GİRİŞ
Osmanlı Devleti, 1683 II. Viyana yenilgisinden sonra Avusturya başta olmak üzere müttefikleri Venedik, Lehistan 1695 tarihinde de Rusya ile ayrı ayrı cephelerde savaşmaya başlamış, cephelerde aklığı askeri yenilgiler neticesinde Uyvar (Érsekújvár), Budin (Buda), Segedin (Szeged), Şimontorna (Simontornya), Peçuy (Pécs/Fünfkirchen) ve daha sonra da Belgrad (Beograd) gibi önemli kaleleri Avusturya’ya bırakmak zorunda kalmıştır. Bu kaleleri kaybettiği esnada Osmanlı Devleti, Ukrayna’da Lehistan’a, Dalmaçya'da Arnavutlara, Mora’da ve Ege’de Venediklilere karşı da mücadele vermek mecburiyetinde idi. Bu mücadelelere 1695’ten itibaren de Rusya ile Kırım üzerinde savaşması eklenecektir[1].
Hem askerî başarısızlıklar hem ülke içinde ekonomik ve sosyal alanda yaşanan buhranlar Osmanlı Devleti’ni, savaş halinde bulunduğu Avusturya ile barış yapmak için harekete geçmeye yöneltmiştir. Sulh bulmak, görünürde ise Sultan II. Süleyman’ın (1687-1691) cülusunu bildirmek maksadıyla bir elçilik heyetinin Viyana’ya gönderilmesine karar verilmiştir. Elçi olarak Zülfikâr Paşa tayin olunmuştur[2]. Dİvân-ı hümâyûn tercümanı İskerletzâde Aleksandr (Aléxandras Mavrocordátos)[3] ve Zülfıkâr Paşa’nın yeğeni Mustafa Ağa da gidecek heyete dahil edilmişlerdir.
Zülfıkâr Paşa Avusturya’ya elçi olarak görevlendirildiğine dair fermanı 12 Ramazan 1099 (11 Temmuz 1688) tarihinde almış[4] ve Rumeli Beğlerbeği payesiyle tayin olduğu bu görev icabı Viyana’ya gitmiştir. Viyana’da İmparator I. Leopod (d. 1640-Ö1. 1705) ile 17 Rebiülâhir 1100 (8 Şubat 1689)’de görüşmüş[5], Avusturya ve müttefikleri ile Hollanda elçisinin arabuluculuğunda muhtelif defalar müzakerelerde bulunmuştur. Bu esnada Hollanda’yı aracı olmaya iten sebep Akdeniz ticaretinden doğan menfeatleriydi. Nitekim Hollandalı tacirlerin Akdeniz’de hem İspanyol hem de Cezayir ve Tunus korsanlarına karşı kendilerini savunmasız hisseuneleri, “istati Cenerailerini”[6] 1604 senesinde Bâbıâlî iie siyasi münasebetler kurmaya şevketmiş ve bu girişimlerin sonucunda -rakip Fransız ve İngilizlerin engelleme çabalarına rağmen- 6 Temmuz 1612’de siyasî ve ticari hakları içeren bir ahidnâme-i hümâyûnu almayı başarmışlardı[7].
Viyana’da ondört kere müttefikler ile biraraya gelen; ancak olumlu bir netice elde edemeyen heyet, bu görüşmelerin ardından büyük sıkıntılar ve mahbusluk çektikten dört yıl sonra 1692’de Edirne’ye dönebilmiştir.
Zülfıkâr Paşa, avdetinden sonra Sultan II. Ahmed’e (1691-1695) elçiliğine dair takririni sunmuştur. Bugün bildiğimiz kadarıyla, bu takririn iki nüshası mevcuttur. Biri Viyana’da Österreichische Nationalbibliothek, Handschriftensammlung, signatur H.O.90'da kayıtlıdır; 98 varaktır ve her varak 21 satırdan oluşmaktadır[8]. Diğeri ise Münih’te Bayerische Staatsbibliothek Handschriftensamlung, signatur cod.turc. 117‘de kayıtlıdır ve Joseph Aumer’in katalogunda s. 36, nr. 117’de verilmiştir[9]. Wolfgang Jobst, doktora çalışmasında bu yazmaların edisyon kritiğini, transkribini ve Almanca tercümesini yapmıştır. Fakat bu kıymetli çalışmada sefaretnâmenin 22 varaklık kısmı eksik bırakılmıştır. Bu sebeple tarafımdan sefaretnâmenin Münih nüshası temin edilip tamamı yeniden transkribe edilerek araştırıcıların hizmetine sunulmak üzere kitap olarak yayına hazırlanmaktadır.
Bu makalemizde Osmanlı elçilik heyetinin Viyana’da Avusturya ve müttefikleri Lehistan ve Venedik ile olan sulh müzâkerelerinde Hollanda elçisinin arabuluculuk girişimleri Zülfikâr Paşa’nın mûkâleme takririnin Münih nüshası esas alınarak yazılmıştır. Eserin tamamı 105 varaktır. 34 b-105 b varakaları arası sefaı etnâmediı. İlk 34 varak ise sivil ve askeri kadroların maaş ödemeleri ile ilgilidir. Sefaretnâme olan bölüm vr. 34 b’de “Ceride-i takrîrât-ı merhûm Zülfikâr Efendi der kal'a-i Beç” başlığı ile başlamaktadır.
Hollanda’nın Arabuluculuk Girişimleri
Zülfikâr Paşa başkanlığındaki Osmanlı elçilik heyeti İstanbul’dan ayrıldıktan sonra önce Niş’e gelmiş, buradan menzil menzil giderek 8 Eylül 1688’de Belgrad’a, (Beograd) daha sonra Varadin’e (Petrovaradin) ulaşmıştır. Belgrad’a doğru hareket ettiklerinde bu kale Avusturya askerle rine teslim olmuştur ve top şenlikleri ile kutlamalar yapılmaktadır. Heyet Varadin’den 18 Zilkade 1099 (14 Eylül 1688)’da ayrılmıştır. 15 Zilhicce 1099 (11 Ekim 1688)’da Edembtırg (Odenburg) şehrine gelip burada üç gün ko-nakladıktan sonra Pottendorf kalesine geçmiştir. Edembtırg ve Pottendorf’ta heyet oldukça sıkıntı çekmiş, adeta hapis hayatı yaşamıştır. Özellikle Pottendorf’ta kaldıkları süreçte boşa bekletilmelerinden büyük rahatsızlık duymuşlardır.
Heyet Pottendorf’ta bulunduğu vakit Avusturya’da ikâmet eden Hollanda elçisi Gerard Hamel Bruynincx ile[10] arabuluculukları konusunda mek tuplaşmıştır. Zülfikâr Paşa’nın 3 Safer 1100 (27 Kasım 1688) tatildi kaydından anlaşıldığına göre gönderdikleri mektupta[11] heyet, Hollanda elçisi ile buluşmak istemektedir. Bunun sebebi ise ellerinde İstanbul’da kendilerine verilen, Hollanda’nın arabuluculuğuna dair mektupları iletmek zorunda olmaları ve yakın bir diyalogu başlatmak istemeleridir. Ancak Zülfikâr Paşa’nın ifâdesiyle elçi “...Asla âşinâlık sûretin..." göstermediği gibi heyetin sulha dair niyetlerini öğrenme sevdasına düşmüştü. Bu tutumu dolayısıyla da aralarında bağlantı bir süre kesilmişti.
Heyet gönderdikleri bu mektuba 18 Rebiülevvel 1100 (10 Ocak 1689) tarihli bir cevap alınışlardır. Gelen mektupta[12] Çasar ile Devîet-i aliyye arasını bulmak üzere Hollanda Cunıhuriyeti’nin “istati ceneralleri" tarafından Senyör Hop’un tam yetkili elçi olarak görevlendirildiği[13] ve Viyana’ya gönderildiği belirtiliyordu. Dolayısıyla mektuba göre heyet, sulha dair husus lan görüşmek üzere bu elçiyi muhatap almalı ve ellerinde bulunan mektupları da bu kişiye vermeliydi. Senyör Hop arabuluculuk için Viyana’ya gelmekle beraber heyet ile hemen buluştu· olmamıştır. Çünkü Fransa ile Avusturya arasında süregelen savaşla Fransa galip durumdadır ve Avusturya’ya ait bazı sınır kalelerini almıştır. Dolayısıyla Avusturya bu kötü gidişattan arabulucu Hop vasıtasıyla heyetin haberdar olabileceğini düşündüğünden bu buluşmayı ertelemiştir. Ancak heyetin İmparator ile buluştunılmasına izin verildikten sonra Hollanda’nın arabulucu elçisi ile görüşmelerine müsaade edilmiş, Senyör Hop, Pottendorf kalesine gelerek onlarla görüşmüştür. Bu ilk buluşmada Hop, arabuluculuğuna dair Hollanda Cumhuriyetinin kendi sine verdiği belgeyi ibraz ederek dostluğunu ve yardımseverliğini ifade etmiştir. Ancak bu ilk buluşmada heyeti tedirgin eden bir konuşma geçmiştir. Şöyle ki heyet elçinin Avusturya ve müttefikleri ile Osmanlı Devleti arasında “ale-s-seviyye" tarzında bir yaklaşımda olmadığını fark etmişlerdir. Nitekim elçi heyete, Osmanlı Devleti’nin çıkarı doğrultusunda İmparator Leopold nezdinde gayretlerde bulunacağını imâ etmiştir. Ancak Osmanlı Devleti’ni Hop’un gayretine muhtaçmış gibi hissettiren bu dunun. Osmanlı Devleti’nin temsilcilerinin tepkisine neden olmuştur. Heyet duyduğu rahatsızlığı açık ve net bir şekilde şöyle ifade etmiştir:
“...Devleti ‘Aliyye’nin asla mühimini değil iken Âsitâne’de olan Fle- menk elçisi devletlü sâhib-i devlet efendimize gelüp, Cumhunmn Devlet i 'Aliyye taralına dostluk ve sadâkatlann tenlimden sonra Nemçe ile zuhûr iden husûmet ve 'adavetin mahabbet ve meveddete mübeddel olunmasıçün araya girüp, sa'y itmek murâdları olduğum bildürüp, bu bâbda tavassut itmelerine devlet tarafından izin ve ruhsat virilmesine tâlib ve rağıb olduğu erilden sâhib-i devlet efendimiz dahi Nemçe Çâsârı taralından musâlahaya meyi ve rağbet ile husûs-ı mezbûra ruhsatınız var mıdır deyü sûal idüp, tahkikine irmek ile tarafeyne sıdk ve hulûs üzere dost ve hayr-hâh olduklarına binâen şevketlü Pâdişâh efendimiz hazretlerine mûmâ-ileyh Cumhurunu rağbetlerin i'lâm itmek ile tarafeynden tavassut itmeleri içün izn-i hümâyûnları alımmşdır. Sizin tavassutunuzu Çâsâr kabûl itmiş ise devlet dahi kabûl ider. Yohsa Devlet i 'Aliyye ol makûle yalnız bir tarafın yanında olan sa'y husûsuna muhtaç değildir. Ne kimesneden ricâ ider ve ne sulh içün ki- mesneyi ricâcı koş/ar]. Tavassutunuza Çâsâr tarafından bir mâni' var ise siz...”[14]
Anlaşılacağı üzere heyetin vurgulamaya çalıştığı Avusturya ile yapılacak müzakerelerde arabuluculuk yapma teklifinin kendilerinden değil Hollanda cumhuriyetinden geldiğidir. Başka bir ifâde ile Osmanlı Devleti Hollanda’ya arabuluculuk yapmaları konusunda bir teklifle, rica ve minnette bulunmamıştır. Tam tersi kendilerinden bu hususta izin talep edilmiştir ve Osmanlı Devleti de Avusturya’nın kabul etmesi halinde bunda bir sakınca görmemiştir. Dolayısıyla Senyör Hop’un yapması gereken şey, iki devleti birbirine denk sayıp tarafsız bir şekilde muamelede bulunmak, Osmanlı Devleti’nin kendilerine muhtaç olduğu havasından uzaklaşmaktır.
Senyör Hop, Osmanlı heyetinin bu çıkışı sonrasında Avusturya vekilleri ile bir görüşme yapmak üzere kalkmıştır. Ancak Hop, bu esnada -heyetin kanaatine göre Avusturya vekillerinin verdiği tâlim doğrultusunda- Osmanlı Devleti nin zaafına, Avusturya’nın kuvvet ve kudretine dikkat çekmeye çalışmaktan da geri kalmamıştır.
Osmanlı heyeti Rottendorf ta göz hapsinde tutuldukları ve İmparator Leopold ile buhışturulmayı bekledikleri vakit 30 Rebiülevvel 1100 (22 Ocak 1689) tarihinde, İmparator tarafından Lachoviz adlı bir tercüman gelmiştir. Tercüman, İmparator ile buluşturulma esnasında heyetin uymak zorunda olduğu protokol kurallarını[15] en ince detayına kadar bildirmekle yükümlüdür. 6 madde halinde sıralanan ve heyetin pek gücüne giden bu kurallardan altıncısı heyetin Flemenk elçisi ile görüşme arzusu ile ilgilidir. Bu maddeden anlaşıldığına göre Osmanlı heyeti Leopold ile yapılacak kabul merasiminde Hollanda elçisi ile buluşmayı istemektedir. Ancak belirtildiğine göre İmparator, protokol merasimi esnasında yapılacak buluşma şekline yabancıdır. Bununla beraber Hollanda’nın istati ceneralleri, arabuluculuk hususundaki niyetlerini Leopold? arz etmişlerdir ve o da bu isteği kabul etmiştir. Ancak evvela Çasar, kendi isteklerini Hollanda elçisi ile söyleşip karara bağlayacak ve sonra heyetin buluşturulması için bir yol takip edecektir.
Heyet, tercüman Lachoviz’in getirdiği protokol kurallarının uygulamasına yönelik hükümleri içeren mektuba 2 Rebiülâhir 1100 (24 Ocak 1689) tarihli bir mektupla cevap vermiştir. Kendilerine iletilen hususları cevaplandıran heyet, Hollanda’nın arabuhıculuyla ilgili olarak: “Flemenk Cumhurunu bu hayırlı işe tavassutu husûsunda Çâsâr hazretleri kabûl eylemişler ise Pâdişâhımız hazretleri tarafından dahi kabûl olunmuşdur. Kendüleri a'lemdir”[16]. diyerek bu cevaptan memnun olduklarını belirtmiştir.
Hollanda elçisi Hop ile 23 Rebiülâhir 1100 (14 Şubat 1689) tarihinde Osmanlı heyeti tekrar buluşmuştur. Bu görüşmede Hop, İmparator’un kendi hüsn-i sa'yını kabul ettiğini, kendisinin de tarafsız bir sıfatla her iki devletin arasını bulmak için gayret şadedeceğini ve bu hususta dürüst davranacağını ifade etmiştir. Ayrıca İmparator’un bu hususa dair kendisine verdiği onay mektubunu göstermiştir. Burada dikkati çeken İmparator’un Hop’un “arabuluculuğunu" değil, “hüsn-i sa'yını "kabul ettiğini söylemesidir. Esasen Zülfikâr Paşa: “Amma hakikatte sâde tavassut ile hüsn-i sa'y arasında fark olmamağla Çâsâr tarafından ne mertebede mezkûrun sa'y itmesi ve arada bulunması kabûl olundı ise devlet canibinden dahi kabûl olmak üzere kendüye işbu kâğıdımız virilüp, husûs-ı mezbûr içün olan sâhib-i devlet efendimizin mektûb-ı şenli virilmişdir... "[17] demek suretiyle kendileri açısından iki kavram arasında fark bulunmadığını ’Ve beyne’n-nasâra tavassut ile malıâkimi karıışdurdııkları erilden tavassut olan kimesne tasaddur ide gelmekle Flemenk Cumhurunu tavassutuna kâil olmadılar... "[18] demek suretiyle de Avusturya açısından fark bulunduğunu ifade etmiştir. Osmanlı heyeti için amaç itibariyle her ikisinde de bir fark yoktur, lier ikisi de sulhun gerçekleşmesini hedefleyerek çalışmaktır. Sadece şekilde yani protokol kuralları açısından arabulucu olan kişi Hıristiyanlarda toplantılarda başta oturmaktadır ve İmparator I. Leopold bunu uygun bulmadığı için kabul etmemiş, Almanların “Gute Dienste", Osmanlıların “hüsn-i sa'y” diye tabir ettikleri uygulamayı onaylamıştır[19]. Ancak her iki kavramı birbirine denk saydığı anlaşılan Zülfıkar Paşa her ikisini, fakat çoğunlukla da “tavassut ” şeklinde geçen “arabulucu" kelimesini kullanmıştır.
Heyet, İmparator’un Hollanda’nın arabuluculuk girişimlerine olumlu baktığını ve onayladığını gördükten sonra kendileri de 8 Cemâziyelevvel 1100 (28 Şubat 1689) tarihinde, Osmanlı Devleti’nin aynı hususa dair onaylı mektubunu[20] Hop’a vermiştir. Bu şekilde karşılıklı güven oluşturulduktan sonra geriye kalan Avusturya ve müttefikleri ile Osmanlı Devleti arasında yürütülen müzakerelerde Hop’un iki grubun haklarını gözedecek şekilde sulh yapılmasında çaba sarfetmesidir.
Elçi Senyör Hop, arabuluculuğuna dair her iki devletin onay kağıtlarını aldıktan sonra zaman zaman heyet ile bir araya gelerek görüşmelerde bulunmuştur. Anlaşıldığı kadarıyla heyet bu görüşmelerden pek hoşnut değildir ve elçinin Avusturya lehine davrandığına inanmaktadır. Zira elçi Hop, her ne kadar “sizin cevaplarınızı da onlara iletirim” dese de heyet, “... Ekseriyya Nemçe vekillerinin ta'lim eyledikleri cevâbları bize söyler idi..." demektedir[21]. Dolayısıyla heyet Senyör Hop’a fazla güven duymamaktadır.
Osmanlı heyeti müzakereler başladıktan ve sulh için kendi şartlarını Avusturya'ya bildirdikten sonra Senyör Hop, heyetin yanına gelerek onların deyimi ile “hayli maglata” etti. Heyet, Senyörün söylediği sözlerin kendilerini yanıltmak ve Avusturya lehine kazanımlar elde eunek için olduğuna inansa da bu sözlerde Osmanlı Devleti’nin askeri, siyasi ve ekonomik yapısını yakinen bilen bir şahsiyetin değerlendirmelerini görmek mümkündür. Nitekim heyetin kendilerine ifade edildiğini belirttikleri Hop’un şu ifadeleri XVII. yüzyıl Osmanlı Devleti için pek inkâr edilebilecek türden değildir.
“... Hiç ümmid yokdıır ki, bu vech üzere maslahat ola. Nemçe Çâsârımn 'askerleri her yerde gâlib ve muzaffer olmuşdur. Ve her kangı işi murâd itmişler ise vücûda getirmişlerdir. Neferâtı cengâver, kapûdân ve cenerâlleri müdebbirdir. Hiçbir şeyde 'usreti yokdıır. Ve askeri mükemmeldir. Sizden ise asla bu arahkda bir iş görülmemişdir. 'Askeriniz bir yerde mukavemete kadir olmadılar. Ve paşalarınız kırıldı. Cenk görmüş yeniçeriniz kalmadı. Sizin cevâbınız ki, elde bulunan elde kalmak ile barışıklık olmak üzeredir. Ol vakitte ma'kül görülür idi ki, kâh bozulmak ve kâh bozmak ve kâh virmek ve kâh almak olsa şimdiki halde külliyet ile galebe Nemçe canibinde ve mağlubiyet sîzdedir. Bir yerde 'askeriniz yokdıır. Ve Anadolu’da ve Rumeli’ nde eşkıyanızın haddi yokdıır. Vezir-i a'zam hazine tahsil içün ba'z teklif saldı. Bir kimse virgüsün virmek istemedi. Asker yazmak istedi, kimse yazılmadı. Devlet hâli zâ'if ve keder üzeredir. Sulh olur deyü bu ümmid ile halkı beslerler. Yohsa ne vezîr-i a'zamınız ve ne gayri şimdiye değin sağ kahır idi. França tarafından zııhûr iden harb ve kıtâle bakmağınız, anın işi bitmişdir. Cümle Nemçe Hersekleri ve İsveç ve Danya[22] ve Ispanya ve Ingiltere kralları França'nın üzerine ittifak itmişlerdir. Anın üzerine varmak üzere me’zûn olmuşlardır. Çâsârın cümle 'askeri yine 'Osmânlu ile döğüşmek içün hazırdır. Kar çözündükde güzide süvâri ve piyâde Nemçe ‘askeri ser-haddinize doğrı varmak üzeredir. Nemçe Çâsân sulh olmak içün Macar memleketine kadimden tâbi' ve muttasıl olup, ekser yirleri alınup,kabz olunan Bosna ve Sırf[23] ve Bulgar vilâyetlerinin mâ‘âdâsını dahi islet. Gayri türlü olmaz. Erdel memleketi ise bütün almmışdır. Kal'alarmda Nemçe ‘askeri mevcûddur. Anın içim söylenen söz teklife binâendir. Yohsa ele giren elden çıkarını? deyü buna göre çok söz söyledi...[24]
Fakat bu ifadelerde dikkati çeken Fransa ile savaş halinde bulunan Avus-turya'nın durumunun da Osmanlıdan pek farklı olmamasına rağmen, Hop’ un bunu göz ardı etmesidir. Nitekim Hop’a göre Avusturya askeri tam ve mükemmel okluğu gibi savaşlarda önemli olan cephane ve erzak açısından hiçbir sıkıntısı yoktur, hemen her mücadelesinden galip çıkmaktadır. Halbuki Avusturya'nın Osmanlı Devleti ile olan cephesinde durumu sanıldığı kadar iyi değildir. Zira Züfıkâr Paşa heyette bulunan, yeğeni Mustafa Ağa’yı sulha dair hükümlerin İstanbul’a bildirilmesi ve fikir alınması için gönderdiği vakit bu kişi, Semendire kalesinde hapsedilmişti. Hapsediliş sebebi ise bu cephede Nemçe askerinin vaziyetinin kötü, zahire ve mühimmat tedarikinin eksik olması ve bu kötü hali müşahede eden Mustafa Ağa’nın durumu İstanbul’a arzedeceği endişesiydi. Kaldı ki Avusturya aynı antla Fransa cephesine de asker, zahire ve mühimmat yetiştirmek zorundaydı.
Heyetin Hop’a verdiği cevap söylenenlerin yalanlanması şeklindedir[25]. Nemçe askerinin beş-altı sene içinde galip duruma geldiğini ancak bunun sebebini Nemçe askerinin cengaverliğinde değil, Osmanlı başkomutanlarının tedbirsizliğinde ya da askerin tamakârhğmda aramak gerektiğini belirlen heyet, Osmanlı Devleti'nin herşeyden önce hazînesinin durumunun çok iyi, askerinin ziyâde, işbilir paşalarının çok, en önemlisi beyhûde mesarifte bulunmayan bir Padişahı olduğunu vurgulamıştır.
Osmanlı heyeti Hop ile görüştükten sonra Avusturya vekilleri ile dördüncü defa biraraya gelerek sulha dair ruhsatnamelerinin suretlerini karşılıklı olarak ibraz etmişler ve müzâkereler için güven tazeleyerek dağılmışlardır. Heyetin beklentisi bir sonraki toplantıda Avusturya vekillerince kendilerine sulha dair kesin cevapların verilmesidir. Ancak 10 Cemâziyelevvel 1100 (2 Mart 1689) tarihli beşinci toplantıda Avusturya vekilleri, görüşmelerin başlaması için Tököli’nin hapsi, kadi ya da teslimi ve savaştan doğan zararların Osmanlı Devleti tarafından tazmini gibi iki önkoşulu ortaya atınca görüşmeden bir sonuç alınamamıştır. Heyet ise bu istekleri kati bir şekilde reddetmiştir[26]. Bu toplantı Tököli meselesini müzakere maddelerinin dışında tutmak isteyen heyetin tanı karşısında direnen Avusturya vekillerinin hiddetlenerek meclisten ayrılmaları ile son bulmuştur. Savaş tazminatı meselesinin hallini sonraya erteleyebileceklerinin sinyallerini veren Avusturya vekilleri, Tököli’nin teslim ve katli meselesinde bir adım atmamakla kararlıdır. Başarısız geçen bu toplantı sonrasında Hollanda elçisi Hop, heyeti ziyarete gelmiştir. Söylediği. Avusturya vekillerinin söylediklerinin aynıdır. Hop, Tököli’nin hapsi ve teslimi gerçekleşmeden bu görüşmelerden bir netice alınamayacağına ve bundan başka bir yol olmadığına heyeti iknaya çalışmıştır. Fakat heyette tıpkı Avustmya vekilleri gibi Tököli konusunda kesin tavır ortaya koymuşlardır: Devlet-i aliyye tarafından ne teslimi ne de katli mümkündür. Hatta Hop ile olan görüşmede Tököli’nin Osınaııh Padişalıı’nın sadık bir köpeği olduğu hususu da tartışılmıştır. Zülfıkâr Paşa’nın belirttiğine göre bir önceki toplantıda Tököli’nin Padişah’ın em-rine itaat eden “yat derse yatan kalk derse kalkan " bir köpek olduğu belirtilmişti[27]. Şimdi ise Avusturya vekilleri Hop vasıtasıyla “...Çûnki bir köpekdir ve tarafeyne bu kadar zararı tertîb itmişdir katl olmunasıçün me’lûnı niçün teslim itmezler... "[28] diye sormaktaydı. Heyet ise verdiği cevapta Tököli’nin bir köpek olduğunu ancak Padişah’ın bir köpeği olduğunu ve eğer kendileri ile sulh ile ilişkiler düzelecek olursa sessiz duracağını ve aksi olursa Padişah’ın kuvvet ve kudreti ile verdiği destekle aslana döneceğini ve o zaman kükreyişinin izlenmeye değer okluğunu vurguluyordu[29].
Her ne kadaı kulağa hoş gelmese de Tököli’den bir “köpek" olarak bah-sedilmesi ile vurgulanmak istenen şüphesiz, Tököli’nin küçümsenmesi ya da onun insani özellikler taşımadığının kasdedilnıesi değildir. Anlatılmak istenen teslimi ve kadi konusunda ısrar edilen, onu kendileri için tehlike addeden ve bu uğurda sulhu çıkmaza sokan vekillere, bu kişinin Padişahın emrinden çıkmadığının, kendileri için bir tehlike oluşturmadığının garantisini vermek ve görüşmelerin bir an evvel sonuçlandırılmasını sağlamak olmalıdır. Kaldı ki Padişah’ın desteği ile Tököli’nin gerekirse bir aslan kadar güçlenebileceğinden bahsedilmesi onun aşağılanmak istenmediğinin bir göstergesidir.
Heyet Tököli’ye dair kararlarını Hop’a, bir yandan sözlü olarak bildirirken bir yandan da yazılı olarak mektup halinde vermiştir. Hop’a, 12 Cemâziyelevvel 1100 (4 mart 1689)’de yazılan mektupta[30] heyet, Avusturya vekillerini verdikleri sözleri tutumamakla suçlamıştır. Nitekim daha önceki toplantılarda Osmanlı tarafının sulha dair tekliflerini yapmaları halinde olumlu ya da olumsuz kesin cevap vereceklerini söyleyen vekiller, en son yapılan görüşmede buna riayet etmemişlerdir. Oysaki heyet, kendi sundukları tekliflerin incelendiğinde, aklı selim herkes tarafından da anlaşılacağı üzere Avusturya için çok hayırlı olduğunu düşünmektedir. Yine kendilerinin bu görüşmelerden olumlu bir sonuç elde edebilmek için büyük bir sabır ve metanet ve itina gösterdikleri dile getirilerek bu hususta kendilerinin bir kusurunun olmadığı vurgulanmıştır.
Senyör Hop, heyetin, Avusturya vekillerine iletilmek üzere verdiği mektubu onlara göstermiş ve sonra heyete gelerek bir görüşme talebinde bulunmaları gerektiğini, zira bu talepte bulunacak olurlarsa yapılacak toplantıda vekillerin kendilerine gerekli cevaplan vereceklerini söylemiştir. Bu doğrultuda taraflar altıncı görüşmelerini yapmışlar, ancak bundan da bir netice elde edememişlerdir.
Heyet altıncı görüşmede Avusturya vekillerinin 10 madde[31] ve ayrıca ila-veten kattıkları 4 maddelik[32] istekleri çok ağır bulduklarından arabulucu Hop’u davet ederek Avusturya vekillerine iletilmesi için kendi cevaplanın söylemişlerdir. Heyeti dinleyen elçi görevinin gereği olarak bunu Avusturya vekillerine iletmiş ve vekillerin yeniden görüşme taleplerini de heyete ulaştırmıştır. Bu aşamada başlangıçta Hop’a güvenmeyen heyetin herhangi bir şikâyeti görülmemekte mevcut olan hoşnutsuzlukları ise Avusturya’nın kendilerini oyalanmalarından ve boşa tutup acz içine düşürmesinden kaynaklanmaktadır. Nitekim Hop’u davetlerinde heyet :
“...Bu kadar zemândan berü ta'avvuk ve te’hir ile günleri tehî geçüriip, ‘akıbet bir cevâb viril ür ki, ne anlanur ve anlanduğı kadarı suret bulmak mümkündür. Devlet-i 'Aliyye'nin ahvâli ol derecede midir ki alınan yirlerden ma ada yer virilmek ile sullu satım ala. Bundan sonra kırk yıl dahi cenk ve sefer olmak iktizâ ider ise bu suret ile mâbeynde bir iş htısül-pezîr olmıyacağı ‘ukalânın ma'lumudrr. Virilen cevâblarıımz kendülerine yarar ise ne güzel ve illâ bize bir kat'i cevâb virsûnler. Nemçe vekilleri n'aceb bizim ahvâlimize vâkıf olmadılar. Biz fikirsiz cevâb söylemeziz ve söylecliğümüzden dahi dönmeziz. Cevâbın zübdesini ve ma 'külüm söyledik. Birkaç türlü cevâbımız yokdur. Ademi bir kene denerler, niçün kendülerini yorarlar?...[33] diyerek şikayetlerini, ardından da sulh konusunda kendi kararlılıklarını ortaya koymuşlar, Avusturya vekillerine iletilmek üzere Kırım Tatarlarına[34] ve Osmanlı sınırlarında ticaret yapan Avusturya tüccarlarından gümrük vergisi alınmaması şaı una dair cevaplarını söylemişlerdir.
Hop heyetin cevaplarını vekillere ilettikten sonra taraflar 26 Cemâziyeleevvel 1100 (18 Mart 1689)’de yedinci defa bir araya gelmişlerdir. Tarafların isteklerinde direndikleri ve sert konuşmaların geçtiği bu toplantıdan da barış yönünde bir karar çıkmamıştır. Müzakere sonrası birkaç gün sessiz sedasız bekleyen heyet sonunda Zülfıkâı Paşanın ifadesiyle “mabeynimizde güyâ mahremiyyet ve ülfet-i külliyemiz...”[35] olması dolayısıyla Hollanda elçisi Hop’a görüşmelerin içeriğini yazmayı ve kendisini bilgilendirmeyi uygun bulmuşlardır. Hop’a ayrıntılı yazıldığını sandığımız mektubun genel içeriğini kaydeden Zülfıkâr Paşa özede bu mektupta;[36] bir önceki toplantıdan hiçbir netice alamadıklarını, kendilerinin barışa taraftar olduklarını ve o doğrultuda olabilecek her tekliflerde bulunduklarını, ancak kabul edilmediğini ve eğer reayanın huzura kavuşmasını istiyorlar ise inat etmeyip hayırlı işi bir an evvel sonuçlandırmaları gerektiğini, yok eğer olmuyor ise kendilerinin memleketlerine gönderilmelerini, oyalamamalarını ve bu geri gönderilmeleri hususunda kendilerine yardımcı olunmasını istiyordu.
Dikkati çeken nokta heyetin memleketine dönme arzularının artması ve geri dönüşleri için selamet kağıtlarının alınmasında Hop’tan destek beklemeleridir. Zira heyet bu elçilik görevleri esnasında gitükçe artan bir sıkıntıya ve adeta haps hayatına mahkum edilmişlerdir.
Heyet Hop’a mektubunu verdikten birkaç gün sonra Kont Karaffa (Caraffa)[37] hanelerine gelmiş, onlarla görüşmüştür. Fakat diğer görüşmelerden farklı neticelenmeyen bu toplantıdan sonra Hop, üç defa heyeti ziyaret etmiştir. Bu ziyaretlerinde bazen heyete dönüşleri için izin kağıtlarının hazırlanmakta olduğu, yarın kendilerine verileceği haberlerini ulaştırmış, bazen de kabuledilebilir teklifler sunmadıkları sürece alıkonmaya devam edileceklerini belirtmiş, heyetin ifadesi ile Osmanlı Devleti’nin onurunu kıracak önerilerde bulunmuştur. Hop’a gereken cevaplan verilmekle beraber şüphesiz Seııyör Hop’un bu tutarsız tavrı heyeti hem rahatsız etmiş, hem de güvensizliğine sebep olmuştur.
Viyana’da sıkıntılı ve zor günler geçiren heyet, bu arada Avusturya vekillerinin dışında Venedik ve Lehistan vekilleri ile de barış maddeleri konusunda müzakerelerde bulunmuştur. Ancak müttefikleri Avusturya’nın arzusu dışında müstakil hareket edemeyen bu devletlerle görüşmelerden de bir netice alınmamıştır. Kesin ve net olan bir şey vardır; o da heyette kilerin burada kalma konusunda takatlerinin kalmadığıdır. Konakladıkları hanede “gûl-i beyâbânî”, “nâ-dân-ı bed-zebânki”, “ervâh-ı habise” diye tasvir ettikleri kapıcının baskısı altında dışarı çıkmalarına müsaade edilmeyen, yiyecek sıkıntısı çeken, adeta kuşatılmış olarak tutulan heyettekiler. zaten hasta ve moralsiz olan hallerinin bu şartlar dolayısıyla daha ağırlaştığını hissediyorlardı[38].
Heyet, Venedik elçileri ile görüştükten sonra bu hususta kendilerinin bilgilendirilmelerini isteyen Hollanda elçisi Hop’a bir mektup yazarak açıklamalarda bulunmuştur. Mektup şöyledir :
“...Kıdvetü-a'yâni’l-milleti’l-mesihiyye, Niderlande İstati cenerâllerinin müstakil elçisi dostumuz Senyör Hop hutimet avâkıbuhû bi’l-hayr kı beline selâm-ı selâmet-encâm ve peyâm-ı ınüsâlemet-fercâm iblâğıyle dostâne inhâ olunan oldur ki, mektubunuz gelüp, vâsıl ve mefhûmı bilcümle ma'lûmumuz olmuşdur. Venedik elçilerinden bize gelen cevâblarm mefhûmum ve bizim bu husûsda fikrimizi sûal eylemişsiz. Leh elçisinin cevâbları dahi gelmedi. Venedik elçisi cevâblarnıı bir kaimeye yazup, göndermişdir. Bu kadar zemândır hulûs üzere sizinle söyleştir üz. Her ahvâl tafsil üzere mâ-beynimizde müzâkere ohmmağla her şeyin mümkününe ve neticesine ermişsiniz. Devlet-i 'Aliyye-i 'Osmâniyye'nin nihâyetinde olan sözlerimizi Çâsâr ve kendü ile müttefik olanların vekillerine virdik. Virilen cevâblardan ilerü gayri bir dürlü söze Devlet-i ‘Aliyye’nin tahammülü ol[ma]duğun herkes fehm idebiliır. Bundan ziyâde dahi bir söze tahammülü olsa Devlet-i Al i yy e ile Çâsârm beyninde münâza'ün-fih olan ahvâl içtin birkaç meclis olup, tarafından bu kadar ikdam ve ibrâm olunmuş iken biz ta'annüd eylemeyüp, bundan ilerü cevâbı lisâna getürürdük. Irz-ı nâmûs-ı Devlet-i 'Aliyye’nin ednâ mertebesinde olan kafi cevâblarımızı virmekle izin ve ruhsatımızın en 'ala derecesine çıkdık. Venedik elçisi Çâsâr vekilleri ile her gün görüşüp, mâ-beynde söyleşilen cümle ahvâle vâkıf olup, Nemçe Çâsârma alduğundan gayri bir kal'a ve bir yer virihnedüğünden sonra evlâ bi't-tarik Venedik Cumhurnıa virilmiyeceğin yakinen bilmiş iken yine bir alây teklîf-i mâ-lâ-yutâk ile mümteni'û’l-husûl olan ahvâli yazmak ile cevâbını olur, bilinmesi pek murâdmız ise anlardan suâl itmeniz kâbildir. Hele bize göre ne Hsâne gelmek ve ne gayriye gösterilmek ve ne cevâb virilmeğe sâlihdir. Öyle kıyâs olunur ki sulh ve salâh murâdlan olmamağla 'âmmenin rahatını istememek kendülere hicâb geldüğünden te’vil ile men' ve defi içtin bu makûle hânı teklifler ider veyâhud böyle cevâblan ibtidâen söylemek içün bellü başlıdan tarafından me’mûr olmalarıyla muhal idüğün bilürler ise de bir defa söylenmesi lâzım mıdır derler. Hakikkatte böyle husûl-pezîr olmayan tekliflerin sebebi bilinmez. Zâhir-i vazıh olan btıdur ki, cevâblan asla sözlerimize uymayup, arada mesâfe-i ba'id vardır. Bu surette Hakk sübhânehü ve te'âlâ hazretlerinin takdirine râzı olup, maslahata faysal ve Devlet-i 'Aliyye'ye cevâb virihnek vakti geldi dimemizden gayri sözümüz kalmadı. Nefsü'l-emrde sulh ve salâh emrine tarafımızdan ol mertebede teşebbüs olunmuşdur ki, bundan sonra işin olmaması bize isnâd olunmaz. Bizim rağbet ve sa yımıza göre re‘âyâ-yı tarafeynin âsûdeliğini şâiri dahi murâd itmiş ise bu hayırhı maslahat bu güne kalmayup, çokdaıı süzmek vech-i lâyık üzere murâd olunmadıktan sonra dahi ne diyelim Allâh u te'âlânın esrâr-ı hafiyyesine kimesne innemişdir. Verâ-yi perde-i takdirde olan irâde-i 'aliyyesi bilinmemişdir. Kullarına lâzım olan emr ü nehî-yi ileyhisin hayırhı bilmekdir. Heman 'ibâdu’l-lâhm rahatı tahsilinde bizim tak sıratımız olmasını. Taraf-ı Hakk'dan zuhûr iden ahvâl her ne ise inşâ’allâhu te'âlâ hayırhı ve meymenetlüdür...[39]
Mektubun içeriğinden anlaşılacağı üzere heyet öncelikle Senyör Hop’a -her ne kadar zaman zaman onun Avusturya lehine gayret sarfettiğini düşünse de- yapağı müzakereler ve önerdiği teklifler hakkında aynındi bilgiler vermiştir. Bu hususta aralarında bilinmeyen ya da gizli kalmış bir durum söz konusu değildir. Hop’a sürekli ifade ettikleri "sulh için kendilerinin elle rinden gelen gayreti sarfettikleri, iyi niyet gösterdikleri, ancak Avusturya ve müttefikleri Venedik ve Lehistan’ın Osmanlı Devleti’nin tahammül sınırlarını zorlayan tekliflerde direndikleri yönündeki düşünceleri” tekrar dile getirilmiştir. Öyle ki bu kabülü imkansız teklifleri değil kabul eunek, telafuz etmek, cevaplamak ya da başka bir kimseye göstermek bile heyet için mümkün değildir.
Bu mektupta dikkati çeken diğer bir nokta ise heyetin bu sulh işinde savaş şartlan altında sıkıntı çeken taraflann reayalarının bir an evvel huzura kavuşturulması meselesinin üzerinde ehemmiyetle durmasıdır. Taraflann “reâyâlannın âsûdeliğini” esas alan Osmanlı heyeti daha önceki toplantılarda da bir an evvel barış yapılarak halkların rahata kavuşturulmasını önemle belirtiyordu.
Senyör Hop, bu mektubu aldıktan sonra 11 Cemâziyelâhir 1100 (2 Nisan 1689)’de heyeti konağında ziyaret etmiştir. Ziyarette, Venedik vekillerinin uygunsuz tekliflerini cevap vermeye değer bulmayan heyeti fikrinden vazgeçirmeye çalışmıştır. Venedik elçilerine mutlaka bir cevap yazılması gerektiğini ısrarla vurgulayan Hop, bunun uluslararası görüşmelerde uyulması gereken bir gelenek olduğunu ve riayet edilmesi gerektiğini söylemiştir. Hatta gitmek üzere iken Venedik’e yazılacak cevabın bir nüshasının da kendisine ulaştırılmasını istemiştir.
Esasen heyetin müttefik vekillerin tekliflerine cevap vermek istememesinin mantığında yalan gerekçe, beyhude yere toplanıp dağılmanın, taraflara bir kazanınıınm olmadığı, kendilerini sadece oyalamak için bu yolun de nendiği ve kendilerinin “ahmak" yerine konulduğuna inanmalarıdır.
Heyet elçi Hop ile yaptığı görüşmenin ardından onun tavsiyelerine uyarak Venedik vekillerine bir mektup yazıp göndermiş, bir suretini de yine onun isteği üzerine kendisine ulaştırmıştır. Heyet Venedik’e ait mektubu Hop’a gönderdiği vakit kendisine hitaben bir mektubu da yazıp yollamıştır.[40]
Bu mektuptan heyetin sulha dair ümitlerinin iyice kaybolduğunu anlamak mümkündür. Çünkü heyet. Venedik’e cevap yazılmasının sadece Hop’ un “bunun uluslararası müzakerelerde bir kaide olduğunu belirtmesi üzerine” gerçekleştiğini ve formalite icabı olan bu cevaplaşmalarm da somut bir getirisi olmayacağını, aksine beyhude zaman geçirildiğini düşünmektedir.
Elçiye yazılan bu mektupta heyetin, Hop’a ait duygu ve düşüncelerini salısına hitaben bizzat dile getirdiğini görmekteyiz. Hop’a fazla güven duymamasına rağmen heyet, bu defa kendisinden "hayr-hâh” olarak bahsetmektedir. Şöyle ki heyet, bu mektupta belirttiğine göre, daha kendileri Potten- dorf kalesinde iken ziyerete gelen Hop’un, Avusturya lehine sarfettîği ve “kalbimize dokunur” diye bahsettikleri sözlerden çok kötü etkilenmiştir. Hâlâ Hop’un hatıl ında okluğunu düşündükleri, kendilerine keder veren bu sözler, onun arabuluculuk görevinin sınırlarını aşacak türdendir ve buna rağmen heyettekiler şuna kanaat getirmişlerdir: Amacı iyilik ve arabulmak olan bir kimsenin ağzından çıkacak sözler acı da olabilir tadı da.
Heyet Hop’tan, kendileriyle olduğu gibi Avusturya vekilleri ile de sulh konusunda herşeyi açıkça konuşmasını ve zaman kaybının önüne geçilmesini istemektedir. Heyetin beyhude yere tutulmaktan şikayetçi olma lan doğaldır, çünkü daha öncede belittiğimiz gibi yaşadıkları koşullar oldukça kötüdür.
Heyet Leh vekillerinden 18 Rebiülahir 1100 (9 Şubat 1689) tarihli[41] bir mektup aldıktan sonra Hop ile tekrar görüşmüştür. Bu mektup Lehistan'ın sulh tekliflerini içermektedir ve şartlan oldukça ağırdır. Kanıaniçe’nin, Po- dolya, Eflak ve Boğdan’ın kendilerine teslimi, savaşta uğradıkları zararların tazmini, Hıristiyanlara kara ve denizde ticaret serbestisinin ve kilise açabilme hakkının tanınması v.b.
Heyet Leh vekillerinden gelen bu tekliflerin üzüntüsünü yaşarken Senyör Hop konakladıkları haneye gelerek kendileri ile görüşmüştür. Bu görüşmede Leh tekliflerinden duydukları kederi dile getiren heyet, bir cevap yazmama düşüncesinde olduklarını ifade etmişlerdir. Bu defa Hop’ta istek lerin çok ağır olduğu konusunda heyet ile hemfikirdir, ancak “hatâlarına bakılmayup, anlara dahi bir cevâb viriniz”[42] tüye ısrar edince cevabî mektup yazılmıştır. Bu görüşme esnasında Senyör Hop’uıı “'Acaba kal'aların virilmesi husûsuçün der-i devlet-medâra âdem göndermekle danışsanız olmaz mı?”[43] sorusunun heyeti çok kızdırdığı görülmektedir. Daha öncede “kale verilmesi” konusu Hop tarafından dile getirilmiş ve heyetçe bu teklif “Osmanlı Devletinin ırzına halel vermek” şeklinde yorumlandığından defalarca red edilmiş ve yine gündeme getirilmesi ise heyeti oklukça sinirlen diı iniştir. Heyet, Avusturya'nın Senyör Hop aracılığı ile bu hususla ağızlarını yokladığını düşünmektedir ve bu sebeple de ümitlerinin kesin kırılması için Hop’a sert ve kati bir cevap vermiştir. Bu sert cevapta heyet:
“... Devlet-i 'Aliyye’nin dosdarı tarafından mâ-beynde hüsn ü sa'y ta- kayyüd ile bir haytrln iş görmeğe ta'yin olunmuş iken bu cins sözü hatırınıza getürürsüz. Yalnız söylenmesi ile Devlet-i 'Aliyye’nin ‘ırzına halel virmek mukarrer olmağla dost olan olmasın. Nice lisâna getürür ve hidmetkâr olan nice danışabilür. Cumhurunuz tarafından senin vesâtetin hasbiyle sa'y ittiğün meğer Devlet-i ‘Aliyye’nin kafalarını Nemçe’ye teslim itmek içün imiş...”[44] diyerek onu görevini aşarak Avusturya lehine davranmakla itham etmiştir. Yine de heyet Hop'un nasihatlarmı dinleyerek Lehistan vekillerine cevabi mektubu göndermiştir.
Bu arada Senyör Hop, tam tarihinin verilmediği biı zamanda heyetten bir talepte bulunmuştur. O da; arabuluculuk vazifesinin gereği olan gayret ve çabayı sarfettiğine dair kendisine tasdikli bir yazının verilmesidir. Heyet ona istediği bu mektubu 26 Cemâziyelâhir 1100 (17 Nisan 1689) tarihli olarak kaydetmiş ve göndermiştir. Ancak heyet bu mektupta her ne kadar elçiyi onure edecek cümleler kullanmışsa da bunlar onların gerçek duyguları olmasa gerek. Nitekim heyet, Hop’un bu mektubu istemesiyle alakalı olarak şöyle demektedir:
"...Bundan akdem dahi Flemenk elçisi ara yerde hüsn-i sa'y eyledüğün tarafımızdan tasdiki içün bizden kendüye hitaben bir kâğıd istemiş idi. Eğer sa'y itmesinden bir fâide ohnaduğundan gayri bu dahi Çâsârın tarafına muâve(de)t ile bizi niçe defa tahvib(f) ve tehdid ile bezdirmiş idi. Lakin ınııdâra mahalli olmağla bu kadarca şeyden hâlin kalmamak içün ma'kûl ve münâsib görüldüğü vech üzere bir kâğıd yazıhıp, yedine teslim olunmuş dur... ”[45]
Bıı cümlelerden anlaşılacağı üzere heyet, Hop’un gayretlerinin boşa çıkmasını bir tarafa bırakmakta, onun çoğu kere Avusturya İmparatorunun yanında olarak tehdit ve ağır sözler ile kendilerini bezdirdiğini söylemektedir. Bu duygu ve düşüncelerine rağmen heyet ona tasdikli bir mektup[46] göndermiştir.
Osmanlı heyetinin bu aşamada içinde bulunduğu şartlar pek iyi değildir. Lehistan ve Venedik vekilleri ile yaptığı müzakerelerde kendilerine artık olumlu ya da olumsuz kesin bir cevap verilmesini, İstanbul’a fikir danışmak için adanı göndermelerine müsaade edilmesini ve bunlar olmuyorsa memleketlerine dönüşlerine dair izin kağıtlarının verilmesini isteyen heyet, artık bunaldıklarını şu ifadeler ile ortaya koymaktadırlar :
“...Çok kene vekillere âdem gönderüp, çünki bi-emri’l-lâh bir iş görülmüyor, Nâme-i hümâyûnlara cevâblar virilsün, gidelim didik, kail olmadılar. Ahvâlimizi bildirmek içün der-i sa'âdet-medara âdem göndermeğe izin virünüz deyü ikdam eyledik. Buna dahi gûnâ-gün 'avk te’hir sözüyle şâfi cevâb vinnediler. Bu kadar takayyüd olunup, nihâyetince bir tarik ile âdem göndermek mümkün olmadı. Üzerimizde yüzelli sollat kapûdânlarıyla bir mertebe muhasara itmişlerdir ki bir veehle tarikin bulmadık. Bizi muhafazada takayyüdleri olkadardır ki kaptılar ve havlılarda ta'yin ittikleri bekçilerden mâ'ada divallar ve damlar üzerine bile bekçiler komuş- lardır...”[47]
Heyet, müttefik vekiller tarafından oyalanmaktadır. Çünkü Osmanlı Devleti’nin cephelerde ki durumunun iyi olmadığı bilinmektedir ve kuşatma altında tutulan henüz teslim olmamış Osmanlı kaleleri mevcuttur bunların akıbetini beklemek menfcatlerine uygun düşmektedir. Fakat heyettekilcrin dayanacak mecali kalmamıştır. Boşa zaman kaybettiklerinin ve görüşmelerden olumlu bir netice çıkmayacağının farkında olduklarından izin kağıtlarının ellerine verilerek biran evvel gönderilmelerini istemektedirler.
Bu durumda iken 24 Şaban 1100 (13 Haziran 1689)’de tekrar Leh ve Venedik vekilleri ile sonuçsuz geçen görüşmelerden birine daha katılmışlardır. Ardından da Avusturya vekilleri ile gizlice bir araya gelmişlerdir. Bu gizli toplantıda heyet, başvekil Graf Kinsky[48] ve Stratmann a sulh işi gibi hayırlı bir işe neden yanaşmadıklarını ve teklif etlikleri maddelerin kabul edilmeyeceğini bile bile niçin defalarca karşılarına çıkardıklarını ve sulh olmuyorsa niçin geri gönderilmelerine izin verilmediğini anlamadıklarını açık olarak ifade etmişlerdir. Heyetin anlayamadığı ise bu katlar oyalanmalarının ve avdetlerine mani olunmasının arkasında gizli bir planlarının olup olmadığıdır. Eğer müttefiklerden çekindikleri bir husus varsa şu an yalnız oldukları ortamda rahatça ifade edebileceklerini belirten heyet, bu yaklaşımından da beklediği netliği elde edememiştir. Çünkü ayrı bir odaya geçerek bir sûre kendi aralarında görüşen vekiller, tekrar heyetin yanına döndüklerinde eski tekliflerinde ısrara devanı etmişlerdir. Ancak bu defa Osmanlıı Devleti’nin durumunun daha kötü olacağını vurgulayarak. Nitekim vekillere göre Rus askeri üç kol halinde harekete geçip, Kırım üzerine yürümüştür, Avusturya herseklerinin hepsi bir araya gelerek Fransa üzerine harekete geçmişlerdir; yani Avusturya, savaş halinde olduğu Fransa cephesinde de Osmanlıı cephesinde olduğu gibi başarılıdır, savaştan aczi yoktur. En önemlisi Hollanda ve İngiltere de Avusturya İmparatoruna -islerler ise- donanmalarnıı göndererek Osmanlı donanmasının boğazlardan dışarı çıkmasına müsaade etmeyeceklerini söylemişlerdir.
Burada dikkati çeken husus, Hollanda'nın ve İngiltere’nin donanmalarının da Avusturya’ya yardıma hazır gösterilmesidir. Özellikle İngiltere de dahil arabuluculuk konumunda bulunan ve bu teklifi bizzat Osmanlı Devleti’ne kendisi yapan Hollanda Cumhuriyeti’nin böyle bir yardım vaadinde bulunması olası olmasa gerek. Zira kendilerinin de savaşa dahil olmaları, savaşın devamlılığı demektir. Oysa ki gerek İngiltere ve gerekse Hollanda ticarî menfeadari dolayısıyla Osmanlı Devleti’nin savaş halinin bir an evvel sona ermesini istiyorlardı. Dolayısyla bu ifadeler muhtemelen Avusturya'nın bir blöfüdür.
Heyetin vekillere verdikleri cevaptan onların bu blöfüne kanmadıkları, ancak bu cümleler ile ağızlarının mı yoklandığı, yoksa bu devletler ile aralarını bozmak amacının mı güdüldüğü noktasında emin olmadıkları görülmektedir. Öte yandan heyet, Avusturya'nın bu tür ifadeleri Fransa ve Osmanlı cephelerinde çektiği sıkıntıları kamufle etmek için sarfettiğini de düşünmektedir. Fakat yine de Zülfıkâr Paşa, İngiltere’nin böyle bir durum ortaya çıkuğı takdirde yeni yapılmış 5-10 kalyon ile daha da güçlenen Osmanlının mükemmel donanması karşısında direnemeyeceğini, Fransa’nın ise harekete geçme ihtimaline karşı Cezayir, Tunus ve Trablus gemileri ile -ki bunlar Osmanlı hizmetindedirler- haklarından gelinecebileceğini belirterek gözdağı vermeye çalışmaktan da geri durmamıştır.
Anlaşılan o ki ne Hop'un gayretleri ne de Avusturya'nın heyeti bezdirme ve gözdağı verme girişimleri iki devlet arasındaki anlaşmazlığın sulha tebdiline imkân vermemiş, Zülfıkâr Paşa başkanlığında ki heyet ancak dört yıllık bir bekleyişten sonra İstanbul’a dönebilmîştir.
SONUÇ
II. Viyana yenilgisinden sonra Osmanlı Devleti Avusturya başta olmak üzere müttefikleri Lehistan, Venedik ve daha sonra da Rusya ile birden fazla cephede savaşmak zorunda kalmıştır. Bu cephelerden kendisini en fazla uğraştıran ve kayıplara sebep olan Avusturya savaşıdır. Belgrad, Uyvar ve Budin gibi önemli merkezler elden çıkmıştır.
Osmanlı Devleti cephelerde askeri yenilgileri yaşarken içerde de sosyal ve ekonomik düzenin bozulmasına bağlı sıkıntılar ile uğraşmaktadır. İşte bu bu kötü gidişat dolayısıyla bir elçilik heyetini Avusturya’ya göndermeğe karar vermiştir. Gidecek heyet görünürde İmparartor I. Leopold’e, Sultan II. Süleyman’ın cülusunu bildirecektir. Gerçekte ise Avusturya ve müttefikleri ile sulh tesis etmeğe çalışacaktır. Bu maksatla Zülfikâr Paşa'nın başkanlığında bir heyet Viyana’ya gönderilmiştir. Heyetin Avusturya ve müttefikleri ile görüşmelerimle arabulucuk görevini Hollanda üstlenmiştir. Hollanda, 1612’den beri Osmanlı Devleti’nde elde ettikleri ahidnâme-i hümâyun gereğince ticari haklara sahipti ve 1668’den beri de Osmanlı Devleti nezdinde daimi elçi bulunduruyordu. Ticarî menfeatleri dolayısıyla da Osmanlı Devleti ile Avusturya arasında barışın yeniden tesisi işlerine geliyordu.
Zülfikâr Paşa başkanlığındaki heyet Viyana’da Hollanda elçisi Hop’un arabuluculuğunda müteaddid defalar müttefikler ile toplantılar yapmıştır. Burada Hollanda elçisinin arabuluculuğunun tam karşılığı tavassut olup, Avusturya İmparator’unca bu kabul görmemiş yerine hüsn-i sa’y dediğimiz iyi yönlü gayret ve çabalama onay görmüştür. Ancak her ne kadar Avusturya Devleti’nde hukuki olarak bu ayrım yapılsa da Osmanlı heyeti için iki kavram arasında fark görülmemiş, Hollanda elçisi tavassut işini üstlenen ve gereklerini yerine getirmeye çalışan bir kişi olarak algılanmıştır.
Hollanda elçisi arabuluculuk görevini yerine getirmekle yükümlü olduğu bu süreçle zaman zaman heyeti kıracak söz ve davranışlarda bu lunmuştur. Özellikle Avusturya eline henüz geçmemiş bazı kalelerin verilmesi yönündeki önerisi ve Osmanlı Devleti’nin içinde bulunduğu askerî, ekonomik ve sosyal alandaki buhranları dile getirmesi heyeti hayli üzmüş ve elçinin Avusturya lehine davrandığı kanaatinin uyanmasına neden olmuştur. Hop’un zaman zaman Avusturya lehine davrandığını ve sulh şartları konusunda kendi ağızlarını yoklamaya çalıştığını düşünen heyet, ilk buluşmalarında onun Avusturya nezdinde Osmanlı lehine gayret sarfedeceğini belîrtten sözlerine -Osmanlı Devleti’nin aczine yorumlandığından tepki göstermiştir. Dolayısıyla dikkati çeken nokta bu arabuluculuk girişiminde Osmanlı heyetinin taraflar arasında "ale’s-seviye” dediğimiz eşit şekilde muamelede bulunulmasını Hop’tan ısrarla beklemesidir. Ama heyette oluşan genel kanaat Hop’un bu şekilde davı anmadığıdır. Buna rağmen Hop’un gayretlerinin taraflar arasında barışı sağlamak yani savaşı sona erdirmek gibi hayırlı bir niyete dayandığını düşünen heyet ona karşı kırıcı olmamış, hatta Hop kendilerinden arabuluculuk vazifesinin gereği olarak gerekli gayret ve çabaya sarfettiğine dair onaylı bir mektup istediğinde bunu tereddütsüz vermiştir.
Osmanlı heyeti müzakerelerden Hop’un arabuluculuğuna rağmen olumlu bir sonuç elde edemeyeceklerini anlayınca, bu defa İstanbul’a avdet ettirilmeleri için kendisinden yardım umar duruma gelmişler, fakat bu konuda da kendisinden bir fayda görememişlerdir.