GİRİŞ
Son yıllarda, ortaçağ yapılarının duvar sıvalarına kazınmış resimlerin (graffiti) incelenmesi yeniden ilgi uyandırmıştır. Bu konudaki incelemeler, yazıtlar ve Batılı hacıların[1] armaları, ya da çoğunlukla Hristiyan anıtları, kilise ve manastırların duvarlarına kazılmış ya da oyulmuş, akidographemata diye de adlandırılan gemi resimleri üstünde yoğunlaşmıştır[2]. Gerçekten, dinsel yapıların duvarlarına resim kazınması, oyulması ya da çizilmesi, özellikle gemi resimleri, doğuda İsfahan’a[3], güneyde Nil’in ilk çağlayanına[4], kuzeyde Helsingör’e[5], batıda Ren vadisine[6] dek uzanan yaygın bir uygulamadır.
Bu resimlerin amacı ile ilgili olarak çeşitli nedenler sıralanabilir. Bir çok durumlarda, ortaçağa ilişkin ad ve arma resimleri, söz konusu kişinin belli bir yere geldiğinin belirtisinden öte bir anlam taşımıyordu. Kudüs[7] yada Sina’daki St. Catherine Manastırı[8] gibi din bakımından önemli kutsal ziyaret yerlerinde ise bu resimler, ziyaretçilerin toplumsal durumlarını gösteren bir çeşit sembol oldukları ölçüde, dinsel görevin yerine getirildiğinin az ya da çok kalıcı kanıtlarıydılar. Araplar, özellikle göçebe Bedevi kabileleri, yapıların duvarlarına, kuyulara, vb. çeşitli desenlerde resimler kazıyarak ya da oyarak, bu yerlerin kullanımına ya da mülkiyetine ilişkin belli haklara sahip olduklarını gözle görülür bir biçimde ortaya koyuyorlardı. Bu tür resimlere genellikle evsâm (tekili vesm) denilmekte ve bir çok Doğu Akdeniz ülkesinde bunlara rastlanmaktadır[9].
Bununla birlikte, bir çok resimler, özellikle gemi resimleri, gezginlerin “oraya gelmiş olduklarını” başkalarına anlatmak amacını güden kayıtlar olmanın ötesinde bir anlam taşımaktadırlar. İslam dünyasında, gemi resimlerine hacı evlerinin duvarlarında sık sık rastlanmaktadır. Böylece, hacı, hac ziyareti için Mekke’ye hangi taşıtla gittiğini içinde yaşadığı camiaya göstermiş oluyordu. Nehir bölgelerinde yaşıyan topluluklarda, örneğin Yukarı Mısır’da, kubbe (şeyh mezarı) duvarlarını süsleyen gemi resimlerine çoğu kez raslanır. Bu resimler, ya o topluluğun kült’ü olan gemiyi[10] yansıtır, ya da hastalıklara karşı koruyucu[11] olarak duvarların içine oyulur.
Batı’da, kilise ve manastırların duvar sıvalarına resim kazımak ya da oymak çok yaygındı. Gemiciler için kilise her zaman bir avuntu ve içgücü (moral) kaynağı olmuştur. Kilise ayinlerindeki yakarılar ve gemici ermiş (aziz) lerinin ikonaları, yaşamın güçlüklerini ve tehlikelerini göğüslemek için gemicilere güç ve yüreklilik veriyordu. Bağlı olduğu kilisede ya da bir uğrak limanındaki kilise yahut manastırda, gemisi için ettiği duaları ermişe hatırlatacak bir iz bırakmak gemicinin içini daha da rahatlatmış olsa gerektir. Bir kilisenin duvarına gemisinin resmini oymakla, gemici, teknesini belli bir ermişin koruyuculuğuna bırakmış oluyordu. Böylece, hiç kimse bu resmi kazıyıp yok edemiyeceğinden, gemici, ermişin, dualarını sürekli olarak hatırlayacağına, güç anlarda onu yalnız bırakmayacağına güvenebilirdi. Bundan, kilise ve manastır duvarlarındaki resimlerin, gemicilerin şükranlarını dile getirmekten çok, bir çeşit sürekli yakarı biçimi olduğu açıkça anlaşılmaktadır[12].
Gemi resimlerine, gerek Hıristiyanlık[13], gerek Müslümanlık dönemine ait dinsel bir nitelik taşımayan yapıların duvarlarında da rastlanması, bunların amacının çözümlenmesi sorununu daha da karmaşık kılmaktadır. Bu durumda öne sürebileceğimiz tek neden, gemicilerin kendilerini sıkı sıkıya gemilerine bağlı hissetmeleri, bundan ötürü de, gemilerinin giderek kimliklerinin belirtisi haline gelmesidir. Gemicilerin bir çoğunun okur yazar olmadıklarını, bu nedenle de gemilerinin resmini çizmekten başka kimliklerini belirtebilecekleri bir yol bulamayacaklarını kabul edersek, bu yorum geçerlik kazanmaktadır. Gemi resimlerinin çoğunun yanında gemicilerin kökenlerini belirlememize yardımcı olabilecek ek yazıt ya da metinlere rastlanmamaktadır.
BALAT HAMAMLARINDAKİ GEMİ RESİMLERİ
İnceleme konumuz, Balat ya da Palatia (eski Miletos) hamamlarının, özellikle Delphinion yıkıntıları yakınındaki hamamın duvarlarına kazınmış gemi resimleridir. Bu gemi resimlerinin bazıları, K. Wulzinger, P. Wittek ve F. Sarre tarafından yayımlanmış, ancak bunların hangi koşullarda ve ne amaçla yapıldıkları konusunda herhangi bir yorum yapılmamıştır[14]. Resimler, özellikle hamamların dinlenme odalarının duvarlarına kazınmış olduğundan, bunları dinsel nedenlerle açıklamamız olanaksızdır.
Balat hamamlarının yapılış tarihini yaklaşık olarak bilmemiz, bu resimlerin tarihlenmesi sorununu bir ölçüde çözmektedir. En erken tarih (termi’nus ea quo), Balat’taki İlyas Bey Camii’ndeki bir yazıt yardımıyla saptanmaktadır. Bu yazıta göre, camiin yapımına 1404 yılında başlanmış, olasılıkla bir kaç yıl sonra tamamlanmıştır. Hamam gibi dinsel nitelik taşımayan yapıların bundan kısa bir süre sonra, belki XV. yüzyıl ortalarında yapıldıklarını kabul etmemiz için yeterli neden vardır[15]. En geç tarih (terminus ad quem) ise, XVII. yüzyılda Balat limanının önemini yitirmesine rastlar.
XIV. yüzyıldan başlayarak, Balat limanı, doğu Ege’de ekonomik bakımdan önemi gittikçe artan bir rol oynamıştır. Bir zamanlar Miletos’un ünlü tiyatrosu olan kalenin koruduğu Balat, Küçük Asya (Anadolu)’nın ürünleri için başlıca ihraç merkezlerinden biri olmuştur. Bu dönemde Balat, Menteşe beyliğine bağlı olmakla birlikte, XIV. yüzyılın ikinci yansında Osmanlı birliklerince geçici olarak işgal edilmiş bulunuyordu. Ancak, XV. yüzyılın başlarına değin, kısa bir süre için de olsa, siyasal özerkliğini yeniden elde etmiş görünmektedir. Menteşe beyliğinin ürünlerini Doğu Akdeniz bölgesine iletecek bir donanması olmadığından, ihracatçılar, XV. ve XVI. yüzyılın iki deniz gücünün, Venedik ve Cenevizlilerin işbirliğine dayanıyorlardı. Kuşkusuz, Cenevizlilerin deniz gücünün, doğu Ege’de hızla azalması, Menteşe Emirini, Peloponez’in kıyı kentlerinde ve güney Ege adalarında ticarî merkezleri bulunan ve Cenevizlilerden daha güçlü olan Venediklilerle anlaşmalar yapmaya itmiştir. 1402/3 yılında Emir İlyas Bey, Venediklilileri temsil eden, Girit Dükü’nün elçisi Marco Falier’le bir anlaşma imzaladı. Bu anlaşma, ihracat ve ithalât koşullarını saptıyor, Venediklilere, St. Nicholas Kilisesini ve ticarî kuruluşlarını yönetmek gibi bazı ayrıcalıklar sağlıyordu. 1414 yılında, Emir İlyas ile Venedikli Amiral Pietro Civrano arasında bir ek anlaşma imzalandı. Balat’ta Venediklileri, Girit Dükü’nce atanan ve Venedik’in ticarî çıkarlarını yöneten bir konsül temsil ediyordu. XV. yüzyıl boyunca, Balat’ın ticaret yolları, Dimyat’a ve Mısır’da İskenderiye’ye dek uzanıyordu. Dalmaçya’daki Ragusa (Dubrovnik)’lı tüccarların bile Balat’la ticaret yaptıklarına ilişkin kayıtlar vardır[16]. Cenevizli ünlü tacirler, Giustianno ailesi, Balat’la ekonomik bağlarını sürdürüyorlardı. Ceneviz kayıtlarına göre, “Palatia’dan İskenderiye’ye gönderilen mallar Sakız’dan geçiyordu”[17]. Bunlar, özellikle mum, safran, susam, mazı, enfiye, sahtiyan gibi ürünlerdi. XVI. yüzyılda, 1566 yılında, Sakız adasının Cenevizlilerin ellerinden çıkması, bu bölgedeki Ceneviz etkisine son verdi.
Balat limanının önemine, Piri Reis’in 1521’de yazdığı ünlü Kitab-ı Bahriye’si de tanıklık etmektedir. Buna göre, Balat, Karaağaç limanı adıyla bilinmekteydi.[18] Osmanlılar zamanında, Balat limanı, yeni yönetim değişikliklerinden ciddî olarak zarar gördü. Balat, Menteşe eyaletinden ayrılarak, Cezayir-i Bahr-i Sefid vilâyetine eklendi. Bunun ardından da, Balat’ın bir liman olarak önemli hızla azaldı.
Limanın ekonomik faaliyetlerine ilişkin son kanıtlardan birini, Evliya Çelebi (1611-1679)’nin kaleminden öğreniyoruz. Evliya Çelebi, Avrupa, Asya ve Afrika’daki gezilerini anlatırken, Gelibolu ve İstanköy kayıklarının yanısıra, Zümbeki (Smi) ve Anabolu (Nauplia) firkateynlerinden de söz eder. Menderes ırmağı üzerinde seyreden Zarbuna ve şayka türündeki gemiler, çoğunlukla buğday, arpa, pamuk ve daha birçok başka ürünlerden oluşan yüklerini Balat limanından alırlardı. Balat’ta hâlâ iki yüz kadar ev vardı; ama kentin artık bir hanı, imareti, hatta medresesi bile yoktu. Ne bir hamam, ne de bir kuyu bulunuyordu kentte. Yalnızca bir tek cami vardı. Yerel (mahallî) yönetim, kadı da dahil olmak üzere, Balat’tan Söke'ye taşınmıştı[19].
Bir kaç yıl sonra, 1675’te, George Wheler ve Jacob Spon, yıkık eski saraylardan(!) ötürü Palatschia diye bildikleri Balat’a uğradıklarında kentten, aralarında çoban kulübelerinin bulunduğu “ein verworrener Hauff obgleich alter Mauern”* artakalmıştı[20]. Hemen hemen yüz yıl sonra, Miletos’tan geçen Richard Chandler (1764), “çok kötü bir yer, ama saraylardan ötürü hâlâ Palat ya da Palatia diye anılıyor... kentin bir çok yerlerini sık çalılıklar bürümüş, çerçöp içinde. Miletos’un bugünkü yurtdaşları, çok az sayıda Türk ailesinden oluşmuştu”[21] diye anlatır.
Balat’taki Selçuk hamamının duvarlarındaki gemi resimleri, Ceneviz ve Venediklilerin bu limandaki ekonomik faaliyetlerini kanıtlayan değerli belgelerdir. Resimlerin tümü, sıvaya tırnakla, küçük bir bıçakla, ya da sivri uçlu bir araçla kazınmıştır. Yukarıda verdiğimiz kısa tarih özetinden, bu resimlerin, XV. yüzyıl ortalarından XVI. yüzyıl ortalarına değin yaklaşık olarak 200 yıllık bir dönemde Balat’tan yola çıkan ya da Balat’a gelen gemilerin resimleri olduğunu öğreniyoruz. Delphinion yakınlarındaki hamamın duvarlarına kazınmış çok sayıda gemi resimlerinden seçtiğimiz kadırgalarla, bir dromon,* bir karavela,** bir kaç carraca*** ve bir kıyı teknesinin kopyasını çıkardık. Tek direkli kadırga (resim 1, lev. I) ile iki direkli büyük kadırgalar (resim 2) arasında fark göze çarpmaktadır. Kimileri savaş gemisi olarak da kullanılmakla birlikte, kadırgaların çoğunluğu kıyılarda seyreden ticaret gemileridir. Kürekler ve geminin orta kısmında kürekçiler arasında corsia adı verilen uzun köprü dikkati çekmektedir. Bunlar, her iki yanda iki kişinin oturduğu, çift sıra kürekli teknelerdi. Resim 1, lev. I’de, geminin uzun sereni ve direğin tepesindeki bayrak görülüyor. İki direkli kadırgaların yüksek bir (orlum)u, ya da pupası vardı. Pruva direğinin küçüğüne arbor de proda, grandi direğine ise arbor de medio deniyordu. Çoğu kez savaş gemisi olarak kullanılan dromon da kadırgaya benziyordu (resim 3, lev. II). Teknenin uzunluğu, hemen hemen tümünü kürekçilerin doldurduğu tek katlı düz güverte, bu türün başlıca özellikleridir. Bu resimde dikkati çeken bir ayrıntı da, su düzeyinin bir hayli üstünde bulunan uzun zırhlı mahmuzudur. Kadırgalarda olduğu gibi, burada da, latin yelken sereninin uzunluğu dikkatimizi çekiyor. XVI. yüzyılda küçük ve orta büyüklükteki kadırgaların yerini alan karavela (lev. III), Akdeniz’in gözde gemi türlerinden biriydi. Karavelanın donanımı, iki direkli kadırgalarınkine çok benziyordu. Grandi direğinin yüksekliği, hemen hemen güvertenin uzunluğu kadardı. Seren, çoğu kez geminin boyunu aştığından, indirildiği zaman geminin pruva ve kıç tarafından taşıyor olsa gerektir. Resim, su düzeyinin üstünde kalan güçlü bir zırhlı mahmuzuyla donanmış bir savaş gemisini göstermektedir. Mayistra yelkeninin üstünde, dört köşe ek bir gabya yelkeni bulunmaktadır. Mizana direği, çamlıklar ve çarmık basamakları açık seçik görülmektedir.
XVI. yüzyılın başında carraca’lar ve balıkçı tekneleri, kadırgaların yerini almış bulunuyordu. Carraca, genellikle pruvası ve kıçı geniş olan tipik bir yuvarlak gemidir (resim 4-8, lev. IV), Suyun yüzeyine yakın olarak seyreden bu tekne, hem savaş hem de barış zamanında kullanılıyordu. 4 ve 7 numaralı resimler, büyük dört köşe yelkenleri olan üç direkli carraca’ları göstermektedir. Resim 4’te görülen gemi, dışarıya doğru çıkık toz sereninden ötürü bir savaş gemisi olsa gerektir. Resim 8 ise, uzun direkli bir yuvarlak geminin bitmemiş resmini gösteriyor. Bu gemiler, Balat’la, ta İspanya’ya dek doğu Akdeniz limanları arasında seyreden ticaret gemileri olsa gerektir.
Kanımızca bu gemiler, Venedik ya da Ceneviz kökenli olup, gemi limana girdiğinde mürettebat Balat hamamlarına gidiyordu. XV. yüzyılda Kudüs’e ve Sina Dağı’na giden Batılı hacıların, kendilerine bir arınmıştık ve ferahlık sağlayan Türk hamamlarından ne denli hoşlandıklarını düşünürsek[22], gemicilerin hamama gitmelerine şaşmamak gerekir. Balat hamamlarındaki çok sayıda gemi resimlerinin çok azının, Resim 9’da görüldüğü gibi, kıyı teknelerini yansıtması dikkat çekicidir. Tek latinli bu küçük yelkenliler, kıyı bölgelerinde ve yakın adalarda kullanılmış olsa gerektir.
Hamam duvarlarına gemi resmi kazınmasının yalnızca Balat’a özgü olmadığı, Ayasoluk (Selçuk)’ta İsa Bey Camii (1375) yakınındaki hamamın ilk dinlenme odasının duvarındaki XV. yüzyıla ait bir Venedik kadırgasının resminden (Resim 10) açıkça anlaşılmaktadır[23]. Bu gemi, Saron Körfezi’ndeki Aegina adasında Mavrika’lı St. Nicholas Kilisesi’nin duvarına kazınmış savaş gemisine çok benzemektedir[24]. Döküntülerle dolu olan bu oda temizlendiğinde, kentin, elimizde çok az sayıda başka kaynakların bulunduğu bir döneminin tarihine ışık tutabilecek başka gemi resimlerinin ortaya çıkacağından çok az kuşku duyulabilir.
Ortaçağ Türk tarihi araştırıcıları için bu resimler, XV-XVII. yüzyıllar arasında Balat limanının ekonomik canlılığını kanıtlayan ilginç belgelerdir.