Giriş
Genel anlamda Hıristiyan kiliselerin, Hıristiyan olmayan ülkelerde bu dini yaymak maksadıyla kurdukları müesseselere misyon, buralarda görev yapanlara ise misyoner denilmektedir. Hıristiyan misyonerleri esas itibariyle İncil’i öğretmek, Hıristiyan olmayanları bu dine kazandırmak veya Hıristiyanlığın belirli bir mezhebinden olanları da kendi mezheplerine dâhil etmek gayesiyle faaliyet yürütmüşlerdir.[1] Diğer taraftan, 19. yüzyılın başlarında sanayileşmesini tamamlayan ve bunun doğal bir sonucu olarak hem sanayileri için ihtiyaç duydukları hammaddeyi temin etmek, hem de ürettikleri mallara yeni pazarlar bulmak isteyen Batılı devletler için misyon kuruluşları büyük önem taşıyordu ve bu devletler, nüfuz etmek istedikleri bölgelerdeki misyonerlerin çalışmalarını destekliyordu. Bu şekilde bağlı bulundukları devletlerin desteğini yanında hisseden misyon kuruluşları da, bu destek mukabilinde onların ekonomik menfaatlerini temin etmek için gayret sarfetmişlerdir.[2]
Misyonerlerin faaliyet alanı olarak seçtikleri yerlerden biri ve belki de en önemlisi, Batılı kaynaklarda “Jerusalem” olarak geçen Kudüs’tür. Bölge, üç semavi dinin geleneğinde önemli bir yer tutan ve “kutsal toprak (Holy Land/Heilige Land)” olarak kabul edilen müstesna bir mekandır.[3] Kudüs bu özelliğinden dolayı yüzlerce yıl burada hakimiyet kurmak isteyenlerin mücadelelerine sahne olmuş ve nihayet 1516 yılında Osmanlı hakimiyetine girmiştir. Kudüs 1516 yılından 1917 yılına kadar, 1831-40 yılları arasında Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa’nın idaresi istisna edilecek olursa, yaklaşık dört yüz yıl Osmanlı idaresi altında kalmıştır.[4] Osmanlı idaresine girdikten sonra sakin bir yaşam alanı olan ve farklı dinlerin huzur içerisinde bir arada yaşadıkları bu kutsal şehir, 19. yüzyılın ortalarına doğru Avrupalı kilise mensuplarının, misyonerlerin, arkeologların ve hümanistlerin ilgi odağı haline gelmiş ve artık Batılı devletlerin nüfuz etmek için yarış içerisine girdikleri bir bölge olmuştur.[5]
1831-40 yılları arasında bölgeye hâkim olan Mehmet Ali Paşa’nın Avrupalı devletlerin desteğini almak amacıyla Filistin ve Suriye’yi Avrupa etkisine açması ve farklı din mensuplarına eşit şartları sağlaması, bölgede yeni kiliselerin inşasına ve misyon kuruluşlarının teşekkülüne ortam hazırlamıştı. Bu doğrultuda ilk olarak 1838’de Kudüs’te bir konsolosluk açan İngiltere’yi ilerleyen yıllarda Prusya, Fransa, Avusturya ve Rusya gibi devletler takip etti.[6] 1841 yılında Kudüs’te İngiliz-Alman Protestan Piskoposluğu’nun kurulmasıyla da “kutsal topraklar”, protestan misyonerlerin dinî ve kültürel yer edinme yarışının merkezi haline geldi. Artık Kudüs’te Batılı misyon kuruluşlarının sayı ve etkisi artmaya başladı. [7] Bu şekilde Osmanlı toprakları üzerinde daha fazla görülmeye başlanan Protestanlara Bâbıâli, 1845 yılında çıkarılan bir fermanla, Kudüs’te kendi kiliselerini açma izni verdi. Özellikle İngiltere ve Prusya gibi Batılı devletlerin girişimi üzerine 15 Kasım 1850 tarihinde Protestan cemaati resmen tanındı. [8]
Böylece Kudüs ve çevresi, daha evvel Katolik ve Ortodoks misyonerlerin çalışma alanı iken bu yıllardan itibaren başta Amerikan olmak üzere İngiliz ve Alman misyonerlerin hızla teşkilatlanıp faaliyet yürüttükleri bir bölge olmuştur. Bu Alman misyonerlerden birisi de teolog ve eğitimci Johann Ludwig Schneller (1820 Almanya-1896 Kudüs)’dir. Kudüs’te Alman nüfuzunun tesisinde büyük rol oynamış ve Protestan misyonerliğinin temsilciliğini yapmış olan J. Ludwig Schneller’in burada kurduğu Suriye Yetimhanesi, 19. yüzyılın ikinci yarısından Birinci Dünya Savaşı’na kadar devam eden süreçte, Yakın Doğu’daki Protestan misyon çalışmalarının en büyüğü olmuştu.[9] Bu noktadan hareketle, hem kurulduğu bölgede hem de Osmanlı topraklarında bulunan diğer misyon kuruluşlarını büyük oranda etkileyen Suriye Yetimhanesi, bu çalışmamızda detaylı bir şekilde değerlendirilecektir. Burada evvela Kudüs’teki ilk Alman misyon varlığı ve faaliyetleri ile yetimhanenin kurulup gelişmesinde büyük pay sahibi olan J. Ludwig Schneller’in hayatı hakkında kısa bir bilgi verileceketir. Çünkü onun görev yaptığı yerlerdeki izlenimleri ve buralarda kazandığı tecrübeler, yetimhanenin kuruluşu ve Protestanlık anlayışına göre gelişmesinde ona yol göstermişti. Yine, 1860 yılında sadece 9 çocuğun bakımı üstlenilerek kurulan yetimhanenin ilerleyen yıllarda yeni şubelerin eklenmesiyle yüzlerce çocuğa ev sahipliği yaptığı ve bu çocukların nasıl bir misyon disiplini içerisinde yetiştirildiği örneklerle açıklanacaktır. Ayrıca, yetimhaneye alınan çocukların hangi bölgelerden geldiği, çocukların temel ve meslekî eğitimi ile el sanatlarına dayalı olarak açılan atölyelerin durumu gibi hususiyetler hakkında bilgi verilecektir. Netice itibariyle, kuruluşundan itibaren devamlı gelişen ve 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde yüzlerce yetimin barındığı, atölyelerinde ve tarım işletmelerinde yüzlerce işçinin çalıştığı büyük bir kompleks durumuna gelen Suriye Yetimhanesi’nin Kudüs’teki Alman nüfuzu ve misyonerliği için taşıdığı önemi ortaya koymak, bu çalışmanın amacını oluşturmaktadır.
1. Kudüs’te Alman Misyonerliği’nin Başlaması ve Suriye Yetimhanesi’nin Kurulması
Kudüs ve çevresinde İngiliz ve Amerikan misyon kuruluşlarının etkisi daha 1830’lu yıllardan itibaren görülmekle birlikte Alman misyonerleri ise 19. yüzyılın ortalarına doğru bölgede varlık göstermeye başlamıştı. Almanların Osmanlı topraklarındaki misyonerlik faaliyetlerinin öncülüğünü, Berlin merkezli “Jerusalemsverein (Kudüs Birliği)” adlı teşkilat yapmış ve bu teşkilatın girişimiyle 1851 yılında Kudüs’te bir misyoner evi, akabinde de Hıristiyan hacıların ihtiyacını karşılamak üzere bir otel, bir hastahane ve çok geçmeden bir kız okulu açılmıştı. Bu tarihte Kudüs ve çevresinde yaşayan Alman sayısı sadece 20 kişiydi ve misyonerlerin çalışmasıyla bu sayı 1860’ların sonunda ancak 100’ü bulmuştu.[10]
Kudüs ve çevresinde sadece “Jerusalemsverein” değil, “Evangelische Bund (Protestan Birliği)”, “Deutsche Verein für Heiligeland (Kutsal Topraklar İçin Alman Birliği)”, “Palästinverein (Filistin Birliği)” ve “Diakonie (Kilise Hayır İşleri)” gibi Alman misyon kuruluşları başta okul olmak üzere, hastane, otel ve yetimhane gibi kurumlar açarak misyonerlik çalışması yürütmeye başlamışlardı. [11]
Bunların yanında Templer cemaati de, kutsal topraklarda Alman varlığının teşekkülünde önemli bir yere sahipti. Templer cemaati, Christoph Hoff mann’ın 1854 yılında Almanya’nın Ludwisburg kentinde kurduğu “Gesellschaft für Sammlung des Volkes Gottes in Jerusalem (Kudüs’te Tanrı Halkını Toplama Cemiyeti)” vasıtasıyla yaklaşık 8-10 bin dindar Alman’ın Kudüs’e yerleştirilmesini hedeflemiş[12] ve bu yöndeki çalışmalarını Osmanlı’nın yıkılışına kadar devam ettirmişti.[13]
Kutsal topraklarda Alman misyonerliğinin belki de en önemli temsilcisi ise Johann Ludwig Schneller’di. Onun kurduğu Suriye Yetimhanesi, bu dönemde Yakın Doğu’nun en büyük misyon kuruluşu olmuştu. Yetimhanenin kurulup gelişmesinde, J. L. Schneller’in Almanya’da aldığı eğitim ve edindiği tecrübelerin büyük bir etkisi vardı. Ailesinin karşı çıkmasına rağmen daha gençlik yıllarında misyoner olmaya karar veren J. Ludwig Schneller, 18 yaşında yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra çeşitli bölgelerde öğretmenliğin yanında vaaz vermeye de başladı. Boş zamanlarında Göppingen’de bulunan “Kinder Rettungsanstalt (Çocuk Yardım Kurumu)”a gidiyor ve burada çocukların idaresi ve eğitimleriyle ilgili bilgiler ediniyordu ki, bu bilgiler ona ileride kuracağı yetimhane çalışmalarında rehberlik edecekti. Misyon çevrelerinde isminin duyulması üzerine Basel (İsviçre)’deki “Pilger Missions Geselschaft (Hac Misyon Topluluğu)”dan Friedrich Spittler, onu St. Chrischona’da misyoner olmak isteyen gençlerin eğitimleriyle ilgilenmesi için İsviçre’ye davet etti. J. L. Schneller bu teklifi kabul etti ve böylece Protestan misyonerliğine ilk adımını atmış oldu. Buradaki yedi yıllık görevi esnasında, hac misyonunun yatılı öğrencileriyle ilgilendi. Onların yemek pişirmek, çamaşır yıkamak, ev temizlemek, yatak yapmak, odun kırmak ve su taşımak gibi gündelik işlerde yetişmelerini sağladı. [14]
Hac Misyonu Sekreteri Spittler, J. L. Schneller’in Kudüs’teki misyona bağlı “Brüderhaus (Papazlar Evi)”un bütün işleriyle ilgilenmesini istiyordu. Papazlar Evi’nin amacı, kutsal topraklarda büyük bir Hıristiyanlık değişimine öncülük edecek misyonerlerin yetiştirilmesini sağlamaktı. [15] Spittler, Kudüs’ten Habeşistan’a kadar uzanan bir hatta toplam 12 istasyon kurmayı planlıyordu. Bu istasyonlar hem Müslüman ve Yahudilerin Hıristiyanlaşmasına hizmet edecek, hem de Protestanlığın Afrika’da yayılmasına olanak sağlayacaktı. Böylece J. L. Schneller, Kudüs’teki Hac Misyonu’na bağlı Papazlar Evi’nin bütün işleriyle ilgilenmek üzere, 1854 yılının Ekim ayında eşiyle birlikte Kudüs’e geldi.[16]
Önce Almanya’da, sonra İsviçre’de çocukların eğitimiyle ilgilenirken edindiği tecrübelerinin Kudüs’te hayata geçirilmesinde, 1860-1861 Lübnan ve Suriye olayları J. L. Schneller için büyük bir fırsat oldu. Bilindiği gibi, 1860-61 yıllarında Lübnan ve Suriye’de meydana gelen olaylarda birçok Hıristiyan ölmüş, geride bakıma muhtaç çocuklar kalmıştı. [17] Bu durum misyonerleri hummalı bir şekilde yetimhane açmaya sevketti. İşte bu olayların devam ettiği sırada Kudüs’te bulunan J. Ludwig Schneller, Spittler’in de teşvikiyle 1860 yılının Ekim ayında Prusya Konsolosu G. Rosen ile Beyrut’a bir yolculuk yaptı. Onun amacı, Beyrut ve çevresinde meydana gelen olaylar nedeniyle yetim kalan çocukları toplayıp Kudüs’e getirmekti. Bu konuda Amerikalı misyonerlerden yardım talep etti ve onların yardımıyla Sayda (Sidon)’dan sadece 9 çocuğu Kudüs’e getirebildi. 11 Kasım 1860 tarihinde ise, misyoner arkadaşlarıyla birlikte “Suriye Yetimhanesi (Syrischen Waisenhaus)”ni kurdu.[18] J.Ludwig Schneller, yetimhaneye aldığı bu ilk çocukları Suriye bölgesinden getirdiği için ismini de bu bölgeye izafeten Suriye Yetimhanesi koymuştu.[19]
J. L. Schneller daha Kudüs’e gelişinin hemen ertesi yılında, yani 1855’te bir arazi satın almış ve üzerine bir hane inşa etmişti. 1860 yılında Beyrut ve çevresinden toplayıp getirdiği yetimleri de işte bu hanede barındırmaya başladı. [20] Ancak zamanla çocuk sayısı arttıkça yeni araziler satın alındı ve bu geniş arazi üzerinde yetimler için müstakil binalar inşa edildi. Yetimhane Kudüs’ün Yafa yolu olarak da bilinen kesiminde, Esseyyid Abdulkadir isimli bir Müslümandan satın alınan arazi üzerinde kurulmuştu. Ruhsat talebine dair arşiv kayıtlarında, yetimhanenin Kudüs-ü Şerif ’te vakıf (kerem’ül-vakf) olarak hazineye kayıtlı bir arazi üzerinde kurulduğu ve Alman tebaasından “Yohanna Yakob Şineller” adına kaydedildiği bilgisi yer almaktadır.[21]
J. Ludwig Schneller yetimhaneyi açar açmaz ilk işi Württemberg (Almanya) ve Basel (İsviçre)’deki arkadaşlarından yardım talep etmek oldu. Onun bu talebi karşılıksız kalmamış ve kısa zamanda ihtiyaç duyduğu para ve eşyalar Kudüs’e gönderilmişti. O aynı zamanda yakın çevreden yapılan bağışların toplanıp yetimhaneye iletilmesi amacıyla Kudüs’te bir de komisyon kurmuştu. Komisyon burada uzun süre yetimhanenin gerek Avrupa’dan gerekse çevre bölgelerden ihtiyaç duyduğu kumaş, gıda ve diğer ürünleri temin etmişti. Bu komisyon 1888’e kadar çalışmalarını yürüttü. Bundan sonra Protestanlığın kutsal topraklarda gelişmesi için Schneller’e göre, Alman toplumunun artık elini taşın altına koyması gerekiyordu ki, Stuttgart merkezli “Evangelische Verein für das Syrische Waisenhaus (Suriye Yetimhanesi için Protestan Birliği/Vakfı)” bu amaçla kurulmuştu. Kısa bir süre sonra vakfın merkezi Köln’e nakledildi. Kudüs’ün Osmanlı hakimiyetinden çıkışına kadar yetimhane bu vakıf tarafından desteklendi ve önemli kararların alınmasında vakfın aldığı inisiyatif etkili oldu.[22]
2. Yetimhanenin Gelişmesi ve Yeni Şubeler Eklenmesi
J. Ludwig Schneller, Suriye Yetimhanesi’ni kurduğu 1860 yılından yine bu görevi devam ettirirken hayatını kaybettiği 1896 yılına kadar kurumu idare etmişti. 1896 yılından Kudüs’ün İngilizler tarafından işgal edildiği 1917 yılına kadar ise yetimhaneyi büyük oğlu Theodor Schneller idare etti.[23] Diğer oğlu Ludwig Schneller ise Köln’de kurulan “Evangelische Verein für das Syrische Waisenhaus (Suriye Yetimhanesi için Protestan Birliği/Vakfı)”un yönetim kurulunda görev yapıyordu. Ludwig Schneller, daha sonra yine Köln’de, Alman toplumunda Suriye Yetimhanesi’ne karşı bir farkındalık oluşturmak amacıyla, “Evangelische Jerusalem Stiftung (Protestan Kudüs Vakfı)”u kurdu ve bu vakfın da idareciliğini üstlendi. Kızı Maria Schneller ise, yetimhane bünyesinde kurulan Kız Evi ve bu eve bağlı diğer işlerle ilgileniyordu. Dolayısıyla Suriye Yetimhanesi’ne “Schneller Okulu” veya yerel tâbirle “Madraset Şineller” denmesi ve kurumun bu aileyle özdeşleşmesi boşuna değildi.[24]
Yetimhaneye alınan yetim sayısı ilk yılın sonunda 41’e yükselmişti ve bu sayı her yıl artış gösteriyordu. Johann Ludwig Schneller’in daha fazla çocuğa ulaşma isteği, yetimhanenin devamlı gelişmesini gerektiriyordu. Bunun için sahip olunan arazilerin devamlı genişlemesi ve yeni binaların inşa edilerek kurumun geliştirilmesi, Schneller misyonunun en önemli hedeflerindendi.[25] Schneller ailesi, misyon çalışmaları için kutsal topraklarda araziye sahip olmanın değerini idrak etmiş olmalılar ki, hem satın aldıkları arazilerin kayıt altına alınması hem de sahip oldukları arazilere yenilerinin eklenmesi için her fırsatta bağlı bulundukları yabancı elçiliklerin yardımına başvuruyordu.[26] Osmanlı Devleti ise kendi toprakları üzerinde, yine devletin inisiyatifi ve desteğiyle kurulmuş olan yabancı devletlere ait bu tür müesseselerin kanun ve nizam çerçevesinde faaliyet yürütmesini istiyordu. Oysa bağlı bulundukları devletin Osmanlı topraklarındaki kolonisi gibi hareket eden bu kurumlar devletlerarası anlaşmazlıklara da kapı aralıyordu.[27] Buna rağmen yetimhane idaresi, taleplerinin daha çabuk halledilmesi maksadıyla Kudüs Alman Konsolosluğu ve Alman Sefareti’ni bu meselelere dâhil etmişti. Neticede Osmanlı Devleti’nin bu dönem Almanya ile olan yakın ilişkilerinin de etkisiyle, yetimhanenin hemen bütün talepleri yerine getirilmiştir.[28]
1860 yılında kurduğu yetimhanede burada kalacak çocukların dindar bireyler olarak yetişmesini amaçlayan J. Ludwig Schneller 1861’de yayınladığı “Suriye Yetimhanesi Nizamnâmesi”nde misyon anlayışını ve pedagojik yaklaşımını şu şekilde açıklamıştı: “Evimiz toplumdaki kimsesiz fakir çocukları Tanrı’ya, kiliseye ve topluma faydalı bireyler olarak yetiştirecek bir eğitim yuvasıdır”.[29] Oğlu Theodor Schneller, yetimhaneye alınacak ruhsat için Osmanlı makamlarına kurumun Alman devleti himayesi altında olduğunu[30] ve “bilâ tefrik din ve mezhep (din ve mezhep ayrımı)” gözetmeksizin bütün çocukları kabul edeceğini ifade etmişti.[31] Yine Remle Belediyesi’nden kiralanan 6 bin dönüm büyüklüğündeki arazinin tamamen kendilerine satışı ile ilgili Alman Sefareti’nden Hâriciye Nezâreti’ne gönderilen 22 Şubat 1905 tarihli bir yazıda, yetimhanenin 50 seneden beri “makâsıd-ı insâniyetkarâneyi tâkib etmekte” olduğu, Schneller ailesinin hâlis niyetlerle hareket ettikleri ve bu iyi niyetten bölgedeki devlet görevlilerinin dahi şüphesi olmadığı gibi ifadelere yer verilmişti.[32] Ancak Schneller ailesinin Kudüs ve çevresinde uygulamak istediği misyonun içeriği, Almanya’daki Protestan misyon çevreleri ile Schneller ailesi arasında vukû bulan yazışmalara yansımaktaydı. Örneğin 1897’de Almanya’dan Voller Stolz tarafından Theodor Schneller’e gönderilen bir mektupta şu ifadeler yer alıyordu:
“Bu büyük kompleks (Suriye Yetimhanesi), evlerin geleceği için daha fazla çocuğun bakımını sağlamakla sınırlı kalmamalı, hatta bütün Filistin’de misyon müessesesinin varlığı adına da büyük görevler îfâ etmelidir. Buraya (evin çevresine) yıldan yıla birçok Protestan Arap aileler yerleştirilmelidir. Bunlar kilise ve Suriye Yetimhanesi çevresinde kader birliği içerisinde yaşamalı ve daima büyüyen, genişleyen aileler teşkil edilmelidir. Bu cemaat üyeleri ekmeklerini ve kazançlarını Kudüs’ün endüstri hayatından ve Suriye Yetimhanesi’nin endüstri işletmelerinden temin etmelidirler”.[33]
J. L. Schneller yetimhaneyi kurarken Kudüs ve çevresinde bir Protestan Arap topluluğu oluşturma fikrine sahipti. Onun nihai hedefi , kutsal topraklarda Almanya’nın himayesi ve Alman Piskoposluğu’nun yönetimi altında Arap Protestan Kilisesi kurmaktı. Bunu temin etmek için, bölgede daha uzun yaşayacak ve birbirine sıkı sıkıya bağlı ve uyumlu hareket edebilecek bir Protestan cemaati kurulmalıydı. Bu hususta ne yapması gerektiği ile ilgili farklı öneriler oluyordu. Ancak bunlar içerisinde ona en makul geleni bir Rus misyonerden aldığı tavsiyelerdi. 1872’de Rusya’dan Kudüs’e gelen misyoner dostu ona Kudüs’te oluşturacağı müesseseyi bir “Protestan Bölgesi (kolonisi)” şeklinde düzenlemesini ve kız evlerinde kalan çocuklarla (bunlara Alman kökenli diğer Protestan misyoner grupları da dâhil) erkek öğrencileri evlendirerek örnek bir toplum oluşturmasını tavsiye etmişti. Bu tavsiye üzerine J. Ludwig Schneller, kutsal topraklarda Protestan misyonerliğinin en büyük müessesesini kurmak için araziler satın almış ve çalışmalarını bu istikamette yürütmüştü. İşte Güney Akdeniz’de Yafa’dan Yahudi Dağı’na kadar olan geniş arazinin satın alınarak yetimhaneye ait binaların merhale merhale inşası, belirtilen amaçlara matuf çalışmalardı. [34]
J. L. Schneller başlangıçta yetimhaneye sadece fakir ve kimsesiz çocukları alıyordu. Ancak ilerleyen zamanlarda, hem bu telkinlerin hem de Stutgart/Köln merkezli misyon çevrelerinin etkisiyle, Kudüs’te bir Protestan Arap orta sınıfı oluşturulabilmesi için yetimhanede zengin ailelerin çocuklarına da yer verilmesi gerektiğini anlamıştı. Bunun için yetimhaneye 1870’li yıllardan itibaren zengin ve kültürlü Arap ailelerin çocuklarını da almaya başladı. Ona göre, ancak bu şekilde bölge halkının davranışlarında istenilen yönde bir değişim sağlanabilirdi. Bu okullarda aynı ortamı paylaşan fakir ve kimsesiz çocuklarla zengin ailelere mensup çocuklar, hayalindeki toplumu inşa edebilirdi.[35]
Bilindiği gibi, 1869 tarihli Maârif-i Umûmiye Nizamnamesi’ne göre yabancı bir devlet adına açılacak eğitim kurumlarına ruhsat alma mecburiyeti getirilmişti. Bu düzenlemeden evvel yabancılar herhangi bir zorlukla karşılaşmadan diledikleri mahalde ve şartlarda bu tür kurumları açabilmişlerdi. Ancak ilgili düzenlemenin 129. maddesi gereğince artık bu kurumların ruhsat alması gerekiyordu.[36] Suriye Yetimhanesi ilk yıllarda çocuk sayısına bağlı olarak küçük evlerde hizmet verdiğinden ne mahallî ne de merkezî idarenin herhangi bir baskısına maruz kalmamıştı. [37] Ancak bu geniş arazi üzerine yeni binalar eklendikçe ve bir de yetimhanenin ana binası olarak bilinen bölümü oldukça büyük bir şekilde (cesîm) inşa edilince, dikkatleri üzerine çekmiş ve ruhsat alma lüzumu ortaya çıkmıştı. Kudüs Alman Konsolosluğu tarafından Kudüs Mutasarrıflığı aracılığıyla Şûrâ-yı Devlet’e yapılan müracaatta, Suriye Yetimhanesi’nin çevrili olduğu alanın toplam 40.233 zira’ (yaklaşık 23.000 m2) büyüklüğünde, arazi üzerine inşa edilen binanın ise 117-13 metre genişliğinde olduğu (bina izin alınmadan inşa edilmişti) ve geniş bir alanın da talebenin teneff üste vakit geçireceği mahal olarak ayrıldığı belirtilerek ruhsat talebinde bulunulmuştu. Yetimhanenin bitişiğinde bir de iki katlı ve toplamda sekiz odalı yetimhane idarecisine mahsus hane mevcuttu.[38]
Kudüs Suriye Yetimhanesi 1880’li yıllardan itibaren öylesine gelişti ki yetimhane binası, bünyesinde müzeden kiliseye, matbaadan fırına, terzihaneden marangozhaneye kadar birçok mekanı barındırıyordu.[39] 1884 yılında yetimhanenin farklı birimlerinde çalışan personel sayısı 413 kişiyi bulmuştu. Örneğin bu personelin 12’si öğretmen, 21’i atölyelerde üretilen ürünlerin satışıyla ilgilenen esnaf ve bakkal, 3’ü eczacı ve doktor, 6’sı tercüman ve rehber, geri kalanı ise büyük oranda atölyelerde çalışan işçi ve gündelikçilerden oluşuyordu. 1886 yılında kuruma ilk defa gözleri görmeyen yetimler kabul edildi. İlerleyen yıllarda bu çocuklar için derslik ve atölyeler açıldı. [40]
1896 yılında yetimhanenin idaresini Theodor Schneller alınca yetimhane genişlemeye devam etmiş ve birbiri ardınca yeni bina inşa izni başvurusunda bulunulmuştu.[41] İnşa edilmek istenen binaların büyük olması, 1884 yılında çıkarılan ve Yahudilerin Filistin’e yerleşmesini yasaklayan talimat uyarınca,[42] bu binalara Yahudi göçmenlerin yerleştirileceği düşüncesini uyandırmıştı. Üstelik Kudüs Mutasarrıflığı, kesinlikle inşa ruhsatı verilmemesi yönünde görüş beyan etmiş olmasına rağmen Şûrâ-yı Devlet, bölgeye Yahudi göçmeni girişinin yasak olmasından dolayı böyle bir ihtimalin bulunmadığını belirterek inşaata ruhsat verilmesini kararlaştırmıştı. [43]
Yetimhane açıldıktan sonra burada kalan Hıristiyan çocuklar pazar günleri ayine katılmaları için şehirdeki diğer Protestan Kiliselerine götürülüyorlardı. Ancak yetimhanenin imkanları genişleyip yeni binalar inşa edilince ana binada bir de kilise açıldı. Kilise aynı anda 400 kişinin ayine katılabileceği büyüklükteydi. Her pazar düzenli olarak Arapça, 14 günde bir de Almanca ayin yapılıyordu. Aynı şekilde kilisede akşam duaları da Arapça yapılıyordu.[44] J. Ludwig Schneller Kudüs’e geldiğinde Arapça öğrenmeye başlamış, daha sonra dile hâkim bir seviyeye gelmişti. Onun için bu Arapça ayinleri de kendisi yönetiyordu. Babasının ölümünden sonra ise ayinleri Theodor Schneller idare etmeye başladı. 1884 yılında kurumda görev yapan 4 vaiz ve Protestan papazı vardı. Kurumdaki kilise ve Hıristiyan öğretileri, J. L. Schneller’e göre yetimhanede verilen hizmetin merkezinde yer almaktaydı. [45]
Kurumda bir de, hem çevre kültürüne dair bir farkındalık oluşturmak amacıyla yetim çocukların, hem de kutsal toprakları ziyarete gelip yetimhaneyi de görmek isteyen Avrupalı hacı adaylarının gezebilecekleri müze bulunuyordu. Müzede topraktan yapılmış eşya ve çiftliklerde kullanılan aletler sergileniyordu. Ayrıca kutsal topraklarda bulunan ve içleri defi neciler tarafından boşaltılmış eski tabut formları ile eski müzik aletleri de müzede sergilenen diğer eserlerdi.[46]
19. yüzyılın sonlarına doğru Kudüs Suriye Yetimhanesi’ne Anadolu’dan, Afrika’dan ve çevre bölgelerden gelen yetim sayısı artınca, Kudüs çevresinde yeni şubeler açma lüzumu ortaya çıkmıştı. Bu istikamette ilk adım daha 1885 yılında, Yafa Kazası’na bağlı Remle Belediyesi’nden Kudüs’teki yetimhanede kalan çocukların ziraat talimi için altı bin dönüm genişliğindeki bir araziyi 40 seneliğine kiralamak suretiyle atılmıştı. Schneller ailesi bu arazi üzerine herhangi bir bina inşa etmeyeceklerini ve amacı dışında kullanmayacaklarını Remle Belediye Dairesi’ne taahhüt etmelerine rağmen 1892 yılında 120 odalı bir bina inşa etmek için ruhsat talebinde bulunmuşlardı. [47] Dâhiliye Nezâreti ise bu talebin araziyi kiralarken yapılan mukaveleye aykırı olduğu gerekçesiyle kabul edilemeyeceğini bildirdi. Mukavelede, kira süresince arazi üzerine yapılacak binaların değeri, sözleşmenin bitimiyle birlikte Belediye Dairesi tarafından kiralayan şahsa ödenecekti. Dolayısıyla böylesine büyük bir binanın değeri yüksek olacağından belediye bu bedeli ödemekte zorlanacaktı. [48] Osmanlı idarecileri meseleyi kanunlar ve belediye ile yetimhane idarecileri arasında imzalanan mukavele çerçevesinde çözmeye çalışmasına karşın, Schneller ailesi arazi üzerinde daha rahat bina inşa edebilmek için burasının tamamen kendilerine satılmasını talep etmişti. Bu talebin normal şartlarda yerine getirilmeyeceğini anlayan Theodor Schneller, araziyi satın alabilmek için Alman Sefâreti’ni de meseleye dâhil etti. Alman Sefâreti’nden 8 Ocak 1905 tarihinde Hâriciye Nezâreti’ne gönderilen arzuhalde Remle Belediyesi’nden kiralanan ve “Birsalem” olarak bilinen bölgedeki arazinin Schneller ailesine “münâsib bir fiyat ile sûret-i kat’iyyede bey’ ve füruht (satış)” edilmesini talep etmişti.[49] Hâriciye Nezâreti ise Schneler ailesinin 50 senedir hayır işleriyle anıldığını, talep edilen arazinin ilgili belediye dairesince de uygun görüldüğü takdirde Schneller ailesine satılabileceğini, Alman Sefâreti’nin de bu yönde ısrar ettiğini belirten bir yazıyı Sadâret’e göndermişti.[50] Arazi ile ilgili bu yönde yazışmalar devam ederken 1906 yılında Sadâret’ten Dâhiliye, Hâriciye, Mâliye, Defter-i Hâkanî ve Evkâf-ı Hümâyun Nezâretlerine gönderilen yazıda bu arazi üzerinde kurulmak istenen yetimhaneye ruhsat verildiği ifade edilmişti.[51]
Schneller ailesi yetimhaneye ruhsat almakla kalmamış, kısa bir süre içerisinde bizzat Alman Kayzeri’nin tavassutuyla arazinin de kendi üzerlerine kaydedilmesini sağlamışlardı. Böylece Suriye Yetimhanesi’nin ilk şubesi Birsalem’de “Philistäische Waisenhaus (Filistin Yetimhanesi)” adıyla kuruldu. Birsalem, Hıristiyanlar tarafından İsa Peygamberin havarilerinin yaşadığı yer olarak görülmesi itibariyle misyonerler tarafından değer verilen bir yerdi. Ayrıca Akdeniz kıyısına yakın ve arazisinin düz olması tarımsal faaliyetler için önemini artırıyordu. Schneller ailesi, bu altı bin dönümlük arazide Kudüs’teki yetimlerin uygulamalı ziraat eğitimi almalarını istiyordu. Ancak onların asıl gayesi, bu geniş arazide üretilecek portakal, zeytin, üzüm, elma, limon, şeftali, badem ve kavunlardan yetimhanenin ihtiyaçlarını karşıladıktan sonra Avrupa’ya ihraç edilerek bir gelir kalemi oluşturulmasıydı. Bunlara bir de, Kudüs Yetimhanesi’nde barınan yüzlerce çocukla işletmelerde çalışan personelin günlük ekmek ihtiyacı için gerekli olan buğdayın büyük oranda Birsalem’den karşılanıyor olması eklenince, bölgenin Schneller ailesi için önemi daha iyi anlaşılacaktır. Nihayetinde, Birsalem’deki arazi üzerinde hem bir yetimhane kuruldu hem de bir tarım işletmesi oluşturuldu.[52]
Suriye Yetimhanesi’nin ikinci şubesi, yine Hıristiyanlarca İsa Peygamberin memleketi olarak kabul edilen Nasıra’da, şehrin kuzeyinde yer alan Galile Dağlarının ismine nispetle “Galiläischen Waisenhaus (Galile Yetimhanesi)” adıyla kuruldu. Kudüs’teki yetimhaneye Nasıra bölgesinden 40-50 yetimin gelmesi, burada da bir yetimhane açılmasını gerekli kılmıştı. 1910 yılında şehrin dağlık kesiminden bir arazi satın alındı ve yetimhanenin inşasına başlandı. Yetimhane inşa edildi ancak idarî makamlardan ruhsat alınması hususunda yine Alman yöneticileri araya girdi. Neticede yetimhaneye ruhsat 1914 yılında verildi.[53] Yetimhane’de yaklaşık 60 çocuk barınıyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda bölge İngiliz işgaline uğrayınca (1917), yetimhane arazisi Amerkalılara verilmiş, onlar da bu yetimhaneye Ermeni yetimleri yerleştirmişti. Yetimhanenin bünyesinde bir ilkokul ile eğitim verilen ve ticarî üretim yapılan bir tarım ünitesi vardı. [54]
3. Yetimhaneye Alınan Çocuklar
Johann Ludwig Schneller yetimhaneyi “kurtuluş evi” olarak adlandırıyordu ve yetimhaneye giren çocukların yeni bir kimliğe sahip olarak buradan ayrılmalarını istiyordu. Ona göre Suriye Yetimhanesi sadece sosyal bir ortam değil aynı zamanda Hıristiyan inancınına bağlı olanların sesinin duyurulacağı mekanlar da olmalıydı. İşte bu düşüncelerle kurulan yetimhaneye ilk yılın sonunda 41 yetim alınmıştı. [55] Yetimhaneye alınan çocuk sayısı devamlı artış göstermiş ve 1870 yılında bu sayı 70’e, 1877 yılında ise 210’a ulaşmıştı. [56]
J. L. Schneller 1877’de, yetimhanenin kuruluşundan 17 yıl sonra, ilk defa bir öğrenci istatistiği hazırladı. Biraz evvel de belirttiğimiz gibi, bu yıla kadar yetimhanede 210 çocuk kalmıştı. Bunlardan 90’ının hem annesi hem de babası yoktu. Ayrıca 61 çocuğun sadece annesi, 46 çocuğun ise sadece babası vardı. 1877’ye kadar yetimhanede kalan bu 210 çocuktan 88’i çevre bölgelerden, 64’ü küçük esnaftan, 20’si yoksul kesimden, 16’sı tüccarlardan, 12’si eğitimli ailelerden, 10’u da sahipsiz ve Afrika bölgesinden gelen çocuklardan oluşuyordu. Yetimhaneye alınan çocukların sağlık durumuna gelince, 210 çocuktan 148’i genel olarak sağlıklıydı. Bunlardan 60’ı tüberküloz, 2’si keldi. Hasta olan çocukların tedavisi Kudüs’teki Alman misyon hastanelerinde yapılıyordu.
Yetimhaneye gelen çocukların %50’sini Filistin bölgesinden, %30’unu Suriye’den, %7’sini Afrika (Orta Afrika, Mısır ve Habeşistan)’dan, geri kalanını ise Anadolu’dan gelenler (Ermeniler dâhil) oluşturuyordu. Yetimhanede kalan çocuklardan 4’ünün herhangi bir dinî mensubiyeti bulunmazken 32’si Müslüman, 174’ü Hıristiyandı. Bu Hıristiyanların da 29’u Katolik, 29’u Marûni, 87’si Ortodoks, 8’i Kıptî, 1’i Ermeni ve 19’u Protestan’dı. [57]
Yetimhaneye gelen çocuklardaki bu inanç ve mezhep çeşitliliği, ilerleyen yıllarda Protestan mezhebi lehine değişecekti. Ancak bunlardan daha önemlisi yetimhaneye alınan Müslüman çocuklara uygulanan muameleydi. J. L. Schneller’in bölgede örnek bir Hıristiyan yaşantısını hâkim kılma isteği, yetimhaneye gelen Müslüman çocukların da, Hıristiyan öğretilerine göre yetiştirilmeleri ve neticede Protestan olmaları düşüncesini kapsıyordu. Müslüman çocuklar, pazar ayinleri ve günlük dualarda diğer Hıristiyan çocuklarla aynı ortamda tutuluyordu. Böyle yapılması, Schneller’in ifadesiyle, “çocukların taklit yoluyla cesaretlendirilmesi” ve Hıristiyanlığa kazandırılması için gerekliydi. Öyle ki, yetimhaneyi ziyaret edenler, J. Ludwig Schneller’i misyon çalışmalarında en fazla mutlu eden hususların başında Müslüman bir çocuğun din değiştirip vaftiz edilmesi için yapılan merasimlerin geldiğini belirtmekteydiler. Yetimhanede farklı dinden olan çocukların Hıristiyan yapılması ve Hıristiyanlığın diğer mezhebinden olanların da Protestanlığa kazandırılması çalışmaları, misyon içerisinde burasının bir “Protestan kurumu” olduğu yönündeki söylemi doğruluyordu. Yetimhanede verilen din eğitimi neticesinde daha 1863’te, yetimhanenin kuruluşundan üç yıl sonra, öğrencilerden dördü kilisede yapılan ayinle Protestanlığa geçmişti.[58]
Misyonerler Osmanlı topraklarına gelirken Osmanlı Devleti’nin tepkisini çekmemek için başlangıçta Müslümanların Hıristiyanlaştırılması hususuna mesafeli yaklaştılar. Ancak 19. yüzyılın ikinci yarısında, özellikle 1880’li yılların başından itibaren gerek merkezî otoritenin zayıflaması, gerekse taşra ile merkez arasında meydana gelen koordinasyonsuzluktan yararlanarak Müslümanlar arasında da yoğun bir şekilde çalışmaya başladılar. J. Ludwig Schneller Kudüs’e geldiğinde misyon çevresindeki arkadaşları ona bir Hıristiyan mahallesinde oturması yönünde telkinlerde bulunmalarına rağmen o, bir Müslüman mahallesinde ikamet etmeye başlamıştı. Bu durum onun misyon çalışmalarında Müslümanlara ayrı bir önem vereceğini gösteriyordu. Nitekim Anadolu’daki Alman yetimhaneleri ile kıyaslandığında Suriye Yetimhanesi’nde daha fazla Müslüman çocuk kalıyordu. J. L. Schneller Müslüman çocukların Protestanlaştırılmasına ayrı bir ehemmiyet verse de, bu konuda büyük bir başarı elde edemediği gibi Müslüman halk arasında misyonerlere karşı tepki de oluşmaya başladı. [59] Üstelik II. Abdülhamid Müslüman çocukların misyoner okul veya yetimhanelere alınmaması yönünde taşra yöneticilerine kimi zaman uyarılarda bulunuyordu. Kudüs Mutasarrıflığı da bu uyarılara bağlı olarak Dâhiliye Nezâreti’ne gönderdiği bir yazıda, Müslüman çocuklara eğitim vermek amacıyla onları okullarına alan misyon kuruluşlarının bu çocukları daha sonra din değiştirmeye zorladıklarından bahisle, Kudüs ve çevresinde yabancılara kurum açma ruhsatı verilirken daha dikkatli davranılmasını talep etmişti.[60]
Bilindiği gibi, 1890’lardan itibaren Osmanlı coğrafyasında vuku bulan Ermeni tedhiş eylemleri nedeniyle birçok Ermeni yetim ortada kalmıştı. Bu yetimleri kendi misyonlarına dâhil etmek isteyen Batılı misyon teşkilatları büyük bir yarış içerisine girmişlerdi[61]. Misyonerlerin bu çalışmaları neticesinde topladıkları Ermeni çocuklarının sayısı o kadar çok arttı ki, artık Harput, Maraş, Van, Diyarbekir ve Urfa’daki Alman yetimhanelerinde yer kalmamıştı. Bu çocukları devletin uhdesine de vermek istemeyen misyonerler, burada yer bulamadıkları Ermeni yetimlerin büyük bir kısmını Kudüs Suriye Yetimhanesi’ne gönderiyorlardı. Örneğin daha 1896 yılında İstanbul Beyoğlu’nda bulunan ve Doğu bölgelerinden getirilen 32 Ermeni yetimi ile Maraş’tan toplanan 50 yetim Alman Hastanesi’nde çalışan bir hizmetlinin gözetimi altında Kudüs’e gönderilecekti.[62] Bununla ilgili Alman Sefâreti, bu yetimlerin Kudüs’e götürülmesi esnasında Halep Vilayeti’nin zorluk çıkarmaması ricasında bulunmuştu.[63] Meclis-i Vâlâ’da görüşülen bu talep uygun görülerek 82 yetimin Kudüs’e götürülmesine müsaade edilmişti.[64] Aynı yıl içerisinde Maraş’tan ilk seferinde 30[65], daha sonra 20 Ermeni yetim daha Kudüs yetimhanesine gönderildi.[66] 1898 yılında Siverek Karyesi’nden 5, Çermik Karyesi’nden 7, Adıyaman Kasabası’ndan 6[67]; ilerleyen aylarda yine Siverek’ten 21 Ermeni yetim Kudüs’e gönderildi.[68] 1899 yılında ise Mardin’den 18 yetim daha Kudüs’e gönderilmişti.[69] Ermeni yetimlerin bu şekilde Kudüs’e gönderilmelerini Alman Sefâreti yakından takip etmiş ve bu çocukların yetimhaneye ulaşmalarına Osmanlı makamları da pek zorluk çıkarmamıştır.[70]
Suriye Yetimhanesi sadece erkek çocuklara ev sahipliği yapmıyordu. Daha sonra kız çocukları için de bir “Kız Evi” inşa edildi. Aslında Kudüs’te kızların bakım ve korunması maksadıyla Alman Kaiserwerther Diakonie adlı misyoner kuruluşu tarafından bir Protestan Kız Okulu açılmıştı. Ancak burada sadece akademik eğitim veriliyordu. Kız çocukların ev ekonomisi, el sanatları ve ticaret eğitimi gibi alanlarda kapsamlı bir eğitim almaları, Suriye Yetimhanesi sayesinde olmuştu. Kız evlerinin bütün işleriyle J. L. Schneller’in kızı Marie ilgileniyordu.[71]
1911 yılına kadar yetimhanede toplam 1.169 çocuk kalmıştı. Bunlardan 11’i başka dinden Hıristiyanlığa, 376’sı ise Hıristiyanlığın diğer mezheplerinden Protestan mezhebine geçmişti. Protestan mezhebine katılanların büyük bir kısmı Ortodoks, Katolik, Gregoryan veya diğer Doğu Kilislerine mensup çocuklardı. [72] Birinci Dünya Savaşı yıllarında Suriye Yetimhanesi’nde kalan yetim ve çalışan sayısı toplam 500’ü bulmuştu. Ancak savaş şartlarında, yiyecek temininde yaşanan sıkıntılar nedeniyle durum biraz ağırlaşınca 250 çocuk yetimhaneden çıkarıldı. Bu yıllarda Birsalem’deki yetimhanede 40, Nasıra’daki yetimhanede ise yaklaşık 40- 50 civarında çocuk kalıyordu.[73]
4. Çocukların Eğitimi
a. Temel Eğitim
Yetimhane ilk kurulduğunda J. Ludwig Schneller’in okulla ilgili esaslı bir eğitim planı yoktu. Temel eğitim ve meslek eğitimiyle ilgili düzen zamanla oluşmaya başladı. Yetimhaneye çocuklar 6 yaşından itibaren alınıyordu ve Schneller için bu yaş çocukların eğitiminde ideal bir dönemi ifade ediyordu. Burada kurulmak istenen düzen, Württemberg’deki Protestan Halk Okulu ve Göppingen’de bulunan “Kinder Rettungsanstalt (Çocuk Yardım Kurumu)” örnek alınarak oluşturulmuştu. Buna göre temel eğitim (Elementarschule) 4 bölümden oluşuyordu ki, çocuklar ilk olarak bu eğitimden geçiriliyordu. Dersler Arapça ve Almanca dillerinde veriliyordu. Okulda dersler haftada 30 saatten ibaretti ve bir ders saati 60 dakika idi. Bir sınıfta başarılı olabilmek için yıl sonunda yapılan sınavda başarılı olmak gerekiyordu.
Okulda verilen dersler; dil eğitimi (Almanca, Arapça), yazı çalışmaları (Almanca, Arapça), tarih (İncil, Kilise Tarihi ve diğer konular), coğrafya (İncil, kroki, doğa tarihi, çizim), hesap (kafadan ve tahtada hesap yapma) ve müzikten (nota ile şarkı söyleme, kilise şarkıları öğrenme) oluşuyordu. Derslerde işlenen konulara 1880’li yıllardan itibaren geometri, Dünya Tarihi, Hayat Bilgisi ve Piyano Çalma Dersleri eklendi. Başlangıçta 4 yıl olarak belirlenen temel eğitim süresi, 1866’da 5’e, 1881 yılından itibaren de 6 yıla çıkarıldı. Okulda derslere önem veriliyordu ancak Schneller için akademik bilginin yanında eğitimin ayrı bir önemi vardı. Ona göre eğitimsiz öğretim faydasızdı ve bu anlayışını “eğitimsiz öğretim nihayetinde öğrenim almış dilenciler yetiştirir” şeklinde ifade etmişti.[74]
Yetimhane okulunda Alman ve Arap öğretmenler ders veriyordu ve ders yılı ilerledikçe derslerin içeriği artıyordu. İleriki sınıflarda İngilizce de derslere dâhil ediliyordu. Temel eğitimi bitiren çocuklar için önlerine iki seçenek konuluyordu. İsteyen ve yeteneği olanlar ortaokul (üst sınıflar ortaöğretim) diye tabir edebileceğimiz “Sekunderschule/Seminar/Lehrerberuf ”a devam edebileceği gibi, akademik başarısı düşük olanlar ise Sanayi Mektebi’ne devam edebiliyordu.[75]
b. Din Adamı ve Öğretmen Yetiştirme Okulu (Seminar/ Lehrerberuf)
Suriye Yetimhanesi’nde temel eğitimden sonra önem verilen diğer bir husus din adamı (papaz) yetiştirilmesiydi. Bu kurum, yetimhaneye ait okullar için gerekli olan öğretmenleri yetiştirdiği gibi akademik mesleklerin yolunu da açıyordu. Örneğin doktor, avukat veya yüksek okul öğretmenliği gibi meslekler için bu okulun vereceği eğitim önemliydi. Bu okulu kurarken örnek aldığı Württember Öğretmen Okulu’ndan farklı olarak J. Ludwig Schneller, Suriye Yetimhanesi’ndeki “Din Adamı Yetiştirme Okulu”nda sadece teoloji ve pedagoji dersleri vermiyor, aynı zamanda öğrencilere muhasebe ve işletme gibi dersleri hem teorik hem de pratik olarak öğretiyordu. Böylece yetimhaneye ait işletmelerde çalışacak personeli de yetiştirmiş oluyordu.[76]
Bu okul 1888 yılında kurulmuş ve yetimhanenin ihtiyaç duyduğu kalifiye elemanın yetişitirilmesinde önemli yer tutmuştu. Burada öğrenim gören çocuklara İngilizce ve Fransızca dilleri de mükemmel düzeyde öğretiliyordu. Okulda günlük 6 ders (sabah 4, öğleden sonra 2) veriliyordu ve ilk 2 derste genelde dinî konular anlatılıyordu. Sonraki dersler ise, öğrenci hangi mesleği seçecekse ona göre şekilleniyordu. Burada işletme eğitimi de veriliyordu. Okulda teorik eğitim alan öğrenciler, Kudüs’teki Alman firmalarında pratik (staj) yapma imkanı bulabiliyordu. Okula 15-18 yaş arası çocuklar kabul ediliyordu ve 3 yılın bitiminde yapılan sınavda başarılı olanlara diploma veriliyordu. Diploma alanlar öğretmen veya papaz olabileceği gibi Beyrut’taki Amerikan Üniversitesi’nde akademik öğrenimine devam edebiliyordu.[77]
Bu okulda okuyan öğrencilerle J. L. Schneller yakından ilgileniyordu. Hatta küçük çocuklar akşam istirahate gittiğinde Schneller öğretmen veya papaz olacak çocukları toplayıp onlara İncil’den dersler veriyordu. Onun gayesi, bu başarılı öğrencilerin günün birinde öğretmen, papaz veya işletmelerde görev alacak Protestan bir görevli olarak misyonerliğin bayraktarlığını yapmalarını sağlamaktı. En büyük hayali ise, yetişen bu Hıristiyan Arap çocukların ileride hemşehrileri olan diğer Araplar üzerinde misyonerlik yaparak yetimhaneyi bir koloni haline getirmekti.[78]
c. Meslek Eğitimi (Sanayi Mektebi)
Yetimhanede temel eğitimi bitiren öğrencilerin büyük bir bölümüne Sanayi Mektebi çatısı altında, ileride geçimini sağlayabileceği en az bir el işçiliğine dayalı meslek öğretiliyordu. Burada çocukların sadece iyi bir okul eğitimi alması istenmiyor, aynı zamanda yetimhaneden ayrıldıklarında günlük maişetlerini karşılayabilecekleri bir mesleğe sahip olmaları da hedefl eniyordu. Dolayısıyla Schneller’in misyon faaliyetleri herşeyden önce el sanatına ve tarım alanındaki uygulamalı eğitime dayanıyordu. Ona göre çocuklara bu el sanatları “Protestanlık anlayışı ve din formasyonu” çerçevesinde verilmeli ve 18 yaşına gelen çocuk hayatta artık kimseye yük olmamalıydı. Temel eğitimi tamamlayan çocuklar sistematik olarak meslek eğitimine tabi tutuluyordu. Öğrenilen bilgilerin uygulaması ise günde 8 saati bulan atölye çalışmaları ile mümkün oluyordu. Bu aşamada teorik dersler, ilkokul derslerinin devamı, muhasebe ve din derslerinden oluşuyordu. Bu eğitim süreci çocukların 12-15 yaş arasındaki dönemi kapsıyordu. Bundan sonra 18 yaşına kadar atölyelerde çalışan gençler için iki tecih vardı: İsteyen yetimhaneden ayrılıp istediği yerde çalışabilir veya yetimhaneye ait işletmelerde çalışarak hayatını devam ettirebilirdi. Her iki durumda da 18 yaşına gelen çocuk artık yetimhanede barınamazdı. [79]
Kudüs Suriye Yetimhanesi el işçiliği/sanatı alanında çocuklara tarım, bağ ve bahçe işleri dışında toplam 10 farklı alanda teorik ve uygulamalı eğitim veriyordu. Bunlar terzilik, tornacılık, kunduracılık, kiremitçilik/tuğla imalatı, marangozluk, nalbantlık/demircilik, çömlekçilik, matbaacılık, dikim ve fırın işleri idi. Daha sonra bunlara değirmencilik (buharla işleyen) ve makine tamirhanesi gibi kurumun ihtiyaç duyduğu birimler de eklendi. Örneğin terzihane, Almanya’da eğitim almış bir Arap usta nezaretinde işliyordu ve burada yetimhanede kalan çocukların hem okul giysileri dikiliyor hem de Kudüs ve çevresinden gelen siparişlere göre üretim yapılıyordu. Yine kiremithanede yılda 1 milyon delikli taş üretiliyordu ki bunların büyük bir kısmı sipariş üzerine yapılıyordu. Tuğlaların kurutulduğu odaların altında 2.200 m3 su alan bir de sarnıç bulunuyordu. Marangozhane ise yetimhanenin en büyük atölyesi idi. Burada yaklaşık 40 işçi çalışıyordu.[80]
Yetimhanenin bünyesinde yer alan bir diğer çalışma alanı da matbaaydı. Babasının ölümünden sonra yetimhanenin idaresine bakan Theodor Schneller, 1898 yılında burada açtığı matbaa için Osmanlı makamlarından ruhsat talebinde bulunmuştu. Yapılan incelemeler neticesinde matbaanın çalışmasında herhangi bir mahzur olmadığı anlaşılmış ve gözetim altında tutulması kaydıyla ruhsat verilmişti.[81] Matbaada sadece Almanca ve Arapça değil, İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve yerine göre İbranice, Rusça ve Çekçe kitaplar da basılıyordu. Kudüs bütün din ve dillerin buluştuğu yer olması nedeniyle matbaa, her türlü talebi karşılamaya çalışıyordu. Matbaada yetimhaneye gereken büro malzemeleri ile herşeyden önemlisi Arapça okul kitapları da basılıyordu. Burada çocuklara basım teknikleri öğretiliyordu ve farklı dillerde yapılan basımlar için matbaada bir uzman (spezialistentum) bulunuyordu.[82]
Meslek eğitimi içerisinde değinmemiz gereken önemli alanlardan birisi de tarımsal faaliyetlerdi. Özellikle Remle Belediyesi’nden kiralanan altı bin dönümlük arazi üzerinde (Birsalem) çocukların tarım alanında donanımlı bir şekilde uygulamalı eğitim almaları amaçlanıyordu. Bu arazi oldukça verimli olduğundan Schneller ailesi 40 yıllığına kiraladığı bu araziyi satın almak için çok çaba sarfetmişti. Daha evvel de belirttiğimiz gibi, Osmanlı yöneticileri Schneller ailesini arazinin satışı meselesinde Alman Sefâreti ve Kudüs Alman Konsolosluğu’nu işin içine katmadan doğrudan mutasarrıflık kanalıyla ve merkezî idare ile çözmelerini istiyordu. Schneller ailesi böylesine büyük ve verimli bir arazinin tapusunu, Alman Sefâreti’nin de çabalarıyla 20. yüzyılın başlarında almayı başarmıştı. [83] Bu arazide zeytinden portakala, elmadan limona kadar birçok tarım ürünü üretilip ihtiyaç fazlasının Avrupa’ya ihraç edildiğini yukarıda belirtmiştik. Nasıra ve Birsalem’deki tarım işletmelerinde üretilen meyvelerin büyük bir kısmı Avrupa’ya ihraç edilmek suretiyle önemli gelirler elde edilmişti. Bunlardan sadece Birsalem’deki 345 hektar büyüklüğündeki arazide yer alan 10 bin portakal ve meyve ağacından elde edilen meyve ve Yafa portakalının büyük bir kısmı Almanya’ya ihraç edilmişti. Bu ticaretten yetimhanenin, 1910 yılında 20 bin Frank gibi bir gelir elde ettiği [84] göz önünde bulundurulduğunda, hayır kurumu olarak kurulan yetimhanenin zamanla nasıl bir ekonomik işletmeye dönüştüğü anlaşılacaktır. Ayrıca, Birinci Dünya Savaşı yıllarında bölgede gıda temini konusunda büyük sıkıntılar yaşanmasına karşın buradan gelen buğday ve meyveler başta Kudüs olmak üzere Nasıra’daki yetimhanenin 1917 yılına kadar faaliyetlerini sürdürebilmesini sağlamıştı. [85]
Başlangıçta yetimlerin hayata hazırlanması amacıyla oluşturulan bu atölyeler giderek birer işletme haline gelmişti. Bu işletmelerde yetişen çocukların kalfalık ve ustalık eğitimine de önem verilerek bunlar için ayrı ayrı evler inşa edildi. Bununla birlikte, kutsal topraklarda örnek Protestan Arap toplumunun oluşturulmasında kırsal nüfusa önem verilmesi gerektiğini düşünen J. Ludwig Schneller, bu kesimi de üretime dâhil etmeyi düşündü. Bunun için kırsal nüfusun da hayatını devam ettirebileceği en az bir el işçiliği öğrenmesini istiyordu. Schneller misyonu bu konuda öylesine hummalı bir çalışma ortaya koydu ki, 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde yetimhane, Orta Doğu’nun en büyük meslek okulu ve atölyelerine sahip bir kurum haline geldi.[86] Dolayısıyla, yetimhaneye ait işletmelerde sadece çocuklara eğitim verilmiyor, bölgede yaşayan insanların da çalışmasına müsaade ediliyordu. Hem yetimhanede yetişen ve 18 yaşından sonra işletmelerde çalışmaya devam eden, hem de yetimhanede kalmadığı halde geçimini sağlamak üzere buradaki işletmelerde çalışanlar, Schneller misyonuna göre, Protestanlığın Kudüs’ten Nil’e kadar uzanan bölgedeki temsilcileri olmalıydı. Yetimhanenin de bulunduğu Kudüs’ün “Havariler Sokağı (Apostelstrasse /Yafa Yolu)”, ancak bu sayede Protestanlığın kutsal topraklardaki merkezi olabilirdi.[87] Bu yüzden yetimhaneden ayrılan çocuklarla irtibat kesilmiyor, belirli aralıklarla (yılda iki defa) ziyaret ediliyordu. Bu ziyaretlerden birini bizzat J. L. Schneller yaparken diğerini Arapça öğretmenlerinden veya eğiticilerden seçilen bir görevli yapıyordu. Dolayısıyla serbest kalan çocuğun misyonerlik bilinci canlı tutulmaya çalışılıyordu. Bazen bu gençler haftanın belirli günleri yetimhanede yapılan akşam toplantılarına çağrılıyor ve onlardan, küçük çocuklar için örnek teşkil edecek anektotlar anlatmaları isteniyordu.[88] Herhangi bir el sanatında becerikli olan çocuklar seçilerek Almanya’ya gönderiliyor ve alanlarında iyi bir eğitim almaları sağlanıyordu. Bu şekilde aldıkları eğitimle alanlarında uzmanlaşanlar tekrar Kudüs’teki işletmelere dönüyordu. Donanımlı bir şekilde gelen bu gençler, üretimde verimliliğin artmasına katkı sağlıyordu.[89]
d. Körler Okulu/Enstitüsü (Blindenanstalt)
Suriye Yetimhanesi’nin önemli bölümlerinden biri de körlere mahsus birimlerdi. J. Ludwig Schneller daha Almanya’da iken körler okulunda uzun yıllar teorik ve pratik eğitim aldığı için körlerin eğitimiyle ilgili kafasında bir plan bulunuyordu. Çevreden gelen istekler üzerine, yetimhaneye ilk defa 1882 yılında 8 kör çocuk alınmıştı. Çocuklar için bir öğretmen görevlendirilmiş ve büyük bir oda hazırlanmıştı. Bunlar diğer çocuklarla birlikte yemek yiyor ve aynı mekanlarda uyuyordu. [90] Bu düzen uzun yıllar böyle devam etti. Ancak bu çocukların düzenli bir okula sahip olmaları gerektiğine inanan J. L. Schneller önce körlerin çalışabileceği bir atölye kurarak işe başladı. Kısa bir süre sonra okuma, yazma ve coğrafya gibi derslerin öğretiminde yaşanan sıkıntılar nedeniyle bu çocuklar için Arap diline ve yazısına uygun Körler Alfabesi (Braillesche Punktschrift) geliştirildi. Bu alfabeyle basılacak kitaplar için yetimhaneye yeni baskı makineleri getirildi. Bu makinelerde okul kitapları basıldığı gibi, Arapça İncil ve Hıristiyanlığa dair diğer kitaplar da basılıyordu.[91]
1902 yılında ise Yetimhane Müdürü Theodor Schneller, içerisinde kız ve erkekler için ayrı okulların yer aldığı, yine bu okulların yanında matbaa ve el işleri atölyelerinin bulunduğu “Körler Enstitüsü”nü açtı. Burada çocuklar Lübnanlı bir eğitmenin idaresi altında eğitim görüyorlardı. Görme yetisini gençlik yıllarında kaybetmiş olan Solami ismindeki bu eğitici, Almanya’da aldığı eğitim sonrasında bu kurumda görevlendirilmişti. Enstitü gelişip de çocuk sayısı arttıkça alanında uzman eğiticilere daha fazla ihtiyaç duyuluyordu. Bunun için bazı öğrenciler, gözleri görmeyen çocuklara eğiticilik yapabilecek birikime sahip olmaları için seçilerek Almanya’ya gönderiliyordu.[92]
20. yüzyılın başlarında yetimhaneyi ziyaret eden H. Niemann, Körler Enstitüsü’ndeki izlenimlerini şu şekilde aktarmıştır: “Buradaki çocuklar körler alfabesiyle akıcı okuyabiliyor, bütün harfleri kağıt üzerine yontulmuş kalemle yazabiliyorlardı. Sınıfların duvarında asılı olan kabartma haritalarda coğrafya öğrenebiliyorlardı. Körlere ait bütün müesseselerde olduğu gibi, burada da körlerin melodi ve müziğe özel ilgilerinin olduğu gözleniyor”. Atölyelerde ise erkek çocuklar cilt fırçalama, sepet, paspas ve ip örme gibi çalışmalar yaparken kız çocukları yün ipliği örme eğitimi alıyordu.[93]
e. Yetimhanede Günlük Yaşam
Yetimhane kurulduğu ilk yıllarda çocuklarla eğiticiler (gözetmen/nöbetçi) aynı odalarda kalıyordu. Yeni binaların inşa edilmesiyle eğiticiler için ayrı odalar tahsis edildi. 1883 yılına kadar bütün çocuklar aynı yemekhanede yemek yerdi. Yetimhanede çocuk sayısı artınca kızlar, erkeler ve hatta körler grubu şeklinde bir ayrıma gidildi ve bunların yemekhaneleri ayrıldı. Çocuklar uykudan yaz aylarında sabah saat 5, kış aylarında ise saat 6’da kaldırılıyordu. Yataklar düzeltildikten sonra kahvaltı için yemakhaneye gidiyorlardı. Ancak bunun hemen öncesinde çocuklar ayakkabı ve giyim bakımından denetleniyordu. Kahvaltıdan önce ve sonra bütün çocuklar dua ediyordu. Kahvaltı sonrasında 6-14 yaş arası çocuklar ders için sınıflara, daha büyükler ise meslek eğitimi için atölye, büro veya tarımsal birimlere gidiyorlardı. Öğle yemeği, yine öncesi ve sonrasında dualarla, saat 12’de yeniyordu. O gün doğum günü olan veya derslerinde fevkalade başarı gösteren çocuklar, bir ödül olarak müdürün masasında oturabiliyordu. Yemekten sonra yine öğrenciler derse veya iş alanlarına dönüyordu. Dersi biten çocuklar saat 15’ten akşam yemeğine kadar avluda veya bahçede oyun oynayabilirdi. Büyük çocuklar ise saat 18’e kadar atölyelerde çalışmalara devam ederdi. Akşam yemeğinden önce açık havada dinî şarkılar söylenir, yemekten sonra ise okul çocukları ödevlerini yapardı. Yatmadan önce bir saatlik İncil dersleri olurdu. Küçük çocuklar saat 21’de yatakhanelere giderken din adamı veya öğretmen olacaklar J. L. Schnellerin gözetiminde 2 saat (misyon saati) ders yaparlardı. [94]
Hafta içi derslerin olmadığı öğleden sonraları ile cumartesi günleri bahçe temizliği yapılıyordu. Ayrıca domuz ahırının bakımını yapmak da büyük öğrencilerin görevleri arasındaydı. Pazar sabahı ayine kızlar ve erkekler birlikte katılıyordu. Öğleden sonra ise erkekler yine çiftlik veya bahçe işleriyle ilgilenirken kızlar el işleriyle meşgul oluyorlardı. [95] Hem baba (Johann Ludwig) hem de oğul (Theodor) Schneller yetimhanenin ev babasıydı (Hausvater). Haftada iki akşam yetimhaneden ayrılan çocukların da katılımıyla ev babası refakatinde bir toplantı yapılırdı. Burada misyon haberlerinden ve misyoner mektuplarından bilgiler aktarılır, Hıristiyanlık öğretileriyle ilgili kitaplar okunurdu.[96]
Sonuç
19. Yüzyılın ortalarından itibaren, Kudüs ve çevresinde başta hastane, okul ve kilise olmak üzere yetimhane, misafirhane ve bakımevi gibi hayır müesseseleri açan Alman misyonerler, bölgede bir Protestan Arap toplumu oluşturmak için gayret sarfetikleri gibi, Almanya’nın nüfuz sahasını genişletmek için de çalışmışlardı. Bunlardan birisi de Alman misyoner Johann Ludwig Schneller’di. J. L. Schneller, 1860 yılında burada kurduğu Suriye Yetimhanesi ile kutsal topraklarda Protestanlığın en büyük temsilcilerinden birisi olmuştur. Bu çalışmamızda, Kudüs’te Alman misyoner J. Ludwig Schneller tarafından kurulan Suriye Yetimhanesi’nin yıldan yıla büyüyerek 20. yüzyılın başlarında 325 çocuğun barınabileceği büyüklüğe ulaştığı, yetimhaneye başta Filistin ve çevre bölgeler olmak üzere Afrika ve Anadolu’dan da çocuk alındığı ve bu çocukların büyük bir kısmı Hıristiyanlığın farklı mezheplerine mensup iken burada verilen eğitim neticesinde bir kısmının zamanla Protestanlaştırıldığı ortaya konmaya çalışılmıştır. Yetimhaneye alınan Müslüman çocukların da din değiştirmeye zorlandığı, ancak bu durum karşısında gerek merkezî hükûmetin ve taşra idarecilerinin aldığı tedbirler ve gerekse bölgedeki halkın sert tepkisi neticesinde bunlardan çok az bir kısmının Protestanlaştırıldığı, hatta halkın tepkisi karşısında bu baskıdan kurtulmak için bazı Protestanlaştırılmış Müslüman çocukların Avrupa’ya gönderildiği ifade edilmiştir.
Kuruluşundan 1917 yılına kadar yetimhaneyi idare eden J. Ludwig Schneller ve oğlu Theodor Schneller, yetimhaneyi bir Protestan kurumu haline getirmişler ve Hıristiyan öğretilerini eğitimin merkezine almak suretiyle buradan çıkacak çocukların topluma birer misyoner olarak katılmalarını sağlamaya çalışmışlardı. Yetimhanede kız çocukları için evler açılması, ilerleyen yıllarda körlere mahsus ev, okul ve atölyelerin hizmete sokulması; yine yetimhane bünyesinde kurulan işletmelerde çevre bölgelerde yaşayan insanların çalıştırılması ki, bütün bu çalışmaların amacı, toplumun her kesimine ulaşmak ve Filistin topraklarında bir Protestan Arap orta sınıfının oluşmasını sağlamaktı. Burada çocuklara farklı alanlarda el işçiliği öğretildiği gibi onların tarımsal üretimde de tecrübe sahibi olmaları sağlanmış, özellikle Birsalem’deki arazide çocuklara uygulamalı tarım eğitimi verilmişti. Burada bulunan altı bin dönüm büyüklüğündeki arazide yer alan on bine yakın portakal, elma, incir, şeftali, kayısı ve diğer meyve ağaçlarından elde edilen ürünlerin büyük bir kısmı Almanya’ya ihraç edilmişti. Dolayısıyla bu çalışma ile kutsal topraklarda, misyonerlerin ifadesiyle “insanî maksatları takip etmek” gayesiyle kurulan bir yetimhanenin, 20. yüzyılın başlarına gelindiğinde ağaç işlerinden inşaat malzemelerine, giyimden tarımsal ürünlere kadar farklı alanlarda üretim yapan ve bunlardan büyük gelir elde eden bir “ekonomik işletme” konumuna geldiği tespit edilmiştir.
Kuruluşundan kısa bir süre sonra oldukça büyük bir kurum haline gelen ve zamanla bünyesine iki yeni şube (Nasıra ve Birsalem’de) daha eklenen Suriye Yetimhanesi, 1917 yılında Kudüs’ün İngiliz askerleri tarafından işgal edilmesiyle faaliyetlerine, geçici bir süre dahi olsa, son vermiştir. Çünkü İngiliz Generali Allenby Kudüs’e girince Suriye Yetimhanesi’nin ana binasına el koymuş ve burasını karargah olarak kullanmıştı. Allenby yetimhanenin diğer bölümlerini de “Das Amerikanische Rote Kreuz (Kızılhaç)”a devredince kurumun Müdürü Theodor Schneller bir süre sonra Almanya’ya dönmek zorunda kaldı. Kızlıhaç ise bir yıl sonra yetimhanenin idaresini yine bir Amerikan yardım kuruluşu olan “Near East Relief (Yakın Doğu Yardım Komistesi)”ne devretti.[97]