GİRİŞ
Hatıraların edebî eser olarak değerlendirilmeleri yanında, tarih açısından belge olma nitelikleriyle sahip oldukları değer, ayrı bir önem taşımaktadır. Hatıraların yazılışında türlü faktörler etkili olmakta ise de, bunlar bütünüyle millî tarihimizin askerlik, yönetim ve toplumla ilgili yapısı bakımından aydınlatıcı, olayları belgeleyici yönleriyle vazgeçilmez kaynaklar olma özelliklerini saklamaktadırlar.
Bu sebepledir ki, Osmanlı İmparatorluğunun tarihî kaynakları arasında son yıllarda önemleri gittikçe artan belgelerden birisi de hatıralar olmuştur. Bundan bir süre önce Baf Kadısı Macuncu-zade Mustafa Efendinin hatıralarını araştırıcılara sunduğumuz zaman, bu metnin gerek yurt içinden, gerek yurt dışından nasıl ilgi ile karşılandığını görmüş, tarihimizin belli kaynakları yanında, edebî ölçüler itibariyle pek de değerli olmayan bu metnin, toplum yapısını aydınlatma bakımından kazandığı değeri izlemiştik (Bir Türk kadısının esaret hatıraları. Tarih Dergisi, V, Sayı 8). Macuncu-zade Mustafa Efendinin hatıraları yani, Bazgeşt-i Hakiri Malta - Sergüzeşt-i esirî-i Malta bir süre sonra Türk Dil Kurumu tarafından metin halinde de yayınlanmıştır (Prof. Fahir İz. Türk Dili Araştırmaları Yıllığı 1970, 78- 122). Daha sonra bu türden başka bir metin, Türk kamu oyunu ilgilendirmiştir. Viyana’nın ikinci defa kuşatılması sırasında Avusturya kuvvetlerince tutsak alınan Osman Ağa’nın hatıraları da ayni şekilde ilgi bulmuştur (Viyana muhasarasından sonra Avusturyalılara esir düşen Osman Ağa’nın hatıraları. Yayımlayan: M. Şevki Yazman. İstanbul 1961).
Hatıralar konusunda kendini gösteren ilgi ile bundan sonra yapılacak inceleme ve araştırmalar, şimdiye kadar değeri ve önemi iyice belirmemiş bulunan bu kaynağın tanınmasına fırsat verecektir. Tarihimizin coğrafya alanı bakımından çok yaygın bulunması, büyük bir süreyi ve dönemi içine alması, değişik zamanlarda değişik bölgelerde pek çok hatıranın yazılması gibi bir sonuç vermiştir. Araştırıcıların imparatorluğun merkezinde geçen olaylarla ilgili hatıralar yanında Cezayir’den Azerbaycan’a, Yemen’den Kırım’a, Budin’den Lahsa’ya kadar yayılan topraklar üzerinde yazılan hatıraları da Türk tarihinin kaynakları arasına katmaları ve bu suretle imparatorluk tarihinin aydınlanmasına yardımcı olmaları, tarih incelemeleri bakımından lüzumlu bulunmaktadır. Bu güne kadar yayınlanan veya bilinen hatıraların toplu bir katalogu için bkz. İbrahim Olgun. Anı kaynakçası. Türk Dili. XXV/246 (1972).
Geçmiş yüzyıllara ait yeni bir hatıra ise, Bağdad’da tesadüf ettiğimiz, Memun Bey’in Hatıraları’dır. Bugünkü Süleymaniye, eski adiyle Şehrizor ve çevresinde Osmanlı hâkimiyetinin kuruluşu ile ilgili olan Memun Bey’in Hatıraları, XVI. yüzyıl tarihimizin hem zaman, hem de yer bakımından küçük bir bölümünü aydınlatmada yararlı olacaktır.
XVI. yüzyılın ilk çeyreğinde, Osmanlı otoritesi Kuzey Irak’a civar topraklara yaklaştığı sırada, bu bölgede bulunan mahallî beylik ve emaretlerin Osmanlı egemenliğini tanımalarında zamanın ünlü bilginlerinden ve devlet adamlarından biri olan İdris-i Bidlisî’nin yaptığı iş büyük önem taşımaktadır. Uzak görüş sahibi olan, bölgedeki toplum yapısını ve siyasi durumu değerlendirmesini bilen İdris-i Bidlisî, çalışmaları ile çevrenin yeniden tahrip edilmesine meydan vermediği kadar, mahallî otoriteleri Osmanlı gücü konusunda ikna etmekle onların şahsî durumlarını korumalarına da imkan hazırlamıştır. Gerçi mahallî emaretlerin barış yoluyla Osmanlı egemenliğine boyun eğmelerinde asıl müessirin, Çaldıran savaşı olduğunda şüphe yoktur. Fakat, onların bölgeye giren, bu yeni ve çağının en güçlü devletine böylece barışçı bir tutumla boyun eğişleri, 25 kadar beyliğin eski hak ve otoritelerini sürdürmelerine de fırsat vermiştir. İdris-i Bidlisî’nin kendi ifadesiyle “Memâlik-i Kürdistan’da evvel yerden, ki Vilâyet-i Urmiye’dir ve tasarrufu ümera-yi Baradost’tadır, tertip ile tâ mülûk-i İmadiye ve Sor ân ve memleket-i Bohtan ve Garzan ve Rujegan ve Eyyubiyan ve gayre varınca cümlesinden uhud-i müekkede ile Sultan-i İslâm’a biat ittürdüm”. (Hüseyin. Bedâyi’ el-Vekayi’, Moskova 1961). İdris-i Bidlisî’nin Bıyıklı Mehmed Paşa ve Husrev Paşa ile ortak çalışmaları sonunda, 1515’ten 1519’a kadar geçen zaman içinde, Ergani, Harput, Divriği ve Siverek emaretleri, 1534’te ise Adilcevaz, Erciş, Van, Ahlat yöreleri Osmanlı hâkimiyetine girmiş bulunuyordu. Bu çalışmalarda sadece Şehrizor’da bulunan Erdelanî emareti mukavemet etmek ve Osmanlı otoritesine direnmek cesaretini gösterebilmişti. İşte Memun Bey’in Hatıraları, Erdelanî beyliğinin bu direnme çabalarının hikâyesini anlatan bir kaymak olmak itibariyle Güney doğu Anadolu’da Osmanlı egemenliğinin kuruluşu bakımından önem taşımaktadır.
Yazar
Sultan III. Murad’ın cülûsu (8 Ramazan 982/22 Aralık 1574) münasebetiyle hatıralarını kaleme alan ve bu suretle Osmanlı imparatorluğunun yeni hükümdarına kendisini tanıtmak, daha önceki davranışlarından dolayı mazur görülmek isteyen Memun Bey, Şehrizor mahallî emaret ve hanedanına mensup bir beydir.
Şimdiye kadar Şehrizor veya Erdelan beyliği hakkında rastlanan bilgilerin tek menşei Şeref Han Bidlisî’nin eseri, Şerefnâme idi. Ancak Memun Bey’in yazmış olduğu hatıralar gerek kendi hakkında, gerek babası Bige Bey hakkında ve Osmanlı hakimiyetinin kuzey Irak’ta, İran sınırı üzerinde kuruluşu konusunda yeni bilgiler ve açıklamalar getirmektedir. Kaynaklarda merkezi Zalim kal’a olan ve Bige Bey tarafından tasarruf edilen bu küçük Kürt beyliği[1], menşe itibariyle Erdelan emaretine bağlanmakta ve hanedanın kurucusu olarak da Baba Erdelan gösterilerek, beyliğin kuruluş tarihi Moğol hakimiyetinin son yıllarına kadar götürülmekte idi. Ayrıca Baba Erdelan’ın Diyarbakır bölgesinde bir süre devlet kurmuş Ahmed b. Mervan’ın torunlarından ve daha efsanevî bir bağlantı ile de eski İran hanedanından Babek b. Sasan’ın zürriyetinden olduğu ileri sürülmekte idi (Abbas el-Azzavî. Tarihu’l-Irak beyne Ihtilâleyn IV, 61; Ayni yazar. Şehrezor es-Süleymaniye 47. Muhammed Emin Zeki. Tarihu’s-Süleymaniye ve Anhaihâ 38). Halbuki Memun Bey’in Hatıraları, böylece tasavvur edilen bilgilerin dışında bir gerçeği ortaya koymaktadır. Memun Bey’e göre mensup oldukları hanedan, Erdelanî olmayıp Âdilî’dir. Hatıralarında kendini tanıtırken, “bu bende-i ubûdiyetmeşhûn İbn-i Bige Beğ-i Âdilân-i Memun (2/A)” demek suretiyle soy kütüklerinin Mervanîler veya Sasanîlerle ilişkisi olmadığım, “Aşere-i Mübeşşereden nesebleri Ebu Ubeyde-i Cerrah’a ve Emirü’l-müminin Abbas’a tarafeynden vasıl olur ve ecdadlarından Âdil nâm kimesne Çınkızîler fetaretinin evâilinde Vilâyet-i Şehr-i Zol’e vali olup ...(2 /B)” belirtmektedir. Bu açıklamalara göre Osmanlı İmparatorluğunun Irak üzerinde egemenlik kurmaya başladığı 1535 yıllarında Şehrizor beyliğinde bulunan aile, Âdil Bey’den neş’et eden ve soyunu İslâmın iki büyük liderine bağlayan başka bir ailedir.
Osmanlı egemenliği Şehrizor’a, bu küçük beyliğin sınırlarına dayandığı zaman, Beylik Bige Bey tarafından yönetilmekteydi[2]. Bige Bey’in diğer kardeşleri, Söhrab (Serhab. Abbas el-Azzavî. Ayni eser IV, 59) Mehmed ve Kaytmaz Beyler ise, beyliğin yönetiminde onun maiyetinde bulunuyorlardı. Ancak, Osmanlılarla Safevîler arasındaki hegemonya mücadelesi bu küçük beylikteki huzuru ve düzeni alt üst etti. Bige Bey Osmanlı otoritesini kabul ettiği halde, özellikle Söhrab, Şah Tahmasb’a meyyal bir politika tuttu. Bu durumda Bige Bey, bağlılığını belirtmek için küçük yaşta bulunan büyük oğlu Memun’u rehin olarak Bağdad Beylerbeyi yanına göndermek zorunda kaldı. Memun Bey, Bağdad vilayet konağında Osmanlı usullerine göre yetiştirildi. On yıldan fazla bir zaman alan Bağdad’daki hayatını Memun Bey, bir ceza ve hapis olarak tavsif ederse de hatıralarından da anlaşılacağı gibi burada iyi bir tahsil gördü. 1548 tarihinde Divân-i hümâyundan gelen bir emir üzerine müferrikalara katılarak günde yüz akça ücretle kapukulları arasına alındı. Birecik’te ordu-yi hümâyuna gelerek Kanunî Sultan Süleyman’ın iltifatlarına mazhar olduktan sonra, yıllık 300.000 akça ile Kerkük sancakbeyliğine tayin edildi. 1550’de babası Bige Bey’in ölümünden sonra Şehrizor beyliği kendisine verildi. Ancak, amcaları Mehmed ve Söhrab Beyler bunu kabul etmedikleri gibi, İmadiye hâkimi Sultan Hüseyin Bey de bu tâyine karşı çıktı. Bunun üzerine Sadrı-âzam Rüstem Paşa, Şehrizor hâkimliğine Mehmed Bey’i tayin ettirdi ve Memun Bey, Hüseyin Bey tarafından tevkif edilerek İmadiye kalesine hapsedildi. Bir süre sonra Bağdad Beylerbeyi Temerrüd Ali Paşa’nın aracılığı ile afva uğrayan Memun Bey, İstanbul’a gönderildi ve burada Dergâh-i âlî müteferrikaları zümresine katılarak görev yaptı. 1553 tarihinde veya başka bir ihtimalle 1555 Amasya andlaşmasmdan sonra tekrar Irak’a dönerek çeşitli sancakbeyliklerinde bulundu. En son, hatıralarını kaleme aldığı 1577 tarihinde Hılle’de yaşamakta idi[3]. Memun Bey’in Mehmed Bey adında bir oğlu olduğu ve onun da bir süre Kerkük sancakbeyliğinde bulunduğu bilinmektedir.
İşte, Memun Bey’in hatıraları 1534-1555 yılları arasında Kuzey Irak’ta Osmanlı hakimiyetinin fi’len teşekkülünde, Safevî İranla olan hegemonya mücadelesinde bölgedeki mahallî beylerin tutum ve davranışları ile bölgeyi bir süre etkisi altına alan Elkas Mirza’nın macerasını ve bu arada kendi rolünü anlatmak suretiyle sınırlı bir bir çevre için olsa dahi Osmanlı tarihinin bir bölümüne ışık tutmaktadır.
Eserin diğer önemli ve değerli yanı da bugünkü Süleymaniye şehrinin kuruluşu ile ilgilidir. Şehrizor beyliğinin merkezi olan Zalim kalesinin Osmanlı kuvvetlerine mukavemeti üzerine bölgede ikinci bir kalenin, Timur tarafından tahrip edilen kale yerinde inşası, Sultan Süleyman tarafından Osman ve ondan sonra da Bağdad beylerbeyi olan Baltacı Mehmed Paşa’ya emredilmiş ve bunun sonunda yapılan kale, padişahın ismiyle Süleymaniye olarak adlandırılmıştır. (42 /B ve 43 /B).
Memun Bey’in Şehrizor hakimliğinden uzaklaştırılmasından sonra Söhrab Bey, kardeşi Mehmed’i buradan koğarak Zalim kalesini ele geçirmiş ve beyliğe hakim olmuştu. Ancak, Osmanlı Divan-ı hümâyunu bu oldu bittiyi kabul etmemiş ve Bağdad beylerbeyi Osman Paşa ile onun ölümü üzerine Baltacı Mehmed Paşa serdarlığında sevk edilen kuvvetlerin baskısı altında Söhrab, Zalim kalesi ile birlikte Bige Bey’in tasarrufunda olan toprakları boşaltmak zorunda kalmıştı. Böylece Şehrizor beyliği 1552 tarihinden itibaren fi’len Osmanlı egemenliğine girmiş oldu. Buraya Divan-i hümâyun tarafından önce Veli Bey, daha sonra da Berber Murad Bey tayin edilmekle bölgede Osmanlı yönetimi kurulmuş oldu. Söhrab ile çocukları ise kendi beyliklerini İran egemenliği altında H. 1032 (1622/23) yılma kadar devam ettirmişlerdir. Halepçe (Gülanber) ile Rijov çevresinde devam eden bu beylik, Havermân-i Rijov adiyle tanınmıştır. İskender Beg Münşî. Tarih-i Alem-ârâ-yi Abbasî. Taşbasması, 1314, Nazmi-zade Murtaza. Gülşen-i Hulefa 64 ve bunlardan naklen Abbas el-Azzavî. Göst. Eser. IV. 60, 251.
Eser
Irak Millî Arşivi Merkezince (Merkez el-Vatanî li-hıfz el-vesâik) Türkiye’den (İstanbul) satın alınan özel bir koleksiyon içinde Bağdat’a intikal eden Memun Bey’in hatıralarına tesadüfen rastlanılmıştır. Irak’taki görevimiz sırasında bu koleksiyonun fiyatı hususunda adı geçen Arşiv idaresi ile satıcı arasında çıkan anlaşmazlık üzerine bilgi edinilmek üzere davet olunmuştum. Listeler ve kitaplar incelenirken Türkçe, Arapça, Fransızca basma kitapların yanında altmış kadar yazma eserin de bulunduğu görülmüş, bunların bir listesi alınarak bilgi için ilgili makamlara sunulduğu gibi, Türkiye Millî Kütüphane Genel Müdürlüğü de söz konusu yazmalardan haberdar edilmişti. Bundan başka, unique nüshalar olması melhuz olan üç yazma eserin mikrofilmleri Irak Bilimler Akademisinden istirham edilerek, bu mikrofilmler de Ankara’ya dönüşümde Millî Kütüphane Genel Müdürlüğüne teslim edilmişti.
Memun Bey’in hatıraları, sözü edilen bu üç eserden biridir. Metnin aslı, XVI. yüzyıl Osmanlı kitap sanatının bütün özelliklerini taşıyan bir yazma olup, zahriyede sahibu mâlik ifadesi okunan silinmiş bir isim ile okunamayan bir mühür vardır. Eser, 16.5 X 11.5; 13.5x7.5 cm. eb’adında ve 46 varak hacminde olup, nesih hatla yazılmıştır. “Şükrü sipâs ol hallâk-i cihan” ibaresiyle başlamakta ve “tahriren fi evâil-i şehr-i rebî'i’l-lâhir min şühûr-i sene hamse ve semânîne ve tis’ami’e” sözleriyle son bulmaktadır. Metnin aslı, Tarihu Bağdat bi’l-lugati’t Türkiye adiyle kaydedilmiş ve yazar olarak da Memun Bey’in babası Bige Bey gösterilmiştir. Elimizdeki metnin, yazarın kaleminden çıkıp çıkmadığına dair bir emare yoktur. Ancak, eserin Sultan III. Murad’ın cülûsu münasebetiyle yazıldığına ve H. 985 tarihinde tamamlandığına göre yazarın kaleminden çıkması ihtimali kuvvetlidir. Memun Bey, hatıralarına göre Türkçeyi (yazı Türkçesini) Bağdad’da rehin olarak bulunduğu sırada öğrenmiştir. Metinde tesadüf edilen imlâ hataları, vasıl vavlarının unutulması (3/B,2/A), hizmet-i âlileri (6/B), sin’le tahassün (24/B), ve asakir-i mensure (40/B), ümeralara (45/a) gibi hatalara düşülmesi, eşme, kale, liva gibi isimlerin (i) hallerinin devamlı olarak hemze ile yazılışı ve geniş ölçüde bicne, dav, aşan, olanca, kurtulanca, koğurmak, yepmek, belinlemek, barışık, dilek etmek gibi mahallî Türkçe sözlerin kullanılmış olması, bu kanıyı kuvvetlendirmektedir.
Memun Bey’in ayrıca manzume söylemek hevesinde olduğu da görülmektedir.
Ki tâ vardır şehâ cismimde cânım
Duadır dâima vird-i zebânım
Paşa ile beylerin kavline ne itibâr
Bir emir buyurmayınca hazret-i hüdavendigâr
Paşa ile beylerin ahdine dayanmadı
ve şüphe düşdii inanmadı.
gibi kafiyeli sözler bu merakın belirli örnekleridir.
Memun Bey’in babası Bige Bey’in adına gelince, Abbas el-Azzavî bu adın, Bekr’den muharref olduğunu ve Kürdler arasında böylece kullanıldığını ileri sürer (Tarihu’l-Irak IV, 57). Gerçekte gerek Şerefnâme’de, gerek diğer metinlerde bu ad; Bege, ya da Bige, Biyge ve Piyke şekillerinde yazılmış bulunmaktadır. Ancak yine Irak’ta bulunduğumuz sırada Bige sözünün kullanıldığını ve “küçük bey” anlamında mahallî Türkçede bugün de yaşamakta olduğunu müşahade etmiş olmakla yayanımızda bu adı, Bige Bey şeklinde tespit etmiş bulunuyoruz. Ayrıca Memun Bey, eserinde Derteng beyinin adından söz ederken, onu çok rahat bir şekilde, Ebu Bekir Bey olarak ifade etmektedir ki, bu da Bige adı üzerinde Abbas el-Azzavî’nin düşüncesi yerine bizim tespit ettiğimiz hususun doğruluğuna işaret etmektedir.
MEMUN BEY’İN HATIRALARI
(ÇEVRİYAZI)
Şükr ü sipâs ol hallâk-i cihân ve rezzâk-i ins ü cân celle celâluhu ve âmme nevâluhu hazretlerine ki nev'i insanı sâyir ecnâs-i mahlûkattan nutkile mümtaz ve vücûd-i müstelzimeti’s-sücûdin lekad halakne’ l-insâne fî ahsen-i takvim[1] hil’atiyle ser-firâz eyledi. Ve salâvât-i bî-kıyâs ol rasûl-i Sidre-âşiyân ve makbûl-i kerim-i Yezdan Muhammed Mustafa alcyhi’t-tahiyyeti ve’s-senâ hazretlerine ki, Burâk-i berk-misâl ve Refref-i hümâ-himâl ile Kabe kavseyn’e[2] ubûr ve pervâz idüb makam-i takarrüb ve ‘izazda “inneke le-alâ hulukin azîm”[3] teşrifiyle müşerref ve mahrem-i râz oldu. Ve Âl ü ashâb ve çıhâr-yâr-i âlî-cenâb ve hulefâ-yi râşidin-i A 2§ kâm-yâb ve cemi' ensâr ve ahbâbına ki, “ashâbî ke’n-nücûm bi-eyyihim İktedeytüm ihtedeytüm”[4] üzere cümlesi nücûm-i hedâ ve rücûm-i âdâdırlar. Rıdvanu’llahi ta'alâ aleyhim ecma'în. Ve ani’t-tâbi'în ve tâbi'ettâbi'în ilâ yevmi’d-dîn. Çün şâhinşâh-i cihân, melik-i mülûki’z- zemân, âdel-i selâtin-i devrân ve ekmel-i havâkîn-i kişver-sitân, el-mütevekkil ‘ale’llahi’l-meliki’l-mennân, es-Sultan Murad[5] Hân-ı sâhib-kırân, halleda’llahu ta'alâ eyyâme hilâfetihi ve efâze aleynâ ve 'alâ kâffeti’l-müslimîne berekâti ihsânihi ve adâletihi hazretlerinin eyyâm-ı hümâyunlarında bu bende-i ‘ubûdiyyet-meşhûn, İbn-i Bige Beğ-i Âdiilân-i Memûn, rezzakahu’llahu saâdete’d-dâreyn bi-Muhammedin Seyyidi’l-kevneyn, Hılle sancağında olmağla cülûs-i saâdet-me’nûs teşrifinin takdimi için dergâh-i cihân-penâha rûy-mâl geldikte, bu kemîne bendelerinin 2 B § vâlidi olup, sâbıkan Şehr-i Zol hâkimi olan merhûm-i mezbûrun hâl-i hayatında kuvvet-i kâhire-i Süleymanî ve şevket-i bâhire-i kahremânî birle sene ihda ve erba'îne ve tis'ami’e şühûrunda vilâyet-i Bağdad feth ü teshir olduktan sonra müşârün-ileyh vâlid-i merhûmun der-i devlete olan hulûs-i ‘ubûdiyeti ve bu bendelerinin Bağdad habsinde çekdüğü şiddet ü meşakkati ve Kazi Hân-i bâgînin mekr ü hiyâneti ve Elkas’ın[6] sergüzeşt ü felâketi bi’l-cümle vuku'u üzere bu sahifede ketbolundu ki müzekkir-i hâl, musaddik-i makâl ola ve billâhi’t-tevfik.
Şürû’ be-asl-i hikâyât
Bige Beğ bendeleri 'Aşere-i mübeşşereden[7] nesebleri Ebû Ubeyde-i Cerraha[8] ve Emîrü’l-mü’minîn Abbâs’a[9] tarafeynden vâsıl olur. Ve ecdâdlarından Âdil nâm kimesne Çinkızîler fetâretinin evâilinde vilâyet-i Şehr-i Zol’e vâli olub, Irakayn’e pâdişâh olanlara itâat üzere idiler. Takdir-i rabbânî ve kaza-i nagehânî ile ta 3 A§ îsmâil İbn-i Şeyh Hayder-i[10] şûm-ahter-i surh-ser, bed-mezheb ü bed-âyin ve tarik-i dalâlette tâbic-i dîv-i la'în ve ef'âl-i muhâlif-i şer’-i mutahhar olduğu cümle âleme günden azhar ve Bige Beğ bendeleri istim'â- idicek rizâ-yi fâsidlerine ittibâ ve imtisâl itmediği içün Bige Beğ’ün kal'ü kam'ına ve vilâyetin ahz ü fethine vükelâsından Çayan Han ve ümerâsından on iki sultan asâkir-i ferâvân ile irsâl idüb, Şehr-i Zol’e kadem-i şûmları ile vâsıl olduklarında, sahrasında vâki’ olan kurâyı harâb ve üç pâre kal'ayı yebâb idüb kılel-i cibâlde olan hasn-ı haşinin fethine kadir olamayub bir yıldan ziyâde bekleyüb âhirü’l-emr meksûr ve mahzûl firâr-i hacâlet ve hasâret ile makarr-i şekâvet- müstekarlarına avdet idüb, mâ-beynde mesâfât olmadığı bâisten dâyimü’l-evkât mukatelât ve muharebâtdan hâil olmayub, dest-i te'addîyi vilâyetten kûtâh itmezler idi. 3 B§ Ve Ba'de’z-zemân bi-inâyeti’l-meliki’l-mennân asâkir-i kişver-sitân ve zafer-kırân ile vilâyet-i Diyarbekr ve Musil ve Erbil hududune dek fetholub, memâlik-i mahmiye-i pâdişâhîye zamîme ve izâfe olub, bir müddetten sonra Vezir-i âzam İbrahim Paşa[11] yi merhûm, Acem vilâyetinin niyetine sefere çıkup, mahrûse-i Haleb’de kışlayub, Bige Beğ bendeleri bu ahvâl(i) istimâ' ittikde, Haydar nâm kethüdaları ile eben ve ‘an-ceddin ehl-i sünnet (ve) cemaat oldukları ve ol tarihe dek kızılbaş-i evbâş ile mâ-Beynlerinde vâki olan muhârebât ve mukatelâtı mufassalen yazub, pâye-i serîr-âlâya izhâr-i 'ubûdiyet için arz idüb, âsitâne-i saâdete mezkûr kethüda vâsıl olub, rûy-mâl ittikde, Bige Beğ bendelerinin ahvâline vâkıf olduklarında, inâyet-i pâdişâhiye mazhar ve mukârin düşüb sâbiku’z-zikr bendelerine ahkâm-i şerîf(e) ile envâ’-i riâyetler ve isti'mâlet-nâmeler ile ser-firâz ittiler. Ve İbrahim Paşa dahi evvel baharda 4 A§ haşmet ü şevket ile asker-i nusret-me’ser ile diyâr-i Azerbaycan’a ve Tebriz’e karîb, Ocan’a nüzûl idüb, hiyâm-i encüm- nizâmın kurub, otrağ iderler. Akablerince saâdet ü ikbâl ve şevket ü iclâl ile merhûm-i magfûrün-leh Sultan Süleyman-i cennet-mekân, firdevs-âşiyân, enâra’llahü ta'alâ bürhânehu Ocan nâm mevzî'de asâkir-i mansûreye karışub az müddet içinde kış basub, Karagan dağlarından aşub, vilâyet-i Hemedan ve Dînever üstünden Irak-i Arab savbine teveccüh-i hümâyunları olub, Mahideşt’e aşan gedüğe irişdikte, şitânın şiddetinden ve havanın bürûdetinden ve zehâirin kılletinden askerin yayası ve ekser davarları helâk olub ve top arabalarının dahi beygirleri kimi zebûnluktan kalub ve kimi helâk olub, saâdetlu Pâdişâh hazretlerine arz olundukta, buyurdular ki, çâre nedir? Bel’de kalan topları yere defnedin ve ovaya irişeni Karasu ırmağına bırağın ve arabaları 4B§ ihrâk idin, düşman bulub bir tarafa iletmesin. Fermân-i şerifleri üzere buyurulanı itmişler ve saâdetlu Pâdişâh hazretleri vilâyet-i Bağdad’a tâbi Zengî-âbâd nahiyesine irişdikte, Bagdad kabasının miftahları karşı gelüb, asker-i ferhunde mukaddemce Bağdad’a irişelim uz kalınmak için. Diyale nâm ırmağ ki, dokuz yolla iştihar bulmuştur. Mezbûr suya vardıklarında, zebûn kalan davarın ekseri suya garkoldu. Ve azametlu Pâdişâh hazretleri Dârü’s-selâm-i Bağdad’a yetiştikde kışın bakiyyesini geçirmesiyçün, mahmiye-i mezbûreye şevket ü ikbâlle duhûl ve saâdet ü iclâlle Dârü’l- hilâfeye nüzûl idüb, suâl buyurdular ki, toplar kalan yere karîb kimin vilayetidir? Bilen kimesneler arz iderler ki, Şehr-i Zol vilâyetidir. Hâkimine Bige Beğ dirler. Ehl-i sünnet ve cemâattendir ve Kızılbaş ile müdâm adâvet üzere idi. Bundan evvel âsitâne-i saâdete âdem gönderüb, izhâr-i 'ubûdiyet itmiş idi. Buyururlar, 5 A§ emr ile çavuş irsâl idin ki, senin mezhebin ve diyânetin ve Kızılbaş ile olan adâvetin ve bundan akdem âsitâne-i saâdete izhâr-i sadâkat ve ‘ubûdiyetin malûm olmuştur. Şart-i ihlâs budur ki, benim yolda kalan toplarımı Bağdad’a ulaştırasın, hizmetin zayii olmayub, nice ihsanıma mazhar düşesin, deyu fermân-i şerifleri vârid olmağın, emr-i âlî-şânı çavuşbaşı iken vefat eden Muslî Çavuş ile irsal idüb, merküm Muslî Çavuş emr-i hümâyunu Bige Beğ bendelerine vâsıl eylediğimde, envâ‘-i sürür hâsıl idüb, 'ale’l-fevr pîşkeş ile karındaşı Söhrâb’ı Çavuş-i mezbûre koşub âsitâne-i saâdete gönderüb, semî'nâ ve 'atâ’nâ hizmete varmışam deyüb, hemân yere defnolub, suya garkolunan top-ların delîli gelsün, bu hizmeti canım ve başım üzere ideyim. Sâbıku’z- zikr Söhrâb, âsitâne-i saâdete yüz sürdükte, vâki olan ahvâl(i) pâye-i serir-âlâya arz idüb saadetin 5 b§ Pâdişâh hazretleri Bige Beğ bendelerine hayır-duâ idüb ve Söhrâb’a mezîd-i inâyet-i husrevânîden Mehrevan sancak(ı) sadaka olub ve sâbıku’z-zikr topları defniden ve suya bırağan kimesneleri ve bazı arabacılardan yarar serdar ile koşub ve hil'at-i şerif ile Bige Beğ bendelerine irsal olunub, vusûl oldukta, vilâyetinde olan haddâd ve neccârları cem'idüb, arabaya lâzım olunan nesneleri tamir ittirüb, kifayet mikdarı, kavim, tuvanâ beygirleri âmâde idüb ve olanca leşkeri ile topları götürmeğe mütevecceh oldukta, âsitâne-i saâdetten hükm-i şerif ile çavuş irişüb ki, benim azimetim Şehr-i Zol yolundan Tebriz’e varmaktır. Gerektir ki, menâzilde zahire hâzır idüb, topları Bağdad’a îsâle ikdâm ve ihtimâm idesin deyu, ferman olunmağın, mezkûr kulları imtisâlen li-emri’ş-şerîf yerinde kalan karındaşın ve âdemlerin zahire tedarüki içün tayin idüb, kendüsü toplar hizmetine mukayyed iken, eyyâm-i bahar olub 6 A§ saâdetlu Pâdişâh-i âlem-penâh devlet ü iclâl ile Bağdad’tan çıkub Dâkuk ve Kerkük yolunda Eymân Şadırbendi dimekle marûf yerden ubûr ve Şehr-i Zol ovasına duhûl idüb, îskender-i Zü’l-kameyn’in ahşası defnolduğu ordu yolundan mürûr idüb, Seyyân gediğünde Kızılca kaba nâm mahallin ovasında Hacılar bayramı idüb, vilâyet-i Mısır’dan münfasal olan Hadım Süleyman Paşa[12] nice bin zerrîn-külâh ve simîn-kemer (ve) dibâ-pûş ve hâs kullar, mükemmel, müsellâh silâh-şor cündîler, koz raht ile müzeyyen, mu allem arabî atlar ile mezbûr konakta ordu-yi hümâyuna kavuşub, Şehr-i Zol muzâfâtma nüzûl-i iclâl buyurduklarında, Söhrâb, Bige Beğ tarafında(n) tedarük olunan pîşkeş ile ve kıla’ miftahlanyle semın-i semendlerine rûy-mâl idüb, her konakta cem'olunan zehâiri ol hizmete me’mûr olan hüddâm-i zevi’l-ihtirâmlarına teslim idüb, kılağuzluk hizmeti ile otâğ-i gerdûn-nitâk önünce Azerbaycan’a tâbi Merâga 6 B§ nâm kasabaya dek vâsıl oldukta, ccnâb i pâdişâhtan envâ-i inâyetle mu'azzez olub, fermân-i şerîf-i cihân-mûtâ'lan ile mahall-i mezbûrdan Söhrab’ı döndürüb ki, topları Bağdad’a îsâline ta'cil olunmak için Bige Beğ bendelerine irsâl oldukta, Bağdad tevâbi'inde Zengi-âbâd nâhiyesinde vâsıl olduğu anda, ol zamanda Bağdad Beylerbeyisi olan Süleyman Paşa tarafından toplan istikbal içün irsâl olunan Defterkethüdası Osman Beğ ile mütevâsıl olmağın, mahall-i mezbûrda topları cemî‘ mühimmâtı ve levâzımı ile mezbûre teslim idüb, kendü aşâyirinden yarar âdemler ile Bağdad’a irsâl idüb, ba'dehu Bige Beğ bendeleri Şehr-i Zol’e ric'at idüb, dîde-i aykaza ile ahvâl-i pâdişahîye nâzır ve kadir olduğu mikdar âdem ile hizmet-i âlîlerine hâzır iken, Pâdişâh-i cem-haşem hazretlerinin devlet(ü) ikbâl ile Tebriz’de avdet-i hümâyun ve Dârü’s-saltanat cânibine teveccüh-i meymûn buyurdukları haberiyle mahall-i mezbûrda karar 7 A§ ve ârâm idüb, daâvât-i bekâ-yi zât-i saâdet-âyâtlarına müdâvemet ve ikdâm idüb, tecdid-i ‘ubûdiyet ve te’yîd-i rukkiyet için dergâh-i âlem-penâha âdem irsâl itmek irâde idüb, lâkin kanûn-i bendegî ve âdâb-i efkendegîye vukufu olmamağın, Erbil Valisi olan Dasni Hüseyin Beğ cânibine âdem irsâl idüb, bu hususda istimdâd ittüğünde, mûmâ-ileyh dahi Diyarbekr’de zeâmete mutasarrıf olub, Kapukethüdası olan Mecnun nâm kimesneyi gönderüb, gelüb vâsıl oldukda, bilâ te’hîr, makduru olduğu mikdar pîşkeş ile İbrahim nâm karındaşın mezkûr Mecnun kulları ile savb-i âsitâne-i saâdet-âşiyâne revâne idüb liva-yi Kerkük’e tâbi Ağçakale nâm nahiyeye vâsıl olduklarında Kızılbaş ümerâsından Çuka Sultan(a) hizmet ile neşv ü nemâ bulmuş Gazi Han, Şâh’tan firâr idüb, âsitane-i saâdet âşiyâne gelüb, vilâyet-i Bağdad’ın nısfı beylerbeydik tarîki 7 B§ ile inâyet olunmuş idi. Şâh İsmail devrinde merkum Çuka Sultan, Şehr-i Zol civarında Mendilcin ve Dînever nâm vilâyetin hâkimi iken mâ-beynde vâki olan gıyret-i din ü millet ve hıfz-i fukara ve mesâkin ve memleket içün kerrât ve defeâtle tarafeynde muharebe ve mukâteleye cür’et olunduğu ecilden, eser-i adâvet-i kadîme baki olmağın, merkum Gazi Han, mezburân İbrahim ve Mecnun Kethüda akabince bir kaç âdem irsâl idüb, mahall-i mezkûrde ‘ale’l-gafle üzerlerine dökülüb, Bige Beğ kullarının kethüdası Hüseyin’i ve mezbûr Mecnun’u nice nefer kimesnelerle katlittirüb, sâlifü’z-zikr İbrahim, bi-inâyeti’llâhi’l- meliki’l-kadîm varta-i helâkten halâs bulub, livâ-yi Erbil cânibine firâr idüb, iki günden sonra müşârün-ileyh Hüseyin Beğ’e vâsıl olub, ahvâl-i mâcerayı vuku' üzere 'ale’t-tafsil takrir idüb, Bige Boğ bende lerine ‘ilâm-i ahbâr itmek tefekküründe iken, zikr olunan Gazi Han, kethüdasını ulağıyle dergâh-i felek-metâfa 8 A§ arz idüb ki, Şehr-i Zol vilâyeti bir beylerbeyiliğe mütehammildir. Eğer bu kullarına bir mikdar asker ta'yîn olunmak himmet olursa, vilâyet-i mezbûrenin feth ü teshiri mümkindir. Mezkûr Gazi Han’ın arzı mucebi üzere Diyarbekr ve Mar'aş ve Şam ve Halep askerine, Bağdad Beylerbeyisi Süleyman Paşa’ya Şehr-i Zol üzerine varasın deyü fermân-i şerîf-i kadr-tân vârid olub, Bige Beğ bendeleri vâkıf olmamak için Süleyman Paşa suret-i vidâdda cezâyir’e[13] sefer-i zafer-eser buyurulmuştur, deyü mektub-i vidâd-isti'mâl irsâl idüb, cevabında Bige Beğ kulları dahî âdemiyle arz eyledi ki, eğer ferman olunur ise, bir mikdar asker ile karındaşım kulları gönderile ve Süleyman Paşa’ya mektup irişdikte kimesneye ihtiyaç yoktur. Hemân surh-ser tarafında tecessüs-i ahbârda olasın, dedikleri için tarîk-i ‘ubûdiyyette sâbit-kadem olub, asâkir-i nusret, intisâb-ı zafer-âyât olmak daâvâtına hulûs-i derûnla iştigalde 8 B§ iken, zu‘afâ-yi memleketten ba'zı fukara asâkir-i Pâdişâh-ı encümşümârın Şehr-i Zol serhaddine duhûl ve Horin nâm kal'anın istilâsın ihbar idicek, Bige Beğ dahi, fi’l-hâl serdâr-i asker-i zafer-rehber Süleyman Paşa’(ya) 'ubûdiyetnâme ile kethüdasın irsâl idüb ve bu kul-larından hiyânet ve isyâna müteallik ne zuhûr eyledi ki, bu makule tarîka zâhib olup, ‘abd-i vefâdârı cefâya râgıb olasın, bu cünbüşe sebeb ne dir? Eğer murâdınız kal'a ise el-'abdü ve mâ-yemlikuhu li-mevlahi[14], ben Pâdişâh-i saâdet-destgâlun kulu olduktan sonra kal'a nedir? Cümle mülk Pâdişâhındır. Dest-i te'addîyi dirâz itmenin aslı nedir? Eğer saâdetlu Pâdişâh hazretleri ‘ubûdiyetimizi kabul itme yüb, kal'a irâde ettilerse, işte miftah deyü arz-i rukkiyet-i bilâ-iştibah ettiklerinde, Pâşâ-yi mûmâ-ileyh bu hususta dahi olduğuna yemin-i billâh ettikten sonra, merküm Gazi Han’ın arzı ile olduğun iş'âr ve izâh idüb, eğerçi sizin sadâkat ve istikametinizde 9 A§ reyb ü şübhemiz yoktur. Ammâ, sadâkati muceb, kal'anın miftahı ve ba'zı pîşkeş ile bu bendelerini müşârün-ileyh Paşa hizmetlerine irsâl idüb, vâsıl oldukta, istikametlerine kemâl-i yakın hâsıl olmağla askere icâzet virüb kullan sagîrü’s-sin olmağla yanında alıkoyub ve sabıkan der-saâdete giderken basılub, âdemleri kırılan mezkûr İbrahim karındaşlarını Paşanın çavuşbaşısı Osman Ağa ile pâye-i serîr-âlâya mufassalen arzlar ile gönderüb, vusûl bulduklarında bi’l-cümle ahvâl, Pâdişâh-i âlem-penâh hazretlerinin malûm-i şerifleri oldukta, mezîd-i inâyet-i Padişâhîden bu kullarına Bin Gaddura ve Horin sancağı sadaka olunub, merkûm İbrahim bendelerine yüz bin akça zeamet ve Bige Beğ bendelerine İbrahim Paşalu Hurrem nâm çavuş ile fâlıir hil'atler ihsan olunub, mukaddema der-saâdete giderken gâret olunan pîşkeşlerin ve katlolunan âdemlerin teftişi vuku'u üzere görüblüb, arz olunması 9 B§ fermân olunub, Çavuş-i mezbûr, Bağdad’ta Süleyman Paşa’ya vâsd olub, irsâl olunan ahkâm-i şerîfeyi teslim ettikten sonra, Keyvân nâm kapucubaşısı ile sâlifü’z-zikr çavuş, hil'at ve evâmir ile Bige Beğ kullarına irsâl olunduğuna vâkıf olıcak, Gazi Han, kendü mefâsid ve mekâyidin def'ü ref’ içün fikr ider ki, Süleyman Paşa ve Erbil Beyi Hüseyin Beğ ve Şehr-i Zol Hâkimi Bige Beğ biribiriyle min cemi'il-vücûh müttefik olub, Bağdad’ta olan oğlun salıverirlerse, dahi beni bunda yürütmezler deyû 'ale’l-gafle Bagdad Beylerbeyisi kendü ile zıd olduğun arz ittüğünde, Pâdişâh-i kişver-sitân, ol zamanda Kara Buğdan seferinde olub, bu hususun sıdkı ihtimâli ile Süleyman Paşa’yı azl idüb, Bağdad beylerBeyiliğin bundan esbak Mar'aş eyâletinden mazûl olup, ol hinde livâ-yi Menteşe beyi olan Mehmed Paşa’ya[15] tevcih olunub, sâbıku’z-zikr kulları bu hususda bî-haber muktezâ-yi fermân-i âlî üzere husus-i 10 A§ mezbûreye mübaşeret ve teftişe şürû’ olunub, encâm bulmadın müşârün-ileyh Mehmed Paşa’nın kethüdası Bağdad’a vâsıl olub, fİ’l-hâl bu kulların İç kalenin dizdârın hanesinde habs idüb ve memur olunan teftişin görülmesi bertaraf oldu. Ba'de mürûr-i eyyam ile mezbûr Mehmed Paşa Bağdad’a vâsıl olıcak, Gazi Han gelüb mahmiye-i mezbûrede mülâkat idüb, hezâr ıltiyâm ve iltifatla muhabbet ve meveddetleri übüvvet ve bünüvvete mütcbeddil olmuş iken, Gazi Han’ın ekser akvâli hilaf ve cümle ahvâli lâf-i güzâf olub ve livâ-yi Mendilcin beyi olan Mustafa Beğ ve livâ-yi Gelin beyi olan kîş-i bed-endîş müşârün-ileyh Han’ın biraderleri olub, taht-i livâlarında olan fukara ve zu’afânın evlâd ü 'iyâllerin çeküb, darbile tasarruf ittikleriyçün havâss-i hümâyundan nice karyeler harâb oldu ve hüdâvendigârın kullarından nicesin kasden ve ‘amden, sırren ve ‘aleniyeten katlittikleri müşârün-ileyh Mehmed 10 B§ Paşa’ya malûm olub, der-i devlete vukû'u üzere arz ittikde, mezbûr-i hususun teftişi içün erkân-i saadet çavuşlarından Muhtesib zade Mehmed nâm çavuş mübâşir ve Bağdad kadısı Niksarlu Mevlâna Musliheddin Efendi tayin buyurulub ve Gazi Hân-i bed-gümânı âsitâne-i saâdete istenüb, fermân-i vâcib-i’l-iz'ân kendüye vâsıl oldukda ebâ ve müttekâ- yi bağy-i inâda iytika idüb, dokuz aded sâhib-alem emîr ile yek-dil ve yek-cihet olub, vilâyet-i Bağdad Ulusunun beş nefer ilkethüdası ile üç bin haneyi sürüb Pâdişâh-i âlempenâh kullarından bu hususta kendüye tâbi olanlara, himmet ve riâyet ve uymayanlara, kati ü hasâret idüb, kuzât-i vilâyetten iki kâdînin boynun urub, hâh-ü nâ-hâh nice ehâli-i vilâyeti yanınca sürüb ve tâc-i bi-revâcı başına urub Taht-i kisra derbendinden Mahideşt yolundan mürur idüb. Yeşim ve Güngür râhından Hemedan’a varub, hâkimi olan Abdullah Han ile mülâki olub, nice menzilden sonra Gülkabak yaylasında Şâh’ın ordusuna karîb olıcak, Şâh’a 11 A§ ‘ilâm olundukta, karındaşı Behram Mirzâ’yı istikbâline irsâl idüb, ta'zîmât-i ferâvân ile orduya iysâl ittiklerinde, Şâh-i gümrâh, asâkir-i bed-fi'âli ile cem'iyyet ve ve divân idüb, Hân-i hâin-i mezbûr, divanda Şâh ile buluşub, kendüsünden tafahhus-i ahvâl-i asâkir-i Ervâm-i lâzimi’l-ihtirâm-i saâdet- fercâm idüb, sevk-i kelâmında ümerâ-yi Ekrâdden Bige Beğ müreb- bâlarından Hacı Şıh nâm (bir) bey vardır, livâ-yi Bâbân’ı tasarruf ider. Rûz ü şeb vilâyet-i Merâga’ya tâbi olan halkı rencide itmeden hâli değildir. Benim ümerâmdan kimse yoktur ki, bu kürdü illerinden refc ve bu vilâyet halkından şerrini def' eyliye. Ol meclisde Gazi göğüs kakub, dav isteyüb, varayın her ne nev’ ile olursa ele getüreyim, Âhir Gazi Han ve nice ümerâ-yi divan, leşker-i hüsrân-nişânla livâ-yi Bâbân üstüne gelüb, ele giren fukarasın kırıb ve kurâsm harâb idüb, mezbûr Hacı Şıh bir sa'b dağı bicne idüb ve Bağdad cânibine muâvenet içün âdem salub, ol hinde 11 B§ sâbıku’z-zikr Mehmed Paşa yardım içün Bağdad’ın, tamamen askerin irsâl idüb, Hân-ı hâin Bağdad askerinin geldiğin istimâ idicek, gelüb irişmedin tedbir budur ki, bicneye yürüyeyin ve içinde darblanan halkın ele getüreyin, ertesi yürüyüş ettik de, ıneksûr ve maglûb olub, basılub, mahzûn ve makhûr ve hem gelen askerin havfinden firâr itti ve tekrar dönüp Şâh’ın ordusuna gitti. Bir müddetten sonra Gazi Han’a Şâh, vilâyet-i Şirvan’da Mahmud-âbâd, Bâkû ve Şamirân derbendi, Demirkapu hanlığın virüb ba'de mürûri’z-zeman Şâh-i nirân-mekân tarafından ba'zı kabâyihi zahir olmak ile mezbûr Hân-i hâini ve karındaşı Mustafa Beğ’i ve Sultan Ali Beğ’i ki, kendü ile tarîk-i isyânda hem-'inân idi, bi’l- cümle katletmeğiçün Şâh’ın karındaşı olub, vilâyet-i Şirvân’da Şemâki hâkimi olan Elkas Mirza’ya mektub irsâl olmağın, mezbûr Elkas, Han(ı) ve mezkûrân(ı) yanına da'vet idüb, geldikleri gibi boyunların urub ve Şâh kapusunda 12 A§ olan Kîş nâm karındaşın ve bile hâin olan Kara Veli Beğ’i Şâh, eşedd-i cazâb ile katlidüb, saâdetlu Pâdişâh-i dîn-penâhın bed-duâsma mazhar düşüb, hemîşe ‘adâ-yi devlet makhûr ve semigûn ola. Akibü zalik, Bağdad Beylerbeyisi Mehmed Paşa tarafından Bige Beğ bendelerine, Gazi Han isyânından sonra, mektub vârid olub, mazmununda eğer Pâdişâh-ı cihân-penâh hazretlerinin hüddâm-i vâlâ-mekâmları idâdından isen gcrekdir ki, taraf-ı surh- serden baş ve dil alub, bu cânibe irsâl idesin ki, senin sadâkat ve istikametin bargâh-i felek-iştibâha arz olunub, oğlun ıtlâkına sebeb oluna deyü, ‘ilâm olundukta, Bige Beğ bendeleri bilâ-tevakkuf ikdâm ve irkam üzere olub ve husus-i mezbûra ihtimam-i tâm idüb, karındaşı Mehmed nâm bendelerin bir mikdar askerle irsâl idüb, anlar dahi varub, Hemedan’a tâbî îsfendova nâm nâhiyesin basub, gelüb mukabele iden halkların kati ve iki yarar korıçıların tutub 12 B§ Bige Beğ bendelerine getürüb, Bige Beğ bendeleri kesilen başları ve getürilen korıçıları yarar âdemiyle Bagdad’a irsâl idüb, müşârün-ileyh Mehmed Paşa dahi bilâ-meks der-i devlet-meâba irsâl ve Bige Beğ kullarının sadâkat ve istikametin arz idüb, fütûr-i tâli'inden âsitâne-i saâdete vâsıl olmadın, mûmâ-ileyh Mehmed Paşa rahmet-i hakka mütevâsıl olmağın hizmeti, sem’-i Pâdişâh-i gîtî-penâha yetişemedüğü bî-huzurluğu ile bu bendelerinin ahvâline mukayyed olmayub emma, her-bâr Bağdad’a gelen beylerbeyilere ‘alâka-i ‘ubûdiyetin kat‘itmeyüb hizmet ve itâat ve inkıyâd üzere olub, bu bendeleri kal‘a-i Bağdad’da on iki yıl ve on ay mahbûs ve necâttan meyus olub, emmâ li’l-lâhi’l-hamd rûz ü şeb tekmîl-i nüfus-i insâniye ve tahsîl-i âdâb-i Osmaniye ile me’nûs olub ve Gazi Hân-i hâin katlolunduktan sonra, yanında olan âdemleri tarih-i mezbûrda Şirvân hâkimi olub Tahmasb’ın karındaşı Elkas Mirza’ya nöker olub ve endek 13 A§ zemânda anların ifsâd ve tahrikiyle mezbûr Elkas, istiklâl da'vâsın idüb, bu kıssa Şâh’a mün’akis olduğu gibi ‘itimâd itmeyüb, imtihan içün bazı husus teklif idüb, iltifat itmeyüb, yanma da'vet ittikde, icâbet itmemeğin, asker ile mezbûr Elkas’ın üzerine gelüb, Şirvân serhaddine vâsıl olduğu gibi, Şâh’ın âyân-i askeri Şâh’tan şefâat idüb, Elkas’ın oğlu ve validesi varub, istişfâ' ile mâ-Beynleri sureta ıslah olub, emma biri biriyle mülâkat olmayub, Şâh dönüb bir kaç konak girü varub, Elkas’a mektub irsal idüb ki, vilâyet-i Çerkeş’e sefer idüb, benim için bir mikdar esir tedarük idüb, irsal idesin didüğün, Elkas, Çerkeş üzerine akına gittikde, Şâh yine fi’l-hâl rücû' idüb, vilâyet-i Şirvân’a, girüb, Elkas’ın ve nökerlerinin ehl ve'iyâllerin ve mâl ve menâllerin temâmen zabtidüb, bu haber Elkas’a vâsıl olmağın, girü dönüb 13 B§ Şâh ile mukabele sevdasın idüb, lâkin yanında olan asker muvafakat itmeyüb, cümlesi gıybet idüb, varub Şâh’a ittibâ' idüb, Elkas yanında kendi emckdârlarından bir nice kimesne kalub, âhir, tedbir-i hezârdan sonra halâs(ı) firârdan fehmidüb, Derbend-i Demirkapu’dan mürûr ve Çerkes-i Azak içinden kavm-i Şemhâl arasından ubûr idüb, Kefe şehrine irüşüb, mahall-i mezbûrdan Dersaâdet’e vâsıl olub, pâye-i serîr-âlâya yüz sürmek saâdet(iy)le müstes'ad olub, iltifât-ı şâhâneye mukarrin düşüb, rikâb-i saâdet-intisâba arz-i hâl idüb, ahz-i intikam içün istimdâd eyledikte, gayret-i Pâdişâhâne zuhûre idüb, merkûm Elkas’ın intikamı içün diyâr-ı Acem’e teveccüh-i hümâyun buyurub, mürûr-i eyyâm ile Tebriz’e vâsıl olub, ne düşmenden rûbe-rû eser peydâ ve ne ‘adüvden nişân hüveydâ olmamağın saâdet ile Pâdişâh-i âlem-penâh sefer-i mezbûrdan müraca'at idüb, Van kal'ası üstüne gelüb, birkaç gün 14 A§ muhasara olunduktan sonra kal'a-i merkûmenin burç ü bârûsun kuvvet-i kâhire-i sultanî ile zîrü zeber ve hâke berâber idüb, etraûna da yürüyüş ile fetholunmak sadedinde iken, içinde olan sükkân-i bed-gümânları sâdâ-yi âmânı evc-i âsümâna irgörüb, hezâr tezellül ve tazarru' ile istişfâ' ve istî'mân ittiklerinde Pâdişâh-i mürüvvet ü mcrhamet-ünvân hazretleri zikr olunan melâhide-i sakar- âşiyân hakkında berât-i ‘afv ü âzâdî ihsân idüb, cümlesin mâl ü menâli ve evlâd ü ‘iyâlleri ile ıtlâk idüb, kal‘a-i felek-irtifâ'a kanûn-i kadîm-i sultânı ve âyin-i bi-adîm-i hâkanî üzere kal'aya dizdâr ve müstahfiz tayin buyurup, vilayete mîr-mirân ve ümerâ nasb ettikden sonra, kendüler saâdet ve ikbâl ile Bidlis yolundan ve ovasından mahmiye-i Âmid’e teveccüh-i hümâyun buyurub, vâsıl oldukda, Şâh-i gümrâh Erzurum ve Tercan’dan Erzincan ovasına varub, rcâyâ ve berâyâya zulm ü te'addî idüb, mâl ve menâllerin almağa iktidarı 14 B§ olmamak ile hayvanâtın ekseri tîğ-i helak ile hâk-sâr ettüğü sem'-i şerîf-i şehri-yârîye vâsıl ohcak, bilâ-tevakkuf cüyûş-i zerrîn-pûş ile hurûş idüb, hezâr satvet ü mehâbet ve şiddet ü salâbet birle ol fırka-i dâllîn ve zümre-i 'adüy-i dinin def'ü kam'ı içün mahrûse-i mezbûrdan elviye-i nusret ü fethi rcf'idüb vakt-i meymûn-saât-i hümâyûnda Çülek nam mevzi'e şeref-nüzûl buyurduklarında, âsâf-i ekrem, vezir-i âzam, merhûm Rüstem Paşa, merkum Elkas’ı meclis-i hâssına da‘vet idüb, bundan akdem, rikâb-i saâdet-intisâb-i pâdişâhîye rûy-mâl ettüğünde, serhadd-i memâlik-i İslâmiyeye vusûl ve mesâlik-i meşâri'-i şarkiyeye duhûl bi-inâyeti’llâhi’l-meliki’l-ma‘bûd husûle mevsûl olıcak, Şâh-ı gümrâh-i dalâlet-destgâhm ekser askeri, belki cümlesi Tahmasb-i mezbûrun şerr-i şûrûndan bî-huzûr ve mekr-ü hiylesinden nüfûrlardır. Bizi istikbâl ider deyu Pâdişâh hazretlerin bu sefere tahrîs itdün 15 A§ bu kadar zemân ve bunca ân, ol denilen cevâbın eseri zâlıir olmadı. Bu kadar dâd ü sited ve kati ü harb ki, vâki olmuşdur, sebeb ve bâdî olduğuna binâen vebâli senündür deyü tevbîh idicek, Elkas âsâr-i şermendegî ve hacîletî izhâr idüb, bu kullan cenâb-ı şerif ve südde-i refîc-i Pâdişâhîye teveccühe niyyet ve azimet idicek, ümerâ-yi asâkir-i dalâlet-pîşenin ba'zından bu dilrîşe mûtemedün-aleyh âdemler ve mektublar vâsıl olub, mazmûnunda tâbi olub, her emre imtisâl itmek va'de itmişlerdi. Çünki anların ittifakı vifâk ve perâken-delikleri nifâk imiş, bendelerine bir mikdar asker inâyet buyurun, varayım, Bağdad cânibinden mesâlik-i Taht-i kisradan, bilâ-mehl Irâk-i Acem memâlikine dahi idüb, mukabele iden bed-girdârlar ile kâr-zâr idüb, hisâr-i nâmdâr ve kılâ'i üstüvârların târ ü mâr idüb, tahassun idenlerin ekserin tû'me-i şemşîr-i âbdâr ve bazısın esir ü giriftâr idüb, himem-i sâmîye-i Pâdişâhi birle vilâyet-i memleketin 15 B§ teshir ideyim didüğün, Rüstem Paşa vâki ‘olan ahbârı pâye-i şerir âlâya arz idüb, bu re’y-i matbû, tab‘-i şerîf-i şâhânelerine makbûl gelüb, envâ-i inâyet-i husrevânî ile mer'î ve esnâf-i himâyet-i hâkânî birle mahmi olunduktan sonra, nice kıtâr hazâin-i bîşümâr ve asâkir-i ‘adüv-figâr tayin olunub, erkân-i saâdet çavuşlarından Mehmed ve Osman nâm iki çavuş ve Bağdad gönüllülerinden üç yüz neferi ve üç yüz atlu yeniçeri virülüb, ehâli-i vilâyetten kim ki bile giderse ruhsat ve her kim uyarsa icâzet virülüb, Çülek nâm mahalden sene hamse ve hamsine ve tis‘a mi’e şabanında vilâyet-i Bağdad savbine revâne olunub, kat‘-i menâzil ve tayy-i merâhil ile Mardin ve Nusaybin yolundan livâ-yi Musil’e vasıl ohcak, tayin buyurulan asker ber-mûcib-i fermân müstevcib-i kazâ ve kader ihzâriyçün, Vilâyet-i Bağdad Beylerbeyisine müşârün-ileyh Osman Çavuşu ulak ile irsâl idüb, Elkas birkaç gün kasaba-i Musil’de ârâm idüb, vilâyet beylerinden 16 A§ mezbûr Elkas’a her kim ki giderse men‘ olunmayub, ruhsat ve icâzet virilmeğin, askerinin cem'ine meşgul oldu. Bu taraftan Pâdişâh-i dîn-penâlı hazretleri şehr-i Âmid’ten mürur idüb, muzâfât-i memâlikinden livâ-yi Harbut ovasına nüzûl-i iclâl buyurdukda, Şâh-i bed-endîş Ebü’l-feth Pâdişâh hazretlerinin asâkir-i deryâ-hurûş ile üstüne teveccüh-i hümâyunların istimâ' ittikde, bir ân ârâm ü karar idemey'üb, bi-ihtiyâr Erzincan’dan bırağub, firâr itmek üzere iken, târih-i mezbûrde Musil beyi Osman Paşa dilâverân-ı rezm-ârâ ile ılgar idüb, bir gice mahall-i merkümede Şâhın ordusunun bir tarafın basub, nice yarar âdemlerini dest-gîr ve nicelerinin cism-i habâset-siriştlerin tû’me-i şemşîr ittikde, fi’l-hâl Şâh-i bed-fi'âl asâkir-i şeytanet-hisâli ile hamiyyet ve gayret-i Pâdişâhîyi derk idüb, vilâyet-i Erzurum’dan göçüb, varub, Tebriz ve Nahşevan semtine sâlik oldu(ğu) rikâb-i Pâdişâhîye arz olundukda, asâkir-i İslâm-i vâlâ-makama 16 B§ mümkün ve mütehammil olduğu yerlere kışlamağa icâzcet ve fermân olunub ve vüzerâ-yi âsâf-rây-i mülk-ârâdan Vezîr-i sânî Sufî Mehmed Paşa’ya iki bin beş yüz yeniçeri ve sekbanbaşı olan serdarları ve gurebâ tâifesinin iki bölük ağaları ile birkaç müteferrika ve çavuş Rumeli beylerinden Hüseyin Şah Beğ ve Podyan Ali Beğ tayin olunub, hıfz-ı siyânet içün Bağdad’a irsâl olunduktan sonra, saâdetlu Pâdişâh devlet ve ikbâl birle vüzerâ-yi âlî-mekâm ve hüddâm-i zevi’l-ihtirâm ile mahmiye-i Haleb cânibi ne kışlamağa gidüb, bu cânibden müşârün-ileyh Elkas kasaba-i Musil’den göçüb, şatt-i Dicle ve Zab ırmağından geçüb, Erbil livasından mürûr ve Altınköprü ırmağından ubur idüb Dâkuk ve Kerkük sancağına vâsıl olıcak, sekiz bin mikdarı er y'anına cem'olub, ümerâ-yi Bağdadtan sancaktan münfasıl olan Hacı Ferhad Beğ ve Bacevan beyi Dönmez Beğ ve Ahmed Beğ ve Karatepe sancağından mazûl olan Kaytmaz Beğ 17 A§ ağır züemâdan Masum ve Kalender ve sâyir erbâb-i timârdan ve züemâdan nice kimesneler gelüb, vâsıl olub vilâyet-i Bağdad’a tâbi yörük tâifesinden Kara ulus nâm maruf göçürek kethüdâlarma sancak virilmek içün Elkas’ın yanma derilüb, cenâb-ı Pâdişâhîden sancak virilmeğe ruhsat ve emrim vardır. Ellerine bayrak virüb ve mevâ'id-i bî-şümâr idüb ve bir mikdar akça virüb, size tâbi olan âdemlere kısmet idin deyü ihsan etdi. Ve Bağdad’da tâyin olan asker-i zafer-rehber nâhiye-i Hâmkin’de gelüb serdarlariyle Elkas’a buluşub ve askeri ile karışub, umûmen cem' olunan asker râh-i Kasr-i şirin’den livâ-yi Derteng yolundan mürûr Taht-i kisra derbendinden, Malıideşt nâm mahalden ubûr idüb, dâmen-i Kûh-i Bîsütûn’dan Tâk-i vistân’e nüzul ettikde, vilâyet-i mezbûre ahşânundan Kızılbaşa tâbi ulus hânelerinden hayli kimcsnc gelüb Elkas’a mülâkat olub, mezbûr haneleri Elkas’la bile olan Bağdad’ın üç nâmdar yörük kethüdaların 17 B§ koşub, Bağdad savbine irsal idüb ve Dinever dimekle marûf kasabaya asker gönderüb, hâkimi olan Çerağ Sultan, Şâh-i gümrah ile bile olmağın, Dinever’de Kızılbaştan eser olmadığıyçün varan asker Çerâğ’ın âdemlerinin ehl ü 'iyâlin esir ve emvâllerin gâret idüb götürüb, Elkas andan göçüb, Güngür kabasına varub, içinde bir mikdar rustâyî surh-ser bulunmağla kabayı bağlayub ve Elkas askeriyle çevirüb, kaba halkı yürüyüşde tüfeng ile birkaç âdem vurub, âhir, kabayı feth idüb, içinde olan halkın katl-i âm ve emvâllerin gäret ittiler, bi’t-temâm. Ve Güngür’den göçüb, kasaba-i Saydova’ya varub, içinde sakin olan Kızılbaşlarm ehl ü ‘iyâllerin esir idüb ve mâl ü menâllerin yağma idüb, göçüb şehr-i Hemedan’a varub ve şehr-i mezbûr ol hinde Şâh Tahmasb’ın ana ata karındaşı olan Behram Mirzâ’nın tasarrufunda idi. Ve Elkas vardıkta Behram’ın haremi ile oğlu Bedbüz-zeman’ı yanma alub ve cemi’ memâlikin 18 A§ kabz idüb şehir damgasını ve oğlunun lalası olan Şah Nazar’ı tevâbi'i ile yanınca sürüb ve Behram’a müte’allik olan nökerlerin ve bi’l-cümle ağaların ehl ü ‘iyâl ve mâl ü menâllerin Elkas âdemlerine kısmet idüb ve Heme dan chalisine salgın salub, cem’ olunan akçayı alub ve kasaba-i Dergüzin’e asker irsâl etdi. İçinde sakin Şâh korıçılarının evlâd ve ‘iyâllerin esir getürdüler ve emvâllerin yağma idüb süpürdüler. Andan göçüb nâhiye-i Sılahor’a gitdi ve Kûh-i Elvend’ten Hezârhânî yaylasına nüzul itdi. Çcrân ve Pürhân nâhiyesine kondu ve Kum vilâyetine müteveccih oldu. Ol zamanda kasaba-i merkum Mühürdâr-i Şahkulu Halifenin tasarrufunda idi. Mezbûr Halîfeye müte'allik âdemlerin ‘iyâllerin esir idüb, emvâllerin aldı ve Şâha müte'allik bazı cebehânede hayli cebe ve cevşen var idi. Cümleyi kabz itdi. Ve ehâli-i şehrden bir mikdar akça cem’idüb gitdi, varub Kasım-âbâd’a kondu ve Irak tarafında ve Rumey ve Rey-i şehriyâr 18 B§ cânibine asker saldılar ve Kızılbaş sultanlarının ve halîfelerinin cemi’ ehl ü 'iyâllerin ve mâl ü menâllerin aldılar ve Sanenci? menzilde Elkas, Kâşân’a yetişdiler ve Irak cânibine giden asker dört beş günden sonra gelüb, orduya karışdı ve Kâşân, Şâh’ın hâslarından olub, içinde şâhlığa müte'allik mahzûn ve meknûz olan esbâbın cümlesin alub, kabz idüb ve şehir hocalarından küllice akçe cem'idüb, göçüb Gemre ve Gulpâyegân nâhiyesinden Honsar yolundan Isfahan cânibine varub, şehr-i mezbûreye karîb irişdikde, Kızılbaş beylerinden Seyyid Mansur Kemâne bir nice âdem ile içinde bulunub, İsfahan hissarın bağlayub, iltimasına çâre olmamağla Elkas, vilâyet-i Fâris savbinc müteveccih olmak istedikde, asker halkının içine ihtilâl düştü ve cemi'si Hacı Ferhad Beğ ve Dönmez Beğ başına üşdü. Biz bundan öteye varmazız ve ‘iyâlimizi terk itmeziz, Lûristan dağlarından aşub, Bağdad semtine ehl ü ‘iyâlimize gideriz, deyü müttefik oldular. 19 AVe Elkas yanında çendân kimesne kalmaduğun müşâhede idicek, beylere ve askere ağaların ve kethüdasın saldı ki, benim yedimde saâdetlu Pâdişâh hazretlerinden ahkâm-i şerife var ki, Horasan cânibine gidem ve ol vilâyeti feth idem ve halkını cümleten kendüme döndüreyim ve saâdetlu Pâdişâh hazretlerinin cânib-i şerifinden vârid olan nâmeleri Mâverâü’n-nehr semtinde Özbeg hanlarına irsâl idüb göndereyim ki, Şâh benim üzerime geldikde, bana mu'în olalar. Gelin hükm-i şerife muvafakat idin. Herne denlü cidd ü cehd itdi kimesne uymadı ve ol semte gitmesine çâre olmadı. Âhirü’l-emr Elkas didi ki, kış eyyâmında bu dağdan aşmak gayet de sa'b ve müşkildir ve bildiğimiz yoldan gitmek münâsib değildir. Varub îsfidkaba derbendinden Kûh-i Kilü’den, aşalım ve Şuşter nahiyesinden Dizüpul ve Bayât cânibinden Irak-i Arab’a düşelim. Asker halkı bu re’ye râzi oldular. Kalkub iki menzilde Yezd-i hâs 19 B§ kal’asına varub, kabanın içinde birkaç Kızılbaş olmağla kapusun bağlayub hisar ettiler. Âhir, asker halkı yürüyüş idüb kabayı feth idüb, ehâlisin cümle tû'me-i şemşîr, ehl ü 'iyâllerin esîr idüb, emvâllerin temamen gâret ve sükkânma külli hakâret idüb, tekrar Eikas şehr-i Şiraz cânibine müteveccih oldukda, asker halkının biri kendisine yâr olmayub, dönüb Deh-Ali nâm kasabaya çâr ü nâ-çâr irişdi ve Isfidkaba derbendi yolundan câme- kutâh, Lûristan’ı içinden geçerken, evvelâ vilâyet halkının külli kemândârı ve ceng-cûy yaran askerle yoluna gelüb üzerlerine tîrbârân idüb, hayli âdemlerin helâk ve nicesin efkende-i hâk idüb, hezâr mihnet ile derbendden aşub, bin belâyile nâhiye-i Bebehan’a düşüb ve andan nâhiye-i Deh-deşt’ten Râmuz’a konub, Zinderûd ırmağı üstünden dönüb geldikde, nâgehân Şah Tahmasb geldi deyû âvâze oldu. Asker halkı harflerinden suya urub ve acele ile esbâblarm geçirüb, meğer ol eyyâmda suyun tuğyân zamanı ve baharın 20 A§ âvânı idi. Askerin mahmûl olan davarları suya batdı ve esirlerinden küllî nefs garkolub gitti. Esbâbdan bî-nihâyet ve insan ve hayvana küllî hasaret oldu. Ve şâhın gelmesi hilâf ve âvâzesi bir lâf-i güzâf oldu. Elkas, Şuşter kal'ası üstüne komıb, birkaç gün bekleyüb, iyilik ile kal'ayı sükkânından isteyüb verilmesine râzi olunmayıcak âhir, yürüyüş idüb, hisarın hendeğine düşüb, hisar içinde olan tüfengçiler birkaç kimesneyi urub, şehid idüb ve asker halkı zahireye müzayakaları olmağla mezbûr kal'ayı bırağub, Dizpul kal'ası canibine gidüb, anı dahi bağhı ve mahsur bulub, göçüb Kerha nâm ırmağa irişdikde, geçidi müzik, ve dibi amîk olrnağla ubûr iderken, zebûn davarının ekseri garkoldu. Ve mezbûr yerden geçüb iki menzilden sonra Bağdad’a tâbi kal'a-i Bayat’a yetişdiler. Dârü’l-emne gelüb güya asker hayata irişdiler. Sâbıka Bagdad muhafazasına 20 B§ gelen vezir Mehmed Paşa Elkas’ın döndüğünden istimâ ve âgâh ohcak, ulak ile Hurrem Çavuş’u irsal itdi ve mektub içinde bunu suâl itti ki, bu semte tekrar gelmek accb ve azminden dönmeğe ne sebeb oldu? Elkas dahi cevab virüb ayttı ki, asker halkı ser-keşlik idüb, beni hâh ü nâ-hâh bu cânibe döndüler ve mektub ile dahi ‘ilâm itdi. Mehmed Paşa vâki olan ahvâl(i) âsitâne-i saâdete arz idüb ve Elkas dahi Bayat’tan göçüb, nâhiye-i Cestân’a nüzûl itdi. Ol zamanda Kızılbaştan firâr iden Lûristan hâkimlerinden Şâh Rüstem Beğ ve Muhammedi Beğ, livâ-yi Cesıân ve Bedre beyleri olrnağla Elkas ile mülâkat itdiler ve nâhiye-i mezbûreden göçüb, kasaba-i Mendilcin’e gelüb, bir müddet oturak idüb ve Mehmed Paşa cânibinden âsitâne-i saâdete meb’ûs olan ulak ile çavuşlar irişdikde, arz olunan ahvâl, pâye-i serîr-i âlem-masîre temâm malûm oldukda, mezîd-i inâyet-i Pâdişâhîden Elkas’a kılıç ve kaftan irsâl olunub 21 A§ ve Mehmed Paşa’ya hüknı-i şerif vârid olub, yanında olan bölük ağalarından Bayezid Ağa’yı kılıç ve kaftan ve der-kîse olan ahkâm-i şerîf(e) ile gönderesim doyu fermân olundukta, buyurulduğu üzere vâsıl olunub, sürûrundan Elkas kalkub, üç konak beri Bağdad cânibine gelüb, kasaba-i Şehrebân’a konub, diyâr-i Acem’den getürdüğü tohaf-i bî-şümâr nice kıtâr deve yükü ile kethüdası Emir Aziz ve Behram Mirzâ’nın oğlu lalası olan Şah Nazar Beğ’i tevâbi'i ile âsitâne-i saâdete irsâl idüb, bir kaç günden sonra yanında olan orduyu, nâhiye-i Zengî-âbâd’a Kubbeçemeni nâm mevzi'e gönderüb, kendisi ziyaret kasdı ile üç yüz mikdarı âdem ile Bağdad’a müteveccih olub, yakın olduğu gibi Mehmed Paşa karşı çıkub, istikbâl idüb ve Elkas’ın otağı Hazret-i İmâm-i Âzam kaddes’Allahu sırrehu’l-azîz kal'ası ile Bağdad hisarı mâ-beyninde konub, ertesi Mehmed Paşa’ya 21 B§ âdem irsâl idüb, on nefer âdem ile hamama gitmek ve nefs-i şehrde âsûde olan mezârât-i meşâyih-î ‘izârnı ziyaret itmek isterim deyu isticâze itdikde, Mehmed Paşa rızâ virmeyüb, Elkas bu hususta münkesir olub, gemi ile şatt-i Dicle’den ubûr idüb, ol civarda âsûde olan Hazret-i İmâm Musa Kâzım ve İmâm Muhammed Ccvâd kaddes’ Allahu sırrehum el-aziz mezâr-i şeriflerin ziyaret idüb, ertesi göçüb, iki menzilde karye-i Müseyyib’e konub, gemi ile Fırat şattm(ı) ubûr idüb, Kerbelâ’ya varub, Hazret-i imâm Hüseyn radiy’Allahu ’anh yanında âsûde olub, evlâd ü ctbâ'ı ve düşen şühedâyı ziyaret idüb ve andan ereteye kasaba-i Necef’e varub, Hazret-i İmâm Ali kerrem’ Allahu vechehu âsitanesin ziyaret idüb, iki menzilde kasaba-i Hılle’ye uğrayub, gemiler ile bağlanan cisr köprüsün geçüb, Bağdad civarında konduğu otağına gelüb 22 A§ ‘ale’l-fevr göçüb, Mehmed Paşa’dan hâtır-perişân üç dört konakda ordusu olan Kubbeçemen’de askerine kavuşub, bir nice eyyam anda sükûn idüb, andan göçüb livâ-yi Kerkük’e tâbi Kara Hasan yaylasına nüzul idüb, ol cânibden der-i devlete giden kethüdası Seyyid Mîr Aziz, âsitâne-i saadete irİşdiği gibi, ilettüğü hedâyayı çeküb ve pâye-i serîr-âlâya yüzün sürüb ve diyâr-i Acem’de vâki’ olan ahvâlin arzı sunuldukda, Pâdişâh-i âlem-penâh hazretleri Bâb-i hümâyun çaşnigîrlerinden Zâhid Ağa ile birkaç bin filori ihsân ve mükerrer kılıç ve kaftan(ı) Seyyid Mîr Aziz ile irsâl idüb, yolda gelürken Diyarbekr’e tâbi Ruha kasabasına irişdikde, ardlarınca emr-i şerif ile çavuş irişüb, Seyyid-i mezburu Mardin kal'asına iledüb, habs idüb ve irsâl olunan hazâin(i) mevzî’i mezbûrede alıkoyub ve saadetin Pâdişâh-i İslâm-penâh hazretleri 22 B§ mahmiye-i Haleb’den çıkub, Diyarbekr cânibine müteveccih olub, saâdet ü ikbâl ve şevket-i iclâl ile birkaç menzilde Karacadağ ve Elmalu yaylasında ordu-yi hümâyun ile nüzûl idüb ve Elkas der-i devlctde vâki’ olan ahvâli istimâ’ idüb, vâkıf oldukda, serâsimc olub ne cânibe varacağın bilmeyüb, âhir, Bige Beğ bendelerinin Bağdad’(a) tâbi Karatepe ile Bâbilân sancağından ma'zûl bir bed-baht ve kem-saâdet karındaşlarından Kaytmaz, Elkas ile diyâr-i Acem seferine bile gitmişidi. Elkas’ı idlâl idüb ki, Şehr-î Zol Hâkimi Bige Beğ üç yıldır ki, sâhib-firâşdır. Şehr-i Zol’e varalım, hiç kimesne sana karşı durmaz, fethidelim, Elkas dahi mezkûrun kelimâtına 'itimâd idüb, Eymân Şadırbcndinden geçüb, Çınar nâm pınara konub, sonra Kerkük beyi olan Başıaçuk Budak Beğ, Elkas’tan dönen bir iki âdemi dutub, dil alub ve ulak ile mezbûrânı Mehmed Paşa cânibine irsâl idüb, müşârün-ileyh Paşa dahi 23 A§ ’ale’l-fevr Elkas’ın ol cânibe gitdüğün ulak ile der-i devlete arz idüb, pâye-i serîr-i âlem-masîre ulak irişüb, arz olunan ahvâl malûm olundukda, Diyarbekr beylerbeyisine Bağdad’a tâbi livâ-yi Erbil’de demek itmeğe ferman olunur ve Rumili beyler Beyisi dahi asker ile livâ-yi Musil’de cem'iyet olunması buyu-rulur. Ve ol cânibde, Mehmed Paşa, yanında olan kapu halkı ile Bağdad beyleri ile livâ-yi Kerkük’te dernek itmeğe gider. Saâdetlu Pâdişâh-i İslâm-penâh hazretleri Elkas haberinin hakikatin bilmek içün erkân-i devlet çavuşlarından Konyah Kara Ali Çavuş’u irsâl ider. Mezbûr çavuş vusûl buldukda, Elkas dir ki, ben Padişah hazretlerinin bir kemine bendesiyim emmâ, vezirler beni gücele âsî itmek isterler. Ağalarından Aydoğmuş nâm âdemin Ali Çavuş’a koşub der-i devlete revân ider. Âsitâne-i saâdete irişdikde Rüstem Paşa, çavuşun götürdüğü haberi pâye-i serîr-âlâya bildüğü gibi arz ider. Aydoğmuş’u 23 B§ çengele urdurub anadan doğmamışa döndürüb, sâbıka Behram’ın âdemlerinden ki, Elkas âsitâneye irsâl itdüğü Şah Nazar Beğ’e livâ-yi Diyarbekr’e tâbi livâ-yi Siverek virilmiş idi. Mezbûrun ve oğlunun boğulmasına Diyarbekr beylerbeyisine çavuş ile fermân-i şerif vârid olub, ol hinde haklarından gelinüb ve ol cânibde Vezir Mehmed Paşa, Kerkük kal'ası önünde dernek idüb, Rumili beylerinin yararlarından ve Diyarbekr’e tâbi Kürdistan hâkimlerinin nâmdârlarından Mehmed Paşa’nm üzerine cem' olub ve Kerkük beyi Başıaçuk Budak Boğ müşârün-ileyh Paşa’dan dâv isteyüb ki, bana asker vir, varayım, Elkas’ın ordusun basub, bolay ki ele getüreyim. Merkum, Başıaçuk Beğ’e külli asker koşub, iki gün ılgar idüb, Elkas’ın otağına karîb oldukda Elkas haberdâr olub, umûmen askeri ile at sırtına gelüb mâ-Beynlerinde karavullar elleşüb, tarafeynden biribirinc dokuşmağa cür’et olunmayub, Elkas eşkâl ve ahmâlini yükledüb 24 A§ askere karşu göçüb, bir konak Şehr-i Zol’ün ovasına doğru gidüb ve serdâr olan Başıaçuk Budak Beğ askeri dönderüb, Mehmed Paşa ordusuna geldiler. Ve ol eyyâmlarda Diyarbekr Beylerbeyisi Ayaş Paşa[16] askeri ile ve olanca beyleri ile Kerkük’e kârîb livâ-yi Erbil’de dernek idüb ve ol hinde Rumili beylerbeyisi olub, hâlâ Vezir-i âzâm olan 'Adudü’d-devleti’l-kâhire Mehmed Paşa[17] edâm’Allahu ta'alâ ikbâlehu hazretleri dahi taht-i eyâletinde olan ümerâ ve sipahisi ile livâ-yi Erbil’e karîb livâ-yi Musil’de dernek idüb, Mehmed Paşa’nın ednâ işaretine fermân ve Elkas tarafına dîde-bân olub, ol cânibden Elkas’ın asker ile elleşdüğü ve bir konak Şehr-i Zol ovasına kaçduğu casus ile Şâh Tahmasb’a haber vardıkda Şâh, Tebriz’den kalkub, dört beş konak beri Şehr-i Zol civarında kal‘a-i Sarukurkan’a tâbi Taht-i Süleyman nâm yaylaya konub, Elkas cânibine mütevecceh oldu. Sonra Elkas, Bige Beğ bendelerine âdem 24 B§ gönderüb ki, vilâyetinde bana bir mahfuz yer viresiz ki, birkaç gün anda tahassun idem. Bige Beğ bendeleri dahi cevab virir ki, senin Şehr-i Zol’e duhûl itmeğünc bile rızam yokdur. Zira bu arahkda menşe-i fitne oldun. Elkas bu serd cevabı işidicek Şehr-i Zol’ün aşağı cânibinden livâ-yi Derteng yolundan Lûristan tarafına gitmeğe müteveccih olur. Vezir Mehmed Paşa bu ahvâle vâkıf ohcak, Rumili beylerinden Toygun Beğ’i serdar idüb, ümerâdan bir nicesin bile koşub ve yanında olan kapu halkından ve gayriden külli leşker irsâl idüb, bir gün ve iki gece ılgar idüb, seğirtme yolundan ve Gâvur kal'a nâm derbendi aşub, Şehr-i Zol içinden akan Tut geçidinde cümle eşkâl (ü) ahmâlin alub, nice âdemlerin esir ve ba'zısın tû‘me-i şîr-i şemşîr idüb, andan yine tekrar firâr idüb, Şehr-i Zol’ün içinden, Çağan gedüğü üstünden Beğbasan derbendinden aşmasına niyet idüb, Bige Beğ bendeleri Elkas’ın böyle girîzanlığın 25 A§ ve ser-geşte ve bî-sâmânlığın ve Pâdişâh-i âlempenâh hazretlerinin âsitânesinden rû-gerdanlığın istima'idicek Bige Beğ bendelerinin oğlu kal'a-i Noyi beyi olan Alemüddin’e âdem gönderüb ki, varub askerin ile Beğbasan yolun bağlayasın, Elkas’ı Acem semtine aşmasından men'ü def' idesin, eğer eyülük ile men' olunmazsa el kaldu- ranın kırub, ele gelmeyeni mümkün olursa dutasm deyû mektub vârid oldukda, bir ân ve bir sâat tehir itmeyüb, olanca âdemi ile varub mevzi'-i mezbûru hıfz idüb, Elkas irişdüğü gibi yoluna çıkub, külli ceng ü cidâl ve darb ü kıtâl olub, Elkas cânibinden külli âdem helâk ve nicesi âlûde-i hûn ü hâk oldu. Ve asâkir-i Pâdişâhîden kurtulancası esir ve nice yarar âdemleri dutulub dest-gîr oldu. Mezbûr Elkas, ol vartadan gücele halâs oldu. Şehr-i Zol muzâfâtından Mehrevan ovasına konub, bunu azmetti ki, âdemisinin yararını ve atın 25 B§ güzidesin intihâb idüb, livâ-yi Babân’ın bir köşesinden ve Kızılbaşa tâbi Urmi(ye) içinden kalca-i Güverçinlikle ki, Şorca denizin kenarından dolanub, doğru Çukursu vilâyetinin içinden Karabağ diyârından vilâyet-i Şirvân’a düşem. Bu tedârükde iken meğer, Şehr-i Zol’de Şâh’ın casusu hazır imiş ki, ol hinde Elkas’ı asker basub, Mehrevan cânibinc girîzân olmuş idi. Mezbûr casus, vâki olan haberi Şâh Tahmasb’a iletdükde, Behrâm Mirza’yı küllice asker ile irsâl idüb, bir gün bir gece de şeb-hûn idüb, ertesi duhâ zamanında Elkas’ın üzerine dökülüb, üstünden âdemini dağıdub ve ele giren âdeminin ekserin kırub ve Elkas bir nice âdem ile firar idüb, bir dağa düşüb, Sorân nâm yaylada Söhrâb’ın ordusuna girüb, Söhrâb’ın yanına varub sığınur. Bu haber, Bige Beğ bendelerine irişdikde, Söhrâb’a âdem salub, Vezir Mehmed Paşa’dan çavuş gelmiştir, Elkas’ı getür, müşârün-ileyhe iysâl idelüm 26 A§ deyu taleb ittikde, Söhrâb râzi olmayub ki, Elkas’a yemin etmişemdir ki, kendüye hiyânet itmeyem, ne tarafa giderse mâni'olmayam. Sonra Behrâm Mirzâ’nın ordusunun eşkâli gelüb, irişüb Mehrevan ovasında konub, hufyeten Elkas’a kâsıd saldı. Hiç bir cânibe gitmeğe yüzün kalmadı. Kaçana dek böyle ser-gerdân gezersin, rızâ virirsen araya girüb, senin suçunu Şahdan dileyüb, seni bu vartadan halâs ideyim didikde, Elkas dahi gelen âdeme cevab virüb aytdı ki, eğer Şâhın erkân ve âyânlarından mu'temedün-aleyh benim bildüğüm âdemlerden gelüb Şâh tarafından yemin ile beni inandururlarsa sizin ile bile Şâh’a giderim. Bu cânibden Bige Beğ bendeleri askeri ile kalkub Söhrâb’ın üzerine gidüb, müşârün-ileyh Söhrâb bu ahvâle vâkıf olıcak kaçub, Mcş'ale nâm hisarının varoşuna girüb, Bige Beğ her ne denlü cidd ü cehd idüb elinden alamayub, Bige Beğ bendeleri kahrinden Söhrâb’ın ele giren âdemlerin katlidüb ve vilâyetinde olan kurâsını 26 B§ yakub yıkub ve Bige Beğ bendeleri askerin cem'itmek tedârükünde olub ki, Söhrâb’ın kal'asını hisar itmek kasdinde iken, bir gice Şâh Tahmasb ve Behrâm cânibinden taleb olunan beyler gelüb, Elkas ile bile biât idüb, alub gittiler. Vâki’ olan ahvâli Bige Beğ, Vezir Mehmed Paşa’dan gelen çavuş ile âdem koşub ‘ilâm ider. Müşârün-ileyh Mehmed Paşa, vâki olan mâcerâyı der-i devlete arz idüb, âsitâne-i saâdet-meâba vâsıl olub, malûm oldukda, cenâb-i Pâdişâhîden Mehmed Paşa’ya hitâben emr-i şerif vârid olub ki, Bige Beğ oğlun Bagdad kabasından çıkarub, hibatleyüb bâb-i saadetime iysâl idesiz ki, yüz akça ile müteferrika zümresine ilhak olmuştur. Ve Îmâdiye Hâkimi Sultan Hüseyin Beğ’e bir çavuş koşub Bige Beğ’e irsal idesiz ve Elkas giderken, Behrâm Mirza’nın ordusuna irişdüğü gibi, ol gice Behrâm füc’eten fevt olmuş bulundu. Tekrar, olan ahvâl(i) ümera, Şâh’a ‘ilâm ittiklerinde Şâh’tan korıçı gelüb 27 A§ ki Elkas ile gelen âdemlerinin bir kaçın esâmisi ile tayin İdüb katlidesin ve kendüsünün eline ve boynuna ağaçtan tomruk urub mukayyed bu cânibe getüresin deyü tenbih idüb, sipâriş etdüğü üzere, âdemlerin kati ve mezbûru bend idüb, Elkas-i mezkûr, Şâh’ın ordusuna vâsıl oldukda karşu âdem salub, Elkas’ın başına bir ucube külah giydirüb ve nice envâhndan sorkuçlar takdırub, istikbâlinde nüdemâsım ve diyâr-i Acem’in bînevâsını gönderüb, önüne düşüb, fezâhatile teşhir ve tahkir idüb, ol sûret ile Şâh’ın nazarına iletdiler. Ve karşusunda mukayyed otur deyü yer gösterdiler. Şâh, Elkas’a hitâben aytdı, ey bed-baht niçün kaçub giderdün ve hem vilâyetimize asker niçün götürürdün ve asker döndüğünden sonra niçün kendün varub, diyâr-i Acem’i talan ve yağma iderdin. Ecdadımıza mürîd olub babamızın uğrunda cân ve baş bezi itmiş kimesnelerinin ehl ü ‘iyâllerin etrâk ve ekrâde niçün 27 B§ fısk ü fesâd itdürürdün? Şâh gazaba gelüb, ok ve yay konçısı Hüseyin Beğ’den ol demde tîr ve kemân taleb ider, Elkas’ı urmak içün. Âhir, Korıçıbaşı Sevündük Beğ mâni'olub, komaz. Ol esnâda Behrâm’ın cenazesin Şâh’ın hemşiresi olan Sultanım Hanın otağına getürürler. Mezbûrenin Hâce-serâsı ve Eşik ağası gelür Şâh’ı otağa davet ider. Şâh hareme doğru gitdüğü gibi, Vekil Masum Beğ ve Korıçıbaşı Sevindük Beğ, Şâh’ın güveyügüsü olan Şah Nîmetullah, Elkas’ın elinde ve boynunda olan tomruğun kesüb ve tâc-i nikbetin başından çıkarub, bir siyah hayderî börk giydürüb hemşireleri yanma mâteme alub gitdiler. Ahşama karîb mâtemden fârig oldukda Şâh, Bebek oğlu Hasan Beğ’i huzuruna koğurub, üç dört yüz mu'temcd korıçı ile Elkas’ı teslim idüb, Kahkaka kabasına habse gönderdiler. Bir müddetten sonra Elkas, Bebek oğlu Hasan Beğ eli ile helâk 28 A§ oldu. Ve bakıyetü’s-seyf kalanca âdemin eşedd-i azâb ile katleyledi. Ol diyarda meşkûr ve maruf olunan ahbâr budur ki, zikrolundu. Ve bu cânibden Bağdad kabasında iken Hurrem Çavuş gelüb, ihrâc idüb, Kerkük’te Mehmed Paşa yanına iledüb ve Sultan Hüseyin Beğ fermân olunan çavuş ile Bige Beğ’e varub, Şehr-i Zol’de mülakat olub, Bige Beğ’e envâ’i dürlü cenâb-i Pâdişâhîden isti'mâlet virüb ve Bige Beğ dahi yemin idüb ki, min ba'd bu serhadlerde can ve başımı uğur-i hümâyun-i pâdişâhîde bezi etmişem ve dil ve candan Padişah hazretlerinin duâcısı ve bendesiyem ve bu kullarını der-i devlet cânibine irsâl etdiklerinde hazret-i hüdâvendigâr-i kâm-bahşü kâm-kâr Diyarbekr’den taht-i âlî-baht cânibine müracaat üzere olmağın diyâr-i mezbûreye tâbi livâ-yi Ruha’da ordu-yi hümâyuna irişüb, ikinci konakta Sürûc ovasında Rüstem Paşa[18] hazretlerine mülâkat müyesser olub ve üçüncü konakta otag-i hümâyun 28 B§ vilâyet-i Haleb’e tâbi kasaba-i Birecik’te nüzûl idüb ve ertesi Fırat ırmağından saâdet ü ikbâl ve şevket ü iclâl ile ubûr idüb, öte cânibde iki gün oturak idüb, divân-i âlî olub, bu bendelerini el öpmeğe alub gittikde, âsitâne-i saâdet-türâbma yüz sürüb, rûy-mâl olundukda, Elkas’ın nice dutulduğun suâl-i şerif buyuruldukda, vuku'ı üzere bi’l-cümle mâcerayı kemâ-cerâ ber-vech-i ihtisar arz olundu. Mezîd-i inâyet-i sultanîden bendelerine livâ-yi Kerkük üç yüz bin akça ile sadaka olunub, kılıç ve kaftan ve yüz bin akça nakdiyeden ihsan ve mükemmel rahtı ile bir at ve yanınca bir yeke-endâz at ve bir kıtar katır inâyet olunub ve Rüstem Paşa cânibinden iki at ve iki kaftan ihsan olunub ve Bige Beğ bendelerine ocağını ve yurdunu kemâ-kân sancak virilüb hil'at-i şerîf-i pâdişâhı sadaka olundu ve yanndası 29 A§ saâdetlû Padişah hazretleri göçüb bu bendelerine tenebbüh olub, varub ilerüce bir yerde inüb, saâdet ile mürûr iderken, at başın çeküb bendeleri varub rikâb-i hümâyunlarına yüz sürüb elfâz-i dürer-bârlarından dur deyü buyurdular ki, Bige Beğ’e söyle ki, benim kuşanduğum kılıç din-i İslâm uğurundadır. Anın dahi çekdüğü gıyret din-i Muhammed içündür. Gerckdir ki, Elkas’ı Şah’a virdüğü içün Söhrâb’dan intikamım komayub alsun. Ecdâd-i ‘izâmım ervâhiyçün küllî ihsânıma mazhar düşer. Bendeleri dahi ba'de’d-duâ didim ki, Bige Beğ bendelerinin ve bu kullarının can ve başımızı uğur-i hümâyun-i Pâdişâhîde bezlitmişüzdür. Bu bâbda ne vâki olursa taksirat yokdur. Her ne olursa saâdetlû Pâdişâh-i âlem-penâh hazretlerinin âlî himmeti ve yümn-i devleti ile olur. Tekrar rikâb-i şeriflerine yüz sürüb, mübârek elleri ile arkamı yepdiler. Göreyim seni deyü buyurdular. 29 B§ Bendeleri ol konakdan avdet idüb, Bige Beğ’e sancak ileten Oruç nâm çavuş ile Kerkük sancağına uğrayub, andan Bige Beğ bendelerine varub, sancağı ve berât-i şerifi ve hil'at-i hâssı iledüb, müşârün-ileyh Bige Beğ, bendelerine istikbâline yedüb, külli sürûrlar hâsıl idüb, saâdetlu ve azametlu Pâdişâh hazretlerine tevâbi'i ile hayır duâlar eylediler ve ertesi Padişah hazretleri Söhrâb içün buyurdukları kelimât-i şerifi bu bendelerine sipariş olduğu üzere takrir idüb, Bige Beğ bendeleri fermân-berdârım deyü el baş üstünde koyub, emir Pâdişâhındır deyü âsitânelerinc muhalefet iden bana gerekmez deyüb, sâlifü’z- zikr Oruç yanında iken asker ile Söhrâb’ın üzerine varub, cümle-i vilâyetin harâb idüb ve kendüsi hisarını çevirüb, Bagdad Beylerbeyisi Temerrüd Ali Paşa’ya âdem ve mektub irsâl idüb, yüz nefer yeniçeri getirüb, şühûd-i hâl ve musaddik-i 30 A§ makal içün. Üç ay mikdarı bekleyüb alınmak sadedinde iken, bahar olub Acem ve Şehr-i Zol mâ-beyninde vâki' olan yolların karı eriyüb açıldıkda Şâh, Söhrâb’ı hisardan halâs itmek içün askerinden nice bin âdem ile Korıcıbaşısı Sevündük’ü serdâr ve nice ümerâ-yi bed-kirdârın Şehr-i Zol cânibine irsâl idüb, Bige Beğ bendelerine casus, Kızılbaş-i cvbâşın geldüğünden haber getürdükde, hisarı bırakub, mekânı olan Zalim kal'ası önünde oturub ve taraf be-taraf Şehr-i Zol ovasında olan fukaraya âdem salub, haberdar idüb, her kes kendi semtinde olan dağlara çıkub saklansın ve asâkir-i mezbûre-i makhûre ile ahşam uğrayub Söhrâb’ı hisardan çıkarub, ol gice yürüyüb 'ale’s-sabâh Zalim derbendine irişüb, piyâde olan Bagdad yeniçerisine ve kendüye tâbi piyade ve tüfengçisine kuvvet-i kalb olmak içün katıra binüb, 'adâyi dine mukabil olub biri biri ile dokuşub, 30 B§ bir saat içinde cânibeynden üç yüz âdem hâke düşüb amma, Bige Beğ bendelerinin Mehemmed nâm karındaşı diğer karındaşı Söhrâb ile aralarında bir hiyle var imiş, mezbûr Mehemmed sol taraftan yüz çeviıüb basıldıkda, asker-i makhur Bige Beğ bendelerinin alayına debüb, karışub bir an içinde üzerinde yetmiş seksen âdem şehid olup, Bige Beğ bendelerinin başına bir iki yerde kılıç ile zahm urub, beline şayta darbı ile urub katırdan yıkub, bu bendeleri olduğu sağ cânibin halkı ile at debüb, üzerinden Kızılbaşı ayırub, Bige Beğ’i ol vartadan halâs idüb, mevcud olan tüfengçiler üzerlerine tüfeng scpüb, hayli korıçıları helâk ve cism-i kabîhleri âlûde-i hûn ve hâk olub, yine Bige Beğ bendelerini katıra bindirdiler ve Kızılbaşın lüfeng darbından gözü korkub, daha üzerlerine uğramayub, Bige Beğ bendelerin şehre alub gitmek istediğümüzde, kabul itmeyüb, ceng yerinde düşen 31 A§ şühedâsın defn idüb ve maktûl olunan ‘âdâsının başların kcsdirüb ahşama karib şehre gidüb ve asker-i bed-endîş savaşdan döndükten sonra, Söhrâb’ın oğlanların önüne saldurub, Şehr-i Zol’ün sahrasında olan kurasını harâb ve buldukları mamûreyi müsâvİ-i türâb itdiler. Ele giren davarlarını gäret ve aceze ve mesâkin(i) katlidüb, fukaraya külli hasaret oldu. Tâife-i melâhide bir iki bicneye varub yürüyüş itdiler. Ekrâd taifesi üzerlerine çok hücum idüb, altmış yetmiş yarar korıçılarının başın kesüb, Bige Beğ bendelerine getürdüler. Ve asâkir-i bî-dîn-i pür-kibr ü kin dahi Bağdad’a tâbi Zerde-kemer nâm mevzi'in Kara ulus ile meşhur yürük taifesinden Tilegü nâm cemâ'ati gäret idüb, girü Şehr-i Zol’e avdet ildikleri gibi, Bige Beğ bendelerinin karındaşı Kaytmaz, Gâvur kale gediğünde yolların alub, Anık Şâh Kulu nâm yüzbaşılarını katlidüb ve ‘alem-i ser-nigûnların 31 B§ alub ve nice yarar konçıların katlidüb, aldıkları esiri ve gâret etdikleri koyunun ekserin alub ve ashabı olan fukaraya virüb, Şehr-i Zol ovasında askerinin serdarı olan Sevündük Beğ elli gün bekleyüb, hasada irmiş terekesin ihrâk idüb, kalkub mekân-i cahîmlerîne avdet idüb, Bige Beğ bendeleri ardlarınca âdem gönderüb, bir yarar korıçıların dil alub ve kesilen başları ve girift olan dilleri bu kulları ile Bağdad Beyler Beyisi Ali Paşa’ya gönderdi. Vardıkda Ali Paşa dahi sâbıka ulak ile Kızılbaşın Şehr-i Zol’e geldiklerin der-i devlete i'lâm itmişdi. Ve saniyen kethüdasın ulak ile âsitâne-i saadete baş ve diller ile irsâl itdiler. Vâsıl oldukda vâki olan macerayı varan korıçılardan suâl olundukda, tafsil ile pâye-i serîr-i âlem-masîrde malûm olur. Mezîd-i inâyet-i Şehinşâhîden Bige Beğ bendelerine murassa' kılıç ve kalkan ve ahun zincir ve koz eğer ve zer-nişan bozdoğan ve mükemmel rahtı 32 A§ ile bir yarar at ve kendü ile cengde bile bulunan akribalarına hil'atler inâyet ve sadaka olub, Yenişehirli Mustafa Çavuş ile irsâl olunub, vilâyet-i Bağdad’da Şehr-i Zol’e karîb havâstan dört bin kile tereke virülsün deyü hükın-i şerif inâyet olub ve ol cânibde korıçıbaşı Söhrâb’ı Şâh’a alub gitmek istedikde, didi ki, eğer Şâh benim mezhebime dahlitmezse ve sahâbiye şetmitmeği teklif buyurmazsa sizin ile giderim. Korıçıbaşı bu hususa yemin ildi ve mezbûru alub, Kazvin’e gitdi. Şâh’ın eşiğine vusûl buldukda, Şâh-i gümrâh ve bilâ-iştibâh ol dîv-i la’în-i merdûd-i dergâh-i ilâh ile mülakat oldukda, musavver ve mekruh hil'atler ve dünya cifesi ile riâyetler eyledi. Söhrâb-i mezbûr ecdâdınm tarîkinden şaşdı ve küfr ü dalâlet deryâsma düşdü. Dini dünyaya tebdil ve devlet-i ukbâyı dû-rûze-i fenâ ile tağyir etdi. Bir müddetten sonra Söhrâb-i şekâvet-meâb yine avdet itdi. 32 B§ Tekrar Bige Beğ üzerine varub, kabasın hisar idüb, Söhrâb dahi, Şâh’a feryadçı gönderüb vüsûl buldukda Şâh, muâvenet içün oğlu İsmail Mirza’yı asker-i gümrâh ile irsâl idüb, bu haberi Bige Boğ bendeleri istimâ' idicek hisarı bozub, yerine avdet eyledi. İsmail Mirza Şehr-i Zol’e tâbi Kızılcakal'a üstüne gelüb, hisar idüb, iki ay mikdarı bekleyüb, kış basmak ile eğlenmeyüb, dönüb Kazvin’e gitdi. Pederi ile mülâkat itdi. Vâki' olan ahvâl(i) hikâyât itdi. Ve bu taraftan Bige Beğ bendeleri ol hinde sâhib-firâş olub, bu kulları livâ-yi Kerkük’de olurdum. Pederden âdem ve mektub gelüb, mu'accelen irişesin ve bolay ki cidd ü cehd idüb hayatta iken yetişesin, deyü'ilâm itmeğin bendeleri dahi bu ahvâl(i) Bağdad Beylerbeyisi Ali Paşa’ya arz idüb, icâzet ile Şehr-i Zol’e gitdim. Li’llâhi’l-hamd pederi hayatta buldum ve hayır duâsm aldım. Dört günden sonra 33 A§ Pâdişâha sadaka olub, der saât Söhrâb gelüb vilâyeti gâret idüb, bu bendeleri dahi vâki' olan mâcerâyı Ali Paşa’ya arz idüb, Söhrâb ile ceng ü cidâle ve harb ü kıtâle başladık. Âdemlerimiz Bağdad’a vâsıl oldukda, müşârün-ileyh Paşa mufassalen ahvâli Oruç nâm kethüdası ile âsitâne-i saâdete ‘ilâm idüb, ol senede erkân-i devlet, mahrusc-i Edirne’de kışlamışlar idi. Kethüda ile olan arzlar âsitâne-i devlete vâsıl olub, mefhûmu ma'lûm olduğundan sonra, mezîd-i inâyet-i husrevânîden ve himem-i bilâ-gâyet-i hâkânîden bundan esbak Erzurum beylerbeyisi olub fevt olan Kara Murad Paşa ol zamanda çavuş idi. Bendelerine kılıç ve kaftan ve peder mutasarrıf olduğu üzere berât-i hümâyun sadaka ve ihsan olunub, on yedinci günde mezbûr Çavuş vâsıl oldu. Devâm-i devlet-i pâdişâhîye duâ olunub, külli sürûrlar hâsıl oldu. Berât-i şerifi sermâye-i devlet idinüb 33 B§ ve ol serhadlerde uğur-i hümâyunda can ve baş ile hizmet kemerin der-miyân idüb, tekrar erkân-i saâdetden Mataracı İskender Çavuş ulağı ile gelüb, hükm-i şerîf-i vâcibü’t- teşrîf-i cihân-mutâ' getürüb, bendelerine hitâben ki, vilâyet-i Diyarbekr ve Bağdad’a tâbi olan ümerâ-yi Ekrâd kebîr ü sagîrine emr-i şerifim vârid olmuştur. Seni anlara serdar ve anları sana mu'în ü kafadâr itdim. Gerekdir ki, Söhrâb’ın üzerine varub, sây ü ikdâm ile ele getüresin. Eğer Şâh-i gümrâh-i dalâlet-penâh canibinden yardıma asker gelürse ve senin vilâyetine mezâlûm olursa, vilâyet-i Karaman ve Sivas ve Halcb ve Mar'aş ve Diyarbekr ve Bağdad umûmen ümerâ-yi Ârâb ve Ekrâda bi-isrihim emr-i şerifim vârid olmuştur ki, sana varan emrim sûretini gönderüb, irişdüğü gibi muavenetine varub yetişeler. Ve ol serhadlerde uğur-i hümâyunumda çalışalar. İmâdiye hâkimi Sultan Hüseyin Beğ emrolunan serdarlık 34 A§ hükmüne vâkıf olub ve cenâb-i Pâdişâh’dan vâki’ olan iltifata hased idüb, Sürucek beyi olan emmüm Mehemmed Beğ ile yek dil ve yek cihet ve hiyle ve şeytanet tarîkine zâhib olub, Rüstem Paşa’ya arz idüb eğer vilâyet-i Şehr-i Zol Mehemmed Beğ’e virilürse ve Memun Beğ bir tarîk ile dutulursa, Bige Beğ’den kalan tohaf ve hedâyasm ve emvâl-i bî-nihâyesin ve umûmen muhallefâtın ve cümle metrûkâtın hâk-i pâyinize irsal ve mezbûru yitürmesi bâbında bir hâl ideriz. Rüstem Paşa’yı bu hususda haris itmişler ve maksûd-i murâdları üzere bir emr-i şerif almışlar. Lâkin “el-harîsu mahrûmün” hadis-i şerifi muktezasından gafil ve “el-'abdü yüdebbiru v’Allahu yukaddiru”[19] mefhûmundan zâhil olub, ol eyyâmda bendeleri uğur-i hümâyun-i pâdişâhîde dâmen der-miyân ve ‘adâ-yi devlet-i şehin- şâhîde terk-i ser ü cân idüb, Pâdişâh-i âlem-penâh hazretlerinin yümn-i devleti ve Hak tebârek ve ta'alânın ulüvv-i inâyeti ile rey-i güzîn ve fikr-i dûrbîn ile inâyet-i 34 B§ Hak hem-karîn oldu. Söhrâb’ın, Elkas sığman Meş'ale nâm kabasın ehven ve eshel veçhile feth ü teshir idüb ve içinde olan müstahfızların dest-gîr idüb ol hususda Söhrâb’ın bağrı hûn ve aklı diğer-gûn oldu. Hemîşe ‘adâ-yi dîn makhûr ve ehibbâ-yi devlet mesrûr ola. Kal’a-i mezbûrun fetholunduğun ve Şâh Tahmasb, Şirvân vilâyetinden öte Şeki diyarına gitdüğün Ali Paşa’ya arz idüb ki, emr-i Pâdişâhî mûcebince Bağdad kullarından yüz nefer ve yüz aded piyâde yeniçeriler gönderesiz ve Bağdad’a tâbi Sultan Hüseyin Beğ ve sâyir ümerâya çavuş ve mektub irsâl idesiz ki, bir yere cem’ olavuz ve bu serhadler hâli iken, Söhrâb’ın üzerine varavuz ve bâki kabaların alavuz, Hak inâyet iderse ele getirevüz veya hod vilâyetinden matrûd ve münhezim sürevüz, arz ve âdemimiz vâsıl olduğu gibi müşârün-ileyh Paşa atlu ve yayan iki yüz neferi Bağdad’tan ihrâc idüb irsâl itdi. Gelüb vâsıl oldu. 35 A§ Ve ‘ale’l-fevr gelen âdemimiz Sultan Hüseyin Beğ’e ve sâyir ümerâya ulak gitdi deyü haber virdiler. Beş on günden sonra Sultan Hüseyin Beğ ve Mehemmed Beğ gelüb, bu bendeleri istikballerine varub, hâliyâ bina olunan Gülanbcr kabası meydanında konub, şöyle tedârük etdik ki, ertesi Çağan gedüğünden Beğbasan derbendinden aşavuz, Söhrâb’a tâbi Mehrevân vilâyetine düşevüz, Yarımdası bana tâbi askerimi mahall-i ma'hûdeye irsâl itdim ve kendim Sultan Hüseyin Beğ’i haberdâr itmeğe gitdim ve bir nice âdem ile mezbûr beyin çadırına irişdim ve atımdan inüb otağına girdim ve yanına oturdum. Derhal mezbûr Beğ, bir hükm-i şerif ibrâz eyledi ki, Şehr-i Zol vilâyeti Mehemmed Beğ’e virildi ve sana habs buyuruldu didikde, bu bendeleri dahi emir pâdişâhındır ve lâkin âdem gönderün kabadan benim malımı ve ehl ü ‘iyâlimi çıkarsun ve kaba ahvâlin siz bilirsüz. Mehemmed Beğ bu sözü kabul itmeyüb, der sâat bir nice âdem ile kal'aya doğru seğirdüb, ol zemanda 35 B§ Bağdad’ın gönüllüsünden olub, bendelerine hizmet iden Pir Kulu nâm kimesne bu ahvâle vâkıf olur. Sür'at ile gidüb, Mehemmed Beğ’den mukaddem kabaya girüb, kapusun bergidüb Mehemmed Beğ kaba kurbünc vardıkda, mezbûr Pir Kulu koğurub, aç kapuyu deyü buyurub, mezkûr Pir Kulu kapunun üstüne gelüb ve Mehemmed Beğ’e cevab virüb ki, sen Sultan Hüseyin Beğ ile ma'an bizlere ehl-i garazsınız. Murâd ve maksûdunuz budur ki, hem başımızı, hem malımızı alasız. Kaba gerek ise bunda mevcûd olan gönüllü yoldaşlarından Kâtib Ali Çelebi ve Serbölük Mustafa gelsün arz ve ulak ile Bağdad Beylerbeyi si Ali Paşa’ya irsâl olunsun, anların canibinden bir mû'temedün-aleyh kimesne gelsün, kal'ayı anlara teslim idelüm ve ehl ü ‘İyâlimizi ve mâl ü menâlimizi çıkarub Bağdad cânibine gidelüm. Mehemmed Beğ her ne kadar ilhâh itdi, mukayyed olmadı. Âhir, Kâtib Ali ve Serbölük Mustafa’yı ulak ile Bağdad’a irsâl idüb vusûl buldukda, 36 A§ Ali Paşa âdemlerinden Hüseyin nâm kethüdasın kabamn zabtı içün Şehr-i Zor’a revâne idüb ve mezbûr kethüdanın geleceğin Sultan Hüseyin Beğ ve Mehemmed Beğ istimâ' idicek bir yere gelüb müşavere idüb ki, Paşa kethüdası gelüb, kaba anlara teslim olunub, içinde olan mâl ü menâli anlar kabzeyledüğiden sonra, ya biz Rüstem Paşaya atadığımız nesne nice olur ve hem Ali Paşa Memun Bey’in arkadaşıdır, mâ-vâki’âyı der-i devlete arz idüb, ekser ihtimal budur ki yine Şehr-i Zol’i kendüye virirler, Hemân tedbir budur ki, bir iki casus suretinde kimesneleri peydâ idüb Kızılbaş geldü deyû söylendikde bırağub, vilâyet kime değerse değsün, tek biz bu hacâletten halâs olavuz. Der saat bir iki düzme âdem gelüb, İşte Hemedan Hanı geldi erte sizi bassa gerek, gafil olman didi. Sultan Hüseyin ve Mehemmed Beğ bu hiyle ile ilk akşam kabayı bırağub, bu bendelerini bile alub gidüb ve Bagdad cânibinden gelen 36 B§ gönüllü ve yeniçeri tâifesine destur virüb gittiler ve kal'adan taşra bulunan tavile atları ve kıtar ile katırları ve hergelede olan at ve katır ve yondları ve sürü ile koyunları yab yab yanınca sürüb ve ertesi cümlesin Sultan Hüseyin Beğ Mehemmed Beğ’e teslim idivirdi. Ve Mehemmed Beğ sancağına sapdı ve Sultan Hüseyin Beğ bu kulların habsile alub gitti, bir kaç menzilden sonra taht-i eyâleti olan Akra’ya yetdi. Sonra Söhrâb, Sultan Hüseyin Beğ, leşkeri bırakduğun göricek, Zâlim kabası kurbüne varub, Pir Kulu’dan kabayı isteyüb, mezbûr Pîr Kulu’ya didi ki, leşkerden kalmadı eser ve ne Bağdad cânibinden gelür haber. Birkaç gün kabayı virmeyüb bekledi, ve muhalefet idüb virmedi ki, Bağdad cânibinden yardıma âdem gele deyü, hayli intizar çeküb sonra nâ-ümmid ohcak, Söhrâb dahi ol kal’a üzerine musallat olan âlî kayadan kemendier ile kaza-yi asümânî gibi içine bir kaç âdem indirdiler ve dirdimez kabayı aldılar ve Söhrâb-i mezkûr 37 a§ bu bendelerinin cümle mal ü menâlin ve ehl ü ‘iyâlin kabz ve tasarruf itdi. Ve maksûdüne iriyüb, muradına yitti. Ve Sultan Hüseyin Beğ’e sâlifü’z-zikr Paşa kethüdası irüşüb ve kendü ile buluşub, niçün ben gelmedin kal'ayı bırakdunuz didikde, mezbûr Sultan Hüseyin Beğ, hilâfen bi-mâ'nâ özürler idüb ve merküm kethüdaya hakk-ı sükût küllî nesne virüb, bırağub gitdi ve Sultan Hüseyin Beğ Imâdiye kabasına gelüb, âsitane-i saadet cânibine kethüdasın hilâfen gayr-i sahih ve kizb-i sarîh ile Şehr-i Zol’e Kızılbaş goldü deyü arz idüb, kendi meâyibin setr itmek içün Rüstem Paşa’ya küllî nesne irsâl itdi ki, kabâyihin basdura ve bu bendelerin yitüre ve ol cânibden Şehr-i Zol’e sefere gelen ve bendelerinin hizmetinde olan gönüllü ve yeniçeri ve iki taife serdarları Bağdad divanına girüb, Ali Paşa’nm huzurunda şehâdet idüb ki, Memun Beğ, Söhrâb’ın Elkas sığınan kabasını feth itti 37 B§ ve ‘ırz-i saltanat-i Pâdişahîyi yerine getürdü. Hâlisen ve muhlîsen emr-i şerife muti've münkâd idi. Me-hemmed Beğ ve Sultan Hüseyin Beğ ana garaz ve nâ-hak itdiler. Bu ahvâl (i) âsitâne-i saâdete arz eyle ve ya hod bize icâzet vir, varub der-i devlete mâcerayı ‘ilâm idelüm ki, Memun Beğ’e böyle hayfoldu ve hem Şehr-i Zol vilâyetini ‘adâ aldı. Ali Paşa bu hususu tafsil ile dergâh-i âlî türâbına arz ittikde, Rüstem Paşa Sultan Hüseyin Beğ’e himâyeten saâdetlû Padişaha bir dürlü dahi bildirdi ve bu bendelerin âsitâne-i saadete gönderesün deyû hitaben Sultan Hüseyin Beğ’e emr-i şerif vârid olub, bu bendeleri İmâdiye kabasında mahpûs ve necat ü hayâtdan me’yus iken nâ-gehân dergâh-i adâletden ve bârgâh-i keyvân-rif'atden Sultan Hüseyin Beğ’in âdemi gelüb ve hükm-i şerîf-i cihân-mutâ' getürüb, müşârün-ileyh Bey, bu kulların yanına iletüb vâki olan mâcerayı ‘atebe-i aliyye-i âlem-penâha ‘ilâm itmeyesin deyü yemin virüb 38 A§ der-i devlete irsâl itdi. Ba'demâ katc-i menâzil ve tayy-i merâhilden sonra İstanbul’a irüşüb ve Sadnâzam Rüstem Paşa hazretleri hâkpâyine buluşub vâki' olan sergüzeşti keşf itmeyüb, merhum Paşa bendelerine riâyet idüb ve âsitane-i devlette müteferrika bölüğünde yüz akça yevmiye hare içün nafaka sadaka olunub ve sâbiku’z-zikr Paşa her dâyim bendelerine ümmîd ve isti'mâlet ve merhamet ve şefekat yüzünden gönül hoşluğu virüb, in-şâ’Allahü ta'âlâ âsitâne-i saâdetde mahrûm kalmayub, kemâ huve evvel, maksûdine irersin zirâ ki, sana hayf olunduğuna temam ilmimiz irişmişdür deyüb iltifatlar iderdi. Tâ ki, bu 'abd-i hâksârları nice zeman hazarda ve gâh seferde der-i devlet hizmetinde durdum ve Nahcevan seferinde Şehr-i Zol fetholundu ve 'âdâdan devlet-i pâdişahîde hayfim alındı, sonra sancak-i şerîf ile behremend olub ol tarihden 38 B§ bu âne gelince devâm-i devlet-i ebedpeyvend duâsına meşgul olduk.
Ki tâ vardır Şehâ cismimde cânım
Duâdır dâyima virdi zebânım
Şehr-i Zol’un feth olunduğu ve ne nev'ile alınduğı beyan ider.
Söhrâb, Zalim kabasını alub ve Şehr-i Zol’e vâli olub, olan mâcerâyı Şâh-i gümrâha ‘ilâm idüb, haber ve arzla oğlu gidüb, çün bu müjde Şâh’a vâsıl oldu, Şâh kalkub Divanın da semâ'a girüb, ehl-i meclisine hitâb idüb ki, murâdım oldu. Sifariş idüb ki, beşâret tabl(ı) çalsunlar ve etraf-i memâlikine fetihnâmeler ile koncılar gönderüb ve müjde alub gidenlere bir mikdar ihsân ve Söhrâb’a birkaç alaca musavver kaftan irsâl itti. Bu cânibde Mehemmed Beğ, Söhrâb’a tehniyenâme ile kethüdasını ve İmam hocasını gönderüb ki, Şehr-i Zol sana olunduğuna ben sebeb oldum. Söhrâb, Mehemmed Beğ’in âdemlerine cevab virüb ve mezbûra mektub gönderüb ki, sen bu hiyle (ve) şeytaneti 39 A§ ve tezvir ü şekâveti kendün içün etdin, lâkin minnet Hüdâya ki, vilâyet bana nasîb oldu ve senin rûsiyâhlığın ve bed-endîşliğin sana kaldı. Bige Beğ ve Memûn Beğ mâlinden alman esbâb bana değdi ise, tavile ile atlan ve kıtar ile katırları ve hergele ile yondları ve sürü ile koyunları sen aldın. Ve Bige Beğ’in tasarrufunda olan hısse-i vilâyetten bana düşdü ise, karın-daşım İbrahim Bey ve Kaytmaz Bey’in hisselerin sen tasarruf idersin. Gerekdir ki, Bige Beğ ile nice sülük iderdin, benim ile de şöyle sülük idesin, kec-reftarlığı terk idüb, tarîk-i müstakime zâhib olasın ve sin(ü) sâl ile senden büyüğüm, beni ulu bilesin ve penç-ruz-i ömrün içün ‘âdâyı bize güldürmeyesin. Söhrâb’ın sözüne Mehemmed Beğ kâyil olmayub ve araları dahi uz düşmeyüb, kıyl ü kâl ile bir müddet geçindiler, sonra saâdetlu Pâdişâh-i âlem-penâh (ve) encümsipah diyâr-i Acem’e ve Nahcevan’a azm-i şerifleri musammem 39 B§ olub ve etraf-i memâlike ahkâm-i şerîf(e) ile tenebbühleri vârid olub, Mehemmed Beğ bu husus(u) istimâ'idicek, Bağdad Beylerbeyisi Temerrüd Ali Paşa’ya gelüb tcrbiyetnâmelerin alub, âsitâne-i saâdete müteveccih olub, mürûr-i eyyâm ile der-i devlete vâsıl olub, saâdetlu Pâdişâh-i din-penâhın âsitâne-i saâdeti türâbma yüzün sürüb, inâyet-i bi-lâ gâyet-i sultânîden Bağdad’a tâbi Kerkük sancağın, tasarrufunda olan Sürucek ve Şehirbazar livasına zammidüb. üç kerre yüz bin akça virilüb ve karındaşı olan Söhrâb’ın üstüne varmasına asker taleb idüb, Karaman beylerbeyiliğinden munfasıl olan Çerkeş Osman Paşa ol hinde âsitâne-i saâdet mülâzemetinde bulunub ve merhûm Rüstem Paşa hazretlerine varub, arz-i hâl idüb ki, feth-i Bağdad’da bile idim ve mahmiye-i mezbûrede Defterkethüdası oldum iki yıldan sonra sancağa çıkdım ve ol vilâyette bir nice livâya hükümet etdim, Ârâb ve Ekrâd ile nice muharebeler etdim, ol câniblerde külli vukufum vardır. Eğer 40 A§ Şehr-i Zol vilâyetin almağa irâde iderseniz, vilâyet-i Bağdad’ın nısfın ayırub, Gazi Han’a virilen üslûb üzere bu kulunuza virilürse, Şehr-i Zol fethine müteahhid olurum didikde, Rüstem Paşa Hazretleri dahi pâye-i serir-âlâ’ya arz idüb, saâdetlû Pâdişâh-i cihân-penah bu re’yi münâsib bilüb, derhal vilâyet-i Bağdad’ın nısfın ayırub ve mir-mirânlığın on kere yüz bin akçalık haslar ile Osman Paşa’ya virüb ve süknâsı içün livâ-yi Musil’i tayin idüb ve sâbiku’z-zikr Mehemmed Beğ’i sancağına gönderüb ve Osman Paşa’yı otuz nefer âdemler ile ulağla ‘ale’t-ta’cîl irsâl idüb ve bir nice günden sonra varub, livâ-yi Musil’e vâsıl olub, ol zamanda Bağdad Beylerbeyisi olan Baltacı Mehemmed Paşa’ya kethüdasın gönderüb, taht-i eyâletinde vâki' olan sipahinin defâtirin taleb idüb ve Gazi Han bölüğün beşyüz nefer gönüllü ve dörtyüz nefer yeniçeri ile ihrâc idüb ve etraf-i 40 B§ cevânibden asker cem’ine ve derneğün tedârükinde olub tâ ki, Pâdişâh-i âlem-penâh dârü’s-saltanat-i İstanbul’dan sene sittine ve tis'ami’e Ramazanının evâsıtında çıkub, Acem seferine ve Nahcevan teshirine mahmiye-i Haleb’e kışlamağa gidüb ve saâdet ü ikbâlle nefs-i mezbûreye duhûl ve dârü’s-saâdesine nüzûl eylediler. Ve sâyir asâkir-i mansûreye taraf be-taraf kışlamağa icâzet olundu. Ol cânibde Söhrâb-i şekâvet-meâb. Bağdad, iki beylerbeyilik olduğun ve Osman Paşa ol vilâyete varduğun ve azametlû Pâdişâh-i âlem-penâh ol câniblere teveccüh-i hümâyun idüb, mahrûse-i Haleb’de kışladuğun istimâ'idicek neye uğrayacağın bildi ve havfinden serâsime oldu. Âhir Osman Paşa’ya ilçi irsâl idüb ki, men devletlu Pâdişâh-i din-penâhın kadimi kullarındaydım ve lâkin Elkas hususunda günahkârım ve şermsârım, eğer âsitâne-i refi'ü’l-mekâna bildirüb bu bâbda olan günâhımı der-hâh-i 'abd-i kadimi 'itkun li-vechi’llâh ve sâyir Kürdistan 41 A§ beyleri gibi ‘abd-i dergâhları olub ve rûz ü şeb bu serhadlerde çâker-i devlet-hâhları olayım deyu özri beyân eyleyüb, makbûl buyurulur ise muhalefetim yokdur. Lâcerem Osman Paşa gelen ilçinin ikisin alıkoyub ve birin mektubla girü Söhrâb cânibine gönderüb, ahvâlini âsitâne-i saâdete arz etdim ve suçun afvolması bâbında recâ ettim deyu 'ilâm itmiş. Söhrâb bu mektubun mazmûnun göricek sandı ve temâm inandı ve hâb-i har-gûş olduğun bilmedi ve mahalliyle başının kaydın görmedi ve bir nice eyyâmdan sonra kışın zemanı irişdi ve Şehr-i Zol dağlarına kar düşdü. Acem mâbeyninde olan cibâlinin yolları bağlandı. Müşârün-ileyh Osman Paşa yanında olan ilçilerin ikisin katlidüb ve cümle askeriyle 'ale’l-gafle Şehr-i Zol’ün üstüne gidüb varduğu gibi Zalim kal'asmın varoşuna yürüyüş idüb alub 41 B§ aceb iş etti. Ve nice âdemin kırub ve emvâllerin gäret idüb, asır zamanında kal'adan bir mikdar âdem inüb ve asker halkın evlere girdüğün görüb ve yağmaya meşgul oldukların bilüb, heman sokakları kendülerine tutub ve ba'zısmın üzerine kapuları bergidüb küllice âdem kırub ve sâbiku’z-zikr Kerkük Beyi Mehemmed Beğ tüfeng ile vurub der sâat Pâdişâh-i âlem-penâha sadaka olub ve leşker halkın varoştan taşra sürüb ve Osman Paşa’nın altında atın helâk idüb, araya şeb-i hengâm düşmeğle Paşa, asker halkı ile çadırlarına dönüb, üç günden sonra Paşa derbende girüb ve asker halkı üç cânibden yürüyüş idüb, varoşu alub, bazı metrisler düzüb ve toplar kurub, kal'a-i mezbûreyi döğüb şitânm cvâyilinden baharın mâh-i Âzârın evâhirine dek kabayı döğüb, almağa çare olmayub ve Acem savbinden ol eyyamlarda karlar eriyüb, yollar açılub, Şâh-i dalâlet 42 A penâhın canibinden Behram Mirza’nın oğlu Bedî'üz-zemân’ı ve Hemedan hâkimi olan Muhammedi Han’ı haylice asker ile Söhrâb’ın yardımına irsâl idüb, Osman Paşa asker-i makhûrun bir günlük yola karîb olduğun istimâ’ idicek, hisarı bırağub ve toplan önüne salub, âheste âheste Karadağ semtine giderken Kızılbaş askeri Şehr-i Zol’e gelüb rû be-rû Osman Paşa’yı görüb havilerinden bir yerde durub, mezbûr geçdüğünden sonra Zalim kabasına varub Söhrâb’(ı) çıkarub, kendü ile mülâkat olub ve kabadan çıkan halk, taşranın hcvâsına doymayub ekseri emrâz-i muhtelifeye mübtelâ ve âlûde-i sad-belâ oldular. Ve Osman Paşa Kerkük nâhiyesine inüb ve leşker-i 'adâ kendü makâm-i cahîmlerine dönüb, müşârün-ileyh Paşa vâki’ olan ahvâli pâye-i şerir âlâya arz idüb, saâdetlu Padişah-i âlempenâh ol zamanda mahrûse-i Haleb’den taşra Gökmeydan’da bir cennet-mekân yerde 42 B§ sebzistanda nüzul itmişlerdi. Ve asâkir halkı davarların çayıra bağlamışlardı. Çünki bu ahvâl, rikâb-ı şerîf-i Pâdişâhîye malûm oldukdan sonra hükm-i şerif buyuruldu, bir nâmdâr çavuş ile gönderildi. Çünki Zâlim kal'asının almağı asîr olıcak gerekdir ki, Şehr-i Zol’de Temürlcng harab eyledüğü eski şehrin köhne kal'asın bina idesin ve içine girüb, Şehr-i Zol vilâyetin zabt idesin. Osman Paşa’ya emr-i şerif vâsıl olduğu gibi, askeriyle varub, vâki’ olan eski şehr kabasın yapmağa başlayub ve Söhrâb’a haber salub, eğer itâ'at idersen kal'ayı yapmadan vazgeçerim ve suçun afvolmasın Pâdişâh-i âlem-penâhdan recâ iderim ve kemâ kân vilâyetin sana mukarrer itdürüb, girü avdet iderim. Söhrâb âdem irsal etdi. Eğer bu cevabda sâdık isen, yemin idesin. Osman Paşa Söhrâb ile min ba'd 'adâvetim yoktur, dostluk makamında olduğuna kasem itdi ve âdemiyle Behram nâm ihtiyar çavuşu irsâl 43 A§ etdi ve Söhrâb, Paşa’nın ahdine itimâd idüb, Zâlim kabasından çıkub, Mehrevan yolu üstünde bir yaylaya konub ve Çavuş-i mezbûru yanma alub ve Paşaya pîşkeş ile oğlun göndermek tedârükünde iken, Paşa bir nice piyâde kemandâr ve yeniçeri tâifesinden üç yüz nefer güzide yarar er, hufyeten irsâl idüb, ’ale’l-gafle Söhrâb’ın üstüne şeb-hûn etdiler. Mezbûr Söhrâb, belinleyüb firar idüb ve ol vartadan halâs olub ve lâkin cânibeynden üç dört nefer kimesne arada düşüb, emmâ Söhrâb’ın bir ‘acûze-i marîza pîre-zâle-i hefıâd sâieyi firâşmdan kaldırdular ve at üstüne bindirdiler, durmayub düşdü ve yeniçeriler başına üşdü ve bile olan kimesne havfinden kaçdı ve dutub müşârün-i-leyh Paşa’ya iletdiler. Paşa zaîfe-i mezbûreyi ol civâra karîb olan Horin kal'asımn dizdârı evine irsal itdi ve takdir-i rabbânî ve kazâ-i âsümânî ile ol gice Paşa âhirete 43 B§ intikal itdi. Müşârün-ileyh fevt olduğu gibi, ümerâ ve leşker halkı Bağdad tarafına bırağub gitdî. Ve bu cânibden Pâdişâh-i İslâm-penâh mahmiye-i Haleb’den nüzhet buyurub ve Erzurum’a tâbi Bason[20] ovasına varub bir müddet otrağ etdi. Ol mekânda Osman Paşa’nm fevt haberi gelüb, rikâb-i şerîf-i Şehinşâha arz olundukda, saâdetlu Padişah-i âlem-penâh hazretleri buyurub ki, Bağdad vilâyet(i) bir beylerbeyilik olsun ve Baltacı Mehmed Paşa’ya hükm-i şerif irsâl olunsun ki, cümle askeriyle Şehr-i Zoi’e varsun, mezbûr eski şehrin kabasın yapdursun. Mehmed Paşa’ya emr-i şerif ile çavuş vardıkda, Bağdad’tan kalkub Şehr-i Zol semtine müteveccih olub, meğer askerden, ekrâd taifesinden ve Ruj Beyanî aşiretinden ümerâ-i ‘izamdan Derteng beyi olan Ebu Bekir Beğ araya girüb Söhrâb’a kethüdasın salub, mezbûrun Yâkub nâm oğlun pîşkeş ile getirüb ve Paşa hazretlerine 44 A§ buluşturub, Paşa yemin billâh idüb ki, kabayı virsün, vilâyet kendünün olsun, Pâdişâh-i din-penâhdan suçun dilek ideyim ve vilâyet-i Al-i Osman’dan kendüye ve oğullarına üç sancak ahvireyim. İsterse virdüğü kabayı yıkayım ve girü dönüb Bagdad’a gideyim. Sonra Söhrâb’ın evvel esire olan hareminin karındaşları ki, vilâyet-i Şehr-i Zoi’e tâbi Peleng beyleridirler, ol diyârda anlardan hasîb ve nesîb güçlü aşiret yokdur, ve mutaassib-i ehl-i sünnet ve cemâ'atdendirler. Söhrâb’ın üstüne hüm(ûm) ve hücûm idüb ki, elbette kabayı teslim eyle ki, Pâdişâhın emr-i şerîf(i) yerine gelsün ve bizim zaîfemüz habisten kurtulsun ve müslümanlar bu felaketten halâs olsun, eğer cevabımıza ‘amel itmezsen, biz cümlemiz Osmanluya dönerüz ve tasarrufumuzda olan kıla‘(ı) teslim iderüz ve seni hâli ü nâ-hâh bu aradan kovaruz. Söhrâb bu cevabdan külli muztar oldu ve âhir iş nereye varacağın bildi. Paşa’ya ve beylere vilâyeti kendüden almayalar 44 B§ deyü yemin virdi ve Zalim kabasının miftahm Paşa’ya gön-derdi ve müşârün-ileyh Paşa, oğluna ve âdemlerine fâhir hibatler giydirdi, haremin kal'adan ıtlak idüb, revâne etdi ve beyler Söhrâb getürmcsine gitdiler. Meğer beylerden ednâdan, ortaya gelmiş ve iltizam ile mansıb bulmuş, Kürd Veli nâm bey, Şehr-i Zol’ü kendüye tama'lanmış, vardıkda Söhrâb’a havf virüb ki, Paşa ile beylerin kavline ne 'itibar, bir emir buyurmayınca hazret-i Hüdavendigâr. Eğer Paşa’ya gelürsen seni dutarlar ve âsitâne-i saâdete irsal iderler ki, Padişâh-i din-penâhın ekser muradı sensin, ne kal'a ve ne vilâyetdir. Söhrâb bu cevabdan perişân ve hirâsân oldu ve beylere icâzet virüb, kendü eski kal'ası olan Mehrevan’a vardı ve Şehr-i Zol içinde olan Meş'ale ve Şem'i îran (Şemi'ran) nâm muhassin hisarlarına bekçi koydu ve Paşa ile beylerin ahdine dayanmadı ve şübhe düşdü inanmadı, el-hâinu hâifun, Kendüsine tâbi ümerâdan ve dokuz 45 A§ aşiret sahibi mezbûr Paşa’ya gelüb ve kıla'ların miftahların teslim idüb, Paşa her gelen âdeme fâhir hil'atler giydirdi ve Söhrâb’ın rağmine her birisin kendü yerine gönderdi ve müşârün-ileyh Paşa, merkum Zâlim kabasına kifayet mikdarı müstahfız tayin etdi ve bir mikdar asker ile Kürd Veli Bey’i nöbetçi nasbetdi ve kendü asâkir-i nusret-me’ser ile Bağdad(a) dönüb gitdi ve âsitâne-i saâdete fütûhat arzlariyle kethüdâsın irsâl itdi. Nahcevan’dan Pâdişâh-i âlem-penâh avdet etdikde gelüb, ordû-yi hümâyunu Erzurum’da buldular. Olan mâcerâ, pâye-i serir-âlâya arz olundu ve altı kere yüz bin akça ile nefs-i Şehr-i Zol’ü Arnavud tâifesinden Berber Murad Bey’e virildi ve ol itâat iden ümerâlara fâhir hil'at ile sancaklar irsâl olundu ve bir buçuk yıldan sonra Şâh ile barışık olmağla Şâh, Meş'ale ve Şem'iran kıla'ının miftahların Söhrâb’dan alub ol zeman Şehr-i Zol valisi olan Ebu Bekir Beğ’e irsâl itdi, Mebâdâ ara yirde ol kıla' içünde olan halkdan bir fitne sebeb ola deyü. Ve mezkûr Ebu Bekir Beğ, sâlifü’z-zikr 45 B§ miftahları âsitâne-i saâdete irsâl idüb, emr-i pâdişâhı ile müstahfız konuldu ve mezbûr kal'alar zabtolundu ve Bige Beğ’in tasarrufunda olan Şehr-i Zol vilâyetinin nısfı memâlik-i Osmaniyeye dâhil olub, nısf-i aharı Ekrâd elinde kalub, arada barışık olmağile kimesneye değilmez ve ol cânibde itaat iden ümerâ dahi kabul olunmaz. Tahriren fi evâil-i şehr-i rebî'i’l-âhir min şühûr-i sene hamse ve semânîne ve tis'ami’e.
MEMUN BEY’in HATIRALARI
TIPKIBASIM