Giriş
Kösedağ Savaşı’nın ardından Türkiye Selçuklu Devleti’nin otoritesi, üzerinde oluşan tahripkâr Moğol tahakkümü sonucunda zayıflamıştır. İktisadi ve siyasi kriz neticesinde devletin hızlı bir parçalanma ve yıkılma süreci başlamıştır. Sürecin en önemli etkenlerinin başında göç hadisesi gelmektedir. I. Alâeddin Keykubad döneminde gerçekleşen kontrollü ve nitelikli göç dalgasının meydana getirdiği olumlu etkilerin aksine, uç bölgesinde meydana gelen iskân politikalarındaki kontrolün kaybedilmesi, münferit hareket eden Türkmen topluluklarının devletin siyasi bütünlüğünü tehdit eden başat rolü oynamalarına neden olmuştur. Göç hareketinin olumlu etkisi ise Türkmenlerin Anadolu’nun Türk yurdu olma sürecini hızlandırması ve yerleşimin kalıcı hâle gelmesini sağlamasıdır. XIII. yüzyılın ikinci yarısı itibarıyla Moğollar, Selçuklu siyasetine tam anlamıyla egemen olmuş, Türkmenler uç bölgelerinde nüfuz sahibi olan beylerin etrafında toplanmak suretiyle siyasi teşekküller meydana getirmeye başlamış, tüm bu süreci istiklallerini ilan ederek tamamlamışlardır.
Bu siyasi teşekküllerin başında Menteşâ Emîrliği[1] gelmektedir. Muğla il sınırlarını, Aydın ve Denizli illerinin bir kısmını kapsayan bölge içinde ortaya çıkan emîrliğin ibtidâsı konusunda 1934 yılından günümüze kadar geçen 90 yıllık süre içinde çeşitli çalışmalar yapılmış ancak tam manasıyla kesinlik kazanmış sonuçlar elde edilememiştir. Menteşâ Emîrliği’nin kökeni üzerine yapılmış sınırlı sayıdaki çalışmaların en başında, Paul Wittek’in Almanca kaleme aldığı ve âdeta bir başvuru eseri niteliğinde olan, Türkçeye Menteşe Beyliği ismiyle çevrilen monografisi gelmektedir. Bu çalışmada özellikle emîrliğin kurucusu olarak kabul edilen “Sahil Beyi Menteşe” önermesi, daha sonra yapılan birçok çalışmada kabul görmüş ve tekrarlanmıştır. Bu sebeple onların hepsi burada zikredilmeyecek, yeri geldiği zaman bu araştırmalara değinilecektir. Son yıllarda emîrliğin menşei sorununu farklı bir perspektiften ele alan bir diğer çalışma da Vedat Turğut’un “Menteşe Bey’in İsmi, Menşe’i ve Menteşeoğulları’nın Vakıflarına Dair” adıyla yayınlanmış makalesidir. Bu çalışmada, şecereye dair istinat edilen kaynakların dışında, dikkati çekmemiş yahut mevcut önermelerin ekseninde değerlendirilmiş kaynaklar ve onomastik tartışmalar vasıtasıyla, şecereye ait bilgiler yeniden yorumlanacaktır.
Menteşâ Emîrliğinin İbtidâsı
Menteşâ Emîrliği ve imlasıyla ilgili günümüze ulaşan çağdaş veya geç dönem çeşitli kaynaklarda birtakım bilgiler mevcuttur. Bu kaynaklar içerisinde dolaylı yoldan yahut kesin ifadelerle Menteşâ Türkmenlerinin erken dönemlerinde nereye iskân edildikleriyle ilgili bilgiler dikkate değerdir. el-Melikü’l-Mansûr Seyfeddin Kalavun döneminde, Memlük Devlet erkanında çeşitli görevler alan Rüknüddîn Baybars el-Mansûrî’nin, 1324 yılında tamamladığı “Zübdetü’l-fikre fî târîḫi’l-hicre” adındaki umumi tarihinden günümüze ulaşan IX. cildi, Bilâd-ı Rum topraklarının 1257-58 yıllındaki sınırları hakkında bilgiler ihtiva etmektedir. Ona göre Selçuklu hudutları şu şekildedir:
“1. Ahlat ve havalisi; Ahlat, Van, Yastan, Erciş ve diğer beldeler; 2. Erzurum ve havalisi (Saltıık-ili): Erzurum, Sibihr (İspir), Bâbirl (Bayburt) ve Koçmaz. Burası Dar ül-celal adını taşıyan müstahkem bir şehir ve kale olup hudutları Gürcistan’a kadar uzar; 3. Erzincan ve bölgesi: Erzincan, Akşehir, Dercan, Kemah ve Kögonva (Şibin Karahisar) ve mülhakatı; 4. Diyârbekir ve beldeleri: Diyar beldi’, Harput, Malatya, Sumeysât, Minşar ve başkaları meşhur şehirlerini teşkil eder; 5. Sivas ve Dânişmend beldeleri: Sivas, Dar ül-’alâ adını alır; şehirleri Niksâr, Amasya, Tokat, Komanat, Kangrı (Çankırı), Engûnye (Ankara), Samsun, Sinop Kastamoniye, Tur-halû (Turhal) ve sahile bitişik olan Borlu (Bolu?) şehir ve kaleleri; 6. Kayseri ve beldeleri: Kayseri, Niğde, Arakliye (Ereğli) ve Ermenek beldeleri olup bu sonuncuda Menteşe oğlu bulunur; 7. Konya ve tabileri: Konya, Tonguzlu (Denizli) ve tâbileri, Karahisar (Afyon), Demürlü (Karahisar), Aksaray, Antalya ve Alâiye.”[2]
Bu kayıtta Menteşâ oğlu adlı emîrin 1257 yılında Ermenek’te iskân hâlinde olduğu ifade edilmiştir. Bu noktada bahsi geçen dönemde gerçekleşen siyasi karmaşa ve kaynakların konumuz özelindeki sessizliği, Anadolu’daki siyasi durumu kısaca ele alma gerekliliğini beraberinde getirmektedir.
Türkiye Selçuklu Devleti’nde II. Gıyâseddin Keyhusrev’in ölümünün ardından tahta II. İzzeddin Keykâvus çıkmıştır. 1246-1249 yılları arasında tek başına hüküm süren Keykâvus’un kardeşi IV. Kılıçarslan ile aralarında taht mücadelesinin başlaması sonucunda Celâleddin Karatay, buhranı önlemek amacıyla üç kardeşi sultanlık tahtına çıkarmıştır[3] . Karatay’ın ölümünün ardından kardeşler arası rekabetin yeniden alevlenmesi üzerine, Mengü Han ikisinin müşterek saltanat sürmesine karar vermiş ve Selçuklu topraklarını ikiye bölmüştür. Buna göre Kızılırmak’ın batısından Bizans sınırlarına kadar uzanan bölge İzzeddin Keykâvus’a, Sivas’tan Erzurum’a ve Moğol hâkimiyetindeki şehirlere kadar uzanan bölge ise Kılıçarslan’a verilmiştir[4] . Ancak 1259 yılında Anadolu’ya dönen Mahmud Tugrâî ve Toruntay, Moğolların Anadolu’ya girdiklerini ve iki hükümdar arasındaki mücadelenin devam ettiğini ifade etmişlerdir. Bunun üzerine Hülâgû, Suriye seferine çıkarken iki Selçuklu sultanı ile 28 Temmuz 1259 tarihinde Tebriz’de görüşmüş ve Mengü Han’ın yarlığına uygun olarak ülkeyi iki sultan arasında taksim etmiştir[5] .
Selçuklu mülkünün iki sultan arasında yapılan taksiminden sonra Keykâvus, önce Kubâdâbâd’a ardından Antalya’ya geçmiştir. Bu durum, Keykâvus’u sultanlıktan uzaklaştırma niyetinde olan Kılıçarslan ve Muînüddin Pervâne’ye iyi bir fırsatı beraberinde getirmiştir. Pervâne, vergi tahsili için gelen Moğol elçilerine Keykâvus’un Antalya’ya giderek Mehmed Bey’in[6] idaresinde bulunan Uç Türkleri ile isyan hazırlığında olduğunu söylemiş ve bu nedenle elçilere tahsilatın oradan başlamasına yönelik tavsiyede bulunmuştur[7] . Keykâvus, bizzat beylerbeyi tayin ettiği Hristiyan dayısının etkisinde kalarak Antalya’ya gelen elçilere ödemekle yükümlü olduğu vergiyi ödememiş[8] ve elçiler durumu İlhan’a bildirmek üzere Tebriz’e dönmüşlerdir. Daha sonra Keykâvus, Moğolları Muînüddin Süleyman’ın tahrik ettiği düşüncesi ile Konya’ya dönüp gerekli olan para tedarikini yapmıştır. Muînüddin ise onun Memlüklerle iş birliği yaparak İlhanlılara karşı bir ittifak oluşturmak düşüncesinde olduğunu ihbar ederek Moğolları kışkırtmıştır. Hülâgû 1261 yılında İzzeddin Keykâvus’u huzuruna çağırmıştır. Sultan kendisine vekaleten saltanat nâibi Yavtaş’ı göndermiştir. Yavtaş Erzincan’da Ermenilerin bazı taşkınlıklarıyla karşılaşmış ve bunlara mâni olmak istemiştir. Ancak Moğol elçileri, bölgenin Kılıçarslan’ın hâkimiyetinde olduğunu söylemiştir. Yavtaş da geri dönüp sultanı Moğollara karşı tahrik etmiştir[9] . Sultan, veziri Fahreddin Ali ile görüştükten sonra Hülâgû’nun yanına gitmek üzere hareket etmiştir. Konya’da Rûzbe Ovası’na geldiğinde Alıncak Noyan’ın büyük bir orduyla Anadolu’ya geldiğini ve Kılıçarslan ile Muînüddin Pervâne tarafından karşılandığını öğrenmiştir. Keykâvus, aralarındaki ilişkileri düzeltmek için vezirini Kılıçarslan’a göndermeye karar vermiştir. Kılıçarslan ile görüşen Fahreddin Ali, İzzeddin Keykâvus’un Moğollarla başa çıkamayacağını bildiğinden iki sultanı tek güç hâlinde birleştirmek niyetiyle onlara katılmıştır. Bu sırada Alıncak Noyan’ın kendisine taarruz hazırlığında olduğunu öğrenen İzzeddin Keykâvus, Antalya’ya dönmüştür. Sultan İzzeddin’in kumandanları Ali Bahadır ve Yavtaş, Moğollara karşı çetin bir savaşa girişmişler fakat mağlup olmuşlar ve çok ağır kayıplar vermişlerdir (1261)[10].
Bizans İmparatorluğu, tarihinin en büyük dönüm noktalarından birini 1204 yılında yaşamıştır. İmparatorluğun, Selçuklu tehdidini bertaraf etmek amacıyla Batı Katolik dünyasından talep ettiği Haçlı birlikleri, Konstantinopolis’i ele geçirerek imparatorluğun bir kent devleti kimliğine bürünmesine yol açmıştır. Büyük bir travmaya sebep olan Latin işgali ile siyasetten kimliğe kadar birçok hususta Bizans uygarlığında büyük bir değişimin başladığını açık bir şekilde görmek mümkündür. IV. Haçlı Seferi, sadece Bizans’ın siyasi yapısını değil, aynı zamanda Anadolu’daki jeopolitik dengeleri de altüst etmiştir. Soylu ve yönetici aileler, başkentlerini terk ederek Anadolu’nun farklı köşelerine sığınmış, Bizans kültürünü ve idaresini yeni merkezlerde devam ettirmeye çalışmışlardır. Akdeniz’deki ticaret egemenliğini ele geçirme isteği, Venedikliler için Haçlı Seferlerinin rotasını çizmede belirleyici bir rol oynamıştır. Venedik Dükü Enrico Dandolo’nun teşvik ettiği bu Haçlı Seferi, Konstantinopolis’in talan edilmesine ve Bizans İmparatorluğu’nun dağılmasına yol açmıştır. Başkentte kurulan Latin İmparatorluğu’nun 57 yıl süren hâkimiyet dönemi, Bizans İmparatorluğu’nun çöküşünü hızlandırmış ve Avrupa ile Asya’yı birleştiren tarihsel geçit niteliğindeki imparatorluğun güç kaybetmesine ve yavaş yavaş yok olmasına neden olmuştur. Nihai sona doğru giden yaklaşık iki asırlık bu dönemin kendine has birçok karakteristik özelliği bulunmaktadır: Kutsal olarak kabul edilen Konstantinopolis’in Latinler tarafından yağmalanması; başkent dışında Nikaia (İznik), Trabzon ve Epiros’da yeni Bizans başkentlerinin ortaya çıkması ve bu üç yeni başkentte farklı hanedanların Konstantinopolis’i geri alarak Bizans’ı ihya etmek istemek amacıyla birbirleriyle mücadele etmesi; Bizans’ın Anadolu’daki topraklarının büyük kısmını Türkiye Selçuklularına kaybetmesi; Moğol İstilası; 1261’de VIII. Mikhael Palaiologos’un Konstantinopolis’i Latinlerden geri alarak Bizanslıların başkentte sonsuza kadar yaşayacaklarına inandıkları Tanrının kutsadığı imparatorluklarını yeniden inşa etmesi; Bizans’a son verecek Osmanlı Beyliği’nin yükselişi; 14. yüzyılda Batı Anadolu ve Balkanlar’da Türklerin Bizans’ın aleyhine hızla ilerlemesi vb. ana başlıklar altında ifade ettiğimiz bu hususlar çerçevesinde Bizans’ın hâkim olduğu Anadolu ve Balkanlar’daki topraklarda büyük siyasi, ekonomik, demografik ve kültürel değişimler yaşanmıştır[11].
VIII. Mikhael Palaiologos’un Konstantinopolis’teki Latin İmparatorluğu’na 1261 yılında son vererek şehri tekrar Bizans İmparatorluğu’nun başkenti hâline getirmesiyle, Türkler de aynı yıl içerisinde bu siyasi boşluktan faydalanarak Batı Anadolu’da ve Karia bölgesinde hâkimiyet alanlarını genişletmişlerdir[12]. Sultan İzzeddin Keykâvus Antalya’da bulunduğu sırada bir yandan Memlük Sultanı Baybars ile iş birliği yapıyor, diğer yandan da Anadolu’daki Türkmenleri etrafında toplamaya çalışıyordu. Sultan İzzeddin Keykâvus Mısır’dan gelen iki emîrle beraber Nâsireddin Nasrullah ve Hacib Sadreddin el-Ahlâtî adlı elçilerini Baybars’a göndermiştir (1262 Mayıs)[13]. Baybars, yardım talebini kabul edip Şam ve Halep’ten asker gönderdiğini bildirmiştir. Sultan İzzeddin, Baybars’a gönderdiği ikinci mektupta (Haziran 1262) bu ittifaktan haberdar olan Moğolların Konya’yı işgale hazırlandığını haber vermiştir. Baybars bu kadar kısa bir süre içinde yardım gönderemeyince İzzeddin Keykâvus, aile efradıyla birlikte Antalya’dan Konstantinopolis’e hareket etmiştir[14]. Böylelikle Türkmenlere ait uçlar, sahiller ve dağlar dışındaki bütün Anadolu Kılıçarslan’ın idaresine geçmiştir. IV. Rükneddin Kılıçarslan’ın Sultanhanı Muharebesi’ne müteakip II. İzzeddin Keykâvus’a yazdığı bir mektup, Kılıçarslan’ın Moğollar vasıtasıyla saltanatta söz sahibi olmaya çalıştığını, Keykâvus’un ise Moğollarla mücadele içerisinde olması ve bu nedenle Anadolu Türkleri arasında desteklenmesine sebep olduğunu göstermesi açısından önemlidir[15].
Tüm bu bilgiler ışığında Keykâvus’a ait mülkler içinde bulunan Ermenek’te iskân durumunda olan Menteşâ oğlunun Moğollara karşı verdiği mücadele nedeniyle, Sultanla birlikte uç bölgesindeki Denizli ve havalisine gelmiş olma ihtimalini akla getirmektedir. Ermenek ve çevresindeki bölgede Karamanoğulları’nın faaliyetlerine dair ilk bilgiler, bahsini ettiğimiz ihtimali güçlendirmektedir.
İbn Bîbî, Karamanoğulları’nın babasının Ermenek ve çevresinde yaşayan Türkmen bir kömürcü olduğunu, bu bölgeden Larende’ye kömür taşıdığını ve Baycu Noyan’ın Anadolu’ya ikinci kez geldiğinde (1256) çıkan karışıklıklarda etrafına topladığı Türkmenlerle yol keserek haramilik yapmaya başladığını bildirmektedir. İzzeddin Keykâvus’un, Konstantinopolis’e gidişinin ardından ve Kılıçarslan’ın ülkenin iki parçasını eline geçirmesinden sonra Karamanoğullarına ünvan ve iktâ verdiğini kaydetmiştir[16]. Bu bilgilere istinaden, Menteşâ oğlunun bölgeden ayrılması ile oluşan otorite boşluğunun ardından Karamanoğulları’nın etkin bir güç hâline gelmeleri, söz konusu iki Türkmen topluluğunun birbirlerine yabancı olmadıkları ihtimalini arttırır. Bu durum, Anonim Selçuknâme’de bahsedilen ve daha sonraki dönemde meydana gelen Karaman-Menteşâ ittifaklarının temelinin, söz konusu dönemde atıldığının bir göstergesi olarak kabul edilebilir.
Denizli bölgesinde bulunan ve Keykâvus yanlısı tutumu ile bilinen Uç Gazisi Mehmed Bey, kardeşi İlyas Bey, damadı Ali Bey, Sevinç ve Salur Bey’in, Kılıçarslan’ın Moğollar vasıtasıyla elde ettiği iktidarını tanımamaları, Selçuklu ve İlhanlı askerlerinden oluşan kuvvetlerin, Uç Türkmenlerini itaat altına almak için 1262 yılında harekete geçmesine neden olmuştur[17]. Bunun üzerine Mehmed Bey, Hülâgû’ya bir elçi göndererek mutlak hâkimiyetini ve vergi ödemeyi kabul ettiğini, menşur ile sancak talep ederek de beyliğinin tanınmasını istemiştir. Hülâgû bu talepleri kabul edip Kulşar adında birini hâkimiyet alâmetleri ile birlikte şıhne olarak göndermiştir. Mehmed Bey ve beraberindeki diğer beylerin Keykâvus yanlısı olduğunu düşünen Hülâgû, onun itaatini arz etmek için huzuruna gelmesini istemiştir. Ancak aynı güven eksikliği nedeniyle Mehmed Bey’in bu çağrıyı reddetmesi neticesinde Hülâgû, Selçuklu ve Moğol kuvvetlerini “Uç” bölgesine sevk etmiştir. Moğol hükümdarı kuvvetlerinin, Mehmed Bey’in damadı Ali Bey ile sağladığı uzlaşma neticesinde ve onun rehberliğinde Türkmen bölgesine girmelerini sağlamıştır. Dalaman Ovası’nda gerçekleşen savaşta Türkmen kuvvetleri Ali Bey’in ihaneti neticesinde yenilmiş, İlyas ve Salur Bey esir edilmiş, Mehmed Bey kaçmayı başarmış ve canının bağışlanması şartıyla itaatini arz edeceğini Moğol ve Selçuklu kuvvetlerine bildirmiştir. Talebi kabul edilmesine rağmen Konya’ya götürülmek üzere yola çıktıktan bir süre sonra Borgulu’da (Uluborlu) öldürülmüştür. Damadı Ali Bey ise Denizli Türkmenlerinin beyi olarak tayin edilmiştir[18]. II. İzzeddin Keykâvus ve IV. Rükneddin Kılıçarslan arasındaki saltanat mücadelesinde Keykâvus lehine hareket eden Mehmed Bey’in kimliğinin tespiti, bu noktada önem arz etmektedir.
Vedat Turğut’un “Menteşe Bey’in İsmi, Menşe’i ve Menteşeoğulları’nın Vakıflarına Dair” adlı makalesinde, Ahmed Gazi’nin mezar taşı kitabesinde bulunan ve Wittek ile Uzunçarşılı’nın ihtilafa düştükleri en üst soy ismi olan, Kara ya da Kuri Bey (قرى بك) ismine dikkat çekilmiştir. Turğut, Evkâf Defterleri vasıtasıyla Menteşe Bey’in soyunun Kayır (Kır) Han’a dayandığı ve Batı Anadolu beyliklerinin Harezmşahlarla yakın bağları bulunduğu savı üzerinden değerlendirmeler yapmıştır[19]. Müellif, Menteşe ailesinin en üst soy ismi olan Kara-Kuru Bey’i, Alâeddin Keykubad’a sığınan Harezmşahlara mensup Kır (Kayır) Han’a dayandırmaktadır. Bolu Sancağı Evkâf Defterinde bulunan kayıtlarda Kır Bey’in babasının isminin “Nu’man” olarak geçtiğini ayrıca Kır Bey’in Bolu Gerede ve Bender-i Ereğli’de iki adet vakıf kaydında adının geçtiğini belirtmektedir[20]. Vakıf kayıtlarında Kır Bey’in beş oğlu olduğunu tespit eden Turğut, isimlerini ve bahsi geçen şahıslara ait vakıf bilgilerini zikrettikten sonra; Menteşe Bey ve Süleyman Bey’i Menteşe Emîrliğinin banisi, Mehmed Bey’i Denizli uç beyi, Kemal (Kemaleddin İsmail) Bey’i (“Batı Anadolu Beyliklerinin Menşei Meselesi” adıyla 2016 yılında yayınlamış olduğu makalesinde ise Kır Bey’in dört oğlu olduğunu kaydetmiş, bu oğullar arasında Kemal Bey’in ismini zikretmemiştir.)[21] ve Seyfi (Seyfeddin) Bey’i de Türkiye Selçukluları devlet ricalinde çeşitli görevler almış kişilerle ilişkilendirmiştir[22].
Kardeşinin adı kaynaklarda İlyas olarak geçen uç beyi Mehmed’in kimliği ile ilgili bir belge, yukarıda bahsettiğimiz üzere Turğut’un Kır Bey oğlu Mehmed olarak ilişkilendirdiği kişi olmadığını ortaya koymaktadır. Mikail Bayram tarafından tes pit edilen bu belge, İstanbul Halet Efendi İlavesi (Süleymaniye) Kütüphanesi nr. 92’de bulunan ve 1 Receb 660 (22 Mayıs 1262) tarihinde Denizli’de, Konyalı Ali b. Süleyman b. Yunus tarafından kopya edilmiş Mecmûatü’r-Resâil’dir.[23] Eserin kapak sayfasındaki metin şu şekildedir:
“Övgü ve ihsan sahibi ulu hükümdar, iyilikler ve güzellikler sahibi, soyca şerefli; erdemler kaynağı, şeref ve ikbal sahibi şanlı bilge kişi, devletin ve dinin yüz akı, İslam’ın güzelliği, hükümdar ve hakanların matlubu; Ululuk elbisesi üstünde daim olsun, bütün üstün değerleri, doğruluk ve bağışları cari olsun; Mavrazemoslara[24] mensup Guş-beten (?) Mehmet’in özel hizmetine arz olunur-Allah onun değerini yüceltsin, göğsünü irfana açsın.”
Bayram’a göre, mühtediler için kullanılan “Ve şeraha fi’l-ma’ârifi sadrahû” duasının Mehmed Bey için kullanılmış olması onun sonradan Müslüman olduğunu gösterir[25]. Ayrıca eserin sahibi olarak Mehmed-i Serhâzin’in imzasının bulunması onun hazine muhafızı olarak görev yaptığını göstermektedir[26]. Bu belgeden hareketle Mehmed Bey’in, I. Gıyâseddin Keyhusrev’in kayınpederi ve Denizli emîri olan Manuel Mavrozomes’in soyundan geldiği sonucuna ulaşılmaktadır. Böylelikle Denizli uç beyi Mehmed Bey’in ne Harezmşahlarla ne de onlara mensup Kır (Kayır) Han’la hiçbir ilgisi olmadığı sonucu ortaya çıkmaktadır.
Keykâvus, Kılıçarslan mücadelesi sırasında ve sonrasındaki süreçte Türklerin Batı Anadolu’da tutunmayı başardıklarına dair en önemli göstergelerden biri, VIII. Mikhael’in Batı Anadolu’daki Türk ilerleyişini durdurmak için kardeşi Despot Ioannes Palaiologos komutasında bir orduyu, 1269 tarihinde Karia bölgesine göndermesidir. Bu sefer, geçici bir süre için etkili olmuş ancak İmparator bir yıl sonra söz konusu ordu ile birlikte Despot Ioannes’i Balkanlara sevk edince Türkler, Karia bölgesinde hâkimiyet sahalarını tekrar elde etme imkânı bulmuştur[27]. Burada dikkate değer nokta söz konusu bölgede 1261 yılından 1269 yılına kadarki süreçte iskân edilmiş bir Türk nüfusun varlığıdır. Uç bölgesinde bahsini ettiğimiz dönemdeki Türkmen faaliyetleri hakkındaki bilgiler içerisinde, Menteşâ Türkmenlerine dair kesin bir ifade ne yazık ki mevcut değildir. Menteşâ Türkmenlerinin siyasi faaliyetleri hakkında açık bilgiler veren ilk yerli kaynak, Anonim Selçuknâme’dir. Karamanoğlu Mehmed Bey önderliğinde Türkmenler, II. İzzeddin Keykâvus’un oğlu iddiası ile Selçuklu tahtının varisi olarak gösterdikleri Gıyâseddin Siyavuş’u (Cimri), Selçuklu hükümdarı ilan etmek için Karaman “قرآمان“, Eşref “اشرف“, ve Menteşâ “منتشا “Türkmenlerinden 10 bin kişilik bir kuvvet ile Konya’yı işgal etmişlerdir[28]. Türkmenlerin Konya işgaline yönelik kaynaklarda farklı tarihler mevcuttur. İbn Bîbî’nin 10 Zilhicce 675 (15 Mayıs 1277)[29], Anonim Selçuknâme 8 Zilhicce 677 (12 Nisan 1279)[30], Baybars Tarihi de 9 Zilhicce 675 (14 Mayıs 1277)[31] tarihini vermektedir. Cimri vakasının herkesçe malum olmasından dolayı, konumuzun odağından çıkmamak adına detaylı bir şekilde ele almayı gerekli görmedik.
Aynı yıllarda Bizans İmparatorluğu’nun doğu sınırlarını tekrar kontrol altına almak isteyen İmparator VIII. Mikhael, 1278 tarihinde oğlu II. Andronikos kumandasında bir orduyu, yine Batı Anadolu üzerine göndermiş ve bu ordu vasıtasıyla bir takım iskân ve şehirlerin tahkim edilmesi gibi imar faaliyetleri gerçekleştirilmiştir. Tahkim edilen şehirler arasında bulunan Tralles, birkaç yıl sonra, Türkçe cesur anlamına gelen Salpakis Mantakhias kumandasındaki (Bizans kaynaklarında Persler olarak isimlendirilen) “Türkler” tarafından 1282’de fethedilmiştir[32]. Bu noktada, siyasi faaliyetleri derinlikli olarak ele almamak şartıyla, öncelikle emîrliğin kurucusu olarak kabul edilen Salpakis Mantakhias (Sahil Beyi Menteşe) ile ilgili Wittek’e ait önerme üzerinde durulması gerekmektedir.
Wittek, eserinde Pakhymeres’in 13 kitaptan oluşan Tarihsel İlişkiler (Συγγαφικῶν Ἱστοριών/Syngraphikōn Historiōn) adını verdiğimiz eserinde kaydettiği Mantakhias “Μανταχίας” imlasının kitabe ve çeşitli elyazmalarında geçen Menteşâ “منتشا “imlasıyla örtüştüğünü ispat ettikten sonra, Menteşe’nin şahıs ismi veya bir boy ismi olabileceği üzerine değerlendirmeler yapmıştır. Daha sonra Salpakis “Σάλπακις” kelimesinin anlamının Pakhymeres’in kaydettiği gibi “cesur” manasına değil, Türkçe “sahil beyi” anlamına gelebileceğini ifade ederek çeşitli edebî kaynaklarda, kitabelerde, sikkelerde bulunan “Emîr es-sevâhil” ya da “Melik es-sevâhil” ünvanlarının Türkçe karşılığı olduğunu belirtmiştir[33]. Müteakiben 13. yüzyılın başlarından itibaren Selçukluların liman şehirlerine sahip olmaları neticesinde, denizcilik hususundaki gelişim aşamaları ile ilgili genel değerlendirmeler yapmıştır[34]. Sahil beyi ünvanını mümkün kılan gerekçelerin başında, Karia bölgesinin siyasi fethinden önce deniz yoluyla sahil bölgelerine gelen Türklerin, yerli Rum halkıyla bir antlaşma yoluyla uzlaşıp kaynaşmaları olabileceğini düşünmesidir. Buna delil olarak ise Antik veya Bizans döneminde kullanılan Makri, Darahya, Dadiya, Gereme ve Balat gibi yerleşim yerlerinin isimlerinin korunuyor olmasını göstermektedir[35]. Wittek’in bu görüşleri neticesinde, Salpakis isminin Sahil beyi olarak çevrilmesinin anlatılan olayların içeriği ile örtüşmesi sebebiyle ispat edilmiş olarak görülebilir[36]. Ayrıca Wittek, yine Karia bölgesi ve Tralles’in fethini gerçekleştiren Menteşe’nin adının bir aile ismi olabileceğini, bu kişinin isminin bilinmediğini ve doğruluğunun şüpheli olduğunu da kaydetmiştir[37].
Turğut; Wittek’in Pakhymeres vasıtasıyla bize ulaşan Salpakis/Salampakis ismini Sahil beyi şeklindeki kabul gören önermesini, Süleyman Bey olarak düşünmenin mümkün olabileceğini belirtmektedir. Menteşeoğulları’nın ibtidâlarının ve antik Karia bölgesine nereden ve ne zaman geldikleri hususunun açıklığa kavuşturulmasının, vakıf belgeleri ile mümkün olabileceğini kaydetmiştir. Müellif, Kayır Han’ın oğulları olan Menteşe Bey ve Süleyman Bey’in Karia bölgesinin fethi için Sakarya Nehri civarından hareket ettikleri kanısındadır[38]. Menteşe Emîrliği ile ilgili Wittek’in 1934 yılında yaptığı çalışmanın birçok noktada ardıllarına rehberlik ettiği gerçeğini daha önce de zikretmiştik. Ancak konuyla ilgili Wittek’e göre daha geç dönem yapılmış ve aşağıda değineceğimiz önemli çalışmaların, ne yazık ki araştırmacıların dikkatinden kaçtığı kanaatindeyiz. Çünkü emîrliğin ortaya çıkışı ve hatta özellikle Menteşâ imlası ile ilgili tenkit edilmeye muhtaç olan bilgilerin irdelenmeden tekrar edildiği çalışmaların yakın tarihe kadar devam ettiği görülmektedir. Yukarıda bahsettiğimiz önermelerin çağdaş kaynakların modern edisyonları, tahkikli neşirleri ve hatta ahitnameler ile mukayese edilerek daha ayrıntılı bir şekilde ele alınması ihtiyacı hâsıl olmuştur.
Öncelikle Salpakis imlasına karşılık olarak verilen “Süleyman Bey” ve “Sahil Beyi” görüşleri ile ilgili olarak Georgios Pakhymeres’in eseri, büyük önem arz etmektedir[39]. Pakhymeres, Bizans’ın doğu sınırında bulunan Sakarya ve Menderes bölgesinde meydana gelen Türklerin yoğun baskısının dışında, batıda İtalyanlar tarafından tehdit altında olan bir imparatorluğun yaşadığı siyasi buhranın en önemli tanığıdır. Nikaia’dan, Konstantinopolis’e taşınmasından sonra imparatorluğun ekonomik, askerî ve toplumsal politikalarında meydana gelen değişiklikler doğu sınırında geri döndürülemez sonuçları beraberinde getirmiştir[40]. Bu bağlamda müellif, söz konusu politikaların meydana getirdiği olumsuz etkilerin bir sonucu itibarıyla artan Türk baskısının aktörleri ve faaliyetleri hususunda bize çok değerli bilgiler vermektedir. Şimdi, Turğut’un Salpakis’e “Σάλπακις” karşılık olarak önerdiği Kır Beyoğlu Süleyman Bey ile ilgili bir değerlendirme yapmak gerekir.
Bolu, Viranşehir’e bağlı Kırdivanı’nda Kır Bey’in oğulları olarak Menteşe Bey ve kardeşi Süleyman Bey’in isimlerinin bir vakıf kaydında bulunması, yine Bolu Sancağı Evkâf Defteri’nde Kır Bey’in babasının adının Nu’man olarak geçmesi ve Nu’man oğlu Kır Bey’in de Bolu’ya bağlı Gerede ve Bender-i Ereğli’de iki adet vakıf kaydında isminin geçmesi[41] Pakhymeres’in kayıtlarında bu ailenin izinin Sakarya havalisinde aranması gerekliliğini beraberinde getirmektedir. Nitekim Pakhymeres’in kaydında Solymampaksi “Σολυμάμπαξι” [42] imlasıyla bir Süleyman adına rastlıyoruz.
II. Andronikos, esiri olan Tatar Koutzimpaksis ile Sakarya bölgesindeki Türkleri komuta eden Süleyman Bey’in kızıyla evliliklerini teşvik ederek kurulan akrabalık bağları vasıtasıyla Bizans’ın çıkarlarını korumak amacındaydı. Ancak bu girişim beklediği sonuçları doğurmadı[43]. Tüm bu olaylar 1302 sonlarına doğru yani Koyunhisarı “Bapheus” Savaşı’nın öncesinde vuku bulmuştur[44]. Turğut da makalesinde aynı konuya temas etmiş ve yukarıda bahsettiğimiz kayıttaki kişinin Kır Bey’in oğlu Süleyman olduğunu kaynak olarak kullandığı Pakhymeres’ten faydalanarak doğrulamıştır[45]. Burada dikkati çekmek istediğimiz husus ise Süleyman Bey’in, 1302 yılında hâlâ hayatta olduğudur.
Turğut, Wittek’in Pakhymeres’den naklen Efes’i fetheden Sasa’nın kayınpederi olan Karmanou Mantakhiou “Καρμανοῦ Μανταχίου”[46] ile Tralles’i fetheden Türkçede “cesur” anlamına gelen Salpakis Mantakhias’ın “Σάλπακις Μανταχίας”
iki farklı kişi olduğunun altını çizerek, ilkinin ön adı olan Karmanos’u Germiyanlı manasında kullanıldığını ileri sürmektedir. Bu kayda istinaden adı geçen iki kişiyi Kır Bey oğlu Menteşe ve isminin anlamı “huzur, sükûn” olan Süleyman’la ilişkilendirmiştir. Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi Salpakis’in de Mantakhias kelimesiyle zikredildiğini unutmamak gerekir. Bu noktada Turğut tarafından Salpakis’e karşılık olarak önerilen Kır oğlu Süleyman Bey’in Pakhymeres’te zikredilen Salpakis Mantakhias ile aynı kişi olmadığını bize gösterecek olan kaydı derç etmek yerinde olacaktır.
Bizans imparatoru II. Andronikos tarafından 1296 yılında Aleksios Philanthropenos komutasında Karia bölgesinin tekrar Bizans mülkü hâline getirilmesi için düzenlenen sefer, komutanın imparatora karşı ayaklanması ve öldürülmesiyle son bulmuştur. Philanthropenos’un, Karia bölgesindeki Bizans lehine sürdürdüğü faaliyetler sırasında, Salpakis/Salampakis’in dul karısının bulunduğu Melanoudion “Μελανούδιον” (Bafa)[47] yakınlarındaki bir kaleyi fethetmesiyle ilgili kayıt, bize Pakhymeres vasıtasıyla ulaşıyor[48]. Bu kayıt, Salpakis’in 1296 yılından önce ölmüş olduğunu göstermesi açısından oldukça önemlidir. Yukarıda da bahsettiğimiz üzere Kır Bey oğlu Süleyman Bey’in 1302 yılında hâlâ hayatta olduğunu bildiğimize göre bu iki şahsın farklı kişiler olduğu ortaya çıkmış olmaktadır. Ayrıca Solymampaksi “Σολυμάμπαξι” şeklinde kaydedilen Süleyman Bey ile Salpakis/Salampakis’in “Σάλπακις/Σαλάμπακις” imlalarına yukarıda değindiğimiz için tekrarlama lüzumu görmüyoruz ve Salpakis’e karşılık olarak yapılan Süleyman Bey önermesi, böylelikle kendiliğinden geçerliliğini yitiriyor.
Wittek’in Salpakis’e karşılık olarak yaptığı Sahil Beyi Menteşâ önermesi, ilk bakışta oldukça akla yatkın gelmektedir. Ancak bu önermenin analiz edilebilmesi için fetihlerini, 1282 yılında Büyük Menderes Havzasına kadar genişleten emîrliğin, doğu sınırlarının tespit edilmesi de önem arz eden bir başka husustur. Çünkü bu konunun tespiti, Wittek’in görüşlerinde belirttiği üzere Menteşâ Türkmenlerinin akınlarını, bu bölgeye deniz yoluyla mı, yoksa 1261 yılında iç bölgelerden gelerek mi gerçekleştirip tutunduklarını anlamamızı sağlayacak argümanlar arasında yer almaktadır. Bu noktada Anonim Selçuknâme, emîrliğin doğu sınırları hakkında bize birtakım ipuçları vermektedir.
1291 yılında Moğolların Selçuklu topraklarındaki genel valisi Geyhatu, Argun Han’ın ölümünden sonra İlhanlı tahtına geçmişti. Bunun sonucunda, Anadolu’da meydana gelen Selçuklu-Moğol idaresindeki boşluktan istifade eden Türkmenler, 31 Temmuz 1291 tarihinde Konya’yı kuşatmış, merkezi otorite ile Türkmenler arasında çatışmalar, 1291 yılı Ekiminin sonuna kadar geçen süreçte devam etmiştir. Sultan II. Gıyâseddin Mesud’un, Karamanoğulları hakkında Geyhatu’ya bir feryâdnâme göndermesi, İlhanlı hükümdarının Türkmenler üzerine bir sefer gerçekleştirmesine neden oldu. Ordusunu iki kola ayıran Geyhatu, bir kolu Akşehir istikametine, kendisi de kumanda ettiği birliklerle Karaman vilayetine, Ereğli’ye, 13 Kasım 1291 tarihinde Larende’ye, 10 Aralık 1291 Eşrefoğlu vilayetine, oradan 23 Aralık 1291 tarihinde Denizli’ye son olarak da Menteşâ vilayetine saldırdı ve Muharrem 691 (Aralık 1291- Ocak 1292) tarihinde esirlerle birlikte Konya’ya döndü[49]. Seferin güzergâhı ve şehirlere yapılan saldırıların tarihleri, bize mesafeleri ölçebilme imkânı ve saldırıya uğrayan Menteşâ vilayetinin coğrafi konumu hakkında bir fikir vermektedir. Kaynaktaki verilere göre ordunun Larende şehrini alıp Eşrefoğlu vilayetine (Beyşehir ve çevresi) intikal süresi ve şehrin yağmalanması arasında geçen süre, 28 gündür. Bu vilayetten Denizli’ye intikal süresi ve şehrin yağmalanması arasında geçen süre ise 14 gündür. Son olarak Denizli ile Menteşâ vilayetinin arasındaki intikal süresi, vilayetin yağmalanması ve esirlerle birlikte Konya’ya intikal süresi eserde gün belirtilmediği için aralık aynın sonundan ocak ayının sonuna kadarki ortalama 45 günlük bir süreç içinde gerçekleşmiştir. Seferin batı yönünde gerçekleşen Lârende, Denizli safhası 40 günlük bir süre aldığı, Denizli-Menteşâ arasındaki intikal ve Konya’ya dönüşün 45 günlük bir zaman zarfında gerçekleştiği göz önünde bulundurulduğunda, Menteşâ vilayetinin saldırıya maruz kalan bölgesinin bilinen hudutlarının doğu sınırı olduğunu düşündürmektedir. Çünkü sefer daha batıdaki bir noktaya yapılmış olsaydı, ek mesafeler nedeniyle seferin dönüş süresine tesir etmesi kaçınılmaz olacaktır. Netice itibarıyla seferin başlangıç noktasından varış noktasına kadar geçen süre ile esirlerle beraber Konya’ya varış arasında geçen süre eşittir. Bu durumda eserde Menteşâ vilayeti olarak zikredilen bölgenin, günümüzde Muğla’nın Fethiye ilçesi ve çevresine karşılık geldiğini ifade edebiliriz. Bu görüşü güçlendiren bir diğer delil ise, genel olarak emîrliğin kurucusu olarak kabul edilen Menteşâ Bey’e atfedilen türbenin Fethiye’de bulunmasıdır. Geyhatu’nun gerçekleştirdiği seferlerin, hepsinin merkez konumundaki şehirler olduğu göz önünde bulundurulduğunda, Menteşâ Emîrliği’nin XIII. yüzyıldaki merkezinin Fethiye ve çevresi olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır. Sonuç olarak Ermenek bölgesinden 1260’lı yıllardan önce ayrılan Menteşâ oğlu uç bölgesine dâhilden gelerek Fethiye ve havalisini hâkimiyeti altına almış, bölge 1291 yılına kadar gerçekleşen fetihlerin merkez üssü olmuştur.
Ayrıca Wittek’in Salpakis Mantakhias’a karşılık olarak sunduğu Sahil Beyi Menteşâ önermesi, onun oğlu veya aralarında belki de başkaca bir soy bağı bulunma ihtimali olan Karmanou adlı kişinin de Mantakhiou/Mantakhias şekliyle kaydedilmesi nedeniyle ünvan olarak Salpakis’in değil de Mantakhias kelimesinin kullanılmış olabileceğini akla getirmektedir. Turğut’un, Karmanou Mantakhiou imlasını Germiyanlı Menteşe olarak kabul ettiğini daha önce vurgulamıştık. Zira Wittek, Karmanou isminin Germiyan anlamında kullanılmış olmasının mümkün olmadığını Kalkaşendî’nin 1412 tarihinde tamamladığı Ṣubḥu’l-aʿşâ fî ṣınâʿati’l-inşâ adlı eserindeki bir kayda istinat ederek ortaya koymuştur. Eserde, Şevval 767 (Haziran/Temmuz 1366) tarihini taşıyan yazışma ile ilgili verilen kısa, ama önemli bilgilerin dışında, Orhan ve Musa Bey ile ilgili kayıtlar da mevcuttur.[50]
الثااث عشر – صاحب فوكه ذكر فى »التعريف« : أنه فى زمانه أرخان ابن منتشا وأ ّّن المكاتبة إليه نظير صاحب بركى فتكون الدعا ء مع العالى بااللقاب التامة أيضا وذكر فى »التثقيف«: أنه [50]ام يقف فى مكاتبته على غير ذلك
Tercümesi: On üçüncü: Foke’nin (Söke) hâkimi. Tarif ’te belirtildiğine göre onun döneminde Menteşâ oğlu Erhan[51] (Orhan) vardı ve onunla yazışma Birgi’nin sahibi ile olduğu gibiydi. Üstünleri çağırma “üstünlere yönelik hitap” bütün lakapların söylenmesiyle olurdu. Teskif ’te de belirtildiği üzere yazışmalarında bundan başka bir şeyle karşılaşılmadı.
[52]"الثانى صاحب بالط و رىحر ذكرأنه كان بها امير موسى بن ابراهيم آبن منتشا وأن المكاتبة إليه فى قطع العادة والدعاء و المجلس العالى"
Tercümesi: İkincisi, Balat ve Rubhur (?) hâkimi. Zikredilir ki orada Menteşâ oğlu İbrahim oğlu Emîr Musa vardı. Onunla yazışmalarda adet olduğu üzere validuhu (onun babası), ed-dua ve el-meclis el-âli yazılırdı.
السادس – االمير ذروان بن كرمان بن منتشا . ذكرأن ممن آستجدت مكاتبته فى شوال سنة سبع [53]و ستين و سبعمائة
Tercümesi: Altıncısı, Menteşâ oğlu Kirman oğlu Emîr Zervân Mukatebetesi 767 Şevvalde olanlar gibi yenidir.
Yukarıda Ṣubḥu’l-aʿşâ’dan naklettiğimiz üç kayıtta da görüldüğü üzere yazışmalarda adı geçen beylerin hepsinin üst soy isimleri Menteşâ olarak zikredilmektedir. Orhan Bey’in babasının adının Mesud, İbrahim’in babasının adının Orhan olduğu malumdur. Biz burada öncelikli olarak üçüncü verdiğimiz ve ileride daha detaylı bir şekilde ele alacağımız, Zervân ve üst soyu olarak zikredilen Kirman isimlerinin geçtiği kayda odaklanacağız.
Wittek, Ṣubḥu’l-aʿşâ’da geçen “كرمان“ kelimesininin Pakhymeres’te geçmekte olan Karmanou ile de örtüştüğünü ve kelimenin Germiyan anlamına gelmesinin mümkün olmadığını belirterek ismi Karaman olarak kabul etmektedir. Turğut’un Germiyanlı Menteşe Bey önermesi için bu ismin Germiyan [54]“كرميان-گرميان” şeklinde yazılması gerekmektedir. Sonuç olarak bu durum, Wittek’in, ismin Germiyan şeklinde okunmasının doğru olmadığı yönündeki tespitini güçlendirmektedir. Ancak bu ismin Karaman şeklinde okunması mümkün gözükmemektedir. Çünkü Ṣubḥu’l-aʿşâ’da Karaman ismi [55]“قرمان” şeklinde kaydedilmiştir. Burada dikkate değer en önemli unsur ise Menteşâ “منتشا” kelimesinin şahıs ismi olarak şimdiye kadar zikrettiğimiz anlatıların hiçbirinde net bir yere oturtulamamış olmasıdır.
Menteşâ ailesinin şeceresini aktaran üç kitabe günümüze ulaşmıştır. Emîrliğin ibtidâsına göre oldukça geç tarihli olan bu kitabeler, Ahmed Gazi döneminde imar edilen bir caminin inşa (resim 1) ve minber kitabesi (resim 2) ile birlikte, Menteşâ kelimesinin şahıs ismi olarak geçtiği yegâne kitabe olan, Ahmed Gazi’nin Beçin kentinde bulunan mezar taşı (Resim 3, Resim 4) kitabesidir. Mezar taşındaki şecere şu şekildedir:
Baş taşının iç kısmı
احمد غازى بك ابن ابراهيم بك ابن اورخان بك ابن مسعود بك ابن
Ayak taşının iç kısmı
[56]منتشا بك ابن ابلستان بك ابن قربى بك
Tercümesi: Kara/Kuri (Kurbi) Bey (?) oğlu, Ablistan Bey oğlu, Menteşâ Bey oğlu, Mesud Bey oğlu, Orhan Bey oğlu, İbrahim Bey oğlu, Ahmed Gazi Bey.
Ahmed Gazi’nin banisi olduğu, 1378 yılının Eylül-Ekim aylarında tamamlanan Milas Ahmed Gazi (Ulu) Cami’nin kuzey yönündeki taç kapısı üzerinde bulunan inşa kitabesi[57] ve 1380 yılının Ocak/Şubat ayında yapılan minber kitabesi[58] üzerinde bulunan şecerede Menteşâ ve Kara/Kuri Bey adları geçmemektedir. Wittek, bu veriler doğrultusunda Kara ve Ablistan isimlerinin efsanevi,[59] Menteşâ Bey adının da sonradan şecereye kaydedilmiş[60] olmasının ihtimaller dâhilinde olabileceğini ihtiyatla kaydetmiştir. Burada dikkate değer olan nokta ise emîrliğe adını veren bir şahısın isminin yerine, söz konusu cami ve minber kitabelerinde en üst soy olarak Ablistan adının kaydedilmiş olmasıdır.
Yukarıda bahsettiğimiz kaynaklardaki kayıtlar dâhilinde, Menteşâ imlası ile ilgili bir değerlendirme yapmak gerekmektedir. Baybars el-Mansûrî’nin kaydına istinaden 1257 yılında Ermenek bölgesinde bulunan emîrin adı Menteşâ değil, Menteşâ oğlu şeklindedir. Nitekim çeşitli kaynaklar vasıtasıyla en geç dönemden Mesud Bey’e kadar olan şecerenin doğruluğunda herhangi bir şüphe yoktur. Menâkıbü’l-Ârifîn’de Mesud Bey, Menteşâ oğlu olarak zikredilmektedir[61]. Daha önce değindiğimiz üzere Kalkaşandî’nin kayıtlarında Orhan Bey’in babası Mesud olmasına rağmen Menteşâ, İbrahim Bey’in babası da Orhan Bey olmasına rağmen yine Menteşâ olarak kaydedilmiştir. Zira Orhan Bey’in adının bilinmesine ve söz konusu kayıtlarda geçmesine rağmen bu şekilde kaydedilmesi, kelimenin farklı bir anlamda kullanıldığını düşündürmektedir. Anonim Selçuknâme’de iki yerde geçen bu imla, şahıs ismi olarak değil, Türkmen topluluğunu (Menteşâ Türkmenleri) ve yaşadıkları toprakları (Menteşâ vilayeti) tanımlamak için kullanılmıştır. Benzer bir durum Salpakis Mantakhias ve Karmanou Mantakhiou şeklinde Pakhymeres’in kayıtlarında karşımıza çıkmaktadır. Tüm bunlara ek olarak Marino Sanudo Torsello’nun 1328-1333 yılları arasında kaleme aldığı Istoria del Regno di Romania adlı belgedeki bir kaydı nakletmenin faydalı olduğunu düşünmekteyiz. “Bu bölge imparator tarafından muhafızsız bırakılmıştı ve devamlı olarak Türklerin saldırılarına maruz kalıyordu. Nihayet bunların hâkimiyetine geçti. Bu Türklerin komutanının adı Turquenodomar Mandachia (Mesud Bey) idi. Mandachia’nın Menderes bölgesine egemen olan Orchan (Orhan Bey) adında bir oğlu vardı.”[62]
Emîrlik hakkında verdiğimiz tüm bu kayıtların dışarıdan gözlem yoluyla elde edildiğini ve durumu açıklamak için yeterli olmadığını varsayalım. Ancak Menteşâ imlasının bir şahıs isminden ziyade, ünvan olarak kullanıldığına dair kesinlik arz eden ve bizzat emîrlik tarafından gerçekleştirilen diplomatik ilişkilere dair antlaşma metinleri mevcuttur.
13 Nisan 1331 tarihinde Menteşâ Emîri ile Kandiye Dükü arasında imzalanan ticaret antlaşmasının, taraflarının zikredildiği bölümünde Orhan Bey “Menteşâ oğlu büyük Türk emîri Orhan” şeklinde tanıtılmaktadır[63]. Menteşâ Emîri ile Kandiye Dükü arasında 13 Ekim 1358 tarihini taşıyan bir başka antlaşma metninde ise Musa Bey, “Menteşâ İbrahim Bey oğlu Musa” şeklinde zikredilmektedir[64]. Menteşâ Emîri İlyas Bey ile Kandiye Dükü Marco Failer arasında yapılan 24 Temmuz 1403 tarihli antlaşma metninde İlyas Bey “Büyük (Ulu) Emîr Mehmet Bey oğlu İlyas” şeklinde zikredilirken,[65] 2 Haziran 1407 tarihini taşıyan ve İlyas Bey ile Kandiye Dükü Leonardo Bembo arasında imzalanan başka bir antlaşma metninde ise İlyas Bey “Büyük (Ulu) Emîr Menteşâ oğlu İlyas Bey” şeklinde kaydedilmiştir[66].
Anlaşma metinlerindeki hitap şekillerinin bize açıkça gösterdiği gibi, Menteşâ imlası bir şahıs ismi değil bir ünvandır ve bu beylere ait mülklerin tanımlanması için kullanılmaktadır. Dikkat çeken bir başka nokta ise antlaşma metinlerinde ve Kalkaşandî’deki kayıtlarda Menteşâ ünvanı çoğunlukla emîrliğin başına geçmiş olan beylerin ölmüş olan babaları veya üst soyları için kullanılmasıdır. Kaynaklarda 1257 yılında Ermenek bölgesinde bulunan Menteşâ oğlunun, 1277 yılında Fethiye bölgesinde tekrar ortaya çıkana kadar geçen yirmi yıllık süreçte nerede ve hangi faaliyetlerde bulunduğuna dair ne yazık ki bir bilgi yoktur. Ancak bu şahsın veya aileye mensup kişilerin kaynaklarda Menteşâ ünvanıyla değil, kendi ismiyle kaydedilmiş olma ihtimalini göz ardı etmemek gerekmektedir. Baybars el-Mansûrî’nin Zübdetü’l-fikre fî târîhi’l-hicre adlı eserinde bu ünvanı zikretmesi, onun siyasi bir otorite olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Zira yukarıda da verdiğimiz pasajda, birçok şehir sadece ismen zikredilirken, Ermenek bölgesinde onun iskân vaziyetinde olduğu ifade edilmiştir. Daha sonraki süreçte istiklalini ilan etmesinin ardından, Fethiye’den Büyük Menderes Havzası’na kadar uzanan bir alanda hâkimiyet alanını genişleten emîrliğin, bu bölgeye muhtemelen 1262 yılından önce yerleşmiş olduğu kanısındayız. Kaynaklar, 1262 yılında Denizli bölgesinin beyinin Mavrozomes Mehmed olduğunu kesin olarak ifade ettiğine göre, kardeşi İlyas ve damadı Ali Bey’in yanında veya yakınındaki bölgelerde bulunduğunu düşünmek pek de yanlış bir varsayım olmayacaktır. Ancak kaynaklarda Mavrozomes Mehmed’in kumandasındaki Türkmen kuvvetleri ile Selçuklu-Moğol kuvvetleri arasında gerçekleşen savaşta, Mehmed Bey’in müttefiki olan Salur ve Sevinç Bey’in hükmü altında bulunan bölgeler hakkında, kesinlik arz eden bir ifade yoktur. Savaşın Dalaman Ovası’nda gerçekleşmesi, bu bölgenin bahsi geçen iki beyin kontrolünde olmasını mümkün kıldığı kanaatindeyiz. Bu durumda söz konusu iki beyin Menteşâ Emîrleriyle bir ilişkisi olabilir mi? sorusu akla gelmektedir. Ancak ne yazık ki kaynaklar, bu konuyu aydınlatmada yetersiz kalmaktadır.
Menteşâ İmlasının Kökeni Hakkında Bir Değerlendirme
Menteşâ imlası Anadolu’da şahıs adı, bundan türemiş bir boy ismi, yerleşim yeri veya cemaat adı şeklinde karşımıza çıkmaktadır[67]. Anadolu’da yaygınlaşması meselesi ise emîrliğin inkırazından önce mi, sonra mı gerçekleştiği tartışmaya açık bir husustur. Menteşâ imlasının Türkçe, Farsça ve Arapça kökenli olduğuna dair çeşitli görüşler mevcuttur[68]. Ancak kelimenin yukarıda üzerinde durduğumuz antlaşma metinlerindeki kullanım şekliyle tekrar değerlendirdiğimizde, Menteşe veya Menteşâ imlasının anlamı konusunda yapılan tanımlamaların, tatmin edici olmaktan uzak olduğu görülmektedir. Türkçeye Farsça “bendkeşe”den gelme Menteşe’nin, Anadolu’daki kullanımı da göz önünde bulundurulduğunda, terimin anlamlandırılabilmesi için,“منتشا” imlasının doğru transkripsiyonunun tespiti önem arz etmektedir.
Dönemin en önemli kaynaklarından Pakhymeres’in kaydettiği Mantakhias “Μανταχίας” imlasına daha önce temas etmiştik. Kelime Yunanca imlada “Μεντεχίες” şeklinde Ε-ε “ei” ile değil, Α-α “alfa” ile “Μανταχίας” şeklinde kaydedilmiştir. Marino Sanudo Torsello’nun kaydında da “Mandachia” şeklinde kaydedilmiş olması bize kelimenin telaffuzu hakkında fikir vermektedir. Bahsi geçen iki kayıttaki benzerlikler ve “منتشا” imlası göz önünde bulundurulduğunda, kelimenin telaffuzunun Menteşâ/Mantaşâ şeklinde olduğunu ifade edebiliriz. Menteşâ imlasının anlamının tespiti için en önemli husus, kelimenin hangi dil ailesine mensup olduğunun tespiti ile mümkün görünmektedir. Bu noktada bize en önemli argümanı Kalkaşandî’nin yukarıda zikrettiğimiz “Menteşâ oğlu Kirman oğlu Emîr Zervân” şeklindeki kaydı vermektedir. Öncelikle bu kayıtta geçen Zervân ve Kirman terimleri üzerinde bir değerlendirme yapmak gerekmektedir.
Zervân imlası, Doğu Türkistan’da keşfedilen ve X-XIII. yüzyıllara ait yazılı Budist ve Manihaist birçok eserde değişik şekillerde geçmektedir. İran mitlerine dayanan bu isim, Zervanizm’de khronos (zaman) ile kaderin tanrısı olarak geçen Zervan’dan gelmektedir. Orta Asya’da IV. yüzyıldan itibaren Türkistan bölgesinde iyi bilinen bu terimin, bölgeye bazı İran halkları tarafından getirildiği genel olarak kabul görmüştür[69]. Günümüzde “زروان” imlasıyla Zarvan ve Zaravan transkripsiyonu ile iki yerleşke İran sınırı içerisinde mevcuttur[70]. Farsça kökenli Kirman terimi ise günümüzde İran’da bir eyalet ve bu eyaletin merkezi olmakla birlikte, “hisar” ile “kale” anlamına gelmektedir[71]. Son olarak “منتش” imlası ve Mantesh transkripsiyonu ile bir köy yine İran sınırları içerisinde bulunmaktadır[72]. Bu durumda Menteşâ teriminin kökenini de Farsçada aramanın doğru bir çıkarım olacağı kanaatindeyiz.
Farsça, Hint-Avrupa dil ailesinin bir kolu şeklinde yaklaşık olarak milattan önce 1500 yılına kadar Hintçe ile bir bütünlük arz ediyordu. Hint ve İran milletlerinin birbirinden ayrılmasının ardından İran dili bağımsız bir şekilde gelişimini sürdürmüştür[73]. Hint Avrupa dil ailesi, Hindistan’daki önemli dillerin başında gelen Sanskrit dilini de içinde barındırmaktadır. Sanskrit dili kendilerine “arya” adını veren topluluğun vasıtasıyla Hindistan topraklarına ulaşmıştır. Zerdüştilerin kutsal Avesta metinlerinde “Airya” olarak kendilerini tanıtan topluluk, “İran” topluluğudur[74]. Özetle Sanskrit dili Hint-Avrupa dil ailesinin Hint-İran kolunu oluşturmaktadır. Sanskrit dili yapı bakımından hem çekimli hem de eklenebilen bir dil olmakla birlikte, özellikle bir veya birden fazla farklı eklemeler yapılarak yeni kelimeler türetilebilen bir dildir[75].
Menteşâ “منتشا” terimi, Farsça sözlüklerde kalenderler ve dervişler tarafından taşınan budaklı ve kalın ağaç yani bir nevi baston şeklinde geçmektedir[76]. Kelimenin Hint-Aryan kökenli olabileceği ihtimali üzerinde yaptığımız araştırmalarda, daha anlamlı ve yukarıda paylaştığımız verilerle örtüşen sonuçlara ulaştık. İran’ın hudutları içerisinde bulunan ve İngilizce transkripsiyonu ile Mantesh şeklinde kaydedilmiş olan köyün adının, Orta Çağ metinlerindeki Menteş(h)â/Mantaş(h)â imlası ile benzer olduğu görülmektedir. Üzerinde çalışma yaptığımız Hint-Aryan kökenli dillere ait sözlüklerde böyle bir kelime, ne yazık ki tespit edilememiştir. Ancak söz konusu dillerin özellikleri itibari ile bu terimin birleşik yapılı bir sözcük olma ihtimali göz önünde bulundurularak, İngilizce transkripsiyonu üzerinden kök kelimelerin tespitine yönelik çalışmalar tarafımızdan yapıldı. Çalışma yönteminin bu şekilde belirlenmesinin nedeni, istifade edilen sözlüklerin Sanskritçe-İngilizce veya Marathi-İngilizce sözlükler olmasından kaynaklanmaktadır.
Mantesh(a) terimini iki kök kelime olarak ele aldığımızda, Mant-esh(a) kelimelerini elde etmekteyiz. Öncelikle Mant kelimesinin karşılığı olarak Sanskrit ve Marathi dilinde ulu, büyük, muazzam anlamlarına gelen mahān (महाान्),[77] mahat (महत्),[78] mahantā (महंताा),[79] şeklindeki kelimeleri öneriyoruz. Esh(a) kelimesini ele aldığımızda esh(a) karşılık olarak Sanskrit ve Marathi dilinde bey, efendi, hükümdar anlamına gelen īśa (ईश)’ya[80] karşılık geldiği kanaatindeyiz. Bu iki önermeyi birleştirdiğimizde elde ettiğimiz sonuç ise Mahānīśa, Mahatīśa, Mahantāīśa ve Mahantīśa terimleridir. Bu kelimelerin telaffuzu ile Menteş(h)â/Mantaş(h)â “منتشا” imlasının telaffuzunun benzerlikleri, dikkatten kaçmaması gereken ilk husus olmalıdır. Söz konusu terimlerin Türkçe karşılığı ise Büyük Bey, Ulu Bey Muazzam Hükümdar anlamına gelmektedir.
Sonuç
Menteşa Emîrliğinin ibtidâsı hususunda yapılmış olan çalışmalarda, emîrliğin deniz yoluyla ya da Harezmşahlara mensup olup Sakarya havalisinden hareketle antik Karya bölgesinde tutunduğu yönündeki görüşlerin kesinlik arz edecek mahiyette verilere sahip olmadıklarını, incelediğimiz dönem kaynakları doğrulamaktadır. Emîrliğin banisi olarak kabul edilen Salpakis Mantakhias adındaki emîrin isminin, Wittek tarafından Sahil Beyi Menteşe şeklinde yorumlanması, bu çıkarım temel alınarak daha sonra yapılan çalışmalarda müphem yaklaşımları da beraberinde getirmiştir. Pakhymeres, Salpakis isminin Türkçede “cesur” anlamına geldiğini kaydetmesine ve Wittek’in, Menteşâ terimiyle ilgili şüphe duyduğu noktaları belirtmesine rağmen, emîrin adı Salpakis ekseninde değerlendirilmemiş Menteşâ şeklinde değerlendirilmiştir. Bu yaklaşımın sonucunda emîrliğin ortaya çıkışı ve banisinin tespitine yönelik yapılan çalışmalarda kesin sonuçlar elde etmek mümkün olmamıştır.
Dönem kaynaklarında emîrliğin başına geçmiş olan beylerin ölmüş olan babaları veya üst soyları zikredilirken kullanılan Menteşâ imlasını, medfunların büyüklüklerini, mukaddesliklerini ve onlara gösterilen saygının göstergesi olarak kullanılan bir terim olduğu kanaatindeyiz.
EKLER