ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Yaşar Yücel

Anahtar Kelimeler: Türkiye Tarihi, Osmanlı Tarihi, Yakın Doğu Tarihi, XIV. Yüzyıl, XV. Yüzyıl, Timur Anadolu İstilası, 1393-1394

Türkiye ve Yakın-Doğu üzerinde 1393/94 Timur tehlikesi

Giriş

Araştırmamıza konu olan Türkiye ve Yakın-Doğu üzerinde 1393/94 Timur tehlikesi meselesine girerken bu meselenin daha kolay bir şekilde anlaşılmasını sağlamak için, Timur ve imparatorluğu hakkında kısaca bilgi vermeği uygun gördük.

Orta çağın sonlarında önemli bir mevkii işgal eden, adını taşıyan imparatorluğun kurucusu ve ilk zamanları hakkında pek fazla birşey bilinmiyen Timur, nisan 1336’da Semerkand’ın güneyinde Keş’de doğmuştur[1]. Genellikle, Timur devri tarihçileri onun soyunu Cengiz Hân sülalesine bağlama gayreti içindedirler[2]. Ancak aynı kaynaklardaki mevcut bilgiler göstermektedir ki, Timur, Barlas oymağına mensub ve idareleri altında bulunan Keş şehri etrafında yurt tutmuş Maveraünnehirli asil bir aileden gelmektedir[3]. Timur daha 25 yaşında genç bir adam iken kendini tanıtmak imkanını elde edebilmiş ve 1361’lerde Maveraünnehir bölgesindeki siyasî olgular nedeni ile ilk kez siyasî hayata atılmıştır[4]. Ancak başlangıçtan itibaren temkinli hareket etmeği benimsemiş bulunduğundan, bölgede anarşik ortamın doğmasına sebep Tuğluk Timur idaresindeki İli Moğollarına karşı ümitsiz bir kahraman olmak istememiş, barışçı ve uzlaştırıcı bir politika izlenmesi düşüncesini ortaya atmıştır. İşte bu davranışıdır ki Keş’i kendisine kazandırmış, nihayet 33 yaşında iken Belh’i de hâkimiyet sahasına aldıktan sonra, bölgenin tek hâkimi durumuna gelmiştir. Emîr Hüseyin’in öldürülmesinden sonra da 1370’de Semerkand’a gelerek resmen hükümdarlığını ilân etmiş olan Timur’un, kendisini Cengiz Hân’ın ve Çağatay’ın takipçisi olarak tanıtmak istediğine dair Zafernâmelerde kayıtlar bulunmaktadır[5]. Herhalde bu, o günün siyasal ve sosyal şartları içinde bölge topluluklarının sempatisini kazanmak için ortaya atılmış bir iddia olmalıdır. Zira imparatorluğun siyasî ve sosyal tarihi incelendiğinde görülecektir ki, Timur bölgede Moğol hâkimiyeti yerine bir Türk hâkimiyeti, Cengiz Hân imparatorluğu yerine de Timur imparatorluğunu getirmiştir. Ciddî, düşünceli, sofu[6] ve eğlenceye karşı bir kişiliğe sahip bulunan Timur’un tedbirli bir kumandan ve iyi bir asker olduğu hayatı incelendiğinde görülecektir. Bunların yanı sıra sanâtkarların ve ediplerin dostu olan hükümdarın edebiyattan da zevk aldığı, kişiliğine dair bilinen hususlardandır. İmparatorluğunun yapısına gelince : Kaynaklardaki bilgiler, imparatorluğunun durumu ve yapısı açıkça ispatlamaktadır ki, bu büyük siyasî kuruluş başlangıçtan itibaren çürük bir siyasî yapıya sahipti, imparatorluk kültür itibariyle Türk-İranî, hukukî kuruluş yönünden Türk-Moğol, siyasî-dinî disiplin bakımından ise Moğol-İslâm idi. Gerçekten de tarihin ilginç kişiliğe sahip bir hükümdarı tipini yaratmış, iki büyük devrin kavşağında muhtelif medeniyetleri kişiliğinde birleştirmiş bir insanın ortaya çıkardığı imparatorluğu, Şahruh, Ulu Bey, Hüseyn-i Baykara, Babur gibi kuvvetli ardalarının varlığına rağmen sür’atle küçülmüş, küçük Maveraünnehir ile Horasan’a münhasır kalmıştır. Her halde bunun en gözle görünür nedenlerinden birisi Maveraünnehir’in hiç bir suretle zahirî bir coğrafî merkezden dinamik bir siyasî merkeze geçememesidir. Ne var ki, burası XIV. yüzyılın sonunda etrafında fırtınalar yaratan bir siyasî merkez haline gelmişse de bu hal tamamîyle arızî ve Türkiye - Yakın-Doğu’da mevcut siyasî kuruluşlardaki çalkantıların bir sonucu olmuştur.

§ I. 1393/94’lerde Türkiye ve Yakın-Doğu

Timur’un kişiliği ve imparatorluğunun karakteri hususunda kısaca çizmeğe çalıştığımız bu panaromadan sonra, şimdi de konumuzu teşkil eden tehlike arifesinde Türkiye ve Yakın-Doğu’nun durumuna ve siyasî gelişmelerine az da olsa eğilmenin yararlı olacağı kanısındayız.

Timur hiçbir plân ve programa dayanmadan yapmış olduğu sayısız askerî seferlerden sonra, 1393/94’de Irak-ı Arab’ın kapılarına dayandığında Türkiye’de; henüz Orta Anadolu’da hâkimiyet kuramamış bir Osmanlı devleti, Sivas-Kayseri bölgesinde Kadı Burhaneddin Ahmed’in devleti[7], siyasî baskı ve tehditler sonucu Osmanlı bağımlılığına giren ve Sivas-Kayseri devletine karşı yurtlarında tutunabilme mücadelesi veren Karaman-oğulları beyliği[8], Doğu Anadolu’da, Kadı Burhaneddin Ahmed ile uğraşı içinde bulunan, Erzincan emirliği[9] ve Karakoyunlular[10] ile Maraş-Elbistan dolaylarında Dulkadırlılar[11] ve nihayet henüz siyasî kuruluş haline gelmemiş Akkoyunlular[12] siyasî çehreyi karakterize eden başlıca kuruluşlar olarak ayakta idiler.

Yukarıdaki tablo göstermektedir ki, 1393/94’lerde Türkiye birçok mahallî hâkimiyetler elinde parçalanmış ve siyasî birlik ve beraberlikten uzak bir halde idi. Türkiye’nin batı uçlarında, Rumeli’deki başarılarına rağmen, Anadolu’da henüz tam bir siyasî güce sahip olamamış Osmanlı devleti mevcuttu. Tahtını 1389’dan itibaren Yıldırım Bayezid işgal ediyordu. 1389’da Osmanlı devleti yapısında köklü değişmelere yol açabilecek bir buhranı kısa sürede atlattıktan sonra Yıldırım Bayezid —bu buhran bu güne dek tarihçilerin dikkatlerini çekmemiş ve umumî ifadeler arasında geçiştirilmiştir—, I. Murad devrinde taslağı çizilen imparatorluğu kurmak için zorlu bir siyasî-askerî mücadeleye atılmıştı[13]. Bu cümleden olarak 1390 kışında Karaman- oğlu Alaâddin Bey’in liderliğini yaptığı Anadolu Gazi beyliklerinin direnişini kırmak için harekete geçmiş ve yaptığı ilk Batı Anadolu seferi sonunda, Türkiye’nin batısındaki Gazî beyliklerin (Aydın, Saruhan, Menteşe) hâkimiyetlerine son vererek bölgeyi Osmanlı arazisine katmıştı[14]. Ancak Yıldırım Bayezid’in yukarıda değindiğimiz Türkiye’nin siyasî birliğini sağlama yolundaki ilk başarısı, Osmanlı devleti aleyhine I. Murad devrinde Türkiye’de ortaya çıkmış olan husumeti daha da artırmış ve Orta Anadolu hâkimi Kadı Burhaneddin’i diğer kuruluşların hâmisi durumuna getirmişti. Fakat bu ciddî rakibe rağmen, Yıldırım Bayezid 1390 sonbaharında Karaman topraklarına girerek Konya’ya kadar sokulmuş ve beyliği kısmen bağımlılığı altına almıştı[15]. Nihayet 1392 ilkbaharında, Candar-oğulları beyliği ülkesine giren Osmanlı hükümdarı Sinop hariç, bu beyliğin topraklarını kendi ülkesine katmıştı. Fakat 1392 yazında yaptığı Kırkdilim savaşında Kadı Burhaneddin Ahmed’e karşı kesin bir yenilgiye uğramıştı[16].

Orta Anadolu’da ise 1381 yılından beri Eretna devletinin idaresini eline geçiren Kadı Burhaneddin Ahmed bulunuyordu. O, Orta Anadolu ve Danişmendiye topraklarına yeniden sahip olmak politikası ile ortaya çıkınca Türkiye’deki siyasî denge Osmanlı devleti aleyhine bozulmuştu. Zira bu düşüncesini tatbik safhasına koyarak Osmanlı iktisadiyatının şahdamarı Tebriz-Tokat-Bursa ticaret yolunu kontrol edecek mühim merkezleri ele geçirmiş Ankara’ya karşı tehditkâr bir durum almıştı. Bunun yanı sıra aynı politikanın etkileri Karaman-oğulları beyliğinde de kendisini hissettirmişti, öte yandan Malatya’yı alarak Suriye’ye doğru yayılma, genişleme arzusu ise Kadı Burhaneddin Ahmed’i Divriği’ye kadar sokulmuş olan Memlûklu sultanlığı ile siyasî çatışmalar içerisine itmişti. Doğu Anadolu’ya doğru takip ettiği genişleme siyaseti ise bağımsız Erzincan emîrliğini siyasî ve ekonomik güçlükler içerisine itmişti[17]. Böylece Türkiye’deki mahallî hâkimiyetler arasında ciddî bir kuvvet olduğunu ispatlamış Karaman-oğulları beyliğini birkaç kez mağlup etmiş ve Osmanlı ilerleyişine başlıca engel olabileceğini, 1392 yazında kazandığı zaferle Türkiye kamuoyuna göstermişti.

Biraz daha güneyde, Moğollara karşı sürdürülen uzun bir uğraşıdan sonra Anadolu’da Selçuklu başkentine yerleşmiş olan Karaman-oğulları beyliği, Alaâddin Bey’in liderliğinde 1393/94 arifesinde varlığını sürdürme mücadelesi vermekte idi. Çünkü yukarıda durumlarından ve siyasî değişmelerinden kısaca bahsettiğimiz Sivas- Kayseri devleti ile Osmanlı devletinin çemberleme tehdidi altında idi. Ancak Karaman hükümdarının, Kadı Burhaneddin Ahmed ve Osmanlıların aşırı isteklerine karşı zaman zaman gösterdiği yumuşak başlılığın durum icabı olduğu, kendisine dıştan hamî aradığı gözden kaçmamaktadır.

Türkiye’nin doğu ve güneydoğusunda mevcut mahallî hâkimiyetlerdeki durum ve siyasî değişmelere gelince, 1379 yılından beri Erzincan bölgesinde bağımsız bir emîr olarak bölge siyasî tarihinde roller oynamakta olan Mutahharten de, tıpkı Karaman hükümdarı gibi Türkiye’deki gelişmelerin tesirlerinden etkilenerek hami bulma çabası içindedir. 1386/87’den beri de Timur’la ilişki halindedir[18].

Maraş-Elbistan dolaylarındaki Dulkadır-oğulları beyliği de Memlûklu siyasî baskısı altında bunalmış ve çıkacak bir olaydan yararlanmak hazırlığı içinde olan bir kuruluştu.

Kara Yusuf’un liderliğindeki Kara koyunlular ise, bu tarihlerde bölgelerinde nüfuzlarını yerleştirme mücadelesi veren bir Türkmen kuruluşu olarak faaliyet göstermekte idi[19]. Akkoyunlulara gelince 1393/94’lerde başlarında Ahmed Bey olduğu halde, Karakoyunlularla yaptıkları mücadeleyi kaybetmiş olarak, Sivas-Kayseri devleti topraklarında mülteci hayatı sürmektedirler[20].

Yakın-Doğu’nun söz konusu dönemde dikkate değer en kuvvetli siyasî varlığı Memlûklu sultanlığı idi. Türkiye’de Malatya’ya kadar uzanan, Mısır - Suriye’nin sahibi ve vaktiyle Moğolların da Suriye’ye inmesine engel olan bu sultanlık zaman zaman Türkiye meselelerinde söz sahibi olmuştu. Fakat, şimdi Berkuk’un devlete hâkim olduğu sırada, Mısır ve Suriye’deki iktaları için biribiriyle mücadele eden ve tahta geçmek emelinde olan Memlûklu askerî şeflerinin çekişmeleri nedeniyle kuvvetini kaybetmeğe başlamıştı. Berkuk saltanatı boyunca bu askerî şeflerin direnişlerini kırmak için uğraşmıştır. Bir ara Memlûklu tahtını da kaybeden Berkuk, 1390’da ikinci kez sultanlığa seçilecektir. Hiç şüphesiz bu halin devletin Yakın-Doğu parçasını teşkil eden kısmında siyasî nüfuzun gerilemesine sebep olacaktır. Üstelik rakibi Mintaş’ın Şam ve Halep bölgesindeki Türkmenlerle ikinci defa tahtı elde etme niyetiyle harekete geçmesi ve bölgesel başarıları karşısında Suriye’nin devletten kopma sorunu ile karşı karşıya gelen Berkuk, nihayet Suriye’ye yürümek zorunda kalmış 1393 ilkbaharı sonuna kadar bölge bozulan devlet otoritesini yeniden kurma faaliyetinde bulunmuştur[21].

Nihayet Şah Şuca’nın ölümünden sonra (1387), ilk istilâyı müteakip, iktidar mücadelesini kazanarak Timur’a karşı baba arazisinde birliğini yeniden kurmuş Muzafferîler’den Şah Mansur[22] ile Bağdad’da Celâyirlilerin[23] son temsilcisi Ahmed-i Celâyir bölgede siyasî hayatlarını devam ettiren iki hükümdar idiler.

§ 2. Timur’un Türkiye ve Yakın - Doğu’da görünmesi, istilâları

İşte 1393 kışında Mâzenderan’ı zapteden Timur[24], Türkiye ve Suriye içlerine doğru yürüme hazırlığında bulunurken, Türkiye ve Yakın-Doğu’nun siyasî yapısındaki görünüşün kendisi için ne derece ümit verici olduğu yukarıdaki izahattan sonra açıkça anlaşılacaktır. Ancak bütün bu objektif görünüşe rağmen Timur’u bu işe iten sebeplerin, 1 - Cihangirlik iddiası ile ortaya çıkan Timur bütün bu toprakların büyük bir kısmının Cengiz Hân ve oğullarına ait olduğunu ve kendisini bunların tabiî varisi görmesi, 2 - Yerleşik değil daha ziyade göçebe ve seyyal kuvvetlere dayanarak devlet kuran Orta Asya başbuğları gibi birçok şeyler vadeden Yakın-Doğu ülkelerine göz dikmesi - örneğin kendisinden önce Selçuklu ve İlhanlıların sonra da Akkoyunlu Uzun Hasan’ın izledikleri yol gibi -, temel öğeleri olarak unutulmamalıdır.

Bu ortamda Türkiye ve Suriye’ye yapacağı yürüyüşün mutlak başarı ile sonuçlanacağına inanmış bir kişi olarak Mâzenderan yöresinde karargahını kuran Timur, ocak 1393 sonlarında Emîrzâde Muhammed ile kardeşi Pîr Muhammed ve Mirza Mîranşah kumandasında gönderdiği akıncı kuvvetler Kazvin ve Sultaniye’yi zapt ederlerken, kendisi de Mirza Şahruh’la birlikte Luristan ve Hûzistan’a yürüyerek bu bölgeleri işgal etmişti. Sonra Şiraz, İsfehan ve Ebrkûh şehirlerini Zeynel-Âbidin’in elinden alan ve bu hükümdara baskı yapan, Muzafferîye hânedanı liderlerinden olup Şiraz’a kapanan Şah Mansur’un üzerine yürümüş onu da mağlup ederek öldürtmüştü. Çok geçmeden de Şiraz’a girerek bağlılıklarını daha önce bildirmiş olmalarına rağmen, tüm Muzafferîye hanedanından şehzâdeleri öldürtmüş yörenin idaresini de Emîrzâde Ömer Şeyh’e vermiştir[25]. Bilahare de Bağdad’da Celâyirliler’in son temsilcisi Sultan Ahmed’e hil’at ve para göndermek suretiyle onu bağımlılığına almak istemişti. Böylece Irak-ı Arab’a girmek için önünde hiç bir engel kalmamıştı. Sadece bu yörede karşısına çıkabilecek, Ahmed-i Celâyir vardı. Türkiye ve Suriye içlerine girmeden önce gerisinde Timurlu olmamış bir yer bırakmamak azmiyle Bağdad’a yürüme kararı alan Timur (ağustos 1393), sadakatini arzetmîş olmasına rağmen Sultan Ahmed-i Celâyir’in elinden şehri alarak bu hükümdarı Memlûktu sultanlığına ilticaya mecbur bırakmış idi[26]. Aşağıda değinileceği üzere bu hal daha açık bir ifade ile Ahmed-i Celâyir’in Memlûklu sultanı tarafından himayesi, Timur’un, sultanlığın topraklarına yürümesine bir neden olarak o sıradaki diplomatik yazışmalarda yer alacaktır.

Böylece Timur’un, Türkiye ve Memlûklu sultanlığı ile hem hudut kaleler ve şehirler yakınında görünmesi, bilhassa Türkiye ve Suriye’yi istilâya hazırlandığı haberi[27], komşu kuruluşların başkentlerinde geniş çapta huzursuzluk doğurdu. Çağdaş Arap ve Türkiye kaynaklarında bilgilere göre, Yakın-Doğu ve Türkiye üzerine düşen bu büyük siyasî tehlike karşısında, başlangıçta mevziî bazı tedbirler alma yolundaki ilk faaliyetlere, Sivas ve Kalüre’de rastlıyoruz. Timur’un hareketlerini çok yakından izleyen Sivas-Kayseri hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed, devletin büyüklerini sarayına toplayarak bu tehlike karşısında devletin izleyeceği politikanın saptanmasını istedi. Mecliste Kadı Burhaneddin Ahmed, daha evvel Moğolların, bu defa da Timurluların Sivas ve Türkiye için arzettiği tehlikeyi belirten bir konuşma yaptı. Söylenenleri tasvip eden ümerâ, yeniden asker teçhizine, mancınık ve sapanla, okçu, ateşçi tedarikini, şehirlerin ve kalelerin istihkâmlarının onarılmasını karar altına aldı[28]. Memlûklu sultanlığı başkenti Kahire’ye Suriye şehirlerinin İdarecileri tarafından iletilen bölge halkının korku ve heyecanı ile yardım istekleri karşısında Berkuk’un da hazırlığa giriştiğini görmekteyiz. Tıpkı Kadı Burhaneddin Ahmed gibi Berkuk da Meclisü’l-ceyş’i topladı. Toplantıda ikta’lı askerin Memlûklu sultanının yanında sefere çıkması kararı veren meclis, ayrıca askerin malzeme ve yiyecek ihtiyacının da görülmesi yolunda ilgililere emirler verilmesini kararlaştırdı. Bu arada aynı yolun izlenmesi hususunda Suriye nâibliklerine de emirnameler gönderilmişti[29]. Ancak savaş hazırlıklarının sürdürüldüğü bu başkentlerinin yanı sıra, Türkiye’de Konya, Elbistan ve Erzincan’da ise korku yerine tam bir sevinç havası esmekte olduğu çağdaş bir Türkiye kaynağı olan Bezm u Rezm’deki bilgilerden anlaşılmaktadır[30].

Ne var ki bütün bu çabaların sürdürüldüğü sırada Timur, 1393 sonu 1394 senesi başında Türkiye’ye girmişti. Hemen şunu belirtmek yerinde olur ki, Timur bu davranışı ile ilk hedefin Türkiye olduğunu açıklamış oluyordu. Zira gerek Timur’un savaş taktiği ve gerekse olgular kronolojisi de bu düşüncemizi doğrulamaktadır.

Timur, Türkiye’nin doğu bölgelerini istilâ için askerî harekâtına başlarken diplomatik teşebbüslerde bulunmayı ihmâl etmemiştir. Şöyle ki, Bağdad’ı aldıktan sonra kuzeye doğru hareketle Tekrit’e geldiğinde[31] El-Cezire hâkim ve emirleri ile Mutahharten, Karaman-oğlu Alaâddin, Dulkadır-oğlu Suli, Karakoyunlu ve Akkoyunlu beylerine ve Sivas-Kayseri hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed’e haberler göndererek itaat etmelerini istemişti. Bu arada Mısır Memlûktu sultanı Berkuk’a da kalabalık bir elçilik heyeti göndermişti[32]. Bu tür girişimlerinin sonuçlarını almayı beklemeden Musul’dan Mardin’e yönelen Timur, Re’s ulayn yöresine yetiştiğinde ordusunun sağ kolunu bölgedeki Karakoyunlular üzerine sevk ederek onları dağıttı. İleri harekâtına devam ederek Melikü’z-Zâhir İsa’nın elinden Mardin’i aldıktan sonra Diyârbekir’i muhasara ile feth ederek Karakoyunlu Kara Yusuf’u tedip için Muş ovasına indi. Maiyetindeki Türkmenleri ile ordan uzaklaşan Karakoyunlu Kara Yusuf’u takip ettiren Timur, bundan arzu ettiği sonucu alamayınca, Van gölünün kuzeyindeki Aladağ’a geldi ve Erzurum’un güneydoğusunda Kara Yusuf’un kardeşi Mısır Hoca’nın korumasındaki Avnik kalesini almağa karar verdi. Nitekim Timur yukarıda temas ettiğimiz diplomatik girişimlere dair ilk haberlerin bir kısmını daha Avnik’e gelmeden almağa başladığını gösteren kuvvetli delillere sahip bulunuyoruz, örneğin 1394 yılı yazında Aladağ’dan Avnik kalesini almak için hareketle Aydın kalesine gidip kale halkından aman malı aldıktan sonra Üç kilise’de konakladığında, Erzincan emîri Mutahharten beraberinde münasip hediyeler olduğu halde muhteşem bir alayla gelerek arz-ı hizmet ve ubudiyet etmişti. Timur da Mutahharten’i izaz ve ikram ile hil’at, kemer ve külah ile taltif etmişti[33]. Bilahare Timur, henüz kapıya gelmemiş Avnik hâkimi Mısır Hoca’nın üzerine yürüdüğünde, Erzincan emîri de kendisine eşlik etmişti. Avnik muhasarası müddetince harp sahasında bulunan Mutahharten bir ara elçi olarak Mısır Hoca’nın yanına gitmiş ve onunla görüşme de yapmıştır. Nihayet 43 gün süren uzun bir kuşatmadan sonra kalesini teslim eden Mısır Hoca bilahare Mardin meliki İsa ile birlikte önce Sultaniye’ye, oradanda Semerkand’a gönderilmiştir[34].

Biraz yukarıda itaate davet mektuplarına cevaplar gelmeğe başladığına değinmiştik. Mısır Memlûklu sultanlığına gönderilen ve özeti Zafernâmelerde de verilen mektubunda Timur, hâkimiyeti altına giren İran, Irak-ı Arab hududuna kadarki yörelerin eskiden beri Cengizlilere ait olduğunu iddia etmekde, karşılıklı elçi teati edilmesi istenmekte ve iki memleket tacirlerinin serbestçe birbiri ile ticaret yapmalarını dilemekte idi[35]. Bu arada Timur’un Berkuk’a tehdit anlamına gelen kılıç ve ok gönderdiği, Memlûk sultanlığına iltica eden Bağdad hâkimi Ahmed-i Celâyir’in iadesini ısrarla talep ettiği de Berkuk’un mart 1394 tarihli yolladığı mektubundaki bilgilerden anlaşılmaktadır[36]. Ne var ki Timur Kahire’den gelen haberlerle, Berkuk’un bu isteklerine olumlu cevap vermediği gibi kılıç, ok gibi kendini tehdide hedef tutan hediyelerden korkmadığını, elçilik heyetinin büyük bir kısmının öldürüldüğünü öğrenecektir[37]. Timur bu haberler üzerine Suriye’ye yürüme kararı almıştır. Buna rağmen o ihtimal ki, arkasında kendisini tehdit edebilecek memleket ve kaleler bırakmamak düşüncesiyle başlamış bulunduğu Anadolu harekâtını bitirmek istemektedir.

Öte taraftan ise, Avnik’te iken Türkiye yakasında durum Timur’un lehine büyük gelişmeler göstermekte idi. Çağdaş kaynaklardan anlaşılıyor ki, Karaman-oğlu Alaâddin Bey, Timur mektubuna gerek Kadı Burhaneddin’den ve gerekse Yıldırım Bayezid’den intikam almak maksadiyle, olumlu cevap vermiş, ayrıca Suriye’ye sefer yaptığı taktirde oğlu Mehmed Bey’i gönderebileceğini, şayet Avnik’ten Sivas- Kayseri devleti ile Osmanlı ülkesine yürüyecek olursa, bizzat gelip, kendisine katılacağını bildirmişti. Dulkadır-oğlu Suli Bey ise Timur’a elçiler göndererek, onu Suriye’nin fethine teşvik edip bu yörenin zaptında rehberlik yapabileceğini beyan etmişti. Erzincan emîri Mutahharten de, bizzat gelerek arz-ı hizmet ve ubudiyet etmişti. Bununla da yetinmeyip diğerlerinin aksine Avnik’in alınmasında Timur’a eşlik etmekle Türkiye’deki rakip kuruluşlara olan düşmanlığını fiilen açıklamıştı[38].

§ 3. Bölgesel savunma ittifakı kurma çalışmaları

İşte bütün bu olup bitenler karşısında Orta Anadolu’nun kudretli Türkmen hükümdarı Kadı Burhaneddin’in, yöresel bazı tedbirlerden sonra, adeta iki kampa ayrılmış Türkiye’de, Timur’a karşı direnme kararı alarak siyasî kuruluşlar arası bir blok, daha açık bir ifade ile bölgesel dayanışma ve işbirliği kurma yolunda samimî teşebbüslere giriştiğini görmekteyiz. Mısır Memlûklu sultanı Berkuk’un diğer mahallî hâkimiyetler liderleri - Mutahharten, Karaman-oğlu Alaâddin Bey, Dulkadır-oğlu Suli Bey, Yelman - gibi Timur’a kolayca inkıyat edeceğinden korktuğu, dostluğuna bir türlü güvenemediği, kaynaklardaki ifadelerden anlaşılan Kadı Burhaneddin Ahmed, İbn Hacer’in bildirdiğine göre, Timur’un elçisi aracılığı ile yaptığı itaat isteğini reddetmiş ve mektubun bir nüshasını Berkuk’a diğer bir nüshasmı da Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bayezid’e göndermiştir[39]. Timur tarihçisi İbn Arabşah’a göre ise, kendisine gelen Timur elçisini öldürtmüş, bu hareketini hem Yıldırım Bayezid’e hem de Berkuk’a bildirmişti[40]. Ayrıca bir taraftan da aynı hükümdarlara gönderdiği elçi ve mektuplarla, Timur’un müslümanlara yaptığı zulmünden dolayı tenkilinin gerekli olduğuna, onun Türkiye ve Suriye üzerindeki emelleri ile, askerî harekâtta elde ettiği başarıları sonucu ortaya çıkan tehlikeli duruma dikkati çekmiş, ortak düşmana karşı birlikte mücadele teklif etmiştir.

Bu davranışları ile, Osmanlıların Türkiye’de yayılmalarını engelliyen siyasî bir güç olduğunu daha önce ispatlamış olan Kadı Burhaneddin Ahmed, bu kez Timurlulara karşı Türkiye Türklüğünün tek koruyucusu olarak karşımıza çıkmaktadır ki Türkiye ve Arap kaynaklarındaki bu hususa dair mevcut ifadeler de hükmümüzü teyit etmektedir[41]. Nitekim Timur’un bütün siyasî-askerî gücüne rağmen, Türkiye’yi istilâsı esnasında direnebilecek tek kuvvetin Kadı Burhaneddin Ahmed olabileceğini anlamış olduğuna dair elimizde deliller de bulunmaktadır. Onun Sivas-Kayseri hükümdarı hakkındaki bilgilerinin, Doğu Anadolu’yu istilâya başlamasından çok önceye ait olması kuvvetle muhtemeldir, örneğin çağdaş kaynak Bezm u Rezm’e göre, Timur’un Türkiye hakkında bilgi sahibi bir şahıstan sadece Kadı Burhaneddin Ahmed’in düşmanlarını ve kuvvetlerinin sayısını öğrenmek istemesi bu hususta yeter bir delildir. Kendisine verilen ve aynı zamanda Türkiye’de kuvvet dengesinin mahallî hâkimiyetler arasında nasıl dağıldığını göstermesi yönünden de ilginç olan bilgiden, Sivas- Kayseri hükümdarının düşmanlarından Erzincan emîri Mutahharten’in 5.000, Karaman-oğulları’nın 10.000, Taceddin-oğlu Mahmud Çelebi’nin 6.000, Taşan-oğlu’nun 1.000, Bafra emîri’nin 2.000, Moğollarla Diyâr-ı Bekr ve Şam Türkmenlerinin 20.000 kadar suvarî kuvvetlerine sahip olduklarını anlamıştı. Ayrıca yine aynı kaynaktan, Timur’un bu kadar düşman karşısında Kadı Burhaneddin Ahmed’in kendisini nasıl koruyabildiği hususunda hayretini gizleyemediğini de öğreniyoruz. Gerçekten de Kadı Burhaneddin’in iktidarı zamanında mücadele ettiği başlıca siyasî kuruluşlar ve topluluklar bunlar olmuştur[42].

Siyasî olgulardaki gelişmelerde göstermektedir ki, askerî hazırlığa girişen Berkuk, bölgesel bir ittifak sistemi kurma çalışmalarına, Kadı Burhaneddin Ahmed’in bu uyarılarından sonra geçecektir. Çünkü az sonra, Yıldırım Bayezid’den de ittifak ve ittihadı tazammun eden mektuplar gelmeğe başladığı gibi, Mısır Memlûklu sultanlığı ile Sivas- Kayseri devleti arasında çok sıkı diplomatik ilişkiler kurulmuştur[43]. Bu temaslar sırasında karşılıklı alınması gerekli tedbirler hususunda görüş teatisinde bulunuluyordu. Berkuk’un bütün iyi niyetlerine rağmen Kadı Burhaneddin’e bir türlü güvenemediği meydana çıkıyordu. Herhalde bu güvensizlik duygusu, önceki dönemlerde taraflar arasında yapıla gelmiş düşmanca tutum ve davranışların bir tezahürü olmalıdır. Oysa ki, bu esnada Timur tarafından Kadı Burhaneddin Ahmed’e gönderilmiş olan yeni elçi Kutluşah, Sivas’ta ikamete mecbur edilmişti. Sadece bu hareket bile, Kadı Burhaneddin’in Timur’a karşı koymak azminde olduğunu ispata kafi idi. Nihayet Doğu Anadolu’daki yeni gelişmeleri yakından izleyen Kadı Burhaneddin derhal yeni bir elçilik heyeti tertip ederek Kahire’ye göndermişti. Berkuk’a tehlikenin gittikçe büyüdüğünü, yeni Timur mektubundaki ifadelerde bir yumuşama olmasına rağmen, kendisinin, hiç bir surette Timur’la dostluk ve ittifak yapmasına imkân olmadığını, bunun kesinlikle bilinmesini, ayrıca Berkuk’tan bölgesel savunma paktı için olumlu teşebbüslerde bulunmasını, Timur’a karşı durmak gerektiğini bir kez daha hatırlatmıştı. Bir müddet sonra başkent Sivas’a gelen Mısır elçisi Timur’a karşı ittifak ve ittihad teklifini kabulü havi Memlûktu sultanı Berkuk’un mektubunu getirmişti. Mektupta ayrıca kurulması özlenen ittifakın sağlam bir teminatı olacağı ileri sürülerek, Timur elçisi Kutluşah’ın Kahire’ye gönderilmesi isteği de yer almakta idi. Ancak bu elçinin teslimi hususunda uzun zaman tereddüt gösteren Kadı Burhaneddin, normal diploması kaidelerinin ihlâli demek olacak bu harekete bir türlü yanaşmak istememiştir. Fakat netice de bölge sulhu yararına Kutluşah’ı kendi elçisi ile birlikte gönderip aradaki dostluk bağlarını daha da takviye etmiştir[44]. Böylece ordusu ile Suriye’ye hareket eden Berkuk, Şam’a geldiğinde, Memlûklu sultanlığının, doğudan gelen tehlikelere karşı her zaman ittifakını aramış olduğu esasen Timur baskısından bunalmış, Altun-Ordu devletine yaptığı ittifak çağrısına da olumlu cevap gelmişti. Ayrıca Sivas-Kayseri devletinin uyarması sonucu Yıldırım Bayezid de aradaki rekabeti şimdilik unutmuş görünerek bölgesel ittifaka katıldığını Sivas sarayına bildirdiği gibi elçisini de Şam’da bulunan Berkuk’un yanına göndermişti. Bu arada Berkuk’un aracılığı ile Altun-Ordu devletinin de yer aldığı bölgesel ittifakın kurulmasında yoğun siyasî çaba harcamış olan Kadı Burhaneddin, elçisini bir kez daha Suriye’de bulunan Memlûklu sultanına yollayarak ittifaka bağlılığını teyit etmiştir. Türkiye ve Yakın-Doğu üzerine düşen bu tehlike karşısında kuruluşların, aralarındaki bütün siyasî rekabet ve çekişmeleri[45] bölge sulhu yararına bir kenara iterek, ortaklaşa çaba sonucu meydana çıkardıkları bu bölgesel dörtlü savunma paktına dair, Kadı Burhaneddin Ahmed’in Divan’ındaki şu dörtlük son derece ilginçtir :

Oldu musahhar biza çu Şamila Rum
Düşmena demir bolduğ dostlara mum
Her kişiler yürisün yollarına
Çün dosta mübarek bûd düşmena şûm [46]

Fakat çok geçmeden Timur’un bu ittifakı parçalamak için harekete geçtiğini görüyoruz. Timur bu hareketinde, ilk hedef olarak, Kadı Burhaneddin Ahmed’i seçecektir. Gerçekten de, bölgesel ittifakın itibarlı ve güçlü üyesi 1394 yaz aylarında yeni Timur elçisi ve mektubu ile karşı karşıya gelmişti. Mektupta daha önce elçilik göreviyle Sivas’a gönderilmiş olan Kutluşah’ın iadesiyle Kadı Burhaneddin’in ittifaktan ayrılması istenmekte idi. Kadı Burhaneddin bu defa bölgesel ittifakında verdiği yüksek moralle Timur’un isteklerini kesin bir dille reddederek ittifaka üye hükümdarlardan Berkuk’la sıkı bir işbirliği halinde bulunduğunu ve Sivas’a tecavüzü halinde mukavemet edileceğini, kendisine bildirdi [47].

Timur herhalde bu kesin ve kararlı tutum karşısında Türkiye içerlerine yürüme kararı vermiş olmalıdır. Çünkü bir az sonra Kadı Burhaneddin Ahmed’in, Timur’un Doğu Anadolu’nun kuvvetli kalelerinden Erciş’i harben zaptederek Sivas istikametinde harekete geçtiğini öğrendi ve derhal savaş hazırlıklarına başladığı gibi durumdan müttefiklerini de haberdar etti. Bu sırada Memlûklu sultanlığı sınırları içerisinde olan Malatya naibinin telaşa kapılarak şehri tahliye ile firar yolunu tuttuğunu, Darende ve Divriği emirlerinin memleketlerini terk ettiklerini, o civarda bulunan göçebe Türkmen ve Moğolların emin yerlere saklanmak üzere göç ettiklerini haber aldı[48].

Bu arada, kaynaklarda açık ifadeler olmamakla beraber, Timur’un, Türkiye istilâsı için kendisine tek engel gördüğü Sivas-Kayseri devletine karşı ortak bir saldırı tertiplediği anlaşılmaktadır. Zira Sivas yönünde yürüyüşe geçtiği sırada Türkiye’deki mahallî hâkimiyetler arasında kendi bağımlılığını kabul eden Erzincan emîri Mutahharten ile Karaman-oğlu Alaâddin Bey’ de çemberleme taarruza geçmişlerdi. Şöyle ki; Karaman-oğlu Kırşehir’i yağma etmiş ve Develi vilâyetini tahrip ederek Kayseri İli’ne kadar sokulup bağ ve eklili araziyi çiğneyip harap etmişti. Erzincan emîri Mutahharten ise elinden çıkmış olan Ezdebir, Sis ve Burtuluş kalelerini tekrar geri almıştı[49].

Ancak olaylar bu şekilde lehinde gelişmeler gösterdiği bir esnada, Erzurum’a kadar gelmiş olan Timur’un âni bir kararla yürüyüşünü durdurduğu ve buradan geri dönerek Türkiye’yi terke hazırlandığı haberi geldi. Bu haber doğruydu çünkü, gerçekten de Timur Toktamış Hân ile savaşmak üzere o ülkeye yönelmişti[50]. Bize göre bu dönüşün nedenlerini üç noktada toplamak gerektir : 1 - Daha Osmanlılarla karşılaşmadan önce aradaki Kadı Burhaneddin’in zorlu bir rakip olduğunu anlaması, 2 - Bu çetin cevizle uğraşırken güneyden Berkuk’un ve kuzeyden Toktamış’ın üzerine yürüme ihtimali, 3 - Nihayet Türkiye istilâsının daha plânlı, daha güçlü bir ordu ile gerçekleşebileceğine inanması.

Timur’un yön değiştirmesi Gürcistan ve buradan da Toktamış Hân üzerine yürümesi, geçici bir süre için de olsa Türkiye ve Yakın- Doğu üzerindeki tehlikeyi kaldırmış, buna mukabil buralardaki Timur’a tabi mahallî hâkimiyetleri ve beyleri endişeler içine itmişti. Çünkü gerek Suriye’de gerekse Türkiye’de Timur’la işbirliği halinde olanların hareketlerinin, bölgesel savunma paktı üyelerince tasvip görmediği bir gerçekti. Nitekim, Timur’un her an Türkiye ve Suriye’ye dönme ihtimallerine rağmen Memlûktu sultanı Berkuk’la Sivas- Kayseri hükümdarı Kadı Burhaneddin Ahmed derhal tedip hareketlerine giriştiler. Berkuk hudut nâiblikleri arasında geniş çapta değişiklikler yaparak, Timur’la işbirliği halinde Memlûklu sultanlığı zararına faaliyetlerde bulunan onu Suriye’ye inmeğe teşvik eden Arab kabilelerini tedip etti, bu arada Dulkadır-oğlu Suli Bey’i de Timur yanındaki faaliyetlerinden dolayı, Halep nâibi aracılığı ile cezalandırdı. Ayrıca Karaman-oğullarını Osmanlılara karşı himaye politikasını da terk ettiğini açıkladı[51].

Türkiye yakasında ise tıpkı Berkuk gibi hareket eden Kadı Burhaneddin Ahmed, Türkiye’yi istilâ için Timur’a tahrik ve teşviklerde bulunan Karaman-oğulları beyliği ile Erzincan emirliğine karşı harekete geçmişti. 1394 yılı sonbaharında Kayseri’ye gelen hükümdar büyük bir ordu ile Karaman İli’ne doğru yollandı. Aksaray üzerine yüklenip şehri harpsiz teslim aldı. Oradan Karaman askerleri tarafından müdafaa edilen Zincirlü kalesi üzerine yürüyüp kaleyi ele geçirdi; kumandanını da yakaladı. Ancak, idaresi altındaki diğer kaleleri de teslim etmesi şartıyla ona eman vererek kendisine hil’at giydirdi. Daha sonra Salima kalesi üzerine hareket etti; kale ahalisinin firar yolunu tutmuş olduğunu görerek orada bir muhafız bıraktı ve Aksaray’a döndü. Bu vilâyetteki kale ve burçları tamir ve tahkimi ile köylerin imarına çalışılmasını, emniyetinin sağlanmasını istedi. Bu arada bir emirname de çıkartarak herkese âdil ve eşit muamele edilmesini bildirdi. Bölgede imar faaliyetleri ile meşgul bulunduğu esnada Karaman-oğlu’nun büyük bir ordu ile Akşehir hududuna yaklaştığını öğrendi ve hemen ona karşı harekete geçti. Kadı Burhaneddin’in üzerine gelmekte olduğunu haber alan Karaman-oğlu ise gayet sarp ve çetin olan Hasandağı’na çekildi. Kadı ise Karaman-oğlu kuvvetlerinin takip ile Hasandağı’nın etrafını kuşattı. Burada toplanan harp meclisinde ümerâ, Karaman-oğlu’nun, asker için girilmesi hemen hemen imkânsız olan dağlık bölgeden çıkıp kat’i muharebeyi kabul etmeğe mecbur bırakmak için Karaman İli’nde yağma ve tahrip hareketine girişmenin doğru olacağı tezini ortaya attılar. Kadı Burhaneddin aslında bu fikri uygun görmekle beraber işi daha çabuk bitirmek maksadıyla dağlık bölgede taarruza başladı. Gerçekten de düşmanı bozguna uğrattı. Karaman askerlerinin bir kısmı esir düştü, hükümdarları ise kaçtı. Böylccc dağlık bölgeyi kolayca itaat altına alan Kadı Burhaneddin, Niğde üzerine yürüdü, öte yandan Karaman-oğlu bu şehri müdafaa için yoğun bir hazırlığa girişmişti. Fakat Kadı Burhaneddin, her türlü yardımın gelebileceği yolları emirleri vasıtasıyla kesti ve yardım kuvvetleri yetişmeden Niğde’yi muhasaraya başladı. Ancak bir ara Sivas askerinin yağma ve garet için dağıldığını gören Karamanlılar âni bir hücumda bulundular; fakat Kadı Burhaneddin, kısa bir müddet içinde dağınık askeri bir bayrak altında toplayarak karşı hücumla Karamanlıları firara mecbur etti. Karaman-oğlu Alâaddin Beğ Niğde kalesine sığındı. Fakat Kadı Burhaneddin bütün zorlamalara rağmen kaleyi ele geçiremedi. Üstelik Karaman-oğlu’nun sulh talebini kabul ederek Aksaray’a döndü. Bu hadiseler, tek bir Osmanlı kaynağında, H. 848 tarihli Takvim-i hümâyûnda geçmektedir. Burada “Alâaddin Beğ vakasında ve Kadı Burhaneddin birle Kadı Burhaneddin’in bazı Karaman vilâyetin alalıdan beru elli yıldır” (798/1395) denmektedir.

1394-5 yılı kışının Kayseri’de geçiren hükümdar[52], bahar gelince, Timur’a iltihak eden düşmanlarından ikincisi olan ve akınlarını Sivas topraklarına yöneltmiş bulunan Emir Mutahharten’e karşı taarruza geçti. Bu sefer esnasında Erzincan İli’nde görülmemiş derecede yağma ve tahribat yapıp bu emîre ait Ezdebir, Sis ve Burtuluş gibi üç büyük kaleyi de zaptederek Sivas’a döndü. Ancak Kadı Burhaneddin, kendi bu bölgeden çekilir çekilmez Emir Mutahharten’in tekrar harekete geçmek için hazırlıklara başladığı haberini aldı. Aynı zamanda harben alınmış Sis ve Burtuluş kalesi kumandanlarının ihanet ederek kalelerini Erzincan emîrine iade ettiklerini öğrendi. Bunun üzerine sür’atle Hacı Yusuf kumandasında bir kuvveti o semte gönderdiği gibi kendisi de arkadan bizzat harekât sahasına yollandı. Fakat Mutahharten, bu kere yine muharebeyi kabul etmiyerek geri çekildi[53].

İşte bu sırada Timur’un, Türkiye ve Suriye’deki kendisine tâbi ve işbirliği halinde bulunan mahallî hâkimiyetler ve topluluklara karşı dörtlü ittifak üyelerinden Berkuk ve Kadı Burhaneddin Ahmed’in izledikleri siyaseti dikkatle takip etmekte idi. Ancak bu husus üzerinde bu güne dek yeterince durulmamıştır. Oysa bu yazımızla birlikte yayınladığımız Sarı Abdullah münşeâtındaki bir belge suretinden[54] anlamaktayız ki; Timur, dört bağlaşık Kadı Burhaneddin Ahmed, Berkuk, Yıldırım Bayezid ve Toktamış heyetinden sonuncusunu yendikten sonra 1395 yılı ortalarında Kuzey Şirvan’da Samur nehri boyundan Yıldırım Bayezid’e yazmış olduğu uzunca mektupta adı geçen hükümdarlara olan kinini açıklamaktadır. Osmanlı tarihi bakımından da fevkalâde önemli bir belge olan bu mektup Timur-Yıldırım Bayezid arasında teati edilen mektupların da ikincisidir. Genişçe bir özetini vermeğe çalışacağımız bu mektubunda Timur şöyle demektedir:

“Her ne kadar görünüşe göre aramızda dostluk bağları kurulmamış, elçi ve mektup gönderilmemiş ise de, duyduk ki tıpkı bizim Doğu ülkelerinde kâfirlerle ve çeşitli şerir ve âsilerle meşgûl olduğumuz gibi, siz de Batı ülkelerinde delâlet içinde bulunan fırkalar ve din-i İslâmın muhâlifleri ile mücâhedede bulunmaktaymışsınız ve bu sebeple bütün ehl-i imân emn ü aman içinde müreffeh yaşamaktaymış. Hiç şüphesiz Batı ülkelerinde cihâd ve gazâ ile uğraşanlar Hakk Te'âlâ tarafından mükâfatlandırılırlar ve onların mensup olduğu hânedân daha kuvvetlenip yücelir”.

Timur, böylece işbirliği hususunda iyi dileklerini bildirdikten sonra “Sizin dostluk yolunu seçmeniz her iki taraf için de iyi olur” demekte ve bu girişten sonra mektubuna şöyle devam etmektedir:

“Pâdişâh-ı cihân Cengiz Hân takdîr-i İlâhî ile İran ve Tûran memleketlerini istilâ ettiği ve onun devlet güneşi saltanat evcinde parladığı zaman bu ülkeleri oğulları arasında taksim etmiş, bu arada İran ülkesini Çağatay’a teslim etmişti. Bir müddet onun emirleri ve memurları bu ülkeyi idarede tam bir dirayet gösterdiler. Kaanlık sırası kendine geldiği zaman Mengü Hân kardeşi Hülâgu Oğlan’ı İran ülkesine gönderdi. Hülâgu Oğlan ve soyundan gelenler uzun müddet bu ülkede hüküm sürdüler. Bu ülke yüzünden Hülâgu soyundan gelenlerle aramızda münâzaa çıkmış ve çeşitli defa çarpışma ve muharebe ile sonuçlanmıştı. Öyle ki, Cengiz Hân “urug”unun egemenliği bitip bu diyarda soy sopları kesilince beldelerin ve halkın ahvâli bozuldu, yollar kapandı, hacılar hacca gidemez oldular, Lur ve Kürdlerden yol kesiciler her tarafı yağmalamağa başladılar. Tâcirler ve iş-güc sahipleri iş yapamaz oldular. Hasan-i Tekritî adında birisi Tekrit’i ele geçirdi. Her taraftan fesâd ehli bir yerde toplandılar. Ahmed-i Celâyirî bunlara karşı koymağı ve onları defetmeği başaramadı. Hatta o da uygunsuz yollara saparak fesâd ehline taraftar hâle geldi. Bunun üzerine pâdişâhlar soyundan gelenler ve Ulus emirleri Gıyâsüddin Sultan Mehmed Hân’ın huzûrunda toplandılar. Bu toplantı sonunda İran ülkesinin Cengiz Hân’ın soyundan gelenlerden hâlî kalması sebebiyle tevârüs edilmesi lâzım gelen mülke yürünmesi kararlaştı. Bu toplantıda alınan karar dolayısıyla ilk defa bu ülkeye yürüdük ve orayı ele geçirdik. Tam bu sırada Semerkand’dan haber geldi ki, Toktamış Hân ülkemiz çevresinde tahribata girişmiştir. Onu yola getirmek ve tedip etmek için Semerkand’a geri döndük. Deşt-i Kıpçak’a ve Özbek diyarına büyük bir ordu ile oradan dönmeyi kararlaştırdık. Sizin de işitmiş olduğunuz veçhile onun üzerine yürüyerek Allahın yardımı ile adamakıllı tedip ettik. Ve bütün ordusunu, maiyyeti erkânını kılıçtan geçirdik. Bu iş tamamlandıktan sonra Toktamış’ın amca- zâdesi olup uzun müddettir yanımızda hizmet eden ve yakınlarımızdan ve bitikçilerimizinden sayılan, ayrıca da Toktamış’ın düşmanlarından olan Timur Kutluğ Oğlan’a bir ordu vererek onun kökünün kazınmasına gayret etmesi için İtil suyu tarafından Çağand, Sağnak, Nergis, Puvar vilâyetlerine bıraktık. Tûran ülkesinde bu ırmak bölgesine göz dikecek kimse kalmayınca ikinci defa olarak pâdişâh-zâdeler ve ulus emirleri toplandılar ve engellerin ortadan kalkmış olması yüzünden İran ülkesine yürümek ve o ülkenin işlerini yoluna koymak gerektiği kararına vardılar. Bu sebeple bir kere daha, alınan karar gereğince, bir yürüyüşte bütün Mâzenderanât, Giylanât, Şirvanât, Kürdistan, Luristan, Şûlistan, Hûzistan, Fars, Irakeyn, Hürmüz, Kirman, Gence, Mûkran, Azerbaycan ve Diyâr-ı Bekr zaptedildi. Bu arada Gürcistan, Abhâz ve Elburz dağı tarafına geldik. Bu yerler de ülkemize katıldı. Ordumuzu topladığımız ve her türlü savaş hazırlıklarına giriştiğimiz, Toktamış ülkesi hâkim ve vâlilerinin kulağına gidince darmadağın oldular. Bu sebeple onların ordusu da Timur Kutluğ Oğlan’ın ordusuna katıldı. Bazıları kaçarak Kefe Denizi ve Kırım surlarına sığındılar. Allahın yardımı ile onların durumu büsbütün bozuldu.” diye uzun açıklamalarda bulunmakta ve devamla: ‘‘Bundan önce oğlum Mîranşah (Emîranşah) Gürgân Bahâdır, Hacı Muhammed-i Kıssa-hân’ı bir mektup ile dostluk ve musâdakat izhârı ve yukarıda anlattığımız sevindirici haberleri bildirmek üzere size göndermişti. Fakat yolda kâfirlere karşı ordu sevkettiğinizi ve ülkenizin batı tarafına yürüdüğünüzü işitince geri döndü. İşte tam bu sırada düşündük ki, sizin tarafınızdan bizim tarafımıza elçiler gelirse biz de bazı ulaklar gönderelim, böylece dostluğumuzu kuvvetlendirelim. Bilindiği üzere daha önce Gürcistan hudûdundan size mektup göndermiş ve durumumuzdan bilgi vermiştik. Bundan sonra, şu sırada Şirvan ülkesi kışlaklarında kışlamış bulunuyoruz. Burada Derbend ve Bâbu’l-Ebvâb’ın hâkimi olup yakınlarımızdan bulunan Ereş, kızlarından birini oğullarımdan birine verdi. Kendi oğlunu da bizim ordumuzun hizmetine kattı. Biliniz ki, bu yaz Aladağ yaylağında yaylayacağım ve Şam (Suriye) tarafına yürümeyi kararlaştırmış bulunuyorum. Bu sebeple birbirimize yakınlaşacağımızdan, siz de kendi ahvâlinizi bize bildiriniz. Hâlen güney yönünden Derbend’e muttasıl olan Samuran ve Âb-ı Samur da bulunmaktayım. Eğer sizin tarafınızdan bu tarafı bilen tüccar ve seyyâh gelirse, her türlü “rüsûm”dan muâf tutarak sizin âsâr-ı sıdkınızın tezâhürâtım gözleyeceğiz. Bizim dostluğumuzu kabul ettiğiniz takdirde, bunu kuvveden fiile getiresiniz. Şâyet sizin sadâkâtınız gerçekleşmezse Allahın izni ile büyük bir ordu ile üzerinize yürürüz.”

Daha sonra Timur bu tehdide rağmen şöyle devam etmektedir: “Bu arada duyduk ki, Toktamış kaçarak Özi ırmağından geçmiş, Kefe deryası sahilindeki surların eteğine gitmiştir. Siz, eğer, kâfirlerle olan çenginizden başarı kazanırsanız, ben bu taraftan siz o taraftan bu gibi mütemerridlerin def’i için harekete geçelim. Geçen yıl Irak-ı Arab bölgesine gittiğim zaman Şam vilâyeti vâlileri gelip gittiler. Selefteki sultanların uydukları kaide ve mâzideki meliklerin âdetleri gereğince tam bir hürmetle Şam tarafına, adı sanı bilinmeyen bir Çerkeş oğlancığı için hediyeler ve elçiler gönderdik. O asîl meliklerin yokluğu yüzünden tagallüb ve tezvir ile Mısır vâlisi olmuştur. Fakat o mel’ûn küfrân-ı nimette bulundu, kendi efendisini katletti ve yerine geçti. Ve ayrıca zamanın halîfesini yakalayarak hapsetti. Eski Mısır meliklerinin ve sultanların âdet ve an’anelerini bozdu. İşittiğiniz üzere elçileri haksız yere öldürttü. Böyle kötü bir hareket hiç bir kimse ve pâdişâhtan sâdır olmamıştır. Şimdi Deşt-i Kıpçak taraflarının işleri yoluna girdikten sonra Şam ülkeleri tarafına hareket etmeyi tasarlıyoruz. Allahın yardımı ile o Çerkeş oğlancığının cezasını vermeyi düşünüyoruz. Sivas kadıcığı kendisinin hiç bir kuvveti olmadığını bildiği halde kafasını bozmuş ve Çerkeş oğlancığı ile dostluğa girişmişse de ona da haddini bildireceğiz.” Timur, bundan sonra aralarındaki haberleşmenin devam etmesi, dostluğun kuvvetlendirilmesi ve karşılıklı elçilerin gidip gelmesi arzusunu belirterek sözlerine son vermektedir.

Timur’un Türkiye ve Suriye’yi istilâ hevesinin en açık bir belgesi olan bu mektup aynı zamanda Yıldırım Bayezid’e bağlaşıklarından ayrılmasını tatlıca ihtar etmekte, hem de, onu zımnen tehdit eder bir anlam taşımakta idi. Ancak Timur’un ittifakın en güçlü üyelerini parçalama çabaları sonuç vermemiş üstelik aralarındaki bağları kuvvetlendirmiştir. Bu hal daha açık bir deyiş ile bölgesel dayanışma ve işbirliği 1398 yazında Kadı Burhaneddin Ahmed’in Kara Yülük Osman Bey tarafından öldürülmesine kadar devam edecektir[55], örneğin Kadı Burhaneddin, bu dönemde Berkuk’la ilişkilerini daha da sıklaştırdığı gibi[56], Timur’a bağımlı Erzincan emirliği ve Karamanoğulları topraklarına taarruzlarına devam etmiş fakat Osmanlı topraklarına karşı herhangi bir silâhlı eylemde bulunmamıştır[57]. Nitekim onun Timur’un bu tehditlerine önem vermediği Divan’ında mevcut şu dörtlük güzel bir şekilde açıklamaktadır :

Ezelde Hak ne yazmış ise bolur
Göz neni ki görecek ise görür
İki âlemde Hakka sığınmışuz
Toktamış ne olaya Aksağ Timur[58].

Öte taraftan Timur’un bölgesel pakttan ayırmak istediği Osmanlı pâdişâhı Yıldırım Bayezid Osmanlı Memlûktu münasebetlerini takviye için aynı yıl içinde (1395/96) elçisi Kadı Zeyneddin Sefer-Şâh’ı kıymetli hediyelerle Kahire’ye göndermişti[59]. Berkuk da Tolumin Ali Şâh’ı Osmanlı başkentine göndererek muhtemel Timur yürüyüşlerine karşı tedbirlerin devamını istemişti[60].

Yalnız bir noktaya burada değinmek yerinde olur ki, 1393/94’de Türkiye ve Suriye üzerine düşen bu tehlike geçici bir süre için atlatılmışsa da Timur’un Türkiye için tasarıları deneme seferleri diyebileceğimiz 1402’den önceki üç ana yürüyüşten (1386/87, 1393/94, 1400) sonra, nihayet Ankara savaşı sonucu tahakkuk edecek, fakat Mısır Memlûklu sultanlığı için hiçbir zaman arzu ettiğine kavuşamıyacaktır.

§ 5. Sonuç

Şimdi, verdiğimiz bütün bu izahattan çıkan hakikaten garip sonuç üzerinde durmak istiyoruz: Eldeki kaynakların kabil olduğu kadar dikkatle gözden geçirilmesi süreliyle çizmeğe çalıştığımız panaromada Osmanlı hükümdarı Yıldırım Bayezid çok silik bir yer almaktadır. Türkiye’de siyasî vahdeti temin iddiasında olan Yıldırım Bayezid, Timur’un deneme seferi diyebileceğimiz, 1393/94 harekâtı sırasında son derece pasif durumda kalmış ve Timur’u ileride tekrar Türkiye’ye saldırmakta tereddüde düşürebilecek kat’i teşebbüslere girişmemiştir. Esasen konumuzun gayesi zımnen Yıldıran Bayezid’in 1402’de çok acı bir şekilde netice verecek olan gafletini ortaya koymaktır. Burada bir noktaya da işaret etmek gerekiyor. Yerli Osmanlı kaynakları Timur’un bu saldırısı konusunda hemen hemen esaslı hiçbir bilgi ihtiva etmemektedir. Biz eminiz ki eğer Yıldırım Bayezid Ankara muharebesinden çok önce ciddî bir takım teşebbüslere girişmiş olsa idi, bu teşebbüsler her halde Osmanlı yerli kaynaklarına inikas etmiş olabilirdi.

Hiç şüphe yok ki, 50. yılını kutlama hazırlıklarını sürdürdüğümüz CUMHURİYETİMİZİN kurucusu ve tek önderimiz MUSTAFA KEMAL ATATüRK’ün de Timur’u takdir etmesi, Yıldırım Bayezid’in, Ankara hezimetini hazırlayan bu çekingen tutumu ile ilgili olmalıdır.


















Dipnotlar

  1. Şerefeddin Ali Yezdî, Zafernâme- Muhammed Abbasî nşr. I, Tahran 1336, s. 8.
  2. Nizameddin Şârnî, Zafernâme. F. Tauer nşr. Praha 1937, s. 12-15; İbn Arabşah. Acâibu’l-makdûr. Kahire 1385, s. 8. ; E. Blochet, Introduction à l'histoire des Mongols de Fadl-Allah Rashîdeddin. Leiden 1910, s. 61, 64; Zeki Velidî Togan, Tahkik-i neseb-i Emir Timur. The Maclis-e Armughan-e İlmi, Lahore 1955, s. 105-113. Çev. İsmail Aka, Emir Timur'un soyuna dâir bir araştırma. Tarih Dergisi 26 (1972) s. 75-84.
  3. Şerefeddin Ali Yezdî, I, s. 120; İbn Arabşah, s. 6.
  4. Nizameddin Şâmî, s. 19; Şerefeddin Ali Yezdî, I, s. 45-46; Muinüddin-i Natanzî, Müntehabü’t-tevârih-i. Muînî. J. Aubin nşr. Tahran 1336, s. 210.
  5. Nizameddin Şâmî, s. 60; Şerefeddin Ali Yezdî, I, s. 90, 154-158; Muinüddin-i Natanzî, s. 129, 235, 237. W. Barthold, Uluğ Bey ve zamanı. Çev. Akdes Nimet, İstanbul 1930, s. 13 v.d.
  6. Bk. Zeki Velidî Toğan, Temür Bek’in islâmiyete bakışı. Atsız Mecmua, sayı 13 (1932) s. 7-11.
  7. Geniş bilgi için bk. Yaşar Yücel, Kadı Burhaneddin Ahmed ve devleti. Ankara 1970.
  8. Şimdilik bk. Şehabeddin Tekindağ, Karamanlılar madd., İA
  9. Bu Emirliğin siyasî tarihi için bk. Yaşar Yücel, Mutahharten ve Erzincan emirliği, Ankara 1972.
  10. Bk. Faruk Sümer, Karakoyunlular. Ankara 1967.
  11. Bu Beylik hakkında bk. Mükrimin Halil Yinanç, Dulkadırlılar madd., İA.
  12. Bk. Mükrimin Halil Yinanç, Akkoyunlular madd., İA.
  13. Şimdiye kadar tarihçilerin pek fazla ilgisini çekmemiş olan 1389 Kosova’dan sonraki bu buhran için bk. Aziz b. Erdeşîr-i Esterâbâdi, Bezm u Rezm. Kilisli Rif’at nşr. İstanbul 1928, s. 387-388; Âşık Paşa-zâde, Tevârih-i Âl-i Osman. Âlî Bey nşr. İstanbul 1332, s. 64; Ruhî Çelebî, Tevârih-i Âl-i Osman. Oxford, Bodleian library, Ms Mars 313, bizdeki fotoğraf; Ibn Hacer, Inbâ ul-Gumr. I, Veliyüddîn Ef. Ktp. Nr. 2340-1, vrk. 140b. Ayrıca geniş bilgi için bk. Kadı Burhaneddin Ahmed ve devleti, 3. 104-106; Fehim Bajraktarevic, Jedan savrenemi perziski izvor o bici na Kosova (La bataille de Kosova d’après une source persane contemporain). Prilozï 4(1952- 1953) s- 5-21.
  14. Bk. Kadı Burhaneddin Ahmed ve devleti, s. 106 not 145.
  15. Bezm u Rezm, s. 390-392 ; Oruç, Tevârih-i Âl-i Osman. Fr. Babinger nşr. Leipzig 1927, s. 31, 101; Muhyî Çelebî, Tevârih-i Âl-i Osman. Ali Emirî Ktp. Nr. 17, vrk. 52.
  16. Bezm u Rezm, s. 400, 406-408.
  17. Geniş bilgi için bk. hazırlamakta olduğumuz şu yazı, Sivas-Kayseri hükümdarının kişiliği ve devletinin yapısı.
  18. Mutahharten’in bu ilişkisi için bk. Mutahharten ve Erzincan emirliği, s. 687-689
  19. Bk. Karakoyunlular, s. 54 v.d.
  20. Bk. Bezm u Rezm, s. 369-370.
  21. Bk. Şehabeddin Tekindağ, Berkuk devrinde Memlûk sullanlığı. İstanbul 1967, s. 68-77.
  22. Bk. Mahmud-i Kutbî, Tarih-i Al-i Muzaffer. Abdulhüseyn-i Nevâî nşr. Tahran 1335; Hüseyn Kuli Sutûde, Tarih-i Âl-i Muzaffer. I, II, Tahran 1346-47.
  23. Şirin Beyanı, Tarih-i Âl-i Celâyir. Tahran 1345.
  24. Bk. Nizameddin Şâmî, s. 126-128; Şerefeddin Ali Yezdî, I, s. 407-8, 414; Zahireddin-i Mar’aşî, Tarih-i Taberistan ve Rüyan ve Mâzenderan, Muhammed Hüseyn-i Tesbihî nşr. Tahran 1345, s. 231-236; K. Sanjian, Colophons of Armenian manuscripts, 1301-1480. Cambridge, Mass. 1969, s. 108-114.
  25. Şerefeddin Ali Yezdî, I, s. 437-445; Nizameddin Şâmî, s. 135; Hâfız-ı Ebrû, Zübdetâ’t-tevârih. Fâtih Ktp. Nr. 4370-1, vrk. 255 a; Mumüddîn-i Natanzî, s. 356; Bezm u Rezm, s. 448; Hvandşâh el-Hüseynî, Zafernâme, Fatih Ktp. Nr. 4428, vrk. 156 b; Mahmud-i Kutbî, Tarih-i Âl-i Muzaffer, Abdulhüseyn-i Nevâî nşr. s. 126. Thomas de Medzoph, Exposé des guerres de Tamerlan et de Schah-Rokh dans l'Asie occidentale. Frans, tere. F. Nève, Bruxelles 1860, s. 33; Yayınladığımız Timur mektubu.
  26. Bağdad’la ilgili olaylar için bk. Şerefeddin Ali Yezdî, I, s. 456; Nizameddin Şâmî,s. 166-171 ; Hâfız-ı Ebrû, vrk. 258b-259a, 271a; Ahmedb.H^vandşâh, vrk. 164b; Bezm u Rezm, s. 19-23; Inbâ, I, vık. 129b; İbn Arabşah, s. 47; Îbnü’l-Furat, Tarihü’d-duvel ve'l-mülûk. XI, Zureyk nşr. Beyrut 1936, s. 344-345, 367, 374 Aynî, ikdu'l- Cumân. XIX, Veliyüddîn Ef. Ktp. Nr. 2395-6, s. 452-53, 458; İbn Kadı Şuhbe, Düvelü’l-lslâm zeyli. II, Paris Bibi. Nat., Nr. 1599, vrk. 91b-92a, 98b; Makrizî, Kılabü's-sülûk. III, Fâtih Ktp. Nr. 4379, vrk. i2ib;J. Aubin, Tamerlan à Bagdad. Arabica IX (1962)5. 303-309, Comment Tamerlan prenait les villes. Studia Islamica XIX (1963) s. 83-122; Hrand D. Andreasyan, XIV. ve XV. yüzyıl Türk tarihine ait ufak kronolojiler ve kolofonlar. Tarih Enstitüsü Dergisi 3 (1973) s. 96.
  27. Bk. Îbnü’l-Furat, IX, s. 350; Bezm u Rezm, s. 448.
  28. Bk. Bezm u Bezm, s. 452-453.
  29. Bu hazırlıklar için bk. Berkuk devrinde Memlûk sultanlığı, s. 79-80.
  30. Bezm u Rezm, s. 456.
  31. Nizameddin Şâmî, s. 142-143; Şerefeddin Ali Yezdî, I, s. 458 v.d.
  32. Bk. Bezm u Rezm, s. 451 ; Inbâ, I, vrk. 129b; İbn Kadı Şuhbe, II, vrk. 93a. Krş. yayınladığımız Timur mektubu.
  33. Nizameddin Şâmî, s, 142, 153.
  34. Nizameddin Şâmî, s. 154-156; İbn Arabşah, s. 50; Bezm u Rezm, s. 449-456.
  35. Nizameddin Şâmî, s. 221-222 ; Şerefeddin Ali Yezdî, I, s. 457-58; Ahmed b. H^vandşâh, vrk. 167 b v.d.; Hâfız-ı Ebrû, vrk. 313 b.
  36. Bk. Berktik devrinde Memlûk sultanlığı, s. 96.
  37. Ahmed b. Hvandşâh, vrk. 2986; Inbâ, I, vrk. 135b; İbn Kadı Şuhbe, II, vrk. 98a; İbnü’l-Furat, IX, s. 362. Bu duruma dair Timur’un Mısır Memlûklu hükümdarı En-Nâsır Ferce b. Berkuk’a yazdığı mektupta da bilgi verilmektedir. Şöyleki: Timur mektubunda kısaca Türkistan, Horasan ve İran fütuhatından bahsettikten sonra vaktiyle Ferec’in babası Berkuk ile dostane ilişkiler arzusunu gösterdiğini, bu maksadla tanınmış bir şahsı birçok hediyelerle elçi olarak Mısır’a gönderdiğini, fakat Berkuk’un kötü bir yol tutarak elçiyi öldürttüğünü üstelik bazı yakın adamlarını hapse attığını, bunun üzerine kısas ve mahbusları kurtarmak için büyük bir ordu ile Mısır’a yürümeğe hazırlandığını, tam hareket edeceği sırada Toktamış’ın yeniden baş kaldırması üzerine Deşt-ı Kıpçak seferine çıktığını, zafer kazandıktan sonra Semerkand’a döndüğünü, tekrar Mısır ve Şam (Suriye)’a yapacağı seferin hazırlıkları ile meşgul iken Hindistan’a yürümek icap ettiğini söylemektedir. Hindistan seferinin safhalarını da anlattıktan sonra, dönüşte Semerkand’da büyük bir cami yaptırdığını söyledikten sonra yine sefere niyetlendiğini, fakat Berkuk’un ölümünü duyunca hareketini tehir ettiğini, Berkuk’un sebeb olduğu anlaşmazlığın telâfisi kolay iki basit maddeye inhisar ettiğini bu yüzden İslâm ülkelerinin harab olmasını istemediğini ifade etmekte... Bk. Dizfûli Münşeâtı. Veliyüddîn Ef. Ktp. Nr. 2735, vrk. 83b-84b, Sarı Abdullah Efendi Münşeâtı. Esad Ef. Ktp. Nr. 3333, vrk. 17b-19b. Ayrıca bk. Adnan Sadık Erzi - Hikmet İlaydın, XVI. asra aid bir münşeât mecmuası. Belleten 82 (1957) s. 223-228 ve yayınım yaptığımız Timur mektubu.
  38. Bk. Bezm u Rezm, s. 456.
  39. Inbâ, I, vrk. 135a.
  40. İbn Arabşah, s. 69.
  41. Bk. Aynî, İkdu'l-Cumân, XX, s. 41.
  42. Bezm u Rezm, s. 449.
  43. İbn Arabşah, s. 71; Bezm u Rezm, s. 456-57.
  44. Bezm u Rezm, s. 456-459.
  45. İkd, XIX, s. 461-462; Inbâ, I, vrk. 136b, 140 b; Makrizî, Sulûk. III, vrk. 187 b; İbn Dokmak, Mecmu'a. III. Ahmed Ktp. Nr. 2984, vrk. 183 a; İbnü’l- Furat, IX, s. 382, 386, 416. Kadı Burhaneddin’e büyük bir kin duyan Berkuk, gizlice anlaştığı I. Bayezid’i daima ona karşı harekete geçmeğe tahrikle, Sivas- Kayseri devletinin topraklarını aralarında taksimini her vesile ile teklif ediyordu. Bk. Bezm u Rezm, s. 381.
  46. Bk. Kadı Burhaneddin divanı. T. D. K. nşr. İstanbul 1944,5. 607.
  47. Bezm u Rezm, s. 4.59-461.
  48. Bezm u Rezm, s. 462.
  49. Bezm u Rezm, s. 462-464.
  50. Nizameddin Şâmî, s. 157 v.d.; Şerefeddirı Ali Yezdî, I, s. 516, 523; Yayınladığımız mektup.
  51. Krş. Berkuk devrinde Memlûk sultanlığı, s. 98.
  52. Bk. Bezm u Rezm, s. 462-464, 465-66, 466-473; Şikarî, Karaman-oğulları tarihi. Mesud Koman nşr. Konya 1946,5. 174-177; İstanbul'un fethinden önce yazılmış tarihî takvimler. Osman Turan nşr. Ankara 1954, s. 34, 50.
  53. Bezm u Rezm, s. 474-475.
  54. Bk. Sarı Abdullah Efendi Münşeâtı, vrk. 6 a-10 a. Münşeat mecmu’asının İlmî değeri hakkında bk. Adnan Sadık Erzi, Türkiye kütüphânelerinden notlar ve vesikalar II. Belleten 56 (1950) s. 631 v.d. / Bu mektupta sözü geçen hâdiseleri gerek Timur’a ait kaynaklarda ve gerekse Türkiye, Mısır-Memlûklu ve Ermeni kaynaklarındaki, malûmatlarla doğrulamak olanağına sahib bulunmaktayız, örneğin bk. Nizameddin Şâmî, s. 85-157, Şerefeddin Ali Yezdî, I, s. 239-523. Ayrıca bk. Muinüddin-i Natanzî, Müntehabü’t-tevârih-i Muînî. J. Aubin nşr. Tahran 1336 (İndeks).
  55. Bk. Kadı Burhaneddin Ahmed ve devleti, s. 150 v.d.
  56. Bezm u Rezm, s. 528-529.
  57. Krş. Mutahharten ve Erzincan emirliği, s. 696-705.
  58. Divan, Tıpkı basım, s. 586.
  59. İkd, XIX, s. 476, Inbâ, I, vrk. 148 a.
  60. Bk. İbnü’l-Furat, IX, s. 457. Timur’un Türkiye ve Suriye’ye tekrar yürüme niyetlerinin varlığı için bk. yukarıda not 37’deki mektup özeti.

Şekil ve Tablolar