Giriş: Bağlamından Koparılmış Bir Elçilik
Osmanlı tarihçiliğindeki hâkim paradigma, 18. yüzyılı Osmanlı’nın klasik çağı ile modern Türkiye’nin doğuşu arasında geçiş dönemi olarak görür: Osmanlı/Türk modernleşmesinin ilk adımları 18. yüzyılda atılmıştır, bu yoldaki tökezlemeler modernleşme karşıtı hareketlerin sonucudur.[1] Bu kurgunun bilindik örneklerinden biri, “Lâle Devri”ndeki “Batılılaşma” çabalarının “gerici” bir isyan neticesinde akim kaldığıdır. İsyanın hedefindeki Vezîriâzam Damat İbrahim Paşa, imparatorluğun “gerilemesini” Avrupai reformlarla önleyebileceğini düşünmüş, Paris’e gönderdiği Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’den “hidematı siyasiyesi haricinde Fransanın vesaiti umran ve maarifine dahi lâyıkıyle kesbi ıttıla ederek kabili tatbik olanlarını”[2] rapor hâlinde kendisine sunmasını istemişti[3]. Bu gözle bakıldığında, Fransa Sefâretnâmesi fevkalade önemi haizdir: “Hiçbir kitap garplılaşma tarihi mizde bu küçük ‘Sefâretnâme’ kadar mühim bir yer tutmaz. […] Bu sefâretnâmede bütün bir program gizlidir.”[4]
Mezkûr paradigmanın Sefâretnâme’ye atfettiği önem en somut hâliyle Fatma Müge Göçek’in kitabında görünür. Göçek, “malum talimatı” Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin elçiliğinin merkezine yerleştirir ve şöyle der: “Osmanlılar, askerî başarısını açıklayabilmek için Fransız medeniyetini teknolojik açıdan gözlemlemek istiyordu.”[5] Ancak ortada bir sorun vardır: Sefâretnâme’nin içeriği. Göçek, Mehmed Efendi’nin misyonu ile “Osmanlı Batılılaşmasının” programı olması icap eden Sefâretnâme arasındaki tezadı, bu yazın türünün sınırlarıyla açıklar[6] .
Esasen Sefâretnâme’nin muhtevasını yüzeysel, hatta zayıf bulan tarihçiler de vardı[7] , ancak Göçek’in kitabında görünen hâkim bakış açısına yönelik en ciddi eleştiri, ilk olarak, Berrak Burçak’ın kaleminden geldi. Burçak, tarihin gidişatına bakılarak Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin elçiliğine ve Sefâretnâme’ye önem atfedildiğini söyledikten sonra, malum talimata şüpheyle yaklaşarak “Bu görüş ciddiye alınabilir mi? Sonuçta, Mehmed Efendi kimdi ya da Batı medeniyeti neydi ki?” diye sorar ve tarihin farklı akması hâlinde Sefâretnâme’nin yazarının “ilerlemeci birinden ziyade terbiyeli bir turist olarak” temayüz edeceğini iddia eder[8] .
Aynı tarihlerde “Lâle Devri” anlatısını yapı sökümüne tabi tutan çalışmasında Can Erimtan, Yirmisekiz Çelebi’nin Fransa elçiliğini ve mezkûr talimatı da mercek altına almış, Ali Suavi’nin sürgün günlerinde neşrettiği Fransa Sefâretnâmesi’nin ön sözünde talimatın izlerini bulmuştur: Buna göre Ali Suavi, Sefâretnâme’nin varlığından etkilenmiş, böylesi farklı bir metnin niçin yazıldığını merak etmiş, nihayetinde İbrahim Paşa’nın Yirmisekiz Çelebi’ye şifahen talimat verdiği sonucuna ulaşmıştı. Ali Suavi’nin “şifahî talimatı” –çağdaş Osmanlı kaynaklarında zikredilmediği hâlde– Gerçek’in eserinde “malum talimata” dönüşmüş ve böylece kabul edilegelmişti[9] .
Bu takdirce, ortada akademik olarak mesnetsiz bir iddia vardı ve delil bulunmadığı sürece, Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin elçiliğine yakıştırılan modernleştirici misyon anlatısının terk edilip elçiliğin kendi bağlamında incelenmesi gerekiyordu. Ancak böyle olmadı. Yirmisekiz Çelebi’ye dair yahut onun bahsinin geçtiği metinlerde “malum talimata” atıf verilmeye[10], Sefâretnâme’nin “Osmanlı Batılılaşmasının” öncü metinlerinden birisi, belki de birincisi olarak takdimine devam edildi[11].
2018’de yayımlanan iki makale, hem “Lâle Devri”ni hem de “malum talimat” meselesini yeniden akademinin gündemine taşıdı. Bu makalelerden ilkinin altında Feridun Emecen’in imzası bulunur. Emecen, “Lâle Devri”nin yahut III. Ahmed’in saltanatının ve Damat İbrahim Paşa’nın sadaretinin nasıl yorumlanabileceğine dair bir dizi öneride bulunurken “bu dönemin ‘gerçek tarihi zemine çekilerek’ yeni bir bakışla değerlendirilmesinin gerekli olduğu ve bu yolda ampirik veyahut ‘vâkıa’ya yönelik çalışmaların çoğalmasına ihtiyaç bulunduğu” tespitini/çağrısını da yapar[12]. Aynı sene yayımlanmış diğer makalede ise, Aytaç Yıldız maarif kavramının tarihiyle meşgul olduğu çalışmalarının neticesinde, İbrahim Paşa’nın Yirmisekiz Çelebi’ye Fransa’nın maarifini incelemesi için talimat vermesinin mevzubahis olamayacağını -Erimtan’ın meseleye katkısını zikretmeden- vurgular[13].
Şu hâlde; Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin bağlamından koparılmış Fransa elçiliğini tarihî zemine çekmek lüzumu ortadadır. Elinizdeki makale, bu yolda bir adım atarak, Yirmisekiz Çelebi’nin elçiliğini çağdaş diplomatların merceğinden inceleyecek, bu elçiliği ortaya çıkaran siyasi ve diplomatik ortamı, elçiliğin Osmanlılar ve Osmanlı tarihi için yerini ve önemini tespit etmeye çalışacaktır. Bunun için, Osmanlı kaynakları arasında Mehmed Efendi’nin Paris’e niçin gönderildiğine dair mevcut en açık bilgiye atıf vererek başlamanın doğru olacağı kanaatindeyim:
“Düvel-i Nasārâ dâimâ birbiriyle mürâselât ve elçiler irsâlinden hâlî olmayup, bu tarîk ile birbirlerinin hareket ve niyyet ve hakīkat-i hâl-i kuvvet ü miknetlerinden haberdâr ve ale’l-husūs bi’l-cümle mülûk-ı Nasārâ tarafından Devlet-i Aliyye’ye elçiler tevârüdüyle müsteclib-i ahbâr olmakdan hâlî değiller iken, memâlik-i mülûk-ı etrâfa elçiler irsâlinde ber-minvâl-i muharrer müsellem ü mukarrer olan fevâid Devlet-i Aliyye tarafından matrûh-ı tâkçe-i ihmâl kılınmak mugāyir-i vâki‘-i hâl olduğun sadrıa‘zam-ı nebâhat-şi‘âr hazretleri tefekkür ü tedebbür buyurup, bu mülâhaza-i nâfi‘a ile Françe tarafına bir elçi irsâl eylemek üzre karâr verdiler.”[14]
1. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Paris’e Elçi Olarak Gönderilmesi
Yukarıda alıntıladığım metinde Vakanüvis Râşid Efendi, Hristiyan devletlerin birbirlerinin ve tabii Osmanlı İmparatorluğu’nun da siyasetinden haberdar olmak için elçiler gönderdiğini, bu pratiğin faydalarından yararlanmak için Damat İbrahim Paşa’nın Fransa’ya elçi göndermeye karar verdiğini yazar. İbrahim Paşa’nın bu kararına takaddüm eden günlerde Osmanlı diplomasisinin gündemi şöyleydi: Pasarofça Antlaşması’nın mübadelesi için Viyana’ya Dayezâde İbrahim elçi olarak gönderilmiş, benzer vazifeyle Damian Hugo von Virmondt İstanbul’a gelmişti. III. Ahmed ve Damat İbrahim Paşa barış taraftarı siyaset takip etmek istiyordu. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, “tabiatı itibarıyla harpten, mücadeleden nefret eden, memleketi sulh ve sükûn içinde inkişaf ettirmeği isteyen ve aynı zamanda zevk ve sefaya düşkün ince mizaçlı” Vezîriâzam’ın “Avrupa ahvaline sükûnetle seyirci kalmak istediği muhakkaktı.” diye yazar[15]. Oysa III. Ahmed ve İbrahim Paşa arasındaki yazışmaların gösterdiği üzere, ordunun ve hazinenin tükendiği bilen Sultan ve Vezîriâzam, Pasarofça’da kaybedilen toprakları kurtarmanın vaktini kolluyordu[16]. Esasında İspanya’nın Habsburg elindeki Sardinya’ya yönelik askerî harekâtı Bâbıâli için fırsat yaratmıştı, ancak Osmanlı ricali savaşı devam ettirmek yerine, antlaşma müzakerelerinde bunu lehine kullanmayı tercih etmişti[17]. Bu isabetli bir tercihti. Nitekim Akdeniz’deki savaşın seyri, erken başarılarına karşın İspanya aleyhine dönmüş, Habsburglar İngiltere, Hollanda ve Fransa’dan oluşan ittifakın yardımıyla savaşı kazanmıştı[18]. Vezîriâzam, İspanyol donanmasının aldığı mağlubiyeti Fransa elçisi Bonnac’tan öğrenmiş ve muhtemelen bu konuda başka haberler bekleyen III. Ahmed’e iletmişti. İbrahim Paşa, aynı telhisinde Bonnac’ın Kudüs’teki Kutsal Kabir Kilisesi’nin tamiri için müsaade istediğini de yazmış, III. Ahmed tamiratın Habsburglar yerine Fransa’nın ricasıyla yapılmasını uygun bulmuştu[19].
Fransa’ya elçi gönderilmesi bu şartlar altında gündeme geldi. Damat İbrahim Paşa, Fransa elçisi Marki de Bonnac’a niyetinden ilk defa 9 Ekim 1719’da bahsetmiş, bu fikir, elçiye yeni ve olağanüstü görünmüştü[20]. Gilles Veinstein, bu fikrin yenilikçi tarafının, Paris’e gönderilecek Osmanlı diplomatının alışılageldiği üzere çavuş, müteferrika yahut kapıcıbaşı değil elçi ünvanı taşıması olduğunu yazar[21]. Oysa bilindiği ve yine Veinstein’ın da işaret ettiği üzere, Bâbıâli’nin Fransa’ya göndermek için düşündüğü ilk isim Kara İnci namında bir kapıcıbaşıydı[22]. Osmanlı sarayının Versailles’a gönderdiği son elçilerin benzer ünvanları haiz olduğu hatıra getirilirse[23], Damat İbrahim Paşa imparatorluğun diplomasi pratiklerinin çizdiği çerçevenin henüz dışına çıkmamıştı. Yani 1720’nin ilk haftalarında, Paris’e gönderilecek Osmanlı elçisi bahsinde her şey olağandı. Yeni ve olağanüstü olan, Kutsal Kabir Kilisesi’nin kubbesinin Fransa Kralı’nın inayeti ile tamir edilmesine III. Ahmed’in izin verdiğini müjdeleyen nâme-i hümâyûnun Paris’e götürülmesi gibi sıradan bir mesele için Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin[24] seçilmesiydi.
O günlerde İstanbul’da bulunan Virmondt’a göre bütün bunlar Bonnac’ın işiydi: Fransa elçisi, Paris’e nâme-i hümâyûnla birlikte elçi olarak bir ağa gönderilmesi için uğraşıyordu[25]. Bonnac’a bakılırsa, 11 Şubat’ta, yani Virmondt’un takririnden bir gün evvel, Versailles’a alelade bir kapıcıbaşı gönderileceğini öğrenmiş, orta rütbeli bir elçinin yolculuğuna kesinlikle yardımcı olmayacağını, ancak seçkin bir Osmanlı’nın elçiliği için elinden geleni yapacağını Vezîriâzam’a bildirmişti[26]. Nihayetinde Bonnac’ın çabaları sonucunda elçilik için Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi seçilmişti. Virmondt da sonraki takrirlerinde, ilk yazdığından ve Bâbıâli ile Fransa elçisi arasındaki bu krizden bahsetmeyerek Bonnac’ın rolüne işaret edecektir[27].
Mehmed Efendi’nin elçi olarak seçilmesi İstanbul’daki Habsburg diplomasisini teyakkuza geçirdi. Virmondt, bu olağanüstü görevlendirmenin sebebini Divân-ı hümâyûn tercümanından öğrendiği kadarıyla başkentine şöyle yazdı: “Kayzer ile Fransa tacı arasındaki ittifakın hakiki niteliğini ve sağlamlığını araştırmak, keza Kuzey ahvaline dair ve dünyanın sair maslahatları hakkında kesin malumatlar toplamak”. Fakat, diye devam ediyordu Virmondt, Mehmed Efendi’ye talimatları sözlü olarak verildi[28]. Aslında, bu işin Osmanlı hazinesine getireceği yük nedeniyle III. Ahmed’in kararını değiştirebileceği, dahası böylesine itibarlı elçiliğin dünyada farklı şekillerde yorumlanmasından Bâbıâli’nin endişe ettiği İstanbul’da konuşuluyordu. Virmondt, bu nedenle bu tasavvurun kuvveden fiile ne zaman döküleceğinin, hatta gerçekleşip gerçekleşmeyeceğinin meçhul olduğunu da yazmıştı[29].
Aynı günlerde Abraham Stanyan da Yirmisekiz Çelebi’nin talep ettiği bütçe nedeniyle elçiliğin askıya alındığını ve muhtemelen kimsenin gönderilmeyeceğini Londra’ya haber verdi[30]. Ancak İngiltere elçisi acele etmişti. Nitekim 15 Nisan’da, Yirmisekiz Çelebi’nin Paris’e elçi ünvanıyla gönderilmesinin kesinleştiğini, ancak Virmondt İstanbul’dan ayrılmadan önce bu kararın duyurulmayacağını, zira Habsburg elçisinin hoşnutsuz olmasından yahut bu girişime muhalefet etmesinden korkulduğunu başkentine bildirdi[31]. Oysa Habsburg diplomatları bu uğraş içinde değildi, Osmanlılarsa elçiliği gizlemek değil -belki bu mümkün olmadığından- izah etmek istiyordu. Vezîriâzam, Virmondt’a Yirmisekiz Çelebi’nin nâme-i hümâyûn götürmek üzere Paris’e gönderileceğini söylemiş, Viyana’nın başka fikirlere kapılmaması için nâmeyi göstermeye hazır olduğunu belirtmişti. Bu sözler üzerine Virmondt, elçiliğin güvensizlik yarattığı yahut buna dikkat kesildiği izlenimini vermemek için kayıtsız kalmıştı[32].
Bu kayıtsızlık gösteriydi. Habsburglar, Virmondt şehirden ayrıldıktan sonra da Osmanlıların neyi hedeflediği hakkında haber topladılar. Bu sırada İstanbul’da maslahatgüzar olarak Joßeph von Dirling bulunuyordu. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi de tabii ki Dirling’in merceğindeydi. Maslahatgüzar, ilk olarak 23 Mayıs 1720’de bu konuda yazdı: Mehmed Efendi ve Kethüda Mehmed Paşa arasındaki gerilim sebebiyle elçilik meselesi çıkmaza girmişti. Bonnac, bu sorunu çözmek için Vezîriâzam’la görüşmeyi tasarlıyordu, ancak buna gerek kalmamış, Yirmisekiz Çelebi ile Kethüda arasındaki gerilim yatıştırılmıştı. Fakat Osmanlı elçisinin üç, dört aydan önce yola çıkması beklenmiyordu[33].
Dirling bu elçiliğin misyonunun nâme-i hümâyûn götürmekten ibaret olduğuna şüpheyle bakıyordu[34], ancak somut bir iddiası da yoktu. Buna karşılık Stanyan, Yirmisekiz Çelebi ve Fransa sefareti tercümanı Le Noir arasındaki görüşme sıklığından hareketle Habsburglar karşısında yenilen Osmanlıların, Hristiyan devletlerle ittifak yapmaktan kaçınan kadim siyasetini terk ederek Fransa ile antlaşma imzalamayı düşündüğünü başkentine yazmıştı. Stanyan’a göre, Bonnac bu konuda Bâbıâli’ye ümit vermişti[35]. Bonnac’ın yazdıklarına bakılırsa, Bâbıâli’nin Osmanlı-Fransız ittifakına yönelik tasavvuru bulunmuyordu. Vezîriâzam, Yirmisekiz Çelebi’nin Paris’te bazı önerilerde bulunacağı söylentilerini reddetmişti. İbrahim Paşa, esasen Avrupa’daki diplomatik gelişmelerle ilgileniyor, Fransa’daki para reformunun yarattığı mucizeyi soruşturuyordu[36]. Bonnac, bilhassa para reformu meselesinde İbrahim Paşa’ya çok fazla malumat verememişti, ancak bu ilgiyi şöyle yorumluyordu: Paşa, Fransa’daki harikulade gelişmeleri yakından takip ederek Osmanlı İmparatorluğu’nun sorunları için elinden geldiğince bunlardan yararlanmak istiyordu; Fransa ise bu elçilikten, bir süredir sürüncemede kalan ahidnâmenin yenilenmesi meselesini hallederek kazançlı çıkabilirdi[37].
Yirmisekiz Çelebi’nin misyonu hakkındaki muamma İstanbul’daki diplomatik çevreleri meşgule devam etti. Mehmed Efendi’nin 10 Ağustos 1720’de resmen elçi olarak tayin edilmesiyle[38] birlikte Dirling, yeniden harekete geçti. Habsburg maslahatgüzarı işin aslını öğrenmek için Le Noir ve elçilikle birlikte Fransa’ya gidecek bir Ermeni tüccarla temas kurmuş, dahası Yirmisekiz Çelebi’nin maiyetindeki birisini hediyelerle satın almıştı. Dirling’in ismini zikretmediği bu üçüncü şahsa göre Mehmed Efendi’nin iki vazifesi vardı: 1. Kutsal Kabir Kilisesi’nin tamirine izin verildiğini belirten nâme-i hümâyûnu teslim ederek kadim Osmanlı-Fransız dostluğunu pekiştirmek ve 2. Rákóczi’nin itibarının ve şayet mümkünse prensliğinin iadesi için Habsburgları harekete geçirmek üzere Fransa’ya yardımcı olmak[39]. Dirling’in takririni yazdığı günlerde, Mehmed Efendi’ye şıkk-ı evvel defterdarlığı payesi verilmişti, ancak ne tâlimatnâme ne de nâme-i hümâyûn hazırdı[40]. Nâme-i hümâyûn 14-23 Eylül 1720’de yazıldı; metinde Kutsal Kabir Kilisesi’nin tamiri için verilen ruhsat bahane edilerek Osmanlı-Fransız dostluğu vurgulanıyordu: “[İki devlet şimdiye kadar] birbirlerinin dostlarına dost ve düşmenlerine düşmen olub […] fî-mâ-ba‘d dahi bu kavî dostluğun te’yîdi ve sevâlif-i ezmândan berü mâ-beynde müşeyyed ve müstahkem olan bünyân-ı müsâleme ve musâfatın tarafeynden te’kîdi zamîr-i münîr-i hüsrevânemiz olmağın […]”[41]
Kadim Osmanlı-Fransız dostluğunu güçlendirmekten bahseden nâme Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin tâlimatnâmesi değildir. Esasında Osmanlı diplomasi pratikleri düşünüldüğünde Yirmisekiz Çelebi’ye yazılı talimat verilmesi söz konusu değildi. Sözlü talimatları ortaya çıkarmak ise zordu ve Dirling bu konuda pek şanslı değildi. Habsburg diplomatı Yirmisekiz Çelebi ile görüşmüş, fakat bu görüşmede Fransa’nın içinde bulunduğu şartlardan başka bir şey konuşulmamıştı[42]. İstanbul kamuoyu da Kutsal Kabir Kilisesi’nin tamiri bahanesiyle Fransa Kralı’nı taltif için Paris’e elçi gönderileceğini yeteri kadar ikna edici bulmamış olmalıydı ki şehirde Fransa ve Rusya ile ittifak antlaşması imzalanacağı konuşuluyordu[43].
Dirling, diğer taraftan Yirmisekiz Çelebi’nin hekimi Caragia’dan Rákóczi’nin mutemetlerinden birinin Osmanlı heyetiyle birlikte Paris’e gideceğini duymuştu. Bu onun Rákóczi hakkındaki evvelki haberlerini pekiştirecektir[44]. Fakat biraz sonra Divân-ı hümâyûn tercümanından öğrendikleri, bu haberleri diplomatik dedikodu seviyesine indirdi: Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin vazifesi, yalnızca Avrupa ahvaline ve siyasetine dair güvenilir ve tafsilatlı bilgi edinmekten ibaretti; Bâbıâli ile Versailles arasında bir antlaşmanın müzakeresi yahut Rákóczi için herhangi bir girişimde bulunulması kesinlikle söz konusu değildi[45].
Burada bir defa daha Osmanlı kaynaklarına dönmek istiyorum. III. Ahmed, Avrupa’daki siyasi ve askerî gelişmeleri, bilhassa Habsburglar bağlamında takip ediyor, VI. Karl’ın Trieste üzerinden Akdeniz’e açılmak hedefinden endişeleniyordu: “Nemçelü’nün Akdeniz’e donanma çıkarması vâki‘ midir? Benim ma‘lûmum değil, çıkardığı hâlde ne tarafda tersâne inşâ edecekdir? Şehbender husûsu dahi olacak oldı mı? France’ye gidecek Çelebi ne zamân gider?”[46] Sair hatt-ı hümâyûnlarının da gösterdiği üzere, III. Ahmed Avrupa’daki diplomatik gelişmelerden sağlıklı haberler almak istiyordu. Bu bağlamda Râşid Efendi’nin Yirmisekiz Çelebi’nin niçin elçi seçildiğine dair yazdıkları önem kazanıyor: “Mehmed Efendi […] mükâleme-i mezbûrede [Pasarofça müzakereleri] tertîb-i muhâverât ve desâyis-i Nasārâ’ya tahsīl-i ıttılâ‘ etmiş bir kâr-dân-ı dakīka-şinâs olmağla Françe Pâdişâhı tarafına elçi nasb ü ta‘yîn olundu.”[47]
2. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Paris’teki Faaliyetleri
Pasarofça müzakereleri sırasında Hristiyan devletlerin hilelerini öğrenmiş ve güç şeyleri anlama yeteneğine sahip Mehmed Efendi, Avrupa diplomasisinden yerinde haber almak için, 7 Ekim’de İstanbul’dan ayrıldığında Paris’teki diplomatik çevrelerde Osmanlı başkentindekine benzer hava hâkimdi[48]. Bonnac, Vezîriâzam’ın niyetini 9 Ekim 1719’da öğrenmiş, 24 Şubat 1720’ye, yani Yirmisekiz Çelebi’nin seçilmesine kadar bu konuda Paris’e yazmamıştı[49]. Bu haber Fransa’nın başkentindeki diplomasi çevrelerinde 1720 Sonbaharında duyuldu. O günlerde Paris’te Osmanlı elçisinin niçin geldiği hakkında çok az şey biliniyordu. Paris’teki Habsburg elçisi Christoph Penterriedter, 14 Ekim 1720’de, bu durum karşısında Fransa’nın Başvekili ve Hari ciye Nâzırı Dubois’nın takip etmek istediği politikayı Viyana’ya bildirdi. Buna göre; Bonnac, 30 Ağustos 1720’de (!) Osmanlı elçisinin Eylül sonunda yola çıkacağını yazmış, bu haber sarayda şaşkınlıkla karşılanmıştı. Dubois, Bâbıâli’nin neyi hedeflediğini bilmiyor, elçiliği engellemenin yollarını arıyordu[50]. Belki Osmanlı elçisi limanda tutulur, orada hediyeleri verilir ve İstanbul’a geri gönderilebilirdi. Böylece 1. Fransa’nın müttefikleri şüphelenmeyecek, 2. veba salgını nedeniyle dehşete düşmüş ahali Akdeniz’den gelen bir gemi nedeniyle daha fazla tedhiş olmayacak, 3. zor günler geçiren Fransa hazinesi büyük masraflara girmeyecekti[51].
Dubois’yı bu konuda cesaretlendiren aslında İngiltere’nin Paris elçisi -Osmanlı diplomasisi söz konusu olduğunda o günlerde Paris’te bulunan en tecrübeli diplomat- Robert Sutton’dı. İngiltere elçisi, zamansız ve Paris’in çıkarlarının aleyhine bulduğu bu elçiliği, Bonnac’ın Bâbıâli nezdinde kendi itibarını düşünerek tertip etmiş olabileceğini Hariciye Nâzırı’na söylemişti. Bu mülakat sonrasında Dubois, Osmanlı elçisini Toulon’da ağırlamayı, nâme-i hümâyûnu alıp hediyelerini verdikten sonra, Fransa taşrasının veba salgını korkularını daha fazla körüklememek için İstanbul’a geri göndermeyi düşünmüştü[52]. Hatta Fransa’nın eski İstanbul elçilerinden Charles de Ferriol, Yirmisekiz Çelebi’yi karşılamaya, nâme-i hümâyûnu almaya ve onu Paris’e getirmeden İstanbul’a uğurlamaya gönüllü bile olmuştu[53].
Şu hâlde, Bonnac’ın planladığı bu elçilik, kendisi ve ülkesi için arzu ettiği faydayı sağlamaktan giderek uzaklaşıyordu. Ancak Dubois, Osmanlı elçisini Paris’te ağırlamaya karar verdi. Yirmisekiz Çelebi, 22 Kasım 1720’de Toulon’a geldi ve burada karantina süresini tamamladıktan sonra, 8 Mart 1721’de Fransa’nın başkentine ulaştı[54]. Penterriedter, bu zaman zarfında Yirmisekiz Çelebi’nin elçiliği ve misyonu hakkında haber toplamaya devam etmiş, taşradaki Fransız yetkililere ve mihmandarlara kadim Osmanlı-Fransız dostluğunun geliştirilmesi için hürmet edildiğini elçiye özellikle hissettirmeleri talimatı verildiğini öğrenmişti[55].
Habsburg elçisinin Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’ye dair yazdıkları yalnızca topladığı haberlerle sınırlı kalmadı. Penterriedter, Osmanlı elçisiyle iki defa görüşme fırsatı buldu. Hoş geldin ziyareti, Yirmisekiz Çelebi Paris’e geldikten birkaç gün sonra Osmanlı elçisine tahsis edilen konakta vuku buldu. Penterriedter’in aktardığına göre; Osmanlı diplomatı son derece samimi bir üslup ve beden diliyle kendisini karşılamış, görüşme sırasında Osmanlı-Habsburg barışının ilelebet devam etmesini arzuladığını söylemiş, ayrıca Pasarofça murahhası ve sonrasında İstanbul’a fevkalade elçilikle gelen Virmondt’un Erdel’e vali olarak tayinini duyduğunda sevinmiş, ona mektup göndermek istediğini ifade etmişti. Penterriedter, bu dostane ve nazik tutumu muzaffer Habsburg ordusunun Osmanlı sarayındaki etkisi olarak yorumluyordu ve Osmanlı elçisinin söz ve tavırlarıyla açık ettiği bu etkinin görüşmede hazır bulunan Fransız tercüman tarafından Versailles’a iletileceğinden de emindi[56]. Osmanlı elçisinin misyonuna gelince; Yirmisekiz Çelebi’nin maiyetinde olanlardan öğrendiği kadarıyla, III. Ahmed XV. Louis’ye tahta çıkışı nedeniyle iyi dileklerini iletmeyi ve Pasarofça müzakerelerindeki hizmetleri nedeniyle -nasıl ki Dayezâde İbrahim Viyana’ya elçi olarak gönderildiyse-Yirmisekiz Çelebi’yi de Paris’e elçi olarak göndererek onurlandırmayı istemişti. Söz konusu kişiler elçiliğin başkaca misyonu olmadığına dair Penterriedter’i temin etmişlerdi. Dubois da bunu teyit ediyordu. Hariciye Nâzırı, engelleyemediği bu elçilikten krallık için fayda elde etmeyi düşündüğü hâlde, kapitülasyonların yenilenmesi için yahut herhangi bir konuda müzakereye ruhsatı olmayan Osmanlı elçisinden umudu kalmamıştı[57]. Ancak Penterriedter, bu bahsin sonuna şu satırları eklemişti: “Yine de bu kimse Bâbıâli’de büyük itibarı haiz olduğundan ve hakikatte, bütün sözlerinin işaret ettiği gibi, bu millette bulmayı ummayacağınız kadar akıl ve hüner sahibi olduğundan, bu sarayda olabilecek gizli saklı niyetlerini öğrenmek için yapılabileceklerin ihmal edilmeyeceğine şüphe olmasın.”[58]
Bu satırlar Penterriedter’in mesleğinin gereğiydi. Nitekim Habsburg elçisi bu konuda elinden geleni yapmaya devam etti. 25 Nisan’da Osmanlı elçisinin iade-i ziyareti sırasındaki izlenimleri de ilk görüşmedeki intibaını pekiştirmişti. Üstelik, öğrendiği kadarıyla, Bâbıâli süresi dolmak üzere olan Osmanlı-Leh barışının yenilenmesi için Viyana sarayından tavassut istemek ve Yirmisekiz Çelebi’nin Paris’e gönderilmesinin Osmanlı-Habsburg ilişkilerinin aleyhine bir girişim olmadığını göstermek için elçi göndermeyi düşünüyordu. Penterriedter, aynı gün Yirmisekiz Çelebi’nin dönüş yolculuğuna daha önce kararlaştırıldığı gibi mayıs sonunda değil, ağustos sonunda çıkabileceğini de öğrenmişti. Versailles, Habsburg elçisine hâlâ Yirmisekiz Çelebi ile herhangi bir konuda müzakere edilmediğini söylüyordu, ancak günde bin livreye ulaşan masraflarıyla Osmanlı elçisinin Fransa’daki ikametinin uzatılması da şüpheliydi[59].
Yirmisekiz Çelebi, Viyana yoluyla Bâbıâli’ye posta göndermek istediğinde Penterriedter’in şüpheleri daha da artmıştı. Gerçi Osmanlı elçisi, mektubunun içeriğinden bahsetmiş, İstanbul’a dönüşünün Ramazan Bayramı’nın sonrasına ertelendiğini bildirmekten ve yine deniz yoluyla dönmek için izin istemekten başka sözü olmadığını Habsburg elçisine söylemişti. Penterriedter, buna rağmen, karantina gerekçesiyle posta için deniz yolunu kullanmasını tavsiye etmişti. Anlaşıldığı kadarıyla bu bir bahaneydi. Zira Penterriedter, Osmanlı elçisinin neredeyse günü gününe tercüme ettirdiği Felemenk gazetelerinden okuduğu Osmanlı savaş hazırlıklarına dair sağlıklı bilgi edinebilmek için İstanbul’la haberleşmek istediğini düşünüyordu[60]. Bunda hakikat payı olabilirdi, zira Mehmed Efendi huzursuzdu. İstanbul’dan ayrıldıktan sonra Bâbıâli’den tek bir haber bile alamamış, hatta Osmanlı siyasetinin bıraktığı gibi olup olmadığına dair neler bildiğini öğrenmek için sorular sormuştu[61]. Penterriedter’e göre, Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi, İstanbul’la yalnızca haberleşmekten başka, Fransız ordusundan emekli edilmiş tecrübe sahibi mühendis ve zabitlerin Osmanlı’ya hizmet etmek için hazır olduklarını bildiren arzlarını da Bâbıâli’ye iletmek istiyordu[62]. Bu mühendis ve zabitlerin kimliğini ve vasıflarını, bu konuda Bâbıâli’ye yazdıysa Yirmisekiz Çelebi’nin nelerden bahsettiğini maalesef bilmiyoruz. Penterriedter ve Dirling’in takrirlerinde bunlar hakkında başkaca bir şey bulunmaz.
Paris’teki Habsburg diplomatı, Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin sefaretini 8 Ağustos tarihli takririnde bütünüyle değerlendirmiştir. Penterriedter’in burada Yirmisekiz Çelebi ve Dubois arasında Malta’daki Osmanlı esirlerinin hürriyetine kavuşturulması için yürütülen müzakereye ayırdığı yer meseleye atfettiği önemi gösterir. Osmanlı elçisi Paris’ten ayrılana kadar Dubois tarafından siyasi herhangi bir konuda müzakere edilmediği hususunda temin edilen Penterriedter, takririni kaleme almadan kısa süre önce, yine aynı isimden Bâbıâli’nin Malta üzerine gerekirse sefer düzenlemeyi göze aldığını, ancak niyabet rejiminin buna muhalefet ettiğini öğrenmişti[63]. Bunun için Bonnac’a da gerekli talimatlar gönderilmişti.[64] Dubois’nın politikası, Avrupa çapında savaşı tetikleyecek bu askerî harekâtı engellemek ve niyabet rejimi süresince kıtada dengeyi korumaktı. Hariciye Nâzırı’na göre, kısa zaman önce Bâbıâli’de meydana gelen değişiklikler ve daha önemlisi Kahire ve Trablusgarp’taki gelişmeler Osmanlıları Akdeniz’de sefere çıkmaktan alıkoyuyordu[65].
Penterriedter, Dubois’nın aktardıklarıyla yetinmemiş ve ayrıntıları Yirmisekiz Çelebi’nin maiyetinden de soruşturmuştu. Öğrendiğine göre; Bâbıâli, Malta Şövalyeleriyle, tıpkı Rusya ile olduğu gibi barış imzalamak ve sadece Osmanlı esirlerini kurtarmayı değil, Akdeniz’deki korsanlık sorununu Garp Ocaklarına ait gemilere yönelik saldırıları da men edecek şekilde halletmek istiyordu. Yirmisekiz Çelebi, bunun için Fransa’nın tavassutunu istemek, şayet bu mümkün değilse Malta’ya devlet eliyle yahut Fransız şövalyeler vasıtasıyla yardım edilmeyeceğini temin etmek üzere Paris’e gelmişti. Buna karşılık Dubois, Osmanlı elçisine Malta’ya yönelik askerî harekatın faydasız olacağını, üstelik bütün Hristiyan aleminin şövalyelere yardıma koşacağını, adanın Sicilya’ya yakınlığı nedeniyle bilhassa Kayzer’in bu harekata müsaade etmeyeceğini dostane söylemişti. Yirmisekiz Çelebi, bu bahisteki müzakerelerini bir ulakla İstanbul’a bildirmişti[66].
Dubois ve Yirmisekiz Çelebi arasındaki müzakerenin ana hatları, Penterriedter’in Viyana’ya aktardığı şekildeydi, fakat Osmanlı elçisinin İstanbul’a gönderdiği takrire bakılırsa, dostane değil nazik sözler edilmişti. Gerçekten de Dubois, Osmanlıları muhtemel Habsburg tepkisini işaret ederek uyarmış, Fransa’nın devletçe tarafsız kalacağını, ancak Fransız şövalyelerin Malta’ya yardıma gitmelerini hukuken engelleyemeyeceğini söylemişti. Yirmisekiz Çelebi, Dubois’nın söylediklerini olduğu gibi takririne yazmaya söz verdi; fakat cevabında buna gerek olmadığını, zira Habsburg harplerinde Kayzer’in ordusunda savaşan Fransız zadegân ve askerlerin Bâbıâli’ce malum olduğunu Hariciye Nâzırı’na söylemişti[67]. Yirmisekiz Çelebi’nin sözleri bir gerçeğin diplomatik üslupla dile getirilmesiydi. Pasarofça’daki başarılı diplomatın bu meselede başarısız olmasının kırgınlığını da yansıtıyordu. Zira Malta’daki Osmanlı esirlerinin kurtarılması elçiliğin tek diplomatik misyonuydu[68].
3. Fransa Elçiliğinin İstanbul’daki Yansımaları
Penterriedter, 8 Ağustos tarihli takririnde, Caragia’ya dayanarak, Malta esirleri haricinde siyasi müzakerelerde bulunulmadığını, Sicilya meselesinde Fransa’nın Habsburglara yardım etmesinin Bâbıâli’de yarattığı şaşkınlık nedeniyle Avrupa’daki barışın ne derece sağlam olduğunu soruşturmanın elçiliğin temel hedefi olduğunu yazmıştı[69]. Esasında Yirmisekiz Çelebi’nin İstanbul’dan ayrılmasından sonra elçiliğin gizemini çözmeye çalışan Dirling’in öğrendikleri de bundan fazlası değildi[70]. Dirling, geç de olsa Yirmisekiz Çelebi’nin itimatnâmesini ele geçirmiş ve şimdiye kadar topladığı haberlerin delili olarak Viyana’ya göndermişti[71]. Harp Şûrâsındaki yetkililer itimatnâmede dikkat çekici bir şey olmadığını takdir etmekle birlikte, bu gibi evraka zaten talimat yazılmadığını da biliyordu. Bu nedenle Yirmisekiz Çelebi’nin dostluk gösterisi ve Kutsal Kabir Kilisesi’nin tamirine ruhsat verilmesi haricindeki amaçlarını açığa çıkarmak için Dirling’den çalışmalarına devam etmesi istendi[72].
Bu sırada Yirmisekiz Çelebi, Paris’e hareketinden bir yıl sonra, 8 Ekim 1721’de İstanbul’a döndü, İbrahim Paşa’nın isteği üzerine derhâl bir takrir hazırlayarak elçiliğini hikâye etti ve böylece sefaretinin lüzumunu da yerine getirmiş oldu[73]. Osmanlı sefirinin dönüşü diplomatik mahfilleri de hareketlendirmişti. Bir süre önce kapı kethüdalığına getirilen Dirling, 30 Ekim’de Yirmisekiz Çelebi hakkında Viyana’ya yazdı. Dirling, haber kaynağı Penterriedter’inki ile aynı isim yani Caragia olduğu hâlde, Paris’teki Osmanlı-Fransız müzakereleri hakkında yeni şeyler söylüyordu: Dubois, Yirmisekiz Çelebi’ye Kayzer’in günden güne artan gücüne işaret ederek Habsburglar hakkında teklifi olup olmadığını sormuş, Osmanlı elçisi ise buna cevaben ortak hareket ederlerse Osmanlı ve Fransa’nın Habsburglara üstün geleceklerinden emin olduğunu, fakat talimatının bu meseleyi kapsamadığını söylemiş, şayet bu hususta teklifte bulunacaksa Versailles’ın İstanbul’daki elçisi Bonnac’a ruhsatnâme göndermesi gerektiğini belirtmişti[74].
Dirling, bu takririnde Malta meselesi hakkında Yirmisekiz Çelebi ve Dubois arasındaki görüşmelere dair elde ettiği son bilgileri yazmıştı. Esasında yazdıkları, Penterriedter’in istihbaratıyla tam olarak örtüşüyordu; Caragia, bu bahiste daha fazlasını söylememişti[75]. Dirling’in haberleri bunlarla sınırlı değildi. Aynı günlerde Reîsülküttâp Üçanbarlı Mehmed Efendi ile İngiltere elçiliği tercümanı arasındaki mülakatta İngiltere tacında hak iddia eden James Edward Stuart’ın gündeme gelmesi üzerine meseleyi soruşturan Dirling, bu defa takririnde ismini vermediği güvenilir birinden Fransa’da birçok bakanın Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’ye Stuartların tahta geçmesi hâlinde Habsburgların bir müttefikini kaybedeceğini, bunun da Osmanlılar lehine olacağını söyleyerek Bâbıâli’yi Jakobit davasına çekmek istediklerini duymuştu[76].
Stanyan takrirlerinde bundan bahsetmez. İngiltere elçisi, 27 Eylül 1721’de, Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin elçiliğinin en başta iki devlet arasında tedafüi ittifak müzakere etmek için olduğuna dair söylentiler duyulduğunu, şayet bu doğruysa bunun çok gizli tutulduğunu yazmıştı. Stanyan’ın öğrenebildiği sadece şuydu: Bâbıâli, XV. Louis’ye iltifat gösterip Malta Şövalyelerinin korsanlık faaliyetlerinin engellenmesi için Fransa’yı arabulucu olarak harekete geçirmeyi düşünüyordu[77].
Osmanlı elçisinin İstanbul’a dönüşünden sonra Stanyan’ın dikkatini çeken şey Bâbıâli’nin İngiltere tacına yönelik merakı değil, Yirmisekiz Çelebi ve Bonnac arasındaki anlaşmazlıklar ve bunun kamusal alana taşınmasıydı. Stanyan’a göre, ülkesi için beklediği faydaları elde etmek şöyle dursun, Fransa hazinesine oldukça yük getiren bu elçilik, ayrıca Yirmisekiz Çelebi’yi Bonnac’a düşman etmişti[78].
Bonnac da her fırsatta Yirmisekiz Çelebi’den şikâyet ediyor, ona gösterilen iltifat ve ikramı yeteri kadar takdir etmediğini söylüyordu. Elçi bununla da kalmamış, Paris’te Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’ye verilen hediyeleri Bâbıâli’ye bildirmiş, bunun üzerine Osmanlı elçisi, kendisine sakladıklarını Sultan da dâhil olmak üzere ricale dağıtmak zorunda kalmıştı. Dirling’in takririnden anlaşıldığı kadarıyla, bu Yirmisekiz Çelebi’nin canını öylesine yakmıştı ki Bonnac hakkında olumsuz konuşmaya başlamış, ilk fırsatta intikam alacağını söyler olmuştu[79]. Nitekim öyle de oldu. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi, Bonnac’ın büyük emek sarf ettiği Osmanlı-Fransız ahidnâmesinin yenilenmesine, buna taraftar olan Reîsülküttâp Mehmed Efendi’nin aksine, açıkça muhalefet etti. Yirmisekiz Çelebi, Paris’ten elleri boş döndüğünü, sadece Malta’dakilerin değil, Fransız gemilerinde küreğe mahkûm edilmiş Osmanlı esirlerinin de salıverilmediğini öne sürerek muhalefetini güçlendirmişti[80].
Bâbıâli’nin Yirmisekiz Çelebi’nin bilgisine başvurduğu tek konu bu değildi. İstanbul’a dönüşünden bir süre sonra, Vezîriâzam’ın huzurunda toplanan meşverete Şeyhülislâm’la birlikte Mehmed Efendi de katılmıştı. İstanbul’daki veba salgını nedeniyle meşverete dair haber toplamakta zorlanan Dirling’in imdadına saray hekimi Joseph yetişmiş, anlattığına göre, Mehmed Efendi Versailles’ın Rákóczi’nin Fransa’ya dönmesini istediğini iletmişti. Habsburg istihbaratına göre, Rákóczi önce Fransa’ya oradan da Rusya’ya geçmek istiyordu. Bunu bilen Osmanlılar, Kayzer ile sorun yaşamamak adına Rákóczi’ye izin vermeyecekti[81].
Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Avrupa ahvalini öğrenmekten ibaret olan misyonuna gelince; Dirling, bunu Caragia’ya sormuş, muhatabı gülerek cevap vermişti: Mehmed Efendi memnuniyetle daha fazlasını öğrenmek isterdi, ancak dâhili ve harici meselelerle dair kesin malumat edinememesi için sürekli olarak meşgul edilmiş, gözü boyanmıştı[82]. Gerçekten de Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi anlattıklarıyla Fransa’dan ne kadar etkilendiğini belli etmiş, Osmanlı başkentinde adeta Paris rüzgârı estirmişti. Bu ilgi, henüz elçiliği günlerinde olan biteni Felemenk gazetelerini tercüme ettirerek takip eden Vezîriâzam İbrahim Paşa’nın merakından kaynaklanıyordu[83]. İbrahim Paşa, Yirmisekiz Çelebi’nin anlattıklarından o kadar etkilenmişti ki Bonnac’ın aktarımıyla, “Vezîriâzam olmasa Osmanlı Sultanı’nın Fransa elçisi olmayı isterdim.” demiş, III. Ahmed de takriri okumak istemişti[84]. Yirmisekiz Çelebi’nin anlattıklarına yönelik merak o dereceydi ki Bonnac, birçok kimsenin, işittiklerinin doğru olup olmadığını kendisine sorduğunu Paris’e yazmıştı[85]. Dirling de Kapudan-ı derya Kaymak Mustafa Paşa ile görüşmesinde Paşa’nın Paris hakkındaki sorularına muhatap olmuştu. Habsburg kapı kethüdası, Paris hakkında işittiklerini ya Mehmed Efendi’nin mübalağa ettiği yahut Kapudan-ı derya’nın kendisine anlatılanları kavrayamadığı şeklinde yorumlamıştı[86]. Oysa Stanyan’ın ifadelerine bakıldığında, Osmanlı diplomatının Fransa’dan büyülendiği açıktı, fakat bilhassa Frenk dostu olarak damgalandığı takdirde istikbalini kaybetmekten korktuğu için dost sohbetlerinde söylediklerini devlet ricalinin yanında konuşamıyordu[87].
Bir süre sonra bu merak kayboldu[88]. Dirling, Yirmisekiz Çelebi’nin takririni ele geçirip kopyasını Harp Şûrâsına gönderdiğinde bu elçilik nostaljiye dönüşmek üzereydi[89]. Fakat Yirmisekiz Çelebi’nin Osmanlı tarihindeki rolü henüz bitmemişti. Dirling’in sözleriyle:
“[Divân-ı hümâyun tercümanı ve mühtedi İbrahim Efendi’nin de aralarında bulunduğu Latince ve coğrafya bilir kişiler] Bâbıâli’nin emriyle Türkçeye bir atlas çeviriyor ki bu Fransa’da bulunmuş Mehmed Efendi’nin büyük bir gayret ve tutkuyla siyasî ve askerî bilimlere karşı Türklerin cehaletinin zararını ricale bildiren yakınmalarına dayanır. Bu nedenle matbaa açılmasını, İmparatorluğun ve memâlikin tasvirini ve ordunun bilhassa da süvarilerin disiplin altına alınmasını faydalı buluyordu.”[90]
Sonuç
Tarihçiler Yirmisekiz Çelebi’nin Paris elçiliğinin en somut sonucunun Osmanlı İmparatorluğu’nda ilk Türkçe matbaanın kurulması olduğunda hemfikirdir[91]. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Fransa’da ziyaret ettiği yerler arasında, örneğin Lyon’da, matbaalar da bulunuyordu ve Osmanlı heyeti bu zanaat hakkında ustalarından bilgi almıştı[92]. Osmanlı elçisiyle Paris’te tanışmak fırsatı bulan Fransız filozof Saint-Simon’a bakılırsa, Yirmisekiz Çelebi, kitaplarla ve matbaayla alakadar olmuştu, hatta hâlihazırda malumat sahibiydi.[93] Saint-Simon’un hatıratındaki ilgili pasajları eserinin sonuna ilave eden Veinstein, buradan hareketle, Osmanlı İmparatorluğu’nda matbaa açmak fikrinin Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin aklına Paris’te geldiğini yazar[94], ki yukarıda Dirling’den yaptığım alıntı da bu iddiayı destekler. Yine de Osmanlı elçisi sefâretnâmesinde matbaadan bahsetmemişti.
Osmanlı sefirinin takririnde ve Sefâretnâme’de büyük hayranlıkla bahsettiği kale planlarının, kale mimarisinde etkisi olup olmadığı tartışılabilir, ancak kendi işlerinde müstakil nazırların Bâbıâli’de bir reform için önerilmediği açıktır. Esasen Fransa’da krallığın taşraya nüfuz ettiği en önemli kurum olan intendantların öneminin Yirmisekiz Çelebi tarafından idrak edilemediğine bakılırsa, ortada Osmanlı/Türk modernleşmesi için esaslı program önerecek birisi söz konusu değildir[95]. Gerçekte sefâretnâmelerin Osmanlı/Türk modernleşmesine katkısı için Ebubekir Ratib Efendi’nin sefâretnâmesini beklemek gerekecektir[96]. Ancak bu Yirmisekiz Çelebi’nin eserinin “Sefâretnâmeler Asrı”nın[97] en ilginç metinlerinden birisi olduğu gerçeğine halel getirmez. Nihayetinde kimliği, elçilik misyonu ve acayip şeylerden bahsetse bile Sefâretnâme’nin muhtevası Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’yi terbiyeli bir turistten çok daha fazlası yapıyor[98].
Diplomasi tarihi bağlamından bakıldığında, Yirmisekiz Çelebi’nin elçiliği diplomatik olarak semeresiz kalmıştır[99]. Esasen literatürdeki aksi yöndeki ifadelere rağmen, Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi, herhangi bir ittifak antlaşmasını teklif etmek üzere Paris’e gönderilmemişti[100]. Bu nedenledir ki bu elçiliğe Osmanlı siyasi tarihi bağlamında çok az yer ayrılır. Örneğin Hammer, Yirmisekiz Çelebi’nin Avrupa ahvaline dair bilgi toplamak için Vezîriâzam tarafından Paris’e gönderildiğini yazmakla yetinirken, Nicolae Jorga Osmanlı elçisinin ismini sadece dipnotta zikretmiştir[101]. Bonnac da hatıratında Yirmisekiz Çelebi’nin elçiliğinden sadece iki defa bahseder: İlki basit bir kronolojik nirengi noktası olarak; ikincisi ise Fransız mimarisinin Osmanlı mimarisi üzerindeki etkisini anlatırken[102]. Bu Yirmisekiz Çelebi ve Bonnac arasında, Osmanlı-Fransız ahidnâmesinin yenilenmesini de engelleyen gerilimin sonucu olabilir; Bonnac’ın destekçisi olduğu bu elçiliğin aleyhine dönmesini kabullenemeyip bunu hatıratına açıkça yazmak yerine böylece geçiştirmeyi istemiş olması pekâlâ mümkündür.
İbrahim Paşa’nın Paris’e Habsburg aleyhtarı bir teklifte bulunması, Fransa ve İspanya arasında barış imzalandıktan sonrasına rastlar. Vezîriâzam, bu defa Versailles’a elçi göndermek yerine bu niyetini önce Le Noir ile sözlü olarak iletmiş, daha sonra Yahudi hekim Daniel de Fonseca aracılığıyla hatırlatmıştı[103]. Bunda Yirmisekiz Çelebi’nin Avrupa’dan taşıdığı haberlerin ne derece etkisi vardı, tahmin etmesi güç. Ancak Avrupa’nın siyasi ahvali ve Fransız diplomasisi ve bilhassa yeni bir savaşı karşılayacak durumda olmayan maliyesi, İbrahim Paşa’nın Habsburglara karşı Osmanlı-Fransız ittifakı oluşturmayı hedefleyen teklifini cevapsız bıraktığı gibi, Yirmisekiz Çelebi’nin elçiliğinin üzerine bina edilebilecek bir Osmanlı-Fransız ittifakı tarihinden söz edilmesini de imkânsız kıldı.
Bunun arkasında esasen Osmanlı diplomasisinin temel sorunlarından bir tanesi yatar: İstihbarat edinememek. Vezîriâzam İbrahim Paşa’nın Habsburg aleyhtarı dış politika oluşturmaya çalışması, yalnızca Avrupa ahvalinden güvenilir ve zamanında haber almakla mümkündü. Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi bu sebeple Paris’e gönderilmişti, III. Ahmed bu sebeple Viyana’ya tayin edilecek şehbenderin akıbetini sormuştu[104]. Aslında Viyana’da bir şehbenderlik açılması, Yirmisekiz Çelebi’nin elçiliğinden önce gündeme gelmiş, fakat şehbender tayini meselesi 1726’ya kadar sonuçlanmamıştı. Her iki örneğin de gösterdiği üzere, Vezîriâzam İbrahim Paşa’nın Osmanlı diplomasi kurumlarını, Avrupa’dan edindiği haberleri istihbarata çevirecek yeni kurumlarla değiştirmek, bu manada esaslı reform yapmak düşüncesi bulunmuyordu. Kısacası Osmanlı/Türk modernleşmesinin vakti henüz gelmemiş, aktörleri de tarih sahnesine çıkmamıştı. Bunun için Nizâm-ı Cedîd’i beklemek gerekecekti.