Osmanlı Devleti'nin kuruluşunun 700. yıldönümü törenlerinin yapıldığı son zamanlarda, tarihçiler arasında Beylik dönemine ait çalışmalar artmıştır. Bu çalışmalarda Türkiye Selçukluları Devleti ile de irtibat kurulmaktadır. Bu yüzden ilk devirler üzerinde çalışan tarihçilerin mesailerini iki tarafa da yönlendirmesi zarureti vardır. Osmanlı Beyliği'nin daha Anadolu Selçuklu Devleti bünyesinde bulunduğu devirlerden itibaren önemli bir varlık gösterdiği, dikkatlerden kaçmamaktadır. Ancak Bizans gibi güçlü bir devlete komşu olarak gelişmekte olan bu beyliğin, bir kara beyliği olduğu da kabul edilmelidir. Yani kuruluş yılları nda beyliğin hiç bir deniz geleneği yoktu. Türkiye Selçuklu Devleti'nin yıkılmasından sonra, Beyliğin Bizans ile giriştiği mücadelelerde denizciliğe ilk adımlar atılmıştır[1].
Türk Denizciliğinin Başlangıcı
Burada göz önünde bulundurulması gereken bir husus ise, Selçuklu harekatından ayrı olarak 1081-1097 yıllarında Batı Anadolu'da faaliyet gösteren Çaka (Çakan) Bey'in deniz devletidir. Çaka Bey o zamana kadar tarihe geçen ilk Türk denizcilerindendir. Anadolu'daki savaşlarda Bizanslılara esir düştü. İstanbul'da kaldığı yıllarda, Bizans'ın kuvvetli ve zayıf noktalarını iyice öğrendi. Çaka Bey esaretten kurtulduktan sonra topladığı kuvvetlerle İzmir'i fethe muvaffak olup bölgede bir Türk beyliği kurdu. Beylik daha ziyade bir deniz devleti görünümünde idi. Çaka Bey edindiği tecrübelerin ışığında, batı Anadolu'ya hakim olabilmek için Bizans deniz gücünün kırılmasının lüzumunu kavramıştı. Bunun için de bir Türk donanmasının hazırlanması gündeme geldi. İlk Türk donanması 40 parçadan ibaret üstü kapalı gemilerden teşekkül ediyordu[2]. Onun gemi çeşitleri hakkında ancak bu kadar bilgiye sahibiz. İzmir ve civarında tersanelerin bulunduğu muhakkaktır. Çaka Bey kısa sürede Foça ve Urla taraflarını hakimiyeti altına aldıktan sonra, donanması ile deniz seferlerine çıktı. O, artık tecrübeli bir devlet adamı ve denizci olarak Anadolu sahillerinin ve adaların önemini kavramıştı. Bu yüzden sahillerin emniyeti için adaların fethinin gerektiğine de inanmıştı[3]. Bu cümleden olarak Midilli ilk fethedilen adadır. Bundan sonra Sakız, Sisam ve Rodos gibi adalar gelişmiş donanma gücü sayesinde Türk Beyliğine dahil edildi. imparator Aleksios Komnenos (1081-1118), Çaka Beyin donanmasına karşı bir güç gönderdiyse de başarılı olamamıştır. Bu zafer Türklerin ilk deniz zaferidir.
Çaka Bey iyi teşkilâtçılığı yanında, iyi bir denizci ve çok iyi bir strateji uzmanı idi. O batı Anadolu'nun muhafazası için adaların elde bulundurulmasının lüzumuna inanmıştı. Bunun için de denizciliğe azami ölçüde önem verilmesi gerektiğini biliyordu. Çaka Bey Türk denizciliğinde önemli bir başlangıç yapmıştı. Onun değeri, damadı I. Kılıç Arslan tarafından ortadan kaldırıldıktan sonra farkedildi. Zira binlerce Haçlı askeri, Çanakkale Boğazı ile Marmara sahillerine yüklendiği zaman Çaka Bey'in donanması ortada yoktu. Haçlılar Anadolu'ya kolayca geçtikten sonra şehirler ve adalar Türklerin elinden birer birer çıktı. Çaka Bey'in devleti yıkılıp donanması ortadan kalkmıştı.
Çaka Bey'den sonra Türk denizciliği bir müddet önemli gelişmeler kaydetmemiştir. Ancak denizcilik ve denizle yakından ilgilenmeler devam etmiştir. Zira Haçlı seferinden sonra Türklerin sahillerden içerilere çekildiği bilinmektedir. Türkiye Selçukluları’nda I. Mesud (1116-1156) ve II. Kılıç Arslan (1156-1192) devirlerinde Türk denizciliği yeniden bir canlılık gösterdi. Bir müddet sonra Samsun'un ve Antalya'nın fethi (1207) ile Keykâvus b. Keyhüsrev ile Alâeddin Keykubad'ın taşıdığı unvanlara "Sultanü'l-berr ve'l-bahreyn" unvanı da eklendi[4]. Bu unvan denizciliğe verilen önemi ifade etmektedir. 1214 yılında Sinop'un fethiyle Selçuklu denizciliği ve ticareti büyük bir gelişme kaydetti. Alâiye'nin fethi ise Türk denizciliği için önemli bir başlangıç oldu. Burada devrin en gelişmiş tersânesi kuruldu. Bu hükümdarın önemli bir başarısı da Moğolların istilâsına uğrayan Kırım'daki Suğdak şehrine denizden asker sevkedilmesidir. Bu ilk denizaşırı sefer başarı ile sonuçlanmıştır[5].
Denizciliğe büyük önem veren diğer bir Türk hükümdarı ise Aydınoğlu Gazi Umur Bey'dir. Umur Bey, beyliğini genişletmek üzere fethettiği İzmir üzerine aynı yıl Venedik, Rodos ve Kıbrıs filolarının taarruzları ile karşılaşınca, sahillerin emniyeti için güçlü bir donanmaya ihtiyaç olduğunu anladı . Gazi Umur Bey gibi gemiciliğe ve denizciliğe önem veren Menteşe, Saruhan ve Karesi beylikleri de Akdeniz'de korsanlığa başlamışlardı . Esasen Çaka Bey'den beri korudukları denizcilik geleneğini devam ettiriyorlardı[6]. Bu yüzden Venedik ve Ceneviz ticareti tehlikeye girmişti. Keza adalardaki Latin prensliklerinin hakimiyetleri de tehlike içindeydi. Marina Sanudo'nun mektupları arasında bulunan 1328 tarihli Eğriboz'dan aldığı bir mektupta, sayı ları gittikçe artan Türklere karşı bir çare bulunamadığı takdirde, adaların bunların eline geçeceğine dâir haber bulunmaktadır[7]. Bu haber artık uzak mesafelere gemi sevkedebilen Türklerin gemi inşa teknolojisinde önemli mesafeler katettiğini göstermektedir.
Gazi Umur Bey 1335'te irili ufaklı 276 gemi ile Mora'ya bir akın yapmıştı. Bu sefer 1339 yılında tekrarlandı. Yeni bir donanma ise 1342 de 380 gemi ile Meriç ağzına kadar gidip dönmüştü[8]. Umur Beyin Türk denizciliğine katkısı çok olmuştur[9]. Nitekim Umur Bey'in denizcilik geleneğine âit özellikle Osmanoğullarıı tarafından benimsenmiştir. Bunlardan gemicilerin "Gazi Umur cânı içün" diyerek yemin etmeleri dikkat çekmektedir. Nitekim belge mahiyetindeki bu ifade cümle içinde şöyle anılmaktadır:
"Aydın Bey-oğlu Gazi Umur Bey gemilere binüp gazalar iderdi. Âl-i Osman beylerinden gemi ile evvel gazi iden Umur Bey'dir. Nice kerre velâyeti zâhir olmağın gaziler Gazi Umur cânı içün - deyu yemin ederlerdi"[10].
Denizle Karşılaşma ve Bazı Yanlış Bilgiler
Osmanlı Beyliği'nin çekirdeğini teşkil eden Söğüt Uç Beyliği'nin 1280’li yıllardan, kuruluş tarihi itibar edilen 1299 yılına kadar denizle hiç temasa geçmediği anlaşılmaktadır. Ancak müteakip yıllardaki fetihler, İzmit ve İznik sınırlarını zorlamaya başladı. Böylece denizle temaslar arttı. Bu arada İznik'in göl üzerinden İstanbul ile irtibat kurduğu tesbit edildi. Bizans ile yapılan mevzii savaşlar beyliği adım adım denize yaklaştırıyordu. Bunlardan ilki Koyunhisar (Bapheus) muharebesidir (27 Temmuz 1301) [11]. Türkler bu hisarı fethetmekle İzmit'e biraz daha yaklaşmış oluyorlardı . 1303 tarihinden itibaren başlayan İznik ablukası Samsa Çavuş'un civardaki akınları ile devam etti. 1307 yılında abluka kuşatmaya çevrilince İznik tekfuru imparatordan yardım istedi. İmparatorun yardımının denizden Yalova'ya geleceği casuslar vasıtasıyla öğrenilmişti. Yardım Yalova'ya geldiği zaman, tarassuda memur ümeradan Gazi Abdurrahman Bizans askerinin karaya çıkmasını bekledi. Zira düşmanı denizde karşılayacak kuvvet yoktu. Savaş denizde değil karada oldu[12].
Burada gerçeğe uymayan bazı haberlere de yer vermek gerekir. Bu cümleden olarak 1308 yılında İmralı adasının fethinin gerçekleştirildiğine dâir haber rivayetten öte gidememiştir. Tevârih-i âl-i Osman gibi muahhar olup ilk devirlere âit bilgiler veren kaynaklarda İmralı'nın fethine dâir bilgi yoktur. Ancak Hammer, Bizanslı müverrih George Pachymeres'e dayanarak Türklerin elinde 30 adet gemi olduğunu, adanın bu gemilerle çevrildiğini ve sonunda savaş ile fethinin mümkün olduğunu iddia etmektedir. Diğer taraftan Beylik ümerasından Aykut Alp'in oğlu Emir Ali (= Kara Ali)’nin Kite tekfurunun arazisinde bulunan Ulubad (Apollonia) gölü üzerindeki Kız-adası (Alios)'nı savaşsız elde etmesi hadisesinin, eski adı Galios olan İmralı'nın fethi zannedilmesinden hataya düşülmüştür. Bu hatayı yapan Hammer'den sonra bazı tarihçiler hatayı tekrarlamışlardır [13]. Halbuki bu tarihte Türklerin elinde 30 adet gemi olması mümkün değildir. Burada akla en yakın düşünce adanın teslim olmasıdır ki, her yerde mücadele veriliyorken bu da mümkün değildir[14]. Öte yandan adanın ne zaman fethedildiğine dair bilgimiz de yoktur. Bundan başka Osmanlı kaynaklarında bulunmayan bir rivayet de Osman Bey'in babasının Davud olduğu ve beraberinde bulunan 10.000 kişilik çadır halkı ile, Kefe'den deniz yoluyla Anadolu'ya göç ettiğine dair haberlerdir. Bu durumda Osman ile babasının aşiret beyi olmadıkları , birer gemici oldukları iddia edilmiştir. Bu iddia daha da öteye götürülüp onların korsanlık yaptığı söylenmiştir[15].
Osman Bey'in ve ceddinin gemici oldukları hakkındaki diğer bilgiler de tamamen hatalıdır. Bu uydurma haberi ilk veren Atinalı Chalkokondyles'dir. Ona göre Osman Bey 1298'de donanması ile Mora, Eğriboz ve Yunanistan'ın doğusuna başarılı bir deniz seferi yapmıştır. Aynı müellifin fahiş bir hatası da Osman Bey'in 1310 yılında Rodos'a başarılı bir sefer yaptığına dairdir. Tabiatiyle bu iddialar yanlıştır. Nitekim H. A. Gibbons[16] eserinde "Osmanlılar ve İmparatorlukları hakkındaki ananevi yanlış fikirler" başlığı altında yaptığı tashihlerde bu konuyu da inceleyip hataları ortaya koymuştur. Burada önemle ifade etmek gerekir ki Osmanlıların Marmara'da ve Çanakkale Boğazı’nda bir donanmaya sahip olmaları, Karesi Beyliği'ni ilhak etmekle başlamıştır. Bu konuya ileride temas edeceğiz.
Gemicilikte ilk Adımlar
Kuruluşundan sonra bir müddet daha Beyliğin denizle yakınlığının olmadığını hesaba katmalıyız. Nitekim bu düşüncemizi güçlendirecek bir şiir, Bizans donanmasına olan hayranlığı ortaya koymaktadır. Kemal Paşazâde [17]'nin Osman Bey devrini anlatan eserindeki şiiri aşağıdadır:
Rumeli dâmenin tutar birisi
Berisinde Anadolu yakası
Ol iki derya içinde bin gemi
Bunlara mensubdur yok bir kemi
Küh-ı peyker seyriçün açsa peri
Hem-ser olmaz birine tayr u peri
Salsa lenger küha benzer sergerân
Açsa yelken bad-ı sarsardır heman [18].
Mübalagalı bir şekilde olsa da Bizans gemilerine hayranlık duymamak mümkün değildi. Nitekim Bizans hükümdarı Andronikos II (1282-1328) devrinde 20 aded triere denilen 3 sıra kürekli bir cins gemi inşası plânlanmıştı[19].
Osmanlı Beyliği'nin askerleri ilk defa Aydos'un fethinde Bizans'tan gemilerle gelen asker ve mühimmat ile karşılaştılar (1326). İznik muhasarasında (1331) Osmanlı Beyliği'nin gölde yüzdürecek gemisi her halde yoktu. Halbuki İznik gölden gemilerle takviye görmekteydi[20]. Buna mani olunamıyordu. Orhan Bey İznik'in fethinden sonra Beyliğin merkezini buraya taşımıştır. Denizle veya gölle ünsiyeti olmayan beylik idaresinin bir müddet buraya taşınması manidar görülmektedir.
Osmanlı Beyliği'nin denizcilik faaliyetlerinde Bizans karşısında henüz yetersiz oluşunun bir delili de Bursa'nın fethinin gecikmesidir. Kuşatma sırasında Bursa'nın Mudanya ve Gemlik limanları yoluyla İstanbul’dan yardım alması fethin uzamasına sebep olmuştur. Gelen yardımlar denizden önlenemediği için, bu iki şehir bir müddet karadan abluka altında tutulmuştur. Kuşatmanın başlangıç tarihi hakkında ihtilaf varsa da genel olarak kabul edilen tarih 1314'tür. Bursa'nın fethi tarihi 1326 olduğuna göre güçlü surlarla birlikte bu yardımların da rolü olmalıdır. Burada konumuzla ilgili olan husus, Mudanya ve Gemlik limanlarına gelen Bizans takviye güçlerinin denizden engellenemeyişidir.
Sahillere ve sahil şehirlerine yapılan seferlerden sonra gemiciliğin önemi anlaşılmış olup her halde gemi inşaatına teşebbüs edildi. İlk tersane veya tezgâhın Karamürsel'in fethinden sonra (1324) burada kurulduğu tahmin olunabilir[21] . İlk tersanenin Gemlik'in fethinden (1333) sonra burada kurulmuş olması ihtimali de vardır. Veya Gemlik'in fethinden sonra her iki yerde tersane kurulmuş olabileceği de hesaba katılmalıdır. Kaynaklarda Yalova'nın fethi anlatılırken denizciliği ilgilendiren ifadeler dikkati çekmektedir. Yalova'nın teslim alınmasından (1337) [22] sonra, kale hakimi mal ve eşyasını gemilere yükletip İstanbul'a gitti. Bu arada Yalova sahilleri timar erlerine üleştirildi[23]. Bu hazırlıklar Bizans'tan gemilerle gelebilecek tehlikeye karşı idi. Zira Bizans gemilerine karşı denizde savunma yapılamıyordu.
Orhan Bey devrinde Beyliğin birkaç yılda küçük çapta gemilerden müteşekkil bir donanmaya sahip olduğu anlaşılıyor. Bunda Karamürsel ve Gemlik belki de Mudanya'nın birkaç kilometre batısında yeralan Zeytinbağı (Trigleia) tersânelerinin rolü olsa gerek. Bu tarihlerden sonra hem sahil şehirlerinin fethinin arttığını hem de Rumeli'ye geçişin gündeme geldiğini görüyoruz. Mihaliç ve Edincik alındıktan sonra deniz seferlerine girişilmesi için Orhan Bey'in faaliyete geçtiği tesbit ediliyor. Kemal Paşa-zâde bu konuda verdiği bilgileri "Sultan Orhan sefine-i cihadı deryâ-yi gazâya salmağa ikdam..."[24] başlığı altında toplamıştır. Bu ifadeden savaş gemilerinin inşa edildiğini anlamak mümkündür. Nitekim 1337 yılı yazında denize açılma hususunda ciddi bir teşebbüsün olduğu anlaşılıyor. Buna göre muhtemelen Zeytinbağı'ndaki tersanede inşa edilmiş olan hafif gemilerle hareket edilmiş; ancak bu küçük donanma Bizans donanması tarafından püskürtülmüştür. Gemilerde savaş tecrübesi olmayan yaya askeri bulunuyordu[25]. Burada Osmanlıların gemi inşaatında Karesili gemicilerden yararlandıklarını rahatlıkla söyleyebiliriz. Bundan sonra hem Rumeli'ye geçiş hem de fetihler için hazırlıklar başlamıştır. Nitekim beyliğin gücünü ifade edecek sikke darbedilmesi ve hutbe okunması herhalde buna işaret olmalıdır.
Orhan Bey Bizans ile yaptığı başarılı mücadelelerde, Beyliği kara ordusu ile belli bir seviyeye getirmişti. Ancak denize ulaşmış olmasına rağmen denizle yeterli düzeyde ünsiyeti yoktu. Orhan Bey bu başarılardan sonra Beylik kuvvetlerini Rumeli tarafına nasıl geçirebileceğini düşünmeye başladı. Kemal Paşa-zâde[26] Orhan Bey'in bu düşüncesini "kümât-ı guzâtı Rumili cânibine akıtmak sevdasına düştü; Akdeniz'den ne tarikiyle geçile deyü gice gündüz endişe deryasına düştü" gibi manidar bir ifade ile izah etmektedir. Müellif, Süleyman Paşa'nın babası Orhan Bey'in huzuruna gelip "sefine-i sine-i şehriyâr-ı tacdârı emvâc-ı bihâr-ı efkârla dolmuş gördü" diyerek biraz da aşırı bir benzetme yapmıştır. Bütün bunlar beyliğin denizle tanışmasının heyecanı olarak düşünülmelidir. Süleyman Paşa savaş gemilerini gayret yelkeniyle donatıp gazâ deryasına salıp Akdeniz'i geçmeye talip olmuştur[27]. Tarihçi Rühi de bu konuya oldukça geniş şekilde yer vermiştir. Ona göre Orhan Bey "...Hudâ fursat virürse denizi geçüp Rumili kafirlerine gazâ idüp anları islâma davet" etmeyi düşünüyordu[28]. Rühi, Süleyman Paşa'nın düşüncelerine de yer vermiştir. Müellif Süleyman Paşa'nın "... Eğer pâdişah-ı âlem penâhdan ben za'if kuluna ol mübarek gaza' himmet olunursa ... denizi öte geçüp şol mübârek hâtırlarından geçdüği gibi küffara gazâ idüp ..." diye düşündüğünü nakletmektedir[29].
Karesi Beyliği'nin Osmanlı Deniz Gücüne Etkisi
Osmanlı Beyliği'nin sahil komşusu Karesi Beyliği denizcilikte oldukça gelişmişti. Beyliğin birkaç yerde tersanesi mevcuttu. Karesi Beyliği bazen tek başına bazen de Aydın, Menteşe ve Saruhan beylikleriyle birlikte Ege Denizi'nde Latinlere karşı mücadele etmekteydi. Osmanlı Beyliği'nin bu konuda Karesi Beyliği'nden öğreneceği çok şey vardı. Karesi Beyliği'nin deniz gücü Osmanlı Beyliği'ni daima cezbetti. Orhan Bey zamanında gerek dost gerek hasım olarak temasların artması dikkat çekicidir. Bu beylikle olan temasların yoğunluğu, diğer komşu beyliklerle (mesela Germiyan Beyliği, Candaroğulları Beyliği) olan temasların toplamından fazladır. Osmanlı Beyliği'nin Rumeli'ye geçişte ve fetihleri genişletme ve yerleştirme siyasetinde Karesi'nin insan gücünü hesaba kattığını ve bundan yararlandığını rahatlıkla söyleyebiliriz[30].
Osmanlı Beyliği'nin sahil şehirlerine ulaşması ve Bursa'nın elden çıkması Bizans için büyük bir darbe olmuştu. imparator III. Andronikos Osmanlı Beyliği'nin bu genişlemesinden rahatsız olarak Karesi Beyliği'ne bir ittifak teklif etti. Bu ittifak Biga'da 1328 yılında Karesioğlu Demirhan Bey ile imparator arasında gerçekleşti[31]. İmparatorun bu teşebbüsü, iki beyliği birbirine düşürmek ve Karesi Beyliği'nin deniz faaliyetlerini engellemek içindi. imparator 1329 yılında Cenevizlilerle de bir ittifak yaparken Saruhan ve Aydın Beyleri ile de barışı güçlendirmişti[32]. Ancak bu barış ortamı uzun sürmedi. Denizcilik faaliyetleri devam ediyordu. Nitekim Karesioğlu Demirhan Bey boğazdan Gelibolu yarımadasına asker çıkartarak akınlar yapmaktaydı. Bunun için 70 geminin kullanıldığına dâir bilgiler bulunmaktadır. Bu akıncı kuvvetleri imparator III. Andronikos tarafından mağlup edilmiş ve geri çekilenler bu gemilerle Anadolu'ya dönmüşlerdir. Türkler 1330 yılında da boğazdan geçip karşı kıyıya iki yerden çıktılar. Bu yüzden Avrupa'da bir haçlı ittifakı gündeme geldi. Sonuçta bir Haçlı donanması teşkil edildi. Bu donanma 1334 yılında hazır hale getirildi. Donanmada Papalık, Fransa, Kıbrıs ve Venedik gemileri bulunuyordu. Haçlı donanması Batı Anadolu sahillerini vurmak üzere yaklaşırken Yahşi Bey de Edremit körfezinde pusu kurmuştu. Burada çıkan şiddetli savaşta Karesi donanması ağır bir yenilgiye uğradı. 100 kadar gemi tahrip edildi. Bu durumda Karesi Beyliği'nin donanma gücünün bir hayli zayıfladığı tahmin olunabilir. Bunun üzerine Yahşi Bey yeni gemilerin yapımını hızlandırdı. 1341'de elden çıkmış olan Gelibolu yarımadasının bazı limanları na tekrar taarruzda bulundu. Aynı yıllarda Türklerin sahillerden Trakya içlerine akınlarda bulundukları na dâir haberler de vardır. Bu akınları yapanların Osmanlı Beyliği'nin askerleri olabileceği ihtimali de mevcuttur[33].
Karesi Beyliği'nin tersanelerine gelince: Edremit Körfezi donanmanın önemli bir üssü olduğuna göre burada bir tersanenin de olduğu düşünülebilir. Öte yandan Beyliğin Edincik'te de bir tersanesi olduğu anlaşılıyor. Zira Osmanlı Beyliği burayı denizcilik faaliyetlerinde kullanmıştır. Nitekim Osmanlı Beyliği Çimbi kalesinden (1352) [34]sonra fethedilen Aya Şilonya kalesi için Edincik üssünden asker nakletmişti[35]. Karesi Beyliği Osmanlı Beyliği idaresine girdikten sonra, güçlü donanması da bu beyliğin malı olmuştu.
Bilindiği gibi Osmanlı Beyliği'nin Karesi Beyliği'ni ilhak ettiği tarih kesin olarak bilinmemektedir. Ancak yapılan araştırmalar sonucunda Karesi Beyliği'nin Osmanlı Beyliği'ne tamamen geçişini 1345'ten sonraya, 1347-1348 tarihlerine yerleştirmek mümkündür. Bu ilhak yıllarca sürmüş olabilir[36]. Ciddi hiç bir mücadele olmadan gerçekleşen ilhakın en uzak tarihi 1360 olabilir. Bu tarihin önemli olduğuna şüphe yoktur. Zira Beyliğin çizdiği hedef Rumeli olup bunun için de gemiye ihtiyaç vardı . Bu tarihlerde Osmanlı Beyliği, Marmara'nın Anadolu sahillerinin hemen tamamının denetimini eline geçirmiştir.
Bazı Mülâhazalar
Orhan Beyin babasına vekalet ettiği yıllarda Trakya sahillerine çıkartmalar yaptığına dair bazı bilgiler olduğunu ifade etmiştik. Biz bunları zayıf ihtimal olarak karşılıyoruz. Osmanlıların denizle ünsiyetlerinin yeni yeni başladığı devirde buna imkan olmadığını da bildirmiştik. Ancak Karesi Beyliği denizcilerinin bu hareketlerde bulunabileceklerine dair fikir yürütebiliriz. Buna örnek olarak 1321 yılında şehzade Orhan'ın Trakya sahillerine baskın harekatı düzenlediği hakkındaki bilgidir. Güya Osmanlı Türkleri Trakya ve Makedonya sahillerine çıkıp, burada kaldıkları 18 ay zarfında her şeyi yakıp yıkıp yolları kesmişler. Bizans maliyesi çökecek duruma gelmiş. Halbuki bu devirde Osmanlı Beyliği'nin deniz aşırı topraklarda akınlar yapacak gücü yoktu. Bunlar yukarıda da ifade edildiği gibi romantik ve epik düşüncelerdir. Hammer'in iki Bizans müellifinden aldığı bu bilgiler indi mütalaa mahsulü olsa gerektir[37].
Öte yandan Osman Beyin yaşlanması yüzünden dahi Orhan'ın deniz aşırı sefer yapması mümkün değildi. Orhan zaten babası tarafından kendisine vekil tayin edilmişti[38]. Merkezden uzaklaşmaması gerekiyordu. 1321'de Orhan'ın Mudanya'yı fethettiği kaynaklarda belirtildiğine göre; aynı tarihte Trakya ve Makedonya gibi uzak sahillere çıkartma yapması zaten uygun düşmez. Esasen G. Ostrogorsky de eserinde bu haberlere yer vermemiştir. Ancak Osmanlıların bu tarihlerdeki Anadolu hakekâtı hakkında bilgiler vardır [39].
Bundan başka Orhan Beyin ihtiyar Andronikos'a 1322 ve 1327'de yardım için gönderdiği kuvvetler ya Bizans donanması veya kiralık gemilerle taşınmış olmalıdır[40]. Bundan sonraki geçişlerin Karesi Beyliği'nden intikal eden donanma ile gerçekleştiği muhakkaktır. Burada ihtimalleri zorladığımız takdirde Türklerin kiralık gemilerle karşıya geçtiklerini kabul edebiliriz. Nitekim bazı batı kaynaklarından iktibaslar yapan Gibbons[41]. Türklerin Cenevizlilerden kiraladıkları gemilerle Rumeli'ye geçtiklerinden bahsetmiştir. Türkler Cenevizli gemicilere bir duka altın ödüyorlarmış. Şu halde kiralık gemi konusu buradaki incelememiz için önemli bir ipucudur. Türklerin kiralık gemilerle Trakya'ya geçmiş olabileceklerine dâir akıl yürütebiliriz. Öte yandan çağdaş bir müellifin ifadesine göre batı Anadolu'nun her yanından gelme Türk korsanları adalara ve Trakya kıyılarına tâlân seferlerini sürdürmekteydiler [42]. Değerli araştı rmacı Elizabeth A. Zachariadou, Türklerin 1330 başlarında atlarını da taşıdıkları gemilerle Çanakkale Boğazını iki kez geçip Trakya'ya akın yaptıklarını, Keşan'a kadar geldiklerini ve bu hareketin Osmanlı Beyliği'ne yanlış olarak mâledildiğini söylemektedir. Müellif devamla "akıncıların çıkış noktası göz önünde bulundurulursa bunların Karesili Türkler olması gerekir" demektedir[43]. Muhtemelen bu seferlerin 1329 da ve 1331 de olduğu, birincisinde 70 gemi ile giden Orhan Bey'in kuvvetlerinin Meriç'in denize döküldüğü yerin batısı nda Trajanopolis'de karaya çıktığı; ikincisinde 15.000 kişilik bir Türk kuvvetinin Trakya'da karaya çıktığı rivayet edilmektedir[44]. Bu yardımların ulaşmasında kullanılan gemiler için yukarıda ifade edilen tahminler geçerli olmalıdır.
Diğer bir yabancı bir tarihçiye göre; Osmanlı Beyliği bulunduğu mevki itibariyle fetih politikasını geliştirme imkanını bulabilmiştir. Diğer beyliklere bakacak olursak, coğrafi bakımdan pek şanslı olmadıklarını görürüz. Bu cümleden olarak Batı Anadolu'da kurulmuş olan devletler (Karesi, Saruhan, Aydın ve Menteşe) denizle karşılaşınca fetih ve genişleme imkanlarnıı kısa zamanda tükettiler. Böylece yayılmacı faaliyetlerini dondurmak zorunda kaldılar[45]. Deniz aşırı seferlerini sürdüren Gazi Umur Bey’in korsanlık faaliyetleri yukarıda ifade edilmişti. Öte yandan denizlere açılmak kara fetihlerinden daha zordu. üstelik denizlere ürkek bakan Türkler için adalarda tutunabilmek oldukça güç olmuştu. Bu yüzden Osmanlı Beyliği'nin Karesi'nin tecrübeli deniz ümerasına sahip çıkması beyliğe büyük menfaat sağladı.
Araştırmamızın sonucunu teyid edecek bir başka müellif de Kâtib Çelebi'dir. Kâtib Çelebi eserinin birinci bölümünde Beyliğin ilk deniz faaliyetleri hakkında hiç bilgi vermemiştir. Müellif bu konuyu, ihtimal vermeyip ya hiç araştırmadı veya yeterince bilgi toplayamayınca kayda değer bulmadı. Zira müellif mücadelelerin hep karadan olduğunu belirtmektedir[46].
Burada bir gemi rivayetine yer vermek gerekir. Bulgar ve Sırplarla başı dertte olan gasıp Bizans İmparatoru Kantakuzenos (1347-1354), Aydınoğlu Umur Bey'den yardım alarak durumunu düzeltmiş idi. Keza dahili rakiplerine karşı da galebe eden Kantakuzenos, Umur Beyden yardımın devamını talep etti. Ancak Umur Bey izmir'in Latinler tarafından işgali (1344) yüzünden yardım edemedi[47]. Fakat O, Orhan Bey'e başvurmasını tavsiye etti. Orhan bu sürede imparatora yardıma başladı. Osmanlı Türk kuvvetleri Karadeniz sahilleri ile Edirne'yi Bulgarlardan geri aldı. Kendisi de bir tarihçi olan Kantakuzenos kaleme aldığı eserinde bu yardım karşılığında Orhan Bey'in, kızı Theodora'ya talip olduğunu ve bir heyet göndererek kızını aldırmasını istediğini bildirmektedir. Bunun üzerine Orhan Bey bir miktar kuvvet ile mutemet adamlarından bir heyeti 30 gemi ile Silivri'ye gönderdi. Bunlar Theodora'yı bir törenle babası İmparatordan teslim alıp Orhan Beye getirdiler (1346)[48]. Burada kullanılan 30 gemi hikâyesi sadece Kantakuzenos'un tarihinden nakildir. Bu gemilerin kiralık gemiler olması veya Karesi Beyliği'ne âit bulunması ihtimali vardır. Ancak bu gemilerin Bizans veya Ceneviz gemisi olması da kuvvetle muhtemeldir[49]. Orhan Beyin son zamanlarında Beyliğin Bizans ile ilişkilerinde önemli gelişmeler olmuştur. Bu ilişkiler genel olarak askeri yardımlar üzerinedir.
Burada göz önünde bulundurulması gereken bir husus da Bizanslı gemicilerin Beyliğin hizmetine girmiş olabilecekleri ihtimalidir. Zira Bizans denizciliğinin zayıflamasıyla işsiz kalan denizcilerin, Köse Mihal örneğinde olduğu gibi Osmanlı hizmetine girmeleri mümkündür. Aydınoğlu Umur Bey'in donanmasında yerli Rumların görev aldığını ifade eden Prof. İnalcık, Rumların Osmanlı denizciliğine de katkıda bulunabileceklerini belirtilmiştir[50].
ilk Gemi inşaatı ve Salla Geçiş
Karesi Beyliği'nin fethinde büyük hizmeti geçen Süleyman Paşa'nın, peşpeşe Edincik, Biga ve Lapseki (Lampsalcos)'yi de bizzat fethettiği anlaşılmaktadır[51]. Süleyman Paşa Gelibolu'nun Bizanslı hâkimi Andronikos Asan'ın oğullarından Manuel Asan, Ioannes Asan veya Michael Asan ile dost olduğu ve bunlardan birinin esir edilip müslüman olduğu ve Melik Bey adını aldığı zikredilir. Melik Bey müslüman olduktan sonra, Osmanlı Türklerini Rumeli'yi fethetmeleri için daima teşvik etmiştir[52].
Burada zikredilmesi gereken bir husus Türklerin Lapseki'de bir gemi inşa ettiklerine dâir haberdir. Lapseki'nin fethinden sonra buradaki tersanede gemi inşa faaliyetlerine devam edildiği anlaşılıyor. Enveri bu konuya özellikle temas etmektedir. Osmanlı Beyliği'nin ilk inşa ettiği gemi muhtemelen bu olmalıdır. Veya küçük gemiler daha önce mevcut olup da inşa edilen ilk büyük gemi budur. Bu geminin Süleyman Paşa'nın Rumeli'ye ilk geçişinden önce inşa edildiği ihtimali kuvvetlidir. Zira bu gemiyle Rumeli'ye geçişte asker taşınmıştır. Bunu aşağıdaki şiirden anlamak mümkündür[53].
Lebseki'de yaptılar ulu gemi
Gice anunla taşırlar âdemi
Kaynaklarda genel olarak "Rumeli'ne mürur"olarak anılan salla geçiş ifadelerinde kısmen destani bir hava vardır. Avrupa kıtasına geçiş hiç şüphesiz bizim de yukarıda belirttiğimiz gibi ilk değildir. Bu geçişin Karesi Beyliğinin donanmasına sahip olunduktan sonra gerçekleştiğini biliyoruz. Buna rağmen niye salla geçilmiştir. Halk arasında söylene söylene günümüze kadar gelen bu hatıraya bir yorum getirmek gerekir. Bilindiği gibi Orhan Bey büyük oğlu Süleyman Paşa’yı fetihlere memur etti. Süleyman Paşa'nın ise en büyük arzusu Rumeli'de fetihler yapmaktı. Ancak Beyliğin mevcut imkânlarma göre deniz aşırı sefer yapmak ciddi bir işti. Bu yüzden Süleyman Paşa denizcilikte daha tecrübeli olan Karesi ümerasından yardım aldı. Bu Karesi ümerası Ece Bey ile Gazi Fazıl Bey'dir. Çanakkale boğazının en dar yeri olduğu anlaşılan Viranca Hisar'ın bulunduğu yerde Ece Bey ile Gazi Fazıl Bey bir sal inşa ettiler[54]. Bu sal ile gece vakti karşıya geçip bir esirle geri döndüler. Birkaç gün içinde bir miktar daha sal yaptılar. Süleyman Paşa, yine gece vakti emrindeki 70-80 er ile sallarla karşıya geçti. Şükrüllah (Doğumu 1388) ise eserinde sal yapma işini titizlikle anlatıp, Süleyman Paşa'nın maiyetiyle denize açılmasına büyük önem vermiştir. Karşıya geçişi "Tanrıya bel bağlayıp aştılar" diye tarif etmektedir. Bu cümle denizle ilgilenmenin pek yeni olduğunu ifade etmektedir[55]. Bu yolla Çimbi kalesi fethedildi. Süleyman Paşa'nın Rumeli yakasına ilk geçişi bu olmalıdır. Başka bir müellif Süleyman Paşa'nın Rumeli'ye geçişini Osmanlı Beyliğinin ilk denizcilik faaliyeti olarak göstermektedir[56]. Müellife bu konuda hak verilmesi gerekir.
Şu halde Karesi Beyliği'nin ilhakı ve yıllar sonra Gelibolu tersanesinin kuruluşu Osmanlı denizciliğinin başlangıcı olmuştur[57]. Bu gelişmede Bizans denizciliğinin katkısını da kabul etmek gerekir. Aslında Fatih zamanında Beyliğin küçük bir deniz kuvveti olmuştu. Bu küçük donanma Gelibolu sancak beyinin emrinde bulunurdu. Lüzumunda hükümdar, Sadrıazam veya serdar donanmaya kumanda ederdi. Fuat Köprülü, Fatih'ten önce deniz kuvvetleri ve teşkilatı hakkında bilginin yok denecek kadar az ve dağınık olduğunu bildirmektedir[58]. Bu ifade buradaki çalışmayı haklı çıkarmaktadır. Nitekim denizcilik faaliyetleri başlangıçta ya yapılamıyor veya pek cılız kalıyordu.
Bu makalede Osmanlı Beyliği'nin kuruluş yıllarında denizcilikle olan mesafeli durumu ile Karesi Beyliği'nin ilhakından sonra denizle olan ünsiyeti ortaya konmaya çalışılmıştır. Bununla beraber bazı hatalı bilgilerin rivayetten öteye gidemediği de gösterilmiştir. Bu çalışmanın özelliği Osman Bey ile Orhan Bey'in ilk devirlerindeki denizcilik faaliyetlerine ışık tutmakur. Son olarak değişik şekillerde ifade edilen sal ile geçişe bir yorum getirildi. Özellikle bu dönemi ele almamızdaki maksat yanlış ve rivayete dayanan bilgileri ortadan kaldırmak olmuştur.
Osmanlı Beyliği Karesi Beyliği'nin katılmasıyla denizcilik konusunda çok kazançlı çıkmıştır. Bunu takip eden yıllarda Saruhan, Aydın, Menteşe ve Çandaroğulları beyliklerinin alınmasıyla gemicilik ve denizcilik faaliyetlerinde büyük artış gözlenir. İlk önemli deniz savaşları Yıldırım Bayezid devrinde olmuştur. Bu devirde de boğazın önemine binaen Gelibolu'da bir tersane ve bir deniz üssü kuruldu. Bu tesisler Beyliğin denizcilik konusunda o zamana kadar sahip olduğu en büyük tesislerdir [59]. Azeb teşkilatının kuruluşu da bu devre rastlar. Bu gelişmelere rağmen Beyliğin deniz gücü, deniz aşırı limanlardan gelen Venedik ve Ceneviz donanmalanyla boy ölçüşecek durumda değildi. Nitekim Beylik donanması Çelebi Mehmed devrinde Gelibolu'da başarısızlıklara uğramıştı. Gemi inşaatında en büyük hamleler hiç şüphesiz II. Mehmed zamanında gerçekleştirilmiştir. İstanbul'un fethinden sonra artan ihtiyaçlara cevap vermek üzere yeni bir tersâne inşaatı dikkati çeker[60].
Osmanlı Devleti'nin büyüyüp Doğu Akdeniz'de hâkimiyetini sağlamlaştırdığı XVI. yüzyılda tersâne tesisinde ve gemi inşa teknolojisinde büyük hamleler yaptığı bilinmektedir. Anadolu'da ve Avrupa'da toprakları bulunan bir imparatorluğun denizle de irtibatından dolayı güçlü donanmaya da sahip olması tabii idi. Mısır'ın fethinden sonra "Hâdimül-haremeynü'ş-şerifeyn" unvanını da alan Yavuz Sultan Selim denizciliğin önemini en iyi kavrayan padişah olmuştur. Nitekim Selim bir gün Kemal Paşa-zâde ile sohbetinde, istikbâle âit düşüncelerini anlatırken "Haliç tersânesini genişletip 300 adede çıkarmak niyetinde" olduğunu ifade etmiştir[61].
Sonuç: Osmanlı Beyliği'nin kuruluşuna ait tartışmaların denizcilikle olan kısmına ışık tutacağına inandığım bu çalışmada, Beyliğin denizle hiç irtibatı bulunmuyorken ve hiç bir deniz taşıtına sahip değilken tedricen kaydettiği gelişmeler ortaya konmuştur. Ayrıca imkânların çok sınırlı olduğu bu devirlerde denizaşırı seferlerin yapıldığına dair haberlerin gerçek dışı olduğu da belirtilmiştir. Burada Osmanlı gemicilerin Karesili meslektaşlarından yararlandıkları da ortaya konmaya çalışılmıştır. Öte yandan Beylik döneminin bilinen tersanelerine ilaveten Mudanya'nın birkaç kilometre batısında yer alan Zeytinbağı (Trigleia) mevkiinde bir tersanenin daha olabileceğini de savunmak herhalde yerinde olur kanaatindeyiz. Tesbit edildiğine göre, nüfusun ekseriyetinin henüz göçebe Türkmenlerden oluştuğunu bildiğimiz Beylik, askeri gücünü yıllarca karada kullanmak zorunda kalmıştır. Beylik karada belli bir varlığa ulaştıktan sonra denize yönelmiştir. Bu da tabiatiyle uzun yıllar sürmüştür. Bundan başka iyi bir askeri strateji uzmanı olan Osmanlılar yukarıda da ifade edildiği gibi gelişmeyi karada olduğu kadar denizde de gerçekleştirmişlerdir. Ancak başarılar devamlı olamamış, XVI. yüzyıldan sonra azalmıştır.