Giriş
Boynuincelü Aşireti[1] , günümüzdeki idarî ayrıma göre Kızılırmak’ın her iki tarafında, Seyfe Gölü ile Tuz Gölü arasındaki sahada meskûn bir aşirettir. Bu araştırmada Boynuinceli Aşireti’nin tarihi süreçteki tekâmülü, aşiret yapısı ve idaresi, devlet ile olan ilişkileri, aşirete mensup olan halkın idarecileriyle olan münasebetleri üzerinde durulmuş, aşiretin kaza statüsünü alması ve devamında bu statünün lağvedilmesinin sebepleri ortaya konulmuştur. Bu araştırmanın kaynakları, Nüfus Defterleri başta olmak üzere muhtelif Osmanlı arşiv kayıtlarından oluşmaktadır.
1. Nüfus ve Konuya Esas Alınan Kaynaklar
Nüfusa ait bilgiler, sosyal ve ekonomik yapıyı belirleyen önemli göstergeler arasındadır. Nüfus Defterleri, bilhassa yerel tarih araştırmalarında eşsiz ve alternatifsiz veriler içermeleriyle öne çıkmaktadır. Osmanlı Devleti, yeni fethettiği bir bölgeyi hemen tahrire tâbi tutardı[2] . Tahrir sayımları, içerdikleri demografik ve ekonomik veriler ile zamanına göre oldukça mühim ve alternatifi olmayan kayıtlardır. Ancak bu kayıtlar bir bölgenin kesin nüfusunu veren sayımlar olarak değerlendirilmemektedir[3] . XV. ve XVI. yüzyılların genelinde, XVII. yüzyılın ise sadece ilk yarısında gerçekleşen tahrir geleneğinden sonraki yıllarda vazgeçilmiş olması, XVII. ve XVIII. yüzyıllardaki Osmanlı nüfusunun bütünüyle tespitini zorlaştıran önemli bir etkendir. Zira-istisnalar hariç-XVII. ve XVIII. yüzyıllar genelinde klasik arazi ve nüfus tahrirlerinden vazgeçilmiş, bunların yerlerini cizye ve avarız sayımları[4] almış olmakla birlikte, cizye ve avarız sayımlarından hareket ederek sadece nüfusu tahminî seviyede kestirebilmek mümkün görünmektedir. Osmanlı nüfusu hakkında bilgi temin edilebilen diğer kaynaklar arasında temettuat[5] defterleri ile salnâmeler[6] yer almaktadır. 1844’te başlanılan temettuat sayımları[7] ülke geneline teşmil edilemediğinden, bu kaynaklar sınırlı mahaller için önemli olmanın ötesine geçememiştir. Dolayısıyla, II. Mahmud’un hâkimiyetinde (1808-1839) başlatılan ve Abdülmecid zamanında devam ettirilen nüfus sayımları ve bu sayımları hâvî nüfus defterleri, Türk tarihinde hem ilk ve hem de en tutarlı kaynaklar olmalarıyla önem taşımaktadır[8] . II. Mahmud devrinde teşebbüs edilen nüfus sayımları yeni doğan çocuktan 100 yaşına erişmiş bir pir-i faniye, şehirliden köylüye, yönetenden yönetilene, talebeden zihinsel ve bedensel özürlüye kadar-vergiye tâbi olup olmadığına bakılmaksızın-ayrıcalık gösterilmeden tüm erkek nüfusun sayımını esas almasıyla Türk tarihinde modern sayılabilecek ilk nüfus sayımıdır. Bu sayımın, günümüzdeki modern sayımlara göre en önemli eksikliği kadınların sayılmamış olmasındadır.
II. Mahmud zamanında başlanılan nüfus sayımlarının Osmanlı modernleşme hareketlerinin kaçınılmaz bir neticesi olduğu söylenebilir. 1570’lerden 1800’lere varan süreçte girişilen askerî seferlerin genelde başarısızlıkla neticelenmesi, asker kaçaklarının artışı[9] , iç isyanlar, bürokrasideki liyakatsizlik ve hantallık, mevcut arazi rejiminden artık verim alınamaması, kısacası bürokrasi ve ordudaki bozulma[10] Osmanlı devlet adamlarını köklü tedbirler almaya, devlet sisteminde yeni düzenlemeler yapmaya itmişti. Bu münasebetle Ragıb Efendi tarafından hazırlanıp, Sultan II. Mahmud’a sunulan lâyiha/rapor önemlidir. Lâyihada, her sancak ve kazaya uygun şartları taşıyan dirayetli müdürler tayin edilerek, bu müdürlerin tapu, evkaf, saliyane ve cizye evrakını dağıtmaları, vergilerin âdil olarak tespiti ve toplanması, halkın sosyal ve malî durumunun saptanarak boş toprakların (hazine topraklarının) işletilmesi teklif edilmekteydi. Yine rapora göre, sahip oldukları üretim araçları (koyun, keçi, sığır, han, hamam, dükkân, tarla vb.) belirlenerek halk, isim ve şöhretleriyle deftere kayıt edilecekti. Lâyihada, sayım yapılırken nelere dikkat edilmesi gerektiği de ayrıntısıyla belirtilmişti[11].
Devam eden süreçte yeni adımlar atılmaya başlanmıştır. Nitekim yüzyıllarca Osmanlı fetihlerinin öncüleri olan ancak bir o kadar da grup kimliği ve mensubiyet duygusunun ağır bastığı, devlet otoritesi üzerindeki tehditkâr yapısını her dâim muhafaza eden[12] Yeniçeri Ocağı’nın[13], 1600’lere doğru bozulmaya ve askerlik işlevini yitirmeye başlaması[14] neticesinde zamanla devleti ve halkı baskı altında tutan bir mekanizmaya dönüşmesi[15] ocağın kaldırılmasını gerekli kılmıştı. 1826’da Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılıp, Asakir-i Mansûre-i Muhammediyye[16] adı verilen ordunun kurulması akabinde, askerlik çağında olanlar ile vergi mükelleflerinin tespiti için nüfus sayımı yapılmasına karar verilmişti. İlkin İstanbul’da teşebbüs edilen bu sayımlar 1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı’nın başlaması nedeniyle diğer bölgelere teşmil edilememişti. Savaşın sona ermesiyle Balkanlar’da yeniden sayıma başlanmış, bir yaşından yüz yaşına kadar olan bütün Müslüman erkeklerin sayımı emredilmiş olmakla birlikte, çeşitli sebeplerle, nüfusun lâyıkıyla tespit edilerek kayıt altına alınması mümkün olmamıştı. Daha sonra ise imparatorluktaki Müslim-Gayrimüslim bütün erkeklerin genel bir sayımının yapılması kararlaştırılmıştı. II. Mahmud devrindeki bu nüfus sayımları esasen asker ihtiyacını tespit etmenin yanında emlak ve araziye dayalı vergi adaletsizliğini gidermeyi de amaçlamaktaydı[17].
II. Mahmud devrinde imparatorluğun genelini kapsayan nüfus sayımına ilk olarak Karaman Eyaleti’nden başlandığı, Temmuz 1830 tarihinde başkent İstanbul’dan Karaman Eyaleti’ne gönderilen bir fermanla sabittir[18]. Fermanda (geçmiş dönemlere atıf yapılarak) zengin ve fakir, Müslim ve Gayrimüslim arasında vergilerin âdilâne tahsil edilmediği, ahalinin bazısı himaye edilerek bunlardan hiçbir şekilde vergi alınmazken, diğer bazılarından ise tahsil edilmesi gerekenden çok azı tahsil edildiği, bu durumda vergi vermeyenlere ait vergilerin vergi veren diğerlerinden tahsil edilmeye teşebbüs edilmesiyle ahalinin tahammüllerinden fazla bir yükün altında kaldıkları ifade edilmekteydi. Yine fermanda, “vergi tahsilinden kaynaklanan bu zulmün bertaraf edilmesi, vatandaşın huzur ve âsâyişi için nüfus tahriri yapılmalıdır” denilerek tahrirden pek çok fayda sağlanacağına dikkat çekilmekteydi. Karaman Eyaleti’nin nüfus tahriri için Erzurum Valisi Nazif Bey (Koca Yusuf Paşazâde Nazif Bey) adında bir bürokrat görevlendirilmişti. Kendisine 30.000 kuruş harcırah verilmiş ve 7500 kuruş da maaş tahsisi yapılmıştı. Tahrir memurlarına bu şekilde önemli miktarlarda tahsisat yapılması onların mahalline vardıklarında ahaliye yük olmamaları ve işlerini adalet üzere gerçekleştirmeleri hedefine matuftu. 1844’te gerçekleştirilen yeni bir nüfus sayımına ise Aksaray Sancağı için Asakir-i Nizamiyye-i Şahane miralaylarından Osman Bey görevlendirilmişti[19]. Mahalline varan tahrir memurları yerel idarecilerle şehir veya kasabaya girmeden karşılanıp münasip konaklarda istirahat ettirildikten sonra mahallin (sancağın) ileri gelenlerinden bir meclis tertip edilerek, nüfus tahriri emri ile ilgili ferman huzurlarında okunur, tahrirde uyulacak kurallar ve yapılacak sair işler kendilerine izah edilirdi[20]. Tahrir yapılırken bir yaşından yüz yaşına kadar olan Müslim ve Gayrimüslim erkek nüfusun memurlar tarafından bizzat görülerek yazılması, Müslim ve Gayrimüslim nüfus kayıtlarının ayrı ayrı defterlere kaydedilmesi, gerek Müslim ve gerekse Gayrimüslimlerin hâl, eşkâl ve keyfiyetlerinin tek tek belirtilmesi, Müslim nüfusun 14 yaşından 40 yaşına kadar olup, askerliğe elverişli bulunanların kaydına, ilave olarak mim harfiyle işaret konulması gibi hususlara dikkat edilmesi önemle istenmiştir. II. Mahmud döneminde gerçekleştirilen bu ilk genel nüfus sayımı, 2-12 Temmuz 1830 (evasıt-ı Muharrem 1246) tarihinde Karaman Eyaleti’ne gönderilen ferman ile 1830 yılının ikinci altı ayında başlamıştır. Sayımın 1831 yılının ilk altı ayında tamamlanmış olduğu ifade edilmektedir[21]. Osmanlı Devleti’nin muhtelif coğrafyalarında ise bu ilk nüfus sayımının ancak 1835’te tamamlanabildiği anlaşılmaktadır[22]. Bahsi geçen ilk genel nüfus sayımının 1830’da başladığı tespiti ise doğrudur[23]. Neticede 1830/31 nüfus sayımı, kısmî eksikliklerine rağmen, imparatorluktaki erkek nüfusu-gerçeğe yakın oranda-ilk kez ortaya koymasıyla önem ve farklılık taşımaktadır.
2. Konar-Göçerlerin Orta Anadolu’ya Gelip Yerleşmeleri
Anadolu coğrafyası, bilindiği üzere 1000-1300 yılları arasındaki üç yüz yılda Türkistan, Horasan ve Azerbaycan’dan gelen büyük kitleler hâlindeki göçler ile yurt edinmeye başlanmış[24] ve böylelikle Anadolu’nun etnik siması hızlı bir değişim sürecine girmiştir. Durum karşısında topraklarını savunmakta aciz kalan Bizans idaresi, Anadolu’da kalan Rum ahaliyi Balkanlar’a taşımak mecburiyetinde kalmış, boşalan sahalar Türkmenlerce iskân edilmiştir[25]. Zamanla Adalar Denizi’ne kadar olan coğrafya Türkmenler başta olmak üzere çeşitli etnik ve mezhebî âidiyetlere sahip ahali ile dolmuştur.
Horosan ve Azerbaycan bölgelerinde ikamet etmekte olan Türkmenlerin, 1220’lerden itibaren batıya doğru genişlemeye başlayan Moğol saldırıları karşısında yerlerini terk etmeleri, Anadolu’ya doğru ikinci bir göç dalgasına yol açmıştır[26]. Moğol baskısı karşısında, mesela Eleşkirt çevresinde bulunan altmış bin hânelik bir grup Ahlat ve çevresine İspir, Bayburt ve Pasinler’de yaşamakta olan başka bir Türkmen grubu da buraları terk ederek Erzincan, Sinop ve Ayntap’a kadar yayılmıştı. Çağdaş bir müellif, Moğol önünden kaçan konar-göçerlerin kalabalıktan Aras Köprüsü’nü geçememiş olduğunu, “Türkmenlerin Erran (Karabağ)’da karıncalar ve çekirgeler gibi kitleler teşkil” ettiğini ifade etmektedir[27]. Türkmen grupları, Selçuklu sultanları tarafından Bizans uçlarına yerleştirilmekteydi. Bu süreçte, Türkmenler Moğolların önünden kaçtığı gibi[28], Bizans Rumları da Türkmenlerin önünden kaçarak daha batıya doğru çekilmekteydiler. Menderes Havzası’nın sadece halkları değil, hücrelerine çekilmiş rahipleri tarafından dahi terk edilerek ıssızlaştığı[29] bu süreçte, Türkmenlerin Doğu, Güneydoğu ve Orta Anadolu’dan Batı Anadolu’ya kadar yayılmalarını mümkün kılan ikinci bir göç hareketi başlamıştı. Bu son süreç, Anadolu açısından Türkmenlerin 1100’lerdeki ilk yer değiştirme hareketlerine nazaran çok daha kalıcı olmasıyla önem taşımaktadır[30]. Bilhassa Anadolu’nun güney kısımlarında ve Suriye’de Türkmen varlığı o derecede yoğunlaşmıştı ki, Memlüklü Devleti’nin kuzey sınırları (Malatya’dan Gazze’ye kadar olan saha) neredeyse Türkmenlerden sorulur olmuştu[31].
Aksaray ve Kırşehir merkezli Orta Anadolu kırsalındaki yerleşimlerde günümüzde yaşamakta olan ahalinin buralara gelerek yerleşme serüvenleri yukarıda anlatılanlar ile birebir ilişkili olmakla beraber, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da egemenlik sürmekte olan Akkoyunlu Devleti’nin zamanla ortadan kalkması nedeniyle bu devletin hâkimiyetinde bulunan konar-göçer teşekküllerin ilkin Antep-Halep taraflarına, devam eden süreçte ise Dulkadirli toprakları ile Sivas-Malatya-Kayseri sahalarına yayılmaları/gelmeleri süreci ile daha çok ilişkili görünmektedir[32]. Orta Anadolu kırsalının günümüzdeki toplumsal örgütlenmesinin daha ziyade bu son süreçle ilgili olduğunu söylemek mümkündür. Diğer bir ifade ile 1500’lere kadar Sivas-Kayseri-Maraş-Halep-Musul sahaları ve bu hattın ötesinde kalan coğrafyada çoktandır yerleşik olan ahali, günümüzde Orta Anadolu’da yaşamakta olan nüfusun ilk yaşam alanlarındandır. Şöyle ki:
Akkoyonlu Devleti, Oğuzların Üçok koluna bağlı Bayındır boyu Türkmenlerince kurulmuştu[33]. Devletin hâkimiyet alanlarında yaylakları Erzurum-Erzincan-Kemah ve Kars’a kadar uzanan ve Karakoyunlu Ulusu’nu meydana getiren daha başka konar-göçer tayfalar da bulunmaktaydı. Bu tayfalar, güz mevsiminin gelmesiyle birlikte Memlük sınırında bulunan Urfa, Birecik, Mardin ve Rakka gibi yerleşimlere giderek kışlamaktaydılar. Yani güney-kuzey eksenli bir kışlak-yaylak hayatı söz konusuydu. Moğolların, Anadolu’da yaklaşık 80 yıl hâkimiyet sürdükten ve son Moğol-İlhanlı hükümdarı Said Bahadır Han’ın 1335’te, geride evlat bırakmadan vefatından[34] sonra Anadolu’dan çekilmeye başlamaları ile zamanla, meselâ 1380’lere gelindiğinde, Musul’dan Erzurum’a kadar olan genişçe bir saha Akkoyunlu Devleti hâkimiyetine girmiş durumdaydı. Aynı süreçte Maraş-Elbistan-Hatay sahasında hâkimiyet sürmekte olan Dulkadirli Türkmenleri (1337-1522) de fırsatı değerlendirerek Sivas-Bozok-Kırşehir havzasına doğru genişlemişlerdi[35]. Akkoyunlu Uzun Hasan Bey’in Karakoyunlu Devleti’ne son vermesi, Akkoyunlu sınırlarının Halep’e kadar uzanan koridora sahip olmasını mümkün kılmıştı. Böylece Doğu ve Güneydoğu Anadolu sahasında yaşamakta olan Musullu, Pürnek, Hamza Hacılı, Avşar, Bayat, İnallı, Tabanlı, Danişmendli ve Bicanlı gibi aşiret (boy) ve cemaatler (oymaklar), devletin kurucu boyu olan Bayındır boyunun etrafında toplanarak Akkoyunlu Devleti’ni meydana getirmişlerdi. Karakoyunluların ortadan kalkması ile Alpavut, Çakirli, Karamanlı, Sa’dli gibi cemaatler Akkoyunlu boylar birliğine dâhil olmuşlardı. Bunlara Dulkadir, Halep ve İsfendiyar bölgesindeki bazı Türkmen boyları da katılmışlardı[36]. Otlukbeli Savaşı’nda (1473) Akkoyunluların Osmanlılara yenilmesinin yanı sıra, Sufî-Şiî propagandasının konar-göçer topluluklar arasında yaygınlaşmaya başlaması, Sünnî devlet yapısına sahip Akkoyunlu devlet teşkilatının bozulup dağılmasına yol açmıştı. Varisler arasındaki taht mücadeleleri, konar-göçer tayfaların devletten bağımsız hareket etmeye meyilli oluşları gibi nedenler Akkoyunlu Devleti’nin yıkılış sürecini hızlandırmış ve devlet, Şah İsmail’in darbeleriyle 1510’lara doğru tarih sahnesinden silinmişti. Akkoyunlu Devleti’nin Anadolu’da etkisini kaybetmeye başlaması, Dulkadiroğullarının kısmen Memlüklüler kısmen de Safevî ve Osmanlıların destekleriyle, Harput’tan Kırşehir’e, Yozgat ve Sivas’ın güneyindeki Gürün’den Hatay’a kadar olan sahada daha da etkin olmalarına yol açmıştı. Oğuzların Bozok kolundan oldukları bilinen Dulkadirlilerin[37], Maraş-Bozok sahasında hâkimiyet sürmeleri sayesinde, pek çok Türkmen konar-göçerin de buraları vatan tutması mümkün olmuştur. Ayrıca, Dulkadirlilerin yoğun olarak yaşadıkları yerlerden birinin Yozgat sahası olması, buranın Osmanlı idarî yapısında Bozok olarak adlandırılmasına imkân vermiştir[38].
Yavuz Sultan Selim zamanında Doğu (1514) ve Güneydoğu (1516-18) Anadolu’nun Osmanlı idaresine girmesi neticesinde bu coğrafyada Akkoyunlu ve Memlük teşekküllerinden miras kalan konar-göçer tayfalar şüphesiz Bozok ve Üçok Türkmenleri ile bazı Kürt cemaatlerinden oluşmaktaydı. Osmanlı Devleti ise bu konar-göçer gruplara, yeknesak bir grupmuş gibi Bozulus adını verip onları bir idarî-malî ünite altında toplayarak yönetmeye/vergilendirmeye başlamıştı[39]. Bozulus Türkmenlerini meydana getiren aşiretler arasına zamanla, Anadolu’nun güneyinde en yoğun konar-göçer grupların yaşadığı yerlerden olan Dulkadirli ve Halep Türkmenlerine mensup aşiretler de katılmışlardı. Bu bağlamda, Bozulus Türkmenleri içinde Dulkadirli Türkmenlerinden olan 40 kadar aşiret bulunmaktaydı. Avşar, Çağırganlı, Cerid, Karacaaraplı, Gündeşli, Çimeli, Dodurga ve Mihmadlı bunlardan bazılarıdır. Bahsi geçen cemaat adlarına, 1830’lara tarihli muhtelif nüfus defterlerinde, daha ziyade Boynuinceli Aşireti adıyla anılan cemaatler veya bu cemaatlere ait köy isimleri olarak sıklıkla rastlamak mümkündür. Halep Türkmenlerinden olduğu bilinen ve daha Akkoyunlular zamanından beri Halep ve civar yerleşimlerde ikamet etmekte olan Harbendeli, Beğdili, Eymür, Döger, Acurlu, Avşar ve Alpli gibi bazı cemaatler de Bozulus teşekkülünün içinde yer almaktaydı[40].
Yaylak ve kışlak alanları arasında yer değiştirirlerken topraklarından geçtikleri sancak idarecilerinin konar-göçerlerden kanuna aykırı vergi talep etmeleri, yaylamak için Osmanlı-Safevî sınır boylarına kadar açılan konar-göçerlerin Kızılbaş eşkıyasının saldırılarına uğramaları gibi etkenler, Anadolu’nun doğusunda yaylak-kışlak hayatı süren konar-göçer tayfaları, Orta Anadolu’ya doğru göçe sevk etmiştir[41]. Bu şekilde Türkmenlerin 1600’lere doğru yurtlarını terk etmeye başlayıp, Orta Anadolu’ya gelerek yerleşmeye başlamalarının arkasında, Bozulus Türkmenleri özelinde, pek çok etken bulunmaktadır:
“Gerek sınır ötesinden (Safevî Devleti’nden) gelen taarruzlar ve büyük sayılara ulaşan hayvan kayıpları, gerekse yaylak ve kışlak güzergâhı boyunca mahallî idarecilerin aşırı vergi talepleri ve bunların merkezî hükümet tarafından bir türlü önüne geçilememesi, Bozulus’un Berriye[42]-Erzurum koridorundaki hayatını iyice çekilmez hale getirmişti. Öte yandan, Osmanlı-Safevî savaşlarının yeniden başlaması (1578) sebebiyle aşiretlerin yaylalara çıkması engellenmiş, çıkabilenler de eşkıya saldırısına maruz kalmıştı. Bu durum büyük koyun sürülerine sahip olan ve mevsimleri takip eden Bozulus’un otlak sıkıntısı çekeceğinin ve yavaş yavaş çatışmalardan etkilenen bölgeleri terk ederek ülkenin iç kesimlerine doğru kaymaya başlayacağının işareti gibi görünmektedir. Diğer taraftan, XVI. yüzyıl sonlarında (mesela 1578-1639 yılları arasında fasılalarla devam eden Osmanlı-İran savaşları vb. etkisiyle) ortaya çıkan büyük malî güçlüklerin ve bunu takip eden Celalî buhranının Bozulus’un hayatını da yakından etkilemiş olabileceğini akla getirmektedir. Çünkü malî sarsıntı ve Celalî Fetreti’nin Anadolu’da kır hayatının geniş ölçüde şehirlere çekilmesine ve yer yer boşluklar doğmasına yol açtığı bilinmektedir. Bu boşlukların ziraî faaliyetlere eğilimli olmayan Bozulus, Dulkadir ve Halep Türkmenleri gibi konar-göçerler tarafından tabiî bir şekilde doldurulmaya çalışıldığı öne sürülebilir. Çünkü yeni yaylak ve kışlak alanlarının aşiretler için câzip olabileceği akla gelmektedir. Bunların yanı sıra aşiretler açısından XVIII. yüzyılda Orta ve Batı Anadolu’daki ekonomik şartlar Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya göre daha elverişli hale gelmiş olabilir. Öte yandan aşiretlerin, kendilerine önceden tayin edilmiş bölgelerin dışına çıkarak dağılmaları, Ulus’un sancak statüsünü kaybetmesine sebep olmuştur. Bu gelişmeler aşiretlerin ödemeleri gereken vergilerinden kaçmaları için imkân hazırlamış gibi görünse de kısa sürede disiplin altına alınmaları yüzünden bu hususun kendilerine fazla bir menfaat sağlayamadığı savunulabilir. Bu cümleden olarak onların, Orta Anadolu’ya gelişlerinde vergi hususunun müessir bir rol oynadığını söylemek zordur. Öte yandan, II. Selim döneminde (1566-1574) yapılan tahrirde, Bozulus’un nüfusunda görülen fevkalâde artışın aşiretlerin yeni otlak ve yaylak alanları aramak mecburiyetinde kaldığını akla getiriyorsa da Bozulus’un Berriye-Erzurum koridorunu boşaltmasının, bir nüfus ihracı şeklinde değil, topluluğun ezici çoğunluğunun göç etmesi tarzında olması ve geride dikkate değer oranda ahali kalmaması sebebiyle bu hususun da mutlak amiller sayılması müşkil gözükmektedir”[43].
Konar-göçer aşiretlerin Anadolu’nun doğusundan gelerek Orta Anadolu’yu yurt tutmalarının[44] arkasında yatan etkenlere, Aksaray coğrafyasında; Aksaray-Nevşehir karayolu üzerinde bulunan ve 1530’larda Eyyubili Nahiyesi’ne bağlı olan Alayî veya bilinen adıyla Alayhanı Köyü örneğinde cevap bulmak mümkündür. Merhum Konyalı’nın, 1970’lerde Alayhan Köyü ahalileri ile gerçekleştirdiği sözlü mülakatlara kaynaklık teşkil eden rivayetler arşiv vesikası hükmünde olup, belirtilmeye değerdir:
“Dedelerimiz vaktiyle Van’ın Tatvan İlçesi’nden Diyarbekir’e gelmişler. Diyarbekir Kalesi tamir ediliyormuş. Dedelerimizden kıl ve süt vergisi istemişler. Bu pek ağır bir vergi imiş. Dayanamamışlar. Hayvanlarına, davarlarına Rum’da (Orta Anadolu’da) daha iyi ve rahat otlaklar bulacakları ümidiyle Anadolu’ya gelmişler. Aksaray çok ıssız ve harap bir halde imiş, burada bir sene kadar kalmışlar. Bataklıklarda üreyen sinekler onları rahatsız etmiş. Kendilerine yaylak ve yurt aramışlar. Büyükekecikdağı’ndaki Çavdarlılar, Sınandı Gökkaya köyleri çevrelerine yerleşmişler (…) Doğu’dan gelenlerin bir kısmı Alayhanı Köyü’ne yerleşmişler. Beyler bilhassa Alayhan Köyü’nü tercih etmişler. Aşiretlerin beyleri Alayhanı’nı uzun yıllar yönetmişler. Hana inenlerden para alırlarmış”[45].
Alayhanı ahalisi örneği, doğudan gelip Orta Anadolu’yu yurt tutan bütün konar-göçerlerin göç hikâyelerinin esaslı bir örneğidir. Anadolu’nun doğu kısmında ki konar-göçer aşiretlerin Orta Anadolu’ya gelip yerleşmelerinin arkasında yatan sebepler için yukarıda belirtilen etkenler dışında[46] Çaldıran, Mercidabık ve Ridaniye zaferleri ile başlayan ve Irakeyn Seferi (1533-1536) başarısı ile devam eden siyasal ortamın etkisi de kanaatimizce önemli olmalıdır. Bu zaferler ile Osmanlı sınırlarının Bağdat ve Basra’dan Adalar Denizi’ne kadar uzanır hale gelmesi, doğal olarak geçim kaynakları hayvan beslemek olan konar-göçer aşiretlerin daha iyi şartlara sahip ve daha güvenli alanlara doğru yaylak arama merkezli göçlerinin önünü açmış, onlara daha geniş sahalara doğru yelken açma fırsatı vermişti. 1530’larda başlayan bu yer değiştirme hareketlerinin 200-250 yılı aşkın bir süreçte tamamlanmış olduğu dikkate alındığında, konar-göçerlerin doğudan batıya doğru yer değiştirmelerinde daha farklı etkenler aramanın gereği yoktur. Tüm bu gelişmeler neticesinde, bir zamanlar Anadolu’nun doğu ve güneydoğu kısımlarında yaşamakta olan aşiretler ve bu aşiretlere mensup cemaatlerin her biri, 1700’lerin ortalarına gelindiğinde Orta Anadolu’yu vatan edinmiş durumda idi.
3. Boynuinceli Aşireti: Teşekkülü, Sosyal ve İdarî Yapısı
Aksaray ve Kırşehir sahasında birçok konar-göçer menşeli aşiret/cemaat mevcuttu. Bunlardan Aksaray ve onunla komşu sahalarda yaşamakta olup, varlıkları 1830’lara kadar süregelenleri şu şekilde sıralamak mümkündür: Boynuinceli Aşireti (ve ona mensup 18 cemaat), Şerefli Aşireti, Çemeli Aşireti, Harbendeli Cemaati, Ekecik Kürtleri, Karkın Aşireti, Muhacirin (Acem) Cemaati, Kırkıl Cemaati, Esbkeşan Tayfası, Cihanşahlı Aşireti ve Bozulus Türkmeni[47]. Bu aşiretlerden/ cemaatlerden pek çoğu[48], sâkin oldukları kaza veya sancaklardan devlet tarafından alınarak/ayrılarak, 1700’lerden beri mukataaya verilmekte, iltizam veya malikâne sistemi dâhilinde işletilmekteydi.
Aksaray ve Kırşehir sahasında meskûn nüfusça en büyük aşiret, konumuz olan Boynuinceli Aşireti’dir. Boynuinceli Aşireti, irili ufaklı on sekiz cemaatten oluşmaktaydı. Bu 18 cemaat 1830’larda Küçükdanişmendli Kazası adı verilen bir idarî yapıda temsil edilmekteydi. Küçükdanişmendli Kazası Orta Anadolu’da, günümüzdeki Seyfe Gölü’nden Tuz Gölü’ne kadar olan genişçe bir alanda; Kızılırmak’ın her iki tarafında konumlu idi. Büyük konar-göçer teşekküllerden (Bozulus, Dulkadirli vb.) bir şekilde kopan aşiretlerin 1580’lerde Danişmendli adı altında birleştirilmesiyle Danişmendli Kazası’nın ortaya çıktığı ifade edilmektedir[49].
Aşirete adını verdiği düşünülen Danişmendli Beyliği, 1071-1178 yılları arasında Sivas-Tokat-Kayseri-Malatya sahasında hüküm sürmüş bir Türkmen hânedanıdır.[50] Beyliğin çökmesi neticesinde, beylikten arda kalan bazı komutanlar ile önemli bir nüfus kitlesi Selçuklu hizmetine girmişti. Hatta Miryokefalon Savaşı’nın kazanılmasında bu Danişmendli kuvvetlerinin büyük etkisi olduğu kabul edilmektedir[51]. Siyasî varlığı sona eren Danişmendli Beyliği’nin bakiyeleri olan Danişmendli Aşireti mensupları, Anadolu’da birçok bölgeye dağılmışlardı. Anadolu’nun dört bir tarafında Danışmendli adındaki yerleşim ve mevki adlarına sıklıkla rast gelmek mümkündür. Nitekim Danışmendli konar-göçerlerinden bir kol 1548’de Yeniil Türkmenleri içinde, Sivas’ın güney kısmında, başka bir kol ise 1540’da yapılan Diyarbekir tahririnde Bozulus Türkmenleri içinde görülmektedir. Erken sayılabilecek bir zamanda, XVI. yüzyılın sonlarına doğru, Orta Anadolu’ya kaydıkları arşiv kayıtlarıyla sabittir. Onlar 1500’lerin sonlarında artık Bozok Sancağı’ndadırlar. Danişmendli Türkmenleri, 1582 tahririnde Kayseri’de görülmektedirler. Kayseri’de görülen bu tayfa, buraya şark tarafından gelmiş olup, Suriye’de kışlamakta, Kayseri dolaylarında da yaylamaktaydı. Vergi veren 2673 kişi ile Danişmendli Cemaati önemli bir nüfus büyüklüğüne sahipti[52]. 1582 tahririnde Bozulus, Dulkadirli, Yeniil ve Bozok Türkmenlerinden pek çok aşiretin kolları (üyeleri) Danişmendli Türkmenleri çatısı altına girmiş ve bu çatı örgütlenme Danişmendli Kazası olarak anılmaya başlanmış durumdaydı. Danışmendli teşekkülleri, 1600’lerin başlarında ise Suriye’de kışlamayı bırakarak Anadolu’da kışlamaya başlamışlardı: “Danişmendli ve Boynuinceli ve Kürd Mihmadlı ve Kulak nam cemaat ve sairleri kadimü’l-eyyamdan yazın Rum’da yaylayıp ve eyyam-ı şita irişdikde Şam Eyaletlerinde vâki olan mahallerde kışlayub reaya ve berayaya ta’addi itmezler iken birkaç seneden berü olıgelene muhalif ve eyalet-i Rum’da kışlayıp…”[53].Bu durum, onların 1600’ler ile birlikte Kayseri’den batıya; Orta Anadolu’ya doğru yayılmaya başladıklarının başka bir işaretidir. Danışmendlilere tam olarak hangi tarihte kaza statüsü verildiği belli değilse de, Kayseri merkezli olmak üzere Kayseri ile Suriye arasında yaylak kışlak hayatı yaşadıkları bir zamanda, 1582 tahririnden/sayımından az bir zaman önce, kaza haline getirildiklerine dair işaretler mevcuttur[54]. Bu tarihten sonra birçok cemaatin Danışmendli Kazası’na dâhil olması veya kaza idaresinden ayrılması söz konusudur. Halep, Dulkadirli ve Bozulus Türkmenlerinin yaylak bahanesi ve sair sebepler ile Anadolu’nun doğu ve güneydoğusundan Orta Anadolu’ya (Yozgat-Kırşehir-Ankara) gelerek yerleşmeye başladıkları 1500’lerin sonlarında veya 1600’lerin başlarında, onların yine çeşitli sebepler etkisinde bazı gayr-ı kanunî işlere bulaştıkları görülmektedir. Nitekim 1600’lerin ilk çeyreğinde Mihmadlı, Küçüklü, Boynuinceli, Tece(i)rli, Avşar, Şeyhli, Tabanlı ve Harbendeli gibi aşiret veya cemaatlerden bazıları yanlarına eşkıya toplayarak köyler basmaya, yol kesmeye, ahalinin mal ve erzakını zorla ellerinden almaya başlamışlardı[55]. Bu örnek, Boynuinceli Aşireti’nin ve 1830’larda Boynuinceli Aşireti’ne bağlı cemaatlerden biri olarak kayda giren Kürdmihmadlı Cemaati’nin-Aksaray olmasa da-Yozgat-Kırşehir-Ankara sahasında 1600’lerin ilk çeyreğinde var olduklarını göstermektedir. Yine, bu olayda yerleşik ahaliye verdikleri zararlar neticesinde eski yaylaklarına döndürülmelerine gayret edilmiş olmaları[56], onların Orta Anadolu’ya bu olaylardan ancak kısa bir süre önce (tahminen 1590’larda) gelmiş olabileceklerini düşündürmektedir.
1656 tahririne göre, Danışmendli Kazası teşekkülleri iki ana kola ayrılmış durumdaydı. Boynuinceli, Herikli, Salarlı, Danişmendli, Dumanlı, Deliler, Sıddıklı, Şerefli, Savcılı, Bekdikli, Karacakürd, Kurudlu, Turhasanlı, Küşne, Kütüklü, Kabaklı Ceridi ve muhtelif Avşar cemaatleri gibi pek çok aşiret veya cemaat Rum Evi; Cihanşahlı, Kürdmihmadlı ve Karamanlı gibi birçok aşiret veya cemaat ise Aydın Evi kolunu teşkil etmişti. Aydın Evi, Orta Anadolu’nun batısına, Konya ve Afyon’dan Aydın’a kadar olan sahaya göç etmişti[57]. Bu ayrışma, muhtemel konar-göçer teşekküllerin Kayseri’de yaşamaya devam etmekle birlikte, Orta Anadolu’ya yayılmaya başladıkları bir zamanda gerçekleşmişti. Nüfus artışı ve yaylak-kışlak yetersizliği sebebiyle bir kolun, Orta Anadolu’dan Konya ve ötesine geçerek yerleşmiş olması mümkündür. Nihayetinde Danişmendli Kazası, aslında idarî anlamdaki bir yapılanma ihtiyacından dolayı ortaya çıkmış olan ve muhtelif aşiretlerin birleşmesinden doğan; homojen bir yapı özelliği göstermeyen bir aşiretler birliği idi.
Arşiv belgelerine dayalı yukarıdaki bilgilere göre, Danışmendli Kazası idarî sahasında bulunan aşiret veya cemaatler, 1650’lerde henüz Boynuinceli Aşireti çatısı altına girmiş ve Boynuinceli adıyla anılmaya başlamış değillerdi. Onlar bu yıllarda Danişmendli Kazası idarî sahasında Kayseri merkez olmak üzere genelde Kayseri ile Kırşehir arasındaki sahada yaşam sürmekteydi[58]. Ancak Kürdmahmadlı[59] ve Salarlı[60] cemaatleri örneğinde olduğu gibi, içlerinden bazılarının 1600’lerin ortalarına doğru Kızılırmak’ın beri tarafına; yani Aksaray Sancağı sınırlarına girerek yurt tutmaları söz konusudur. 1830’larda Aksaray-Koçhisar sahasında 30 kadar köy ile en büyük aşiretlerden birini oluşturan Şerefli Aşireti mensuplarına, 1711’de hâlen Kayseri’de rast gelinmesi[61], Danişmendli teşekküllerinin Aksaray sahasına doğru gerçekleştirdikleri yayılma ve yerleşme sürecini henüz tamamlamamış olmalarına, yaylak-kışlak ekseninde Kayseri’ye gidip geldiklerine yorumlanabilir[62]. En nihayetinde 1580’lerde Kayseri ve Bozok’ta, 1600’lerin ilk çeyreğinde Ankara sahasında görülen Danışmendli Kazası teşekküllerinin devam eden süreçte, bilhassa 1600’lerin ortalarından 1700’lerin ilk çeyreğine kadar, Kırşehir sahası üzerinden Aksaray’a kadar yayılma faaliyetini tamamlamış oldukları söylenebilir.
Danişmendli adının zamanla unutulmaya yüz tutması ve yerine Boynuinceli adının öne çıkması hususunu, Gündüz şu şekilde izah etmektedir: “Rum Evi Danişmendlilerinin (bu çalışmada Boynuinceli Aşireti Cemaatler Birliği adı ile sıkça anılan teşekkülün) boybeyi Boynuinceli Aşiretinden çıktığı için tahrirlerde veya resmi yazışmalarda bölgedeki aşiretler, Boynuinceli’ye tâbi olarak kaydettirilmiştir. Bundan dolayı her ne kadar Danişmendli Türkmeni oldukları ve Boynuincelilerin de Danişmendlilere tâbiliği vurgulanmaya devam etse de, gerek mukata’a olarak ayrılmaları gerekse bölgede istikrarlı bir hayat sürmeleri sayesinde Danişmendli adı giderek yerini Boynuinceli adına bırakmıştır. Nitekim 1718 yılında yapılan tahrirde aşiretler Boynuinceli Mukata’ası adı altında kaydedilmiştir”[63]. Bu bilgi, Danışmendli Kazası’na mensup Danişmendli konar-göçer teşekküllerinin 1700’lerin ilk çeyreğinde Boynuinceli Aşireti adı ile anılmaya başladıklarını açığa kavuşturmaktadır. Yine bu bilgi, nüfus çokluğundan ziyade devlet veya diğer aşiretler ile olan ilişkilerde yetenek ve dirayet sahibi, sözü dinlenir kimselerin cemaatler birliğine boy beyi olduğu ve zamanla ilgili cemaatler/aşiretler birliğinin bu boy beyinin mensubu olduğu cemaatin/aşiretin adıyla anıldığına işaret olabilir. Bu minvalde, Boynuinceli Cemaatler Birliği’nden olan Kürdmahmadlı[64] ve Karacakürd[65] cemaatleri çatısı altında kayda giren köylerde meskûn ahalinin günümüzde Kürtçe konuşmamaları ve Türkmen olduklarını ifade etmeleri, benzer bir sürecin sonucu gibidir. Bununla birlikte, 1700’lerde Boynuinceli Aşireti’nin yukarıda bahsi geçen diğer cemaatler üzerinde çok da baskın olmadığı söylenebilir. Nitekim 1746 tarihli bir belgede yer alan ifadeler bu açıdan önemlidir. Nevşehir kadısının ifadelerine göre, “Türkman taifesinden Danişmendlü ve Hacıahmedlü maa Şeyhlü ve Şereflü ve Boynuincelü cemaatleri reâyâsı öteden berü kışlaklarından yaylaklarına ve yaylaklarından kışlaklarına mürûr u ubûr andan Kesikköprü ve Acıöz ve Divleöyüğü ve Malyanlı mahallerinden mürûr u ubûr idegelmişler iken birkaç seneden berü Kesikköbrü harab bahanesiyle…”[66] Nevşehir sahasından gidip-gelerek ahalinin ekinlerine, bağ ve bahçelerine zarar vermişlerdi. İlgili ifadelerden anlaşıldığı kadarıyla Kırşehir-Aksaray-Nevşehir sahasında hüküm süren Danişmendli, Hacıahmedli, Şerefli ve Boynuinceli cemaatleri birbirlerine sayıca müsavî nüfusa sahip büyük cemaatlerdi ve Şeyhli hariç, Boynuinceli Cemaati’nin diğerleri üzerinde bir üstünlüğü yoktu. Yine yukarıdaki belgede Hazine-i Âmire’de saklanan defterlere göre, “Şeyhlü ve Hacıahmedlü ve Şereflü ve Boynuincelü mukataaları reâyâsı dahi Nevşehir ve Develü ve Kırşehri sancaklarında sâkinler olub…”, ifadeleri geçmektedir. Anlaşılan Boynuinceli’ye tâbi cemaatlerin esas veya eski yaşam alanları Nevşehir, Kırşehir ve Develi sancaklarından müteşekkil sahaydı[67].
kara ve Ürgüp’te çeşme, cami, medrese, mektep, imaret, kitaplık, han, hamam, dükkân gibi pek çok dinî ve sosyal tesis bina edilmişti[68]. Genellikle kesme taştan inşa edilen bu binalar için İbrahim Paşa, devrin ünlü şairlerinden Nedim, Dürri, Vehbi ve Asım’a kitabeler yazdırtmıştı. Binalar için gerekli olan kesme taşın taşınması işine de Boynuinceli, Mamalı, Pehlivanlı ve Kocabeyoğlu Türkmenleri gibi konar-göçer gruplar memur edilmişti[69]. Böylelikle İbrahim Paşa Muşkara’yı bir kasaba olarak yeniden inşâ ettirmiş ve kasabanın adını da 1726’da Nevşehir olarak değiştirtmişti. Paşa, Ürgüp’te oturan ve haftada iki gün Muşkara’ya gelen Ürgüp kadısının sürekli olarak Nevşehir’de oturması, Pazartesi ve Perşembe günleri kasabada pazar kurulması kararlarını aldırtmıştı[70]. Böylece İbrahim Paşa’nın adını taşıyan bir vakıf toprağı olan Nevşehir, Ürgüp’ten daha önemli bir yerleşim olmaya başlamıştı.
Kasabada imar faaliyetlerinin devam etmekte ve nüfusun da artmakta olması nedeniyle günden güne mâmur ve âbadan olan ahalinin odun ve kereste ihtiyacı için yakınlardaki Ertaşdağı, İstanbul’dan gönderilen bir emirle tahsis edilmişti[71]. Yine İbrahim Paşa’nın kararıyla vakfa tahvil olunan kasabanın şenlendirilmesi için bu sefer nüfus nakline başlanmıştı. Örfî vergilerden muaf tutma, vakıf toprağında ev yapma, bağ-bahçe olarak kullanma ve ekin ekme imkânı verme gibi kolaylaştırıcı etkenler neticesinde bir kısım halk kendi istekleriyle Nevşehir’e gelip yerleşmeye başlamıştı. Vakfa dönüştürülen Nevşehir, doğal olarak vakıf imkânlarından yararlanmak isteyen ahalinin teveccühüne mazhar olmaktaydı. 1727’de Avanos ve Meliköy gibi birkaç yerleşim de Nevşehir’e bağlanmıştı[72]. Öte yandan bölgedeki konar-göçer menşeli cemaatlerden bazıları da zorunlu iskâna tâbi tutulmuşlardı. 1727 yılıyla birlikte Nevşehir ve köylerine yerleştirilen cemaatler şunlardı: Çayan/Çapan (120 hâne), Karahacılı (18 hâne), İnallı (43 hâne), Eskil Türkmenleri (65 hâne), Karacaaraplı (6 hâne), Dumanlı (138 hâne), Kızılkoyunlu (65 hâne), Danişmendli (25 hâne), Musahacılı (35 hâne), Şerefli (85 hâne), Boynuinceli (800 hâne; bunların 79 hânesi Bekdik, 59 hânesi Karacakürt ve 107 hânesi ise Herikli cemaatindendi), Tohtimürlü (6 hâne), Saman, Eymür, Abdallar, Yabanlı ve Mamalı[73].
İbrahim Paşa’nın İstanbul’dan çıkarttığı/yayımlattığı fermanlar ile 1727 ve sonrasında Nevşehir’e yerleştirilmeleri emredilen konar-göçer teşekküllerden biri de Boynuinceli Aşireti’ne bağlı muhtelif cemaatlerdi. Boynuinceli mensupları genelde Aksaray’a bağlı Eyyubili Kazası’nda oturmakta olup, resmî muamelât bakımından Danişmendli kadılığına bağlı idiler[74]. Nevşehir’in nüfusça desteklenmesi maksadıyla, Boynuinceli Türkmenlerine bağlı konar-göçer teşekküllerden 800 hânenin veya 1486 kişinin yazılarak/seçilerek kasabaya iskânına karar verilmiş, konu ile ilgili 17 Ağustos 1729 tarihli emir İstanbul’dan Kayseri mollasına ve mahallin sair idarecilerine gönderilmişti. Uzun bir süreden beri Nevşehir’e çok yakın bir yer olan Eyyubili Kazası’nda yaşıyor olmalarının yanı sıra, bunlar arasında okur-yazar, hac görevini yapmış, kudretli (servet sahibi) kimselerin bulunması Boynuinceli Türkmenlerinin tercih edilmesinde etkili olmuştur[75]. Nitekim yukarıda belirtildiği üzere, Nevşehir’e zorunlu iskâna tâbi tutulan konar-göçer tayfalar içerisinde en kalabalık kısmı Boynuinceli’ye bağlı muhtelif cemaatlere mensup olanlar oluşturmaktaydı. Nevşehir’e yerleştirilen Boynuinceli Aşireti Birliği’ne bağlı cemaatlerin adları ve hâne sayıları şu şekildeydi: (birliğe adını veren) Boynuinceli 98 hâne (ev), Büyüksalarlı 102 hâne, Hacıahmedli 60 hâne, Küçüksalarlı 106[76] hâne, Karacakürdlü 59 hâne, Danışmendli, Dumanlı 127 hâne, Sıdıklı[77], Herikli 107 hâne, Bekdik 79 hâne, Çeçeli, Turasanlı, Kütüklü 35 hâne, Deliler 29 hâne, Savcılı 174 hâne, Kurtulu 43 hâne, Kürdmihmadlı 72 hâne, Horasanlı (Turasanlı) 22 hâne, Kursulu 40 hâne, Kurutlu 40 hâne ve Adakurutlusu 65 hâne[78].
Bunlardan hâli-vakti yerinde olanlar, taştan evler yapmak şartıyla kasaba merkezinde iskân edilmişlerdi[79]. Bu iskân esnasında Boynuinceli cemaatlerinden olup kasabada taş evler yapıp oturmaya kudreti yetmeyenler ise, kasaba dışında kalan otlu ve sulu olan harap köylere yerleştirilmişlerdi. Gerek kasaba içerisine ve gerekse köylere yerleştirilenlere, Nevşehir’in ekime müsait arazisi sınırlı olduğundan, Eyyubili Kazası’nda bulunan mümbit ve sulak, fakat harap durumda bulunan köyler ile Kırşehir Sancağı’na bağlı İbrahim Paşa Vakfı’ndan olan Süleymanlu’daki boş ve harap köyler ekinlik veya otlak sahası olarak tayin edilmişti. Eyyubili’nden gelenlere, geldikleri yerdeki toprakları yeniden tahsis edilmişti[80]. Kasabada yerleştirilmek amacıyla 800 kişinin iskânı emredilmiş ve bu doğrultuda 1729’da kasabada 400 ev inşa edilmişti[81]. Arşiv belgelerine dayalı olarak izah edilen bu iskân olayı, 1830’larda genelde Aksaray Sancağı’na bağlı Eyyubili Kazası’nı yurt tutan Boynuinceli Aşireti cemaatlerinin bu sahayı 1700’lerin başlarından beri yurt tutmuş olduğuna, 1830’lardaki Boynuinceli cemaatlerinin yapısal olarak, 1730’larda Boynuinceli adı altında çoktandır bir teşekkül oluşturduklarına delil teşkil etmesiyle önem taşımaktadır.
a. Nüfus Defterleri’nde Boynuinceli Aşireti
1830’larda Aksaray, Konya merkezli Karaman Eyaleti’ne bağlı bir liva (sancak) idi. Aksaray, Koçhisar ve Eyyubili ise sancağa bağlı kazalardı[82]. Bu tarihlerde Kırşehir, Aksaray gibi Karaman Eyaleti’ne bağlı bir sancaktı[83]. XIX. yüzyılda hemen her alanda başlayan yeniden yapılanma, idarî/mülkî taksimat alanında da gerçekleşmiş ve yeni bir merkezî yönetim ağı oluşturmak amacıyla mülkî taksimat yeni baştan örgütlenmişti. Osmanlı Devleti’nde klasik eyalet sisteminin yapısı değişmeye, idarî yapı yeni baştan örgütlenmeye başlamıştı[84]. Bu süreçte sancaklar yeni baştan bölünmüş; bazı sancaklar kazaya, bazı kazalar nahiyeye, bazı nahiyeler de kazaya dönüştürülmüştü. 1840’larda Aksaray’ın sancak statüsü lağvedilmiş, Aksaray kazaya dönüştürülerek Niğde Sancağı’na bağlanmıştı. Niğde ise sancak statüsüyle Konya merkezli Karaman Eyaleti’ne bağlı kalmaya devam etmiştir. Aksaray’ın tam olarak hangi tarihte kaza statüsüne indirildiği bilinmiyorsa da, 1844’deki nüfus sayımında sancak statüsü ile kayıtlı olduğu açıktır[85]. Bununla beraber 1845 tarihli bir nüfus icmali defterinde Aksaray’ın kaza olarak Niğde Sancağı’na bağlı olduğu kayıtlıdır[86]. Dolayısıyla Aksaray ve aynı şekilde Kırşehir’in, Niğde’ye bağlanma işleminin 1845’te gerçekleştiği muhtemeldir. Bu münasebet neticesinde Aksaray ve Kırşehir, mesela 1854’te Niğde Sancağı’na bağlı kazalar olup[87], bu idarî yapı uzun süre değişmeden kalmıştır.
Nüfus defterlerine göre, 1830’larda Boynuinceli Aşireti bir cemaatler birliği özelliği göstermektedir. Birliğin 1830’larda sâkinleri büyük oranda Aksaray ve Kırşehir sahasında ikamet etmekte olmasına rağmen, onlar idarî anlamda Aksaray ve Kırşehir sancaklarına bağlı değillerdi. Boynuinceli Türkmenleri Kızılırmak’ın yakın ve uzak çevresinde; çoğunlukla Aksaray-Kırşehir-Koçhisar üçgeninde meskûn olan bir konar-göçer teşekküldü. 1830’lara tarihli nüfus defterlerine göre, Aksaray-Kırşehir-Koçhisar sahasında meskûn olan konar-göçer menşeli teşekküllerin en fazla köye ve dolayısıyla en fazla nüfusa sahip olan kısmını Boynuinceli Aşireti’ne bağlı cemaatler oluşturmaktaydı. Boynuinceli Aşireti cemaatleri, 1831 yılına ait olan ve Aksaray sahasındaki aşiretleri gösteren ilk nüfus sayım defterinde, Pirzâde Aşireti imlâsı ile kayda alınmıştır: “Darbhâne-i Âmire merbûtâtından Aksaray Sancağında kâin Karye-i Sarıkaraman ve mülhakatına merbut on sekiz cemâ’at itibariyle mutavattın Pirzâde Aşiretinin sinn ve eşkâl ve esâmilerini mübeyyin tertib olunan defterdir”[96]. Kayıt, Sarıkaraman Köyü[97] merkezli olarak Aksaray Sancağı’nda yaşamakta olan Pirzâde Aşireti’ni gösterirken, aşiret ahalisinden tahsil edilen yıllık vergilerin Darphâne tarafından vergilendirilmekte olduğunu da ortaya koymaktadır. 1831 yılına ait aynı nüfus defterinin başka bir kısmında ise, Pirzâde Aşireti kaydı ile gerçekte Boynuinceli Aşireti’nin ifade edildiği görülmektedir: “Boynuincelü Mukata’ası on sekiz cemâ’at olmak üzere mukatâ’a-i mezbûr cemâ’atlerinden Kırşehri Sancağında mutavattın ve zirâ’at ile me’luf olmakda olan Pirzâde Aşiretinden Savcılı Karyesinde mutavattın Savcılı Cemâ’aitinin…”[98]. 1834 yılına ait Boynuinceli Aşireti nüfus sayım defterinde ise Pirzâde Aşireti’nden bahis yoktur. Defterin ana başlığında, Boynuinceli Mukataasına[99] bağlı olan Boynuinceli Aşireti ahalileri mealinde bir kayıt mevcut olup[100], bu ana başlığın devamında ise 1834’te Boynuinceli Aşireti’nin Küçükdanişmendli (Danişmendli-yi Sağîr) Kazası’na bağlı olduğu kayıtlıdır. “Pehlivanlı Aşireti” örneğinde olduğu gibi, konar-göçer teşekkülleri devlet adına vergilendiren[101] ve gerçekte aynı aşiretten veya cemaatten olan bu kimselerin kendi adları veya tâbi oldukları sülale adları sıklıkla konar-göçer aşiretlerin adı olarak da kayıtlarda yerini alabiliyordu. Ayrıca, Danişmendli Kazası’nın bölünerek Küçükdanişmendli adının ne zaman ortaya çıktığı şimdilik bilinmiyor ise de, bu gelişmenin 1700’lerin ortalarında gerçekleşmiş olduğu söylenebilir.
Kısmen tarihî geçmiş birlikteliğine ve kısmen de kullanılan ortak yaylak-kışlak alanları merkezindeki coğrafî birlikteliğe göre vücut bulmuş olduğu açık olan Küçükdanişmendli Kazası’nda yurt tutan Boynuinceli Aşireti, ifade edildiği üzere irili ufaklı on sekiz cemaatin birleşmesinden meydana geliyordu. 1834 yılına ait olan 3520 numaralı nüfus defterindeki sıralamaya göre bunlar şunlardı: Büyüksaları, Hacıahmedli, Karacakürd, Kurutlu, Herikli, Boynuinceli, Savcılu, Sıdıklı, Kürdmahmadlı, Küçüksaları, Harbendeli, Kütüklü, Danişmendli, Camili, Bekdik, Dumanlı, Durmuşlu ve Delüler. Görüldüğü üzere Boynuinceli Aşireti teşekkülleri, 1729’da Muşkara’ya yerleştirilen Boynuinceli cemaatleri esas alındığında, aradan bir yüzyıl geçmesine rağmen çok büyük oranda yapısını korumuş bir teşekküldür. Boynuinceli Aşireti’ni oluşturan cemaatlerin 1834 yılına ait nüfus defterine yansıyan insan-mekân merkezli hususiyetlerini şu şekilde özetlemek mümkündür:
Büyüksaları Cemaati:1656’da Aksaray sahasını yurt tutmuş olan konar-göçer teşekküllerden biridir. Büyüksaları Cemaati, Boynuinceli Aşireti Cemaatler Birliği’nin idare merkezi olan Sarıkaraman Köyü başta olmak üzere toplam 12 köy ve bu köylerde meskûn olan 623 erkek (toplam 1246 kişilik[102]) nüfusa sahipti[103]. Cemaatin sahip olduğu köyler Aksaray Sancağı’na bağlı olan Eyyubili Kazası sahasındaydı. Bu köyler günümüzdeki idarî ayrıma göre Aksaray İliOrtaköy İlçesi’nin kuzeydoğusunda kalan Saları Alaca’yı, ilçenin kuzeydoğusundaki Sarıkaraman ile doğusunda kalan Bozkır Kasabası’nı ve Nevşehir il sınırında konumlanmış olan Satansarı Köyü’nü içine alan sahayı kapsamaktaydı. Cemaatin köylerinden biri olan Abuuşağı Köyü ise daha uzak ve kuzeyde kalan bir sahada, Kızılırmak’ın Aksaray yakasında, günümüzde Gülşehir İlçesi’ne bağlı bir köy olarak Nevşehir, Kırşehir ve Aksaray il sınırlarının kesiştiği bir noktadaydı.
Hacıahmedli Cemaati:Cemaat 46 köy ve 2226 erkek (toplam 4452 kişilik) nüfus ile Boynuinceli Aşireti’nin nüfusça en büyük ikinci kısmını oluşturmaktaydı[104]. Cemaate bağlı köyler, Aksaray-Ankara karayolu üzerinde yer alan Ulukışla ve Çardak’ı (Altınkaya) içine alarak kuzeye doğru devam etmekteydi. Koçhisar Kazası sınırlarına yakın olan Avşar, Demircili ve Abalı köyleri Hacıahmedli Cemaati’nin en batıdaki köylerini; Panlı Köyü (Ağaçören İlçe merkezi) ise en kuzeydeki köyü; Hacıahmedlitepeköy, Hocabeyli, Hacıibrahimuşağı, Boyalı ve Nurgöz köyleri de en doğudaki köylerini oluşturmaktaydı.
Karacakürd Cemaati:Cemaat 44 köy ve 2878 erkek (toplam 5756 kişilik) nüfus ile Boynuinceli Mukataası’nın en büyük nüfusa sahip kısmını oluşturmaktaydı[105]. Cemaate bağlı köyler Kızılırmak’ın kuzeydoğusunda, Kırşehir tarafında kalmaktadır. Günümüzdeki idarî ayrıma göre, Kırşehir şehir merkezinden başlayarak Seyfe Gölü nihayetine kadar olan yerleşimler ile buradan güneye, Hacıbektaş ilçe merkezine gelene kadar mevcut olan köyler (Başköy, Küçükburunağıl, Çiğdem ve Mikâil’i kapsayan hat) Karacakürd Cemaati’ne mensuptu. Karacakürd Cemaati’ne bağlı olan bu 44 köy, günümüzde çoğunlukla Kırşehir İli Mucur İlçesi’ne; daha az sayıda olmak üzere Kırşehir merkez ile Kaman ve Hacıbektaş ilçelerine bağlıdır. Karacakürd Cemaati kendi içinde Hacıvelli, Maksudlu, Harablı, Kürdaliuşağı, Nefesli, Hayvan (veya Hivan) Yağmurlu ve Çadırlı adlarındaki mahallelere (obalara) ayrılmıştı. Bu bağlılıktan dolayı, mesela Çadırlıobası “Çadırlıkürd” imlasıyla da kayıtlarda yerini almaktaydı.
Kurutlu Cemaati:Koçhisar Kazası havzasında meskûn olan bu cemaat, 17 köy ve 993 erkek (toplam 1986 kişilik) nüfusa sahipti[106]. Cemaate ait köyler, günümüzde Koçhisar ilçe merkezinde, Ankara yolunun solunda; Tuz Gölü kenarında kalan Karamollauşağı ve Hamzalı’yı, kuzeyde ise Acıkuyu Köyü’nü içine alacak şekilde Hirfanlı baraj gölüne kadar uzanmaktaydı. Cemaatin meskûn olduğu saha kuzeydoğudaki Gülhüyük, Parlasan, Musular ve Seymenli köylerini de kapsamaktaydı. Kurutlu Cemaati’ne bağlı olan Poyrazlı Köyü ise, diğerlerinin aksine Kızılırmak’ın karşı yakasında; Kırşehir’de kalan bir yerleşimdi[107]. Cemaatin doğudaki sınırlarını Hacıahmedli Cemaati köyleri, kuzeydeki sınırlarını Şerefli Aşireti köyleri ile Kızılırmak, batıdaki sınırlarını da Tuz Gölü oluşturmaktaydı. Kurutlu Cemaati kendi içinde Ada, Süleymankethüda ve Kırıkali adlarında üç mahalleye (obaya) ayrılmıştı. Bu ayrım kayıtlara, “Adakurutlusu” imlasıyla da yansımıştır. Mesela Hamzalı Köyü, 1831’deki nüfus sayımına Adakurutlusu Mahallesi başlığı adı altında girmişti. 1830’lara tarihli Aksaray nüfus defterlerindeki kayıtlara göre, bu yıllarda Koçhisar Kazası’na sadece dört yerleşim (Koçhisar’ın kaza merkezi olan Koçhisar Köyü, Boğazköy, Sarıyahşi ve Çakınağıl) bağlıydı[108]. Görüldüğü üzere, 1830’larda Koçhisar sahası neredeyse bütünüyle menşei konar-göçer olan teşekküllerin yaşam alanıdır.
Herekli Cemaati:Herikli adıyla da meşhur bu cemaat 16 köy ve bu köylerde sâkin 731 erkek (toplam 1462 kişilik) nüfusa sahipti[109]. Cemaate ait köyler günümüzdeki idarî ayrıma göre Nevşehir İli’ne bağlı Kozaklı, Hacıbektaş ve Gülşehir ilçeleri sahasında meskûndu. Cemaatin yaşam sahası şu şekildeydi: Seyfe Gölü’nün doğusundaki Kozaklı İlçesi’ne bağlı Kalacık Kasabası ile Gerce ve Abdi köyleri, Hacıbektaş İlçesi’ne bağlı Kayaaltı, Kızılağıl ve Köşektaş köyleri; Hacıbektaş İlçesi merkezi hariç, Hacıbektaş’a bağlı Karaburna Köyü ve Kızılırmak kenarında konumlanmış olan (Gülşehir İlçesi’ne bağlı) Şahinler, Yeşilli ve Hacılar köyleridir.
Boynuinceli Cemaati: Altı köy ve bu köylerde sâkin 434 erkek (868 kişilik) nüfusa sahipti[110]. Cemaate ait köyler Kızılırmak’ın Kırşehir tarafındadır. Bunlar, kuzeyden güneye olacak şekilde Kırşehir İli’ne bağlı Kaman İlçesi idarî sahasında bulunan Karahabalı ve Meşeköy’ü, Kırşehir İli merkeze bağlı olan Kızılırmak kenarındaki Karaduraklı Köyü olarak sıralanmaktaydı.
Savcılı Cemaati: Üç köy ve bu köylerde meskûn 512 erkek (1024 kişilik) nüfusa sahipti[111]. Cemaatin yerleşkesi Kızılırmak’ın Kırşehir tarafındadır. Bunlar, Keban baraj gölüne bakan Savcılıbüyükoba ve Savcılıebeyit köyleri sahasını içine alan dar bir sahada konumlanmışlardır.
Sıdıklı Cemaati: Üç köy ve bu köylerdeki 490 erkek (toplam 980 kişilik) nüfusa sahiptir[112]. Cemaatin yerleşkesi Kızılırmak’ın Kırşehir tarafındadır. Sıdıklı Cemaati’ne ait köyler, Boynuinceli Cemaati sahasının doğusunda, Keban baraj gölünün başlangıcında aynı addaki köylerin bulunduğu sahadadır.
Kürdmahmadlı Cemaati: Altı köy ve bu köylerde meskûn olan 495 erkek (toplam 990 kişilik) nüfusa sahiptir[113]. Cemaatin köyleri Kızılırmak’ın Aksaray tarafındadır. Bu köyler, Ortaköy İlçesi’nin doğusunda kalan Balcı Köyü merkez olmak üzere Nevşehir İli sınırındaki Ozancık Köyü’nü içine alacak şekilde uzanan sahada yer almaktadır. Cemaatin merkezi olması nedeniyle Balcı Köyü, halk arasında aynı zamanda Kürdmahmadlı Köyü olarak da anılmaktadır.
Küçüksaları Cemaati: Dört köy ve bu köylerde sâkin 146 erkek (toplam 292 kişilik) nüfusa sahiptir[114]. Cemaatin yerleşkesi Nevşehir İli Gülşehir İlçesi’ne bağlı olan Fakıuşağı-Emmiler-Kızılkaya köylerini ve bu köyler arasındaki sahayı kapsamaktadır.
Harbendeli Cemaati: Harbendeli adındaki bir köy ve bu köyde sâkin olan 92 erkek (toplam 184 kişilik) nüfusa sahiptir[115]. Günümüzde Harmandalı adıyla bilinen bu köy Kızılırmak’ın Aksaray tarafında yer almakta olup, Ortaköy İlçesi’ne bağlıdır.
Kütüklü Cemaati:116]. Ağaçören İlçesi’ne bağlı olup, Harmandalı Köyü’nün bir miktar güneyinde konumludur.
Danışmendli Cemaati: Toplam iki köy (Devedamı ile Çiftevi) ve bu köylerde meskûn olan 99 erkek (198 kişilik) nüfusa sahiptir[117]. Cemaate ait köyler günümüzde Ortaköy İlçesi’ne bağlı olup, Ortaköy İlçesi’nin kuzeyinden Kızılırmak’a doğru art arda sıralanmaktadır. Devedamı Köyü’nün doğu sınırlarını Kırşehir ili sınırı oluşturmaktadır.
Camili Cemaati: Bir köy (Camili Köyü) ve bu köyde meskûn olan 43 erkek (toplam 86 kişilik) nüfusa sahiptir[118]. Köy, günümüzde Ağaçören İlçesi’ne bağlı olup, ilçenin bir miktar doğusunda kalmaktadır.
Bekdik Cemaati: Bekdik adındaki köy ve bu köyde sâkin olan 56 erkek (112 kişilik) nüfustan ibarettir[119]. Köy, Sarıyahşi İlçesi’ne bağlı olup, ilçenin kuzeydoğusunda ve Harmandalı Köyü’nün ise kuzeyinde kalmaktadır. Köyün kuzeydeki sınırları Keban barajı gölü ile sınırlıdır.
Dumanlı Cemaati: İki köy ve bu köylerde ikamet eden 193 erkek (toplam 386 kişilik) nüfusa sahiptir[120]. Cemaate ait köylerin yerleşkesi Aksaray sahasında tespit edilememiştir. 1729’da Muşkara’ya iskân edilen Boynuinceli Aşireti teşekkülleri arasında Dumanlı Cemaati’ne mensup 127 hâne bulunmaktaydı[121]. Atçekenlere mensup olan başka bir Dumanlı tayfası da Ertaş Yaylası’nın kuzey tarafına yerleştirilmiş ve bugün Nevşehir İlinin Kozaklı İlçesi’ne bağlı bulunan Bağlıca Köyü’nü meydana getirmişlerdir[122]. Dolayısıyla, 1830’larda Dumanlı Cemaati’ne ait bu iki köyün (Alaca: Dumanlı ile Karataş: Taşdumanlı) Nevşehir ilinin sınırlarında kaldığı tahmin edilmektedir.
Durmuşlu Cemaati: Yaylalı adındaki bir köy ve bu köyde sâkin olan 51 erkek (102 kişilik) nüfusa sahiptir[123]. Cemaatin meskûn olduğu Yaylalı Köyü’nün, Nevşehir İli Gülşehir İlçesi sınırlarında kaldığı tahmin edilmektedir.
Delüler Cemaati: İki köy ve bu köylerde meskûn olan 34 erkek (68 kişilik) nüfusa sahiptir[124]. Cemaate ait köylerden Taşdeliler Köyü, günümüzde Yalıntaş Köyü adı ile bilinmekte olup, Gülşehir İlçesi’ne bağlıdır. Bu durumda diğer köyün de Gülşehir İlçesi idarî sahasında bulunması mümkündür.
Görüldüğü üzere, Boynuinceli cemaatlerinden 11’i Kızılırmak’ın beri tarafında, Aksaray coğrafyası dâhilinde kalmaktaydı. Diğerleri ise Kırşehir başta olmak üzere Nevşehir ile (1830’da Aksaray’a bağlı olan) Koçhisar Kazası taraflarında kalmaktaydı. Boynuinceli Aşireti adı altında kayda giren 18 cemaat, 1834’te toplam 10.131 erkek (toplam 20.262 kişilik) nüfusa sahipti. Bu nüfus, 1834’te Aksaray Sancağı’nı oluşturan Aksaray, Eyyubili ve Koçhisar kazalarının toplam nüfusuna hemen hemen denktir (Bkz. Tablo I). Boynuinceli Aşireti çatısı altında kayda giren 18 cemaatin, 1834’te sahip olduğu toplam 10.131 erkek (20.262 kişilik) nüfusun 4889’u Kızılırmak’ın karşı (Kırşehir ve Nevşehir) tarafında, geri kalan 5242 erkek (10.484 kişi) ise Kızılırmak’ın beri (Aksaray) tarafında meskûndu.
Boynuinceli Aşireti çatısı altında kayda giren 18 cemaatin idarî merkezi Eyyubili sahasında bulunan Sarıkaraman Köyü idi. Bu mekânsal bağlılıktan dolayı “Boynuincelü nam-ı diğer Sarıkaraman Aşireti” adlandırması ortaya çıkmıştır[125]. 1830’larda Boynuinceli Aşireti’ne mensup cemaatlerin başında boy beyine karşılık gelen mir-i aşiret unvanıyla Pirizâde Bekir’in oğlu 50 yaşındaki Hacı Mehmed bulunmaktaydı[126]. Hacı Mehmed, oğulları ve kardeşi Abdülfettah ve onun oğullarıyla Sarıkaraman Köyü’nde ikamet etmekteydi. Babaları Bekir’in kardeşi olduğu anlaşılan 30 yaşındaki Osman da yine çocuklarıyla Sarıkaraman’da yaşamaktaydı[127]. Sarıkaraman Köyü 76 erkek (152 erkek-bayan) nüfusu ile Saları-yı Kebir (Büyüksaları) Cemaati köylerinden olan Bozkır ve Solhanlı köyleri ile birlikte en büyük nüfuslu üç köyden biriydi. Bahsi geçen Pir(i)zâde sülalesinin varlığı nedeniyle, Boynuinceli Aşireti cemaatlerinin Piroğlu veya Pirioğlu Aşireti adıyla kayıtlara girmekte olduğundan bahsedilmişti. Boynuinceli Aşireti’ne adını veren Piroğlu veya Pirioğulları aslen Büyüksalarlı Cemaati menşeli idi[128].
Aksaray sahasında meskûn konar-göçer tayfaların hususiyetleri yanında Boynuinceli Aşireti Cemaatler Birliği’nin idarî ve sosyal yapısına dair bazı bilgileri, bölgeyi 1837’de gezen Hamilton’dan edinmek mümkündür. Hamilton, 7 Temmuz 1837’de Aksaray şehir merkezine varmıştı. O, Hasandağı ve civar sahayı gezdikten sonra Aksaray kasaba merkezinden Acemköy’e hareket etmişti. Hamilton’un, Boynuinceli Aşireti ile ilgili bazı gözlemleri şu şekildeydi: “Şefleri, Koçhisar’dan Nevşehir’e giden yolun üzerinde kuzey yönünde yirmi veya otuz mil uzaklıktaki Sarıkaraman’da ikamet eder. Bunlar eskiden beyler tarafından yönetilirlerdi. Fakat şimdi Bab-ı Ali tarafından atanmış bir voyvodanın yönetimi altındadırlar. Başlıca görevleri veya meşguliyetleri Küçük Asya’nın doğu bölümündeki madenlerden İstanbul’a kurşun ve bakır taşımaktır”[129]. Seyyah 15 Temmuz 1837’de Sarıkaraman Köyü’ne varmıştır. Bura hakkındaki diğer gözlemleri ise şöyledir: “…öğleden sonra 1’de voyvodanın konağı yanında yalnızca birkaç kulübeden oluşan Sarıkaraman’a ulaştık. Burada iki reisle karşılaştım. Bir tanesi aşiretin lideri olan, halkının çoğu gibi uzun ve yakışıklı ve yine onlar gibi kırmızının baskın renk olduğu parlak ve cırtlak renkli bir elbise tutkunu olan bir adamdı. Diğeri Konya paşası (Konya vilayeti valisi) tarafından atanmış olan ağa idi. Beni konağında ağırladı (…) Bu bölgenin Türkmenleri, eski Kapadokya selefleri gibi büyük at üreticileridir”[130]. Hamilton’un gözlemleri doyurucu olmasa da, verdiği bilgiler 1830’lara tarihli nüfus kayıtlarıyla çağdaş olması nedeniyle önem taşımaktadır. Sarıkaraman’da iken Hamilton’un gördüğü aşiret reisi Pirioğlu Mehmed Bey olmalıdır. 1834’te aşiretin miri olan Hacı Mehmed’in, 1814’te, yani 20 yıl önce yine aşiretin önderi olduğu ve Pirioğlu Mehmed Bey adı ile (henüz hacı değildir) Aksaray-Kırşehir-Nevşehir sahasında kurşun taşıma işlerini yürüttüğü arşiv kayıtları ile sabittir[131].
Boynuinceli Aşireti’ne mensup cemaatlerin aşiret miri, yani boybeyi Sarıkaraman’da ikamet etmekteyken, cemaatler birliği kethüdası da Çardak (Altınkaya)[132] Köyü’nde ikamet etmekteydi. Zira Boynuinceli Aşireti cemaatleri ile ilgili olan 1831’deki ilk nüfus sayımına göre “Koç Salih Ağa”, Hacıahmedli Cemaati’nin Kethüdası olarak kaydedilmişti[133]. Geriye kalan 17 cemaat içerisinde kethüda olarak görevli resmiyette başka biri kayıtlı değildir. Bu durumda, Koç Salih Ağa’nın aynı zamanda Boynuinceli Aşireti’ne mensup cemaatlerin kethüdası olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenle olsa gerek, 1834’teki nüfus yoklamasında Hacıahmedli Cemaati köyleri nüfus sayımına ilkin Çardak Köyü’nün nüfus sayımı ile başlanmıştır[134]. Boynuinceli Aşireti cemaatlerinin idaresinde aşiret miri ve kethüdanın haricinde kâhya unvanlı pek çok kimsenin varlığı söz konusudur. Kâhya unvanlı bu kimseler, muhtemelen birkaç köyden oluşan daha küçük üniteleri idare etmekteydiler. Bazı köylerde ise kâhya bulunmamaktaydı. Kâhya bulunmayan köylerin, en yakında kâhyası bulunan köydeki kâhya tarafından idare edildiği söylenebilir.
Bilindiği gibi kethüdalık görevi babadan oğula geçerdi[135]. Aksaray-Kırşehir-Nevşehir-Koçhisar sahasında toplamda 168 köyden müteşekkil Boynuinceli Aşireti cemaatlerinin kethüdası görevinde bulunan Koç Salih Ağa’nın varlığı, 1970’de köy ahalisinden derlenen anlatılara şu şekilde yansımıştır: “Bu köyde, köylülerin yapılış tarihini bilmedikleri güzel ve tarihi bir konak varmış. Yıkılmış, yerine ev yapılmıştır. Eski köyün ağası burada oturur, köyü yönetirmiş. Rivayetlere göre köy halkının kendisine hürmetsizlik yaptığını görünce köyü terk edip gitmiştir. Çardak’ın bir aşiret kolu olduğunu söylediler”[136].
Boynuinceli Aşireti’ne mensup cemaatlerin tümüne adını veren iki eski cemaatin: Danışmendli ile Boynuinceli cemaatlerinin, 1830’larda hem köy sayısı ve hem de nüfus açısından Boynuinceli Aşireti cemaatlerinin en zayıf halkaları haline gelmiş olmaları manidardır. Mesela Kayseri’yi yaylak, Kuzey Suriye sahasını kışlak olarak kullanan Danişmendli adı, 1582 tahririnde 40 cemaatten ve bu cemaate tâbi 1241 vergi nüfusundan oluşan teşekküle adını veren büyük bir üst çatı teşekkülü konumundaydı[137]. Muhtemel aşiret üyeleri, aradan geçen birkaç yüzyılda bölüne bölüne farklı cemaatlere ayrılmışlar, her bir cemaatin başındaki beyin adı da bu cemaatler ile özdeşleştiğinden, ana çatı olan Danişmendli Aşireti gitgide küçülmüş olmalıdır. Ayrıca 1580’lerde Kayseri merkezli olarak yaşamakta olan Danişmendli Türkmenleri, Orta Anadolu’ya veya Anadolu’nun muhtelif sahalarına doğru yer değiştirirlerken veya 1700’lerde devlet tarafından zorunlu iskâna tabi tutulurlarken dağıtılmış ve böylelikle küçül(tül)müş de olabilirler. Nitekim 1530’larda Aydın’dan Kocaeli’ye, Menteşe’den Kırşehir’e, Saruhan’dan Maraş ve Adana’ya kadar Anadolu’nun dört bir tarafında görülen Danişmendli Türkmen lerinin[138], 1830’lara gelindiğinde buharlaşıp yok oldukları düşünülemez. Onlar, şüphesiz başlarındaki muhtelif beylerin adlarıyla Anadolu’da var olmaya devam etmekteydiler. Bu minvalde meselâ Boynuinceli, Karacakürd ve Hasanlı gibi aşiretlerin eski dönemlerde, meselâ 1500’lerde kendi adları ile mevcut olmadıkları, aksine Danişmendli Türkmenleri içerisinden çıktıkları kabul edilmektedir[139]. Bahsi geçen etkenler yanında Danişmendli Cemaati’ne mensup bazı hânelerin cemaatten ayrılarak başka mahallere çekip gitmeleri belirtilenler kadar etkili olmalıdır. Nitekim 1822 yılına tarihli arşiv belgelerinde yer alan bilgilere göre, aynı zamanda “Kaşıkçı Danişmendlisi” olarak da anılmakta olan Danişmendli Cemaati’nden 110 hâne, son sekiz on yılda (1812-1822) Danişmendli Cemaati’nden ayrılarak Karalı ve Sermayeli Aşireti’nin aşiret miri olan Gedeşoğlu Hacı Yusuf Bey tarafına geçip orada meskûn olmuşlardı. Durum üzerine Danişmendli Cemaati’nin bağlı olduğu üst çatı olan Boynuinceli Mukataası’nın kethüdası ve sair ileri gelenleri Küçükdanişmendli nâibine giderek durumu anlatmışlar ve gidenlerin geri getirilmesi için nâib vasıtasıyla, 15 Temmuz 1822 tarihli bir yazının (i’lâm’ın) devlet merkezine (İstanbul’a; Divan’a) ulaşmasını sağlamışlardı. Divan’a sunulan yazıda, gidenlerin geri gelmemesi durumunda devlete olan aynî ve nakdî sorumlulukların yerine getirilemeyeceği, cemaatin perişan olacağı vb. anlatılmakta, gidenlerin asıl aşiretlerine geri getirilmesi için devletten bir emir rica edilmekteydi[140].
Yukarıdaki etkenlerin yanında, devlete ve ağalarına veya sancağın yıllık masraflarına verilmek üzere hisselerine düşen yıllık vergileri veremeyecek/ ödeyemeyecek duruma düşenlerin bir çare olarak sağa-sola dağılmaları (memleketlerini terk ederek sancak veya kaza dışına çıkmaları) konar-göçer cemaatlerin sayıca azalmalarına yol açan önemli bir etken olmalıdır. Bu münasebetle Aksaray Sancağı sınırlarında meskûn olan Ekecik Aşireti ahalisinin durumu belirtilmelidir. Ekecik Aşireti her yıl İstanbul baruthânesine, barut yapımında kullanılan 12.000 vukıyye (14.400 kg) âdi güherçile göndermenin yanında, bu güherçilenin İstanbul’a naklinden de sorumluydular. Bu yıllık vazife karşılığında onlar devlete başkaca vergi ödememekteydiler. Geriye sadece ağalarına vermekte oldukları çeşitli adlardaki ödemeler kalmaktaydı. Ancak hem devlete ve hem de ağalarına karşı her yıl yerine getirmek zorunda oldukları bu vazifeleri bazı yıllarda aksamaktaydı. Bu aksamanın arkasında, mesela 1833 yılına ait bir arşiv belgesine göre, aşiret ahalisinin üzerlerine binen ağır vergileri ödeyemeyecek hâle gelmeleri karşısında çoğu hânelerini terk ederek başka mahallere gidip yerleşmişler ve geride kalanlar gidenlerin vergilerini de vermek zorunda kaldıkları için ekonomik olarak perişan olmuşlardı[141]. Aksaray Sancağı’nda meskûn konar-göçer aşiretler gerek Baruthâne’ye ve gerekse mahallindeki idarecilerine olan yıllık ödemelerini/ sorumluluklarını yerine getirmekte zorlandıklarından onlardan bazıları (yüzden fazla hâne: 100 x 5= yaklaşık 500 kişi) terk-i vatan ederek Ankara Sancağı’na bağlı Haymana’daki Cihanbeyli Aşireti içine girmiş, bazıları da Ilgın ve Bereketli Madeni’ne bağlı Develi Karahisar (Yeşilhisar/Kayseri) Kazası’na giderek orasını vatan tutmuşlardı[142]. Anlaşılacağı üzere vergilerin ağırlaşmasından kaynaklanan geçim şartlarının zorlaşması vergilerin ödenememesine ve akabinde konar-göçer ahalinin memleketlerini terk etmelerine yol açıyordu. Benzer saikler altında gerçekleşen göçler ise şüphesiz konar-göçer cemaatlerin nüfusça küçülmelerine (ve dolayısıyla adlarının unutulmasına) veya (kaçak göç alan cemaatler açısından ise) nüfusça büyümelerine yol açmaktaydı.
1834’te Boynuinceli Aşireti çatısı altında kayda giren 18 cemaatin 7’si nüfusça büyük sayılabilecek yapıya sahip iken, geriye kalan 11 cemaat için aynı şeyi söylemek mümkün değildir. Bu 11 cemaatten her birinin-1834 yılına göre-en az 200-300 yıllık bir tarihi vardır ve bunlar, bir zamanlar aşiret (boy) hüviyeti taşıyan nüfusça çok daha büyük teşekküllerdi. O halde, bu cemaatler bir veya birkaç köyden oluşan küçük ünitelere nasıl dönüşmüşlerdi? Şüphesiz bu cemaatlerin bazı tayfaları birkaç yüz yıl önce yerleşik hayata geçip konar-göçer olma hususiyetlerini kaybederek yerleşik ahaliye karışmış ve böylelikle aşiret tahrirlerinin (sayımlarının) dışında kalmış olabilirler. Ayrıca, Anadolu’da ilk yaşam alanları olan Doğu ve Güneydoğu’dan Orta Anadolu’ya girerlerken yaşanan yer değiştirme hareketi sürecinde cemaate bağlı bir kısım tayfalar eski memleketlerinde kalmış da olabilirler. Bu gelişmelerden öte, devletin boş ve harap haldeki köyleri veya ziraat alanlarını şenlendirme maksatlı olarak 1691’de uygulamaya koyduğu iskân politikasının çok daha etkili olduğu söylenebilir. Zira bu politika, Anadolu’nun dört bir tarafına yayılmış olan aynı menşeden cemaatlerin daha da parçalanmasının önünü açmıştır. Parçalanarak küçülme durumunu, Boynuinceli Aşireti çatısı altında bulunan her bir cemaat için tek tek ayrıntısıyla ele almak mümkün olmakla birlikte, bu şekildeki bir teşebbüs ayrıca bir araştırmayı gerekli kılmakta olduğundan, burada sadece Bekdik Cemaati’ni ele alarak soruya cevap bulmak, diğerleri için de yeterli açıklamayı sağlayacaktır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, 1469’da Aksaray’ın Osmanlı idaresine girmesinin akabinde yapılan tahrirleri gösteren Tapu Tahrir Defterleri’de Danişmendli, Bayındır, Göktaş, Saları, Yağan, Yıva, Bektik, Avşar, Todurga, Uzartık, Musular vb. adındaki mezraa, köy, mevki ve kişi adlarına sıklıkla rast gelinmesi söz konusudur. Zira daha önce de ifade edildiği üzere Aksaray’ın içinde bulunduğu Orta Anadolu, Anadolu’daki ilk Türk yerleşim sahaları arasındadır. Bu nedenle, Boynuinceli Aşireti çatısı altında bulunan bahsi geçen aşiret veya cemaatler daha Aksaray’a henüz avdet etmedikleri zamanlarda, onlarla aynı adlardaki mezraa veya köy adları Aksaray sahasında çoktan mevcuttu. Bunlardan biri de Bekdik adıdır.
1530’da Aksaray Kazası’na bağlı Eyyubili Nahiyesi’nde Bekdik adında bir mezraa mevcuttu. Bu mezraa, Çatin (günümüzde Ortaköy İlçesi’ne bağlı Çatin Köyü) yanındaydı[143]. Bugün de aynı sahada (Ortaköy İlçesi sahasında) Bekdik adında bir köy mevcuttur. Ancak bu köy, Çatin Köyü yakınlarında değil, daha kuzeyde Kızılırmak kenarındadır. Her ne şekilde olursa olsun, 1530’larda adı mevcut olan Bekdik Mezraası ile günümüzde var olan (ve Boynuinceli Aşireti teşekküllerinin bakiyesi olduğu düşünülen) Bekdik Köyü, birbirleriyle aynı sahada, Eyyubili Nahiyesi’nde (şimdiki Ortaköy İlçesi’nde) bulunması söz konusudur. Bu durumda, yer değiştiren cemaatler her hangi bir sahaya yerleşirlerken kendileriyle aynı menşeden gelen toplulukların sahalarını mı tercih etmekteydiler sorusu akla gelmektedir. Zira benzer bir durum Salarlı Cemaati için de geçerlidir[144].
Danişmendli Türkmenlerinin Kayseri havalisinde bulundukları sırada gerçekleşen 1582’deki tahrirde Bekdik adında bir teşekküle rast gelinmemektedir. Ancak, daha 1530’da, Kırşehir sahasında Varsak Aşireti’ne bağlı olan bir Bekdik Aşireti mevcuttu[145]. Bu durumda, 1530’da Aksaray’da, Eyyubili Nahiyesi’nde var olan Bekdik Mezraası’nın, Kırşehir’deki bu Bekdik Aşireti’nin yaylak alanı olması gerektiği akla gelmektedir. Zira Eyyubili Nahiyesi sahası ile Kırşehir sahası birbirleriyle sınır komşulukları olan aynı coğrafyadaki iki farklı sahadır. Günümüzdeki Bekdik Köyü de bir yönü ile Kırşehir idarî sahasına bakar şekilde konumludur. Dolayısıyla, Anadolu’da Bekdik adına en erken tarihli rast gelinen yerlerden birinin Kırşehir-Aksaray sahası olduğu ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, Kayseri ve havalisinden geldiği açık olan Boynuinceli Aşireti adındaki cemaatler birliğinin, Kırşehir-Aksaray sahasına geldiklerinden bir müddet sonra, bu sahanın yerlilerinden olan Bekdik Aşireti’ni de bünyesine katmış olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim onlar, yani Bekdik Aşireti, 1656’daki tahrirde 73 hâne vergi nüfusu ile Kırşehir-Nevşehir-Aksaray sahasında bulunan Rum Evi Danişmendlileri (bu teşekkül daha sonraları Boynuinceli Aşireti veya Boynuinceli Mukataası adını alacaktır) çatısı altındadırlar[146]. Kısacası Bekdik Aşireti, 1656’da Boynuinceli Aşireti önderliğindeki aşiretler birliğine girmiş durumdadır.
1700’lere gelindiğinde ise Bekdik Aşireti için zorunlu iskân günleri başlar. Bu minvalde, Bekdik Aşireti’nin 1713’ten biraz önce Maraş’a iskân edildikleri ve buradaki Bektutiye Medresesi’ne vakıf reayası yazıldıkları görülmektedir. Bunlar vergilerini Maraş’ta bulunan Bektutiye (Mektutiye) Câmii ve Medresesi’ne vermekteydiler. Maraş’ta bulunan (Kara) Bekdik ahalisinin vergilerini Bektutiye Vakfı’na vermeyi kendilerinin talep etmiş olmaları[147], onların vakıf statüsünden yararlanmak istemelerinin sonucu olmalıdır. Böylece onlar devlet memurlarının (ehl-i örfün vb.) kanuna aykırı vergi taleplerinden kurtulmuş olacaklardı. Bu durum onların, ayrıca nüfuslarında ve dolayısıyla da iktisadî güçlerinde sıkıntılı bir hâlde bulunmakta olduklarına da işaret olmalıdır. Nitekim onlar 1714’te Maraş’taki iskân yerlerini terk edip Aksaray yakınlarına gelerek burada yerleşmişler, hudutlarında zabit olmaması sebebiyle de yolları basarak, yolcuların mallarını yağmalamışlar, benzeri kötülüklerde bulunmuşlardı. Şekavetlerinin gittikçe artması ve devlete olan 5000 kuruş borçlarını da ödememeleri üzerine, vergilerine 5000 kuruş daha zam yapılması istenmişti[148]. Anlaşılan Bekdik ahalisi, Kırşehir-Aksaray sahasında yaşadıkları günlerde kendi hallerinde olmayıp, ahaliye zarar vermeleri, şekavetle meşgul olmaları veya aynı sahadaki bir başka konar-göçer teşekkül ile problem yaşamaları nedeniyle olsa gerek devlet tarafından Maraş’a zorunlu iskâna tâbi tutulmuşlardı. Bu yıllarda, yani 1700’lerin ilk çeyreğinde, Aksaray Sancağı’nda sâkin Boynuinceli Mukataası cemaatleri 14 cemaatten oluşmakta olup, cemaatlerin her birinin içinde eşkıya ve sair iskândan kaçan grupların bulunması nedeniyle, bunların da devlete olan 15.000 kuruşluk borçları üzerine 5000 kuruş daha zam yapılması istenmişti. Ayrıca yine bu cemaatlerden biri olan Hacıahmedli Cemaati’ne de diğer cemaatlerden evlerin (hânelerin) gelip girmesi sebebiyle yıllık ödemelerine 1000 kuruş daha zam yapılması, Hacıahmedli Cemaati’nin bu yıllardaki malikâne mutasarrıfı-işletmecisi Baltacılar Kethüdası Ali Ağa tarafından, İstanbul’a bildirilerek talep edilmişti[149]. Osmanlı arşiv kayıtlarına dayalı bu son bilgi, Hacıahmedli Cemaati’nin sonraları; 1830’larda kalabalık bir nüfusa sahip olmasının arkasında yatan etkenlere ışık tutuyor olmasıyla da önem taşımaktadır.
Görüldüğü gibi, 1700’lerin ilk çeyreği hem Bekdik ve hem de Boynuinceli Türkmenlerine mensup diğer cemaatler için sıkıntılı bir sürece karşılık gelmektedir. Ancak süreç devam etmekteydi. Maraş’tan ayrılan Karabekdik adındaki bu teşekkül, 1722’de, bu sefer Ereğli ile Karapınar arasında bulunan Hortu Hanı adındaki mahalle iskân edilmişti[150]. Onlar devlet tarafından buraya iskân edildiğinde, aynı zamanda her bir hânesine de ziraat alanları verilmiş, boşta duran Yenice ve Ağaçlı köyleri de kendilerine tahsis edilmişti. Bununla birlikte Bekdik ahalisi, çeşitli bahaneler ileri sürerek iskân mahallerini terk etmeye ve konar-göçerliğe yeniden dönmek için devletten yeni taleplerde bulunmaya başlamışlardı. Devlet ise, bu talepleri kesinlikle reddetmişti[151]. 1729’da, yukarıda bahsi geçtiği üzere, Muşkara’nın nüfusça takviye edilmesi sürecinde Bekdik Cemaati’nden de 79 evin (hânenin) Muşkara’ya iskâna tâbi tutulduğu ve böylece kasabada Bekdik adında bir mahallenin vücut bulduğu bilinmektedir[152]. Aslen Kırşehir-Aksaray coğrafyasında meskûn olan ve bu şekilde, iskâna tabi tutularak farklı coğrafyalara dağıtılan Bekdik Cemaati’nden bir kısım ahali, 1830’lara tarihli nüfus defterlerinde yer alan kayıtlara göre, eski yurtları olan Eyyubili Kazası sahasında Bekdik Cemaati’ne bağlı Bekdik adındaki köyde 18 hânede 56 erkek (toplamda 112 kişilik) nüfus ile ikamet ediyorlardı. Anlaşılan Bekdiklerden bir kısmı iskân esnasında, iskândan kaçarak veya iskân edildikleri yerlerden zamanla ayrılarak eski yurtlarında; Aksaray’da kalmayı/toplanmayı başarabilmişlerdir.
b. Boynuinceli Türkmenlerinin “Kaza” Statüsünü Alması
Boynuinceli Türkmenlerine mensup boyların 1840’larda tıpkı Aksaray, Koçhisar ve Eyyubili gibi kaza statüsü elde ettiğini belirtmek gerekmektedir. Bu gelişmenin II. Mahmud zamanında başlayan ve Tanzimat-ı Hayriye’nin ilanıyla (1839) hızlanan modernleşme hareketleri ile rabıtası söz konusudur. Tanzimat Fermanı’nın üç temel ilkesi olan askerlik, vergi ve asayiş konusu, her açıdan konar-göçer aşiretlerin klasik örgütlenmelerini derinden etkilemişti. Aşiretlerin Tanzimat-ı Hayriye’ye uygun olarak mal ve mülklerinin yazılıp bundan böyle yerleşik ahali gibi herkesin tahammülüne göre vergilendirilmesinin yeni usulün gereği olduğunun hicrî 1256/miladî 1840’da Meclis-i Vâlâ tarafından kabul edilmesiyle bilhassa aşiret idarecilerinin sıkıntılı bir sürece girmiş olduklarını tahmin etmek güç değildir[153]. Zira eskiden aşiretler tek tek birey olarak vergilendirilmek yerine topluca vergilendirilmekte, kimden ne kadar vergi tahsil edileceği aşiret miri veya aşiret kethüdası tarafından belirlenmekte, bu sırada pek çok kişiden vergi alınmayarak onların vergileri de aşiretin fakir fukarasından tahsil edilmekte, aşiret üyelerinden bu şekilde toplanan vergiler bazı zamanlarda hazineye ulaşamadan aşiret beylerinin ellerinde kalarak tarumar olmakta, bu sefer ağalar veya beyler bir yıl içerisinde ikinci kez aşiret ahalisinden vergi toplamaya kalkışarak ahaliyi iyice perişan hâle getirmekteydiler. Dolayısıyla yeni düzenlemelere bağlı olarak, 1840’lardan itibaren aşiret reisleriyle devlet veya devletin taşradaki temsilcileri (kaza, sancak ve vilayet meclislerindeki idareciler) sıklıkla karşı karşıya gelmeye başlamışlardı.
Tanzimat’ın ilanından sonra vergilerin âdil şekilde toplanması amacıyla taşrada, her bir kazada tesis edilen muhassıllık meclisleri[154] kısa sürede olumlu etki göstermişti. Nitekim Aksaray sahasında meskûn Boynuinceli aşiretlerinden bazı cemaatler (başta Hacıahmedli Cemaati olmak üzere) ile Şerefli Aşireti, aşiret idarecilerin zulümlerinden kurtulmak ve normal halkın sahip olduğu haklara sahip olmak, Tanzimat-ı Hayriye şartlarında idare edilmek için devlete başvurarak Aksaray Kazası Muhassıllığı’na bağlanmayı talep etmişlerdi[155]. Boynuinceli Aşireti’nin üst yönetimi ise bu sırada Aksaray Muhassılı Said Ağa’nın, Aksaray sahasındaki konar-göçer menşeli aşiretleri yerli ahali ile bir tutarak vergilendirmeye kalkması karşısında yaşanan sıkıntıları bertaraf etmekle meşguldü. Zira Boynuinceli Aşireti’ne bağlı cemaatlerin Aksaray sahasında kalanları yerli ahali gibi sayılıp vergilendirilirken, aynı aşiretin Kırşehir, Nevşehir, Arapsun ve Bozok sahasında kalan hâneleri (veya cemaatleri) olduğu gibi bırakılmış, bu durum vergi kaybına yol açtığı gibi çeşitli dedikodulara da mahal vermişti. Aşiret yönetimi ayrıca İstanbul’a giderek, bulundukları kazaların ahalisiyle irtibatları olmadığını, onlara pek de uyum sağlayamadıklarını, her tarafa muhassıl tayin edilerek ora ahalilerinin rahata kavuştuklarını belirterek, müstakil bir kaza olmayı devletten talep etmişlerdi[156]. Durum Meclis-i Vâlâ’da enine boyuna görüşülmüş ve aşiretler üzerinde Tanzimat ilkelerinin şimdilik uygulanmayarak, ülke genelindeki aşiretlerin durumlarının yeniden düzenlenmesi için daha ayrıntılı çalışmaların yapılması kararına varılmıştı (1840). Ayrıca Meclis-i Vâlâ’da 5 Kasım 1840’da yapılan görüşmede Şerefli Aşireti’nin de Boynuinceli Aşireti’ne bağlanarak Konya Vilayet Meclisi tarafından gönderilecek bir muhassıl tarafından idare edilmesi; 1841 yılından itibaren ise bütün aşiretlerin Tanzimat usullerine göre yönetilmesi kararlaştırılmıştı. Bu karara istinaden Boynuinceli Aşireti, 1841’de Konya Vilayeti’ne bağlı müstakil bir kaza hâline getirilmiş, kazaya kaymakam, nâib ve müdür atanmıştı[157].
Boynuinceli cemaatlerinin idarî anlamda kaza statüsüne kavuşmaları tabiidir ki, onların Aksaray ile Koçhisar kazalarından hiç de geri kalmayan sayıda bir nüfusa sahip olmalarının neticesidir. Daha önce ifade edildiği üzere 1830’larda Aksaray-Koçhisar-Kırşehir ve Nevşehir sahasında meskûn olan Boynuinceli cemaatlerinin toplam nüfusu, mesela 1834’te 5242 erkek (kadınlarla beraber 10.484 kişi) idi. Bu nüfus miktarı Aksaray Kazası’nın neredeyse yarısına, Koçhisar Kazasının ise neredeyse beş katına karşılık gelmekteydi[158]. Yine ifade edildiği üzere Boynuinceli Aşireti 18 farklı cemaatten oluşmaktaydı ve Aksaray-Koçhisar-Kırşehir-Nevşehir coğrafyasında ikamet etmekte olan konar-göçer menşeli en büyük cemaatti. Dolayısıyla nüfus açısından bakıldığında Boynuinceli Aşireti’ne mensup cemaatlerin kaza olarak teşkilatlandırılması isabetlidir. Arşiv belgelerinde ifade edildiği üzere Boynuinceli Aşireti kazaya veya kaymakamlığa dönüştürüldüğünde, Şerefli Aşireti de bir müdürlük teşkil edilerek Boynuinceli Kazası’na bağlanmıştı[159]. Zira Tanzimat’ın ilanı akabinde aşiret veya cemaat ağalarından vb. kaynaklanan problemlerin yoğun şekilde devlet merkezine intikal etmesiyle, devlet adamları aşiretlerin veya cemaatlerin yeni bir şekle sokulması hususunu ciddi şekilde ele almışlardı. 1843 yılı sonlarından itibaren aşiret beyliği uygulamasının tamamen ortadan kaldırılması konusu Bâb-ı Âlî tarafından değerlendirilmiş, ancak bu radikal değişimin yeni problemlere yol açacağı düşünülerek, konunun aşiretlerin iskânı tamamlandıktan sonra yeniden gündeme alınması kararlaştırılmıştı. Bu sırada hükûmetin kararı aşiret beyliği uygulamasını kaldırarak yerine müdürlük kurumunun tesis edilmesi olmuştur[160]. Şerefli Aşireti’nin bir müdürlük etrafında yeniden örgütlenmesinin bu gelişmenin akabinde gerçekleştiği anlaşılmaktadır[161].
Boynuinceli Aşireti kazaya dönüştürülürken, eskiden aşiretin en saygın kişisine karşılık gelen aşiret miri (mir-i aşiret) unvanına sahip Pirizâde sülalesi, Boynuinceli Kazası’nın müdürlüğünü yürütmeye başlamıştı. Bu bağlamda 1845’lere doğru kazanın müdürü Pirizâdelerden Osman Bey’dir[167]. Ancak o, yaşanan bazı olumsuz durumlar neticesinde birkaç muhtarıyla birlikte, sorgulanmak üzere 1845’te vilayet merkezi Konya’ya sevk edilmişti. Bu esnada Mehmed Ağa adında biri de Boynuinceli Kazası’na kaymakam tayin edilerek, kaymakamlık merkezi olan Sarıkaraman’a varmıştı. Sarıkaraman’a varan kaymakam, Piroğlu Osman ve sair muhtarların Konya’ya celbinden de yararlanarak halktan kanuna aykırı, çeşitli adlar altında para toplamıştı. Bu paranın toplanmasına olan tepkiden dolayı olsa gerek, idareciler ile ahali arasında huzursuzluk yaşanmış olduğundan bazı öldürme olayları da vuku bulmuştu. Durum üzerine Kaymakam Mehmed Ağa ile kaza müdürü ve sair ileri gelenler sorgulanmak üzere Nevşehir’e celb edilmişlerdi[168]. Zira Tanzimat ilkelerine göre kaza idarecileri, kendilerine tahsis edilen maaşa kanaat edip, halktan bir “habbe” almayacakları hususunda taahhütte bulunarak devlete senet vermişlerdi[169]. Ancak kaza idaresi, görüldüğü üzere daha farklı bir mecrada ilerlemekte, buna istinaden de aşiret ahalilerinin devlete olan şikâyetleri eksik olmamaktaydı.
Boynuinceli Kazası’nın kötü idare edilmesi durumu sadece yukarıdaki menfur durumlardan ibaret değildir. Kazanın ilk müdürü ve yine Pirizâdelerden olan Hacı Hüseyin Bey’in de halktan toplamış olduğu devletin vergilerini vb. zimmetine geçirmekten dolayı Varna’ya sürgün edilmesi emredilmiş, öncelikle sorgulanmak ve muhasebesi görülmek üzere aşiretin bazı muhtarlarıyla birlikte Konya’ya getirtilmişti (1842). Hacı Hüseyin Bey[170] ve aşiret muhtarları yaklaşık 104.000 kuruşu (olmayan masraf harcaması olarak göstererek) zimmetlerine geçirmekle itham edilmekteydiler[171]. Hâl böyle iken bu ihmalden sorumlu olanların üzerine gidilmemiş, zimmete geçirilen para o şekilde araya kaynayarak gitmiş, yetmiyormuş gibi ahaliden 132.000 kuruş daha toplanmış, akabinde yukarıda bahsi geçen Osman Bey Boynuinceli Kazası’na müdür olarak atanmıştı. Hem Hüseyin Bey ve hem de Osman Bey, hangisi müdür olur ise olsun ahaliden az veya çok gayrı kanunî olarak akçe almakta[172], yine kaza sandığında toplanan akçe de benzer şekilde buradan yasal olmayan yollarla müdürler olan Pirizadelere geçmekteydi. Kaza sandığında olması gereken akçenin nerede olduğu sorulduğunda ise ahalide olduğu cevabı verilerek, böylece ahali devlete borçlu gösterilmekteydi. Bu nedenle Pirizâde Osman, Konya Valisi Aşfer Paşa zamanında Konya’ya getirtilerek hapsedilmişti. Ancak valinin görev yerinin değişerek Konya’dan ayrılması akabinde Müdür Pirizâde Osman Bey serbest bırakılmıştı. Devam eden süreçte Osman Bey ve onun adamları olan aşiret muhtarlarından geçmişe dönük olarak 45.000 kuruşluk iki adet borç senedi alınmış, adı geçen Mehmed Ağa da yine kazaya kaymakam olarak tayin edilmişti. Kaza müdürü Osman Bey ile muhtarlara esaslı (muhkem) şekilde ikazlarda bulunularak kazanın idaresinde dikkatli olmaları hususu ifade edilmişti. Bununla birlikte muhtarlardan Yeşiloğlu adındaki kimse ve ona bağlı hâneler, hisselerine isabet eden akçeyi (borcu) reddetmiş olduklarından (muhtemel aşiretin diğer ileri gelenleri) üzerine varıp muharebeye tutuşmuşlardı. Muharebe esnasında Yeşiloğlu’nun kardeşi, birkaç gün sonra da küçük çocuğu obasında telef edilmiş halde ölü bulunmuştu. Üstelik öldürülenlerin haklarını, Boynuinceli Kazası idarecilerinden arayan soran olmamış, anlaşılan bir bakıma olayın üzeri kapatılmıştı. Bunlar yetmemiş gibi Boynuinceli Kazası müdürü Osman Bey, ahaliye 132.000 kuruş borcu olmadığı hususunda ahalinin beyanını içeren (ahaliden) bir senet almıştı[173]. Bu senedin baskı yoluyla; zor ile alınmış olduğu tahmin edilebilir. Devletin bürokratları tarafından kaleme alınan ve 20 Eylül 1845 tarihli olan bahsi geçen bu raporda yer alan olayların ne derecede doğru olduğu bilinmese de hiçbir şeyin olmadığını, Boynuinceli Kazası’nı idare edenlerin her şeyi yollu yolunca (kanunlar dairesinde) idare ettiklerini, adalet terazisinden ayrılmadıklarını iddia etmek de zordur. Anlaşıldığı kadarıyla Boynuinceli Kazası, kaza statüsünü elde etmiş olmakla birlikte, yönetsel anlamda kötü idare edilmekteydi. Hâlen idarede aşiret gelenekleri icra ediliyor olmalıydı ve bu durum, yani kazanın bir aşiret gibi eski geleneklere göre idare edilmesi, Boynuinceli Kazası’nın kaza olma statüsünün lağvedilmesi için önemli bir sebep teşkil edecekti[174].
Nitekim 1845 tarihli olan yukarıdaki belgede yer alan diğer kayıtlara göre Seyyid Yahya Tevfik, Süleyman Nazım ve Mehmed Selim adındaki (üst düzey devlet memuru oldukları tahmin edilen) kimselerin hazırladığı bir raporda, Boynuinceli Aşireti’nin bir müdür ve muhtarlar ile idare edilmesine devam edilmesi, ancak kaza statüsünün, yani kaymakamlık uygulamasının lağvedilmesinin yanı sıra Boynuinceli Aşireti ahalisinin meskûn olduğu köyler kendilerine ait olmayıp, oturdukları veya ziraat ettikleri toprakların başka başka kazalarda yer almasından dolayı[175] anlaşmazlıklar devam edeceğinden, “hâne ve mer’a ve mezra’aları ahar kazalarda olmak ve kendüleri Nevşehir’e merbut bulunmak mülabesesiyle oldukları mahall ahalisi ve müdirleriyle beyinlerinde sözleri ve münaza’a eksik olmayacağına binaen”, aşiretin kaza olma durumunun kaldırılarak, çevredeki kazalara bağlanması gerektiği devlete tavsiye edilmekteydi. Bu tavsiyeler yapılırken en büyük memurundan (kaymakam, müdür vb.) ağa ve beylerine varıncaya değin Boynuinceli’ye tâbi cemaat ahalilerinin haksız vergi talepleriyle sömürülmekte olduğu, Boynuinceli’nin kaza statüsünden çıkarılıp Aksaray ve Kırşehir gibi kazalara bağlanması durumunda ahalinin bu sömürüsünün de ortadan kalkacağı iddia edilmekteydi. Yine bu teklife göre, aşiret içerisinde etkinlikleri bulunan Boynuinceli Aşireti Müdürü Pirizâde Osman Bey, Sandıklı Hacı Osman, Karacakürd Sipahioğlu Hacı Mahmud ve Hereklili Mükremin’in-ki bu kimseler üyesi oldukları cemaatlerin kethüdaları görevindedirler-sürgüne tâbi tutulmaları[176] veya aileleriyle aşiret içinden çıkarılıp münasip bir mahalle yerleştirilmeleri durumunda geriye kalan; başsız kalan ahalinin rahatça Nevşehir’e bağlanabileceği belirtilmekteydi[177]:
“Diğer ma’ruzat-ı acizanemizde keyfiyetleri tafsil ü beyan kılınan Boynuincelü ve Şereflü aşiretleri eğer ki lafzara aşair-i saire ile müşterek iseler de zikr olunan Boynuincelü min-haysi’l-mecmu’ üçbin dörtyüz seksenbir (3481) ve Şereflü üçyüz (300) kadar hâneden ibaret olarak mezkûr Boynuincelünün ikiyüzelliüç hânesi nefs-i Nevşehir ve otuzbir hânesi Kırşehir ve ondokuz hânesi Aksaray kasabaları derunlarında mine’l-kadim meskûn ve nüfusları ceridelerinde mukayyed olub ahali-i saire ile beraber memleketçe müretteb olan virgülerini virmede ve diğer üçbin yüzyetmişsekiz (3178) hânesi Nevşehir ve Kırşehir ve Aksaray ve Arabsun kazaları ve Şereflü dahi Aksaray’a tâbi Koçhisar Kazası toprağında mesken edüb bunlar bi’l-cümle hâne ve tarla ashabından olarak emr-i ziraat ve harasetle iştigal etmekde ve içlerinde deve ve ağnam sahibi olanlar yine hânelerinde şenlik kalmak üzere familyalarından bazılarıyla yedlerinde bulunan hayvanları fakad eyyam-ı sayfda (yazın) bir iki mah müddet yaylaka gönderüb getürmekde ve bunlar başkaca kaimmakam ile idare olunmakda olarak ancak müstakıl toprakları olmayub sâkin oldukları ve ziraat eyledikleri mahall ve arazi salifü’z-zikr kazaların olmak[178] ve üzerlerinde bulunan iştirak lafz-ı beliyyesinden dolayı en büyük memurlarından muhtarlarına varıncaya kadar me’kel (geçim yeri-yemek) ittihaz olunub mürettebat-ı miriyelerinden ma’ada şimdiye değin kendülerinden daha nice akçeler alınmakda ve sâkin oldukları kazalarda ra’y-i hayvanatdan (hayvan gütmekten) dolayı rencide olunmakda bulunmak mülabesesiyle (münasebetiyle) çekdikleri sefalet ve mazarrat canlarına binerek müdir ve muhtarlarının ibka ve kaimakamlıklarının lağvıyla fi’l-asl Nevşehir’e olan merbutiyetlerinin te’kid ve icrası sureti istid’a olunmuş ve eğer ki keyfiyet-i istid’âları başkaca mazbata-i resmiye ile ifade vü beyan kılınmış ise de aşiret-i merkumeden sekiz mahalle olarak her birinin müstakıl muhtarı ve cümlesinin bir müdiri olub ahalisinden dahi kimi el-hâle hazihi müdirleri bulunan Osman Bey ve kimisi müdir-i sabık Hacı Hüseyin Beyin tarafdarı olmakdan naşi kankısı müdir bulunur ise diğeri aleyhinde olarak vuku’u beyan olunan fesad ânın azli ve kendüsinin nasbı garazından neşet eyledüğü vâreste kayd-ı irad olunduğuna ve salifü’z-zikr istid’âlarına müsa’ade-i aliyye şayan buyurulduğu takdirde dahi fesad-ı mezkûr mündef ’ olmamış olacağından başka hâne ve mer’a ve mezra’aları ahar kazalarda olmak ve kendüleri Nevşehir’e merbut bulunmak mülabesesiyle oldukları mahall ahalisi ve müdirleriyle beyinlerinde sözleri ve münaza’a eksik olmayacağına binaen bu babda mülahaza olunan hüsn-i suret kaimmakamlık ve müdirlik ve muhtarlıkların lağvı ve Bereketlü Maden-i Hümayunundan me’mur oldukları kurşunu ke’l-evvel nakl etmek şartıyla mal-i mîrî ve muhassesat-ı mu’ayyenelerinin virgü tahsisiyle umur-ı şer’iyye ve hususat-ı vakı’aları bulundukları mahaller nüvvab (naibler) ve müdirleri taraflarından ru’yet olunmak ve haklarında bir gûne cevr u ta’addi vuku’a gelmemesine Nevşehir kaimmakamı bulunanlar canibinden daima dikkat kılınmak üzere zikr olunan hânelerin bi’t-tefrik (ayrılarak, alınarak) bulundukları kazalara suret-i irtibatları icra ve hisselerine isabet edecek virgülerinin mezkûr kazalar tob virgülerine zamm ve ilave ile sal be-sal istifa olunması hem ahali-i aşiretin mübtela oldukları ta’addiyatdan korunulmasını ve hem saye-i ma’delet-vaye-i hazret-i mülukânede istihsal-i esbâb-ı kat’-ı varidatı demek binâberîn (bundan dolayı) icrasında müşkilât gösterileceği bî-şekk (şüphesiz) olduğundan evvel-emirde müdir-i merkum Osman Beyin ve aşiretçe nüfuzu bulunan Sandıklı Hacı Osman ve Karacakürd Sipahioğlu Hacı Mahmud ve Herekli(li) Mükremin kethüdaların şimdilik birer mahalle nefyi ve def ’i veyahut familyalarıyla aşiret-i merkume içinden çıkarılub diğer münasib yerlere iskân etdirilmesi ve merkum Hacı Hüseyin Beyin dahi şu irtibat maddesi yoluna girince ve ahali-yi aşiret bu usule alışub evvelki idarelerinin iâdesinden ümidleri kesilinceye kadar müngasında tevkifi (alıkonulması-tutuklu tutulması) lazım geleceği muhat-ı ilm-i sami-i daveraneleri buyuruldukda ol-babda emr u ferman hazret-i veliyyü’l-emrindir fî 18 Ramazan 1261” (20 Eylül 1845)[179].
Bu tarz telkinler veya etkenler neticesinde, 1845 yılının sonlarına doğru Boynuinceli Aşireti’nin kaza statüsü; yani kaymakamlık olma durumu ile kadı veya nâib bulundurma (niyabet) hakkı kaldırılmış, aşirete bağlı köyler de Aksaray, Nevşehir ve Kırşehir’e bağlanmaya başlanmıştı: “…işbu Boynuincelü ve Şereflü aşireti mukaddema (1841) kaimmakamlık vechile müstakıllen idare olunmakda olduğu hâlde suret-i idarelerinde malum olan bazı uygunsuz hallerden dolayı 61 (hicrî 1261/miladî 1845) tarihinde kaimmakamlık ve niyabeti lağv olunarak zikr olunan kazalara ilhak olunmasına…”[180]. Boynuinceli Aşireti’nin kaza olma durumunun kaldırılmasının aşiretten tahsil edilecek olan vergilerin tahsilinde soruna yol açmayacağı, aşiretin bağlanacağı kazalardaki müdürlerin vergi toplama meselesinin layıkıyla üstesinden gelebilecekleri, yine aşiretin üzerinde olan kurşun ve güherçile taşıma işini de Ankara Eyaleti’nde meskûn olan daha başka aşiretlerin rahatça yerine getirebileceği ileri sürülmekte ve böylece Boynuinceli Aşireti’nin kaza statüsünün kaldırılmasından endişe edilmemesi gerektiği, devlete telkin edilmekteydi:
“…eğer bakayalarının terakümü ve memur oldukları kurşun ve güherçilenin nakline adem-i iktidarları beyan olunmuş ise de saye-i şevket-vaye-i hazret-i şahanede bunların mülhak oldukları kazaların ekserisinde muvazzaf müdirler olarak bakayalarının anlar marifetiyle hüsn-i istihsali mümkün olduğu misillü kurşun ve güherçilenin dahi yalnız gayret-i ma’lumeye mahsus olmayub Ankara Eyaleti dâhilinde iskân olunan aşair-i ma’lumenin dahi bu misillü hidmet-i mahsusaları olmasıyla anlar nakli tesviye olmakda ise bunun dahi ol-vechile yapılması lazım geleceğinden el-hâsıl iskân-ı aşâir (aşiretlerin iskânı) maddesi bir tarafdan bi’l-iltizam icra olunub durur iken emr-i iskânı takdir etmiş böyle bir aşiretin yine hey’et-i sabıkalarına irca’ olunması (yani aşiretlerin iskân olunarak yerleşik düzene geçmeleri teşvik ediliyorken, diğer taraftan bu müdürlüğün yeniden tesisinin eskiye dönüş olacağı) tecviz olunmayub (caiz görülmeyip-uygun görülmeyip) mamafih bu def ’a ber-minval-i muharrer inha vuku’bulsa…”[181].
İlgili arşiv belgesinde ileri sürülen yaklaşımın, Meclis-i Vâlâ’da alınan Kırşehir, Hacı Bektaş, Aksaray, Nevşehir ve Arapsun kazalarındaki aşiretlerin normal idarî organlarca yönetilip denetlenmesi kararının[182] çıkmasına öncülük ettiği söylenebilir. Boynuinceli Kazası’nın kaymakamlık olma durumu lağvedilince, kaza ileri gelenleri ile Şerefli Aşireti ileri gelenlerinin iki adet mahzar ile devlete başvurdukları görülmektedir. Başvuruda, Boynuinceli ve Şerefli aşiretlerinin idareleri ve vergilerinin layıkıyla toplanabilmesi için bir müdürlük etrafında birleştirilmeleri; müdürlüğün başına da Aksaray Kazası Müdürü Kapıcıbaşı Tosun Ağa’nın tayin edilmesini talep etmişlerdi. Durum üzerine Anadolu Teftiş Memuru olan bir kimsenin konu ile ilgili devlete sunmuş olduğu rapor Konya valisine iletilmiş, “aşiretlerden gelen müdürlük talebinin eski durumlarına (kaza durumuna) dönmek demek olacağından, bu talebin kabul edilmemesi” hususunda uyarılarda bulunulmuştu[183].
Devlet (devleti temsil eden Konya Eyaleti veya Niğde Sancağı idarecileri), kaza olma durumuna son verdiği aşiretin Aksaray’a bağlı sıradan köylerden veya köylülerden bir farkı kalmaması için aşiretin elindeki yarı özerklik taşıyan diğer yetkileri sonlandırmakta kararlıydı. 1845’te, idarî anlamda kaza olma durumu ortadan kaldırılan Boynuinceli Aşireti cemaatlerinin, 1845-1860 yılları aralığında zabt u rabt altına alınması için üzerine gidilmeye devam edildiği bir dönemdir. Arşiv belgelerinden takip edilebildiği kadarıyla 1845’te kaza/kaymakamlık olma konumu kaldırılan Boynuinceli cemaatleri ilkin aşiret/cemaat mensubu olan kethüda ve kâhyalar, daha sonra da yine aşiret/cemaat mensubu olan muhtarlar tarafından ser-muhtarlık adı verilen bir idare altında yönetilmeye başlanmışlardı.
Ancak bahsi geçen kethüda veya kâhyaların idarelerinden sorumlu oldukları aşiret/cemaat ahalileri ile olan ilişkileri bilhassa vergi ve benzeri meseleler yüzünden hiç bitmemekte, ahalinin devlete olan şikâyetleri devam etmekteydi[184]. Bu bağlamda Aksaray Kazası’nda meskûn Boynuinceli Aşireti cemaatlerine mensup ahali 1846’dan 1850’ye kadar geçen dört yıllık süreçte her yıl vergilerini toplayarak aşiretin ser-muhtar görevinde bulunan Halil Kethüda’ya teslim etmiş ve yıllık vergilerini teslim ettiklerine dair Halil Kethüda’nın mührü ile mühürlü makbuzlarını ellerine almış olmalarına, her bir mahalle muhtarında vergilerin ödendiğini gösteren ilmühaber kâğıtları bulunmasına rağmen, Ser-muhtar Halil’in toplanan vergileri mal sandığına teslim etmemesinden midir veya ahaliden biraz daha akçe almak düşüncesinden midir, efkâr-ı fasidesinden midir her nasıl ise Kethüda Halil, yaklaşık yedi yük (700.000 kuruş) daha üzerlerinde vergi borcu olduğunu iddia ederek ahaliden yılda iki kez olacak şekilde vergi toplamaya teşebbüs etmişti. Durum üzerine Boynuinceli Aşireti ahalileri devlete başvurarak, bu şekilde yılda iki kez vergi ödemeye takatlerinin olmadığını, dolayısıyla kethüda Halil’in bu türde bir salahiyetinin olup olmadığının tetkiki ve muhasebesinin görülmesi için vilayet merkezi olan Konya’ya celb edilmesi hususunda Konya valisine hitaben bir emir yazılmasını/çıkarılmasını talep etmişlerdi[185]. Ahalinin devlet merkezinden olan bu talebi karşılık bulmuş, İstanbul’dan Konya valiliğine ilgili konuda yazı yazılmış ve Konya valisi de gerekli olan incelemeleri yaptıktan sonra neticesini İstanbul’a; devlet merkezine bildirmişti.
Konya valisinin 4 Ocak 1850 tarihli bu yazısına göre, Boynuinceli Aşireti adına vergileri Halil, İbiş ve Veli adlarında üç kâhyanın toplamış olduğu, mal sandığında olması gereken vergilerden Halil Kâhya’nın zimmetinde 64.628 kuruş, İbiş Kâhya’nın zimmetinde 40.640 kuruş ve Veli Kâhya’nın zimmetinde de 7491,5 kuruş kaldığı tespit edilmişti. Ancak adı geçen kâhyalar bu paraları Niğde ve Aksaray mal sandıklarına teslim ettikleri, ellerinde teslimi hâvî senetleri olduğu yönünde iddiada bulunmaya devam etmişlerdir. Olayın hakkı hakikati daha ayrıntılı tetkik edildiğinde Halil, İbiş ve Veli adındaki kâhyaların arkasında muînleri (yardımcıları) olan kimselerin olduğu anlaşılmıştır. Bunlar Kaderoğlu İbrahim, Ateşinoğlu Osman, Şabanlı Salih, Koca’nın oğlu Süleyman, Bekir’in Yakub ve Kurtlu Hasan adındaki kâhyalar idi. Bu kâhyaların sorgulanmak üzere Konya’ya çağrılması hususunda Konya’dan özel bir memur görevlendirilmiş olmasına rağmen, kâhyalar emre itaat etmemiş, Konya’ya; Konya Eyalet Meclisi’ne ifade vermeye/sorgulanmaya gitmemişlerdi. Bununla birlikte, adı geçen kâhyalar bahsi geçen paranın Halil, İbiş ve Veli üzerinde olduğunu; geri kalanının da kendileri üzerinde olduğunu ilgili memura şifahen ifade etmişlerdi[186]. Görüldüğü gibi Boynuinceli Aşireti idarecileri konumunda olan kâhyalar ahaliden toplamış oldukları vergileri devlete teslim etmemişler, muhasebelerinin görülmesi için davete rağmen, Konya’ya gitmeme cesaretini dahi göstermişlerdir. Yine aynı belgede Konya valisi, (Aksaray Meclisi’nden temin edilen mazbataya; yazıya göre) Boynuinceli ahalisinin Aksaray Kazası’na bağlı kalmaktan hoşnud olduklarını, adı geçen kâhyaların idare ettikleri ahaliyi me’kel (yemek, yiyecek; geçim yeri yani sömürülecek bir kaynak) olarak kabul ettiklerinden normal bir ahali gibi meskûn olmalarına rıza göstermediklerini, aşiret olarak idare etmeye niyetli olduklarını belirterek[187] zimmetlerindeki paraların tahsil edilmesinden sonra aşiret kâhyalarının münasip birer mahalle sürgün edilmeleri durumunda asayişin sağlanmış olacağını ifade etmekte ve bu konuda padişahın/ devletin iznini talep etmekteydi[188].
İlerleyen yıllarda Boynuinceli Aşireti’nin Aksaray Kazası’na olan bağlılığının sağlamlaştırılması ve asayişin temini ile ahalisinin rahata ermesi için Aksaray ve Niğde idarecilerinin gayretleri devam etmiştir. Ancak 1863 tarihli bir arşiv belgesinden[189] anlaşıldığı kadarıyla, 1850-60 yılları arasındaki 10 yılda Boynuinceli Aşireti’nin Kızılırmak’ın kuzey veya kuzeydoğusunda yer alan cemaatlerinin Kırşehir’e, diğer bir kısmının da Nevşehir’e bağlanarak iyice küçültüldüğü söylenebilir. Anlaşıldığı kadarıyla bu süreçte Şerefli Aşireti köyleri ile Kurutlu Cemaati köylerinin Aksaray Kazası’na[190]; Herikli ve Dumanlı cemaatlerine mensup köylerin Arabsun ve Nevşehir’e; Savcılı, Sıdıklı, Boynuinceli ve Karacakürd cemaatlerinin Kırşehir’e; Harbendeli, Kütüklü, Danişmendli, Camili ve Bekdik gibi cemaatlere mensup köylerin Hacıahmedli Cemaati ile birlikte Hacıahmedlü adı altında Aksaray Kazası’na; Büyüksaları, Küçüksaları ve Kürdmahmadlı cemaatlerinin de Saları üst çatısı altında[191] yine Aksaray Kazası’na bağlanarak Aksaray-Kırşehir-Nevşehir sahasındaki konar-göçer menşeli teşekküllerin müstakil olma durumları ortadan kaldırılıp günümüzdeki idarî yapılanmanın alt yapısı neredeyse oluşturulmuştur. Bu süreçte, Aksaray sahasında meskûn olan ancak Boynuinceli Aşireti cemaatlerinden olmayan Çemeli Aşireti köyleri ile Harbendeli Cemaati köylerinin de Aksaray’a bağlandığı tahmin edilmektedir.
1871 Vilayet Nizamnamesi ile birlikte nahiye idarî birimi XIX. yüzyılda ilk kez resmî bir hüviyet kazandığından[192] yukarıdaki bahsi geçen oluşumların bu tarihten sonra nahiye adı altında Aksaray Kazası’na bağlanmaları söz konusudur[193]. Bu süreçte Aksaray Kazası’na, Kızılırmak’ın güney veya güneybatısından başlayan ve günümüzdeki Yeşilova’ya kadar uzanan, geçmişten beri Aksaray sahasında en büyük nüfusu ve en çok köyü kapsayan Hacıahmedli Aşireti (Cemaati) ile Saları ve Kurutlu cemaatlerinin kaldığı anlaşılmaktadır. Bunlar içerisinde Hacıahmedli Aşireti’nin çok sayıda köy ile önemli bir nüfus yekûnuna sahip olması, bu sefer dikkatlerin bu aşiret üzerine toplanmasına yol açmıştır. Nitekim Hacıahmedli Aşireti adı, 1863 yılına ait bir belgede ilk kez Boynuinceli Aşireti’nden bağımsız olarak kayda girmiştir; “Aksaray Kazası toprağında meskûn ve mutavattın bulunan Boynuincelü Aşireti kaza-i mezbura rabt ve ilhak buyurulduğu o anda Hacıahmedlü Aşiretinin hey’et-i sabıkası (eski yapısı) tagyir olunduğundan…”. Devlet anlaşılan Hacıahmedli Aşireti üzerinden Aksaray’daki konar-göçer menşeli yapıları sona erdirmeyi ve böylelikle onları devlet sistemine eklemeyi kat’i surette kararlaştırmıştır. Bu münasebetle, Niğde Kaymakamı Galip Abdülhalim’in 1863’te İstanbul’a; devlet merkezine sunduğu yazı önemlidir. Bu yazıya göre, Hacıahmedli Aşireti 54 köyden[194] ve bu köylerde meskûn 969 hâneden oluşmaktaydı. Yine Niğde kaymakamına göre, Boynuinceli Aşireti Aksaray Kazası’na bağlandığında, Hacıahmedli Aşireti’nin de aşiret veya cemaat olma durumu (yapısı) değişime uğramış; bozulmuştu. Yani artık Hacıahmedli Aşireti’nin aşiret olma ayrıcalığı sona ermiş bulunmaktaydı. Buna rağmen, ser-muhtarlık uygulaması devam etmekte; ser-muhtarlık adı altında görev yapan (veya daha önce görev yapmış) kimseler ki, bunlar Çakır Ağa, Mamalıoğlu Mehmed Kâhya, Hacı Yusuf ve Kıl Hüseyin olup, ahaliye çeşitli nedenlerle zulmetmeye devam etmekteydiler. Bu nedenle ser-muhtarlığın kaldırılarak, bundan böyle ser-muhtar nasb ve tayin olunmaması, her bir köyün kendi muhtarını seçerek bu kimselerin muhtar olarak tayin edilmesi; aşirete ait vergilerin eskiden olduğu gibi topluca değil de köy be-köy hisselerine göre ayrılarak tahsil edilmesi gerektiği tavsiye edilmekteydi[195]. Mahallindeki bürokratların devlet merkezine yapmış oldukları yukarıdaki idarî değişiklikleri içeren tavsiyelerin yerine getirilmiş olduğu açıktır. Çünkü 1860’lardan sonra bahsi geçen Boynuinceli ve Şerefli aşiretlerine mensup cemaatlerin meskûn oldukları sahada artık birer nahiye olan ve Aksaray Kazası’na bağlı olan Hacıahmedli, Saları, Kurutlu, Şerefli ve Ekecik adları mevcuttur. Böylelikle Boynuinceli adı ile birlikte eskiden her biri cemaat veya aşiret adı taşıyan bahsi geçen tarihî topluluk adları da tarihe karışmıştır.
Sonuç
1841’de kaza statüsü elde ederek Aksaray, Koçhisar, Nevşehir ve Arapsun gibi önemli bir yapıya erişip Niğde Sancağı’na bağlanan Boynuinceli Aşireti, aşiret idaresinden kaza idaresine geçerken gerekli olan zihniyet değişimini yapamadığından; yani kazayı idare edenler onu aşiret gelenekleri dairesinde idare etmeye devam ettiklerinden, 1845’te aşiretin kaza olma statüsü elinden alınarak, kazadan geriye kalan köyler ise çevredeki kazalara (Kırşehir, Aksaray, Nevşehir) bağlanmıştır. Bu sefer Boynuinceli Kazası ileri gelenleri ile Şerefli Aşireti ileri gelenleri iki adet dilekçe (mahzar) ile devlete başvurmuşlardır. Başvuruda, Boynuinceli ve Şerefli aşiretlerinin idareleri ve vergilerinin lâyıkıyla toplanabilmesi için bir müdürlük etrafında birleştirilmelerini talep etmişlerdir. Ancak, bu talep karşılık bulmamıştır[196]. Talepleri artık vilayet (Konya) idaresince dikkate alınmayan aşiret, bu tarihten 1860’lara kadar ser-muhtarlık adı altında, eskiden kethüdalık veya kâhyalık görevinde bulunan kimseler tarafından idare edilmeye başlanmıştır. Bu süreçte aşiretin meskûn olduğu köyler peyder pey Kırşehir, Nevşehir, Koçhisar ve Aksaray kazalarına bağlanarak iyice ufalanmıştır. Boynuinceli Aşireti’ne mensup cemaatlerden Aksaray Kazası’na ise Kızılırmak’ın güneyinde kalan kısmı düşmüştür. Bu kısım, şimdiki Kızılırmak’tan Yeşilova İlçesi’ne kadar uzanan sahadan ibaret olup, burada Hacıahmedli Aşireti ile Saları ve Kurutlu cemaatleri meskûndu.
Aksaray sahasındaki aşiret veya cemaatlerin gerek kaza ve gerekse ser-muhtarlık olarak idare edildiği zamanlarda kötü idare edilmeleri, idare edilen halkın idare edenlere dönük şikâyetlerinin eksik olmamasına; dolayısıyla da Aksaray ve Niğde idarecilerinin devlete başvurarak kaza ve ser-muhtarlık idarelerinin kaldırılmasını talep etmelerine yol açmıştır. Böylelikle bir zamanlar Orta Anadolu’nun en büyük nüfuslu aşiretlerinden biri olan Boynuinceli Aşireti’nin idarî anlamda müstakil olma durumuna ait ne varsa kaldırılmış; aşirete mensup köyler en yakınındaki kazalara bağlanarak, yüzü aşkın köyün sıradan köylere dönüşme süreci tamamlanmıştır. Bu durum, yani devletin 1691’de başladığı konar-göçer menşeli aşiretleri iskân ettirerek yerleşik hayata, ziraata alıştırma ve devamında aşiret mensuplarının diğer yerleşik ahali gibi makbul vatandaş olma sürecinin 1870’lere doğru tamamlanması anlamı taşımaktadır. Yaklaşık 200 yılı alan bu gayretin, hiç şüphesiz ahalinin memnuniyetine; yüzyıllardır aşireti idare eden hanedanların ise memnuniyetsizliklerine yol açmış olduğunu tahmin etmek güç değildir. Zira onların yüzyıllarca eskiye giden aşiret miri, kethüda ve kâhya olma konumları ortadan kalkmış; eğer kendilerini seçtirebilmişlerse, 1860’lardan sonra meskûn oldukları köylerde muhtarlık göreviyle yetinmek zorunda kalmışlardır. Böylelikle onlar, vergi ve askerlik gibi devlete karşı olan yükümlülüklerde, yüzyıllarca idarecisi oldukları ahali ile ilk kez eşit olmaya ve onlarla aynı muameleyi görmeye başlamışlardır.