İslâm Coğrafyacılarına Göre Maraş Bölgesi:
Ortaçağ’da Maraş tarihi incelenirken, bu bölgede bulunan ve el-Hades[1] olarak bilinen, bugün tamamen yıkılmış olan şehirle birlikte ele alınmalıdır. Maraş ve Hades şehirleri Ortaçağ İslâm ve Hıristiyan kaynaklarında birlikte geçer. Hititlerin, Gurgum, Asurluların Maraj veya Markasi gibi isimlerle bildikleri Maraş, Romalılar zamanında Caligula adlı bir generalin ismine nispetle Germanikeia olmuştur. Müslümanlar ise şehri Maraş olarak biliyorlardı. Fethettikten sonra da aynı adla anmaya devam ettiler[2] . Maraş’tan İslâm kaynakları sıkça bahseder ve Şam’ın kuzey beldelerinden biri olarak yazarlar. Şehir hakkında en eski ve ayrıntılı bilgilere el-Belâzurî’nin Fütûhu’l-Büldân adlı eserinde rastlanır. Bu müellif Maraş’ın yanı sıra Hades’in de Müslümanlar tarafından nasıl, kim tarafından ve ne zaman fethedildiğini açıklar. Ayrıca bu bölgelerde Müslümanlar ile Hıristiyanların mücadelelerini ayrıntılı bir şekilde ortaya koyar. Böylece el-Belâzurî, verdiği bilgiler ile birçok müellife kaynak olmuştur[3] .
Önemli İslâm coğrafyacılarından biri olarak kabul edilen İbn Havkal (ö. 977), Maraş’ı el-Cezire’nin batısında ve Hades’in yakınında bir yer olarak tarif ederek, şehrin doğusunda Malatya ve batısında Hârûniye’nin[4] bulunduğunu yazar. O, Malatya’dan Maraş’a kadar olan yerlere el-Cezire Sugûru (sınır) denildiğini belirterek bölgenin bu adla anılmasının sebebini de, bu şehirlerin el-Cezire Sugûru’nda olmalarından dolayı değil de el-Cezire ahalilerinin buralarda İslâm hudutlarını korumak için Bizans’a karşı karakolluk görevi yapmaları ve savaşmalarıyla açıklar. İbn Havkal, Maraş’ın cebel-Lükam’a (Amanos Dağı) yakın olduğunu da ifade eder[5] . Bu genel bilgilerden sonra yaşadığı Hamdanîler döneminde Maraş ve Hades’in durumu hakkında da bilgi veren İbn Havkal kendi zamanında bu şehirlerin Bizans’ın eline geçtiğini ve daha sonra Seyfüddevle tarafından fethedildiğini yazmaktadır. Onun verdiği bilgilerden bu dönemde Maraş ve Hades’in mamur birer şehir olduğu anlaşılıyor. Ancak İbn Havkal kısa süre sonra bu iki şehrin düşman eline geçtiğine şahit olmuş ve buralarda Hıristiyanların Müslümanlara eziyetlerini işittiğini kaydetmiştir. Maraş’ın batısında bulunan başka bir garnizon şehri olan Hârûniye’yi de ziyaret eden İbn Havkal buranın da mamur bir yerken, Hıristiyanlar tarafından işgal edilerek harap bir hale getirildiğini ifade eder. Müellifin verdiği bir bilgiye göre bu sırada, Irak üzerinden İstanbul’a gidilirken Malatya, Afşin ve Rummane (Hurman Kalesi) üzerinden gidilmekteydi[6] . Yine Şam üzerinden, Haleb-Hades üzerinden Akçaderbent’ten geçilerek Afşin’e ve Hurman’a ulaşılıp buradan yol İstanbul’a ulaşmaktaydı[7] . Bu bilgilerden Maraş’a bağlı Afşin-Hurman bölgesinin yolların geçtiği bir kavşak olduğu anlaşılmaktadır.
Kudame b. Cafer adlı müellif Hades’in Zibatra’dan[8] dört fersah mesafede olduğunu yazarak, burasının düşmanın göğüsünden daha tehlikeli bir yer olduğunu belirtmektedir. Yine Kudame Maraş’ın, Hades’ten beş fersah uzaklıkta olduğunu belirterek bu iki yerin tehlikeli sınırları oluşturduğunu ve bunlardan sonra düşman hududunun başladığını ifade eder[9] . Maraş’tan, Maraş Amiki’ne inildiğini zikreden İbn Hurdadbih ise amik kelimesinin etrafı dağlarla çevrilmiş yeşil ovaya dendiğini kaydeder[10]. Mesâlikü’l-Memâlik’in müellifi Istahrî de Maraş, Hârûniye ve Hades gibi yerleri hudut şehirlerinden saymakta, buraların Fırat’ın gerisinde olup Malatya’dan Maraş’a kadar olan yerlerin sugûr olduğunu ifade etmektedir[11]. El-Mukaddesî ise Maraş ve Hades’i Şam ülkesinin Haleb bölgesinin şehirlerinden olarak belirtir[12]. İbn Rusteh de eserinde Maraş, Hades ve Malatya’dan bahsederek buraların sugûr şehirlerinden olduğunu yazar[13].
Yakut el-Hamevî ise, Maraş’ın Biladü’ş-Şam ve Biladü’r-Rum arasında bulunan sugûr şehirlerinden biri olduğunu yazarak, şehrin ortasında iki tarafı hendek olan bir kalesinin bulunduğunu kaydeder. Yakut, son Emevi Halifesi II. Mervan b. Muhammed tarafından tamir edilen ve mamur hale getirilen Maraş’ın kalesi ve surlarının halifenin isminden dolayı Mervanü’l Himar[14] olarak bilindiğini yazar. Aynı müellifin verdiği bilgiye göre, daha sonra Hârûn Reşid civardaki Hades ve Hârûniye ile birlikte Maraş’a büyük önem vermiştir[15]. Yakut, bugün Aksu olarak bilinen nehir hakkında da bilgi verir. Bu nehrin adını Nehr-i Hûrîs olarak yazar. O, bu nehrin Hades yakınındaki göllerden suyunu aldığını, daha sonra Maraş yakınından akarak Ceyhan Nehri’ne karıştığını belirtmektedir[16]. Ceyhan Nehri hakkında da bilgi veren İslâm coğrafyacıları, bu nehrin Rum beldelerinden çıkıp, Maraş yanından geçerek Misis üzerinden Akdeniz’e döküldüğünü belirtirler. Bu nehrin adı bazan Cahan şeklinde de geçer[17].
XIII. yüzyıl müelliflerinden olup, Eyyubiler tarafından Alâeddin Keykubad’a elçi olarak gönderilen İbnü’l-Adim, Kayseri’ye gidip gelirken Maraş ve Hades’i gördüğünü belirterek bu şehirler hakkında geniş bilgi verir. Ona göre Maraş; Haleb yakınlarında, mamur, suyu, ekinleri ve ağaçları bol bir yerdir. Şehrin sağlam bir kalesi bulunmaktadır. Maraş’ta yaşayan ahaliden ilim, irfan ve ibadetle meşgul olanlar çıkar. Burada pek çok âlim yetişmiş olup onlar el-Mar’eşî mahlasıyla bilinmektedirler. Bunlardan biri Huzeyfetü’l-Mer’aşî’dir. İbnü’l-Adim, bir coğrafyacı olan Ebû Yezid elBelhî’den naklen Hades’in de Maraş gibi özelliklere sahip olduğunu belirterek her iki beldenin de sugûrda bulunduğunu zikretmektedir. İbnü’l-Adim, Maraş’ın kendi zamanındaki tarihi hakkında da bilgi vermektedir. Buna göre Maraş, Nureddin Mahmûd Zengî tarafından Haçlılardan Tel-Bâşir kontu Joscelin’in esir edilmesi sırasında fethedilmiştir[18]. İbnü’l-Adim, daha sonra Selçuklulara terk edilen Maraş’ın 1258’e kadar onların elinde kaldığını, bu tarihte Ermeniler tarafından istila edildiğini haber vermektedir[19].
İslâm kaynaklarında geçen Maraş’a bağlı yerlerden biri de Ashabü’l-Kehf Mağarası’nın bulunduğu Efsûs’tur. Kaynaklarda Ebsus, Efsus, Arabsus, Arabisus gibi isimlerle de anılan bu yer Dikyanus/Dakyanus (Diokletianus) şehri olarak bilinir. Yakut, Efsûs’u Anadolu şehirlerinden Elbistan yakınlarında bir nahiye olarak zikreder ve Ashabü’l-Kehf ve er-Rakim’in[20] orada bulunduğunu yazar. Müellif burada harap halde bulunan büyük eserlerin olduğunu belirtir[21]. Bu şehri 1237’de Kayseri’ye giderken Ashabü’l-Kehf makamı olduğu için ziyaret ettiğini belirten İbnü’l-Adim ayrıntılı bilgiler verir. Buna göre: Ashabü’l-Kehf ehlinin yaşadığına inanılan mağara bir dağ yamacında olup, önünde ziyaretçiler için Maraş sahibi tarafından yapılmış misafirhane ve diğer binalar bulunmaktadır. Mağaranın yakınında adı Efsus olan bir kasaba olup, yıkılmış ve harap halde bulunan surları hâlâ ortadadır. Bu bilgileri verdikten sonra İbnü’l-Adim Ashabü’l-Kehf ehli ve onların yaşadığına inanılan şehir hakkında bilgi veren sahabe, tarihçi, müfessir, muhaddis ve Anadolu’ya gazâ amacıyla gelen Müslüman komutanların isimleri ve verdikleri bilgileri aktarır. Bütün bu bilgi ve rivayetlere dayanarak söz konusu Ashabü’l-Kehf ehlinin bulunduğu mağara ve şehrin Efsus olduğunu açıklar. İbnü’l-Adim’e göre:
1. Yahya b. Muin’in tarihinde ismi Azabzus olarak yazılan Arabsus Şam köylerinden biridir.
2. İbn Hurdadbih’te Ashabü’r-Rakim’in bulunduğu, Tarkis ismiyle anılan yer Bilad-ı Rum’un nahiyelerinden biridir. Orada Afsis kalesi bulunmakta olup Ashabü’l-Kehf’ burasıdır. Mesleme Rum’a (Anadolu) girerken buradan geçmiştir.
3. Hz. Ömer’e isnad olunan rivayetlere göre göre, Anadolu’ya yürüyen İslâm ordularının başında bulunan komutanlar, kendileri ile düşmanları arasında Ashabü’l-Kehf ehlinin saklandığı mağaranın bulunduğu Arabsus’un bulunduğunu söyleyerek buranın korumasız olduğunu beyan etmişlerdir. Halife de buraya ilgili bazı sözler söyleyerek Ashabü’l-Kehf ehlinin hayırlı insanlar olduğuna dair sözler söylemiştir.
4. Ebû Ubeyde, Hades’in nahiyelerinden biri olarak zikrettiği Arabus’un Ashabü’l-Kehf ehlinin yaşadığı mekân olduğunu beyan eder.
Müellif kendisinin de ziyaret ettiği Ashabü’l-Kehf mağarasıyla ilgili gözlemlerini yazar. Burada Maraş sahibi[22] tarafından vakıflar kurularak binalar tesis edildiğini, bir çardak bulunduğunu insanların buraya ziyaret amacıyla geldiklerini yazar. Ayrıca mağaranın Kur’an-ı Kerim’de anlatıldığı özelliklere uyduğunu belirterek Kehf Suresi’nin iki ayetini yazar[23]. İbn Hurdadbih ve Kazvinî gibi müellifler Ashabü’l-Kehf’in Rum dağlarında Amuriyye yakın bir yerde olduğunu zikrederler[24]. Ashabü’l-Kehf ehlinin yaşadığı şehrin neresi olduğu günümüze kadar tam olarak tespit edilememiş olup, bu konuda tartışmalar sürüp gitmektedir[25]. Ancak dinî, tarihî, coğrafî ve arkeolojik belge ve kalıntıların bu şehrin Afşin’de olduğunu güçlendirmektedir[26]. Ashabü’l-Kehf Mağarası’nın Afşin’de olduğuna dair Faruk Sümer Hoca değerli bir eser yapmıştır. Bu eserde tefsir, hadis ve tarih kitapları incelenerek, Ashabü’l- Kehf ehlinin yaşadığı mağaranın Afşin’de olduğu ortaya konmaya çalışılmıştır[27]. Refet Yinanç Hoca ise Ashabü’l- Kehf vakıfları üzerinde bir makale yazmıştır. Bu makalede Selçuklu, Dulkadirli ve Osmanlı Dönemlerinde Ashabü’l- Kehf vakıfları ve mütevellileri tahrir ve arşiv kayıtlarından çıkarılarak incelenmiştir[28].
Emeviler zamanında İslâm-Bizans sugûru Ceyhan’dan Fırat’a kadar uzanmaktaydı. Sugûr bölgesi bu dönemde ikiye ayrılmıştı: Buralar el-Cezire ve Kınnesrinvalilikleri tarafından korunuyordu. el-Cezire Sugûru denilen bölgenin merkezi Malatya idi. Diğerinin merkezi ise Tarsus’tu. Avâsım da denilen sugûr bölgelerinden Müslümanlar Anadolu içlerine biri yazın diğeri kışın olmak üzere iki gazâ yaparlardı. Kışın yapılana şâtiye yazın yapılana ise sâfiya denirdi[29]. Abbâsiler zamanında ise Bizanslılar ile İslâm hudutları üç kısma ayrılmıştı: Bunlar sahil, sugûr ve avâsım’dır. Sahil denilen bölge şehirleri kuzeyde Tarsus’tan başlayarak Adana, Misis, Anavarza=Ayn Zarba, Hârûniye, Payas’ı içine almaktadır. Bu bölgenin yıllık geliri yüz bin dinar olup, bu paranın hepsi bu şehirlerin askerî giderlerine harcanmaktaydı. Hattâ bu meblağ yetmediği gibi devlet hazinesinden de buraya yardım gönderilirdi. Şam’ın kuzey hududundan sonra ise el-Ceziretü’l-Irak’a nispetle (Sugûr-ı Cezire) adı verilen hudut şehirleri bulunurdu. Bunların ilki Maraş olup, daha sonra Hades, Samsat, Malatya gibi şehirleri kapsardı. Bu şehirlerin geliri ise 70.000 dinar idi. Bu paranın mühim bir kısmı askerlere bir kısmı da gönüllü olarak orduya katılanlara verilirdi. Bu suretle bu müstahkem şehirler uzun müddet Arapların Rumlara karşı yaptıkları akınların üssü olmuştu[30]. M. Halil Yinanç Hoca ise Maraş’ı Şam sugûrunda yani sahil bölgesine dahil eder ve Hadesle birlikte üçüncü derecede müstahkem mevkiler arasında görür[31]. Hârûn Reşid halife olduktan sonra Maraş’ı Bizanslılardan alıp, yakınına Hârûniye şehrini kurup bölgede Hıristiyanlara karşı yeni bir savunma hattı oluşturmuştu[32].
Hârûn Reşid, zamanında Menbic, Dülük, Ra’ban, Kurus, Antakya ve Tizîn şehirleri avâsım olarak teşkilatlandırılmıştı. el-Belâzurî’ye göre Müslümanlar savaşa gittiklerinde veya sınırlardan çıktıklarında buralara sığınıyorlardı. Avâsım denilen bu yerler onları koruyor ve muhafaza ediyordu. Avâsım’ın merkezi Hârûn Reşid zamanında Menbic’di. Antakya ve sahildeki birçok şehir de zamanla avâsım şehri olmuştu[33]. Bununla birlikte avâsım ve sugûr tabirleri kesin çizgilerle birbirinden ayrılmayıp zaman zaman biri diğerinin yerine de kullanılıyordu. İslâm hudutları Anadolu içlerine doğru ilerledikçe ileri karakol vazifesi yapan sugûr şehirleri daha öndeki yerlere denmeye başlıyor, dolayısıyla avâsım da buna göre değişiklik gösteriyordu.
İbn Hurdazbih, Bizans ile Araplar arasındaki 846’da hudut kaleleri olarak Tarsus, Ayn-ı Zarba (Anavarza), Hârûniye (Düziçi), Kenisetü’s-Sevda (Kara Kilise), Tel-Cübeyr (Tarsus yakınlarında bir kale), Salagus, Keysun, Samsat, Malatya, Zibatra, Hades, Hısn-ı Mansur (Adıyaman), Kurus (Antakya yakınlarında bir kale), Maraş, Dülük, Raban ve Kemah’ı saymaktadır[34]. Müslümanların elinde bulunan bu hattın karşısında Bizans İmparatorluğu da İslâm ordularının saldırılarını püskürtebilmek için Silifke’den başlayarak Küçük Kapadokya, Kharsianon (Harşana), Sivas ve Koloneia’da kleisuralar (dağ geçidi koruma yerleri) zinciri denen bir savunma hattı oluşturmuştu. Buralar daha sonra stratejik ehemmiyetleri dolayısıyla themalığa yani Bizans’ın idaresinde bulunan müstakil valiliklere yükseltildi[35].
Dört Halife Döneminde Maraş:
Hz. Ebû Bekir’in halife seçilmesi ve Ridde harekâtının üstesinden gelinmesinden sonra İslâm orduları Suriye’nin fethine başlamışlardı. Kısa süre içinde Bizans orduları mağlup edilmiş ve Suriye’yi terke mecbur bırakılmıştı. Hz. Ömer’in halife olmasının akabinde Suriye’nin fethi hızlanmış ve kısa süre içinde de tamamlanmıştı. 635 yılında Şam’ın merkezi Dımaşk’ın fethinden sonra İslâm orduları kuzeye doğru ilerlemeye devam ettiler{36[. Bizanslılar ile Müslümanlar arasında yapılan Ecnadeyn, Yermuk, ve Fihl muharebeleri ile Suriye’nin tamamen fethedildiği görülmektedir. Bu sırada Bizans imparatoru olan Herakleios, İslâm ordularını durdurmak amacıyla Antakya’ya kadar gelmiş fakat bunun imkânsız olduğunu görünce geri çekilmek zorunda kalmıştı. Bizanslılar ile Müslümanlar arasında yapılan savaşlar neticesinde Suriye tamamen Bizans’ın elinden çıktığı gibi Tarsus ile İskenderun arasında kalan bölge de ele geçirilmişti. Bizanslılar Anadolu’nun geri kalan kısmını ellerinde tutmak için gayret ettilerse de İslâm ordularının Anadolu içlerine seferlere devam ettiler. İslâm orduları bu bölgede tutunabilmesi için Toros Dağları’nın güney kısmını kontrol altında tutmaları gerekiyordu. Burası bir tabii sınırı teşkil etmekteydi. Maraş da Torosların güneyinde olması hasebiyle Müslümanların fetih yolu üzerindeydi[37].
Hz. Ömer’in Suriye orduları başkomutanı Ebû Ubeyde b. Ebi’lCerrah, 636-637’de Halid b. Velid’i Kınnesrin üzerine gönderdi. Bu sırada bölgede bulunan Bizans imparatoru Herakleios’un ordusunun başında ise Minas adlı bir komutan bulunuyordu. İslâm ordusu ile karşılaşan Bizans ordusu hezimete uğramış ve Kınnesrin fethedilmişti. Halid b. Velid Güneydoğu Anadolu’da Urfa tarafına doğru harekete geçmiş ve kendisine komutanlarından İyaz b. Ganim, Irak ordusundan Amr b. Mâlik ve Abdullah b. Ganim da yardıma gelmişlerdi. İslâm orduları karşısında çaresiz kalan Herakleios artık Suriye’yi elinde tutamayacağını anlamış ve Urfa’dan Samsat’a çekilmişti. Hattâ bir rivayete göre yüksekçe bir tepe üzerine çıkarak Suriye tarafına dönmüş ve hüzünlü bir şekilde “Ey Suriye !..artık seninle bir daha buluşmamak üzere elveda!. Ebediyen elveda!” demişti[38].
Ebû Ubeyde, Haleb’i ve Antakya’yı alır; Suriye’nin kuzeyinden Fırat’a kadar olan yerler tamamıyla Müslümanların eline geçer. Bu sırada Ebû Ubeyde, Hâlid b. Velid’i a gönderdi. İslâm orduları Maraş’a girdiğinde şehir halkının bir kısmı kaçmış ve geri kalanı da kaleye çekilerek direnişe geçmişti. Şehir ahalisi direnişlerinin nafile olduğunu görüp yapılan bir anlaşmayla Maraş’ı 637 tarihinde Hâlid b. Velid’e teslim etti[39]. Bir halk inanışına göre Maraş’ın Mikdâd b. Esved tarafından Cimcime adlı Bizans valisinin elinden alındığı kabul edilir[40]. Ancak bu şahsın Maraş’ı fetheden Halid b. Velid’in ordusunda bulunan bir sahabe olduğunu zannediyoruz. Maraş’ın fetih tarihi bazı kaynaklarda 638 olarak verilse de 637’yi esas alanlar çoğunluktadır. Maraş fethedildiği sıralarda bölgenin diğer önemli yerleşim merkezi olan Elbistan Müslüman askerleri tarafından tahrip edilmişti[41]. Maraş’ı alan Müslümanlar burada yaşayan Hıristiyan halka dokunmamışlardı. Çünkü şehir sulh ile teslim alınmış ve yapılan teslim anlaşması ahalinin can ve mallarına dokunulmayacağı şart konmuştur. Maraş’ta bulunan Hıristiyanların şehri serbestçe terk etmeleri sağlanmış ve yerlerine Müslüman ahali yerleştirilmişti. Müslümanlar Maraş’ta bir askerî garnizon kurarak Anadolu içlerine yapılacak seferler için burayı bir üs haline getirdiler. Şehrin fethi sırasında ve daha sonra Hıristiyanlara karşı savunulmasında pek çok sahabe de buraya gelir. Hattâ rivayetlere göre Maraş’ın fethine Hz. Ali de katılır. Fakat bunun rivayetten öte gitmediği görülmektedir[42]. Maraş’ın alınmasıyla birlikte bölgede bulunan Dülük, Raban (Araban), Hades gibi yerler de fethedilir. Maraşyakınlarında olan Hades, İyaz b. Ganim’in gönderdiği Habib b. Mesleme el-Fihrî tarafından fethedildi[43]. Hz. Osman’ın halifeliği sırasında Muaviye komutasında bir İslâm ordusu Maraş ya da Toroslardan geçerek Kayseri’ye kadar ulaşmıştı. Ancak İslâm ordusu bu şehri fethedemeden büyük ganimetler ele geçirerek geri dönmüştü[44].
Bizanslılar Suriye’yi çabucak terk edip kaçmışlardı fakat sugûr bölgesini Müslümanlara kolayca bırakmayacakları anlaşılmaktaydı. Bölgeyi İslâmlardan almak için yoğun faaliyetlere ve saldırılara başladılar. Maraş ve Hades de dâhil olmak üzere Sugûr’da İslâm-Hıristiyan çatışmaları 965’lere kadar üç yüzyıldan fazla sürdü. Bu süre içinde bölge çok kez el değiştirip savaş alanı haline geldi.
İlk İslâm fethinden bir süre sonra Maraş’ı Bizanslılar geri almıştı. Ancak kısa süre sonra Hz. Osman zamanında şehri, 651’de Süfyan b. Avf elAmidî komutasında bir ordu yeniden fethetti. Aynı sıralarda başka bir İslâm ordusu Maraş’tan geçerek kuzeye doğru ilerlemiş ve Hıristiyanlara karşı gazâya çıkmıştı. Bizans İmparatorluğu Müslümanlara karşılık vermek için büyük bir orduyu Malatya tarafına gönderdi. Buna karşılık Müslümanlar da Selman b. Rebiati’l-Bâhîli komutasında bir ordu ile Anadolu’ya girdiler ve birçok kale ve bol ganimet alınarak geri dönüldü. Bu sırada Şam valisi olan Muaviye 650–51 yılında, İslâm-Bizans çatışmalarında tahrip olan Maraş’ı yeniden imar ettirip, Hıristiyanların Suriye hudutlarına girişini engellemek ve Anadolu’da yeni yerler fethetmek için şehre asker yerleştirip tahkim etmişti. Maraş, Muaviye’nin Şam valiliği sırasında Müslümanların Anadolu içlerine yapacakları seferler için askeri bir üs olmuştur[45]. Bu dönemlerde Maraş bölgesinde cereyan eden İslâm-Hıristiyan çatışmalarında pek çok sahabe buralarda bulunmuş ve gazâlara katılmışlardır[46].
Emeviler Döneminde Maraş:
Muaviye’nin Suriye valiliği sırasında İslâm orduları Maraş’ı geçerek Haymana yakınlarında bugün harabeleri bulunan Amuriyye şehrine kadar ilerlemişlerdi. Ancak Muaviye ile Hz. Ali arasındaki hilafet mücadelesi sırasında Bizanslılar fırsatları değerlendirerek Maraş’ı geri alarak Suriye hudutlarına dayanmışlardı. Muaviye’nin ölümünden sonra yerine geçen oğlu Yezid zamanında Maraş bölgesine Bizans akınları hızlanmıştı. Maraş, bu sırada Müslüman ahalinin şehri terk etmesi üzerine, Bizans’ın eline geçti. Mervan b. elHakem’in ölümünden sonra halife olan Abdülmelik döneminde Bizanslılar Antakya’ya kadar ilerlemişlerdi. Bunun üzerine Abdülmelik (685–705) Hıristiyanlara karşı bir ordu gönderdi. İslâm orduları Torosların ötesine kadar Bizanslıları püskürttü. Bunun üzerine Bizanslılar Müslümanlarla barış yapmak zorunda kaldılar. Halife bir miktar para vererek Hıristiyanların bölgeden çekilmesini sağlamıştı. Ancak barışın kısa sürdüğü, 694 yaz aylarında İslâm ordularının Muhammed b. Mervan’ın komutanlığında Anadolu içlerine yürüdüğü görülmektedir. Ancak Ağustos-Eylül 694’de Bizanslıların karşı atağa geçerek Maraş taraflarından geçerek Amik’e indikleri görülmektedir. Bunun üzerine İslâm ordusu başında Eban b. Velid ve Ukbe b. Ebî Muayt adlı komutanlar olduğu halde Bizans’a karşı harekete geçer. Eban’ın yanında Abdulmelik b. Mervan’ın azatlı kölesi Kınnesrin ve çevresinin valisi Dînar b. Dînar da vardı. İslâm ve Bizans orduları Maraş ovasında karşılaşırlar. Çok şiddetli geçen savaşta Bizanslılar ağır bir yenilgiye uğradılar. Müslümanlar Hıristiyan ordusunu takip ederek pek çoğunu öldürdüler. Dinar b. Dinar, Maraş’tan Samsat tarafına doğru giderek buranın 10 mil uzağında Göksu çayı üzerinde Yağrâ köprüsünde bir kez daha Bizanslıları mağlup eder. Halife Velid’in oğlu, el-Abbâs b. el-Velid b. Abdulmelik, Maraş’a gelerek, savaşlarla harap olan şehri yeniden imar ettirip güçlendirir ve buraya Müslüman ahali yerleştirilir. Bu sırada Maraş’a büyük bir cami de inşa edilir. Maraş’ın Bizans saldırılarına karşı korunması için, Kınnesrin bölgesi halkının her yıl buraya belirli sayıda asker göndermesi de zorunlu hale getirildi[47].
696’da Yahya b. Hakem adlı Müslüman komutan, Maraş’tan yola çıkarak bu bölgeye yakın Merc-i Şahn üzerine akınlar yapmıştır. Yine 697’de İslâm orduları Velid b. Abdülmelik komutasında Malatya tarafından Anadolu’ya girer. Halifenin kardeşi Abdullah b. Abdulmelik, 702’de Maraş’ın kuzeyinde bulunan Dârende’yi fetheder. Müslümanlar harabe bir durumda bulunan bu şehri imar ederek içine asker ve insan yerleştirirler. İslâm ordularının ulaştığı kuzeydeki en uzak nokta olan Dârende’nin alınması Maraş’ın güvenliği açısından da mühimdi. Bir süre sonra İslâm orduları daha kuzeydeki Kemah bölgesini de ele geçirip burada bulunan ve Bizanslıların baskılarına maruz kalan Ermeni ahaliyi Maraş ve Malatya taraflarına yerleştirirler[48]. Ebû’l-Farac, Dârende’nin fethi konusunda farklı bir tarih vererek, Müslümanların burayı Halife Velid zamanında Mesleme adlı komutanla 711’de aldıklarını yazar. Aynı yıllarda İslâm orduları Bhasipolis adı verilen Ablastin’i (Elbistan) de fethederler[49]. 731-732’de Muaviye b. Hişâm, Maraş üzerinden Bizanslıların üzerine bir akın düzenler[50]. Bizanslılar 741’de Malatya ve Maraş üzerine yürüyünce İslâm orduları Hişam b. Abdulmelik’in karşı hareketi ile onları geri püskürtür.
Bizans İmparatorluğu tahtına 717’de Maraş kökenli III. Leon[51] geçer. Hanedana adını veren bu kişi zamanında Maraş üzerinde Bizans-Emevi çatışmaları şiddetlenir. İmparator III Leon’un aslı Maraşlı olup buradan Trakya’ya sürgün edilmişti. Onun Bizans imparatoru olmasıyla birlikte Bizans’ta saltanat kavgaları sona ermiş, 741 yılına kadar Bizans tahtında kalmıştır[52]. III. Leon çocukluğunun geçtiği ta daha önce Araplarla birlikte yaşamış ve onların dilini öğrenmiş olup İslâm kültürüne de vakıf biriydi. Onun 25 Mart 717’de Bizans imparatoru olması İslâm kaynaklarına göre Mesleme b. Abdülmelik’in ona yardımı sayesindeydi. Ancak III. Leon tahta çıktıktan sonra Müslümanlara ihanet eder. Bu sırada İstanbul’u kuşatan İslâm orduları onun ihaneti yüzünden çok sayıda şehit verir. İslâm dini ve kültürünü iyi tanıyan III. Leon zamanında Bizans ülkesinde Hz. İsa ve Meryem ile Hıristiyan azizleri temsil eden ikonalar (resim) yasaklanır ve tahrip edilir. Aynı sıralarda Emevi halifesi Ömer b. Abdülaziz de Hıristiyanlardan alınan yerlerdeki ikonların ortadan kaldırılmasını emrediyordu. III. Leon, doğduğu ve aile bağlarının bulunduğu Maraş bölgesini ele geçirmek için Müslümanlarla şiddetli bir mücadeleye girişir[53].
Son Emevi halifesi II. Mervan (744–750), bir yandan Hıms bölgesinde halkın ayaklanması, diğer yandan dahili çatışmalar yüzünden ortaya çıkan problemlerle uğraşırken, fırsatı değerlendiren III. Leon’un oğlu Bizans İmparatoru V. Konstantin (741-775) 746 yılında Maraş’a saldırdı. Bu sırada Maraş valisi olan el-Kevser b.Ziver b. el-Haris el-Kilâbî, kaleye çekilerek Bizanslılara karşı direnişe geçti. Ancak onun kuvvetlerinin azlığı sebebiyle V. Konstantin’e karşı koyması mümkün değildi. Bundan dolayı halifeye haber yollayarak yardım göndermesini istedi. Halife ise Hıms isyanı ile uğraştığından dolayı yardım gönderecek durumda değildi. Bu yüzden vali ve Maraş halkının yardım isteklerine, sabretmeleri ve direnişe devam etmeleri şeklinde bir haber gönderdi. Halifenin yardımı gelmeyince daha fazla zayiat vermemek için vali şehri Bizans İmparatoruna sulh ile teslim etti. Maraş’ta yaşayan Müslüman halk şehri terk ederek Suriye ve el-Cezire taraflarına çekildi. Maraş’a giren Bizans ordusu şehri yakıp yıkarak tahrip etti. V. Konstantin, babasının memleketi olan Maraş’tan Suriye’nin kuzeyine kadar uzanan bölgeleri dolaşarak akrabaları olduğu gerekçesiyle bölge halkının bir kısmını Trakya’ya götürdü. Bu sırada Maraş’ta yaşayan Hıristiyan ahaliden Nasturîleri de sürgün etti. Maraş’a da asker ve etraftan topladığı bazı Hıristiyanları yerleştirdi. II. Mervan, Hıms’taki ayaklanmayı bastırdıktan sonra, Maraş üzerine bir ordu göndererek fethettirdi. İslâm orduları Maraş’a girdiklerinde yıkık, harap ve ahalisi sürgün edilmiş bir şehirle karşılaştılar. Halife buraya yeniden Müslüman ahali ve askeri birlikler gönderdi. II. Mervan, iki tarafı dere olan[54] şehrin etrafına bir de sur inşa ettirdi. İçeride ise kalenin surlarını tamir ettirip askerler yerleştirdi[55]. Emevilerin son halifesi olan II. Mervan, Maraş’a büyük ehemmiyet vererek sürekli Bizanslıların saldırısına uğrayan ve Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasında el değiştiren şehirde hâkimiyetini sağlamlaştırmak istiyordu. Bunu gerçekleştirmek için de hem kalenin surlarını yaptırmış hem de şehri bir dış sur ile çevirtmiştir. Bu surlar halifenin isminden dolayı “Mervanî” olarak isimlendirilmiştir. Kısa süre sonra Bizanslılar Maraş’ı yeniden alırlar. Bunun üzerine Mervan, el-Velid b. Hişâm’ı Maraş’a gönderdi. Amik Ovası üzerinden Maraş üzerine yürüyen İslam ordusu şehri tekrar fethetti. Velid, Bizanslılar tarafından yıkılmış olan Maraş kalesinin surlarını yeniden yaptırdı[56]. Abbâsilerin Emevi iktidarına son verdiği günlerde Maraş’a saldıran Bizanslılar şehri yeniden ele geçirip yakıp yıktılar.
Emevilerin 90 yıllık döneminde sürekli Bizanslılar ile Araplar arasında el değiştiren sugûr bölgesi şehirleri savaş alanı haline gelmişti. İnsanlar, can güvenliği olmayan bu bölgede yaşamaya pek istekli değillerdi. Müslümanlar fethettikleri sugûr şehirlerinde yaşayan Hıristiyan ahalinin bir kısmını göçe zorlasalar da bir kısmını da zimmî statüsüne almışlardı. Ancak söz konusu bölge Bizanslılar tarafından yeniden alındığında Müslüman ahali ya katlediliyor ya da Suriye’ye çekilmek zorunda bırakılıyordu. Bizanslılar ise daha çok Süryani, Nasturi ve Ermeni gibi kendi mezheplerinden olmayan Hıristiyan ahaliyi bölgeden sürgün ediyorlardı. Çünkü bu gruplar, Rumların mezhep taassupları yüzünden İslâm idaresini Bizans idaresine tercih ediyorlardı. İki taraf arasındaki sürekli çatışmalar sebebiyle sugûr, güvensiz ve insansız tampon bir bölge olmuştu. Taberi ve İbnü’l-Esir gibi İslâm tarihçileri Müslüman ve Hıristiyan devletlerarasında oldukça geniş bir arazi şeridinin sahipsiz hudut bölgesi kabul edildiğini, bundan dolayı da Arapça ed-davahî (İngilizce=no man’s land) yani sahipsiz arazi dendiğini yazmaktadırlar. Tamamen boş olmamakla birlikte, bu bölge ancak Abbâsiler zamanında ciddi anlamda iskâna açılabilmiştir[57].
Abbâsiler Döneminde Maraş
750’de Abbâsiler hilafeti ele geçirdikleri esnada, bu kargaşadan istifade eden Bizanslılar Maraş’ı yeniden ele geçirmişlerdi. Abbâsiler ülke içinde asayişi sağladıktan sonra selefleri gibi Sugûr’a büyük bir ehemmiyet verdiler. Burası elde tutulmadan Suriye’nin güvenliğini sağlamak mümkün değildi. Abbâsiler, Bizans-İslâm çatışmaları nedeniyle harap olan ve insansızlaşan sugûr şehirlerini yeniden yerleşime açıp mamur hale getirmeye karar verdiler. Bu zamana kadar sugûr bölgesindeki yerleşim alanları daha çok kale ve ribatlardan oluşurken, Abbâsilerle birlikte şehirler kurulup insanlar buralara yerleştirilmeye başlandı.
İkinci Abbâsi halifesi Ebû Cafer Mansûr (753–775), Şam valisi olan amcası Sâlih b. Ali’yi Sugûr bölgesine gönderdi. Sâlih b. Ali, Maraş’ı yeniden mamur hale getirip tahkim ettirdi. Halife de etraftan Müslüman ahaliye arazi ve maaş vaat ederek buraya yerleştirdi. Hattâ Sugûr valisi Sâlih b. Ali kız kardeşleri Ümm-i İsa ve Lübâbe’yi de yanına alarak Hades üzerinden geçip Orta Anadolu’ya girerek Bizanslılara karşı gazâya çıkmıştı. Bu dönemde Müslümanlar Misis, Adana, Keferbiyya, Tarsus, Maraş ve Hades gibi şehirlerin surlarını tamir ettirip içine Müslüman asker ve ahali yerleştirdiler[58]. 769’da Hıristiyanların Maraş taraflarında bir İslâm keşif kolunu ele geçirdikleri haberi gelince, bu çevreye yürüyen Müslüman askerler Hıristiyanları cezalandırarak esir alıp Filistin’de Remle’ye sürgün ettiler[59]. Abbâsiler Tarsus, Adana, Misis, Maraş, Elbistan, Samsat ve Malatya’ya kadar olan hattı tamamen ele geçirmişlerdi. Bizanslıların Orta Anadolu’dan Güneydoğu Anadolu ve Suriye’ye geçiş kapısı olan Elbistan ile Hades arasındaki Derbü’l-Hadid denilen Akçaderbent Müslümanların eline geçmişti[60]. Bu geçit ağzında bulunan el-Hades şehri ise stratejik konumuyla ön plana çıkmaktaydı. Abbâsiler zamanında Hades ve Maraş üzerinde İslâm- Bizans çatışmaları hızlandı. Aşağı yukarı üç yüz yıl devam eden iki taraf arasındaki mücâdelede bölge sık sık el değiştirdi. Bu yüzden de pek çok defa tâhrîb edildi.
Halife Ebû Cafer Mansûr zamanında Züfr b.Âsım b.Abdullah b.Yezid b. el-Hilâlî komutasındaki İslâm ordusu 770–771’de Misis taraflarına girmiş, burada Bizanslılar ile çeşitli çatışmalara girerek pek çok ganimet ele geçirip Maraş taraflarını da dolaşıp geri dönmüştü[61]. Halife el-Mehdî (775–785) zamanında 777-778’de Bizans İmparatoru IV. Leon, Mihail el-Patrik komutasında 80 bin kişilik bir orduyu Sugûr bölgesine gönderdi. Bizans ordusu Hades’i geçerek Akabetu Harretin’e inip bölge halkını yenilgiye uğratmıştı. Buradan Anzerân köyüne gelen Bizanslılar birçok Müslüman’ı öldürüp burayı ateşe verip Maraş’a ulaşmıştı. Bu sırada Maraş’ta vali olan halife Mehdî’nin büyük amcası İsâ b. Ali, Sâlim el-Burnûsî adlı Müslüman komutanla birleşerek Bizanslılarla savaşa tutuştu. İsâ, bundan bir süre önce aynı yıl içinde Hıristiyanlarla savaşarak onlara ağır kayıplar verdirmiş olmalıdır ki, Bizanslılar ondan intikam almak için Maraş’a gelmişlerdi. Maraş’ı kuşatan Bizanslılar çatışmanın başlangıcında valinin 8 adamını öldürmüş olmalarına rağmen surlarını geçip şehri ele geçiremediler. Mihail daha sonra Maraş üzerinden Ceyhan tarafına geçti. Bu sırada Dâbık’da bulunan ve Bizans’a karşı gazâ ile meşgul olan başka bir Müslüman komutan Sümâme b. el-Velid el-Abbâsî, adamlarından Mülâle b.Hikmet’i bir kısım askerleri ile Mihail’in üzerine göndermişti. Mülâle ile Bizans komutanının güçleri Hades geçitlerinde karşılaşmışlardı. Burada iki taraf arasında şiddetli muharebede Müslüman askerler ağır bir hezimete uğradıkları gibi başlarındaki komutan Mülâle de şehit düşmüştü. Bu çatışmadan Müslüman askerlerden çok az bir kısmı kaçarak kurtulabilmişti[62]. Bizans İmparatoru IV. Leon Maraş bölgesinden çok sayıda insanı Trakya’ya sürgün etmiştir[63].
Bu dönemde sugûr şehirlerinin güçlendirilmesine önem verildiğini görüyoruz. Abbâsiler zamanında başta Bağdad olmak üzere birçok şehir kurulmuştur. Bu dönemde Abbâsiler imar ve kültür faaliyetlerine önem verdiklerinden dolayı pek çok mühendis yetiştirip ya da dışarıdan getirip şehirler inşa ettirmişlerdir. Bu mühendisler, Halife Ebû Cafer Mansur’un emriyle Anadolu’da Malatya, Misis ve Mansûr (Hısn-ı Mansur) gibi bazı şehirleri yeniden inşâ ederler[64].
Abbâsilerle Bizanslılar arasında çatışmalar sürüp giderken, 778-779’da Hasan b. Kahtaba et-Tâî (ö.779) 80 bin askerle Anadolu’ya bir gazâ seferine çıkmıştı. Birçok yeri yağmalayan, fetheden Hasan dönüşte Maraş bölgesine gelmiş, Bizans ordusunun bölgedeki faaliyetlerine son vererek şehrin asayiş ve güvenliğini yeniden sağlamıştı. Hasan’ın zaferlerinden ve başarılarından Anadolu’nun yerli Hıristiyanları da öyle yılmışlardı ki, kiliselere korkudan onun resimlerini astıkları rivayet olunmaktadır.
777–780 yılları arasında el-Mehdî, İran, Horasan ve Türkistan gibi memleketlerden büyük bir ordu toplayarak oğlu el-Hadî’yi Bağdad’da naip olarak bıraktıktan sonra diğer oğlu Hârûn ile birlikte Anadolu’ya sefere çıktı. Haleb’e gelen halife burada ortaya çıkan bir isyancı grubu temizledikten sonra oğlu Hârûn’u başkomutan olarak görevlendirip yanına Hasan b. Kahtaba ile Hasan b. Süleyman el-Bermekî’yi katarak Ceyhan nehrine kadar geldi. Abu’l-Farac, Abbâsi halifesinin Arbisos’a (Efsus=Afşin) kadar ulaştığını ve çadırını Puraman (Hurman) nehri kenarına kurduğunu yazar[65]. M.Halil Yinanç’a göre bu mıntıkayı çok beğenen halife el-Mehdî burada bir şehir inşa etmek istediyse de bunu yapmaya zamanı olmamıştır[66]. Halife buradan geri dönerken, oğlu Hârûn da bu güçlü ordu ile Anadolu içlerine ilerlemiş ve birçok yeri fethederek büyük ganimetle geri dönmüştü. el-Mehdî, 781- 782’de yine oğlu Hârûn’u güçlü bir orduyla gazâ yapması için Anadolu’ya gönderdi. Hârûn, Anadolu’yu boydan boya geçerek İstanbul Boğazı’na kadar ilerledi. Kaynaklarda belirtilmemekle birlikte onun gerçek hedefi İstanbul’u fethetmekti. Ancak Bizans imparatoru, Hârûn’la yılda 70 bin altın karşılığında üç sene geçerli olacak bir anlaşma yaparak geri dönmesini sağlamıştır[67]. 785–786 yılında Ma’tuk b. Yahya, Derbü’r-Rahib yolundan geçerek Rumların üzerine sefere çıkarak Hades’e kadar ulaşmıştı[68].
Bu arada Hasan b. Kahtaba, Halife el-Mehdî’den yıkık ve harap bir halde bulunan Hades ve Tarsus şehirlerinin yeniden tamir edilmesini istedi. Bu şehirler tamir edilip içine garnizonlar yerleştirilirse Bizans’ın bölgeye saldırıları durdurulabilecekti. Bu tavsiyeler üzerine her iki şehir yeniden inşa edildi. Halife el-Mehdî, Kınnesrin ve el-Cezire valisi Ali b. Süleyman b. Ali’yi Hades>’i yeniden kurmakla görevlendirdi. Hades’in yeniden inşasına 779’da başlandığı ve 786 yılında bittirildiği anlaşılmaktadır. Yeniden inşa edilen Hades’e halifenin adına nispetle Mehdiye veya Muhammediye adı verildiyse de bu yaygınlaşmayıp eski ad kullanılmaya devam etti. Bu sırada halife elMehdî de ölmüştü. Ali b. Süleymân, Hades’i inşa edince 4000 asker için para ayırmış ve Malatya, Samsat, Keysun, Dülük ve Raban şehirlerinden 2000 kişiyi buraya göç ettirmişti. Yeni halife olan el-Hâdî, Ali b. Süleymân’ı azledip yerine el-Cezire ve Kınnesrin valisi olarak Muhammed b. İbrahim b. Muhamed b. Ali’yi tayin etti. Muhammed, Şam, el-Cezire ve Horasan ahalisinden bazılarını 40 dinar maaşla asker yapıp ev ve ikta vererek bu bölgeye gönderdi. Ayrıca onların her birine 300 dirhem ihsanda bulundu. Abbâsilerin bu bölgeye iskân ettikleri insan sayısı 25 bine ulaşmıştı. Hades’in yapımının tamamlanmasından bir yıl sonra kışın bölgeye aşırı kar yağmasından dolayı kerpiçle yapılan surları ve evler yıkılmaya başlamıştı. Aynı zamanda Bizanslılar da Hades’e saldırmıştı. Bu yüzden buranın ahalisi şehri terk ederek kaçmıştı. Böylece Hıristiyanlar Hades’i işgal edip, içindeki camiyi yıkmışlar, Müslümanların mallarını yağmalayıp evlerini yerle bir etmişlerdi[69].
1. Hârûn Reşid Döneminde Maraş:
Hârûn Reşid (786–809) halife olduktan sonra bu bölgede yaşayan Hıristiyan halkın, Bizans’ın lehine casusluk yaptıklarını tespit edince Keysun’dan Hades’e kadar yerlerde bulunan 15 kilisenin yıkılmasını emreder. Bu arada halife harap olan Hades’i yeniden inşa etmek için bölgede bulunan Keysun şehrinin harabelerinden 2000 kağnı ile mermer taşıtır. Muhammed b. İbrahim’e Hades’i yeniden inşa ettiren Hârûn Reşid, daha sonra onu azleder. Buraya birçok asker ve insan getirilir. Halife kiliseleri yağmalatıp, Hıristiyanların Müslümanlar gibi giyinmelerini de emretmişti. Bunun nedeni ise onların Bizans’ın buraya yaptığı saldırılarına destek vermeleriydi. Hârûn Reşid Hades’in tamir edilmesinden sonra Tarsus şehrinin de yeniden yapılmasını emreder. İki şehrin de tamiratının bitirilmesinden sonra bölge Müslüman komutanlara ikta edilir[70]. Hârûn Reşid zamanında Maraş, Hades ve Dârende şehirleri sürekli Bizanslılar ile Müslümanlar arasında çatışma alanı olmuştur[71].
Abbâsiler, Sugûr bölgesine İran, Horasan ve Türkistan’dan insanları getirtip yerleştiriyorlardı. Bu gelenlerin ekseriyeti İslâmiyet’i yeni kabul etmiş Türklerdi. Memlük adı verilen bu Türkler, Bizans’a karşı sugûr bölgesini korudukları gibi aynı zamanda Anadolu içlerine seferler yaparak Üsküdar önlerine kadar akınlarda bulunuyorlardı. Bu dönemde Maraş ve Tarsus taraflarında çok sayıda Türk asıllı komutana rastlanır. Bunlardan biri halife tarafından Tarsus’un imarına ve valiliğine memur edilen Ferec b. Süleym el-Hadım et-Türkî’ydi. Bu şahıs Çukurova’da Ayn-ı Zarba’yı de inşa etmişti. Bu komutan tarafından Horasan ve Türkistan tarafından getirilenler bu bölgeye yerleştirilmişti. Halife Ebû Cafer Mansûr tarafından, Erzurum ve Malatya taraflarında Bizans’ın tahrip ettiği şehirlerde, 70 bin kişi çalıştırılarak Arrafe denilen 5-15 kişilik askerin yaşadığı evler inşa ettirildi. Bölgeye Araplardan nüfus getirilmesinin yanında Türklerden de birlikler gönderildi. Bu dönemde Erzurum ve Malatya taraflarına Orta Asya’dan getirilen gönüllü Türkler ile diğer İslâm mücahitlerinin yerleştirilmesi sonucunda nüfus 100 bin kişiye ulaşmıştı. El-Cezire bölgesinden getirilen 4 bin kişinin her birine on dinar zam ile yüz dinar harçlık, ev ve toprak dağıtılarak bölgeye yerleşmeleri teşvik ediliyordu. Ayn-ı Zarba, Hârûniye, Maraş, el-Hades, Malatya, Zibatra, Keysûn ve Samsat gibi şehirler iskân edilip Müslüman nüfusla dolduruldu. Bu bölgelere Irak’ın güneyindeki Sevâd denilen arazilerinden sürgün edilen Zutlar[72] da yerleştirilmişti. Söz konusu yerlere sürgün edilen Zutlar, Halife Mutasım zamanında Bizanslıların 835’te bölgeye yaptıkları bir saldırıyla kılıçtan geçirilmişlerdir[73].
Hârûn Reşid halifeliği döneminde her yıl Anadolu içlerine iki sefer yapılmasını emretmişti. Kendisi de iki senede bir bu seferlere iştirak etmekteydi. Halife 806–807 senesinde Herseme’yi büyük bir ordu ile Anadolu’ya sefere gönderdi. Kendisi de bizzat Maraş’ın sekiz fersah güneydoğusunda bulunan Hades’e geldi. Ermeniyye valisi Said b. Müslim b. Kuteybe elBâhîlî’yi Maraş valiliğine atadı. Tarsus, Hades ve Malatya valileri azledilerek yerlerine daha güçlü ve halifeye bağlı olanlar getirildi. Halife Sugûru ayrı bir vilayet yaparak el-Cezire ve Kınnesrin’den ayırdı. Sugûr valiliğini Sâbit b. Nasr el-Huzâî’ye verdi. Bundan sonra Maraş valileri Sugûr valilerine tabi olmaya başladı. Maraş valisi olan Sâbit, zamanında 808’de bölgeye Bizanslılar taarruz etti. Vali şehirde savunma tedbirleri alarak Bizans’a karşı koydu. Bunun üzerine Hıristiyanlar çekilmek zorunda kaldılar. 809’da Maraş valisi Sâbit, Bizanslılar üzerine bir akın yaptı ve bazı fetihlerde bulundu[74].
Müslümanlar bu hudutlardan Anadolu içlerine taarruzlarda bulunurlardı. Bizans da devamlı bunlara karşı harekette bulunmaktaydı. Emevilerin iktidara çıkışı ile Bizans bölgeden kovulmuştu. Abbâsiler zamanında Avâsım’a daha fazla önem verildi. Bölgede birçok yeni kale ve hisar inşa edildi. Buralara Arap memleketlerinden, İran ve Türk ülkelerinden halk ve askerler yerleştirilip maaşa bağlandı. Bunlara bölge arazileri ikta edildi. Bu dönemde bölgenin İslâmlaşması sağlanmış oldu[75].
2. Hârûn Reşid’in Oğulları Döneminde Maraş :
Hârûn Reşid’in ölümünden sonra yerine oğlu Emin (809-813) halife oldu. O, kardeşi Me’mun (813–833) tarafından öldürülüp halife olduğu yıllarda Emin’e taraftar olan Arapların Akîl adlı kabilesinden Nasr b. Şit, Maraş yakınlarında Keysun’da[76] (Keysum) bulunmaktaydı. Bu şahıs Keysun şehrini tamir ettirmiş etrafını üç ayrı surla hattâ beş ayrı surla çevirmişti[77]. Bu doğru olmalıdır ki Nasr uzun yıllar Me’mun’a direnerek Keysun ve Maraş taraflarında müstakil bir şekilde yaşamıştır. Emin’in katlini duyan bu şahıs isyan ederek bölgeyi ele geçirdi. Yeni halife Me’mun kendisine hizmetlerinden dolayı veziri Fazl b. Sehl’in kardeşi Hasan b. Sehl’e bazı yerleri ikta ettiği gibi Maraş ve Keysun taraflarını da ona bırakmıştı. Ancak Fazl’ın Maraş ve Keysun’u ele geçirebilmesi için Nasr ile mücadele etmesi gerekiyordu. O, 814–815 senesinde Musul, el-Cezire ve Maraş taraflarını Tahir b. Hüseyin’e vererek onu Nasr b. Şit üzerine gönderdi. Tahir Rakka üzerinden Maraş taraflarına gelerek Keysun üzerine yürüdü ve burada Nasr ile yaptığı savaşı kaybederek geri Rakka’ya döndü. Nasır’ın kazandığı bu zafer onun şöhretini artırdı. Bu sırada Anadolu genel valisi olan Hasan b. Sehl halka bir takım zulüm yapmaktaydı. Bundan dolayı halk memnun değildi. Ayrıca bu sırada Irak’ta da ayaklanmalar vardı. Bu fırsatları değerlendiren Nasr b. Şit, Keysun’dan hareketle geçerek Fırat’ı geçerek Urfa’yı almış ve Harran’ı kuşatmıştı. Maraş da Nasır’ın kontrolündeydi[78].
Bu sırada başta vezir olan Fazl b. Sehl olmak üzere Abbâsi Devleti’nin önemli makamlarını elinde bulunduran idarî ve askerî yetkililerin ekseriyeti İranlı ve Türk’tü. Bu durum Arapların hoşnutsuzluğuna neden olmuştu. Arap asıllı olan Nasr b Şit, bir ölçüde Abbâsî Devleti’nin gidişatından memnun değil ve asabiyet duyguları ile hareket ediyordu. Nasr, el-Cezire’yi tamamen ele geçirmişti. Böylece onun kurduğu müstakil emirliğin hudutları Maraş ve Keysun’dan Musul’a kadar uzanmıştı. Şiilerden bazıları onun yanına gelerek “Sen Abbâs oğullarını mağlub ettin! Arap’ı onlardan ayırdın! Bir halifeye biat eylesen kuvvetin daha ziyade artar” dediklerinde, o bunu kabul etmemiştir. Gerçek amacının Abbâsilere karşı olmadığını ancak devletin Acemler ve Türkler tarafından istilasını hazmedemediğini ifade ederek Şiilerin isteğini geri çevirmiştir[79].
820-821’de Me’munTahir b. Hüseyin’i zaptiye nâzırı ve oğlu Abdullah’ı da Rakka valiliğine getirdi. Ancak Tahir, kardeşi Emin’in katledilmesindeki rolü sebebiyle Me’mun kendisine karşı beslediği hislerden endişe etmekteydi. Me’mun da onu yanından uzaklaştırmak istiyordu. Bu sebeple Me’mun onu Horasan valiliğine atadı. Me’mun, Abdullah b. Tahir’i babasının yerine zaptiye nazırı tayin ederek Rakka’dan Mısır’a kadar olan memleketleri ona vererek Nasr b. Şit’i (Nasr b.Şebes el-Ukaylî) Maraş bölgesinden uzaklaştırmasını istedi. Abdullah b.Tahir, Maraş ve Keysun (Keysun-Keysum) bölgesine gelerek bir müddet uğraştıktan sonra Nasr’ı mağlup ederek 824-825’te sığındığı kalede ona aman verip teslim aldı. Abdullah b. Tahir, Nasr’ı affedip Bağdad’a gönderdi ve Keysun kalesini yıktı. Bir süre sonra kendisi de Keysun’dan Mısır’a gitti[80].
830-831’de Halife Me’mun Bizanslılar üzerine gazâ amacıyla Bağdad’tan hareket etti. Musul, Menbic, Misis yoluyla Tarsus’a geldi. Buradan Toros geçitlerini aşarak Anadolu içlerine girdi ve pek çok ganimet elde ederek geri döndü. Me’mun 831-832’de tekrar Anadolu’ya sefere çıkıp ilk gittiği yoldan ilerleyerek Tuvana’a (Niğde sınırları içindeki Kilisehisar-Kemerhisar) ulaşarak buraları ele geçirip şehri yeniden inşa edip içine Müslüman askerleri yerleştirdi. Halife seferine Kayseri- Göksun ve Maraş üzerinden devam ederek Tarsus’a geri döndü. Burada 833 yılında vefat etti ve oraya defnedildi[81].
Mu’tasım halife olunca (833-842) ağabeyi gibi bölgeye ehemmiyet vermedi. Hattâ bizzat Tuvana şehrini tahrip ettirerek askerleri geri Toros Dağları’nın güney hudutlarına çektirdi. Mu’tasım elinde bulunan kale ve şehirlerle yetinerek içlerine asker yerleştirip, sur ve hisarlarını tamir ettirdi. Onun zamanında Bizanslılar bölgeye hücum edemediler. Bu sayede Sugûr bölgesinde kültürel ve dinî faaliyetler gelişti. Bu halifenin zamanında Sugûr bölgesine birçok Türk komutan ve asker yerleştirildi. Halife bunlarla birlikte Bizans’a karşı seferlere de çıktı. Mu’tasım 838’de Türk askerleriyle birlikte Hades üzerinden Anadolu içlerine sefere çıkmıştı. 841 yılında Ebû Said Muhammed b. Yusuf, Maraş ve Malatya üzerinden Anadolu’ya sefere çıkmasına rağmen Bizanslılar onu püskürterek söz konusu şehirler ile Hades’i istila ederek Müslümanlardan birçok esir götürdüler. Bizanslılar Maraş bölgesiyle ilgilerini hiç kesmiyorlar ve fırsat buldukça saldırmaktan geri durmuyorlardı. Müslümanlar ise bu saldırılara karşı koymaktan bıkmıyorlardı[82]. Mu’tasım zamanında hilafet ordularının önemli bir kısmını Türkler oluşturuyorlardı. Bu dönemde Anadolu gazâlarına Afşin, İtah et-Türkî, Vasif, Mengüçur, Ferganalı Ömer, Semerkandlı Haris ve Boğa gibi pek çok Türk komutanlar katıldılar[83].
Halife Mu’tasım zamanında Türk komutanlarından Afşin Bey[84] Bâbek isyanını bastırmıştı. Afşin’e yenilen Bâbek Bizans İmparatorluğuna sığınmıştı. Onu takip ederek Anadolu’ya giren Afşin Bey, bu sırada Tarsus üzerinden Kozan, Haçin, Göksun ve Uzunyayla üzerinden Kayseri’yi kuşatan halifeye yardım gelmişti. Afşin Bey’in Bizanslıları arka arkaya mağlup ederek geldiği yerin Silvan, Malatya, Akçadağ, Elbistan, Rumman üzerinden Tel-Afşin’e buradan Zamantı’dan Kayseri’ye ulaştığı tahmin edilmektedir. Tel-Afşin köyünün adının Afşin Bey’den kaynaklandığı söylenmektedir[85].
Makedonya Hanedanı’nı kuran I.Basileious zamanında (867-886) Hıristiyanlar Sugûr bölgesine doğru yayılmaya devam ettiler. İmparator 872’de Fırat bölgesine ilerleyerek Zibatra (Doğan şehir) ve Samsat’ı aldı. Ancak kuşattığı Malatya kalesi önünde Müslümanlara ağır bir şekilde yenildi[86]. İslâm hudutlarından sayılan bu beldelerin alınması Maraş ve Hades şehirlerinin elde tutulmasını zorlaştırmıştı.
3. Tolunoğulları ve Ihşidîler Zamanında Maraş Bölgesi:
Halife Mu’tasım annesinin Türk asıllı olması sebebiyle askeri ve idari müesseselerinin başına Türkleri getirdi. Bu dönemde Sugûr bölgesine çok sayıda Türk yerleştirilmişti. Sugûr valiliğine tayin edilen komutanların da bir iki istisna dışında tamamen Türk asıllı oldukları görülmektedir. Bu sırada Maraş şehri de önemli bir merkez haline gelmişti. Sugûr valileri bazen Malatya, bazen Tarsus ve bazen de Maraş’ta oturmaktaydılar[87]. Bölgede görev yapan kişilerin isimlerine baktığımız zaman bunların pek çoğunun Türk asıllı oldukları görülmektedir. Bilhassa Halife Mütevekkil (847-861) zamanında orduda Türklerin sayısı daha da artmıştı. Türk asıllı Tolun adlı komutanın ölümünden sonra yerini oğlu Ahmed almıştı. 860’lı yıllarda Abbâsi halifelerinin güçsüzlüğünden istifade eden Türk asıllı ümerâ birbirleriyle nüfuz mücadelesine girmişlerdi. Bu durumu gören Ahmed b. Tolun, Sugûr’a giderek gazâ ve ilimle meşgul olmaya karar verdi. Halife tarafından Tarsus valiliğine atanan Ahmed halk ile yakın temasa geçerek onların sevgisini kazandı. Bu sırada Tarsus ve çevresindeki sugûr şehirlerinde İran, Horasan ve Türkistan’dan gelen savaşçı, sufi vesaire gazilerin de toplanmasıyla nüfusun bir milyona ulaştığı görülmekteydi. Bizans’a karşı savaşlara katılmak amacıyla toplanan bu unsurların arasında çok sayıda Türkün de olduğu görülmektedir[88]. Tarsus’tan Maraş’a kadar uzanan bölgeyi idare eden Ahmed 868’de Mısır’da müstakil bir devlet kurduğunda Suriye bölgesine ek olarak Sugûr’un idaresi de kendisine verildi. Bu sırada bölgenin nüfusunun ekseriyetini Türk, İranlı ve Araplar oluşturuyordu. Bunun yanında Ermeni, Süryani, Nasturî ve Rum unsurlar da vardı. Ayrıca Bizanslılar Müslümanlarla giriştikleri mücadele sırasında Balkan milletlerinden birçok asker toplamışlardı. Bu askerlerin içlerinde Avrupa’ya yürüyen Türk kavimlerinden Bulgar, Peçenek, Uz ve Kumanlar da vardı. Bizans ordusundan Müslümanlar tarafına geçen bu unsurlar Sugûr, Konya, Karaman ve Mersin taraflarına yerleştirilir[89].
Tolunoğlu Ahmed 868’den 884 yılına kadar Barka’dan Fırat nehrine kadar olan bölgeyi idare etmiştir. Bir taraftan da Bağdad Abbâsi sarayında bulunan rakipleri ile mücadele etmiştir. Bu mücâdeleden galip çıkan Ahmed, Antakya, Şam ve Tarsus yörelerini de yönetimi altına aldı. Ahmed Anadolu içlerine kadar seferler yapmak istemişti. Tarsus halkı tarafından çok sevilen Ahmed birkaç defa bölgeye kadar gelmiştir. Ahmed’in Tarsus’ta Yazman adlı bir Türk valisi bulunmaktaydı. Ahmed’in Haleb ve Rakka taraflarına vali tayin ettiği kölelerinden Lülü bu sırada Halifenin kardeşi el-Muvaffak’ın kışkırtmasıyla ayaklandı. Bu arada Abbâsilere karşı Irak’ın güneyindeki topraklarda çalışan zenci köleler de ayaklanmıştı. Bu yüzden Lülü, el-Muvaffak’a büyük destek vererek köle ayaklanmasının bastırılmasında büyük yararlıklar göstermişti. Ancak o aldığı ganimetleri kendi askerlerine bölüştürünce, el-Muvaffak’ın düşmanlığını kazandı. Önce hapsedildi, sonra perişan bir şekilde Mısır’a sığınmak zorunda kaldı. Lülü’nün isyanı sebebiyle Tarsus ve Maraş yöreleri yeniden halifenin hâkimiyeti altına geçmiş oldu.
Ahmed b. Tolun döneminde 877’de, bir Bizans ordusu I.Basileios komutasında Kayseri’den hareket ederek Zibatra ve Samsat üzerinden geçerek Keysun ve Raban yoluyla Maraş üzerine bir taarruz planlamıştı. Nitekim Bizans ordusu Zamantı (Karmalas Suyu) nehrini geçerek Sarız (Saroz) ve Göksun’a (Kukasos) varıp buradan Maraş’a yürüdü. Maraş’a gelmeden önce, Honigmann’ın ifadelerine göre, bugün yeri belli olmayan Maraş ile Göksun arasında bulunması muhtemel Kallipolis, Padasia (Tekir çayı kenarında yerleşim yerleri olmalıdır) ve Torosların doğusundaki boğazlar üzerinden Maraş’a yürümüştü. İmparator Ceyhan nehrini (Pyramus) Zeytun hizasından geçtikten sonra bu nehir kenarındaki el-Kussuk Boğazı’nı aşarak Paradeisos nehrini geçmişti. Bu nehir Maraş’ın yukarısında Ceyhan’a karışan Bertiz veya Pertus çayıdır. Daha önce de buradan ilerleyen Bizans ordusu Maraş ve el-Hades şehirlerini birkaç defa tahrip etmişti. Bunda da böyle olmuştur. 881 ve 882’de Maraş ve Hades üzerine Bizanslılar bir saldırı daha planlamışlardır. Bu sırada bölgeye doğudan Ermeniler de geliyor ve Bizans onları İslâm hudutlarına yerleştiriyordu. Böylece Sugûr’da durum Bizans’ın lehine değişiklik göstermekteydi[90]. Bu sırada Bizans 100 bin kişilik bir güçle Sugûr bölgesini yeniden tehdit etmekteydi. Müslümanların üzerine yürüyen Bizans ordusuna dini liderlerin komutanlık yaptıkları da görülmekteydi. Sugûr’a yürüyen Bizans ordusunun sayısı zaman zaman 200 bine kadar ulaşmaktaydı[91]. 881-882’de Bizanslıların Malatya tarafına saldırılarına karşı koymak üzere Maraş’ta bulunan Müslümanlar oraya gönderilmişti[92].
Ahmed b. Tolun’un vefatı üzerine Musul valisi İshak b. Kundacık ile Sacoğularından Muhammed, el-Muvaffak’ın kışkırtmasıyla Suriye üzerine yürümüşlerdi. Bunlar Dımaşk’a kadar ulaşmışlardı. Ahmed’in oğlu Humâraveyh bunları mağlup ederek bütün Suriye ve Sugûr bölgesini yeniden Tolunoğulları’na kattı. Humâraveyh ile el-Muvaffak’ın oğlu Ebû Abbâs arasında Suriye’de devam eden muharebelerde Abbâsi ordusu yenildi. Ebû Abbâs önce Dımaşk’a çekilmiş, daha sonra ise Antakya üzerinden Tarsus’a sonra da Maraş’a gelip buradan Keysun ve Samsat üzerinden Bağdad’a dönmüştür[93]. 904-905’da Tolunoğulları hanedanı yıkıldığı zaman Sugûr valisi Ebû’l-Aşâyir zamanında Bizans komutanı Andronikos, Maraş ve Tarsus taraflarını istila etti[94]. Bunun üzerine halife el-Müktefî valiyi azlederek yerine Rüstem b. Berdu’yu tayin eder. 915-916’da Bizans ordusu bir kez daha Maraş bölgesine kadar gelerek yağma ve tahribatta bulunur. Bizanslılar ile işbirliği yapan Ermeni asıllı Mleh, Maraş bölgesini yağmalatır. Maraş’tan Tarsus’a kadar olan bölgede 50 bin kişi esir edilip sürgüne gönderilir. Mleh, Maraş’ın kuzeyinde Zamantı’ya doğru uzanan bölgede Bizans’a bağlı bir askeri bölgenin (theme) yöneticisi durumundaydı. Bu sırada Ermeniler Anadolu’nun doğusunda küçük devletçikler oluşturmuşlardı. Bunlardan biri de Malatya’yı ele geçiren Ermeni Pavlikian’larıdır[95]. Araplar, Bizans ve Ermenilerin bu saldırılarına karşılık vererek 916–17-18’de Tarsus’tan Malatya’ya kadar olan yerleri istirdat etmişlerdi. Ancak arkasından Maraş ve Hades tarafları yeniden Bizanslıların eline geçti. Seyfüddevle’nin bölgeyi alıp yeniden imar etmesine kadar Maraş ve Hades yıkık ve harap halde kalırlar. Bizanslılar daha çok Maraş’ın kuzeyinde Dârende bölgesini ellerinde tutuyorlar ve buraya bağlı olarak Hurman kalesi, Huni ve Elbistan’ı da yönetiyorlardı. Huni ve Elbistan’da birer piskoposluk merkezi de kurmuşlardı[96]. Bu tarihlerde Bizanslılar Müslümanlar üzerinde bölgede üstünlük kurmaya başlamışlardı. Nitekim 934 yılında Bizans ordusu Malatya’yı, 948-49’da Maraş’ı istila eder[97].
905’te Tolunoğulları Devleti’nin yıkılmasından sonra Sugûr bölgesi Abbâsiler tarafından Bağdad’tan gönderilen valiler tarafından idare edilmeye başlandı. Bu dönemde Tarsus, Adana, Antakya, Misis ve Maraş taraflarına yerleşen Türkler Anadolu’nun içlerine doğru akınlar yaparlardı. Tolunoğulları’nın sonlarına doğru Sugûr’la ilgilenilmemesi yüzünden onlara karşı bir ayaklanma olmuş ve bölge halkı Abbâsi halifesine başvurarak yeni bir vali istemişti. Bunun üzerine halife Mütezid, Türk asıllı komutanlarından Muhammed b.Togac’ı Dımaşk valiliği yanında Sugûr valisi olarak da tayin eder. Daha sonra 935’de Mısır’da Ihşidîler adıyla müstakil bir devlet kuran Muhammed b. Togac, Mısır, Suriye ve Sugûr bölgesini birlikte idare eder. Haleb, Tarsus ve Maraş yörelerini Tolunoğulları’ndan sonra idare eden ikinci Türk hanedanı olan Ihşîdiler daha sonra Hamdanîlerle giriştikleri mücadelede bölgeyi onlara terk ederler.
Hamdanîler Döneminde Maraş
Musul’dan Haleb’e kadar uzanan bölgeyi ele geçirerek bir devlet kuran Hamdâniler Sugûr bölgesini Bizans’a karşı koruma görevini de üslenmişlerdi. Bu devletin merkezi Musul olup ağabeyisi Nâsıruddevle Hasan adına Haleb kolunu idare eden Seyfüddevle Ali b. Hamdan zamanında Bizanslılar ile Sugûr bölgesinin hâkimiyeti yüzünden çetin mücadeleler başladı. 944 yılından itibaren Haleb’in kuzeyine doğru Bizans’ın elinde bulunan memleketleri ele geçirmeye başlayan Seyfüddevle, Hades ve Maraş’ı Bizanslılardan almıştı. Ancak kısa süre sonra 948’de Bizanslılar Hades’i alarak tahrip ederler ve arkasından da 949’da Maraş’ı işgal ederler. Bizanslılar İslâm ülkesine yani Suriye’ye yaptıkları seferlerde daha çok Maraş ve Hades yanında bulunan geçitleri kullanmaktaydılar. Bu geçitlerden biri Göksun üzerinden Tekir çayı boyunca Zeytun’dan geçerek Maraş’a ulaşıyordu. Bu yol aynı zamanda Zeytun- Bertiz üzerinden Hades’e de gidiyordu. Diğer bir yol ise Efsus- Elbistan ve Hades üzerinden Suriye’ye gitmekteydi. Hamdanî hükümdarı Seyfüddevle ile Bizanslılar arasındaki çatışmalar daha çok bu geçitlerde cereyan etmiştir[98].
Bizans’ın Hades ve Maraş’ı işgali üzerine Seyfüddevle, 950 yılında İbn-i Kesir’in ifadesine göre 30 bin askerle Hades geçitlerini aşarak Efsus (Afşin) üzerinden Zamantı, Harşana ve Şariha’ya kadar gitmişti. Bu şehirler alınamamıştı ancak etrafları tahrip edilip bol miktarda ganimet ele geçirilip, dönülürken Bizans valisi Domestikos’un saldırısına uğranılmıştı (20 Kasım 950). Aynı yılın Aralık ayında Sugûr bölgesinde 40 gün süren şiddetli depremler de olmuştu. Anadolu içlerinden bol esir ve ganimetle dönmekte olan Seyfüdedevle’nin önü, Bizanslılar tarafından Hades yakınlarında Derbü’lKengerün’de kesilmişti. Burası Zeytun’un yakınında Ceyhan nehrinin batısında Kankrut olabilir. Mağlup bir şekilde geriye doğru çekilen Seyfüddevle, Derbü’l-Cevzat ve el-EnfarDerbü’l-Cevzat’ın yeri Ceyhan nehrinin doğusunda olan Engizek Dağı bölgesinde olmalıdır. Bu isim Enkuzut yani “bol cevizli bir yer” anlamına gelmektedir. Bundan sonra sarp bir tepede düşmanla karşılaşan Hamdanî ordusu sabahtan akşama kadar savaşmış ve akşamın karanlığı olunca askerler Seyfüddevle’yi terk etmişlerdi. Seyfüddevle Hades Gölü (İnekli, Çınarlı Göl) yakınında bir tepeye ulaştığında yanında çok az kişi kalmıştı. Burada düşmanla bir kez daha karşılaşarak yenilmekten kurtulamadı ve Haleb’e doğru çekildi. Seyfüddevle’nin bu çatışmalarda askerlerinden 5 bin kişi şehit düşüp, 3 bin kişi de esir edilmişti. Bu ağır mağlubiyet nedeniyle Araplar bu olayı gazâü’l-musibe (Belalı Sefer- Felaketli sefer) ismini verdiler (26 Ekim 950 veya 15 Kasım 13 Aralık 950)[99].
Bizanslılar ilerleyerek bölgedeki birçok keleyi alıp 952 yılında Fırat nehrini geçmeye muvaffak olmuşlardı. Ancak bundan sonra Bizanslılar ile Hamdanîler arasındaki çatışmalar Seyfüddevle’nin lehine gelişti. Bizanslılara yenildikten sonra yeniden Sugûr’a giren Seyfüddevle, 952-953’de Maraş yakınlarında Bizanslıları ağır bir yenilgiye uğratarak Hades ve Maraş şehirlerinin kontrolünü tamamen ele geçirdi. Savaşlar sırasında harap olan birçok kaleyi onarttığı gibi 948’den beri harap halde bulunan Maraş’ı da yeniden inşa ettirdi. Seyfüddevle 18 Ekim 954’te bizzat Hades önlerine gelerek daha önce Bizanslılar tarafından yıkılarak harap hale getirilmiş şehri yeniden inşa etmeye başladı. Buranın yeniden mamur hale getirilmesiyle bizzat ilgilendi[100]. Hades’i imar ettiği ve mamur hale getirdiği için Seyfüddevle’nin özel şâiri el-Mütenebbî Hades ve onun banisini öven bir kaside kaleme almıştır[101].
Seyfüddevle’nin karşı saldırısı ile Hades ve Maraş’ın yeniden fethedilmesi sırasındaki yapılan savaşlarda Bizans Domestikos’u Caesar Bardas Phokas’ın oğlu Konstantinos Phokas’ı esir edilmişti. Bu Domestikos’un bundan başka Nikkephoros ve Konstantinos adlarında iki oğlu daha vardı. Hades ve Maraş şehirleri imar edilirken, 50.000 kişilik güçlü bir Bizans ordusu babası Domestikosun kumandanlığı devrettiği oğlu Nikophoros Phokas komutasında Hades önlerinde göründü. Bizanslılar bu orduya Bulgar, Rus ve diğer unsurları da katmışlardı. Seyfüddevle Hades’in yakınlarında Uhaydip (Kamburcuk) tepesinde Bizans ordusunu mağlup etti. (30 Ekim 954). Bu çatışmada başta Phokas’ın damadı, torunu ve yakınları olmak üzere birçok tutsak alındı. ibnü’l-Esir, Seyfüddeevle’nin bu çatışmalar sırasında Domestikos’un Konstantin’i ismindeki oğlunu öldürdüğünü haber vermektedir. Ancak onun esir alınıp, Haleb’te vefat ettiği de söylenmektedir. Vefat eden Konstantin’in cesedini kefenleten Seyfüddevle, Haleb’teki Hıristiyanların da katılımıyla ona bir merasim düzenlemiştir. Zafere müteakip Hades’in inşasına devam edilmiş ve Kasım 954’de tamamlanmıştır. Bu mücadeleler sırasında Seyfüddevle büyük başarılar kazanmıştır[102].
Arap kaynakları başta İbnü’l-Esir olmak üzere 956’da sonbaharında Seyfüddevle’nin Hades geçitlerini ikinci kez aşarak Elbistan-Afşin üzerinden Sarız’ı (Saros) geçip Kayseri bölgesine doğru ilerlediğini yazarlar. Kızılırmak kıyılarına ulaşan Seyfüddevle, Harsana kalesini kuşatmış fakat alamamıştı. O, bu kalenin etrafındaki evleri yıkarak, tahrip ederek buraya yakın Şariha kalesine kadar bir kez daha ulaşmıştı. Daha önceki seferlerde yaptığı gibi etrafındaki yerleşim yerlerini yıkarak geri dönmüştü. Seyfüddevle bu seferinde Maraş ve Hades üzerinden çıkarken dönüş yolu olarak Toros boğazlarını tercih etmiş ve Adana’ya gelmiştir. Tarsus emiri onun yanına gelerek hediyeler sunmuş ve daha sonra Haleb’e dönmüştür. Bunun üzerine Bizanslılar intikam almak için Meyyâfârikin üzerine yürüyerek yağmalamışlardır[103]. Görüldüğü gibi Bizanslılar ile Seyfüddevle arasındaki çatışmalar iki tarafın birbirinden intikam alma duygularına dönüşmüştü.
Bizans güçleri Maraş ve Hades üzerinde Hamdanîlerle mücadeleye devam ettiler. Bardas Phokas’ın oğlu Nikephoros Phokas, 957 Haziran ayında Hades’i ele geçirip surlarını yıktırarak halkını Haleb’e gönderir. 958 yılında Bizans İmparatorluğu orduları İoannes Çimiskes komutasında ilerleyerek 958’de şiddetli bir saldırıyla Samsat’ı işgal eder[104]. El-Antakî, 960 Ocak ayında Bardas Phokas’ın kardeşi Leon’un Tarsus taraflarına geldiğini, Müslümanları katlederek Hârûniye şehrini işgal ettiğini yazmaktadır[105].
Bizans’ın saldırılarına cevap vermek amacıyla Seyfüddevle, 960 yılında 30.000 kişilik ordusuyla Hades üzerinden Anadolu’ya üçüncü bir serfe çıktı. Efsus ve Zamantı üzerinden Harşana’ya kadar ilerledi. Dönüş yolunda Bizans’ın bölgedeki komutanı Domestikos’un komutanlarından Maleinos’un ve diğer themaların başında bulunan komutanların tuzağına düştü. Bazı kaynaklar Seyfüddevle’nin Harşana’dan dönüş yolunun Tarsus ve Misis üzerinden olduğunu yazsalar da, Honigmann bunun doğru olmadığını belirterek, onun yine Maraş ve Hades üzerinden Haleb’e çekildiğini yazmaktadır. Seyfüddevle, Zamantı, Sarus, Efsus yolunu takip ederek Arapların derb olarak zikrettikleri geçitlere girmiştir. Ceyhan Nehri kıyısındaki mağaranın bulunduğu el-Kussuk’tan geçen Seyfüddevle, Hades’e 12 mil (27 km) uzaklıkta olan Alişar Dağı kenarından Mahazatü’l-Alevî’yi (Aleviler Geçidi) geçerek ilerlemiştir. Bu bölgede yine Hades’e 15 mil uzaklıkta Rahvat Mâlik bulunmaktaydı. Seyfüddevle’nin geçtiği bu geçitler Hades’in kuzey batısında bulunmaktaydı. Seyfüddevle, bu geçitlerde Bizanslıların pususuna düşerek ağır kayıplar vermiş ve yanında kalan 300 kişiyle geri çekilmek zorunda kalmıştır. Bu onun kesin mağlubiyetidir. Bundan sonra Hamdanî ve Bizans çatışmaları Çukurova’da ve Güneydoğu Anadolu’da devem eder. Fakat savaşlar Hamdanîlerin aleyhine sonuçlanır[106].
962’de Domestikos Nikephoros Phokas[107] İstanbul’da kendisi için yapılan muhteşem bir törenden sonra Anadolu’ya gönderilerek Seyfüddevle ile mücadele için görevlendirildi. Bizanslılar üç asırdan beri Maraş üzerinde mücadele ettikleri Müslümanlara karşı üstünlük kurarak 962’de Maraş’ı işgal ettiler. Aynı yıl içinde Ayn-ı Zarba, 963’te Dülük ve 965’te Misis ve Tarsus’un zaptı takip etti. Kısa süre içinde tüm sugûr şehirleri Bizanslıların eline geçti. Bizans kuvvetleri 962’de Haleb’i bile tehdit etmeye başlamışlardı. Bir ara Haleb’i de alan Bizanslılar geri çekilmek zorunda kalırlar. Hamdânilerin zor durumda kalması üzerine Mısır’a hâkim olan Türk hanedanı Ihşıdîler hükümdarı Şam valisi Zalim el-Ukailî kumandasında 10 bin kişilik bir birlik göndermişti. Ihşıdiler, erzak yüklü bir de donanma göndererek Hamdânilere yardım etmek istedilerse de bu sırada Bizanslılar Çukurova bölgesinin büyük bir kısmını işgal etmişlerdi. Hamdanîler Devleti’nin yıkılmasından sonra Haleb’te onların yerini alan Mirdasiler ile Suriye’nin büyük bir kısmını ele geçiren Fâtımiler de Bizanslılar ile mücadeleye devam ettiler. Ancak Bizans karşısında Araplar başarılı olamadılar. Fâtımî orduları bazen Antakya’yı aşıp Maraş’a kadar uzandıysa da yapılan fetihler kalıcı olmadı[108].
Bizans İmparatoru olan Nikephoros, Sugûr ve Avâsım bölgesinde kazandığı zaferlerden dolayı kendini öven, Müslümanları küçümseyen ve aşağılayan bir kaside yazarak ya da yazdırarak Abbâsi halifesi Muti Lillah’a göndermişti. İbn-i Kesir, bu kasideyi İbn-i Asakir tarihinden aldığını belirtmektedir. Bu kasidede İmparator, Müslümanlardan aldığı yerleri saymakta ve bütün İslâm beldelerini ele geçireceğini ifade etmektedir[109].
Bizans imparatorunun Abbâsi halifesine yazdığı bu kasideye uzun yıllar cevap veren olmamıştır. Daha sonraları Endülüslü bir fıkıhçı olan Ebû Muhammed b. Hazm yazdığı bir şiirle ona cevap vermiştir. Bu şiirde Müslümanların ilk devirlerden beri Bizanslılara karşı başarıları ve Endülüs’ün fethi anlatılmaktadır[110].
Abbâsi halifeleri Sugûr bölgesinin idaresini tamamen Hamdanîlere terk etmişlerdi. Böylece Sugûr bölgesinde İslâm hudutlarını Bizanslılara karşı korumaya çalışan Seyfüddevle Maraş ve Hades bölgesine özel bir önem vermiştir. Çünkü Hades geçitleri tutulduğu ve Maraş elde bulunduğu müddetçe Bizanslılar Suriye’nin kuzeyini yani İslâm topraklarını tehdit edemezlerdi. Bizans’ın elinde bulunan Maraş ve Hades şehirlerini ele geçiren Seyfüddevle b. Hamdan 954’de her iki şehri de imar etmeye karar verdi. Buna mani olmaya çalışan Bizans orduları geri püskürtüldü. Bizanslılar ile Hamdanîler arasında çatışmalar daha çok Maraş ve Hades üzerinde geçmiştir. 960’lı yıllara doğru güçlenen Bizans İmparatorluğu bütün Suriye, Filistin bilhassa da Kudüs’ü alma hayallerine kapılmıştı. Buralar ele geçirilirse ileriki hedef de Mısır’dı. Bu yüzden de Mısır’a hâkim olan Ihşidiler, Bizanslılara karşı Hamdanîlere destek vermişlerdir. Bir Ihşîdi ordusunun Hamdanîlere destek amacıyla Antakya’ya doğru ilerlediğini haber alan Bizanslılar, Seyfüddevle üzerine yaptıkları bir seferden vazgeçmişlerdir.
Seyfüddevle Maraş’ı imar ve ikmalden sonra Haleb’e döndü. Bizanslılar bunu bir fırsat bilerek Güneydoğu Anadolu bölgesine girerek birçok yeri ele geçirdiler. Maraş’ı da zorladılar. İki taraf arasında kanlı çatışmalar meydana geldi. Bir ara Bizans’ın eline geçen Maraş’ı kurtarmayı başaran Seyfüddevle daha sonraki çatışmalarda başarısız oldu, Hades ve Maraş Bizanslıların eline geçti ve tahrip edildi. Seyfüddevle, Ocak- Şubat 967’de vefat etti. Cenazesi Meyyâfârikin’e (Silvan) götürülerek defnedildi[111].
Bizans İmparatorluğu Döneminde Maraş:
Büyük Roma İmparatorluğunun Anadolu’da yaptığı idari taksimat VII. Yüzyılda Bizans İmparatoru Herakleios ’tan sonra gelen imparatorlar zamanında değiştirilmişti ve 18 themaya ayrılmıştı. 962’de Müslüman Arapların elinden alınan Maraş 18. thema olan Suriye temasına bağlanmıştı. Türk fethine kadar bu durum devam etmişti[112]. 962 yılında Maraş’ı işgal eden Bizanslılar 1086 yılında bölgenin Selçuklu Türkleri tarafından fethedilmesine kadar bu şehri ellerinde tutmayı başardılar. Bu dönemde Bizanslılar Maraş bölgesini Antakya’da oluşturdukları dükalığa bağladılar. Hamdanîlerin yıkılmasıyla onların yerini alan Haleb’teki Mirdasoğulları zaman zaman Bizans’a karşı Sugûr bölgesine akınlar yaptıysa da bir başarı elde edemediler. Bu arada Mısır ve Suriye’yi ele geçiren Fâtımiler de Bizans’ın elinde bulunan Antakya ve Suriye’nin kuzeylerine kadar seferler yaptılar. Bazı zaman Fâtımi ordusunun Maraş ve Samsat’a kadar akınları olduysa da bunlar bölgeyi elde tutacak güçte değildi. Böyle bir Fâtımi seferi Halife el-Aziz zamanında Türk komutanlarından Muncutekin tarafından yapıldı. 992 Ağustos-Eylül aylarında Mısır ordusu Hıms, Şeyzer ve Haleb’i fetheder. Bu arada Hamdani hükümdarı Seyfüddevle’nin oğlu Sadüddevle Şerif b. Seyfüddevle, ona hediyeler ve para vererek Bizanslılarla savaşmasını ister. Mısır ordusu Rumların üzerine yürür. Muncutekin’in yanında 35 bin askeri, Bizanslıların ise 70 bin askeri vardı. Cisr-i Cedid yanında yapılan savaşta Rumlar hezimete uğradı. Rumların büyük bir kısmı öldürülmüş ve bir kısmı da esir edilmişti. Bu zafer Fâtımi halifesine bildirildiğinde Mısır’da halka sadakalar dağıtılmıştı. Bu arada Antakya da kuşatılmıştı. Burada yapılan savaşta Rumlar mağlup edilerek 15 bin esir ve büyük bir ganimet ele geçirilmişti. Bu haberler posta güvercinleri vasıtasıyla Mısır’da bulunan Fâtımi halifesine ulaştırılıyordu. Muncutekin Buka ve Bagras üzerinden Maraş’a kadar ilerledi. Maraş’tan bir güvercinle gönderilen haberde Muncutekin’in buraya ulaştığı haberi geldi. Buradan Mısır ordusu Haleb’e geri dönmüştü[113]. Simbat Vekâyinâmesi’nde Fâtımilerin 991-92’de Antakya taraflarına sefer yaparak Bizanslıları mağlup ettikleri yazılmaktadır. Müellif Fâtımi ordusunun Maraş’a kadar gelip gelmediği konusunda bir bilgi vermemektedir[114].
X. yüzyılın ortalarından XI. yüzyılın sonlarına kadar Maraş bölgesinde yüz yıldan fazla süren Bizans İmparatorluğu hâkimiyeti, daha çok doğudan tehcir edilen Ermenilerin bölgeye yerleştirilmesiyle geçmiştir. Bölgede bulunan Rum, Süryani ve Nasturî gibi unsurlar Ermenilerin gelmesinden hoşnut olmadılar. Bundan sonra bu topluluklar ile Ermeniler arasında devamlı sürtüşme ve çatışma olmuştur. Bu dönemde Maraş, Antakya’ya bağlı olarak yönetilmiştir. Bizans İmparatoru II. Basileios zamanında 1019–1020 yıllarında doğudan tehcire tabi tutulan 50 binden fazla Ermeni Orta Anadolu taraflarına sürgüne gönderilmiştir[115]. 1030-1031’de Bizans İmparatoru Romanos büyük bir ordu toplayarak Haleb yakınlarındaki Azaz şehrine gelip karargâh kurdu. Ancak Arapların saldırısına uğrayan imparator ağır bir yenilgiye uğrayarak askerlerinin büyük bir kısmını kaybetti. Kendisi de ıssız bir yere sığındı. Sığınağında donmak üzere olan Bizans İmparatoru Maraş’a geldi ve askerlerinin bir kısmını toplayarak İstanbul’a döndü[116].
Selçuklu Türkleri 1040’larda Doğu Anadolu bölgesine girdiler. Tuğrul Bey’in üvey kardeşi İbrahim Yinal 1048’de birleşik Bizans ve Gürcü ordusunu ağır bir yenilgiye uğratarak Malazgirt öncesi Anadolu’ya Türklerin girişini sağlamıştı. Kısa süre içinde Anadolu içlerine ilerleyen Türkleri durdurabilmek için, dul kalan kraliçe Eudoxia ile evlenerek tahta çıkan IV. Diogenes (1068-1071), imparatorluğu kurtaracak ümit kaynağı olmuştu. Bu sırada Afşin, Emîr Has İnal gibi Türk komutanları Anadolu’da fetihlerde bulunuyorlardı. Bizans İmparatoru IV. Diogenes 1069’da Anadolu içlerine bir sefer gerçekleştirdi. Sivas- Divriği üzerinden Göksun yoluyla Maraş’a inen imparator kısmî başarılar elde etti. Ancak daha sonra Malazgirt’te Alpaslan’a ağır bir şekilde yenilerek tahtını da kaybetti.
1060’lı yıllarda bu bölgenin Türklerin eline geçmesiyle, Ermeniler Çukurova ve Maraş taraflarına çekildiler. Malazgirt Savaşı’nda Bizans’ın yenilmesi üzerine, doğu orduları komutanı Ermeni asıllı Fileretos (Philaretos) Çukurova’dan Urfa’ya kadar uzanan yerleri içine alan feodal bir Ermeni beyliği oluşturdu. Kendisine bağlı Ermeni komutanların her birini bölgedeki şehirlere tayin eden Fileretos kendisi de Maraş’ı idare ediyordu. Bizans’ın da tabiiyetinden çıkan bu asi komutan Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’a tabi oldu. Maraş da onun yönetimi altına girmişti[117]. 1086’da Süleymanşah’a tabi Emir Buldacı adlı Türk komutanı yukarı Ceyhan bölgesi denen Göksun, Afşin ve Elbistan’ı fethetti. Bir süre sonra da Maraş’ta fethedilerek bölge Türklerin eline geçmiş oldu[118].
Seyfüddevle’nin Maraş ve Hades’te Kültür ve İmar Faaliyetleri:
Hamdâni emirleri bilim ve kültüre büyük önem verirlerdi. Bu yüzden onların zamanında Musul’dan başlayarak Haleb’e, Maraş’a kadar olan pek çok şehirde âlim, şâir, edip ve sanatkârlar toplanmıştı. Ünlü felsefeci, düşünür, astronomi bilgini, muallim ve aynı zamanda musiki ustası Fârâbî, Seyfüddevle’nin özel meclislerinde bulunup müzik aletleri çalıp şarkı okumuştur. Arapların büyük şiir ustası el-Mütenebbî Seyfüddevle’nin özel şâiriydi. Yine bir idareci olmasının yanında amcasının oğlu Ebû’l-Firâs da büyük şâirlerden biri kabul edilmekteydi. Bu dönemin yaşayan dikkate şayan diğer ünlü bir kişisiyse mutasavvıf Hallâc-ı Mansur’du. Kendileri de birer şâir olan Hamdâni emirleri bu âlimlerle oturup kalkmışlardır. Bu saydıklarımız meşhur şahsiyetlerden başka Hamdâniler ülkesinde pek çok bilgin ve şâir yaşamıştır[119].
Bizans İmparatorluğu’nun elinden alınan ve harap bir halde bulunan Maraş ve Hades üzerindeki hâkimiyetini pekiştirmek amacıyla Seyfüddevle harap halde bulunan bu iki şehri imar etmeye karar verdi. Bilhassa bulunduğu arazi sebebiyle yaşamaya ve savunmaya pek el verişli olmayan Maraş’ı başka bir yere nakletmeye karar verdi. Bu amaçla eski şehrin doğusunda Kara Maraş denilen bu günkü Namık Kemal semtinin olduğu yer seçildi. Buraya hükümet binaları, evler inşa edilerek bir de iç kale yaptırıldı. Ayrıca şehrin etrafını da bir dış surla çevirtti. Seyfüddevle Maraş’ın inşasına büyük önem vermiş, bizzat amcasının oğlu aynı zamanda bir şâir ve idareci olan Ebû’lFirâs’ı (Ebû’l-Aşâir) [120] görevlendirdi. Şehrin tamamlanmasından sonra ahali buraya nakledildi[121]. Hamdâniler zamanında Seyfüddevle’nin özel şâiri, Arapların en büyük kaside ve hiciv ustalarından biri olan el-Mütenebbî[122] Maraş ve Hades’te bulunmuştur. Bu şâir, Seyfüddevle’nin Maraş’ı fetih ve imarı vesilesiyle 45 beyitlik güzel bir kaside[123] yazmıştır[124].
Seyfüddevle, Bizanslılar tarafından tahrip edilen Hades şehrinin imar edilmesi için 954’te buraya gelerek inşaat işlerini yakından takip etti. Maraş’ın imarı dolayısıyla Seyfüddevle’yi öven, şâir el-Mütenebbî, Hades’i yeniden inşa ettiği için de ona bir kaside daha yazdı[125]. Seyfüddevle’nin Hades’i imar etmesinden sonra Bizans’ın Anadolu valisi yeniden buraya saldırarak harap etmiştir. Bunun üzerine Seyfüddevle onu bir kez daha yenerek Hades’i yeniden kurmuştur. Bizanslıların Hades’e saldırıp mağlup bir şekilde geri çekilmeleri üzerine Ebû’l-Hüseyin b. Küçük en-Nehavî adlı şâir de bir şiir kaleme alır[126].
Hamdanîler zamanında Maraş’ta yaşayan ikinci önemli şâir ve aynı zamanda bir devlet adamı olan Seyfüddevle’nin amcasının oğlu Ebû’lFirâs’tır. Hamdanîler zamanında Maraş’a gelen ve burada bir müddet kalan Ebû’l-Firâs’ı, Seyfüddevle Maraş ve Hades’in yeniden inşa etmekle görevlendirdi. O da bu işi başarı ile tamamladı. Ebû’l-Firâs’ın hem bir şâir hem de Menbic şehrinin valisi olarak görev yaptığı, savaşlara katıldığı hattâ Bizanslılara esir düştüğü bilinmektedir. Bir divanı olan bu şahısın devrinin büyük şâirlerinden biri olarak kabul edildiği görülmektedir. Onun da Seyfüddevle’yi öven şiirleri bulunmaktadır. Bu iki şâirden başka Seyfüddevle de iyi bir şâirdi. Kendisi birçok şiirler yazdığı gibi ağabeyisi olan Musul hâkimi de şâirdi. Onun da Seyfüddevle’nin ölümüyle ilgili bir şiiri bulunmaktadır[127].
Günümüzde Türkiye’de Maraş bölgesi şâir, halk ozanı ve yazar yetiştiren bir yer olarak tanınır. Acaba bu şâirlerin bunda bir tesiri olabilir mi? Bunun ayrıca araştırılması gerektiğine inanıyoruz.
Maraş Bölgesinde Yaşayan ve Yetişen Âlimler:
Maraş ve Hades bölgesi Hârûn Reşid ve oğulları döneminde tamamen İslâmlaştığı gibi çok sayıda Türk memlükün yaşadığı bir alan haline de gelmişti. Bu dönemde başta Maraş ve Hades olmak üzere bölgede pek çok cami ve mescit yapılmıştı. Bunun yanında askeri garnizonların oluşturulduğu ve hisarların yapıldığı da görülmektedir. Bu bölgeye çok sayıda İslâm âlimi de gelip yerleşmiş ya da buralarda yetişen pek çok şâir, muhaddis vesaire bilginlere rastlanılmaktadır. Genellikli el-Hadesî ve el-Mer’aşî mahlasları ile anılan bu kişiler bölgenin ilmî ve kültür seviyesinin yükselmesine müessir oldular. Abbâsiler zamanında Sugûr bölgesinde Tarsus, Misis ve el-Hades şehirlerinde birçok âlimin yaşadığı görülmektedir. Bilhassa el-Hades şehri muhaddisleri ile şöhret bulmuştur. Bunlardan tespit edilenler şunlardır:
1. Ömer b. Zürare el-Hadesî. Muhaddis olan bu kişinin birçok hadis ravi etmesinden başka hakkında bilgi sahibi değiliz[128].
2. Süleyman el-Meraşî. Dört halife ve Emeviler döneminde yaşamış râvilerden biridir. Hz. Ali’nin Hâricileri katledilmesiyle ilgili bir takım bilgiler vermektedir[129].
3. Huzeyfe b. Katade el-Mer’aşî (Huzeyfetü’l-Mer’aşî) (ö.822). Ünlü fakih Süfyanî Servi’nin yakın dostu olan bu şahıs Maraş’ta yaşamıştır. Bazı eserleri de bulunmaktadır. Birçok öğrenci yetiştirmiştir[130].
4. İbrahim b. Ethem (ö. 813) Huzeyfe b. Katade el-Mer’aşî’nin hocalarından olan bu zat da Maraş’a nispet edilmektedir[131].
5. Abdullah İbn Mübarek. Türk asıllı muhaddis olan bu kişi de Maraş’ta yaşamıştır[132].
6. İsa b. Yunus Ebi İshak (ö. 802–803): Hades kalesinde yaşamış ve orada muhafızlık yapmıştır. Birçok muhaddise kaynaklık etmiş, pek çok talebe yetiştirmiş olan bu şahıs Hicaz, Bağdad gibi yerleri dolaşmış birçok hadis derlemiş ve el-Hades’te vefat etmiştir. İsa b. Yunus’un bir yandan gazâ ile diğer yandan ilimle meşgul olması onun ilim ve mefkûre hayatını birlikte sürdürdüğünü göstermektedir[133].
7. Şerik b. Abdullah, muhaddis olup hakkında pek bilgi yoktur[134].
8. Ebû Velid Ahmed b Cenâb el-Hadesî (ö. 854) Bağdad’ta doğmuş, Misis’te yaşamış ve el-Mîssîsî diye meşhur olmuştur. Bu muhaddis de Hades’e mensup âlimlerden biridir. Birçok muhaddise kaynaklık etmiştir. Güvenilir hadis bilginlerinden biri olarak kabul edilmektedir. Hadesli bilgin İsa’nın da öğrencisidir[135].
9. Ömer b. Bîynhâ el-Hadesî: İsa b. Yunus’un talebelerinden olan bu şahıs Hades’e mensup âlimlerdendir. Bir müddet Bağdad’ta yaşamıştır. O da IX. yüzyılda yaşayan güvenilir muhaddislerden biri olarak kabul edilmektedir[136].
10. Süveyd b. Said el-Hadesî (ö. 855): Hades’e yakın bir köy ya da mahalle olan Hades’de yaşayan bu bilgin de İsa b. Yunus’un talebeleri arasında sayılmaktadır. Birçok meşhur muhaddise kaynaklık etmiş. Önceleri sağlıklı bir kişi olan Süveyd daha sonra gözlerini kaybetmiş ve 100 yaşlarında vefat etmiştir[137].
11. Ali b. Hasan el-Hadesî[138]
12. Ebû Cafer Muhammed b. Abdullah b. Süleymân el-Hazramî elKufî
13. Ebû’l- Velid Ahmed b. Cenab el-Hadesî
14. Fehd b. Süleymân[139]
Sonuç:
Hz. Ebûbekir zamanında İslâm ordularının girmeye başladığı Suriye’nin fethi Hz. Ömer’in halifeliğinin başlarında tamamlandı. Kısa süre içinde Müslümanlar Antakya, Adana, Tarsus, Maraş ve Urfa taraflarına girdiler. 637’de Maraş ve Hades şehirleri fethedildi. Bu iki şehrin tarihi birbirleriyle yakından ilgilidir. Bugün Hades, Maraş sınırları içinde olup, şehre 70 km kadar yakındır. Müslümanlar Suriye’nin kuzeyini sugûr olarak adlandırdılar. Abbâsiler zamanında bu bölgeye avâsım da denildi. Avâsım’ın merkezi önceleri Suriye’deki Kınnesrin şehri iken daha sonra Tarsus ön plana çıktı. Avâsım ya da sugûr valileri bazı zamanlar Maraş ve Malatya’da da oturdukları oldu.
Sugûr’un kuzey hudutlarını oluşturan Maraş ve Hades iki önemli geçit güzergâhında bulunmaktaydı. İslâm- Bizans çatışmaları da daha çok bu geçitlerin ağzında olan Hades ve Maraş’ta cereyan etmekteydi. Hades, Haleb-AyıntapDülük Elbistan yolu arasında birçok geçitlerin bulunduğu önemli stratejik bir mevkideydi. En önemlisi Akçaderbent (Babü’l-Hadid) olan ve Nehrü’l-Erzak (Göksu: Fırat’ın kollarından biri) yakınlarında bulunan bu geçitlerin elde tutulması halinde Suriye’den Anadolu’ya, Anadolu’dan da Suriye’ye yapılacak istilaların durdurulması mümkün olacaktı. Bu geçitler aynı zamanda Malatya üzerinden bu bölgeye yapılacak taarruzları da engellemekteydi. Hades’in doğusuna doğru uzanan ve aynı adla anılan boğaz tutulduğu takdirde ve Zibatra ve Malatya yolunun da emniyeti sağlanmış oluyordu.
Maraş ise yine Toroslardan geçerek Orta Anadolu’ya uğrayan ve birçok geçitlerin bulunduğu bir yol üzerindeydi. Hititler ve Asurluların Kültepe yolu Maraş ile Göksun arasında bulunan sarp dağlardan geçmekteydi.
Hârûn Reşid ve oğullarının önem vermesiyle Hades ve Maraş şehirleri diğer sugûr şehirlerine göre ön plana çıkmıştır. Bunun da sebebi her iki şehrin de Bizans sınırına yakın olması sebebiyle stratejik yönünün ön plana çıkmasıydı. İslâm savaşçılarının üsleri haline gelen Hades ve Maraş’a bu dönemde Horasan ve Türkistan’dan çok sayıda Türk askeri de getirilmişti. Müslüman orduları bu şehirler üzerinden Anadolu içlerine akınlar yaparak Üsküdar önlerine kadar yağama ve tahrip ederek geri dönmekteydi. Bir ara Maraş ve Hades şehirleri Abbâsilere bağlı olarak Mısır’da kurulan Tolunoğulları ve Ihşidiler hanedanlarının nüfuz alanına dâhil olsa da Bizans’ın ilgi alanından hiç çıkmamıştır. Hamdanîler zamanında İslâm-Bizans çatışmaları bölgede yeniden canlanmıştır. Bir yandan Bizans’ın saldırıları ile diğer yandan da meydana gelen büyük depremlerle tahrip olan Maraş ve Hades şehirleri Seyfüddevle tarafından yeniden inşa edilmiştir.
960’lı yıllarda Bizans’ın güçlenmesi ve tüm Sugûr bölgesini işgali ile Maraş ve Hades şehirleri de Hıristiyanların eline geçmiştir. Bölgenin 1086 yılında Selçuklu komutanlarından Buldacı tarafından fethedilmesine kadar Bizans idaresi devam etmiştir. Emeviler, Abbâsiler, Tolunoğulları, Ihşidler ve Hamdanîler gibi İslâm devletlerinin idaresi altında kalan Maraş bölgesi siyasi olayların yaşanmasının yanında dini ve kültürel gelişmelerin geçtiği bir yer de olmuştur. Birçok muhaddis, fakih ve şâir Maraş ve Hades bölgesinde yaşamıştır. Maraş ve Hades şehirleri pek çok İslâm coğrafyacısı ve tarihçisinin de dikkati çekmiş, eserlere de çokça değinilmiş bölgeler olmuştur.