Giriş
Dereköy Kalesi, Tokat’ın Pazar ilçesinin 11 km güneybatısındaki Dereköy’dedir ve adını bu köyden alır. Köyün bağlı bulunduğu Pazar ilçesi ise Tokat ilinin 25 km batısında ve Tokat-Turhal karayolunun 20. km’sinden 5 km daha güneyde ve içeride yer almaktadır. İlçenin kuzey ve kuzeybatısında Turhal, batısında Zile, doğusunda Tokat il merkezi ve güneyinde Artova bulunmaktadır.
Kuzeyden Hanife-Arhoy ve Yaylacık Dağları, güneyden Deveci Dağları’nın kuzey uzantısı olan Akdağlar, batı ve kuzeybatıdan ise Ayranpınar yüksek alanı ile kuşatılan Pazar ilçesi, aynı zamanda Kazova üzerinde kurulmuştur. Kazova, ismini bugün Pazar’ın batısında bulunan Beyobası mahallesindeki Osmanlı Dönemi’nde önemli bir yerleşim merkezi olan Kazâbâd kasabasından almıştır[1] .
Kazova, Tokat’ın batısından itibaren giderek genişleyerek Turhal ile Zile ovalarına doğru doğu-batı doğrultusunda uzanan ve içinden bu topraklara hayat veren Yeşilırmak’ın aktığı bir ovadır. Söz konusu ova, Orta Karadeniz Bölümü’nün iç kesiminde ve bu bölümden İç Anadolu’ya geçişin sağlandığı bir noktadadır. Bu konumu nedeniyle Kazova’da fazla kurak olmayan bir geçiş iklimi hüküm sürmektedir. Bu da tarımsal faaliyetleri olumlu yönde etkilemiştir[2] . Dolayısı ile hem iklimin uygunluğu hem de Yeşilırmak tarafından sulanması nedeniyle Kazova, verimli bir tarım alanı haline gelmiştir[3] . Ayrıca ovanın ortasından geçen yol günümüzde Tokat’ı Turhal ve Zile ilçelerine ve Turhal üzerinden de Amasya iline bağlamaktadır. Antik Çağ’da ise bu yol, Komana-Dazimon ile Gaziura-Zela bağlantısını sağlayan bir güzergâh olarak karşımıza çıkmaktadır.
Kazova’nın Antik Çağ’daki adı Dazimonitis’ti. Bu ovanın Dazimonitis ile özdeşleştirilmesi, Strabon’un bir metninde geçen açıklamalarından yapılan bir çıkarıma dayanır[4] . Bahsedilen metinde Strabon, Iris’in akış rotasını Pontos coğrafyası bağlamında anlatırken bu ovaya, ayrıntıdan uzak kısa bir tanımlama şeklinde şöyle değinir: Bunun (Iris’in) kaynakları Pontos’tadır ve Pontos’taki Komana kentinin ortasından, verimli bir ova olan Dazimonitis’ten batıya doğru aktıktan sonra, şimdi terk edilmiş olan eski krali Gaziura kentine doğru kuzeye kıvrılır…[5] . Bu konuyla ilgili olarak M. Arslan, Antik-çağ’da Dazimonitis’in Pontos’un çekirdek bölgesinde yer aldığını[6] , ayrıca Amaseia’nın güneydoğusunda, Iris’in orta akış alanında hem tarla hem de bağ ve bahçe olmaya elverişli topraklara sahip verimli bir yöre ve bu yörenin etrafındaki dağların da zengin demir ve bakır yataklarına sahip olduğunu belirtmiştir[7] . 17. yüzyılın ortalarında Tokat’ı ziyaret eden meşhur Türk seyyah Evliya Çelebi de eserinde Pazar ilçesinden ve Kazova’dan bahsetmiştir. Söz konusu seyyah, eserinde Pazar ilçesinin o zamanlar Ayna Pazarı kasabası olarak anıldığını ve Kazova’da yer aldığını zikretmiştir. Aynı zamanda bu ovayı tarıma elverişli olması bakımından tahıl ambarı olarak tanımlamıştır. Öyle ki, Osmanlı ordusunun bu ovada konakladığında askerlerin gıda ihtiyaçlarını rahatlıkla karşılayabilecek kadar verimli bir yer olduğunu vurgulamıştır[8] . Dolayısı ile Antik Çağ’dan günümüze kadar bu yörenin tarım potansiyelinin her zaman beklentileri fazlasıyla karşılayacak bir nitelikte olduğu anlaşılmaktadır.
Kazova kesiminde gerçekleştirilen arkeolojik yüzey araştırmaları, buranın iskan tarihinin Kalkolitik Çağ’dan itibaren başladığını, Hellenistik Dönem ve sonrasına kadar uzanan uzun bir zaman dilimi boyunca da bu yerleşim sürecinin kesintisiz bir şekilde devam ettiğini ortaya koymuştur[9] . Bu bağlamda Kazova’daki Hellenistik yerleşim yerlerinin tepelerde bulunduğu, böylece tarım arazilerinin boş bırakıldığı, Kazova’daki kırsal hayatı ve tarımsal faaliyeti kontrol eden kale zincirinin ise bu ovayı çevreleyen dağ sırası üzerinde konumlandığı belirtilmiştir. Tüm ovanın görünürlüğünü sağlayan bu kaleler aracılığıyla da ovadan geçen yol ve ovaya dağılmış yerleşim yerlerinin izlendiği tespitinde bulunulmuştur[10].
Pazar ilçesinde 2019 yılında gerçekleştirdiğimiz arkeolojik yüzey araştırması sırasında ayrıntılı bir şekilde incelediğimiz Dereköy’de bulunan kale, Hellenistik Dönem’de Pontos Bölgesi’nin karakteristik eserlerinden birisi olan basamaklı bir tünelin varlığıyla önem kazanmaktadır. Aslında bu kale, Dereköy’ün belde statüsünde olduğu 2010 yılında Dereköy Belediye Başkanlığı’nın talebi üzerine Sivas Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu uzmanlarının aynı yıl içerisinde söz konusu kale ve çevresinde yapmış oldukları incelemeler neticesinde 1. derece arkeolojik sit alanı olarak tescillenmiştir[11]. Envanter raporunda kalenin yüzeyde bulunan çanak-çömlek buluntularına göre Bizans Dönemi’ne tarihlendirilebileceği belirtilmiştir. Basamaklı tünel ise kayaların tonoz şeklinde oyulmasıyla oluşturulmuş merdivenli bir koridor olarak tarif edilmiştir. Ancak tarihlendirilmesiyle ilgili herhangi bir açıklamada bulunulmamıştır. Dolayısı ile bu mimari unsurun bir basamaklı tünel olduğu ve kale ile ilişkili olabileceği anlaşılamamıştır. Dereköy Kalesi’nin tarihsel açıdan önemini ortaya koyan bu çalışma ile söz konusu kale ilk kez bizim tarafımızdan “Basamaklı tünelli bir Pontos Krallığı Kalesi” olarak tanımlanmıştır. Kaleye dair tanımlamalara ve değerlendirmelere geçmeden önce kalenin Antik Çağ’da içerisinde yer aldığı Dazimonitis yöresinin tarihi süreçteki durumunu ele almanın kalenin bu yöredeki işlevinin anlaşılmasına katkı sağlayacağını düşünüyoruz.
Hellenistik, Roma ve Bizans Dönemlerinde Dazimonitis
Hellenistik Dönem’de Pontos kralları tarafından bir kraliyet mülkü haline getirilen Dazimonitis, öncesinde Komana’nın büyük tapınak arazisini oluşturuyordu[12]. Bu durumun, I. Mithradates Ktistes’in (MÖ 301-266) Amaseia’nın yanı sıra Gaziura (Turhal) ve Zela’yı (Zile) ele geçirmesiyle bağlantılı olarak çekirdek bölgesini Yeşilırmak Havzası’nın oluşturduğu Pontos Krallığı’nı kurması[13] sonucunda meydana geldiği söylenebilir. Söz konusu dönemde kral tarafından atanmış ve kraldan sonra en önemli konumda olan bir başrahip[14], verimli toprakların işlenmesini sağlamış ve böylelikle gelirler de tapınakta toplanarak gerektiğinde kullanılmıştır[15]. Dolayısı ile başrahibin idaresi altında olan tapınak mülkünü kral, atadığı bu rahip aracılığıyla yönetmişti. Bu idari düzen, Komana’nın başrahibinin kraliyet yönetimi altındaki Dazimonitis yöresinde bir vali gibi görev yaptığını ve önemli orandaki kraliyet toprak parçasının ona tabi olarak bu şekilde yönetildiğini gösterir[16]. Nitekim Pontos krallarına tabi olarak nitelendirilen halkın aslında daha çok başrahibe bağlı olduğu anlaşılmaktadır[17].
III. Mithradates-Roma Savaşı (MÖ 74-63) sırasında Dazimonitis Ovası’nın sağladığı erzak olanağının bir ordu için ne kadar önemli olduğunu, MÖ 67 yılı baharında Zela yakınlarında Romalı komutan Triarius’u hezimete uğrattıktan sonra Romalı general Lucullus’un kendisine karşı askerî bir harekat başlattığını öğrenen VI. Mithradates’in Gaziura’dan Dazimon’a doğru doğu istikametinde ilerleyişi sırasında kendisinin peşinde olan Lucullus’un Dazimonitis’teki gıda imkanlarından faydalanmasını önlemek amacıyla taktiksel bir hamle olarak bu ovadaki tarlaların kısmen hasadını yaptırmış, kısmen de buradaki tahılı imha ettirmiş olmasından öğrenmekteyiz. Bu yüzden Lucullus, buradan geçişi sırasında ordusunun erzak tedarikini sağlayamamıştır[18]. Dolayısı ile bu olay, Dazimonitis Ovası’nın imkanlarının bir savaş sırasında düşman unsurları zora sokacak şekilde nasıl kullanılabileceğini göstermektedir.
III. Mithradates-Roma Savaşı, neticede Roma’nın galibiyetiyle sonuçlandı. Böylelikle MÖ 301 yılında Anadolu’nun kuzeydoğusunda Iris ile Lykos (Kelkit) havzalarında kurulan ve Hellenistik Dönem boyunca genişleyerek büyük bir devlet haline gelen Pontos Krallığı’nın bölgedeki egemenliğinin Romalılar tarafından sonlandırılmasından sonra, MÖ 64 yılından itibaren bölgede Roma hâkimiyeti başladı[19]. Strabon’un yaşadığı dönemde bu durum devam etmekteydi ve Roma’nın vasalı olan Pontos kraliçesi Pythodoris bölgeyi yönetmekteydi[20]. Ancak Komana’nın, Hellenistik Dönem’de sahip olduğu yarı-özerk statüyü Roma Dönemi’nde de sürdürmüş olduğu anlaşılmaktadır[21]. Dolayısı ile Strabon’un Dazimonitis’ten bahsettiği zaman diliminde bu topraklar, yine Komana tapınak devletinin kutsal arazilerini oluşturuyordu. Ancak buradan elde edilen gelirler bu kez yeni egemen güç olan Roma tarafından atanan bir başrahip tarafından toplanıyordu[22]. Komana’da görev yapan son başrahibin (Dyteutos) MS 34-35’te ölmesiyle bu toprak parçası, Roma İmparatorluğu tarafından ilhak edilerek Galatia Eyaleti’ne bağlandı[23]. Bizans Dönemi’nde ise ova (veya bir kısmı) İmparator Maurice’in (MS 582-602) sınır taşının kanıtladığı üzere bir “İmparatorluk Mülkü” idi[24]. Aynı zamanda bu dönemde Dazimonitis, askerî bir toplanma noktasıydı[25]. Böylelikle burası Bizans ordusu için doğuda önemli bir durak noktası olmuştu[26]. Çünkü Dazimonitis askerî yol takip edilerek Sebasteia üzerinden Armenia Thema’sına (askerî eyalet) inmek için en uygun konumda bulunmaktaydı[27].
Makalemizin konusunu oluşturan Dereköy Kalesi’ni ve basamaklı tünelini mimari açıdan tanımlamadan önce söz konusu kültür varlıklarının ait olduğu Pontos Bölgesi’ndeki basamaklı tünel geleneğine genel anlamda değinmek istiyoruz.
Ana Hatlarıyla Pontos Bölgesi Basamaklı Tünel Geleneği
Basamaklı tüneller, bir kale veya doğal bir kaya yükseltisinde yer alan ve ana kayanın oyularak şekillendirilmesi ile oluşturulmuş mimari yapılardır. Bu yapıların karakteristik özelliği, kayalığın derinliklilerine doğru 25°-45° aralığında eğimle oyulmuş bir tünel koridoruna ve aşağıya doğru inişi kolaylaştırmak için yapılmış basamaklara sahip olmalarıdır[28].
Basamaklı tünellere günümüzde Anadolu’nun orta, kuzey ve doğu bölgelerinde rastlanılmaktadır. Antik Çağ’da ise bu tür yapıların Anadolu’nun Pontos, Paphlagonia, Kappadokia, Lykonia, Galatia, Phrygia, Armenia ve Kommagene bölgelerinde olduğu görülmektedir[29]. Bu bağlamda Pontos, basamaklı tünellerin en yoğun olarak görüldüğü bölgelerden birisidir. Yakın zamana kadar yapılan çalışmalar sonucunda bu bölgedeki Tokat, Amasya, Çorum, Sivas, Yozgat, Ordu ve Samsun illerinde bazılarında birden fazla olmak üzere 30 farklı yerde, 39 adet basamaklı tünelin olduğu belirtilmiştir[30]. Bununla birlikte Pontos Bölgesi’nde Giresun Şebinkarahisar[31] ile yakın zamanda bu konuyla ilgili literatüre kazandırılan Kaledere[32] kalelerinde de basamaklı tünellerin var olduğu bilinmektedir. İç Pontos Bölgesi kapsamında yer alan ve çalışma sahamızı oluşturan Tokat ilinde ise bazı yerlerde birden fazla[33] olmak üzere 11 farklı noktada, 13 adet basamaklı tünelin olduğu ve bu 13 adet basamaklı tünelin 10 tanesinin bir kaleyle bağlantılı olduğu, diğer 3’ünün ise bir kaleden bağımsız olarak sadece bir ana kaya üzerinde yer aldığı söylenmiştir[34]. Kaleyle bağlantılı basamaklı tüneller, Tokat[35], Geyraz[36], Çördük[37], Karagöz[38], Turhal[39], Zile[40], Niksar[41] ve Kevgir[42] kalelerinde bulunmaktadır. Turhal’daki Yeşilalan (Arhoy) ile Erbaa’daki Güveçli (Simeri) ve Gümüşalan (Mürüs) köylerindeki basamaklı tünellerin ise bir ana kaya üzerinde yer aldığı ifade edilmiştir[43]. Bununla birlikte bu konuyla ilgili müze envanter kayıtlarında yapmış olduğumuz araştırmalar sırasında, yukarıda ifade edilen basamaklı tünellerin haricinde, bir tanesi Erbaa’daki Yoldere (Geyne) köyü Eyceoluk Mevkii’nde[44], bir diğeri ise Artova’daki Kunduz Kalesi’nde[45] olmak üzere 2 tane daha basamaklı tünelin olduğu görülmüştür. Ayrıca, Güveçli (Simeri) köyündeki basamaklı tünelin daha önce E. Sökmen tarafından da bildirildiği gibi aslında Simeri Kalesi[46] ile irtibatlı olduğu anlaşılmıştır.
Basamaklı tünellerin işlevi hakkında askerî[47], kültsel[48] ve su temini[49] olmak üzere 3 temel görüş öne sürülmüştür. Bu görüşler arasında basamaklı tünellerin genel olarak su ihtiyacını karşılamak üzere yapılmış olduğu görüşü öne çıkmaktadır[50]. Tokat’ta bulunan Kevgir[51], Turhal[52], Zile[53], Niksar[54], Güveçli[55] kalelerindeki ve Turhal Yeşilalan[56] köyü ile Erbaa Yoldere köyü Eyceoluk Mevkii’ndeki[57] basamaklı tünellerin, aşağısından akan ırmağa doğru uzanması bu görüşle ilişkilendirilebilir. Ayrıca doğrudan akan bir ırmakla bağlantılı olmayan Çördük, Geyraz ve Küçükbağlar kalelerinde yer alan basamaklı tünellerin de yeraltı su kaynaklarına ulaşmak için yapılmış olabileceği, çünkü bunların yeraltı suları bakımından zengin alanlarda bulunduğu belirtilmiştir[58]. Tokat Kalesi basamaklı tünelinde gerçekleştirilen kazılar da bu tünelin tabanına yakın bir seviyesi olduğu anlaşılan 138. metresinde bir kaynak suyunun yer aldığını ortaya çıkarmıştır. Bu durum, ana kayaya oyulmuş nehirle irtibatlandırılamayan basamaklı tünellerin uç kısımlarındaki doğal veya yapay kaya çanaklarında çok miktarda suyun depolanabileceğini göstermektedir[59].
Tokat özelinde basamaklı tünellerin askerî işlevine yönelik açıklama von der Osten’den gelmektedir. von der Osten, Turhal ve Çördük kalelerindeki basamaklı tünellerin olağanüstü büyüklüklerine dayanarak bunların sadece suya erişim için değil, aynı zamanda askerî bir amaca hizmet etmesi için de inşa edilmiş olabileceğini, bu bakımından basamaklı tünellerin kalede bulunan garnizonun bir kısmının düşman tarafından görülmeden hızlı bir şekilde vadi seviyesine inmelerine olanak tanıdığını ileri sürmüştür[60]. G. de Jerphanion da basamaklı tünellerin kuşatma sırasında çıkış olarak kullanılan gizli geçitler olabileceğini düşünmüştür[61].
Tokat’ta kültle ilişkilendirilen herhangi bir basamaklı tünel örneğine rastlanılmamakla birlikte S. Y. Şenyurt ve A. E. Bulut, Çorum-Mecitözü Hisarkavak Köyü ile Ordu Kurul Kalesi basamaklı tünellerinin girişlerindeki içlerine kültle ilgili küçük yontuların konulabileceğini düşündüren nişlerin varlığını, Pontos Bölgesi’ndeki basamaklı tünellerin kültsel amaçla inşa edilmiş olabileceğinin bir kanıtı olarak değerlendirmiştir[62].
Basamaklı tünellerin işlevleri gibi tarihlendirilmesi konusunda da çeşitli görüşler vardır[63]. Bu yapıların tam olarak ne zaman inşa edildiklerine ışık tutacak yazılı veriler olmadığı gibi arkeolojik kanıtlar da yetersizdir. Ancak G. Perrot, Amasya Kalesi’ndeki basamaklı tünellerin işçiliğini bu kaledeki kral kaya mezarlarının işçiliğiyle karşılaştırmış, böylelikle bu tünellerin beşik tonoz girişlerini söz konusu mezarlara benzeterek bunlar arasında bir bağlantı kurmuş ve neticede bu kaledeki basamaklı tünellerin Hellenistik Dönem’e tarihlendirilebileceğini önermiştir[64]. Tokat-Geyraz[65] ve Ordu-Kurul[66] kalelerinin basamaklı tünellerinden ele geçen VI. Mithradates dönemi (MÖ 120-63) bronz sikkeleri de bu yapıların Hellenistik Dönem’de Pontos Krallığı zamanında kullanım görmüş olduklarını yansıtmaktadır. Cıngırt Kayası’nda gerçekleştirilen arkeolojik kazılardan elde edilen sonuçlar[67] da bu durumu teyit eder niteliktedir.
Dereköy Kalesi ve Basamaklı Tüneli
Kalenin yer aldığı Dereköy, Akdağlar’ın Kazova’ya bakan yamaçlarında kurulmuştur[68]. Dereköy Kalesi ve basamaklı tüneli ise köyün güneydoğusundaki Erikçil Mevkii’nde bulunmaktadır. Kale’ye köyden güneydoğuya doğru derin bir vadi içerisinde yer alan “Eski Artova Yolu” olarak adlandırılan dolambaçlı stabilize bir yol takip edilerek ulaşılmaktadır. Köy ile kale arasındaki bu yolun uzunluğu yaklaşık 2,5 km kadardır. Kaleye giden bu yol üzerinde kaynağını Dereköy ve Keten[69] derelerinden alan ve tarımsal sulamada kullanılmak üzere tasarlanmış olan Dereköy Göleti yer almaktadır (Harita 1)[70].
Dereköy Kalesi, Pazar ilçesini Artova üzerinden Sivas iline bağlayan ve vadi içinden geçen stratejik bir yol üzerinde bulunmaktadır. Kuzey-güney doğrultusunda uzanan bu yol, kalenin batısından geçmekte olup kale bu bağlantıyı sağlayan dar ve derin vadiye hakim bir konumdadır (Resim 1). Kalenin güneyinden Keten Deresi akmakta olup, bu dere sonrasında kalenin doğusundaki kayalık alanda yer alan basamaklı tünelin aşağısından geçtikten sonra batıya doğru kıvrılmaktadır. Daha sonra ise kuzeye yani Dereköy istikametine doğru akışını sürdürerek kalenin batısından yine kuzeye doğru akan Dereköy Deresi ile Dereköy Göleti’nde birleşmektedir (Harita 2).
Dereköy Kalesi, deniz seviyesinden 1102 m yükseklikte yer alan Kale Tepesi olarak adlandırılan kısmen kayalık ve sarp bir tepenin batı ucundaki düzlük alanda kurulmuştur (Resim 2). Kurulduğu alanın doğal yapısını en verimli şekilde kullanmaya yönelik olarak kuzeybatı-güneydoğu doğrultusunda tasarlanan kalenin çevresi 137 m, alanı ise 838 m2’dir. Kuzey ve kuzeydoğu tarafı son derece sarp ve yüksek kayalıklardan oluşan kalenin güneybatısı diğer yönlere göre daha alçak bir eğime sahiptir (Resim 3). Bu yüzden kaleye en kolay ulaşım bu istikametten bir patika yolundan çıkılarak sağlanmaktadır.
Kalenin doğal savunma hattıyla çevrili kuzey ve kuzeydoğu tarafında sur duvarı görülmezken, belli bir yüksekliğe kadar korunmuş durumda olan harçlı moloz taşlardan inşa edilmiş sur duvarı kalıntılarına sadece güney ve batı tarafında rastlanılmıştır (Resim 4). Sur duvarı bulunmayan hattın uzunluğu 56 m’dir. Bunun 26 m’sini oldukça yüksek bir doğal sur duvarı görünümü sergileyen kaya kütlesi oluştururken geriye kalan 30 m’si sarp uçurum şeklindedir. Kuzeybatı-güneydoğu doğrultulu kalenin, kuzeybatıdan güneye ve güneyden kuzeydoğuya doğru uzanan sur duvar kalıntılarının her biri 40 m uzunluğa sahiptir. Bu sur duvar kalıntıları kalenin güneyinde kesişmektedir. Sur duvar kalıntılarının güneyde kesiştiği nokta ile kalenin kuzeybatı ucunda birer adet burç kalıntısı yer almaktadır. Kuzeybatı ucunda yer alan burç kalıntısının günümüze kadar korunabilen yüksekliği 3,70 m’dir. Kalenin giriş kapısına dair tahribattan dolayı herhangi bir bulguya rastlanılmamakla birlikte, bu girişin bahsedilen burçlar arasında yer alan ve bugün de kaleye en rahat şekilde giriş-çıkışın sağlandığı ve kalenin diğer yerlerine göre daha yumuşak bir eğime sahip olan güneybatı yönündeki bir açıklıkta bulunduğu anlaşılmaktadır. Kalenin güneydoğu sur duvarının yüksek kaya kütlesiyle birleştiği yerdeki surun hemen aşağısında görülen harçlı duvar kalıntısı ise sur duvarlarının kopan bir parçası olmalıdır. Bu da kaledeki tahribatın boyutunu göstermektedir.
Kalenin içinde kaçak kazılar neticesinde ortaya çıkartıldığı anlaşılan güneybatı-kuzeydoğu doğrultusunda uzanan bir yapı kalıntısı dikkat çekicidir (Resim 4). Sur duvarında olduğu gibi harç ve moloz taş kullanılarak inşa edilmiş olan bu yapı kalıntısının açığa çıkartılmış kuzeydoğu ve güneybatı duvarları 4,60x4,60 m uzunluğundadır ve korunabilen en yüksek yerinden alınan ölçüsü 1,10 m’dir. Aynı ölçülerde olduğu anlaşılan güneydoğudaki kısmının ise temel seviyesindeki izleri yüzeyden takip edilebilmektedir.
Kalede daha çok insani tahribat neticesinde ortaya çıkartılmış ve yüzeye dağılmış vaziyette olan çanak-çömlek parçalarının büyük çoğunluğu Geç Demir Çağı’na tarihlenmektedir. Az sayıda da olsa Hellenistik Dönem’e ve Orta Çağ’a tarihlenen örnekler de mevcuttur (Resim 5). Kalede ele geçen Orta Çağ’a ait çanak-çömlek parçaları ile aynı döneme tarihlenen yukarıda bahsedilen sur ve sur içerisindeki yapı mimarisine ait kalıntılar, kalenin en azından söz konusu döneme kadar kullanıldığına işaret etmektedir. Ayrıca yine az miktarda olmak üzere kalenin güneybatı eteklerinde görülen çatı kiremidi ve çanak-çömlek parçaları, bu alanın da yerleşim görmüş olabileceğini göstermektedir.
Kale ve çevresinde yaptığımız araştırmalar sırasında kalenin bulunduğu tepenin özellikle kuzey yamacı ve eteklerinde de yerleşimin olduğuna işaret eden harç ve moloz taş karışımı malzeme kullanılarak örülmüş duvar kalıntıları ile insan eliyle düzleştirilmiş ya da şekillendirilmiş kayalık alanlar ve yine aynı şekilde oluşturulmuş dikdörtgen formunda sarnıç olması muhtemel büyük bir kaya çanağı gibi arkeolojik bulgulara rastlanılmıştır. Bu araştırmalar sırasında karşılaştığımız en dikkat çekici arkeolojik bulgu ise, bu kalenin yaklaşık 300 m doğusunda ve 70 m daha aşağısındaki yamaçta yer alan basamaklı bir tüneldir (Harita 3). Bu bağlamda tünel, kalenin kuzeydoğu tarafındaki yüksek kayalığın doğu ucuna yakın bir noktadadır. Sol yan tarafı uçurum olan ana kayaya oyulmuş bu tünelin aşağısından Keten Deresi akmaktadır. Giriş açıklığı kuzeydoğuya bakan tünel güneybatıya doğru uzanmaktadır (Resim 6). At nalı formunda olan ve düz bir doğrultuda devam eden tünelin giriş genişliği 1,20 m, yüksekliği ise 2,00 m’dir. Cephesi kısmen düzleştirilmiş tünel, basamakları haricinde genel olarak çok kaba bir kaya işçiliği sergilemektedir. Bu bağlamda, tünelin duvarları ve tonozlarındaki murç izleri çok belirgindir. Ayrıca tünelin genelinde yoğun bir tahribat söz konusudur. Öyle ki buradaki kaçak kazılardan dolayı tünel iki parçaya ayrılmış durumdadır. Girişinden, defineciler tarafından tavanı ve sol yan duvarı patlatılarak iki parçaya ayrıldığı açıklık kısma kadar devam eden tünelin uzunluğu 4,5 m’dir ve bu kısımda tam olarak sayılabilen basamak sayısı 5 tanedir (Resim 7). Bu basamaklardan sonra da buna yakın bir sayıda olduğu anlaşılan ve üzeri toprakla örtülmüş vaziyette olan başka basamakların olduğu ve sonrasında düz bir platformun başladığı gözlemlenmiştir. Dolayısı ile tünelin girişinden açıklık kısma kadar muhtemelen toplam 10 tane basamağın olduğunu söyleyebiliriz. Açıkta olan basamaklar, tünelin geneline göre daha iyi bir kaya işçiliğini yansıtmaktadır. İlk basamaktan alınan ölçülere göre basamak genişliği 0,38 m, rıht yüksekliği ise 0,23 m’dir.
Yukarıda bahsedilen tahribat nedeniyle tüneli iki parça haline getiren açıklık kısım 2,20 m uzunluğunda olup, bu kısmın zemini basamakların olmadığı düz bir platform şeklindedir. Bu açıklığın tünelde yapılan kaçak kazılar neticesinde ortaya çıkan toprağı sol yandaki uçurumdan tahliye etmek için oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Belirtilen açıklığın sonlandığı ve tekrar basamaklı tünelin devamının başladığı noktadan, tünelin moloz taşlarla ve toprakla neredeyse tamamı ile tıkalı olduğu yere kadarki uzunluk 10 m’dir. Bu bölümün genelinde gözlemlenen düzensizlik ve yer yer görülen derin çatlaklar tünelin bu kısmındaki kaya yapısının bozuk olması ve doğal tahribatla açıklanabilir. Böylelikle tünelin, girişinden tıkalı olduğu yere kadar ölçülebilen toplam uzunluğu 16,70 m olarak kaydedilmiştir.
Dereköy sakini bir vatandaş tarafından Dereköy Kalesi ve basamaklı tünelinden bulunduğu belirtilerek Tokat Müzesi’ne teslim edilen sikkeler olduğu bilgisi üzerine söz konusu müzede yaptığımız incelemeler[71] neticesinde bunların VI. Mithradates, Bizans ve Selçuklu dönemlerine ait sikkeler olduğu anlaşılmıştır (Resim 8).
Değerlendirme ve Sonuç
Günümüzde basamaklı tünelli kalelerin en çok görüldüğü yerlerin başında gelen ve bir İç Karadeniz kenti olan Tokat, Antik Çağ’da Pontos’un iç kesimlerinde yer almaktaydı. Hellenistik Dönem’in yaklaşık son 30 yılı hariç tamamında Pontos Krallığı’nın bir parçasını oluşturan Tokat ve çevresinde bu krallığın kültürel mirasının izlerine hala rastlamak mümkündür. Ancak bu izlerin, Pontos Krallığı’nı yıkarak Pontos Bölgesi’nin yeni sahibi olan Romalılar tarafından bilinçli bir şekilde silinmeye çalışıldığı da bilinmektedir. Bunda da başarılı oldukları, yüzyıllar boyunca bu topraklara hükmeden söz konusu krallıktan geriye kalan arkeolojik kalıntıların son derece az olmasından anlaşılmaktadır. Bu durumla bağlantılı olarak kısmen tahrip edilmiş olmakla birlikte basamaklı tüneller, Pontos Krallığı’nın hem Roma’nın bu girişimine hem de zamana karşı güçlü bir direniş sergileyen nadir arkeolojik kalıntıları arasındadır. Aynı zamanda bu yapılar bahsetmiş olduğumuz topraklarda bu krallığın kültürel kimliğini halen temsil etme ayrıcalığına sahip özgün eserlerdir. Bu özgün eserlerden birisi Tokat’ın batısında yer alan ve Yeşilırmak’ın suladığı verimli Kazova’nın üzerine kurulu olan Pazar ilçesinde 2019 yılında yapmış olduğumuz arkeolojik yüzey araştırması sırasında, bu ilçeye bağlı Dereköy’de keşfedilmiştir. Söz konusu basamaklı tünel, aynı zamanda bu köyden adını alan bir kaleye de ev sahipliği yapan ve bu yüzden Kale Tepesi olarak adlandırılan kısmen kayalık ve sarp bir tepenin doğu yamacında bulunurken, kale bu tepenin batı ucundaki düzlük alandadır. Bu bağlamda, tepenin batısındaki dar vadiden geçen kuzey-güney doğrultulu stratejik bir yolu denetleyebilecek noktada kale konuşlandırılmış, aynı tepenin doğu yamacında bulunan basamaklı tünel de aşağısından akan Keten Deresi’ne en kolay şekilde ulaşabilecek bir yerde yapılmıştır. Kalenin kuzeydoğu tarafındaki yüksek kayalığın doğu ucunda yer alan bu basamaklı tünel ile batı ucunda bulunan kale arasındaki bağlantı ise bahsedilen yüksek kayalık alan üzerinden sağlanmış olmalıdır.
Daha önce de belirttiğimiz gibi Dereköy Kalesi ve basamaklı tüneli de içine alan çevresi 2010 yılında tescil edilmiş ve mimari açıdan tanımlanmış olmasına rağmen tarihsel açıdan anlaşılamadığı için bu yönüyle tanımlanamamıştı. Bu bağlamda kale, yüzeyde bulunan çanak-çömlek buluntularına göre Bizans Dönemi’ne tarihlendirilmiş ve basamaklı tünelden de kayaların tonoz şeklinde oyulmasıyla oluşturulmuş merdivenli bir koridor olarak bahsedilmiştir. Oysa stratejik açıdan önemli bir mevkide bulunan Dereköy Kalesi’nde ele geçen çanak-çömlek buluntuları, son evresi Orta Çağ olan bu küçük ölçekli kalenin Geç Demir Çağı’ndan Hellenistik Dönem’e kadar uzanan bir süreçte kesintisiz bir şekilde kullanıldığına işaret etmektedir. Ayrıca, kalede bulunan sikkeler de Geç Demir Çağı hariç bu durumu kanıtlamaktadır. Ana kayaya oyulmuş merdivenli bir koridor olarak bahsedilen yapı ise Hellenistik Dönem’de Pontos Bölgesi’nin Pontos Krallığı’yla ilişkilendirilen karakteristik eserlerinden birisi olarak karşımıza çıkan basamaklı tüneldir. Dereköy Kalesi ve bu basamaklı tünelden bulunarak Tokat Müzesi’ne teslim edilen VI. Mithradates Dönemi’nde basılmış Amisos sikkeleri[72] de bu bağlantıya işaret etmektedir. Dolayısı ile bu bağlantılar üzerinden Dereköy Kalesi, ilk kez bizim tarafımızdan “Basamaklı tünelli bir Pontos Krallığı Kalesi” olarak tanımlanmıştır. Böylece Dazimonitis’te bu türden yeni bir kale keşfedilerek bu dönemki savunma sistemini oluşturan stratejik mevkilerde yer alan kaleler ağının şimdiye kadar bilinmeyen bir parçası bölge tarihine kazandırılmıştır.
Dereköy Kalesi, Küçükbağlar Kalesi’yle birlikte Kazova’nın güney sınırını oluşturan Akdağlar silsilesi üzerinde yer alan iki kaleden biridir. Bunlardan Hellenistik bir kale olarak tanımlanan Küçükbağlar Kalesi, Kazova’dan geçen ana yolu ve ovadaki tarımsal faaliyeti denetleyebilecek bir konumda[73] iken, diğeri yani Dereköy Kalesi Kazova’dan güneye açılan ve dağlar arasından geçen alternatif bir ara yolu kontrol edebilecek konumdadır.
Dereköy Kalesi, Pazar ilçesinin 11 km güneybatısında ve Akdağlar’ın Kazova’ya bakan bu noktadaki yamaçlarında kurulu olan köyden ve dolayısı ile Kazova’nın bu kesimindeki güney ucundan kuş uçuşu yaklaşık 2 km daha içeride yer almaktadır. Bu yüzden tam anlamıyla Kazova’ya ve Turhal ile Zile ovalarına doğru doğu-batı doğrultusunda uzanan ovadan geçen yola hakim bir noktada olduğu söylenemez. Bununla birlikte Dereköy Kalesi, günümüzde Pazar ilçesini Artova üzerinden Sivas iline bağlayan, kuzey-güney doğrultusunda uzanan ve vadi içinden geçen stratejik bir yola hakim konumda olan sarp ve kısmen kayalık bir tepe üzerine konuşlandırılmış bir kale olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu konumu nedeniyle kalenin Antik Çağ’da Dazimonitis’ten güneye Sebasteia’ya doğru doğal geçişi sağlayan stratejik bir alternatif ara yolu kontrolü altında bulundurduğunu söyleyebiliriz. Aynı zamanda kale bu güzergâh üzerinden, basamaklı tünelli Hellenistik Dönem kaleleri olarak bilinen Kunduz, Çördük ve Geyraz kaleleriyle de irtibat kurabilmektedir. Kalenin Hellenistik Dönem’deki asıl işlevinin bahsedilen bu bağlantıları sağlamakla ilgili olduğu önerilebilir. Böylelikle bu çalışma, Tokat ilinde yer alan Hellenistik kale ve basamaklı tünellerine bir yenisini eklemenin (Harita 4) yanı sıra daha önceden bilinmeyen, Dazimonitis’ten Sebasteia’ya geçişi sağlayan stratejik bir ara yolun varlığını ve bu yolun Geç Demir Çağı’ndan Hellenistik Dönem’e kadar uzanan bir zaman dilimi boyunca kullanılan bir güzergâh olduğunu ve söz konusu güzergahın Orta Çağ’da da kullanıldığını ortaya çıkarmıştır. Aynı zamanda Tokat özelinde basamaklı tünellerle ilgili olarak şimdiye kadar paylaşılan istatistiksel veriler de güncellenmiştir. Dolayısı ile daha önceden 11 farklı noktada 13 adet basamaklı tünel olduğunu ve bunların 10 tanesinin bir kaleyle, geriye kalan 3’ünün ise bir ana kaya üzerinde yer aldığını belirten bilgi revize edilmiştir. Böylelikle bu sayının mevcut verilere göre 14 farklı noktada 16 adet olduğu ve 16 adet basamaklı tünelden sadece 3’ünün yani Turhal-Yeşilalan (Arhoy) köyü ile Erbaa’daki Gümüşalan (Mürüs) ve Yoldere (Geyne) köylerindekilerin bir kaleyle irtibatlı olmadığı anlaşılmıştır. Son olarak eklenen 3 adet basamaklı tünelden 2’sini müze envanterinde tespit edilen, Artova’daki Kunduz Kalesi ile Erbaa’daki Yoldere köyü Eyceoluk Mevkii’ndeki basamaklı tüneller oluşturur. Sonuncusu ise tarafımızdan keşfedilen Dereköy Kalesi basamaklı tünelidir.
Dereköy Kalesi basamaklı tüneli, Pontos Bölgesi basamaklı tünelleriyle ilgili olarak A. E. Bulut tarafından yapılan tipolojik sınıflandırmaya[74] göre değerlendirildiğinde, bu tünelin “at nalı formlu basamaklı tüneller” olarak adlandırılan tipe girdiği görülmektedir. Bu tipin Pontos Bölgesi’nde en yaygın görülen ana form olduğu ve boyut olarak da diğer 3 tip olan; düz tavanlı, dairesel formlu ve üçgen kesitli örneklerden daha büyük olduğu belirtilmiştir. Ancak Dereköy Kalesi basamaklı tüneli, bahsedilen tipin küçük boyutlu bir örneği olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu basamaklı tünelin aşağısından akan Keten Deresi’ne doğru uzanması su ihtiyacını karşılamaya yönelik olarak tasarlanmış olduğunu ortaya koymaktadır. Dolayısı ile Tokat’taki uzanış doğrultusunda akarsular bulunan Kevgir, Turhal, Zile, Niksar, Güveçli, Yeşilalan ve Yoldere basamaklı tünelleri ile benzerlik göstermektedir. Söz konusu tünelde görülen platformun bir benzerinin ise Amasya Gökçeli Kalesi 1 nolu basamaklı tünelinde[75] olduğu anlaşılmıştır. Bu açıdan Pontos Bölgesi’ndeki en yakın benzerinin bu basamaklı tünel olduğu söylenebilir.
EKLER