Giriş
Osmanlı Devleti’nde bebek ve çocuk ölümlerinin küçümsenmeyecek bir boyutta olduğu tahmin edilmektedir. Bu bağlamda 19. yüzyılda çocuk sağlığı alanında ilk olarak bir bütün halinde çocuk sağlığının farkına varılmış ve korunması için çaba sarf edilmiştir[1] . Mesela 1867 tarihinden itibaren yayınlanan Tuhfetü’tTıb adlı eserin “emrâz-ı sıbyân” (çocuk hastalıkları) başlığı altında bulunan bölümünde boğulma, sarılık, pişik, ağız ağrısı, göz ağrısı, yılancık, ishal, çıbanlar, boğmaca, çiçek, kızamık, kızıl ve kuşpalazı gibi çocuk hastalıkları hakkında bilgiler verilmiştir[2] . Bu hastalıklardan kuşpalazı hastalığı tarihte karabakma, kızılağrı, kuşboğan, kuşkuyruğu, Bretonneau hastalığı, Süryani ülseri gibi adlarla da isimlendirilmiştir[3] . Hastalığa difteri adını Brettoneua, ilk olarak 1826’da “dipherite” ve daha sonra 1865’te de dipfteria ismini teklif etmiştir[4] . Diphterite (deri) Yunanca bir kelime olup, bu isim Osmanlı belgelerinde % 99 “kuşpalazı” ve “difteri” olarak ifade edilmesine rağmen istisna da olsa bazı vesikalarda “difteriyâ” olarak da telaffuz edilmiştir[5] .
19. yüzyıl başlarında çocuklarda[6] ölümcül bir enfeksiyon nedeni olarak görülen kuşpalazı (difteri) hastalığı[7] , havaya yayılan mikroplarla bulaşmaktadır. Hastalardan damlacıklarla çıkan mikroorganizmaların kısa veya uzun zaman havada asılı halde kaldığı veya kuruyup toz haline gelerek havaya karıştığı ve solunum yolu ile bulaştığı[8] ayrıca hastalığın en fazla sonbahar ve kış aylarında görüldüğü tespit edilmiştir[9] .
Bu çalışmanın amacı 19. yüzyılda Osmanlı Devleti’nde difteri hastalığı ve mücadele konusunda Osmanlı Devleti’nin aldığı tedbirleri ortaya koymaktır. Hastalıkla ilgili yapılan bazı çalışmalarda hastalıkla mücadelede difteri serumu ve pülverizatörlerin rolü ile ilgili bazı veriler ortaya konmuşsa da hastalıkla mücadelede devletin karşılaştığı sıkıntılar, karantina vs. tedbirleri, şırınga, serum ve pülverizatörlerin temini ve taşraya sevkinin yeterli olup olmadığı gibi hususlar hala ortaya konmayı beklemektedir. Bu çerçevede Osmanlı Arşivi’nde difteri hastalığının konu edildiği muhtelif vakalara yönelik belge türleri tespit edilerek analiz edilmiş ve bunlardan hareketle Osmanlı Devleti’nin hastalıkla mücadelede karşılaştığı sıkıntılar ortaya konmaya çalışılmıştır.
Materyal ve Metot
Araştırma 19. yüzyıl sonları ve 20. yüzyıl başlarında Osmanlı Devleti’nin difteri hastalığı ile mücadelesini ortaya koymaktadır. Konu ile ilgili yayınlanmış literatür genelde dolaylı bilgiler veren araştırmalardan ibarettir. Nitekim tıp tarihi ile ilgili yapılan genel araştırmalar, süreli yayınlar tek tek taranmış ve buralarda difteri hastalığı ile ilgili çok az veri tespit edilebilmiştir. Bu nedenle araştırma, İstanbul’da bulunan Başbakanlık Osmanlı Arşivi’ndeki muhtelif difteri hastalığı vakalarını konu alan orijinal vesikaların tespit ve analizi ile ortaya konmaya çalışılmıştır. Bu bağlamda çalışmamızda Osmanlı Devleti’nin difteri hastalığı ile mücadele yöntemleri, muhtelif vakalar dikkate alınarak, “çevreye, halka ve tedaviye yönelik koruyucu sağlık önlemleri” açısından değerlendirilip ayrı ayrı kategorize edilerek ortaya konmaya çalışılmıştır.
Araştırmanın hazırlanması uzun bir süreç gerektirdiğinden, özellikle ilk yıl arşivden belgeler temin edilerek transkripsiyonlar yapılmış, daha sonraki dönemler ise belgelerin analizi ve araştırmanın yazımına ayrılmıştır.
A. HASTALIĞIN BELİRTİLERİ
1847’de Virrchow, membranı tarif etmiş, 1869’da Trendelenberg difterili materyalden eksperimental olarak hastalığı husule getirebilmiş[10], Alman hekimi Edwin Klebs 1883’te difteri mikrobunu mikroskopla görmüş bir yıl sonra da bakteriyolog Loeffler, 22 difteri hastasının 13’ünün boğazından difteri basili elde etmeyi başarmıştır. Bu nedenle difteri mikrobuna uzun yıllar Klebs-Loeffler basili adı verilmiştir. Hastalıkla ilgili olarak bir süre sonra Paris’teki Pasteur Enstitüsü’nde çalışan Roux ile Yersin adındaki Fransız uzmanları toksin kuramını ortaya atmışlardır. Bu kuram kalp ve sinir dokularının yıkımındaki ana öğeyi belirlediğinden zamanla hastalığın yenilmesi sağlanmıştır. Bu temel buluşlardan sonra Alman bakteriyologu Emil Von Behring, laboratuarda üretilen difteri mikrobundan alınan zehrin difteriye eğilimi olmayan hayvanlara aşılanması halinde dokuların antitoksin üretmek gibi bir tepki gösterdiğini ve hayvanın bu hastalıktan etkilenmeyerek sağlıklı kaldığını ileri sürmüştür. Roux ve Yersin antitoksin üreticisi olarak bir at seçmişler ve difteriye karşı açılan savaşı sürdürerek 1894 Paris salgını sırasında Behring antitoksinini büyük çapta kullanmışlardır[11].
Difteri tüm bakteriyel hastalıkların en hızlı gelişenlerinden birisi olup, bakteri alındıktan sonra beş gün içinde belirtileri gelişir ve bir hafta sonra ölüm olabilir[12].
Kuşpalazı yüzünden “dünyanın en uygun sıhhat alanlarından” Amerika’nın Santiyago şehrinde bile sağlık oldukça kötüye gitmiş bu bağlamda Doktor Ro’nun kuşpalazı tedavisi için keşfettiği “deva-yı cedid”in kıymeti daha iyi anlaşılmıştır. Bu şehirde 2 seneden beri ölüm oranının yüzde 10 kadar arttığı, bu artışın yüzde 7 miktarındaki kısmına ise kuşpalazının neden olduğu görülmüştür. Nitekim 1892 yılında Santiyago şehrinde ölüm miktarı 17.378 kişi olup bunun 72 kişisi difteriden ölmüştür[13]. 1894 yılının ilk 6 ayında ise 6272 kişi vefat etmiş olup bunun 388’i (yüzde 7,30) difteriden kaynaklıdır[14].
Hastalığa yakalananlarda ateş, boğaz ağrısı, kardiyovasküler sistem ve sinir sistemini tutan ciddi komplikasyonlar[15], yutkunma zorluğu, ses kısıklığı, nefes darlığı ve kuru öksürük görülür[16]. Duyarlı yaş gruplarında sınırlı epidemiler yapabilir. Kuluçka süresi 1-7 gün kadardır. Bakterinin virulansına ve lokalizasyonuna göre klinik belirtiler değişik düzeydedir. Difteri boğaz (farinks, larinks) burun, deri, genital bölge ve nadiren göz ve kulaklarda lokalize olur ve hastalık genel ve lokal belirtilerle gidiş gösterir[17].
Hastalığa, soğuk algınlığı, anjinler, boğmaca ve kızamık gibi enfeksiyonlar hazırlayıcı rol oynamaktadır. Hastalık hastalardan veya portörlerden geçmektedir. Süt, su veya eşya ile bulaşma büyük bir önem göstermez[18]. Bazı belgelerde hastalığın “purğoruca” (pornumoruca?) dan sirayet ettiği ifade edilmiştir (20 N 1317/22 Ocak 1900)[19].
Difteriye müptela olan hastaların tedavi edildiği yerlerle, bunların yorgan yastık gibi eşyaları ve bunlara bakan kişilerin üzerinde yapılan araştırmalarda (teharriyât) difteri basillerinin, hastaların yattıkları yerlerin tozlarında, hastaya bakan kişilerin kundura, saç ve elbiselerinde çok miktarda bulunduğu ortaya konmuştur[20]. Bununla beraber Berlin’de Doktor Vâsirmân’ın araştırmalarına (tetkîkât ve müşâhedât) nazaran kuşpalazına müptela olan hastaları tedavi eden kişiler, bu hastalığa müptela olma tehlikesine maruz kaldığı halde, hastalığın, tedavi yapan bu kişilere bulaşmadığı (muafiyet halde) ifade edilmiştir. Bu çerçevede tedavi işlemlerini yapan kişilerin kanlarından bir miktar alınarak üretilen kuşpalazı mikropları, bununla muamele edilmiş ve mikropların etkisini ortadan kaldırdığı tespit edilmiştir. Bu deney 8 kişi üzerinde uygulanmış ve bunlardan 7’sinin kanının kuşpalazı mikroplarının üretilmesiyle ortaya çıkan toksine karşı tepkide bulunduğu görülmüştür. Halbuki 4 ile 10 yaş arası çocuklardan kan alınıp incelendiğinde bunların ancak yarısında kanın, mikroplara karşı antitoksin ürettiği belirlenmiştir. İşte bu deneyler “kuşpalazının etfâle (çocuklara) ve ehl-i şebâba (gençlere) mahsus bir maraz olduğu ve büyüklerin bu marazdan kuvvetlice bir raddeye kadar masun kaldığı (nı)…” göstermiştir[21]. Servet-i Fünûn gazetesinin bir diğer haberinde ise Bakteriyolojihane Müdürü Doktor Nikol’ün Paris’te kendinin yetişmiş olduğu Ameliyathane’den getirilen “masl-i dem yani aşı” yı, evladından geçen kuşpalazı ile hasta olan bir kadın üzerinde deneyerek başarı elde ettiği belirtilmiştir[22].
Enfeksiyon hastalıkları en sık görüldükleri yaş bakımından farklılık gösterirler. Nitekim kızamık ve boğmacaya en yüksek yakalanma 1-5 yaşlarında iken difteri, kızıl ve kabakulakta ilkokul çağlarıdır. Belirli yaşlarda bazı hastalıklara daha fazla yakalanmada çevrenin ve yaşama tarzının önemli etkisi olmuştur[23].
Hastalığın tarihte zaman zaman diğer bazı hastalıklarla “ihtilat” ederek farklı şekiller aldığı da görülmektedir. Konya’da 400 kişiyi etkisi altına alan, 22 kişiyi öldüren kuşpalazı hastalığının kızıl hastalığı ile ihtilat ettiği ve farklı bir şekil aldığı görülmektedir. Ancak hastalığın müstakil kuşpalazı hastalığına göre ne tür farklı belirtilere sahip olduğu konusunda herhangi bir bulguya rastlanmamıştır (11 M 1324/7 Mart 1906)[24].
Hastalığın tarihte dizanteri, kızamık ve frengi hastalığı ile karıştırıldığı görülmektedir. Mesela Nevşehir kazasında kuşpalazı hastalığı meydana geldiği ve bölgeye gereken ihtiyaçların gönderilmesi konusunda talepte bulunulmuşsa da bölgeye gönderilen tabipler bölgede çıkan hastalığın kuşpalazı olmadığını hastalığın dizanteri, kızamık ve frengi hastalığı olduğunu ortaya koymuşlardır (7 Ra 1328/19 Mart 1910)[25].
B. HASTALIKLA MÜCADELEDE İDARİ BİRİMLERİN ROLÜ
1. Vilayetlerin Rolü
Bir bölgede hastalık çıktığı zaman hastalık mahalline en üst düzeyde müdahalede bulunulmuş, hastalığın nerede ortaya çıktığı ve şiddeti konusunda ilgili birimlere bilgi verilmiştir[26]. Hastalıkla ilgili olarak “Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti Celilesi”nden alınan görüş doğrultusunda İstanbul’da Şehremaneti[27], taşrada ise mutasarrıflıklar sorumlu tutulmuştur[28]. Dolayısıyla hastalıkla mücadelede bölge mutasarrıflarının gayreti önemli bir yer teşkil etmiştir[29].
Hastalığın seyri ve şiddeti konusunda valiler, İstanbul’daki merkezi hükümet yetkililerini sürekli olarak bilgilendirmişlerdir. Hastalığın çok az bir vefata neden olması bile bu haberleşme trafiğini azaltmamış gözükmektedir. Mesela İzmir’de kuşpalazı hastalığından iki çocuk vefat ettiği tespit edilince hastalığın takibi konusunda hem Aydın valisi Hasan Fehmi hem de İstanbul’daki merkezi hükümet, hastalığın seyri ve hastalığın engellenmesi için uygulanan ihtiyat tedbirlerinin (tedâbir-i ihtiyâtiye) sürekliliği konusunda takipçi olmuşlardır[30].
Vilayetlerde salgın hastalık ortaya çıktığında yerel tıp mensupları alacakları tedbirleri Nezaret-i Tıbbiye-i Mülkiye’ye bildirmiş nezaret tarafından da cemiyet-i tıbbiyeye bilgi verilmiştir. Alınan tedbirlerle ilgili olarak cemiyet-i tıbbiye de, gerektiğinde bazı değişiklik ve ilaveler yapılarak tekrar mahalline gönderilmek üzere, nezarete görüş bildirmiştir[31]. Ayrıca hastalık çıkan alanlarda belediye tabipleri tarafından, hastalığın seyri konusunda bir rapor hazırlanarak belediyenin bağlı bulunduğu mutasarrıflık tarafından hem Sıhhiye Nezareti’ne hem de Tıbbiye Nezareti’ne bilgi verilmiştir[32]. İzmir'de kızıl ve difteri hastalığı ortaya çıkması (şekl-i istila) ve hastalığın Aydın, Nazilli ve Söke taraflarına da yayılması üzerine gerekli tedbirlerin alınması için Meclis-i Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umûmiye riyaseti tarafından olaya el konulmuş ve konuyla ilgili olarak hastalık çıkan mahallerde vilayet yönetimi tarafından da tedbir alınması için Aydın vilayeti uyarılmıştır (30 Z 1327/12 Ocak 1910) [33]. İstanbul’da kızıl, kuşpalazı ve nezle-i müstevliye gibi salgın hastalıklarla mücadele amacıyla alınacak tedbirler de Meclis-i Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umûmiye tarafından kararlaştırılmıştır (26 Ca 1307/18 Ocak 1890) [34].
2. Belediyelerin Rolü
Hastalıkla mücadeleyi taşrada en etkin şekilde yürüten kurum belediyeler olmuştur. Belediye teşkilatı müdüriyetlerden veya yerel şube bürolarından oluşup, bunların başında birer müdür bulunmaktadır. Belediyeye bağlı olan heyet-i sıhhiye müdüriyetinin ise belli başlı görevleri şunlardır: Hastaneler, yetimhaneler ve diğer hayır kurumlarını tesis etmek ve bunları yönetmek, fabrikalar ve imalathaneler yapılırken bunların halk sağlığı ile ilgili belediye kurallarına uygun olmasını sağlamak ve halen kurulmuş olan bu tür tesislerin sağlık koşullarını iyileştirmek, satışa sunulan yiyecek, içecek maddeleriyle diğer ürünleri denetlemek ve analiz etmek, sağlığa aykırı ve tehlikeli olanları imha etmek veya satışını engellemek, içilebilecek suları belirlemek, suyolları, kuyular ve kanalların sağlık kurallarına göre inşa edilmesini sağlamak, bulaşıcı ve salgın hastalıkları önlemek için gerekli tedbirleri almak, bu amaçla vilayetin sıhhiye müdüriyeti ile ilişki kurmak ve hastalığa karşı aşılama yapmak, ölüm nedenini gösteren doktor raporu üzerine defin izni vermek vs.dir[35]. Bu çerçevede İstanbul halkının sağlığını yakından ilgilendiren, su, kanalizasyon gibi işler ile yiyecek ve içeceklerin kontrolü yanında dezenfeksiyon gibi koruyucu sağlık önlemlerinin sağlanması, salgın dönemlerinde hastaların tedavisi ve ilaçlarının temininden belediyeler sorumlu tutulmuştur[36].
3. Patrikliğin Rolü
Osmanlı Devleti’nde patriğin siyasi ve dini olmak üzere birçok rolü vardır. Tanzimat reformları sonrasında patriğe isnat edilen en önemli rol reformlarla da onaylanan “milletbaşı” konumudur[37]. Gayri Müslimlerin bulundukları mahallerde, hastalığa duçar olan grup Rum ise Rum Patrikliği, Ermeni ise Ermeni Patrikliği[38] vasıtasıyla gerekli işlemler yapılmıştır. Bu çerçevede patrikliğin konu ile ilgili görüşü Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti’ne gönderilmiştir. Mesela difteri hastalığı çıkan okul Rum mektebi olduğu için ve “mektebin tatili patrikhanenin tasdikine” bağlı olduğu için durum “Rum Patrik Kaymakamlığı”na bildirilerek karar alınmıştır[39]. Van vilayeti merkezinde meydana gelen kuşpalazı hastalığı birçok vefata neden olunca da, konu ile ilgili olarak Ermeni Patrikliği harekete geçerek gerekli tedbirlerin alınmasını istemiştir[40]. Adana merkez ve havalisinde meydana gelen difteri salgınında da bölge Ermeni Patrikliği’nin serum ve şırınga talepleri ilkönce “Der-saadet Ermeni Patrikliği”ne iletilerek karar alınmıştır (2 B 1327/ 20 Temmuz 1909) [41].
C. HASTALIKLA MÜCADELEDE İSTİHDAM EDİLEN KİŞİLER
1. Sıhhiye Müfettişleri
Hastalıkla ilgili olarak Başkent İstanbul’da Bakteriyolojihane müdürlüğüne başvurularak yardım istenmiş, hastalığın niteliği konusunda sıhhiye müfettişliği tarafından araştırma başlatılarak tespitler yapılmıştır(20 N 1317/22 Ocak 1900)[42]. Şehremaneti dâhilinde bulunan belediyelerin sınırları içerisinde meydana gelen hastalıklar belediyenin heyet-i sıhhiye reisi vekâleti tarafından Hıfzıssıhha Umumi Müfettişliği’ne bildirilmiş, müfettişlik tarafından[43] konu ile ilgili bir rapor hazırlanarak, hastalıkla ilgili gerekli tedbirlerin alınması sağlanmıştır (8 B 1316/22 Kasım 1898)[44]. Mesela Yedikule civarında Mirahur’da bulunan Halid Efendi Mekteb-i İbtidaisi öğrencilerinden Düriye’nin kuşpalazı hastalığına tutularak “esir-i firâş” (yatalak) olduğu tespit edilince konu ile ilgili bir müfettiş tayin edilmiş ve Müfettiş Hasan Efendi mektebin geçici olarak (muvakkaten) tatiline karar vererek konu ile ilgili olarak mektep muallimine tebliğde bulunmuştur (20 Ş 1317/ 24 Aralık 1899) [45].
Der-saadet bölgesinin birçok belediye dairesine bölünmüş olması nedeniyle bu dairelere bağlı hıfzıssıhha müfettişlerinin hazırladığı rapor ve suretleri hem Şehremaneti hem de Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti’ne gönderilmiştir[46].
Taşrada, kazalarda, meydana gelen hastalıklarla ilgili olarak da kaza sıhhiye müfettişliği bir rapor hazırlayıp önce vilayete daha sonra da Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti’ne bildirimde bulunmuştur. Mesela Mitroviçe'de bir buçuk aydan beri devam eden difteri hastalığından 30 hasta, 6 tane de vefat meydana gelince, bölge sıhhiye müfettişliği önce Kosova vilayetine oradan da Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şahane Nezareti’ne bilgi vererek durum hakkında en alt idari birimden en üst birime kadar herkesi bilgilendirmiştir (19 C 1317/25 Ekim 1899) [47]. Konya’da çıkan kuşpalazı hastalığına da Konya vilayeti sıhhiye müfettişliği el koymuş ve merkeze gönderilen bir telgrafname ile bölgede iki seneden beri hastalığın devam etmekte olduğu ve bunun için yardıma ihtiyaç olduğu belirtilmiştir (11 M 1324/ 7 Mart 1906) [48].
Hastalıkla mücadele için vilayetlerde de sıhhiye müfettişleri görevlendirilmiş ve hastalığın çerçevesi (icra eyledikleri keşfiyât ve muamelât) konusunda vilayet sıhhiye müfettişi ve belediye tabibinin görüşleri doğrultusunda bir rapor hazırlanmıştır[49].
Sınır vilayetlerinde ise hastalık mahalline vilayet sıhhiye müfettişi ve tabip gelene kadar “hudud müfettişleri”nin hastalıkla ilgili çalışmalarda görev aldığı ve ilgili bölgelerde gerekli tedbirleri sağladığı görülmektedir. Tabip gelmediği durumlarda tabip tayini talebinin bildirilmesi konusunda da hudud müfettişleri rol oynamışlardır[50].
Hastalıklarla ilgili rapor hazırlanırken bazen bir yerine iki defa ayrı ayrı müfettiş veya müfettişler gönderildiği hatta gerektiğinde sermüfettiş gönderilerek tahkikatın derinleştirildiği görülmektedir. Bu bağlamda yapılan bazı tetkiklerde kuşpalazından öldüğü iddia edilen bazı kişilerin gerçekte kuşpalazı olmadığı ortaya çıkmıştır. Hatta hastalığın nereden sirayet ettiği ile ilgili hususlar ve hastalarla ilgili olarak iddia edilenlerin de asılsız çıktığı bu teftişlerde ortaya konan olgulardandır. Mesela Makriköy'de (Bakırköy) ortaya çıktığı (zuhur) bildirilen boğmaca ve kuşpalazı hastalıklarının tahkiki için bölgeye iki ayrı müfettiş yanında Sıhhiye Sermüfettişi Miralay Ahmed Hilmi Bey de gönderilmiş, köyde çıkan kuşpalazı hastalığının İstanbul’dan sirayet ettiği, boğmacanın ise her sene münferit olarak bu köyde ortaya çıktığı ortaya konmuştur (24 S 1305/ 11 Kasım 1887) [51].
2. Belediye Tabipleri
Belediyelerin sağlık alanındaki işlevlerini belirleyen 1861 yılında yayınlanan “Tababet-i Belediye İcrasına Dair Nizamname” deki (tüzük) bir madde belediyelerin hekim istihdamı konusunu da hükme bağlamaktadır. Asıl amacı sağlık alanında çalışanların kayıt altına alınması olan bu tüzük “Mekteb-i Tıbbiye Nezareti, yayım ve ilanından itibaren İstanbul’da üç ay, taşralarda ise bir sene içerisinde nizamnamenin uygulanmasının yanı sıra icazetnameli hekim bulunmayan yerlere hekim temininden sorumludur” diyerek belediyelerin sağlık hizmetleri konusundaki yerini belirlemiştir. Osmanlı yönetimi böyle bir uygulama ile ülke genelinde hekim istihdamı olgusunu kamu görevlisi biçiminde belediyelere özgü bir görev olarak kabul etmiştir[52]. 1871 yılında da “memleket tabibi” adı altında taşraya hekim görevlendirilmiştir. “İdare-i Umûmiye-i Tıbbiye Nizamnamesi”ne göre bu hekimlerin, görev yaptıkları yerlerde devletin sağlık işlerindeki temsilcisi olarak, belediyelerin denetiminde çalışmaları öngörülmüştür[53].
a. Belediye Tabiplerinin Sayısal Olarak Yetersizliği
1869’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de Cemiyet-i Tıbbiye-i Mülkiye kurulmuştur. Cemiyet-i Tıbbiye-i Mülkiye; belediyelere hekim, eczacı gibi sağlık görevlileri tayin etmek, bunların terfi ve cezalandırılmalarını yönlendirmek, yabancı ülkelerde yetişen sağlık görevlilerine çalışma izni vermek, alanına giren konularda mahkemelerin sorduğu sorulara cevap vermek, belediye hekimlerinin verdiği raporları inceleyip onaylamak[54], vilayetlere atanacak olan tabiplerin hareket tarzlarına ilişkin yönetmelikler düzenlemek ve bunların hareket ve işlemlerine sürekli nezaret etmek, vilayetlerde sıhhiye meclisleri ve cemiyetleri teşkil edildikçe nizamname layihalarını kaleme alıp icraatını teftiş ve kaleme almakla yükümlü olmuştur[55]. Hastalık çıkan mahallere doktor tayini (intihab ve ağrâmı) 1890’larda “Tıbbiye Nezareti” tarafından[56], 1898-99 yıllarında ise Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti kanalıyla sağlanmıştır[57].
Başkent İstanbul’da hastalıkla mücadelede birinci derecede görevli kişilerin Dokuzuncu Daire-i Belediye’de çalışan belediye tabipleri olduğu görülmektedir. Belgelerde bu tabiplerin sayısının bazı yerlerde “müteaddid”[58]olduğu belirtilse de hastalığa yakalanan kişilerle ilgili ihbarda bulunulduğu halde doktor bulunmaması nedeniyle vefat eden hastaların bulunduğu alanlar da bulunmaktadır[59]. Mesela 1890 yılına ait bir belgede İstanbul’da bulunan on belediye dairesinden sadece altıncı ve dördüncü dairelerde tabip görev yaptığı geriye kalan sekiz belediye dairesinde doktor bulunmadığı ayrıca bu dairelere geçici de olsa doktor tayinine çalışıldığı görülmektedir (26 Ca 1307/18 Ocak 1890) [60].
Tabip yetersizliği taşrada, farklı kazalarda görev yapan belediye tabiplerinin sadece kendi kazalarında değil vilayete bağlı diğer kazalarda da görevlendirilmelerine neden olmuştur. Mesela Kosova vilayeti Preşova kazasının Radohince ve İstayofça karyelerinde ortaya çıkan “çiçek” ve “difteri” hastalıkları nedeniyle Priştine mutasarrıflığına bilgi verilerek tabip talebinde bulunulmuştur. Bunun üzerine Preşova kazasına, Komanova belediye tabibinin gönderilmesine karar verilmiştir. Bununla beraber tabibin görev yerine gitmemesi nedeniyle yeniden tabip talebinde bulunulması da dikkate değer bir olgudur (22.12. 1321/7 Mart 1906)[61].
Tabip tayinlerinde öncelik, doktorların hastalıkla mücadelede kendilerine kolaylık sağlayacak pülverizatör makinesi temin edilmiş alanlara tanınmıştır. Mesela Kosova vilayetinde Üsküp merkezi ile ona bağlı diğer idari birimlerde pülverizatör makinesi bulunmadığından öncelik vilayete bağlı diğer birimlere tanınmıştır (29 M 1318/ 29 Mayıs 1900)[62].
Vilayet sıhhiye müfettişliğinden alınan bilgilerden, hastalıkla mücadelede vilayetlerdeki varidat yetersizliğinin, bazı kazalarda tabip bulunmamasına, bazı kazalarda ise mücadelenin belediye tabibi yerine “belediye tababeti vekâleti suretiyle idare edilmekte” olmasına neden olduğu anlaşılmaktadır (3 Z 1317/4 Nisan 1900) [63]. Yeterli sayıda doktor bulunmaması, hastalıkla mücadele amacıyla bazı yerlere cerrahların da istihdam edilmesine neden olmuştur. Mesela Demirhisar kasabasına bağlı bazı köylerde çıkan difteri hastalığının tedavisi için Sofya'da cerrahlık yapan Demirhisarlı Yovan veled-i Boşko'nun hastalık mahalline gönderilmesi için Sofya’da ekmekçilik (etmekçilik) yapan bazı kişiler tarafından arzuhal verilmiştir (11 B 1317/15 Kasım 1899)[64].
Tabip eksikliğinin ileriki yıllara ait kayıtlarda da vurgulandığı görülmektedir. Nitekim son dönemlere ait bazı kayıtlarda sadece köylerde değil, birçok kaza merkezinde bile tabip ve eczahane bulunmadığı ifade edilmektedir[65]. Bu çerçevede hastalıkla mücadelede yetersiz kalınmış[66] hatta hastalık çıkan mahallerde yaşayan halk bazen toplu olarak, Meclis-i Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umûmiye Riyasetine bir arzuhal yazarak tabip talebinde bulunmuşlardır. Bu tür durumlarda talepler dikkate alınmış ve imkânlar el verdiği ölçüde hastalık mahallerine tabip tayini geçekleştirilmiştir. Tabibin gününde görev yerinde olup olmadığı ve hastalığın meydana getirdiği zayiata dair de gerekli takibat ilgililerce yapılmıştır (7 Ra 1328/19 Mart 1910)[67]. Mesela Büyükeren köyünde bulunan çocuklarda on günden beri kızıl ve kuşpalazı hastalıkları görüldüğü ve şimdiye kadar 3-4 kişinin vefat ettiği, birkaç çocuğun da “hal-i ızdırabda bulunduğu” haber verilince gerekli ilaçlar (edviye-i lazime) ile beraber hemen tabip gönderilmesi ve hastalığın kontrol altına alınması için Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti ve Şehremaneti’ne talepte bulunulmuştur (14 R 1319/31 Temmuz 1901) [68].
b. Doktorların Bilgi Eksikliği ve İntibak Eğitimine Alınması
Hastalıkla mücadelede karşılaşılan önemli sorunlardan birisi de doktorların difteri hastalığı ile ilgili bilgiler konusunda yetersiz olmalarıdır. Nitekim hastalığın meydana geldiği alanlarda müfettişler tarafından yapılan tespitlerde karşılaşılan en önemli sorunlardan birisi olarak serumların hastalara nasıl şırınga edileceğinin bile tabipler tarafından bilinmemesi gösterilmiştir. Bu konuda Müfettiş Devletlû Şakir Paşa’nın eleştirisi dikkat çekmektedir. Bu çerçevede serumların taşra kazalara gönderilmesiyle beraber kullanım şeklinin de belediye tabiplerine öğretilmesi (suret-i istimalinin belediye tabiblerine ögredilmesi) konusunda Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti’nden talepte bulunulmuş[69] ve kuşpalazı hastalığına mübtela olan çocukların serum ile tedavisi, serumun kullanılması, hastalığın (illet) Bakteriloji (Bakterüloji) bilimi bakımından incelenmesi (teşhis) amacıyla gerekli bilimsel bilgileri vermek, gerekli ameliyatı vicâhen (yüz yüze) icra etmek üzere Dr. Nicole tarafından bir seminer düzenlenmiş ve seminere tüm belediye doktorları davet edilmiştir. Seminerin iki bölümden ibaret olduğu, her kısımda 20 doktoru geçmemek üzere bir seminer düzenlendiği görülmektedir. Birinci seminer Teşri-i saninin 13. günü, diğeri ise aynı ayın 26. günü Nişantaşı’nda bulunan Bakterilojihane’de düzenlenecektir. Seminere belediyelerin kadrosunda bulunan doktorlar (devâir-i belediyenin etibba-yı daimesi) katılabilecektir. Konu ile ilgili olarak şehremaneti tarafından sadaretten de izin alınmıştır (2 C 1313/20 Kasım 1895)[70].
c. Doktorların Maaşı
Hastalıkla mücadelede istihdam edilen doktorların maaşları hastalık çıkan mahallerin “devâir-i belediye… vâridâtı”ndan karşılanmıştır. Ancak ekonomik sıkıntılar veya belediye varidatında bulunan kaynakların farklı kalemlere tahsis edilmiş olması nedeniyle doktor maaşlarına kaynak (karşılık) bulmada sıkıntı yaşandığı görülmektedir (3 Z 1317/3 Nisan 1900) [71]. Konuyla ilgili muhtelif kaynaklar hastalıkla mücadelede kullanılan pülverizatör makinesi yanında tathir memuru ve doktor istihdamı konusundaki yetersizliğin en önemli nedeni olarak hem vilayetlerin[72] hem de belediyelerin varidat yetersizliğini ön plana çıkarmaktadır. Umum Mekatib-i Askeriye-i Şahane Nezareti ile yapılan muhtelif yazışmalarda belediye gelirlerinin yetersizliğinden bahsedilmesi de bunu teyit etmektedir. Mesela Kosova’da 14 belediyede gelir yetersizliği nedeniyle doktor ve tathir memuru istihdam edilememiş ve pülverizatör satın alınamamıştır (23 Ş 1317/27 Aralık 1899) [73]. Bu bağlamda hastalıkla mücadele için devlet tarafından hastalık çıkan mahallere difteri serum ve şırıngaları yanında tabipsiz olan kaza ve livalara birer tabib tayin edilmesi ve tabib maaşlarına kaynak (karşılık) bulunması konusunda çalışmalar yapılmış ve bu konuda Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti’nin direktifleri doğrultusunda hareket edilmiştir (21 Za 1317/23 Mart 1900)[74]. Hatta doktor maaşlarına kaynak bulununcaya kadar maaşların merkez hazine tarafından karşılanması (tesviye) bile gündeme gelmiştir (3 Z 1317/4 Nisan 1900) [75].
Hastalıkla mücadelede görev yapan özellikle taşradaki doktorların maaşlarının azlığı da dikkat çekmektedir. Nitekim Kemah kazasına kuşpalazı ile mücadele için görevlendirilen Doktor Yüzbaşı Nureddin Bey'in zamlı maaşının 374 kuruş 30 pare olması dikkate değer bir olgudur. Merkezin bu maaşı ve doktorun 870 kuruş Der-saadet'e dönüş harcırahının “1313 yılı dahiliye tahsisatından” karşılanması gerekirken ödenek kalmadığı gerekçesiyle buradan karşılamaması ve zamlı maaş ve harcırahın doktorun görevli gittiği Kemah kazası gelirinden ödenmesi için Maliye Nezareti’nden izin istenmesi devletin içine girmiş olduğu ekonomik sıkıntı ile ilgili olsa gerektir (21 Z 1319/31 Mart 1902)[76].
İstanbul’da dört ve altıncı belediye daireleri dışında kalan sekiz belediye dairesinde görevlendirilecek doktorlar için de ilgili belediye gelirlerinden aylık 7.000 kuruş tahsis edilmiştir. Sekiz dairenin “beherine birer tabib tayin” edilmiştir. Maaşın tayin edilecek tüm doktorlar için olduğu anlaşılmaktadır (26 Ca 1307/18 Ocak 1890) [77].
d. Doktorların Harcırahı
Hastalık mahallerine gönderilen doktorların harcırahları, şartlara göre merkezden veya görevli gidilen kazanın gelirlerinden karşılanmıştır. Mesela kuşpalazı hastalığı ortaya çıkan Karğı nahiyesi köyleri, Çorum mutasarrıflığına bildirilince bölgeye Çorum Belediye tabibi görevlendirilmiş ve tabibin harcırahının hastalık mahallinden karşılanması için çalışma yapılmıştır[80]. Yine kuşpalazı ile mücadele için Kemah kazasında görevlendirilen Doktor Yüzbaşı Nureddin Bey'e 870 kuruş Der-saadet'e dönüş harcırahı tespit edilmiş ve harcırahın “1313 yılı dahiliye tahsisatından” karşılanması gündeme gelmişse de, ödenek kalmadığı gerekçesiyle harcırahın doktorun görevli gittiği Kemah kazası gelirinden ödenmesi için Maliye Nezareti’nden izin istenmiştir (21 Z 1319/31 Mart 1902) [81]. Der-saadet’ten Şile kazasına gönderilen Bakteriyoloji muavinlerinden Doktor Yüzbaşı Ziya Efendi’nin gidiş dönüş harcırahının da (azimet ve avdet harcırahı) [82] nasıl karşılanacağına ilişkin yapılan yazışmalarda, harcırahın doktorun görevli gittiği yerin belediye gelirinden karşılanması gerektiği ifade edilmekle beraber belediye gelirinin müsait olmadığı tespiti yapılarak harcırahın Şehremaneti’ne ait gelirlerden ödemesinin yapılması sağlanmıştır (4 L 1316/15 Şubat 1899) [83].
3. Tathîrât Memurları
Hastalık çıkan yerlerde alınan tedbirlerden birisi de hastalık mahallinin karantinaya alınıp steril hale getirilmesidir. Hastalık mahallinde yapılan fenni temizlik faaliyetleri (tathirat-ı fenniye) belediyenin “tathîr (sterilizasyon) memuru” tarafından[84] yapılmıştır. İstanbul’da görevli olan tathirat memurlarının belediyeye bağlı “Daire-i Hey’et-i Sıhhiye Riyaseti”nde görev yaptıkları anlaşılmaktadır[85].
Temizlik faaliyetlerine belediye ile beraber bölgede bulunan diğer kuruluşlarda destek vermişlerdir. Mesela Konya’da çıkan bir kuşpalazı hastalığı ile ilgili olarak hastalığın ilk defa 319 senesi Şubat ayı (1904) başında Konya istasyonunda ikamet eden Şimendifer müstahdemlerinden Koknivis adındaki birisinin iki çocuğunda görüldüğü, ailenin Adana’dan buraya göç ettiği, dolayısıyla hastalığın bu aile vasıtasıyla Adana’dan Konya’ya sirayet ettiği tespiti yapılmış ve Koknivis’in hanesinin “belediye ve Şimendiferülmebâs marifetiyle” fenni temizlik yapılmasına karar verilmiş ve hastalığın ortaya çıktığı hanelerde her türlü “tahaffuz” ve “tebhirât-ı fenniye” icra edilmiştir (11 M 1324/7 Mart 1906)[86].
Temizlik işlemlerinin niteliği, hastalık tespit edilen kurumun (okul vs.) kapanış ve açılış tarihi gibi hususlarda heyet-i sıhhiye müfettişi umumiliği müfettişleri karar vermiştir. Fenni temizlik yapıldıktan sonra temizliğin ciddi yapıldığının tespiti için müfettişliğe ve kurumun ilgili organlarına bilgi verilmiştir. Mesela hastalık çıkan alan bir okul ise okulun eğitime hazır hale geldiği konusunda mektep müfettişine ve “Mekatib-i İbtidaiye İdaresi”ne bilgi verilmiştir (3 S 1314/14 Temmuz 1896) [87]. Kadıköyü’nde Kızıltoprak’ta bulunan Zühdü Paşa Mektebi öğrencilerinden Vedia adlı kız çocuğunda kuşpalazı hastalığı tespit edilince konu ile ilgili olarak riyasetten bir rapor gönderilmiş ve mektepte tam teşekküllü bir temizlik (tathirat-ı mükemmele-i fenniye) yapılması amacıyla mektebin 10 gün kadar tatiline karar verilmiştir. Okulun tatiliyle beraber tathirat memuru istenerek okulda temizlik gerçekleştirilmiştir. İşlemlerin gerçekleştirilmesi amacıyla şehremaneti tarafından, Maarif Nezareti’nden de izin istenmiştir. Hastalığın sirayetine engel olunması için okulun kapatılmasına karar verildiğinde “acilen” kaydıyla “ibtidaiye idaresine” de bilgi verilerek fenni temizlik işlemi gerçekleştirilebilmiştir (3 S 1314/14 Temmuz 1896)[88].
Hastalık çıkan mahalde ileriki aşamada hastalığın tekrar nüksedip etmediği konusunda “riyaset” tarafından takibat yapılarak konu ile ilgili raporlar hazırlanmıştır (20 Ş 1317/ 24 Aralık 1899).[89]
D. DİFTERİ HASTALIĞI İLE MÜCADELEDE KORUYUCU SAĞLIK ÖNLEMLERİ
Hastalığın ortaya çıktığı yerlerde uygulanan tedbirler genel olarak, hıfzıssıhha tedbirlerinin bütünüyle icrası, bölgeye serum ve şırınga gönderilmesi, hastalık mahallinden hastalığın derecesine ilişkin günlük malumat alınarak hastalığın seyrinin yakın takibe alınması, hastalık çıkan alanların (mektep vs.) muvakkaten boşaltılması[90] ve hastalık mahallinde dezenfeksiyon işlemi yapılması gibi tedbirlerden meydana gelmektedir.
1. Çevreye Yönelik Koruyucu Sağlık Hizmetleri
a. Karantina Tedbirleri
Osmanlılarda 17. yüzyılda görülmeye başlayan Batı etkisi 18.[91] ve 19. yüzyıllar da daha da yaygınlaşarak etkisini göstermiştir. Bu etkilerden birisi sağlık alanında olmuştur. Nitekim Tanzimat döneminde sağlık alanındaki en önemli çağdaşlaşma girişimlerinden biri olan salgın hastalıklara karşı karantina sistemi uygulanmış ve 1850’lere girerken ülkenin dört bir yanında geniş bir karantina ağı oluşturularak, Avrupa ile yakın ilişkiler kurulmuştur[92].
19. yüzyılda Avrupalılar karantina sistemini ve hastalık bulaşmış malları yok etmeyi temel hedef alan ve ticaret açısından yıkıcı etkileri olan salgıncı görüşleri zamanla bırakma eğilimine girerken Osmanlılar salgın tezinin ve şüphe duyulan kişileri bir araya toplayıp tecrit etme yoluyla salgınların önüne geçme ilkesinin yanında tavır almışlardır[93].
Osmanlı Devleti’nin difteri hastalığına karşı aldığı tedbirlerden (tedâbir-i tahaffuziye) birisi de hastalığa yakalananların sağlıklı insanlarla bir arada bulunmasının (ihtilâttan) yasaklanmasıdır. Uygulama için gerekli tedbirler sıhhiye müfettişliği tarafından alınmıştır[94].
Hasta çocukları sağlıklı olanlardan tecrit etme olgusu Osmanlı toplumunda genel bir uygulama olmakla beraber, zaman zaman inkıtaaya uğradığı da vakidir. Mesela Firuz Ağa’da inşa edilen çocuk misafirhanesinde hastalanan çocuklar ayrı bir koğuşta bakıma alınırlarken bulaşıcı hastalığa yakalanan çocuklar için ayrı bir baraka inşa edilmesi[95] 19. yüzyılda mekteplerde çiçek, kızamık ve kuşpalazı gibi salgın hastalığa yakalanan çocuklar için sıhhi açıdan yetersiz iptidai tarzda karantina odaları tahsis etmek yerine, hasta olan çocukların okul içerisindeki bir odada karantinaya alınması (ihtilât) yani hasta olan ve olmayanların aynı ortamda bulunması tıbben uygun olmayacağı için bina dışında ayrı bir karantina dairesi inşa edilmesi veya salgının nadiren meydana gelmesi nedeniyle yeni bir oda inşa etmek yerine hastaların donanımlı bir hastaneye (Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye Hastahanesi) nakledilmesinin sağlanması[96], konutlarda tespit edilen hastalık vakalarının muhtelif şekillerde okullar vasıtasıyla sirayet edebileceği ihtimaline karşı bu kişilerin okulla olan her türlü iletişimlerinin kesilmesinin sağlanması[97], hastalık çıkan hanelerde çocuğun hastalığı nereden kapmış olabileceği üzerinde düşünülerek bu hastalığın genelde okulda bulaşmış olabileceği ihtimali üzerinde durulması ve yapılacak tahkikat neticesinde (tahkikât-ı vâkıa) ilgili okulun temizlenmek amacıyla geçici bir süre kapatılması, hasta olan çocukların iyileşinceye kadar diğer çocuklarla ilişkisinin sonlandırılması, aşısız çocukların okula gelişlerinin engellenmesi[98] gibi örnekler tecrit uygulaması ile ilgili son derece dikkate değer örneklerdir. Bununla beraber bunun tam tersi örnekler de mevcuttur. Nitekim hastanelerin temizliği ve salgın hastalıklara yakalanmış hastalarla, diğer hastaların ayrı yerlerde tedavi edilmesi konusunda zaman zaman yapılan bazı teftişlerin sonucu içler acısıdır. Mesela 1894 yılında İstanbul’da Haydarpaşa, Maltepe, Yıldız ve Gümüşsuyu[99] hastanelerinde bu tür bir teftiş Paris’ten getirilen Doktor Marjeri tarafından yapılmış ve yapılan teftişte doktorun tüm uyarılarına rağmen salgın hastalığa yakalanmış kişilerle, diğer hastaların bir arada tedavi ettirilmeye devam edildiği tespit edilmiştir. Bununla beraber yapılan uyarılara uyulmasını sağlamak için Tophane-i Amire Müşiriyeti tarafından da gerekli tedbirlerin alınması dikkatten kaçmamalıdır (9 Z 1311/13 Haziran 1894) [100]. Yine İstanbul’da Mekteb-i Sultani’de difteri salgın hastalığına yakalanan çocuklardan İstanbul’da oturanların mektep hastanesinde alıkonmayarak velileri yanına gönderilmesi gerektiği ve İstanbul’da akrabası olmayanların masrafları “kendülerinden istifa edilmek” üzere uygun bir hastaneye nakledilmesi (mektepteki fakir çocukların hastaneye nakil vs. masrafları hariç) ile ilgili bazı yetkililerin görüş serdetmeleri de salgınlara karşı henüz tam olarak bilinçlenilmediğini ortaya koyan olumsuz örneklerdir (22 M 1314/3 Temmuz 1896) [101].
b. Hastalık Çıkan Mahallerden Tahliyeler Yapılması
Difteri hastalığına karşı yetkililer tarafından alınan tedbirlerden birisi de hastalık mahallinde uygulanan tahliyelerdir. Tahliye konusundaki kararlar Cemiyet-i Tıbbiye-i Şahane Nezareti riyaseti tarafından alınmışsa da Sıhhiye Nezareti, belediyeler (İstanbul’da Şehremaneti) ve muhtemel kargaşalara karşı Zaptiye Nezareti’nin görüşleri de alınmıştır. Tahliyeler yapılırken duruma göre hareket edilmiş ve bazen hasta olan kişiler değil hastalık bulaşmamış veya hastalığın çıkması ve yayılmasına neden olabilecek olası kişi ve eşyalar tahliye edilmiştir. Nitekim bazen hastalığa müzdahim bir şekilde yaşama vs. unsurlar neden olabilmektedir. Mesela Kemeraltı ve Pençşenbe (Perşenbe) pazarı civarı mahallelerinde difteri hastalığı ortaya çıkmış ve bu mahallelerde Rusya’dan göç eden Musevilerin ikamet etmekte olduğu tespit edilmiştir. Bu kişilerin müzdahim bir şekilde çadırlarda (hayme) oturdukları bunun da hastalığa neden olabileceği düşünülmüş ve bölgedeki sıhhi durumun ıslahı için kişilerin bir kısmının bir başka yere tahliyesine karar verilmiştir (4 Rebiülevvel 1309/8 Ekim 1891)[102].
Difteri hastalığının okullarda ortaya çıkması durumunda Hıfzıssıhha Umumi Komisyonu tarafından tetkik yapılarak okulun kapatılıp kapatılmaması gerektiğine karar verilmiştir. Kapatma kararlarında Maarif Nezareti ve sadaretin de onayı alınmıştır. Yapılacak temizlik faaliyeti ile okullarda sıhhi şartlar oluşturulabilecekse okulun geçici olarak kapatılması sağlanmış şayet okulun “taksimât-ı inşaiyesi(nin) hiçbir suretle kavâid-i sıhhiyeye” uymayacağı düşünülüyorsa öğrencilerin yeni bir yere nakli gerçekleştirilmiştir (27 Ca 1312/26 Kasım 1894)[103]. Hastalığın yayılmasının önüne geçmek için gerekli görüldüğünde mekteplerde bulunan çocukların “her gün muayene” edilmesi istenmiş fakat muayenenin yetersiz kalması durumunda da okulların tahliye edilmesi sağlanmıştır (14 M 1328/26 Ocak 1910) [104]. Bu çerçevede hey’et-i sıhhiye müfettişi umumiliği tarafından bir müzekkire hazırlanarak Şehremaneti’ne gönderilmiş, Şehremaneti de durumu Maarif Nezareti’ne bildirerek okullarda yapılacak temizlik veya bazı okulların geçici olarak tatil edilmesinin gerekçesini bildirmiştir. Temizlik ve tatil ile ilgili karar mektep müdürüne de bildirilmiş, okul müdürü ve görevli diğer personel (heyet-i mekteb), mektebin talebelerden kesin bir şekilde tahliye edilmesinden sorumlu tutulmuştur. Azınlık mektepleri ile ilgili uygulanacak tedbirler ilgili patrikhaneye de bildirilmiştir (22 L 1318/12 Şubata 1901)[105].
c. Hastalıktan Vefat Edenlerin Cesetlerinin Koruma Altına Alınması
Difteri (difteriyâ) gibi bulaşıcı hastalıklardan vefat eden kişilerin cenazelerinin hemen defnedilmesi konusundaki gerekli tedbirler Adliye ve Mezâhib Nezareti tarafından alınmıştır. Vefat eden kişi gayri Müslim ise gerekli tedbirler patrikhane vasıtasıyla alınmıştır. Yunanlılarda, ölen kişinin mahalleler arasında dolaştırılması “adet-i milliye” olmasına rağmen bu tür adetlerin salgın hastalıklardan meydana gelen ölümlerde icra edilmemesi hususunda gerekli önlemler alınmıştır (20 C 1308/31 Ocak 1891)[106].
1900 tarihli bir vesikadan Şehremanetine bağlı belediye dairelerine (devâir-i belediye) dâhil alanlarda fenni temizlik işlemlerinin hakkıyla yerine getirilemediği anlaşılmaktadır. Buna gerekçe olarak ileri sürülen nedenlerden birisi de bulaşıcı hastalıktan (emrâz-ı sâriye) vefat edenlerin eşyalarının “tebhîr edilmeksizin” “bât pazarlarında satılmakda” olmasıdır. Bu bağlamda çiçek, difteri, humma-yı tifo gibi bulaşıcı hastalıklardan vefat edenlerle ilgili olarak belediye dairelerine haber vermeyenler hakkında müeyyide uygulanmasına karar verildiği görülmektedir. Konu ile ilgili olarak Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti, belediyeleri uyarmış ve bulaşıcı hastalıklardan vefat eden kişilerin gazetelerde ilan edilerek halkın bilgilendirilmesi istenmiştir. Ne tür vakaların neşredileceği konusunda Şehremaneti bünyesinde oluşturulan “Hıfzıssıhha Komisyonu”nun kararı dikkate alınmış ve “Matbûât-ı Dâhiliye İdaresi”nin izni ile de ilan gerçekleştirilmiştir (18 Ca 1318/13 Eylül 1900) [107].
2. Halka Yönelik Koruyucu Sağlık Hizmetleri
a. Halkın Hastalık Çıkan Mahallerle İlgili Bilgilendirilmesi
Hastalıkla mücadelede mahalli yöneticilerden edinilen bilgiler önemli rol oynamakla beraber, yerel ve uluslararası yayın organları takip edilerek bunlardan da hastalık mahalleri hakkında bilgiler edinilmiştir. Hastalığın yayılmasını engellemek ve ahaliye hastalık hakkında bazı tebliğatın yapılması için gazeteler, aracı olarak kullanılmıştır[108]. Mesela Beyoğlu taraflarında kızıl hastalığı çıkması nedeniyle mektepler tatil edilmiş konu ile ilgili olarak gazetelerde haber yapılmıştır. Hastalık mekteplerin tatil edilmesine sebep olabilecek kadar ağır ise diğer okulların da tatil edilmesi düşünülmüş ve konu ile ilgili olarak Maarif Nezareti tarafından Sıhhiye Nezareti ve Tıbbiye Nezareti’ne görüş sorulmuştur. Tıbbiye Nezareti’nden gönderilen Meclis-i Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umûmiye kararnamesinde her sene bu zamanlarda kızıl ve kuşpalazı hastalıklarının “daha vahim ve kesir” bir şekilde hüküm sürdüğü, bazı yerlerde Avrupa’nın birçok şehrinde ortaya çıkan nezle-i müstevliyenin görüldüğü bu çerçevede alınacak tedbirlerin çok sıkı bir şekilde uygulanması ve bu işi takip edecek doktorların görevlendirilmesinin önemi üzerinde durulmuştur (26 Ca 1307/18 Ocak 1890) [109]. Görüldüğü üzere hastalıkla mücadelede gazeteler büyük bir öneme sahiptir.
Dönemin gazetelerinden Servet-i Fünûn gazetesi, difteri hastalığı ile ilgili bütün gelişmeleri halka ulaştırmayı kendine vazife edinmiş gözükmektedir. Konu ile ilgili bir yazıda “altı yedi haftadır her tarafda meserret ve tereddüdât-ı azimeyi müstevcib olan kuşpalazı tedavisi meselesi gittikçe o kadar ehemmiyet ve ciddiyet kesb eyliyor ki ihtirâât ve keşfiyât-ı fenniye ve medeniyenin her an tercümanı bulunan gazetemizde yeni devânın beher hafta zarfındaki haberlerini inzâr-ı ehl-i mütalaaya vaz’ etmeden geçmeyi kabil göremiyoruz” ifadesi geçmektedir[110].
Devlet yetkilileri, hastalıkla mücadele ederken halkın muhtemel ümitsizlik ve infiallerine meydan vermemek için, vilayet gazeteleri aracılığıyla hastalığın ilacının mevcut olduğu ve merkezden hastalık çıkan yerlere tabip gönderileceği gibi bilgileri, halka, gazeteler aracılığıyla ilan ederek halkın moralini yüksek tutmaya çalışmıştır (7 Ş 1324/26 Eylül 1906)[111]. Taşrada meydana gelen hastalıklarla ilgili olarak gönderilen mektuplar gazetelerde yayınlanarak haber yapılmış, gazete haberlerini ihbar kabul eden yöneticiler haberin doğru olup olmadığı konusunda hastalığın çıktığı bölgenin belediye idaresi ve hastalığın meydana geldiği kurumun bağlı bulunduğu idare ile iletişime geçerek gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamıştır. Mesela Sabah Gazetesi'nin 26 Eylül 1310 (8 Ekim 1894) tarihli nüshasında, Selanik'te bir mektepte birkaç çocuğun kuşpalazından öldüğüne dair bir mektup yayınlanmış, haber üzerine Selanik Vilayeti Maarif Müdürlüğü ve belediye dairesi ile iletişime geçilerek ilkönce haberin doğru olup olmadığı, haber doğruysa da gerekli tedbirlerin alınması konusunda bir muhabere yapılmıştır (9 R 1312/10 Ekim 1894) [112].
b. Sağlık Taramaları ve Hastalıkla İlgili İstatistikler Hazırlanması
Osmanlı topraklarında hangi hastalıkların ne zaman ve nerede hüküm sürmekte olduğu ve sonuçlarına ilişkin uzun bir dönem düzenli istatistikler tutulmadığı görülmektedir. Bazı durumlarda padişahın emriyle bazı bilgiler toplanmışsa da bunlar gerekli ayrıntıyı ihtiva edecek tarzda ve mükemmellikte değildir. Bu nedenle İstanbul’da ve taşrada hangi hastalıkların hangi mevsimlerde en fazla etkisini göstermekte olduğu ve mahalli özelliklerin bu konuda ne şekilde tesirli olduğunu ortaya koyup mükemmel düzeyde istatistik yapılması için Mekteb-i Tıbbiye’de birkaç talebeden oluşacak bir kurul oluşturulmuş, tutulan istatistikler gazetelerde de ilan edilerek toplum sağlığının korunması sağlanmaya çalışılmıştır (13 Mart 1906)[113].
Hey’et-i Sıhhiye Riyaseti tarafından özellikle başkent İstanbul’da haftalık jurnaller (rapor) hazırlanarak bölgede meydana gelen hastalıklar ve bu hastalıkların artış gösterip göstermediği konusunda tespitler yapılmıştır[114]. Hastalıkla ilgili hazırlanan raporlar gazetelerde ilan edilerek halkın bilgilenmesi ve hastalığın sirayetinin önlenmesi sağlanmaya çalışılmıştır[115]. Hıfzısıhha Ser-müfettişliği tarafından haftalık jurnaller hazırlanarak, İstanbul’da salgın hastalıkların seyri ve şiddeti konusunda idari birimler bilgilendirilmiştir[116]. Mesela İstanbul’da Altıncı Belediye Dairesi dâhilinde iki hafta boyunca meydana gelen sıhhi vakalar (vukuat-ı sıhhiye) için iki adet müzekkire hazırlanmış, hastalıkla mücadelede gerekli aşı vs. işlemlerin süratle uygulanması amacıyla, Umum Mekatib-i Askeriye Nezareti'nden Şehremaneti’ne bir tezkire gönderilerek gereğinin yapılması istenmiştir(3 Z 1323/29 Ocak 1906)[117].
Hastalıktan vefat eden kişilerle ilgili olarak kişilerin ismi, şöhreti, yaşı (sinn), oturduğu mevki, hastalığı ve milliyeti konusunda cetveller hazırlanmıştır. İstanbul ve Bilâd-ı Selâse'de 305 senesi Kanunuevvelinin 27. günü (8 Ocak 1890) kızıl ve kuşpalazından ölenleri bildiren bir vefayât cetveli şu şekildedir: (16 Ca 1307/8 Ocak 1890) [118]
Taşrada meydana gelen hastalıklar da merkez tarafından yakından takip edilmiş ve bulaşıcı hastalıklardan (‘ilel-i sâriye) tedavi altına alınmış olanların miktarı, hasta olanlardan ne kadarının iyileştiği (kesb-i ifâkât), doktorların “serum zerki ameliyatını” layıkıyla yerine getirip getirmediği ve bölgede serum vs. ihtiyaç olup olmadığı bilgisi “acilen” kaydıyla sürekli olarak tespit edilmiştir (26 N 1321/16 Aralık 1903)[120].
Vilayet yöneticileri kazalarında meydana gelen hastalıkların seyri, vilayet sıhhiye müfettişi ve ilaçların (serum vs.) bölgeye ulaşıp ulaşmadığı gibi hususları yakın takibe almışlar ve durumu merkezle, Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti ile iletişim halinde çözmüşlerdir[121]. Hastalık çıkan köylerde vefat edenin olup olmadığı, bölgede tabip bulunup bulunmadığı, hastalığın niteliği gibi hastalıkla ilgili ilk bilgilerin bölgede görev yapan komiser tarafından tespit edilip, bir rapora (jurnal) dönüştürüldüğü ve durumun vilayet yöneticilerine oradan da Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti’ne iletildiği görülmektedir. Mesela Şile kazası Aran köyünde kuşpalazından birkaç çocuğun birden vefat ettiği ve köyde belediye tabibi bulunmadığı Şile komiseri tarafından tespit edilerek konunun önemine binaen bölgeye hemen bir tabip gönderilip, hastalığın yayılmasına meydan verilmemesi için Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti’nden yardım talep edilmiştir (20 Ş 1316/3 Ocak 1899) [122].
Taşrada çıkan kuşpalazı hastalığı buralarda bulunan merkeze bağlı muhtelif alanları da (çiftlik-i hümayun vs) harekete geçirmiş ve hastalığın sirayetinin engellenmesi için gerekli tedbirlerin alınması sağlanmıştır. Bu kurumlara özgü hastanelerde de kuşpalazı hastalığı ile mücadele için serum ve şırınga bulundurulmasına önem verilmiş ve bu konuda ilgili kurumlar tarafından merkezden ilaç ve malzeme talebinde bulunulmuştur. Mesela Eskişehir’de baş gösteren kuşpalazı hastalığı nedeniyle Çiftlik-i Hümayun Hastanesi’ne yeterli miktarda serum ve şırınganın gönderilmesi amacıyla Askeri Çiftlikât-ı Hümayun Nezareti tarafından talepte bulunulmuş ve hastaneye 20 şişe serum ile 2 adet serum şırıngası Çiftlikât-ı Hümayun evrak memuruna teslim edilerek gönderilmiştir. Serumların Çiftlikât-ı Hümayun dâhilinde vuku’ bulacak olası hastalara uygulanması sağlanmaya çalışılmıştır. Gönderilen serum ve şırıngalar Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhâne Nezareti’nin bilgisi dâhilinde gönderilmiştir (13 S 1320/22 Mayıs 1902) [123].
3. Tedaviye Yönelik Sağlık Hizmetleri
Tedavi edici sağlık hizmetleri, koruyucu sağlık hizmetlerine göre çok daha fazla maliyet ve organizasyon gerektiren hizmetlerdir. Yetişmiş personel ve fiziki imkânlar ile yönetim ve finansman gibi çok önemli boyutları bulunmaktadır[124].
a. Avrupa’nın Yakından Takip Edilmesi ve Difteri ile Mücadele İçin Risale Hazırlanması
Mikropların bulunmasıyla, 19. yüzyıla kadar toplu ölümlere neden olan bulaşıcı ve salgın hastalıklarla mücadelede koruyucu olarak aşı, dezenfeksiyon gibi yeni yöntemler geliştirilmiş ve Avrupa’da özellikle 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bunların uygulandığı yeni sağlık müesseseleri kurulmaya başlamıştır. Osmanlı devleti bu alandaki keşifleri yakından izleyerek, kuduz ve difteri aşıları ile tüberkülini öğrenmek üzere Avrupa’ya hekimler göndermiştir[125]. Bu bağlamda Osmanlı devletince Avrupa’daki tıbbi gelişmeler yakından takip edilmiş yurtdışında çıkan haberler dikkatle takip edilip, konu ile ilgili en üst düzeyde tedbirler alınmış ayrıca difteri hastalığı hakkında yabancı dilde kaleme alınmış metinler, sıhhiye ve zaptiye nezaretlerine gönderilerek tespit ve değerlendirmeler yapılmıştır[126]. Bu bağlamda Avrupa basınında, Osmanlı devleti hakkında çıkan haberlerin Şura-yı Devlet Mülkiye Dairesi azası olan bazı kişiler tarafından tercüme edilerek haberlerle ilgili değerlendirmeler yapıldığı, haberlerin gerçeği yansıtıp yansıtmadığı konusunda araştırma yapılıp, gerektiğinde bir strateji belirlendiği anlaşılmaktadır[127]. Mesela 1315 senesi temmuz ayının 10. gününde (22 Temmuz 1899) Fransızca Servet Gazetesi’nde çıkan yazıda Üsküdar'da Sâlâcık İskelesi’nde kuşpalazı hastalığına yakalanan sekiz çocuğun doktor bulunmaması nedeniyle “esir-i firâş” (yatalak) oldukları belirtilmiştir. Bunun üzerine derhal bir araştırma başlatılmış konunun kısmen gerçeği yansıtmadığı ancak “kuşpalazı illet-i sariyesinin tevsiine (yayılmasına) meydan ver(il)miş olması ihtimaline…” binaen doktorların görevlerini tam olarak yerine getirip getirmediği konusunda hassas davranılması için tedbirler alınması gündeme gelmiştir (14 Ra 1317/23 Temmuz 1899)[128].
Osmanlı Devleti difteri ile mücadele ederken sadece gazete haberlerini değil Avrupa’daki bilimsel gelişmeleri de yakından takip etmiş, bu amaçla Avrupa’ya araştırmacılar göndermiştir. Bu çerçevede Beyrut Vilayeti sıhhiye müfettişi (hey’et-i tıbbiyeden) Doktor Nizameddin Bey difteri hastalığının serum adı verilen “deva-yı cedid” ile “usul-u müdâvâtını (hastaya nasıl uygulanacağı) talim eylemek” için devlet tarafından Paris’e gönderilmiştir. Doktor Nizameddin Bey’in yanında iki tabip daha gitmiştir. Bunlar Paris hastaneleriyle Mösyö Pastör’ün ameliyathanesinde difterinin serum ile hastalara nasıl uygulanacağı (müdâvât) konusunda araştırma (tedkîkât ve mutâlaât) yapmışlardır. Araştırmayı yaptıktan sonra ülkeye dönen Nizameddin Bey “Difteriye Karşı Serum Tedavisi” isimli risaleyi hazırlamış ve risaleyi 400 nüsha olarak Beyrut matbaalarından birinde bastırmak amacıyla kendisine “ruhsat-ı nizamiye” verilmesi için bir başvuruda bulunmuştur. Risalenin basılması için Maarif Nezareti’ne de başvurulmuş ve risalenin “muhteviyatı (nın)… fenne muvâfık ve ıstılâhâtı dahi ıstılâhât-ı mevzû’aya mutabık ve mu’ceb-i istifâde bir eser...” olduğu, dolayısıyla basılmasında herhangi bir engel bulunmadığına karar verilmiştir (24 Z 1312/18 Haziran 1895)[129].
b. Hamidiye Etfal Hastanesi’nin Kurulması
Tanzimat’a kadar hastanelerde çocuklar için özel bölümler bulunmamaktadır. Dolayısıyla bir çocuk hastanesinden de söz etmek mümkün değildir. 19. yüzyılda çocuk sağlığı alanında ilk olarak bir bütün halinde çocuk sağlığının farkına varılmış ve korunması için büyük çaba sarf edilmiştir. 19. asrın ikinci yarısından itibaren hasta çocukların herhangi bir doktor yerine çocuk doktorlarına götürülmesi alışkanlığı yerleşmeye ve yaygınlaşmaya başlamış, hastanelerde çocuklar için özel koğuşlar kurulmuş ve nihayet asrın sonlarına doğru da ilk çocuk hastanesi hizmete girmiştir[130].
Osmanlı döneminde çağdaş anlamda ilk çocuk hastanesinin ise Dr. İbrahim Paşa tarafından II. Abdülhamit[131] döneminde hizmete açılan Hamidiye Etfal Hastanesi olduğu görülmektedir[132]. II. Abdülhamit’in 1898’de küçük yaşta difteri hastalığından kaybettiği kızı Hatice Sultan’ın anısına yapılmış olan bu hastane 5 Haziran 1899 (24 Mayıs 1315) günü hizmete girmiştir[133]. Saray hastane yapılacağı hususunun gazetelerde yayınlanmasını da sağlayarak bu konuda muhtemelen kamuoyunun da desteğini almaya veya kuşpalazı salgınlarından meydana gelen ölümler konusunda her türlü tedbirin devlet tarafından alınmaya çalışıldığını ortaya koymaya çalışmıştır (20 Ca 1312/19 Kasım 1894) [134].
Hastanede bir bakteriyoloji laboratuvarı, kızıl ve kuşpalazı serumlarıyla çiçek aşısı hazırlama yeri bulunmaktadır[135].
Görüldüğü gibi Osmanlı Devleti’nde çağdaş anlamda ilk çocuk hastanesinin yapılmasına difteri hastalığı neden olmuş hastane de bu doğrultuda donanımlı bir hale getirilmiştir.
c. Difteri Ameliyathanesinin Kurulması
Beyrut Vilayeti Sıhhiye Müfettişi Nizameddin Bey Paris’ten döndükten sonra orada edindiği mütalaalara (tecrübelere) istinaden difteri hastalığının yeni tedavisi için bir hastahane yapılması gerektiğini ifade etmiştir. Yeni hastahane inşası ve Paris’teki yeni tedavi yöntemlerini anlatmak üzere Nizameddin Bey’in, başkent İstanbul’a gitmesinin iyi olacağı düşünülmüş ve bu konuda 11 Ağustos 1311 (23 Ağustos 1895) tarihinde Mekatib-i Askeriye-i Şahane Nezareti’nden izin istenmiştir (22 Ra 1313/12 Eylül 1895) [136]. Bu hastanenin inşasının, Osmanlı Devleti’nin doğu memleketlerinde de etkili büyük bir hizmetinin (memalik-i şarkiyyenin umumuna hidemât-ı azimesi) olmasına vesile olacağı varsayılarak difteri hastalığı ile mücadele için İstanbul’da bir laboratuar bir de ameliyathane kurulması için çalışma başlatılmıştır[137].
Hastane ile ilgili yapılması gerekenler Dr. Nicole tarafından tespit edilip Dr. Marjeri’ye sunulmuştur. Kuşpalazı hastalığının tedavisindeki yetersizlikten dolayı ölümlerin çokluğu (tedavisindeki ‘usretten dolayı mu’ceb olduğu vefeyâtın kesreti) ve çaresiz insanların hayatlarının korunması (biçareganın muhafaza-i hayatı) amacıyla hastanenin kurulması konusunda devletin üst yönetimi de harekete geçmiştir[138]. Ancak Doktor M. Nicole başlangıçta Osmanlı devlet yöneticilerinden yeterli desteği görememiş ve bu nedenle Paris’e gitmeye ve geri dönmemeye karar vermiştir. Nitekim Nicole, geri dönmeme nedeni olarak; muavin olarak istediği doktorların kendisine verilmemesi, kuşpalazı hastalığı için mubayaa olunacak alet ve edevatın parası hakkında Sadaret ve Mekteb Nezareti’ne yaptığı müracaatın kabul edilmemesi ve devlet tarafından mesaisinin teşvik edilmemesi gibi hususları ileri sürmüştür (16 N 1312/13 Mart 1895) [139]. Bununla beraber, zamanla hastalığın ehemmiyetini anlayan devlet adamlarının, bir süre sonra Dr. Nicole’e gerekli desteği verdikleri görülmektedir. Bu çerçevede kuşpalazı ameliyathanesinin kurulmasında Muallim Mösyö Nicole görevlendirilerek[140] kuşpalazı hastalığına yakalananların, Doktor Ro tarafından keşfedilen “usul-ü cedide”ye göre tedavisine mahsus olarak, Der-saadet’te bir ameliyathane inşa edilmesine karar verilmiştir (10 B 1312/7 Ocak 1895)[141]. İnşa edilecek ameliyathaneye Paris’teki Pastör Daruttalimi örnek alınmıştır. Nitekim Paris’teki Pastör Daruttalimi, döneminin alanındaki en iyi ameliyathane ve laboratuvarıdır. Belgelerden anlaşıldığına göre başta Almanya olmak üzere bütün Avrupa hükümetleri Paris ameliyathanesini örnek alarak ülkelerinde de aynı nitelikte bir ameliyathane kurmak istemişlerdir. Hatta Dr. Nicole Paris’te iken “kuşpalazı deva-yı cedidinin tertibini öğrenmek üzere” Almanya hükümeti tarafından da Profesör Mösyö Frankal, Pastör Daruttalimi’ne gönderilmiştir[142].
Der-saadet'te inşa edilecek ameliyathanenin tesisi hakkında Dr. Nicole tarafından bir rapor hazırlanmış ve hastanenin resim, plan ve maliyeti hakkında bir çalışma başlatılmıştır. Rusyalı Mimar Mösyö Şerbâkof ile Dr. Nicole sadarete çağrılarak (celb ve davet) ameliyathanenin en pratik şekilde (fiyatı ehven, inşası sehl-kolay ve bir yerden diğer bir mahalle nakli mümkün) ve nasıl yapılacağı ayrıca hastanede kullanılacak kaplama tahtanın numunesi gibi konularda bilgi alınmıştır (10 C 1312/9 Aralık 1894) [143].
Kuşpalazı serumlarının hazırlanması amacıyla kurulacak ameliyathanenin Okmeydanı’nda kurulması hakkında da bir irade-i seniyye hazırlanmıştır. Bu irade-i seniyyeye dayanarak kuşpalazı hastaları (hastagân) için yapılacak hastanenin Okmeydanı civarında inşasının uygun olduğu, haritasıyla, keşif defteri hazırlanacağına ve Nişantaşı civarında kurulan ameliyathanenin sadece bakteriyoloji tedrisatı, serum hazırlanması, fenni araştırmalar ve tahlil yapmaya (yalnız bakteriyoloji tedrisatıyla serum istihzarına ve tedkikât-ı fenniye ile tahlîlât icrasına tahsis idilerek…) tahsis edilip oraya hasta kabul edilemeyeceğine dair Bakteriyolojihane Muallimi Mösyö Nicole tarafından Mekâtib-i Askeriye Nezareti’ne bir müzekkire verilmiş, konu sadarete iletilerek gereğinin yapılması için çalışma başlatılmıştır (13 R 1313/3 Ekim 1895)[144]. Kuşpalazı ameliyathanesinin Okmeydanı mevkisine kaydırılması düşüncesi, Nişantaşı’nda bulunan bakteriyoloji laboratuvarının da ihtiyaçlarının (“havagazı ve Terkos suyu mubayaası gibi) kolay bir şekilde sağlanması amacıyla Okmeydanı’na kaydırılmasını gündeme getirmiştir (25 R 1313/15 Ekim 1895) [145].
Kuşpalazı hastalığı aşı ameliyatı, Paris'te Pastör Daruttalimi’nde görevli Muallim Mösyö Ro tarafından keşfedilmiştir. Aşının Osmanlı topraklarında da uygulanması ve ameliyatın nasıl yapıldığını öğrenmek için Mekteb-i Tıbbiye-i Şahaneden[146] 4 kişinin[147] difteri konusunda uzun süre hizmet vermiş olan “Pastör Darutta’limi”ne gönderilmesi konusunda bazı kurumlar (seraskerlik, Mekatib-i Askeriye-i Şahane Nezareti vs.) tarafından talepte bulunulunca Dr. Nicole durumu sadarete arz ederek, Mösyö Ro ile “laboratuarın inşaatı masarifi ve ciheti tertibini” müzakere etmek üzere Paris’e bir tıbbi heyet (heyet-i tıbbiye)[148] gönderilmesinden ziyade kendisinin[149] aynı amaçla 15 gün süreyle Paris’e gönderilmesine izin verilmesini ve bu iş için kendisi tarafından seçilecek Avrupalı bir memurun tayini ve gerekli masrafların karşılanmasını istemiştir. Doktorun talebi daha sonra Meclis-i Mahsus-u Vükela’da görüşülmüş ve heyet yerine, Dr. Nicole’ün talebinin yerine getirilmesi daha uygun görülmüş ve konu ile ilgili işlemleri yapması için Seraskerlik ve Maliye Nezareti’ne bilgi verilmesine karar verilmiştir (8 Ca 1312/7 Kasım 1894)[150]. Bu çerçevede Dr. Nicole, daha önce kurmuş olduğu Bakteriyoloji laboratuvarından sonra, difteri hastalığı ile mücadeleye özgü yeni bir laboratuvarın inşası ve masrafları konusunda bilgi almak üzere bu konuda deneyimli Mösyö Ro ile görüşmek üzere Paris’e gönderilmiştir (8 Ca 1312/7 Kasım 1894)[151].
Dr. Nicole Paris’e gittiğinde Mösyö Pastör ile görüşmüş hatta Pastör şiddetli derecede hasta olmasına rağmen Nicole’ü kabul etmiş (Mösyö Pastör cenablarının giriftar olduğu şiddetli hastalığıyla beraber kullarını yanına kabul ile…) ve görüşmede Nicole, Der-saadet’te bulunduğu sürece tanzim ettiği laboratuvarın tertibi ile kuşpalazı ameliyathanesinin inşası konusunu görüşmüş, bu konu ile ilgili olarak Paris’e gönderildiğini ifade etmiştir. Daha sonra Doktor Mösyö Ro ile görüşerek Der-saadet’te bir ameliyathanenin plan, proje ve masrafları konusunda bir rapor hazırlamıştır[152]. Pastör Daruttalimi müdürü Doktor Ro ve Doktor Nicole tarafından hazırlanan rapor 6 maddeden meydana gelmektedir. Bunlar;
1. Kuşpalazı ameliyathanesi, Bakteriyolojihane bitişiğinde kurulacaktır. Ameliyathane kargirden bina edilip, zemin katı altında bir bodrum ile yalnız bir kattan ibaret olacaktır. Yapının haritası yapılarak sadarete arz edilmiştir. Bu laboratuarda Terkos suyu ile havagazının yirmi beş minkâri bulundurulacak ve hesaplamalar kendine özgü bir hesap ile hesap edilecektir.
2. İlacın hazırlanması için şimdilik geçici olarak 10 aded bargir ile işe başlanacaktır. (bedee ve mübaşeret) Bu hayvanlar için muntazam bir ahır tahsis edilip ahırın laboratuara (laboratuvar) yakın olması sağlanacak ve hayvanların hizmeti için bir seyis istihdam edilecektir.
3. Doktor Nicole tarafından bir katib tayini sağlanacak ve kâtibin memuriyeti padişah tarafından onaylanacaktır. Kâtib laboratuvarın yazı ve muhasebe işlerinde istihdam edilecektir. Kâtibe aylık olarak 15 lira verilecektir.
4. Ameliyathanenin inşası için ilk anda sadece 500 lira gerekmektedir. Bu para Dr. Nicole’e teslim edilecek, ancak paranın sarf yeri ve hesabı konusunda Dr. Nicole tarafından da saray tarafından tayin edilecek bir kişiye bilgi (hesab) verilecektir.
5. Laboratuvarın genişletilmesi (tevsi’ ve teksîr) konusunda bir karar alınmazsa, mevcut durumda yıllık 540 liralık bir bütçeye (borcâ) ihtiyaç bulunmaktadır. 540 lira 10 kısma ayrılarak her Rumi ayın başında Bank-ı Osmani tarafından re’sen Dr. Nicole’e teslim edilecek, Dr. Nicole de paranın nasıl harcandığı (sarf ve isti’mâli hesâbâtı) konusunda saray tarafından tayin edilecek kişiye hesap verecektir. 540 liranın 360 lirası ilacın (deva) hazırlanması ve bargirlerle alet ve edevatın masrafına, 180 lirası ise tayin edilecek katibin maaşına tahsis edilecektir.
6. Hazırlanacak ilaç (deva-yı mahsus) asakir-i şahane, bahriye mensupları ve fakir kişilere (muhtâcîn-i fukara) “meccanen” verilecektir. Harbiye, bahriye ve dâhiliye nezaretleri ve şehremanetinden gelecek talepler karşılanacaktır. Eczacı ve sair tabiplere satılacak ilaç, her haftaya özgü olarak 25 kuruş karşılığında satılacaktır. Elde edilecek gelir laboratuar idaresine teslim edilecektir. İlaç satışlarından elde edilen bu gelirin üç ayda bir kere Dr. Nicole tarafından ilgililere hesabı verilecek ayrıca elde edilen gelir ameliyathanenin büyütülmesine (tevsii muamelatı) tahsis edilecektir (10 B 1312/7 Ocak 1895)[153].
Dr. Nicole Paris’te kaldığı 7 gün boyunca her gün Doktor Mösyö Ro ile müzakerede bulunmuş, müzakere neticelerini birlikte bir rapora dönüştürüp saraya arz etmişlerdir[154]. Doktor Ro tarafından keşfedilen kuşpalazı aşısının Avrupa’ya muhtaç olmadan Dersaadet’te üretilmesi amacıyla kurulması ferman edilen “Darülameliyât”ın planları Doktor Nikol’ün nezaretiyle hazırlattırılmış[155] ameliyathanenin inşası için bir defa 500, hastalığın tedavisi için gerekli ilacın hazırlanması için (hastalığın tedavisi için lazım gelen devanın istihzarı zımnında şimdilik tedarik olunacak 10 hayvana mukteza) 10 hayvan tedariki[156] (at) [157], ameliyathanede istihdam edilecek bir kâtibin maaşı, alet edevat masrafı olarak da yıllık 540 lira tahsis edilmiştir (10 B 1312/7 Ocak 1895)[158].
Dr. Marjeri’ye bir mektup yazan Dr. Nicole difteri hastanesi[159] inşa edildikten sonra hastanedeki işlerin idaresine kendisinin memur edilmesini talep etmiştir. Gerekçe olarak kendisinin difteri hastalarının tedavisi konusunda Fransa hastanelerinde iki defa memur edildiğini, hastalıkla ilgili yapılacak ameliyatların tamamına (kâffesine) vukûfu olduğunu, verilecek işleri zamanında yerine getirebileceğini, daha önce kolera hastalığı ile mücadelede de muhtelif hastanelerde görev yaptığını, Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de yapılmak istenen icraat ile ilgili layihayı kendisinin hazırladığını dile getirmiş, bu çerçevede kuşpalazı ile mücadelede de kendisinin çok faydalı olabileceğini düşündüğünü ifade etmiştir. Dr. Nicole ile ilgili bu ifadeler Marjeri tarafından saraya da arz edilmiştir (16 S 1313/8 Ağustos 1895) [160].
d. Darülaceze’de Difteri Hastalığı İle İlgili Tedbirler Alınması
Fakir ve kimsesiz kadın, erkek ve çocukları koruma altına almak için yapılan darülaceze yapı topluluğu idare binası, ikisi kadınlara ikisi de erkeklere ait olmak üzere dört aceze pavyonu, iki pavyonu olan bir hastane binası, yetimhane, ırzahâne (süt çocukları evi), çamaşırhane, iki hamam ile terzilik, kunduracılık, marangozluk, demircilik, dökümcülük, halı atölyeleri, fırın, cami, iki kilise, havra ve beş meslek sanat okulundan başka bir kreş ve çocuk yuvasından meydana gelmiştir[161]. Darülaceze hastanesi içinde bir başhekim, iki hekim, iki cerrah, iki eczacı, bir hastalar ağası ile hademelerin istihdam edilmesine karar verilmiştir[162]. Darülaceze ile ilgili yapılan muhtelif çalışmalarda burada çocuk sağlığının ön planda tutulduğu, sağlık kontrollerinin sürekli olarak takip edildiği ve bunların kayıt altına alındığı, yemeklerin çocukların durumuna göre özenle hazırlandığı, tecrit ve ishalli çocukların hemen diğerlerinden ayrılarak herhangi bir bulaşıcı hastalığa karşı önlem alındığı görülmektedir[163].
Osmanlı devleti kuşpalazı hastalığı hususunda da Darülaceze’nin en önemli şubelerinden olan hastane ve ona bağlı birimleri iyileştirmeye çalışmış ve Darülaceze’de bulunan ihtiyaç sahiplerine serumun cüzi bir ücret karşılığı satılması için yazışmalar yapmıştır (13 N 1324/31 Ekim 1906)[164]. Darülacezede 1905 yılında bir de tebhirhane açılmıştır[165].
e. Taşrada Hastane Kurma Teşebbüsleri
Hastane kurma çabaları sadece merkezde değil taşrada da gerçekleşmiştir. Bu teşebbüslerden birisi ilginçtir. Nitekim kuşpalazı hastalığı ile mücadele konusunda bazı İngilizlerin Osmanlı halkına yardım etmek istediği Osmanlı yöneticilerinin ise bu yardımı pek kabul etmek istemedikleri anlaşılmaktadır. Nitekim Ohri'ye bağlı bazı köylerde kuşpalazı hastalığı ortaya çıkınca Ohri’de bulunan Mösyö Berilford’un madâmesinin bölgeye “iâne” olarak bir hastane kurmak istediği görülmektedir. Ancak “buna mahal kalmamak üzere” hükümet yetkilileri muvakkat bir hastanenin seri bir şekilde kurulması, bu amaçla gereken paranın tahsis edilmesi ve hasta olanların tedavisinin sağlanması konusunda bir çalışma başlatmıştır (26 N 1321/16 Aralık 1903)[166].
f. Dezenfeksiyon İşlemleri
Hıfzıssıhha hizmetlerinin en önemlilerinden olan dezenfeksiyon işlemi Osmanlılarda yaygın olarak uygulanmış olup etüv makineleri kuruluncaya kadar kolera ve çiçek gibi bulaşıcı hastalıklardan ölenlerin eşya ve elbiseleri yakılarak hastalığın yayılmasının önüne geçilmeye çalışılmıştır167. Daha sonraları ise salgın hastalıklara yönelik temizlik işlemleri için tebhir (tütsüleme, etüvden geçirme) aletleri[168] ve pülverizatörler kullanılmıştır[169]. Bunlardan pülverizatörler hastalık mahallindeki kötü havanın temizlenmesi için, tebhir (etüv) makineleri ise hastalık mahallindeki kişilerin giyim kuşam vs. kullandığı eşyaları dezenfekte etmek için kullanılmıştır. Salgın ve bulaşıcı hastalık dönemlerinde tebhirhaneler önemli hizmetler ifa etmişlerdir[170].
1913’te çıkarılan Vilayet İdare-i Sıhhiye Nizamnamesi’ne eklenen bir fıkra ile bulaşıcı ve salgın hastalıkların önlenmesi için vilayet ve sancak belediyelerince tebhirhane yaptırılması, kazalara nüfusa göre formol cihazı, pülverizatörler ve dezenfeksiyon ilaçları sağlanması emredilmiştir[171].
Etüv Makineleri
Kolera, tifo, veba[172], çiçek, suçiçeği, kızıl, kızamık, tifüs, dizanteri, verem, loğusa humması, boğmaca ve difteri gibi bulaşıcı hastalıklardan birine yakalanan kişilerin giysi ve eşyalarını basınçlı su buharı ile bu hastalıkların görüldüğü mekanları kimyasal maddeler ile dezenfekte etmekle görevli sağlık birimleri “tebhirhane” olarak tanımlanmaktadır. 1893’te İstanbul’da görülen kolera salgınında Fransa’dan gelen Dr. Andre Chantemesse’nin şehirde yaptığı incelemelerden sonra hazırladığı rapor üzerine İstanbul’da üç tebhirhane açılması kararlaştırılmış, Paris tebhirhaneler müfettişi Eugene Mondragon da dezenfektör olarak tebhirhaneler muallimliğine getirilmiştir. Mondragon 1908’e kadar bu görevi yürütmüştür[173]. Tebhirhanelerde bulaşık ve temiz olmak üzere iki bölüm oluşturulmuştur. Bu iki bölümü ayıran duvara büyük bir etüv makinesi monte edilmiştir. Etüvün bulaşık ve temiz bölümlere açılan iki kapağı bulunmaktadır. İki bölümde de birer kapı, meydanlık, arabalık, ahır, müstahdem odası ve samanlık bulunmaktadır. Bulaşık ve temiz bölümlerin personeli ile kullandıkları araç gereçler birbirinden ayrılmıştır. Bulaşık tarafın görevlileri kendilerine ait özel arabalarla belediye görevlilerinin bildirdiği hastalık görülen yerlere gidip, buraları dezenfekte ettikten sonra topladıkları eşyaları büyük çuvallar içinde tebhirhanenin bulaşık bölümüne getirmekte ve etüvün bulaşık tarafa bakan kapağı açılarak eşya ve giysiler demir raflara yerleştirilip, 110 derece basınçlı su buharı ile dezenfekte edilmektedir. Daha sonra ise temiz bölümün görevlileri kendi taraflarına bakan kapağı açarak mikroptan arındırılmış eşya ve giysileri alıp bir süre kuruttuktan sonra arabalar ile alınan yere iade etmişlerdir[174].
19. yüzyılda salgın hastalıklarla mücadelede iki tür etüv makinesi kullanıldığı anlaşılmaktadır. Bunlar etüv makinesi ve otoklâv makinesidir. Bunlardan etüv makinesi diğerine göre daha “etkilidir. Nitekim etüv makinesinin kullanılmış malzemelerin temizlenmesinde görülen faydası belgelerde “fevâid-i azimeyi muceb” yani olağanüstü fayda şeklinde ifade edilmiştir (13 Temmuz 1319/26 Temmuz 1903)[175]. Nitekim Konya’da meydana gelen difteri ve tifo hastalıkları ile mücadele için İstanbul’dan etüv makinesi istendiği halde etüv makinesi olmaması nedeniyle otoklâv makinesi gönderilince, otoklâv makinesinin hastalıkla mücadelede diğeri kadar etkili olmadığı bu nedenle etüv makinesinin “serian i’mal” edilmesi konusunda talepte bulunulduğu görülmektedir (7 B 1323/7 Eylül 1905)[176]. Otoklâv makinesinin daha çok “hastanelerde timar edevatını(n)” bakımı için kullanılan “elzem” bir cihaz olduğu anlaşılmaktadır.. Nitekim Konya Gureba Hastahanesi’nde otoklâv makinesinin henüz mevcut olmaması nedeniyle büyük ve önemli ameliyatların yapılmasına (ameliyat-ı mühimme ve cesime icrasına) cesaret edilememesi ve hastaneden beklenen faydanın sınırlı kaldığı görülmektedir. Bu çerçevede ilgili hastaneye konulmak üzere bir adet otoklâv makinesi ve etüv makinesinin cihazlarıyla beraber gönderilmesi talep edilmiştir[177].
Etüv Makinesinin Temin Edildiği Yerler
Bahriye Nazırı Hasan Hüsnü Paşa’nın girişimiyle 10 Eylül 1891 tarihinde tebhir (etüv) makinesi yapmak için Babıali’den iki ihtira beratı alınmış, 1892 yılında ise Tersane-i Amire fabrikalarında etüv makinesi üretimi başlamıştır[178]. Vilayetler tarafından talep edilen etüv makineleri ile ilgili olarak ilkönce, imalat yapılan Tersane-i Amire mevcudunda etüv makinesi olup olmadığı gibi hususlarda “imalat komisyonu” tarafından bir bilgi notu (ilam) hazırlanmakta, daha sonra ise konu ile ilgili olarak Şura-yı Bahriye’ye oradan da Bahriye nazırına arz yapılarak Dâhiliye Nezareti’ne bilgi verilmektedir. Böylelikle dâhiliye nazırlığının, vilayetlerin etüv makinesi ihtiyacı hususunda gerekli hazırlıkları yaptığı anlaşılmaktadır[179]. Otoklâv makinesinin de Tersane-i Amire’de imal edildiği ve ihtiyaç duyulan yerlere makinenin gönderilmesi konusunda Mekatib-i Askeriye Nezareti’nin ilgilendiği ve bu nezaretle Tersane-i Amire’nin bağlı bulunduğu Bahriye Nezareti arasında gerekli yazışmaların yapılarak, makinelerin hastalık mahallerine gönderildiği görülmektedir[180].
Hastalığın muhtelif mahallerde meydana gelmesi ve tebhir makinelerinin zamanında ilgili yerlere gönderilememesi Meclis-i Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umûmiye tarafından, ilgili birimlere, (Tophane-i Amire, Umum Mekatib-i Askeriye-i Şahane Nezareti ve Dâhiliye Nezareti) tebhir makinelerinin diğer vilayet ve sancakların merkezlerinde de bulundurulmasının sağlık açısından zorunluluğu konusunda (fevâid ve muhsenât-ı sıhhiye olacağından…) bir görüş serdetmesine neden olmuştur[181]. Bu çerçevede “Tersane-i Amire’ce i’mâl” ve hastalık mahallerine irsal” edilen etüv makinesine ihtiyaç artmış dolayısıyla Tersane-i Amire’deki imalat yetersiz kalmış ve ihtiyaç duyulan makineler ülke dışındaki muhtelif fabrikaların Der-saadet vekilleri aracılığı ile[182] temin edilmeye başlamıştır. Nitekim Paris’te bulunan Dühter[183]ve Jenet Herşer fabrikaları[184] ve Berlin’de bulunan “Tünşelâğar (Tünşelâğır) fabrikası”[185] gibi yerlerden etüv makinesi temin edilmiştir.
Dühter adı çoğu yerde Dühter olarak kullanılmakla beraber istisnai olarak bazı belgelerde “Dühez” olarak da kullanılmıştır[186]. Dühter fabrikasının Der-saadet vekili Mösyö Lüben[187], Jenet Herşer Fabrikası’nın Der-saadet vekili ise Mösyö Minyo adlı kişilerdir[188].
Tebhir makinesinin yurtdışından ithal edilmesi ile ilgili bir örnek 1905 yılında gerçekleşmiştir. Bu sırada Kastamonu vilayetinde bulunan “Merkez Vilayet Hastane-i Umumiyesi’nde iki aded tebhir makinesi hizmet vermektedir. Ancak iki adet makine hastane için yeterli görülmekle beraber hastanenin bütün levazımı ile 1 yatak takımı, 15 kat elbiseyi temizleyecek büyüklükte bir makinenin bulunmadığı dolayısıyla daha büyük bir tebhir makinesinin Berlin’den satın alınması konusunda yazışmalar yapılmıştır (28 M 1323/4 Nisan 1905)[189].
Etüv Makinelerinin Fiyatı
Etüv makineleri boyutlarına göre muhtelif fiyatlarda seyretmiştir. Makinenin maliyetine nakliye vs. masrafları da eklendiği zaman fiyat oldukça yükselmektedir. Etüv makinesi ile beraber “formikelî pülverizatör” (bir başka yerde “formüllü pülverizatör”[190]) adlı bir makine de hastalıkla mücadele de kullanılmaktadır. Her ikisinin 1903 yılındaki fiyatı toplam 5836 frank olarak tespit edilmiştir (7 S 1321/5 Mayıs 1903).[191] Yine 1903 yılında etüv makinesi ve diğer edevatın bedeli 300 Osmanlı lirası (altını), [192] sadece etüv makinesinin fiyatı ise 261,5 Osmanlı lirası ve 412 mecidiye olarak tespit edilmiştir (07 Ra 1321/3 Haziran 1903)[193]. 1905’te Bağdat vilayeti tarafından talep edilen bir adet etüv makinesinin, nakliye masrafı ve sair masraflar dahil Paris’ten getirtilmesi toplam 7150 Frank olarak tespit edilmiştir (6 Receb 1323/6 Eylül 1905) [194].
Otoklâv makinesinin bedeli ise 180 Frank olarak belirlenmiştir (7 Ra 1321/3 Haziran 1903) [195].
Tebhir makineleri satın alınırken makine bedeli “Bank-ı Osmani vasıtasıyla Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezaret-i Celilesi namına”[196] poliçe ile[197] gönderilmiştir.
Etüv Makinelerinin Temini
Mubayaalar
Osmanlı Devleti salgın hastalıklarla mücadelede belediyelerin kendi bütçelerinden pay ayırmasını istemiş[198] ve bunun da takipçisi olmuştur. Ancak belediye bütçelerini aşan olağanüstü durumlarla karşılaşıldığında belediyelere merkezi bütçeden sübvansiyon da yapılmıştır.
İlk zamanlar yurtdışından ziyade “Tersane-i Âmire’de” “imal” edilip, ihtiyaç duyulan yerlere gönderilen etüv (tebhir) makinelerinin, vilayetlere temini ile ilgili hususlar taşrada “Meclis-i İdare-i Vilayet”te tartışılmış ve karara bağlanmıştır (12 Ramazan 1322/20 Kasım 1904)[199].
Makinelerin hastalık mahalline gönderilmesi ve bedellerinin bir an önce ödenmesi konusunda Tophane-i Amire müşiri ve Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhâne nazırı tarafından Dâhiliye Nezareti nezdinde girişimde bulunulmuştur (14 Zilhicce 1323/9 Şubat 1906) [200].
Taşranın etüv makinesi taleplerini Tersane-i Amire’den yaptığı ve ihtiyaçların buradan karşılandığı şayet burada yeterli sayı ve donanımda makine yoksa merkezin taşra adına mubayaa yaptığı görülmektedir[201]. Hastalıkla mücadelede kullanılan “alât ve edevât-ı tathiriye”nin mubayaası Sıhhiye Nezareti sıhhiye dairesi (Daire-i Sıhhiye) tarafından yapılmıştır. Bununla beraber “alet ve edevât-ı sıhhiye tahaffuz ve karantinahaneler için lüzum görünen” her şeyin, sıhhiyece mubayaası da söz konusu değildir. Bunun dışındaki şeyler için mukavelename hazırlanması Dâhiliye Nezareti’ne ait bir iş olup, dairenin görevi dışında bir iş olarak görülmüştür. “Daire adına kontrato tanzim ve imza edilmesi” uygun görülmemiş bu konuda kurumlar arasında bazen fikir ayrılığı olsa da Sıhhiye Nezareti kontrato ve imza işinin dâhiliyeye ait bir iş olduğu konusunda fikir beyan etmiştir. İmza ve kontrato yetkisinin dâhiliyeye ait bir iş olduğu konusunda, Umum Mekatib-i Askeriye-i Şahane Nezareti’ne de bilgi verilmiş ve yetki karmaşası aşılmaya çalışılmıştır. Sıhhiye Nezareti’nin bir yazısında da kontrato ve imza yetkisinin dâhiliye veya maliye nezaretine ait olması gerektiği belirtilmiştir (7 S 1321/5 Mayıs 1903)[202].
Makine alımı için yapılan mukavelename Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane vekâleti ile fabrika vekili arasında tanzim edilmiş, mukavelenamenin birer sureti Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti ve Sıhhiye Nezareti’ne gönderilerek, konu ile ilgili olarak sadarete de görüş sorulmuştur (7 Ra 1321/3 Haziran 1903)[203].
Makineler satın alındığında ilgili kurumlar arasında bir “mukavelename” (kontrato) yapılmış, mukavelenamenin tanzim ve imza edilmesi konusunda Maliye Nezareti takipçi olmuştur. Yapılan bazı alımlarda, makine bedelinin yarısının sipariş verildiğinde diğer yarısının ise makinenin gönderileceği yere ulaşması durumunda ödenmesi sağlanmış böylece makine siparişleri güvence altına alınmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede Avrupa’nın muhtelif yerlerinden makine siparişleri verilmiştir[204]. Mesela Konya vilayetine temin edilecek etüv makinesi bedelinin yarısının sipariş esnasında diğer yarısının ise makinenin Konya istasyonuna varması durumunda ödenmesi planlanmıştır. Makinenin nakliye masrafı ve görevlilerin “avdet (dönüş) harcırahı” ile “yevmiye”si hastalık mahalli idaresi tarafından karşılanmaktadır (7 S 1321/5 Mayıs 1903) [205]. Bununla beraber şartlara göre makine ve teferruatlarının parası vilayet borcasında karşılığı olmaması” gibi durumlarda sıhhiye tahsisatından da karşılanabilmiştir[206].
Az önce belirttiğimiz gibi, hastalığın ortaya çıktığı yerlerin idareleri, hastalıkla mücadele için başlangıçta sadece İstanbul’dan makine satın almışlar[207] ve bu hususta kendi bütçelerinden pay ayırmışlardır. Ancak her belediyenin bu makineyi satın alacak düzeyde paraya sahip olmadığı bu nedenle de İstanbul’un bu konuda kendilerine kolaylık sağlaması veya kendilerine ihsanda bulunması konusunda İstanbul’la yazıştığı görülmektedir[208]. Dolayısıyla hastalık çıkan alanlarda ihtiyaç duyulan etüv makinelerinin, mubayaa (satın alma) ve bağış yöntemiyle temin edildiği görülmektedir. Mesela Biga sancağı mutasarrıflığı tarafından bölgede kullanılmak üzere 1 adet etüv makinesi talep edildiğinde bölge gelirlerinin (varidat-ı mahalliye) “adem-i müsaadesiyle beraber Kala-i Sultaniye’nin mevâki-i mühimme-i askeriyeden bulunması” ve “Der-saadet’e olan kurbiyeti (yakınlığı)” neden gösterilerek makine bedelinin sıhhiye tahsisatından karşılanması istenmişse de, Sıhhiye Nezareti Meclis-i Umur-u Sıhhiye tarafından etüv makinesi tedarikinin mahalli belediyelere ait olduğu bildirilmiş ve mutasarrıflık tarafından, istenen makine bedelinin ödenmesi reddedilmiş ve bedelin “cihet-i sıhhiyeden ifası(nın)” caiz olamayacağı ifade edilmiştir (2 Zilhicce 1322/7 Şubat 1905)[209].
Belediye bütçesinde hastalıkla mücadele konusunda mubayaa edilecek malzemelerle ile ilgili herhangi bir kalem bulunmaması durumunda temini zorunlu olan malzemelerin bedelinin gelecek seneki bütçeden ödenmesi kararlaştırılmıştır. Mesela Ankara vilayeti tarafından talep edilen 2 adet tebhir makinesi bedelinin biri Kayseriye (Kayseri) belediyesi tarafından, diğeri ise vilayet ve belediye kaynaklarının “evvelce tanzim ve tasdik edilmesine binaen” “merkez vilayetle mülhakat-ı sair belediyelerinin sene-i atiyye muvazene”lerinden ödenmesi kararlaştırılmıştır (12 Ramazan 1322/20 Kasım 1904)[210].
Makine maliyetlerinin karşılanamadığı durumlarda Dâhiliye Nezareti’nin devreye girdiği[211] ve maliyetin hazinenin sıhhiye tahsisatından karşılandığı görülmektedir[212]. Mesela Konya için satın alınan etüv makinesinin bedeli olan 300 liranın, 150 lirası nakden sipariş esnasında “sıhhiye tahsisatından” ödenmiş, geri kalan 150 liranın ödemesinin ise mukavelename gereğince “Maliye Nezareti Celilesi veznesinden umur-u tıbbiye-i mülkiye veznesine” oradan da fabrika vekiline yapılmasına karar verilmiştir[213]. Yine taşradan yapılan bir talep üzerine “Tersane-i Amire mamulâtında” etüv makinesi bulunmaması nedeniyle yerine iki adet “otoklâv” makinesi gönderilmesine karar verilmiş ve otoklâv makineleri Mekâtib-i Askeriye Nezareti tarafından gönderilerek, maliyetleri[214] “tahsisat-ı sıhhiye”den karşılanmıştır (7 S 1321/5 Mayıs 1903)[215].
İhsanlar (Bağışlar)
Osmanlı Devleti’nde salgın hastalıkla mücadelede başarılı olamayan ve bu konuda da yetersiz bütçeye sahip olan bazı belediyeler hastalıkla mücadelede kullandıkları makine ve diğer malzemelerin kendilerine ihsan edilmesi yönünde çalışma yürütmüşlerdir. Makinenin kendilerine “ihsan” edilmesi ile ilgili talepler “Mabeyn-i Hümayun Başkitabeti”ne yapılmıştır (26 M 1323/2 Nisan 1905) [216].
Etüv makinesi ile ilgili ihsan talepleri şu şekilde ifade edilmiştir: “….Sadaka-i ‘afiyet cihân kıymet-i hazret-i hilafetpenahi olmak üzere Tersane-i amire ma’mûlatından bir etüv makinesinin ihsanı……”[217] , “……lutfen ve merhameten buraya ‘inâyet buyurulması….” gibi.[218]
Pülverizatörler
Etüv makinesi ile beraber “formikelî pülverizatör” (bir başka yerde “formüllü pülverizatör”[220]) adlı bir makine de hastalıkla mücadelede kullanılmaktadır. Her ikisinin fiyatı toplam 5836 frank olarak tespit edilmiştir[221]. Vilayetlerden talep edilen makine ve pülverizatörler Şehremaneti bünyesinde bulunuyorsa buradan karşılanmış, mevcut içerisinde yok ise yurtdışındaki (Paris vs.) ilgili fabrikaların Der-saadet vekilleri aracılığı ile temin edilmiştir[222]. Bununla beraber pülverizatörlerin Şehremaneti’nde “müteaddid” miktarda bulunması nedeniyle genelde buradan gönderilmesi sağlanmıştır. İstanbul’da bulunan pülverizatörlerin “Paşa Tebhirhanesinde” bulunduğu ve İstanbul’dan vilayetlere gönderilirken “Paşa Tebhirhanesindeki mevcuddan” alınarak, Şehremaneti’ne bağlı “Devair-i Belediye Hey’et-i Sıhhiye Müfettiş-i Umumiliği marifetiyle” gönderildiği anlaşılmaktadır[223].
Tebhir makineleri gibi pülverizatör bedellerinin de hastalığın meydana geldiği yerlerin idareleri tarafından karşılanması sağlanmaya çalışılmıştır[224]. Bununla beraber pülverizatör bedellerinin vilayetler tarafından karşılanması konusunda vilayetlerin isteksiz davranması merkezin ödeme konusunda, “devâir-i belediye”lerin “mecbur tutulması” hususunda çalışma başlatmasına neden olmuştur (29 M 1318/29 Mayıs 1900)[225].
g. Difteri Serumu Üretilmesi
Telkihhane ve Bakteriyolojihane’nin Kurulması
1904 tarihli bir belgede aşı tüpü ve kuşpalazı serumunun Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane İdaresi altında bulunan Telkihhane ve Bakteriyolojihane-i şahanede üretildiği (imal ve istihzâr) ifade edilmektedir (8 Nisan 1904/22 M 1322)[226]. Bu çerçevede telkihhane ve bakteriyolojihanenin difteri serumu üretimi için önemli birimler olduğu anlaşılmaktadır.
“Bir devlet müessesesi olan aşı evi (telkihhane)” 1892 yılında Hüseyin Remzi Bey tarafından kurulmuştur. Kurumun, İstanbul’dan sonra Mekke, Basra, Şam, San’a, Bağdat, Musul, Erzincan, Sivas ve Manastır şehirlerinde de şubeleri açılmıştır. Telkihhanenin açılmasıyla daha önceleri ithal edilmekte olan aşılar burada hazırlanmaya başlamıştır[227].
1893’te çıkan kolera salgını üzerine II. Abdülhamit salgına karşı ne tür tedbirler alınabileceğini Pasteur’a sormuş ve Paris’ten Dr. Andre Chantemesse hastalıkla mücadelede yol göstermek için Türkiye’ye gönderilmiş, Chantemesse’nin görüşleri doğrultusunda Demirkapı’daki Tıbbiyenin bahçesine ahşap bir bina yapılmış ve burada da Bakteriyolojihane çalışmaya başlamıştır[228]. Bakteriyoloji laboratuvarının kurulmasında büyük katkıları olan Dr. Nicole[229] buraya müdür tayin edilmiştir. Açılışından iki yıl sonra 1895’te binanın difteri serumu hazırlanması için yetersiz olduğu belirtilmiş ve bakteriyolojihane Nişantaşı/ Çiftebakkallar’da bir konağa taşınmıştır[230].
Kuşpalazı Serumunun Üretilmeye Başlanması
Temel savaş yöntemi aşılama olan[231] ve kaynaklarda “Ramon” aşısı olarak da adlandırılan[232],difteri hastalığına yönelik aşının ilk nüvesi 19. yüzyıl sonlarında bulunmuştur. Emile Roux, geliştirdiği difteri serumunu, 1894’te Budapeşte’de toplanan Uluslararası Hijyen ve Demografi Kongresi’nde tanıtarak, serumun tedavide başarı ile kullanıldığını açıklamıştır[233]. Kongre üyeleriyle İstanbul’a gelen A. Chantemess (belgelerdeki ifadesiyle “Doktor Mösyö Şantemis”[234]), bu serumdan bir kutu getirerek II. Abdülhamit’e takdim etmiştir. Böylece difteri serumu bilim dünyasına tanıtıldıktan sadece birkaç gün sonra İstanbul’a da gelmiştir. Bulaşıcı ve salgın hastalıklarla mücadeleye büyük önem veren II. Abdülhamit, Chantemess ile yaptığı görüşmeden sonra bu serumun Bakteriyolojihane-i Şahane’de üretilmesini istemiştir[235]. Bu çerçevede kuşpalazı hastalığına karşı Doktor Ro tarafından icat (ihtira’) edilen bu ilaçla ilgili olarak işinin ehli doktorlardan (huzzak ve mehere-i etibba) meydana gelen ve Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane’de kurulan özel bir komisyon (komisyon-u mahsusa) tarafından inceleme yapılarak bir rapor hazırlanması istenmiştir. Yapılan ön incelemede bir kutu ilacın bir veya en fazla iki hastaya yetecek miktarda olduğu, ilacın komisyon tarafından birçok hastada kullanılmadan önce, şimdilik her hafta posta ile 50 şişe miktarının Paris’ten getirilmesi ve komisyonun kontrolü altında kurulacak en az 20 yataklık bir yerin tahsis edilerek, burada yapılacak uygulama neticesinde ilacın kuşpalazına kesin çare (deva-yı katî) olup olmadığı konusunda tespit yapılması düşünülmüştür. Tophane-i Amire Müşiriyeti ve Umum Mekatib-i Askeriye-i Şahane Nezareti tarafından saraya arz edilen bu teklif padişah tarafından da uygun görülmüş ve 20 yataklık bir difteri hastanesi kurulması, Paris’ten her hafta 50 şişe ilaç getirilmesi ve yapılacak uygulamanın olumlu netice verip vermediği konusunda bir an önce sarayın bilgilendirilmesi konusunda çalışma başlatılmıştır (20 Ca 1312/19 Kasım 1894) [236]. Bakteriyolojihane-i Şahane Müdürü Dr. Nicole de, Kasım 1894’te serumun hazırlanışını öğrenmek üzere Paris’e gönderilmiştir[237].
Konu ile ilgili 1895 tarihli bir belgede, “Der-saadet’ce i’mâli muktezâyı irade-i seniyye-i hazreti hilafetpenâhiden olan kuşpalazı serumunun istihzarat-ı rehin-i hitam olub tevziine mübaşeret olunacağın(ın)…” ifade edilmesi[238] difteri serumunun 1895 tarihinde artık Osmanlı topraklarında da imal edilmeye başladığı ve hastalık mahallerine gönderileceğine işaret etmektedir. Bu bağlamda Bakteriyolojihane-i Şahane’de 4 Aralık 1895’ten itibaren yerli difteri serumu üretilmeye başlamış[239] ve Dr. Nicole serumu adı verilen yerli difteri serumundan, Ocak 1899-Kasım 1900 arasında imparatorluğun çeşitli yörelerine 3750 şişe gönderilmiştir. Bu Osmanlı Devleti’nde kullanılan ilk bağışık serumdur[240]. Hastalıkla ilgili tutulan istatistikler serumun önemli ölçüde faydalı olduğunu ortaya koymaktadır. Mesela Şişli Etfal Hastanesi’nin dâhiliye tabibi ve bakteriyolog Bnb. Ömer Fuad Bey 21 Nisan 1900-15 Ağustos 1901 tarihleri arasında serum tedavisi uygulanan 75 difteri vakasında bir ölüm, 18 krup vakasında ise 6 ölüm meydana geldiğini ve hastaların çoğunun şifa bulduğunu gösteren bir istatistik hazırlamıştır[241].
Difteri Serumu Şırıngası
Difteri serumu şırıngasının uzun süre dışarıdan sipariş edildiği anlaşılmaktadır. Mesela 1909 yılına ait bir belgede difteri serumunu zerk etmek için kullanılan şırınganın “Ma’dî Nikola modeli” olduğu ve bu modelin “Paris’de Mösyö Sîmâlik Fabrikası”ndan sipariş edildiği ifade edilmektedir(2 B 1327/20 Temmuz 1909) [242]. Serum ve şırınga talepleri incelendiğinde aralarında nicel olarak ters bir orantı mevcut olduğu ve şırınga sayısının serum sayısına göre az olduğu dikkat çekmektedir[243]. Nitekim belgelerden, 100 adet seruma bir adet şırınga verildiği anlaşılmaktadır. Mesela Eğin kazasına tabi Zemâre köyünde meydana gelen difteri salgınına karşı buradaki hasta fakir çocuklar için kullanılmak üzere 250 şişe serum, 2 aded şırınga talep edilmişse de hastalığın daha az yayılmış olmasına (kılletine) nazaran 100 şişe serum, 1 adet şırınga gönderilmiştir (11 M 1327/2 Şubat 1909) [244].
Serum ve Aşı Tüplerinin Dağıtımında Uygulanan Prosedür
Taşradan istenen serum talepleri heyet-i sıhhiye müfettişi umumiliği ve Mekatib-i Askeriye-i Şahane Nezareti arasında yapılan yazışmalar neticesinde İstanbul’da bulunan Bakteriyolojihane-i Şahane’den temin edilerek[245], Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şâhane Nezareti tarafından gönderilmiştir (10 Nisan 1324/23 Nisan 1908) [246]. Tüp ve serumlar doğrudan doğruya Tıbbiye Nezareti’nden istenilmesi gerekirken[247] bazı yerler tarafından usule aykırı olarak tüp ve serumların doğrudan doğruya Telkihhane ve Bakteriyolojihane-i şahaneden istendiği görülmektedir. Bu durum “tüp ve serumun hem sevk ve irsalinde te’hirâtı ve hem de muamelatında teşvîşâtı mu’ceb olmakda …” dır. Kurallar çerçevesinde talepte bulunulması konusunda tophane-i amire müşiri ve umum mekâtib-i askeriye-i şahane nazırı tarafından Dâhiliye Nezareti’nden talepte bulunulmuş ve durumun vilayet ve livalar başta olmak üzere ilgili bütün birimlere bir tamim hazırlanarak (tamimen) tebliğ edilmesi istenmiştir. Tüp ve serumların doğrudan Tıbbiye Nezareti’nden istenmesi, doğal olarak malzemelerin vaktinde ulaşmasına da imkan sağlamıştır (….bi-t’tabi’ vakt ve zamanıyla ve sür’ati mümkine ile….) (22 M 1322/8 Nisan 1904)[248].
Uygulanan prosedür çerçevesinde Bakteriyolojihane müdüriyetinin de, serum talebi konusunda taşradan gelen doğrudan talep telgraflarını dikkate almadığı görülmektedir. Nitekim Bakteriyolojihane’ye kuşpalazı serumuna şiddetle ihtiyaç olması gerekçesiyle 50 şişe serum gönderilmesi için bir hafta içinde 3 defa telgraf çekildiği halde müdürlüğün talebi dikkate almadığı görülmektedir. Bu tür durumlarda vilayet sıhhiye müfettişleri devreye girerek Dâhiliye Nezareti kanalıyla Umur-ı Tıbbiye-i Mülkiye Nezareti’nin taleplerinin yerine getirilmesini sağlamışlardır (7 Z 1326/31 Aralık 1908) [249].
Daha sonraları, Bakteriyolojihane müdürü Mösyö Remenikır tarafından difteri serumlarının, talebi, gönderilmesi ve değiştirilmesi gibi muhtelif hususlarda muhtemel kargaşayı önlemek için bir takrir hazırlanmış ve bu hususlarda Meclis-i Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umûmiye riyasetinin sorumlu olması sağlanmıştır. Bu nedenle taşradan gelen serum taleplerinin bu riyasete yazılması (muhabere) ve üzerinden bir sene geçmeden serum değiştirme taleplerinin dikkate alınmayacağı ile ilgili olarak bütün vilayetlere de (elviye-i gayrı mülhakata) bilgi verilmiştir (14 Z 1327/27 Aralık 1909)[250].
İhtiyaç duyulan serum ve şırıngalar bölgedeki muhtelif yetkililer tarafından talep edilmekle beraber Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane Nezareti, her birimin talebini de yerine getirmemiş, serum ve şırınga talebinin sadece mahalli hükümet yetkilileri (hükümet-i mahalliye, vilayet yetkilileri) tarafından yapılmasını zorunlu tutmuştur [251].
Serumların Muhafazası ve Tazeliğini Koruma Süresi
Bakteriyolojihane’de hazırlanan serumların üretim tarihinden itibaren bir yıl boyunca tazeliğini koruduğu tespit edilmiştir. Konu ile ilgili bir vesikada “tarih-i istihzarından itibaren bir seneye kadar havass-ı şifâiyesini muhafaza ideceği taraf-ı ali asafânelerinden iş’ar buyrulduğu.…” ifade edilmiştir (21 B 1316/5 Aralık 1898)[252]. Taşraya gönderilen serum vs. diğer ilaçların genelde belediyeler içerisinde birer eczahane kurularak buralarda muhafaza edildiği görülmektedir[253]. Bununla beraber vilayetlerin çoğunda özellikle kış mevsimlerinde hastalığın olası artma ihtimaline karşı merkezden serum talep edilerek[254] “ihtiyaten” serum bulundurulması, serumların fenni usuller çerçevesinde muhafaza edilememesi ve süresi içerisinde kullanılmamasından dolayı bozulma riski ile karşı karşıya kaldığı görülmektedir (1 B 1317/5 Kasım 1899) [255]. Bu çerçevede hastalık mahallerinden talep edilen şırınga ve serumlar, zaman aşımına uğramaması (özellikle serumlar) için, belediye tabipleri tarafından yapılan tetkikler neticesinde gerçek ihtiyaçlar tespit edilerek[256] dengeli bir şekilde[257] ve parça parça (ceste ceste) karşılanmıştır. İhtiyaç kalmadığı takdirde serumların bozulmadan iadesi konusunda da hassas davranılması konusunda çalışma başlatılmış[258] ve vilayetlere gönderilen serumlardan artakalanlar belirli bir süre bekletilmiş ve daha sonra merkezi hükümet adına Umur-ı Tıbbiye-i Mülkiye Nezareti ile irtibata geçilerek değiştirilmiştir(25 S 1327/18 Mart 1909) [259]. Bu bağlamda serumların tazeliğini koruması amacıyla vilayetlerce ihtiyaç duyulan serumların üç ayda bir hazırlanması[260] veya “altı ayda bir kere tecdid olun (ması)…” sağlanmış[261] ve üzerinden bir sene geçmeden serum değiştirme talepleri dikkate alınmamıştır (14 Z 1327/27 Aralık 1909)[262]. Mesela Van vilayeti merkezi eczanesine sarf edilmek üzere “dört defada 230 aded serum” gönderilmiştir. Bunlardan 101 (bir diğer belgede 100) adedi sarf edilmiş, geriye kalan 129 adedi sarf edilemeyip “bozulmak ihtimaline binaen Bakteriyolojihane’ye iade” edilmeye karar verilmiştir. 230 adet dışında bölgeden 140 adet daha istendiği görülmektedir. Ancak hastalık bertaraf edilince vilayet yöneticileri harekete geçerek istenen “140 adedi henüz (bölgeye) vurûd etmemiş olduğundan (serumlar) nerede kalmış (bulunuyor) ise buldurulması” için ilgili kişilere yazılı olarak bildirilmesini istemişlerdir (7 Ş 1324/20 Şubat 1909) [263]. Yine Baalbek'te kuşpalazı hastalığı çıkması üzerine birçok tahaffuz tedbiri alınmış ve hastalığın sirayeti engellenmiştir. Bununla beraber merkez vilayet Suriye’de ve Beyrut’ta serum bulunmadığından her 15 günde bir defa onar şişe serum gönderilmesi talep edilmişse de[264] hastalığın artması nedeniyle istenen serum miktarı daha sonra 24 şişeye çıkarılmıştır (17 C 1317/23 Ekim 1899) [265]. Yanya vilayeti tarafından kuşpalazı illetine karşı 150 şişe kuşpalazı serumu istenmesine rağmen merkez sadece 100 şişe göndermiştir (4 M 1331/14 Aralık 1912)[266]. Yine Adana vilayetinde meydana gelen salgında bölgeden 300 adet serum ve şırıngası talebinde bulunulmuşsa da merkezi yetkililer başlangıçta 40, daha sonra 110 serum göndermiş geri kalanların da “ceste ceste” gönderileceğini bildirmiştir(2 B 1327/20 Temmuz 1909) [267]. Şeceste (Manastır) kasabasında çocuklarda (etfal) şiddetli bir şekilde kuşpalazı hastalığı görüldüğünde bölgeye “20 şişe serum” gönderilerek hastalık tedavi edilmeye çalışılmıştır (11 R 1316/29 Ağustos 1898)[268]. Yine Van vilayetine 370 şişe serumdan ilkönce 140 şişe gönderilmiş, daha sonra 230, 101 ve 50 adet serum gönderilerek mümkün olduğunca serumların dengeli bir şekilde dağıtılması sağlanmıştır (7 Ş 1324/20 Şubat 1909)[269].
Bütün bu iyi niyetli uygulamalara rağmen muhtemelen organizasyonlardaki eksiklikler nedeniyle de vilayetlerin serum ve şırınga ihtiyaçlarının zamanında ve tam olarak karşılanamadığı görülmektedir. Mesela Kosova vilayeti örneğinde olduğu gibi bazı vilayetlere difteri serumu gönderilmekle beraber şırınga olmaması nedeniyle hastalıkla mücadele istenilen düzeyde gerçekleşmemiştir. Hastalıkla mücadelede daha hızlı hareket edebilmek için özellikle belediye tabibi bulunan yerlerde difteri serumu ve şırıngası bulundurulması sağlanmaya çalışılmıştır (15 Ca 1316/1 Ekim 1898) [270].
Serumların Hastalık Mahallerine Ulaştırılması
Hastalık çıkan mahallere gönderilen pülverizatör[271], serum, tüp ve şırıngalar postahane kanalıyla gönderilmiştir. Önemine binaen serum vs. malzemelerin postahanenin “mühimme kısmına” teslim edildiği[272] ve serumların yolda kırılmaması için özel bir kutu içine[273] konduğu görülmektedir. Kaza merkezinden köylere gönderilen malzemelerin ise askeri birlikler vasıtasıyla ulaştırıldığı görülmektedir. Mesela Ohri'ye bağlı bazı köylerde çıkan kuşpalazı için ihtiyaç duyulan serumlar Selanik’ten özel bir süvari birliğine (süvari-yi mahsus) teslim edilerek gönderilmiştir (26 N 1321/16 Aralık 1903) [274].
Serumların kargo bedelleri serumun gönderildiği vilayet tarafından ödenmiştir. Bu konuda Meclis-i Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umûmiye riyaseti takipçi olmuştur. Mesela 1330’lu yıllarda taşraya gönderilen bazı difteri serumlarının “derrâce (bir çeşit araba) tarikiyle” Avusturya Postahanesi’ne teslim edilerek gönderildiği anlaşılmaktadır. Bu çerçevede 100 şişe kuşpalazı serumu, Yanya vilayetine 1000 kuruşa gönderilmiştir (4 M 1331/14 Aralık 1912)[275].
Serum Bedellerinin Karşılanması
Hastalıkla mücadele için muhtelif alet edevat ve ilaç bulundurmak gerekmişse de gerekli hassasiyet her zaman başkent İstanbul’da bile gösterilememiştir. Nitekim Şehremaneti’nin ilgili dairelerinde bile taze serum ve ameliyat için gerekli alet ve diğer levazımat bulundurmak gerekli olduğu halde bunların her zaman hazırda mevcut olmadığı bu nedenle de hastalıkla etkili mücadele edilemediği görülmektedir. Konuyla ilgili olarak 1910’da Meclis-i Tıbbiye-i Mülkiye ve Sıhhiye-i Umûmiye Riyaseti takipçi olmuştur (14 M 1328/26 Ocak 1910)[276]. Her şeye rağmen Der-saadet, taşra, mülkiye ve askeriye daireleri (devair-i mülkiye ve askeriye), askeri kıtalar (kıtaat-ı askeriye), vilayet ve livalar (vilâyât ve elviye-i şahane) ile kaza ve nahiyelerden gelen aşı tüpü ve serum taleplerini mümkün olduğunca karşılamaya çalışmıştır. Aşı tüpü “saye-i ‘inâyetvâye-i cenâb-ı padişahi..” olarak meccanen karşılandığı halde serum ve şırınganın “ber mucebi nizam ve talimât” gereğince parası ödenmek şartıyla gönderimi sağlanmıştır (22 M 1322/8 Nisan 1904) [277].
Vilayetler tarafından istenen serum ve şırıngalar, genelde bedelleri karşılığında gönderilmekle beraber sosyal devlet olma özelliğinin bir neticesi olarak bazı durumlarda özellikle fakir ve yetim çocuklarda meydana gelen hastalıklarda “meccanen” gönderilmiştir (2 B 1327/20 Temmuz 1909)[278]. Ancak şırınga bedellerinin “hiçbir mahallede meccanen i’ta edilmemekte olduğu” ve şırınga bedellerinin mutlaka hastalık mahalli tarafından, bir şekilde, ödendiği dikkat çekmektedir. Serum ve şırınga bedelleri ve ödenmesi gibi hususlarda, Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane ve Umur-ı Tıbbiye-i Mülkiye Nezareti, Bakteriyolojihane müdürlüğünün görüşleri doğrultusunda hareket etmiştir (2 B 1327/20 Temmuz 1909)[279]. Belediyelerin ilaç bedellerini sadece maddi durumu iyi olanlardan tahsil ettiği, fakir olan kişilerin yerine ise belediyenin karşıladığı görülmektedir (7 Ra 1328/19 Mart 1910)[280].
Taşraya gönderilen serumların “altı ayda bir kere tecdid olun (duğu)…” ve serum bedelinin (esman) serumlar gönderildikten sonra ödendiği görülmektedir (21 B 1316/5 Aralık 1898) [281]. Bununla beraber vilayetlere gönderilen serum ve şırınga bedellerinin her zaman vaktinde ödenmediği bu nedenle de merkezi hükümet adına Umur-ı Tıbbiye-i Mülkiye Nezareti’nin zaman zaman vilayetleri uyardığı anlaşılmaktadır (5 L 1317/6 Şubat 1900)[282].
Serum bedelleri hastalık mahallerinde bulunan belediye dairelerinden tahsil edilmiş[283] ve Umum Mekâtib-i Askeriye-i Şahane Nezareti’ne gönderilmiştir[284]. İlgili bedeller, vilayet eczahanesi tarafından Bakteriyolojihane’ye gönderilip burada muhasebe tarafından kayıt altına alınmış[285] serum bedeli olan meblağın makbuz senedi de ilgili vilayete gönderilmiştir (25 S 1327/18 Mart 1909) [286].
1899 tarihinde 10 şişe serum için 120 kuruş[287], 20 tüp serum için 240 kuruş[288], 1906 tarihinde 30 şişe difteri serumu için 300 kuruş[289], 140 şişe serum için 1400 kuruş, daha sonra gönderilen 230 şişe serum için ise “mecidi 19” kuruş hesabıyla 2185 kuruş bedel belirlenmiştir. Yine Van vilayetine gönderilen 101 adet serum için 1010 kuruş, 50 adet serum için 500 kuruş, 370 şişe için 3700 kuruş bedel hesaplanmıştır(7 Ş 1324/26 Eylül 1906)[290]. 1909 yılında ise bir şişe difteri serumu için 19 kuruş bedel belirlenmiştir (25 S 1327/18 Mart 1909)[291].
Bu çerçevede 1899 tarihinde bir şişe difteri serumu 12 kuruş iken, 1906 tarihinde 9,5-10 ve 14 kuruş, 1909 yılında ise 19 kuruştur. Serum fiyatlarının bu 10 yıllık zaman diliminde paranın değeri çerçevesinde muhtelif değerlerde olduğu görülmektedir. 1906 yılında serum bedelleri hesaplanırken “mecidi 19” kuruş hesabıyla belirlenmiştir (7 Ş 1324/26 Eylül 1906) [292].
Serumun zerkini yapmak için kullanılan şırınganın 1 adedi ise 1900[293] ve 1909 yıllarında 1 Osmanlı Lirası olarak belirlenmiştir (2 B 1327/20 Temmuz 1909) [294].
Sonuç
Osmanlı yöneticileri 19. yüzyılda çocuk sağlığının korunması amacıyla hiçbir tedbirden kaçınmamışlardır. Karantina tedbirleri konusunda daha bilinçli hareket etmişler, kuşpalazı gibi bulaşıcı hastalıklara yakalanan çocuklar için okul dışında bir karantina odası tefriş edilmesi düşüncesi bir tarafa, hasta çocukların naklinin donanımlı bir hastaneye yapılmasını da sağlamışlardır. Bu çerçevede İstanbul’da çiçek, kızamık ve kuşpalazı gibi salgın hastalığa yakalanan çocukların tedavi edildiği alanlardan birisi Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye hastanesi olmuştur.
Hastalığa Avrupa’da çare bulunmasından hemen sonra Osmanlılar da konu ile ilgili uzmanlar yetiştirerek hastalıkla mücadele yolunu tutmuşlardır. Nitekim hastalıkla mücadele konusunda Paris ve Almanya’da bir takım çalışmalar yürütülmüş, Osmanlı Devleti de Paris’e araştırmacı göndererek hastalıkla mücadele konusunda kendi elemanlarını yetiştirmeye çalışmıştır.
II. Abdülhamit’in kızı Hatice Sultan’ın küçük yaşta difteri hastalığından kaybedilmesi İstanbul’da hem difteri hem diğer çocuk hastalıkları konusunda hizmet veren çağdaş Hamidiye (Şişli) Etfal Hastanesi’nin yapılmasında etkili olmuştur.
Hastalıkla mücadelede daha etkili olmak amacıyla İstanbul’da bir de sadece difteri hastalığı ile mücadelede hizmet verdiği anlaşılan “Difteri Ameliyathanesi” kurulmuştur. Devletin ekonomik sıkıntıları nedeniyle taşrada geçici hastane kurma düşüncesi pek gerçekleştirilememiş, genelde belediyeler içerisinde kurulan eczaneler ve buralarda istihdam edilen doktorlar kanalıyla halkın sıhhi ihtiyaçları karşılanmaya çalışılmıştır. Bununla beraber kayıtlar sadece köylerde değil, birçok kaza merkezinde bile eczahane bulunmadığını ortaya koymaktadır. İngilizlerin Osmanlı devleti üzerindeki emelleri, taşrada (Ohri’de ) difteri ile mücadele amacıyla geçici bir hastane kurmak isteyen İngiliz yardımının reddedilmesine neden olmuş gözükmektedir.
Hastalıkla mücadelede belediyeler içerisinde oluşturulan sıhhiye birimleri istihdam edilmiştir. Hastalıkla mücadelede istihdam edilen en önemli görevliler; belediye tabipleri, sıhhiye müfettişleri ve tathir memurlarıdır. Belediye tabiplerinin tedavi edici hizmetler yanında koruyucu sağlık hizmetlerinde de istihdam edildikleri anlaşılmaktadır. Bununla beraber sadece köylerde değil, birçok kaza merkezinde bile tabip bulunmadığı görülmektedir.
Hastalıkla mücadele konusunda yapılacak işlerin yerine getirilmesinde, özellikle İstanbul’da, karmaşaya ve gecikmeye neden olan yetki anlaşmazlıklarının gerçekleştiği görülmektedir.
Difteri ile mücadelede muhtelif malzeme ve ilaç kullanılmıştır. Hastalık alanlarını dezenfekte etmek için kullanılan pülverizatör, tebhir makinesi ve otoklâv makinesi gibi. Bunlardan pülverizatörler hastalık mahallindeki kötü havanın temizlenmesi için, tebhir (etüv) makineleri ise hastalık mahallindeki kişilerin giyim kuşam vs. kullandığı eşyaları dezenfekte etmek için kullanılmıştır. Tebhir makinesi bulaşıcı hastalıklardan birine yakalanan kişilerin giysi ve eşyalarını basınçlı su buharı ile bu hastalıkların görüldüğü mekanları kimyasal maddeler ile dezenfekte etmek için kullanılmıştır. Otoklâv makinesi ise hastalıkla mücadelede tebhir kadar etkili olmamış daha çok hastanelerde tımar edevatının (temizlik aletleri) dezenfeksiyonunda kullanılmıştır.