personne de Selim I, Mohammed XII Ebu-Djeafer, di t Mutewwekil al'allah. C'est le dernier des Khaliphes Abassides, dont le sacerdoce fut detruit du mirne coup qui renversa la puissance des Memlouks Circassess en Egypte. Selim I reçut encore dans la meme annee les hommages du schenf de la Mecque Mohammed Eb'ul-Berekeath, qui lui fil presen ter dans un plat d'argent les clefs du Keabe par Ebu-Noumy son fi ls.[2]
Her zaman bütün Arab oymaldannın en asili sayılmış olan Kureyşliler'in, en eski ortak atalan Fihr-Kureyş'tir. Yerli müellifler onu Ibrahim'in oğlu ismairden indirirler. işte Muhammed bu oymağa mensup dedesinin babasının adıyla anılan Haşim kolundan dünyaya gelmiştir. Bu aileye ait soy kütüğünde görüleceği gibi, ilk halifeler ile Emevi ve Abbasiler, farklı kollardan olmak üzere Fihr-Kureyş'den inerler. Halbuki Osmanlı hanedanı hafifelik (imamet) hakkına sahip olmak için şeriatın istediği bu oymaktan gelmek şerefinden mahrum bulunmakta idi. Bununla beraber, şimdiki fakihlerin birlik içinde paylaşdıklan görüşe göre 923 (1517) yılında Mütevelddl `Alal-lah denilen Ebu Cafer XII. Muhammed, Selim'in şahsında hakimiyet süren bu hanedan lehine kesin ola-rak feragat ederek bu hak Osmanlı hanedanına kazandınlmıştır. Bu, Abbast hatifelerinin sonuncusu idi. Mısır'da Çerkes Memlükleri'nin hakimiyetini yıkan darbe Abbas i halifelerinin de varlığına son vermiştir. Aynı yıl içinde Mekke şerifi Ebu'l-Berekat I. Selim'e tâbiliğini bildirmiş ve oğlu Ebu Numey vasıtasiyle bir gümüş tepsi içinde Mekke'nin anahtarlannı takdim etmişti. M. D'ohsson'un vermiş olduğu bu haber, bir hakikat gibi kabul edilerek, kendisinden sonra Avrupa ve Türkiye'de yazılmış olan eserlerde tekrar edilmiştir.
Fakat Rus alimlerinden W. Barthold, 1912 yılında yarmladığı bir makalede, bazı Türk kaynağı ile Mısırlı ibn iyas ve ibn Zünbül'e dayana-rak Yavuz'un halifeliği el-Mütevekkil 'Alal-lah'dan devralmadığını ortaya koymuştu [3]. Barthold'un bu mütalaası tam bir tasvible karşılandı ve hatifeliğin devralındığı haberi Avrupa ilim âleminde, geniş ölçüde veya tamamiyle değerini kaybetti. Bu arada Alman alimlerinden C.H.Beckerde Barthold'un mütalaasını da teyid eden halifeliğin tarihi hakkında uzunca bir makale yayımlamıştır [4].
Ülkemize gelince az yukarıda işaret edildiği gibi, orada da D'Ohsson'un verdiği haber en küçük bir şüpheye yer verilmeden benimsenmiş' ve adları geçen incelemeler yayımlandı ktan ve muhtevaları tanındıktan sonra da benimsenme devam etmiştir. 1990-1991 yıllarında yayımlanan eserlerde de hâlâ Yavuz'un halifeliği devraldığından söz edildiğinin görülmesi, konunun bir mutehassısca ele alınıp Türk aydı nları na gerçeğin ne olduğunu geniş ve açı k bir şekilde anlatmasını n gerekli olduğunu ortaya koymuştur. İşte bu makale sadece bu dıişzince ile kaleme alınmıştı r. Değilse halifelik, yakın ilgi sahama giren bir konu değildi. Olmamış bir hadisenin olmuş gibi anlatılmakta ve yazılmakta devam etmesi gerçeği yakından bilen bir tarihçi olarak beni daima rahatsız ediyordu.
Yukarıda adları geçen W. Barthold ile C.H. Becker'ı n incelemeleri ülkemizde çok geç tanınmıştır. Sâyet, bu incelemeler erken bir zamanda bilinse idi 1924 yı lında Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde halifeliğin ilgası ile ilgili müzakerelerde bu incelemelerin sonuçlarından, şüphesiz, söz edilecekti. Fakat o yı lların önde gelen tarihçilerinden Halil Edhem Bey'in Barthold ve Becker'in incelemelerinden haberdar olmaması hayretle karşılanabilir. Çünkü o, Türkiye tarihi ile ilgili Avrupa neşriyatını en yakından takip eden âlimlerimizden biri idi. Bu böyle olmakla beraber 1927 yı lında yayımladığı Düvel-i İslâmiye'de, yerli ve yabancı bütün kaynakları görerek Mısır'daki Abbas i halifelerinin tarihi üzerinde yaptığı bir araştırmada' Barthlold'un adı geçen makalesini zikretmez. H. Edhem bu araştı rmasında halifeliğin Yavuz Selim Han tarafından devr alındığı hakkında hiç bir kayda rastgelmediğini söylediği halde', Selim'in halife unvanını aldığını yazmıştır [8].
Fakat H. Edhem Eldem sonra başka bir kitabında Yavuz Selim'in halifeliği devralmadığını, esasen buna da ihtiyaç olmadığını açıkça yazmış ve bu devralma rivayetine inandıkları için Tarih-i Enderun müellifi Ata'yı, Müverrih Hayrullah Efendi ile Vatan Sâiri Namık Kemal'i tenkid etmiştir (Mısır'ın son Memlük sultanı Melik Tumanbay II. adına Çorlu'da bulunan bir kitabe, İstanbul, 1935, s. 37-46).
Anlaşıldığına göre Yavuz Selim'in halIfeliği devralmadığı hususu Halil Edhem'den sonra, 1940 yı lında yayımlanmaya başlanan islam Ansiklopedisi'nde ifade edilmiştir. Orada aslı V. Zetterst&n tarafından yazılmış olan A bbasi ler maddesinin tercümesine sıkıştınlan ilave bir metinde: Son Mısır halifesi Abbas (!) el-Mütevekkil'in hilafeti Osmanlı padişahı Selim'e devri merasimi hakkında Avrupa tarihçilerince kabul edilen nazariye hakiki bir esasa müstenit değildir ve bunu Barthold kat'i olarak efsane sahasına ithal etmiştir Isveç hizmetinde bulunan İstanbullu Ermeni Mouradgea d'Ohsson 'un bu efsaneyi neşretmesi bunun garpte yayılmasına sebebiyet vermiştir. denilmişti'''. Yine aynı ansiklopedinin aslı T.W. Arnold tarafından kaleme alınmış olan If atife maddesine de şu sözlerin eklenmiş olduğu görülür: Mısır'ın fethini müteakıP Kahire'de tutulan bir rüznameden (Haydar Çelebi rüznâmesi, Brit.Mus.) Selim L Kahire ukmasznı toplayıp saltanatznın meşruiyeti için makamı hikifetten icazet talebi lazı m olup olmadığını sormuş ve ulemanın böyle bir muameleye kizum olmadığını söylemeleri iizerine kendisinin bu hususta halife ile asla temas etmemiş olduğu anlaşılmaktadır. Mamafih Mısır'ın fethinden sonra Mekke ve Medine'nin anahtarların: ve emanet-i mukaddeseyi Mekke şenfinin oğlu vasıtası ile Kahire 'ye göndermiş olmasının bilinmesine nazaran Selim L in hilafeti Mısır'da deruhte ettiğine dair dönen rivayet, bundan ileri gelmiş olsa gerektir. INa- letin Selim I 'e teslimi gibi bir vak'a ise ne mezldir rüznâmede ve ne de diğer fetihnamelerde zikredilmedığine göre asılsız ve esassız bir rivayetten ibaret olması muhakkak sayılabilir[10]
Merhum Şinasi Altundağ, Islam Ansiklopedisi'ndeki Selim I maddesinde[11]: eski ve hemen hemen muasır diyebileceğimiz kaynaklarda iki buçuk asır sonra ortaya çıkan ve el-Mütevekkilin Selim I lehine hilafet makamından feragat ettiğine dair hiç bir rivayet yoktur ve bu rivayet hiçbir zaman tevsi k edilmiş değildir demiştir.
Selahattin Tansel de Yavuz Sultan Selim adlı kitabının Hildfet meselesi bahsinde bir çok kayıtlar zikrettikten sonra bu kayıtlara dayanarak hilâfetin devredildiği hakkındaki söylentilerin bir esasa dayanmadığını yazmıştır. [12]
Fakat bütün bu açı klamalara rağmen bu rivayet eski değerinden pek bir şey kaybetmemiş ve gerçek bir hadise gibi yazılması ve anlatılması (derslerde ve konferanslarda) devam etmiştir. Rivayetin değerini geniş ölçüde korumasında açıklamaların kitap ve makaleler de değil, daha ziyade ansiklopedi maddelerinde yapılmış olması bir âmil teşkil edebileceği gibi, bazı tanınmış yetkililerin ondan bir gerçekmiş gibi söz etmeyi sürdürmeleri de tabii çok daha mühim bir âmil olmuştur. [13]
1258 yı lında Bağdad'ın Moğollar tarafından alınması ve Halife el- Müstacşim bi'llah'ın öldürülerek Abbas? devletinin ortadan kaldırılması üzerine hânedan mensuplarından bazıları Mısır ve Suriye'ye hakim olan Memlük devletine sığınmışlardı. Memlük hükümdarı Meliküz-zâhir Bey Bars , bilhassa Moğollar ile yapılan mücadelede Abbas? hanedanının manevi nüfuzundan faydalanmak için kendisine sığınan Abbas? hanedanından Ebü'l-Kasım Alymed'i el-Müstanşir bi'llâh unvanı ile halife ilan etmişti (659=1261 yılında). Halife, ülkesini Moğollar'dan geri almak istiyordu. Fakat Bey Bars va'dettiği yardımı yapmadı; Bey Bars'ın yakı nları: asker verirsen bu askeri sana karşı kullanabilir diyerek onu vehme düşürmüşlerdi. Buna rağmen Halife çoğunu göçebe Arablar'ın ve bir kısmını da Türkmenler'in teşkil ettiği küçük bir ordu ile vatanını kurtarmak için yola çıkmıştı; fakat Moğollar'ın pususuna düşerek yenildi ve hayatını kaybetti (66o— ı 262).
Bereket versin Halife'nin akrabası Ebtı'l- `Abbas Ahmed savaş meydanından uzaklaşıp Kahire'ye dönebilmişti. Bey Bars bu defa da bu Ahmed'i halifelik makamına çıkardı (66o-1262). Bu yeni halife de el-Hakim
bi-emri-llâh unvanını aldı. Sayıları yirmiyi bulan Mısır Abbâsi halifeleri bu zattan gelmişlerdir.
Mısır Abbâsi halifelerinin hukuki durumlarına gelince, onlar tama-miyle sultanların memurları gibi idiler. Sultanlar emrederler, onlar da bu emirleri derhal yerine getirirlerdi. Verilen emirler karşısında tereddüd göstermek bile mevki ve itibarı kaybetmek ve dolayısıyla yoksulluğa düşmek demekti. Onun için hiçbir halife sultanın emir ve isteklerine karşı gelmemiştir. [15]
Halifelerin yaptıkları başka işler, sultanların biat merasiminde hazır bulunmak, dört mezheb baş kadıları ile birlikte Kale'ye (sultanlar orada otururlardı) çıkarak yeni ay, yeni yıl, Ramazan ve Kurban bayramları do-layısı ile sultanı tebrik etmek, sultan ve büyük beyler tarafından verilen zi-yafetlere katılmak, sultan, sultanın yakınları ile büyük beyler ve onların yakınlarının cenaze törenlerinde hazır bulunmak, mezarlığa kadar kadılar-la birlikte yürümek idi. Halifelerin kendilerini, sultanlar vasıtası ile başvu-ran yabancı devlet reislerinin hükümdarlıklarını tasdik etmelerinin de baş-lıca vazifelerinden biri olduğu biliniyor. Bunda da, tabii, sultanın muvafa-katı şarttı. Onların bir başka vazifeleri de, baş kadılar gibi, sultanların as-keri seferlerine gitmekti.
Böylece Halife III. Mütevekkil `Ala'l-lah Sultan Kani Say el -Gayri G-5.)_;JI ile Haleb'e gitmişti (922=15 ı 6) [17].
Sultan el-Gayri Osmanlı hükümdarı Yavuz Selim'in ülkesine hücum edeceğinden şüphelenerek Haleb'e geldi; sonra oradan iki konak mesafedeki Mm Dabık düzlüğünde iki hükümdar karşılaştılar. Onları n her ikisi de şair idiler: El-Gayri, bütün Çerkes Memlükleri gibi, Türkçe konuşuyor, hatta bu dilde şiirler yazıyor ve Türkçe şiir söyleyen ve kitap yazan müellifleri de himaye ediyordu. Kanısay'ı n tefsire dair bir eseri ile Arapça bir divanı olduğu biliniyor [18].
Sultan el-Gayri Merc Dabilta Davud Peygamber'e ait olduğu söylenilen mezarın yanında durarak ordusunu savaş düzenine soktu; sağında Halife el-Mütevekkil `Ala`l-lah bulunuyordu. Sultan ve Halife aynı biçimde giyinmiş olup omuzlarında birer harp baltası görülüyordu. Harife'nin kırmızı renkteki sancağı, başının üzerine çekilmişti. Sultan, herbiri sarı renkteki ipek kese içinde 40 aded Kur'an nüshası taşıyan seçkin bir topluluk tarafından çevrilmişti. Bu Kur'anlar arası nda Halife Osman tarafından yazılmış olan Kur'ân nüshası da vardı '[19].
Yine Sultan'ın çevresinde Mısı r'ı n ünlü velisi Ahmet Bedevi'nin halifesi, Kâdiri tarikatının şeyhleri ile Mısı r'ın en tanınmış kadı n velisi Seyyide Nefise'nin (ölümü: 208=824) türbesinin bakıcısı [20] yer almışlardı. Bunlardan Ahmed Bedevi halifesinin kırmızı, Kâdirilerin yeşil bayrakları , Seyyide Nefise Türbesi bakıcısı nın da siyah bayrağı vardı [21].
Memlükler ile harbin kaçınılmaz olduğunu gören Selim Han Memlük ülkesine girerek, 922 yı lı Receb ayının 21'inde (22 Ağustos 1516) Ayı ntab'a (Gaziantep) gelmişti. Aynı gün bütün paşalar ve beyler çağı rı lıp İttifakla süret-i cenk tasvir olundu. Ertesi gün de asker tertibi ve cenk ve alaylar ahvali görüşüldü[22]. Ayın 25 inde Merc Dâbı k'a varı ldı. Memlük ordusu da daha önce aynı yere gelmişti. İki taraf da savaş düzeni aldı. Memlük ordusunun sağ koluna Şam naibi (valisi) Sibây, sol kola Haleb valisi ljâyır Beg kumanda ediyordu. Sultan Kanısav el-Gayri göğüsde yer almıştı. Atabeg Sudun(?) el-Acemi de göğüste idi.
Osmanlı ordusuna gelince, sağ kolda Anadolu beğlerbeğisi Zeynel Paşa ile Karaman beğlerbeğisi Hüsrev Paşa ve Dulkadı r beyliği hakimi Şehsüvar oğlu Ali Beğ ile Ramazan oğlu Mahmud Beğ ve Diyarbekir beğlerbeğisi Bıyıklı Mehmed Paşa yer aldılar[23]. Bunların üçü de Türkmen idi.
Akkoyunlu hânedanından Ferahşad Bey de bu savaşta bulunmuş ise de hangi kolda yer aldığı bilinmiyor. Böylece Merc Dâbı k savaşına dört ünlü Türkmen beyi'nin katılmış olduğu görülüyor [24].
Savaş kaba kuşlukta Memlükler'in hücuma geçmeleri ile başladı. Cündi denilen ağır zırhlı Memlük atlı birlikleri en çok sağ koldaki Şehsüvar oğlu Ali Beğ ile Bıyıklı Mehmed Paşa'nın kuvvetleri üzerine yükleniyorlardı [25]. Bu husus herhalde Memlükler'in Türkmen birliklerini daha kolay bozguna uğratacaklanna inanmaları ile ilgili olmalıdır. Fakat inandıkları gibi olmadı ve ikindi vakti ağır bir bozguna uğradılar (25 Receb 922-24 Ağustos Pazar 1516). Duyduğu derin üzütünden El-Gavrrye inme geldi ve bu yüzden aynı gün (yani 25 Receb Pazar) hayata veda etti [26]. Kendisinden başka Atabey Sodun el-Acemi Şam naibi Sibay, Trablusşam valisi Temür öz (?)) Safed valisi Turabay, mukademlerden yani kırk erlik beylerinden Sultan'ın yakını Beybars ( ıi ), ikinci emirahur Akbay et-Tavil ile daha nice emirler savaş meydanında kaldılar [27] ve birçoklan da tutsak alındılar [28]. Bunlardan biri Haleb valisi I:Uyır Beg idi [29].
Osmanlı ordusu ise savaşta pek az kayıp vermiştir; Çaldıran da oldu-ğu gibi, paşanın ve beylerin öldüklerinden söz edilmiyor.
Halifeye gelince o da dört mezheb başkadılanndan üçü ile birlikte tutsak düşmüştü. Hanefi başkadısı Mahmud İbnüş-Şihne ise askerler ile birlikte kaçmak başarısını göstermişti[30]. Fakat Halife'nin nasıl tutsak düştüğü iyice bilinmiyor. Halifeyi yakından tanıyan İbn Tulun da bu hu-susta hiç bir bilgi vermiyor.Türk kaynaklarında ise halife kelimesine bile rastgelinmez. Halife hakkında bir çok hususta olduğu gibi bu meselede de bize bilgi veren müellif, sadece İbn iyas'tır. Yukarıda görüldüğü üzere Sultan el-Gayri atlandığında Halife'nin onun sağ yanında durduğu adıge-çen müverrihin sözlerine dayanılarak, bildirilmişti. Yine ona göre Selim Han Haleb'teki ünlü Gök Meydan'da otururken, Emirül-mü'minin yani Halife üç mezhep kadıları ile birlikte huzuruna gelip, padişahtan saygı görmüş, paraya nail olmuş, giderken de kendisine bir dolama [31] giydiril-miştin Fakat,yine İbn İyas'a göre, Selim Şah Halife'yi göz altına aldır-mıştır. Kahire'de, hiç de haksız olmayarak, Halife'nin tam bir tutsak oldu-ğu kabul edilmişti. Bundan dolayı Tuman Bay Sultan ilan edildikten son-ra, Halife'nin babası, sabık Halife el-Müstemsik bi'llah, oğluna mutlak vekil tayin edilmiştir[32].
Selim Han'ın Halife`ye karşı tutumuna gelince, onun el-Mütevekkil'e, tabii başkadılara da, ehemmiyet vermediği anlaşılıyor. Memlük seferine katılmış olan Osmanlı müverrihlerinin Halife'den hiç söz etmemeleri şüphesiz bu husus ile ilgilidir. Fazla olarak Dimaşklı müverrih İbn Tulun Halife ile üç başkadının şehre acınacak bir kıyafet içinde girdiklerini bildi-rir 33. Bu da Halife için gerçek durumunun ne olduğunu açıkça gösterir.
Yavuz Selim Han Mısır üzerine yürümeyerek Şam'da oturmaya baş-ladı. Bu sırada Merhum Sultan el-Gavri'nin yakın akrabası Ulu Davadar Tuman Bay, sultan ilan edildi (14 Ramazan 922— Ekim 1516). O, Türk memlüklerinin 47. ve Çerkes memlüklerinin de 2 I sultanı sayıldı.
Selim Han Şam'dan Tuman Bay'a mektup göndererek ondan Mısı r'da kendisinin valisi olmasını istedi. Selim, bu mektubunda (Zilhicce 922 = Aralık 1516) Yüce Tanrı'nın kendisini, İskender-i Zul'karneyn gibi, dünyayı doğudan batıya doğru fethetmeye memur ettiğini, Tuman Bay'ın ise para ile satın alınmış bir köle olduğu için hükümdarlığa layık bulunmadığını yazıyor. Kendisinin ise 20. nesle kadar giden hükümdarların soyundan indiğini söylüyor [34]. Sonra şunları yazdığı görülüyor: Sen Halife ve kadılara minnet ederek sultan oldun. Ancak kılıcı= hakkı olarak, aynı zamanda Gavrrnin ölümü ile bu yerlerin millkiyeti bana geçmiştir. Bu sebeple Mısır'ın vergisini, daha önce Bağdad hati-fekn'ne yapıldığı gibi, her yıl bana göndermelisin. Çünkü Ben Tanrı 'nın (ona ait olan) yer yüzündeki Haremeyrı zişşerifeynin hizmetinde de senden önde gelinM [35] . Bizim dayanı lmaz glicıimiizden korunmak istersen parayı adım ıza kes ti r, hutbeyi de bizim adımıza okul ve Gazze 'den Mısı r'a kadar olan yeri ve Mısır'ı vali miz olarak idare et. Eğer bana itaat etmezsen Mısır'a gelirim. Bu da sana ve askerlerine acı bir ölüm getirir [36] İbn, İyâs Tuman Bay'ı n Selim Şah'ın [37] mektubunu okuyunca çok korkup ağladığını yazar [38].
Bu mektupta konumuz bakımından mühim olan husus, şüphesiz, Selim Şah'ın kendisini Allah'ın yeryüzünde halifesi saymasıdır. Bu da, anlaşılacağı üzere, Kur'ân-ı Kerim'deki bazı âyetlerden ileri geliyor [39].
Tuman Bay, Selim'in teklifini kabul etse idi, Mısır ve Mısır'dan Gazze'ye kadar olan yeri, muhtemel olarak, Hayı r Beg'den daha çok yetki ile idare edecekti.
Kahire yakı nları nda Ridaniye'de iki taraf yeniden karşı karşıya geldi (29 Zilhicce Cuma 922 = 22 Ocak 1517). Dulkadı r hakimi Şehsuvar oğlu Ali Beğ sağ kolda, Ramazan oğlu Mahmud Beğ de sol kolda yer aldılar[40].
Ridaniye'de çetin bir savaş vuku buldu (29 Zilhicce Cuma = 22 Ocak 1517). Bu defa Memlükler daha yiğitce savaştılar ve bahadı rlık gösterdiler. Bunun neticesinde Ramazan oğlu Mahmud Beğ, Memlükler'in Ayıntab (Gaziantep) nâibi olup Osmanlı devletinin hizmetine girmiş olan Florina sancak beyi Yunus Beğ ve sabık hazinedar Ali Ağa savaş meydanında kaldı kları gibi, Vezir-i .zam Sinan Paşa da aldığı mızrak ve ok yaralarından hayata veda etti. [41]
Sinan Paşa'nın ölümü orduda derin bir üzüntü yarattı. Çünkü Selim Han devrinde kazanılmış başlıca zaferlerde onun büyük bir hissesi vardı.
Fakat Memlükler her ne kadar cesurca vuruştular ise de bu defa da yenildiler ve ağır kayıplar vererek [42] savaş meydanını terk ettiler [43]. ibn İyas, savaş'tan bir gün sonra (30 Zilhicce Cuma = 23 Ocak), Harife'nin bazı Osmanlı vezirleri ve askeri birlikleri ile Kahire'ye girdiğini yazar [44]. Hafife'nin önünde giden münadilerce halkın güvenlik içinde olduğu, zulmün sona erip adalet devrinin açıldığı bu sebeple rahatça alış-veriş etmelerini duyuruyor, evlerine sığınmış olan Sultan'a ait Çerkes memlüklerini haber vermeleri, vermeyenlerin evlerinin önünde asılacaklannı bildiriyorlardı [45]. O gün (30 Zilhicce) Kahire'de Osmanlı hükümdarı adına hutbe okundu [46]. Hutbede Osmanlı hükümdan için: "Allahümme unsur es- Su4an ibnüs-su4an Malikil-berreyn ve'l-bahreyn, Kasire'l-cayşeyn ve Su4anel-gralseyn ve tladime'l-haremeyni'ş-şerifeyn, el-melikel Muzaffer Selim Şah Allahümme unsurhu nasran 'azizen ve iftely lehü fetlyen mub nen, Ya malikü'd-dunya ve'l-ahireti, Ya rabbü'l-calemin" şeklinde dua edildi [47]
3 Muharrem'de (26 Ocak) Selim Han bir kısım hassa askeri ve vezirleri ile Kahire'ye girmiş ve seyrede seyrede şehrin öbür tarafından çıkıp Nil kıyısındaki Bulak'da ordugahını kurmuştur. Selim Han şehir içinden geçerken halk kendisine yüksek sesle dua etmiştir [48]. İbn İyas bu geçiş esnasında Halife ile başkadıların Sultan'ın önünde gittiklerini bildirir. Yine aynı müverrih bu geçiş dolayısı ile bir de şayia nakleder. Buna göre İbn cUsman (Osman Oğlu) Şam'da iken nedimlerine Mısır'a girdiğinde evlerini -yakacağını, halkını da kılıçtan geçireceğini söylemiş ise de Halife güzel sözlerle onu bu fikrinden vazgeçirmiş[49]. Fakat bu şayianın çok basit bir uydurma olduğu şüphesizdir. Halife'ye gelince, daha önce de belirtildiği üzere, bizim kaynaklar da, bir tek istisna ile ondan asla söz edilmez
Muharrem ayının dördüncü Salı gecesi [50] Tuman Bay 7000 kadar as-ker ile Kahire'ye girip şehirdeki Osmanlı askerinin hepsini öldürmüş ve hatta Bulak'ta bulunan Osmanlı ordugâhına baskın yapmak istemişti. Gür Boğa (
Yine İbn İyas'a göre 8 Muharrem (31 Ocak) Cumartesi günü Os-manlılar Tuman Bay'ın üç günlük savaş esnasında karargâh yaptığı Şeyhu câmiini ve çevresindeki evleri yakmışlar, Câmiin hatibini de öldürmek iste-mişlerdir. Fakat Halife hatib'in hayatını kurtarmıştır[53].
Aynı muverrih, Halife el-Mütevekkil'in bu zamanında Mısır'da, buyu-ran, sözü geçen, istenileni yapabilen bir mevkide bulunduğunu, bundan dolayı, el-Mansur Osman (ölümü: ı 453), el-Müeyyed Ahmed (ölümü: 1461) ve ez-?âhir Hoşkadem (ölümü: 1461) gibi sultanların oğullarının Halife'nin evinin dehlizlerinde oturduklarını, emirlerin, uluların, ileri ge-lenlerin ve yüksek devlet memurlarının oğulları ile emirlerden bir toplulu-ğun onun evinde gecelediklerini yazıyor. Fakat, Yine İbn İyas'a göre, Ha-life onlara ehemmiyet vermiyordu. Kahire ile ilgili mektubu ve insanlar hakkındaki şefaatı Osmanlı vezirlerince reddolunmuyordu. Ona ait im (alamet—renk) Kahire'deki evlerin çoğuna vurulmuştu. Bu zamanda o, sözünün geçmesi ve azâmeti ile Mısır sultanı gibi olmuştu. Halk ona, baba ve dedelerinin görmediği para ve armağanlar takdim etmişti. Hatunlar-dan bir zümre hareminin dehlizlerine sığınmıştı. Ak Birdi'nın kızı ve Tu-man Bay'ın karısı da onun evinde oturuyordu. Sultan Selim bu hatunu kendisine çok para ödemeye mahkum etmişti. Halife Selim'e bu paradan mühim bir kısmını indirtmeye muvafrak olmuştu. Böylece hatunlardan pek çok armağan almıştı. Bütün bunlardan Halife şaşkın bir duruma düşmüştü. Bunun böyle devam edeceğini sandı. Fakat devam etmedi [54].
Yine aynı müverrihe göre Kahire'den kaçıp el-Behnasa'ya gelen Tu-man Bay, burada bir müddet oturduktan sonra, bu şehrin kadısını Hali-fe'ye göndererek ondan hayatını bağışlaması için Sultan Selim katında şe-faatte bulunmasını istediği şayiası çıkmıştı. Gerçekten az sonra Tuman Bay'ın Selim'e mektup gönderip hâlâ istiyorsa kendisinin Mısır valisi olma teklifini kabul edeceğini bildirmişti. Bunun üzerine eski Anadolu tımar defterdan Mustafa Çelebi gönderildi. Dört mezheb kadılar', Halife'nin de-vadan Birdi Beg ve Tuman Bay'ın elçisi de Mustafa Çelebi'ye refakat etti-ler. Fakat Mustafa Çelebi ve yanındaki "Türkler ile Hanefi başkadısı, kar-deşi ve el-Behnasa kadısı da Tuman Bay'ın adamları tarafından öldürüldüler. Üç kadı ile Halife'nin devadan Birdi Beg ise hayatlarını güçlükle kurtardılar [55].
Bunun üzerine Tuman Bay'l yakalamak için yeniden harekete geçildi. Onun iskenderiye yolu ile Suriye'ye gitmek istediği ele geçirilen bir diPden öğrenildi. Bunun üzerine Rumeli beğlerbeğisi Mustafa Paşa, Şehsüvar oğlu Ali Beğ, Osmanlı hizmetine girmiş olan Can Birdi Gazali ılgarla arkasından gittiler ve onu Buhayra yöresinde yakalayı p Padişah'ı n katı na getirdiler [56].
Çok geçmeden de, beklenildiği gibi, Tuman Bay'ın hayatına son verildi (Rebiyülevvel 923 = 13 Nisan 1517). Böylece Memlük devleti ve onun halifelik müessesesi kesin olarak ortadan kalkmış oldu. Artı k Selim Han gezintilere çı kabilir ve eğlence meclisleri kurabilirlerdi [57]. Mamafih diğer taraftan da dönüş hazı rlı klarına başlandı. Bununla ilgili olarak Kahire Yahudilerinden seçilmiş bir topluluk daimi olarak oturmak üzere çoluk çocukları ile birlikte İstanbul'a gitmek üzere yola çıkanldı. Bunları mühendisler ile yapı ustaları, doğramacılar, duvarcılar, taşçılar, mermerciler, demirciler ve diğerlerinden müteşekkil zanaatçılardan bir zümre takibetti. Ondan sonra da Memlük Sultanlan ile büyük beylerin neslinden gelenler, teslim olmuş bazı emir ve askerler, tanınmış tâcirler, kadılar, yüksek devlet memurları, şeyhler, âlimler, ünlüler ve ileri gelenlerden birçoğu da İstanbul'a gönderildiler [58].. ibn İyas gönderilenlerin ı800 kişi veya ona yakın sayıda olduğunu yazar [59].
Bu gönderilenler ve ya sürülenler arasında Halife ile amcasının oğlunun oğulları Ebu Bekir ve Ahmed ile dünürü Has Beg'in oğlu Muhammed de vardi [60]. Harife'nin babası sürgünden muaf tutulmuştu. Çünkü yaşlı olduğu gibi, gözleri de görmüyordu. Sürgüne tabi olanlar iskenderiye'den deniz yolu ile gönderiliyorlardı. Onları İstanbul'a götürmeye vezirlikten azledilip Mora sancak beyliğine tayin olunan Küçük Sinan Paşa memur edilmişti [61]. Sürgün çıkarma işi Vezir Mehmed Paşa ile Kadıasker Zeyrek Zade'ye verilmişti [62].
Anlaşılacağı üzere bu sürgünler, Yahudiler ve zanaatkârlar müstesna olmak üzere, Memlük devletinin diriltilmesi için girişilecek bir teşebbüsü önlemek ve Osmanlı hakimiyetini sağlam bir temele oturtmak gayesi ile yapılmıştı.
Halife, kendisinin istanbul'a gönderilmesine karar verildiğini haber alınca çok üzülmüş fakat, gitmek için hazırlanmaktan başka yapılacak bir şey olmadığını anlamıştı [63].
Bu tedbirden sonra Selim Han Memlükler'in Haleb Valisi Hayır Beg'i (Bek?) Mısır valiliğine tayin etmekte hiç bir mahzur görmedi. Fakat Kahire'de 4000 asker bırakılarak [64] ve Hayır Bey'in çoluk çocuğu Istanbul'a götürülerek [65] gereken ihtiyati tedbirlerin alınması da ihmal edilmedi. Böylece Selim Han tam bir gönül rahatlığı içinde Mısır'dan ayrıldı (22 Şaban 923 — ro Eylül 1517). O, Mısır'da 8 aya yakın bir zaman kalmıştı. Şam'a vardığında (21 Ramazan 923 — 7 Ekim) cesur veziri, Yunus Paşa artık hayatta değildi [66].
Osmanlı hükümdan kışı Şam'da geçirdi. Büyük Mutasavvıf Muhyiddin İbnül Arabi'nin türbesini yaptırdığı gibi, yanında da gerçekten güzel bir cami inşa ettirdi; bir de imaret kurup bu külliye için zengin vakıflar tahsis etti. Böylece Fâtih hükümdar Şeyh-i Ekber'e olan bağlılığında samimi olduğunu fiilen isbat etmiş oldu.
Şam valiliğini de Memlükler'den Can Birdi (— Can Verdi) el-Gazâli'ye verdikten sonra 11 safer 924 de (22 Şubat 1518); Şam'dan hareket etti. Osmanlı hükümdan Şam'da dört aydan fazla bir zaman kalmıştı. Selim Han uzun bir yolculuktan sonra Istanbul'a vardı (17 Receb 924 — 25 Temmuz 1518); geceleyin gemi ile saraya gittiği için karşılama töreni yapılmadı [67].
Gerçek böyle olmakla beraber, Mısırlı müverrih ibn İlyas başta Halife olmak üzere bütün sürgünlerin "Hündkân" şehir dışında karşıladıklarını yazmaktadır. Hatta Halife padişahı görünce atından inmek istemiş ise de Selim Han inmesine mani olmuştur [68].
İbn ilyas'ın Halife ile ilgili sözlerinde mübalağa ve hatta doğru olmayan bazı haberlerin bulunduğu şüphesizdir. Kesin olan husus şudur ki Selim Han Halife'ye karşı ilgisiz ve kayıtsız kalmıştır. Onun üç başkadı ile birlikte Haleb'den Şam'a perişan bir halde gelmesi, Tuman Bay'a gönderilecek Osmanlı elçisine refakatta bulunmaya memur edilmesi ve diğer Mısırlılarla birlikte Istanbul'a sürülmesi bu ilgisizlik ve kayıtsızlıktan ileri gelmiştir.
Fakat aynı müellifin bahsettiği şu haber doğru idi. Halife el-Mütevek-kil'in amcasının oğlu Halil'in çocukları Ebu Bekir ve Ahmed halifeliğe ait gelirden kendilerine tatmin edici bir hisse vermediğini ileri sürerek Hali-fe'ye karşı kızgınlık duymakta idiler. Bu sebepten "klundkâra” ihbarda bulundular. Buna göre Halife Mısır'da iken bir kısım Memlük emirinin öldürülmelerinden önce kendisine emaneten bıraktıkları para ve değerli eşyalar ile Tuman Bay'ın karısı ve kaynanasına ait paranın üstüne otur-muş olduğu gibi (la`cla `alâ vedâi' kesireten), öldürülen büyük emirlerin kanlanndan da pek çok para almıştır:Bundan başka el-Mütevekkil Istan-bul'da kendisine yakışmıyacak bir hayat sürmeye başlamış, bununla ilgili olarak çalgı çalan cariyeler satınalmıştır. Sonra Halife, akrabalarının aley-hindeki faaliyetlerini ögrenince hisselerini de kesmiş onlar da "klundkâr'a” şikayet etmişlerdir. Bunun üzerine klundkar gelirin üçü arasında eşit bir şekilde paylaşılmasına karar vermiş ve bu kararın uygulanması için Kahi-re'ye adam gönderilmiştir [69].
Halife'nin emanet olarak kendisine tevdi edilmiş olan çok miktardaki para ve değerli eşyanın üzerine yatmasına çok kızan "Hundkâr", Halife'yi Yedi Kule'de [70] hapsettirmiştir [71].
Az sonra adı geçen Müverrih Halifenin, 926 yılının Zilkade ayında (152o Ekim-Kasım) babasına gelen bir mektupta "I-Jundkann” vefat ettiği-ni bildirdiğini yazmıştır [72]. Filhakika büyük hükümdar Sultan Selim Şah, 926 yılı, Şevval ayının 9. Perşembe günü (22 Eylül 1520) hayata gözlerini yummuştu. Imparatorluğun her yerinde olduğu gibi, Kahire'de de onun için Türk geleneğine göre üç gün yas tutulmuştur [73].
Aynı ayda (Şevval = Eylül) gelen diğer bir mektupta ise Halife'nin yeni hükümdar Sultan Süleyman tarafından serbest bırakılarak kendisine günde 6o akça maaş tahsis edildiği bildirilmiştir. [74]
Ertesi yıl (927 — 1521) Halife'nin Mısır'da yaşayan babası sâbık Hali-fe el-Müstemsik bi'llâh Yakub vefat etmiştir (19 Rebiyül-âhir Perşembe 927 = 29 Mart 1521). Bu zat ümmi idi, yani okur yazar değildi. Bununla beraber 11.5 yıl halifelik makamında bulunduktan sonra görmesi epeyce zayıfladığı için kendi isteği ile mevkini oğlu Muhammed'e bırakmıştı. El-Müstemsik bi'llâh faziletli bir insan olduğu için herkesden saygı görmüştü [75].
Yeni Osmanlı hükümdan Süleyman Han sürgünlerin çoğunun Mı-sır'a dönmesine izin vermişti. Bununla ilgili olarak sürgünler kafileler ha-linde Kahire'ye geldiler (927 — 1521). Onlardan bazıları veya bir çoğu Is-tanbul'da kalmak istemiş olmalıdırlarki bütün Mısırlılar'ın gecikmeden ülkelerine dönmeleri, gecikenlerin cezalandınlacaklan bildirilmişti. Bu se-beple Melik Eşref inal'ın torunu, el-Gavrrnin oğlu, Halife ve daha bazda-rından başka bütün sürgünler Mısır'a döndüler[76]. ibn Iyas'ın tarihi 928 (1521-1522) yılında vukubulan olayların anlatıl-ması ile sona ermektedir. Halife'nin bundan sonraki hayatı hakkında an-cak umumi tarih yazan bazı müverrihler biraz bilgi vermektedirler. Bu müverrihlerden Mustafa Cenâbrye (ölm. 999 — 1590) göre Yavuz Selim Halife el-Müteveldcil'i Kahire'de tevkif ederek Istanbul'a getirip Yedi Ku-le'de hapsetmiştir [77]. Ancak Sultan 926 (1520) yılında ölümüne yakın bir zamanda Halife'yi hapisten çıkararak kendisine günde 6o akça tahsis et-miştir. Bunun üzerine el-Mütevekkil Mısır'a dönmüş ve ölünceye kadar orada yaşamıştır. Onun Ömer, Osman ve Yahya adlı üç oğlu olup bun-lardan Yahya o hayatta iken ölmüştür. Diğer oğulları kendisinden sonra Osmanlı hazinesinden maaş almışlardır[78].
Anlaşılacağı üzere Cenabrnin verdiği bilgilerden bazılarının doğru ol-duğu kabul edilemez. Bunlardan biri Selim Han'ın Halife'yi tevkif ederek Istanbul'a götürmesi, diğeri de ölümüne yakın bir zamanda onu salıver-mesidir. Yukarıda görüldüğü gibi, Halife'yi serbest bırakan babasının ölümü üzerine tahta geçen Sultan Süleymandı. Maaşı da tahsis eden aynı hükümdardır. Kahire'ye de hemen dönmemiş, ancak 929 (1522-1523) yı-lında Mısır'a gitmek üzere Istanbul'dan ayrılmıştır.
Yine umumi tarih yazanlardan el-Karamani (ölümü: 1019 = ı6ı ) Cenâbi'nin verdiği bilgileri aynen tekrar ettikten sonra Halife'nin vefat ta-rihini veriyor. Buna göre el-Mütevekkil 945 yılı Şaban ayının 12 sinde (3 Ocak 1539) vefat etmiştir. Bu tarihin doğru olduğunu kabul edebiliriz. Çünkü ay ve gün de verilmiştir[79].
Müneccim Başı (ölümü: 1113 = 1702) Cenâbi ve Nuhbetüt-tevârih ve'l-ahbâr müellifi Mehmed'e dayanarak bilgi vermiştir. Müneccim Ba-şı'nın Nuhbe'den naklettiğine göre Sultan Süleyman Halife'ye itibar etmiş onu, babası el-Mütemessik'in ölümü üzerine 927 (1521) de Kahire'ye göndermiştir. El-Mütevekkil halife olarak Mısır'da daha 23 yıl yaşamıştır. Ölümü üzerine de halifelik sona ermiştir [80].
Az yukarıda da işaret edildiği gibi, Halife'nin Mısır'a dönmesinin ba-basının ölümü üzerine ve bunun 927 (1521) yılında olduğu sözleri doğru değildir. El-Mütevekkil'in Mısır'a döndükten sonra ölünceye kadar 23 yıl halife unvanını taşıması, buna ehemmiyet verilmemesi ile ilgilidir. Bu ara-da 929 (1522-1523) yılında Mısır'da sultanlığını ilan eden Osmanlı valisi Hain Ahmed Paşa'nın sultanlığını onaylatmak için Halife ile dört mezheb kadılarına baskıda bulunduğu rivayet edilmiştir[81]
SONUÇLAR
1 — Osmanlı hükümdarı Yavuz Selim'in Mısır'daki son Abbâsi hali-fesi el-Mütevekkil `alâ'l-lâh Muhammed'den halifeliğin hak ve yetkilerini devraldığı hakkında çağdaş hiç bir kaynakta bilgi yoktur. Hatta Mısır seferi ile ilgili fetihnâmeler, rüznâmeler ve vekâyinâmeler gibi çağdaş Türk kay-naklarında Halife'nin adı bile geçmiyor [82]. Tabii bu husus Halife'nin önemsenmemesinden ileri gelmiştir.
2 — Halifede diğer Mısırlılar'la birlikte İstanbul'a sürgüne gönderilmiştir. Halife orada, bir rivayete göre Eyub Sultan Câmiinde [83], diğer bir rivayete göre de Ayasofya Camiinde [84] muhteşem bir merasimle harifeliği Selim Han'a devretmek yerine Yedi Kule hapishanesinde ona gasbettiği para ve eşyanın hesabını vermiştir.
3 — Osmanlı hanedanı ve aydınları, Müslüman hânedanlann çoğu gibi, Kur'an'daki ayetlere bağlanmışlardı. Fazla alarak onlar Hazret-i Peygamber'e isnad edilen "Benden sonra halifelik sadece 30 yıl sürecektir" hadisinden de haberdar idiler. Bu sebeple Fatih devrinden itibaren hükümdarlann resmi vesikalarda halife unvanı ile de anıldıklan görülür:
— Fâtih, oğullarından Şehzade Mustafa'ya gönderdiği mektupta onun için nevr-i hadika-i hilafet (hilafet bahçesinin çiçeği) [85], Şehzade Cem'e yolladığı mektupta da onun için nür-ı hadalsa-i hilafet (—hilafet gözbebeğinin nuru) demektedir [86].
— Fatih devrine ait başka bir vesikada Fatih için: "Sultânül-İslam zillul- lahl cal'el-enam mâliku rilsabil ümem Halifetullahı fi'l-`alem maliku seriri'l-hilafet bi'l-istihkakbil-istihlsals” [87] deniliyor.
— "El-Hâletu hazihi Cenab-ı hilafet meb cânibinden iftiharüz-z, evvalsin İskender Beğ kulufiuz” [88].
— "Ijalledallahu Tel fi mülkehu ve hilafetehu ve su4ânehu ve efa'ie 'ala'l-alemin feyie cadlihi ve merhametihr [89].
— Fatih devri müverrihlerinden Dursun Bey Istanbul'dan Darülhilafe şeklinde söz eder [90].
— Kemal Paşaoğlu, tarihinin Fatih devri bölümünde Fatih hakkında: "Padişah-1 hilafet penâh," "klairet-i hilafet-destgah şeri'at penah", "Hilafet şi`artifı" terkiplerini kullandığı gibi, İstanbul için de clarü'l-hilafet tabirini kullanıyor [91].
II. Bayezid için halife ve hilafet'in çok kullanıldığı görülür:
— "Sultan Bayezid Han'ufi hilafeti zamanında" [92].
— Mihr-i sipihr-i hilafet ve tacdari [93].
— Halifetullahi fi'l-wnam hafız-i sugür-i islam[94].
Mucizzüs-saltanat ve hilafet [95].
— Bayezid Han Ğazi hullidet hilafetuhu ve ubbide saltanatuhu ila yevmid-din [96].
— Başında tâc-1 sacâdet Zehi celal u şeref. Elinde mühr-i hilafet zehi `ata vü neva1 [97].
— Halife olalı dünya sarayına [98]. Yavuz Selim'e gelince, o da Mısı r seferinden önce halife unvanı nı kullanmıştı r.
— "Emmâ ba'd in hitab-i müstetab ez cenâb-i hilâfet-i ma ki katilülkefere ve'l-müşrikin" [99].
— "Ez hazret-i ubbehet menzilet-i mâ ki ljalifetullahi Tecalâ fi'ddünya [100]
— "Ez hazret-i ubbehet menzilet-i mâ ki ljalifetullahi Tecalâ fi'ddünya" "Dest-i bi`at-i Sultanul-İslam ve I-Jalife-i Rahman istihkam nürniıdend" [101].
— "Ve ba`de ez an be savb-i taht-i hilafet mekan" [102].
Bu misalleri kolayca çoğaltmak mümkündür.
Bu bahse son vermeden Fatih'ten önceki hükâmdarlar hakkında bazan hafife deyimi kullanıldığı gibi [103], başka hükümdarlara yazılan mektuplarda da o hükümdara aynı deyimin verildiği görülür [104].
4 — Harifeliğin devralındığı rivayetinin 1774 yılındaki Küçük Kaynar-ca andlaşmasının müzâkereleri esnasında Rusya kraliçesi II. Katerina'ya Osmanlı imparatorluğu dahilindeki Ortadoksları himaye etme hakkının tanınmasının istenmesi üzerine Osmanlı murahhasının da "Kırım halkı-nın dini meselelerinin, aynı zamanda Halife olan, padişah tarafından görülmesi"ms maddesini kabul ettirmesi için çıkarıldığı görüşünün doğru-luğu hakkında kesin bir şöy söylenemez. Çünkü, görmüş olduğumuz gibi, padişahlara halife unvanı da verilmekte idi. Bu sebeple bu rivayet daha önce de çıkmış olabilir. Yalnız bu rivayeti yakıştıranın, Halife el-Mutevek-kil'in Yavuz tarafından Istanbul'a sürgün olarak gönderildiğini veya mev-kufen götürüldüğünü yazan İbn İyas, Cenabi, Karaman? ve Müneccim Başı gibi müverrihlerin eserlerinden bir veya bir kaçını görmüş olduğu şüphesizdir.