Tarih boyunca medeniyetler şehirlerde kurulmuş ve gelişmiş, medeniyetlerin çöküşü de şehirlerin gerilemesine paralel bir çizgi takip etmiştir. Medeniyet ve şehir arasındaki bu yakın ilişki dolayısıyla, medeniyeder, şehir ile özdeşleştirilmiştir[1] Osmanlı Sultanı II. Mehmed'in (1451-1481), İstanbul'un fethini "gazay-ı asgar" olarak niteleyip, "gazay-ı ekber"in şehrin imarı ile yeni başladığını belirtmesi ve hemen ardından İstanbul ile birlikte Anadolu ve Balkanlar'da şehirlerin gelişmesi ve yayılması için gerekli düzenlemelere başlanması, ancak medeniyetlerin yükselişi ile şehirlerin gelişmesi arasındaki sıkı ilişkinin iyi kavranmış olmasıyla açıklanabilir[2]. İstanbul'un fethi ile Osmanlı Devleti bir İmparatorluğa dönüşmüştür. Ancak, özelde İstanbul'u, genelde ise, diğer şehirleri geliştirme ve şehirleşmeyi yaygınlaştırma politikası, II. Mehmed döneminde başlatılan, sonraları da devem ettirilen bir süreç olarak benimsenmeseydi, devlet gerçek manada bir İmparatorluk olabilir miydi? Tabii ki, hayır.
Bu cevabın ardında, devletin şehirleri ve şehirleşmeyi teşvik ettiği ve bu amaca yönelik çeşitli politikalar geliştirdiği varsayımı yatmaktadır. Bu varsayım, yalnızca tarafımızdan geliştirilen bir düşünce olmayıp, sanayi öncesi toplumlarda, şehirlerin kurulması ve yayılması için, yalnızca ticaretin yeterli olmadığı, direk veya dolaylı şekilde devletin desteğinin gerektiği tezi ile yakından ilgilidir[3]. Bu tezden harekede, örnek durum olarak Karahisar ele alınmakta, fethedildiğinde yalnızca bir kale ve bir grup gayrimüslim nüfustan ibaret, küçük bir kasaba görünümünde olan bu yerleşim biriminin, zaman içinde gelişerek şehir haline gelişini mümkün kılan süreç ve bu süreçde devletin uyguladığı politikalar tespit edilmeye çalışılmaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu'nun fetihlerle büyüyen yapıya sahip olması şehirleşme için doğal bir ortam hazırlamakta, fetihler sonucunda idare edilmesi gereken toprakların ve insanların miktarında meydana gelen artış, şehirleşmeyi ihtiyaç haline getirmektedir[4]. Yeni kazanılan toprakları kontrol etmek üzere, çeşitli düzenlemelerin yapılması, idari ve askerî merkezlerin kurulması gerekmektedir. Osmanlı İmparatorluğu'nun dünyanın Eskiçağlar'dan beri yoğun halde şehirleşen sahalarını kaplaması, bu türden yeni kurulacak merkezler için Osmanlı idarecilerine hazır bir zemin sunmuştur[5]. Bu yerleşim birimleri tüccar, zanaatkâr vs. gibi ziraatla uğraşmayan nüfus gruplarının da gelmesiyle, kısa sürede şehire dönüşmektedir. Bu durumun en açıklayıcı örneği olan Karahisar, aşağıda ayrınülarıyla incelenecektir.
Belli coğrafî özellikler, ekonomik faaliyetler ve toprak tasarruf şekillerine sahip olan Karahisar ve çevresi, tutarlı ve birbiriyle bağlantılı dahilî özellikleri ile bir ünite teşkil etmektedir. Bu üniteyi etrafındaki sahalardan ayı-ran nitelikleri, ona "bölge" karakterini kazandırmakta ve Osmanlı İdarî taksimatında "sancak" olarak yerini almasını sağlamaktadır: Karahisar-ı Şarki Sancağı. Bölgenin/Sancağın ortasında yer alan ve her yönden yaklaşık eşit mesafede ulaşılabilen Karahisar, feth edildiği yıllardan itibaren bölgenin idare merkezi olma rolünü üstlenmiştir. Tüm bölgeye sağladığı İdarî ve sosyal hizmetlerin yanı sıra, bölgesel ticaretin de merkezidir. Bölgelerarası ticaret yoluyla da, bölgeyi dış dünyaya bağlamaktadır. Bütün bu özellikleri Karahisar'ı, XV. ve XVI. yüzyıl Anadolu şehirlerinin tipik bir temsilcisi konumuna getirmektedir. Karahisar'ın incelenmesi, Anadolu şehirlerinin müşterek özelikleri hakkında fikir verirken, elde edilen bilgileri genelleme şansı da doğmaktadır.
Esas konuya geçmeden önce, metodolojik bir not düşmekte fayda görülmektedir. Tahrir defterleri, şehir hayatı ve tarihinin çalışılması için araştırmacılara gerekli pek çok veriyi sunan önemli kaynaklardır. Ancak, bu konuda tahrirlerden yeterince istifade edildiğini söylemek pek mümkün görünmemektedir. Bunun yerine genellikle şer'iye sicilleri tercih edilmektedir. Sicillerdeki bilgiler araştırmacılara, şehir kurumlan ve işleyişini canlı bir şekilde gözlemleme fırsatı vermektedir. Siciller, kadının müdahalesini veya marifetini gerektiren durumlarda tutulan kayıtlardır. Diğer bir ifadeyle siciller, sıra dışı ve olağanüstü durumlar lehine önyargılıdır. Sıradan ve olağan durumları yakalamak pek mümkün olmamaktadır. Tahrirler ise, tahrir esnasındaki mevcut durumu yansıtması nedeniyle, sıradan günlük hayan incelemeyi daha kolaylaşurmaktadır. Tabii ki, tahrirlerin de, sağladıkları veri ko-nusunda sınırlamaları mevcuttur[6]. Diğer yandan, sicillerin büyük bir kısmının ancak XVII. yüzyıl gibi geç bir dönemden itibaren kullanılabilir olması (Karahisar'ın bu döneme ait sicilleri günümüze ulaşmamıştır), önceki dö-nemler için tahrirlere müracaatı gerekli kılmaktadır.
Gerçekte, şehirler ve şehir hayatı konusunda, araştırmacıların kullanımına açık olan tarihî veriler, şu veya bu şekilde eksiktir. Her bir veri türü, şehir hayatının yalnızca bir yönünü aydınlatmakta, diğer yönlerini ise ihmal etmektedir. Bu durumda çözüm, retrospektif metodu takip ederek, günümüz toplumlarını çözümlemek üzere geliştirilen sosyal bilim kavramlarını, geçmiş toplumları anlamak üzere kullanmak olmaktadır. Geçmişi anlamak ve yorumlamak üzere günümüz toplumlarına ait bilgileri değerlendirerek bunları geçmişe yansıtmak, tarihî çalışmalarda veri azlığı veya bazı durumlarda yokluğu halinde takip edilen bir metottur[7]. Bu çalışmada da, bahsedilen metot takip edilmektedir.
ŞEHİRLEŞMENİN ÖN ŞARTLARI VE KARAHİSAR
Şehirlerin kurulması ve gelişmesinin mümkün olabilmesi için bazı asgari şartların mevcudiyeti gerekmektedir: Bunlar 1) müsait bir çevre, 2) ziraî ve ziraat dışı faaliyetler için dönemin şartları ölçüsünde yeterince gelişmiş tek-noloji, 3) karmaşık sosyal organizasyon ve bunun da ötesinde iyi gelişmiş bir devlet yapısı olarak üç madde halinde özedenebilir[8]. İnsanlığın sanayileşme tecrübesini henüz yaşamadığı Eski ve Ortaçağlarda, şehir hayatının gelişmesinin gereklerinden olan bu ön şartların tamamının, değişik düzeylerde de olsa yerine getirilmesi gerekmektedir. Bu şartların Karahisar kasabasında mevcudiyeti ve daha başka özel ne gibi şartların bulunduğu aşağıda incelenmektedir.
Şehirleşmenin ilk ön şarü olan müsait çevre ile başlıca verimli arazi, uygun iklim şartları ve su kaynağının varlığı kastedilmektedir. Tarihteki ilk şehirlerin nehir boylarındaki verimli arazilerde kurulmuş olması tesadüf de-ğildir. Osmanlı dönemi Anadolu şehirlerinin büyük bir kısmının ırmak boylarına kümelendiği bilinmektedir[9]. Ziraata uygun verimli bir çevre, çok miktarda nüfusu besleyecek ürün yetiştirilmesini mümkün kılmaktadır. Ziraî teknolojinin günümüz standardarına kıyasen fazla gelişmediği sanayi öncesi dönemde, toprağın verimliliği ve su kaynağının bolluğu, ziraada uğraşmayan nüfusun beslenmesi için daha da önemli olmaktadır. Çevre ile ilgili diğer bir faktör de, ulaşım imkanlarıdır. İnsanların ulaşımını ve eşyaların taşınmasını kolaylaşüran çevre şartları, çok sayıda ve çeşidi gruplardan insanı çekmede önemli faktör olmaktadır.
Bu ön şartlar Karahisar'daki mevcut durumla karşılaşurıldığında, şöyle bir manzara ortaya çıkmaktadır. Karhisar-ı Şarkî Sancağı'nın merkezinde yer alan Karahisar kasabası, Yeşil Irmak’ın (bölgedeki adı Kelkit Irmağı'dır) aşağı yatağında, Doğu Karadeniz dağ sırasının iç kesimlerinde, ortalama yüksekliği 1450 metre olan geniş bir plato üzerinde kurulmuştur. Kasaba, üç taraftan dağlarla çevrilidir ve yalnızca güneyde Kelkit Vadisi'ne çıkış vardır. Şehre adını veren kale, doğuda bazalt (siyah mermer) bir kayanın üzerinde bulunmaktadır[10]. Bu tür bir çevre, ilk bakışta, bir şehrin gelişmesi için pek müsait görünmemektedir. Sancağın diğer kesimlerinde, Koyluhisar nahiyesi gibi çevre şartları itibarıyla daha müsait yerler mevcuttur. Bölgenin, yükseltisi az, platoları geniş ve iklimi daha elverişli kesiminde yer alan Koyluhisar ’da bir de kale bulunmaktadır[11]. Bölge dahilinde, Karahisar'a alternatif olabilecek özelliklere sahip bir nahiye olan Koyluhisar'ın İdarî merkez olarak tercih edilmemesinin nedeni, Karahisar'ın yukarıda bahsedilmeyen bir özelliği ile ilgilidir: O da, Eskiçağlar'dan beri şap üretiminin yapıldığı ve döneminde dünyanın en kaliteli şabının üretildiği madenci köylerin (tahrir defterinde "Şebhane Köyleri" başlığı altında kaydedilmiştir) Karahisar'ın yakınında, hemen kuzeyinde yer almasıdır. Maden ocaklarına yakın olması nedeniyle Karahisar, Eskiçağlar’dan beri iskân edilen bir yerleşim birimidir. Diğer yandan, madenlerin kontrolü, devlet açısından daima hayati öneme sahip olmuştur[12]. Kontrol, idarecilerin yakın denetimi ile sağlanabilmekte, bu da ancak, idarecilerin madene en yakın yerleşim birimine, yani Karahisar'a yerleşmeleriyle mümkün olabilmektedir. Bu özellikleri dolayısıyla Karahisar, Osmanlı idarecilerinin bölgeyi idare etmek üzere yerleşebilecekleri uygun bir merkez olarak ön plana çıkmaktadır.
Şehirleşmenin ikinci ön şartı olan ziraî ve ziraat dışı faaliyetlerin yeterince gelişmiş teknoloji ile yürütülmesi konusunda defterlerdeki mevcut veriler, doğrudan ve aynnülı bilgi sağlamamaktadır. Ziraat konusunda, Karahisar'da kullanılan teknoloji bir yana, Anadolu genelinde tarım teknolojisi ve toprak kullanma usulleri hakkındaki bilgilerimiz henüz yeterli düzeyde değildir. Fakat yine de, defterlerde rastlanan ürünlerin çeşidiliği ve üretimin kapasitesine dair rakamlardan, ziraî teknolojinin dönemin şartları düzeyinde olduğu tahmin edilebilir. Ziraat dışı teknolojinin varlığını ise, yine defterlerden dolaylı yolla edinilen bilgilerden, ki bunlar vergilendirilen fa-aliyetlerdir, tespit etmek mümkün olmaktadır. Mum yapımı ve kumaş boyama endüstrileri, ilk dönemde bölgedeki teknolojinin belli bir düzeyde olduğunu göstermektedir[13]. Şap madeninin çıkarılması ve işlenmesini konu alan şap endüstrisi de, Karahisar'da ziraat dışı teknolojinin varlığını gösteren delillerdendir. Bu türden belli düzeyde bilgi ve uzmanlık isteyen faaliyetler, şehir hayatı sürenlerin uğraşları arasında yer almaktadır. Sanayi öncesi toplumlarda, şehir nüfusunun bir bölümünün ziraada uğraştığı düşünülürse- bu Karahisar için de geçerlidir-ziraat dışı faaliyetlerle uğraşan ve desteklenmesi gereken nüfusun sayısının azaldığı, dolayısıyla ziraî teknolojinin yükünün nispeten hafiflediği söylenebilir[14].
Üçüncü ön şart olan sosyal organizasyon ise, özellikle ekonomik ve politik sahalarda düzenlemeyi gerektirmektedir. Şehir hayatına geçmeden önce, ekonomik sistemin, mamul eşyaların toplum içerisinde dağıtımını sağlayacak düzeyde gelişmiş olması, bunun da ötesinde ziraî artı ürünün büyük yerleşim birimlerine gelmesi ve burada depolanarak ziraada uğraşmayan nüfusa dağıulması mümkün olmalıdır. Ayrıca, belli derecede uzman bilgi ve eğitim gerektiren meslek gruplarının şehir toplumu ile bütünleşmesi ve bütün bunları yönlendirecek ve yönetecek yeterli sosyal güce sahip, küçük bir idareci grubun varlığı gerekmektedir[15].
Karahisar'daki şehir hayatımn incelenmesinde esas kaynak olarak kullanılan tahrir defterlerindeki veriler arasında, kasaba dahilinde ve bölgenin nahiyelerinde mamul eşya ve çeşitli malların dolaşımına ve ticaretine işaret eden vergilere rastlanmaktadır. Bu konu, aşağıda, ekonomi ile ilgili kısımda ayrıntılarıyla incelenmektedir. Şehirleşme açısından burada bir noktayı belirtmek yeterli görülmektedir: Karahisar nahiyesinin merkezi olan Karahisar kasabası, aynı zamanda bölgedeki tek nahiye merkezidir. Bölgede 20 kadar nahiye bulunmasına rağmen, bu nahiyelerin hiç birisinin, bir merkez/ nefse sahip olmaması, Karahisar'ı bölgesel alışverişin yapıldığı, vergiler yoluyla toplanan ziraî artı ürünün pazara getirilerek satılabileceği yegane yerleşim birimi olarak ön plana çıkarmaktadır[16]. Ayrıca, yine defterlerde yeterli bilgi mevcut olmamasına rağmen, civardaki köylerde üretilen şap madeninin bölgeden dışarıya çıkışının, Karahisar'dan veya Karahisar ile bağlantılı olarak gerçekleştiği tahmin edilebilir. Giresun yoluyla başkent İstanbul'a götürüldüğü bilinen madenin bölgeden ihracı, bölgeler arası ticarete girmektedir. Bahsedilen bu faaliyetler, bölge genelinde ve Karahisar özelinde ekonomik sistemin, bölge dahilinde ve haricinde mal ve eşya dolaşımını mümkün kılacak alt yapıya sahip olduğunu göstermektedir.
Politik sahadaki düzenlemeler konusunda ise şunlar söylenebilir: İdareciler ve askerî gruplar, birbirleriyle ve başkentle ulaşım ve iletişimlerini sağlamayı mümkün kılan şehirde yaşamayı tercih ederler. Küçük ve izole ko-numdaki kırsal yerleşim birimleri bu fonksiyonları yerine getiremezler[17]. Bu nedenle idareciler, şehirlerde mekan tutmakta veya mekan tuttukları yerleşim birimlerinin şehre dönüşmesi için devlet gerekli teşvik ve desteği sağla-maktadır. Karahisar için bu ikinci durumun geçerli olduğu görülmektedir. II. Mehmed, 1476 yılında Karahisar'ı Akkoyunlular'dan aldığında, kasaba bir grup gayrimüslim ve kalesinde Müslüman askerlerin yaşadığı yerdir. Fethin hemen ardından Karahisar'a bir kadı tayin edilmiş ve İdarî yönden Eyalet-i Rum'daki mirliva hassına bağlanmışur[18]. Bölgeyi idare etmek üzere bir serasker, bir de zaim görevlendirilmiştir[19]. Kasaba hayatında önemli bir yeri olan kalede ne tür düzenlemeler yapıldığına dair defterlerden bilgi edinmek mümkün olmamakla birlikte, Müslüman nüfus arasında tam çiftlik büyüklüğünde arazi parçası-kasabadaki Müslim ve gayrimüslimler arasında bu kadar büyük toprak parçası tasarruf eden başka şahıs mevcut değildir-tasarruf eden bir kethüdaya-kale kethüdası- rastlanması, güvenlik ve idare ile ilgili diğer konularda gerekli düzenlemelerin yapıldığını ve ilgili görevlilerin tayin edildiğini göstermektedir[20]. Bu görevliler de idareci grup arasına dahil edilebilir. İlk dönemde gerçekleştirilen bu girişimler, bölgenin idaresi ve güvenliğinden sorumlu ve merkezde yaşayan idareci elit grup oluşturma çabaları olarak değerlendirilebilir.
İlk dönemde, şehirlerde nüfusun organizasyonunu yansıtan mahalleler henüz kurulmamıştır. Kasaba nüfusu, Muslim ve gayrimüslim olarak iki cemaat halinde düzenlenmiştir. Kasabada, yukarıda bahsedilen mum yapımı ve boyacılık gibi uzmanlık isteyen faaliyetleri yürüten kişi ve grupların bulunduğu muhakkakür. Eğitim ve uzmanlık gerektiren mesleklere sahip şahıslar- bunlar daha çok dinle ilgili imam, hatib, hafiz, mülazım vs.dir-da kasaba nü-fusu arasında yer almaktadır. Civardaki şap madeninde çalışan ve kendi köylerinde yaşayan madenciler de, kasaba nüfusuna dahil olmamakla birlikte, bu nüfusun uzanüsı olarak kabul edilebilir. Böylece, değişik etnik kö-ken, din ve meslek gruplarından gelen insanların, şehir nüfusunun nüvesini oluşturacak şekilde Karahisar kasabasında bir araya geldiği görülmektedir.
Şehirlerin gelişmesi ile ilgili olarak yalnızca İslam şehirlerine ait bir özelliği de, gerekli bir koşul olarak belirtmek gerekmektedir: O da, camilerin varlığıdır. İslam toplumlarında, genelde mescitsiz köy olmadığı gibi, camisiz şehir de bulunmamaktadır. II. Mehmed'in fethin hemen ardından kendi adına Karahisar'da bir cami yaptırması ile tipik bir İslam şehrinde bulunması gereken özellikler tamamlanmış olmaktadır[21].
Şehirlerin kurulması için gerekli ön şartlar karşısında Karahisar'ın sahip olduğu niteliklerin incelenmesinin ardından, mevcut durum ve geleceğe yönelik olarak şunlar söylenebilir: Öncelikle, şehir hayatının gelişmesi için Karahisar'daki çevre şardannın fazla müsait olmamasına rağmen, yakın çevredeki şartların-şap madeni kastediliyor-müsait olduğu görülmektedir. Teknolojinin gelişmişliği konusunda bilgilerimiz yeterli olmamakla birlikte, ziraatla uğraşmayan nüfusu besleyecek düzeyde bir teknolojinin varlığından bahsedilebilir. Karahisar'ın zaman içerisinde gelişerek, gerçek anlamda bir şehre dönüşmesi için, devlet tarafından ilk dönemde üst düzeyde gerekli düzenlemelerde bulunulmuştur. Bu düzenlemeler, Karahisar'ın Osmanlılar tarafından ileride bölgenin idare merkezi yapılmak üzere tercih edildiğini akla getirmektedir. Karahisar'ın gelişmesi yönünde aülan ilk adımlar olarak kabul edilebilecek bu düzenlemelerle yetinilmemiş, zaman içerisinde devlet tarafından Karahisar özelinde ve bölge genelinde bir dizi girişim ve teşviklerde bulunulmuştur. Bunlar İdarî, sosyal ve ekonomik sahalarda olmak üzere aşağıda sırasıyla ele alınmaktadır.
İDARÎ DÜZENLEMELER VE DEVLET
İdari sahada Karahisar'da yapılan düzenlemeleri, daha geniş bağlamda bölge genelinde yapılan düzenlemeler ile birlikte değerlendirmek uygun görünmektedir. Bu tür bir değerlendirme, şehirlerin çalışılması konusunda benimsenen bir yaklaşımla yakından ilgilidir. Bu yaklaşıma göre şehirler, içinde yer aldıkları idari ve ekonomik yönlerden kontrol ettikleri daha geniş çevre ile birlikte ve bağlantılı şekilde değerlendirilmektedir. İncelenilen bölgede, sancak merkezi ve sancağa karşılık gelen şehir ve çevresinin/hinterlandının birbiriyle bağlantılı olarak çalışılması, konunun dinamik bir yapıda ele alınmasını sağlarken, aynı zamanda şehirleşme sürecinde meydana gelen gelişmeleri daha geniş bağlamda görme fırsatını vermektedir[22].
Konuyla ilgili olarak öncelikle OsmanlIların bölgeye ilk geldiklerinde, Beylikler döneminden kalma, iskân birimi olarak yalnızca köylerden meydana gelen ve İdarî birim olarak yalnızca nahiyelerden oluşan, oldukça gevşek bir yapı ile karşılaştıklarını belirtmek gerekmektedir. Bu yapı üzerinde gerçekleştirilen düzenlemeleri, bölgeye ait tahrir defterlerinde takip etmek mümkündür. 1485 tarihli ilk tahrirde (TT 37) görüldüğü üzere, bölgedeki nahiyeler arasından sadece Karahisar ve Koyluhisar, birbirinden bağımsız olarak Rum Eyaleti'ne bağlanırken, geri kalan nahiyeler de, coğrafî yakınlıklarına göre bu nahiyelerden birine dahil edilmiştir. Yapılan bu düzenlemenin sonucunda Karahisar 14, Koyluhisar ise, yalnızca 6 nahiyeye sahip olmuştur[23]. İlk dönemde, bölgenin idari taksimatında kullanılan esas birim nahiyedir. Klasik Osmanlı idare sisteminin esas ünitesini teşkil eden kaza, ilk dönemde henüz mevcut değildir. Ancak, bu durum bölgede kadı olmadığı anlamına gelmemektedir. Yukarıda da bahsedildiği üzere bölgeye Mevlana Şeydi Sadreddin adlı bir "kadının tayini yapılmış ve gelir olarak da kendisine bir timar tahsis edilmiştir[24].
Öyle görülüyor ki, ilk dönemde nahiye ve köyleri kaydetmek yeterli görülmüş, gelirleri toplamak üzere de, serasker ve zaim tayin edilmiştir. Bu şahıslar, bölgenin idarecileri konumundadır. İlk dönemde, pratik ihtiyaçlara cevap vermesi dolayısıyla bölgenin seraskerlik ve zeamet gibi birimler etrafında düzenlenmesi uygun görüşmüştür[25]. Selçuklu dönemine ait bu yapılar (serasker/serleşker ve zeamet) bölgenin ilk dönemlerdeki idaresinde, Osmanlı öncesi uygulamaların devamını göstermesi bakımından kayda değerdir[26] .
Bölgenin, belirtilen askerî yapılar etrafında düzenlenmesi, İdarî yapıların ikinci planda kalmasına neden olurken, nahiyeler arasında bir hiyerarşi oluşturmaya ihtiyaç duyulmamışür. Bu dönemde Karahisar’ın henüz devlet tarafından bölgenin idare merkezi olarak belirlenmediği görülmektedir. Başlangıçtaki düzenlemeler, devletin önceliği, bölgenin güvenliğinin sağlanmasına verdiğini düşündürmektedir. Güvenli ve istikrarlı bir ortamın sağ-lanmasının, ekonomik ve sosyal gelişmenin ön şartı olduğu malumdur.
Fetih yıllarının ardından geçen uzun süre sonunda, XVI. yüzyılın ilk yarısında (1520-1523) bölgede, klâsik Osmanlı idare düzeni olan kaza sisteminin kurulduğu görülmektedir[27]. İlgili tahrirde bölge, "Kazâ'-ı Karahisar-ı Şarkî' başlığı altında kaydedilmiştir[28]. "Hâshâ'-i Mirlivâ-i Karahisar-ı Şarkî” kaydı da, bölgenin tamamının "liva” olarak düzenlendiğini göstermektedir[29]. Bu dönemde bölge halen Rum Eyaleti'ne bağlı bulunmaktadır[30]. Döneme dair bilgileri ihtiva eden tahrir defterinin (TT 387), tımar dağılımına göre düzenlenen icmal türü olması nedeniyle, bölgenin İdarî yapılanması hakkında verilenlerin haricinde ayrıntılı bilgi içermemektedir. Yine de, bu sınırlı bilgilerden Karahisar'ın kazâ, dolayısıyla da bölgenin merkezi statüsüne kavuşmuş olduğu sunucunu çıkarmak mümkündür. Bunun çalışmamız açısından önemi ise, Karahisar’ın devlet tarafından şehir statüsünde bir yerleşim birimi olarak kabul edilmesidir. Devlet tarafından Karahisar’a tanınan bu statü, ağırlıklı olarak bölgenin idaresi dolayısıyladır. Oldukça fazla sayıda (20) nahiyeden oluşan geniş bir sahanın, zaim ve seraskerler yoluyla ve uzaktaki bir eyalete bağlı halde idaresinin etkin bir idare şekli olmadığının, bu döneme gelindiğinde farkına varılmış olsa gerektir. Bu nedenle, bölge içinde düzenlemeler yapılarak, bölgenin merkezinde bulunan ve ilk dönemden beri bazı özellikleri ile diğer nahiyeler arasında yükselen Karahisar, devlet tarafından, idare merkezi olarak tercih edilmiştir. Bu tür bir tercih, Karahisar'ın İdarî özelliklerini ön plana getirmektedir. Diğer bir ifadeyle Karahisar, idarî-askerî şehirdir[31]. Bölgede, kısmen de olsa şehir özelliklerine sahip başka bir nahiye merkezinin/ nefs bulunmaması, Karahisar’a başka fonksiyonlar da yüklemektedir. Bunlara yeri geldikçe değinilecektir.
XVI. yüzyılın ortalarına doğru bölgede İdarî taksimat konusunda bazı yeniden yapılanmalara gidildiği görülmektedir. 1547 tarihli ve Kanuni Sultan Süleyman döneminin (1520-1566) ortalarına rastlayan üçüncü tahrir defterinde, çok iyi düzenlenmiş bir Osmanlı idari yapısı ortaya çıkmaktadır. Defterin baş kısmında bölge, "Livâ'-î Karahisar-ı Şarkî” olarak kaydedilmiştir[32]. Bu dönemde Karahisar-ı Şarkî, aynı adla anılan livânın merkez kazasıdır. Bölgenin İdarî yönden diğer bir odak noktasını oluşturan Koyluhisar ve nahiyeleri de, kaza birimi etrafında düzenlenerek Karahisar'a bağlanmıştır. Nefs-i Koyluhisar ise, civarındaki köylerle birlikte, nahiye-i Koyluhisar'ı teşkil etmiştir. Klâsik Osmanlı düzenine göre şekillenen İdarî yapı, sonuncu tahrirde de aynen muhafaza edilmiştir. Bu defa, Karahisar-ı Şarkî'nin, Arz-ı Rum Beylerbeyliği'ne bağlı olduğu belirtilmiştir[33]. Bu tahrirde, " Kazâi Karahisar- ı Şarkî, nâm-ı diğer Karahisar-ı Haşan Dırazî" şeklinde bir kayda rastlanmaktadır[34]. Farsça'da uzun anlamına gelen Dıraz ile, bölgenin önceki idarecisi ve Akkoyunlu lideri olan Uzun Hasan'ın kastedildiği açıktır[35].
Bölgenin Osmanlı idaresine geçişinden, XVI. yüzyılın ikinci yansına kadar geçen zaman içinde, ilk dönemdeki kabaca düzenlemelerden, takip eden dönemlerdeki tafsiladı düzenlemelere doğru bir çizgi takip edildiği gö-rülmektedir. Bu çizginin dönüm noktası ise, bölgede kaza sisteminin yerleştirildiği, dolayısıyla Karahisar'ın İdarî şehir statüsünü kazandığı XVI. yüzyılın ilk yansıdır. İncelenilen dönemde meydana gelen değişmeler, aynı zamanda, merkezî hükümetin temsilcileri olan İdarî elitin bölgeye gelmesinin aşamalarıdır. İlk dönemde bölgede, padişahın adlî yetkilerinin temsilcisi olarak kadı, örfî yetkilerinin temsilcisi olarak da, alt düzeyde serasker ve zaim görülürken, XVI. yüzyıl başında kadıyla birlikte sancakbeyi tayin edilmiştir. Devletin daha üst düzeyde temsili anlamına gelen bu durum, zaman içinde bölgede idari/askerî bir elit zümrenin oluştuğunu göstermektedir. Bu zümreye, sancakbeyi ve kadı ile birlikte defterlerde kaydı geçmeyen, fakat şehirde var olmaları gereken asayiş ve güvenliği sağlamakla sorumlu subaşı ve ases; kalede dizdar, kethüda ve kale erleri gibi sair devlet görevlileri dahil olmaktadır[36]. Şehirlerin gelişmesi, büyük ölçüde idareci elitin yerleşmesi ve genişlemesi ile bağlantılıdır[37]. Şehrin ve bölgenin idaresi ile uğraşmalarının yanı sıra, bu elit zümre, bölgenin ekonomik kaynaklarını da kontrol etmektedir. Bölge genelindeki üretimin vergiler yoluyla toplanması, maden ocağının işletilmesi, hammaddelerin işlenerek mamul eşya haline dönüştürülmesi ve pazarlaması için gerekli düzenlemelerin yapılması, buna dahil olmaktadır. Ayrıca, idareci elit, şehirde yaşayan ve ziraada uğraşmayan esnaf, zanaatkâr ve ticaret erbabı gibi gruplarla birlikte hinterlantda daha fazla üretim yapılması için uyarıcı rolü oynamaktadır.
SOSYAL DÜZENLEMELER VE DEVLET
Şehir toplundan, yapıları itibarıyla-buna teknolojik, İdarî ve sosyal yapılar dahil olmaktadır-kırdan farklılaşmakta, hatta tezat teşkil etmektedir. Bu tezatlığa binaen, iki toplumu-şehir ve kır-ayrı ayrı ele alan açıklama modelleri olduğu gibi, birlikte ve birbiriyle bağlantılı olarak inceleyen modeller de mevcuttur. Bu ikinci modelde, her iki topluluğun birbirinden farklı yapılara sahip olduğu kabul edilmekte, aynı zamanda aralarındaki dişliklere ağırlık verilerek, şehirlerin izole edilmiş birimler olmadığı, etraflarındaki kır ile birlikte bir bütün teşkil ettiği görüşü savunulmaktadır[38]. Sanayi öncesi şehirleri tanımada daha açıklayıcı olan bu ikinci yaklaşım, Karahisar örneğini çalışmak için de uygun görünmektedir.
Farklılık açısından bakıldığında, şehirleri kırdan ayıran en belirgin özellikler büyüklüğü, nüfus yoğunluğu, heterojen yapıya sahip olmaları ve ziraat dışı alanlara yönelen nüfusu barındırmalarıdır. Yine, kırdan farklı ola-rak, şehirler iyi tanımlanmış sınıf yapısı ile yaş, cinsiyet ve mesleğe göre belirlenen iş bölümüne sahip yerleşim birimleridir. Şehirlerin tanımlanmasında veya kırdan ayırt edilmesinde kullanılan bu ideal kriterler karşısında, bunlara ulaşmak üzere, devletin takip ettiği politikalar ve gerçekleştirdiği sosyal düzenlemeler aşağıda İncelenmektedir.
Osmanlı ülkesinin doğusunda yer alan Karahisar bölgesi, uzun süre uç/sınır olma özelliğini korumuştur. Koyluhisar 1461, Karahisar ise 1476 yılında Osmanlı topraklarına katılmıştır. Doğusundaki Bayburt'un 1507 ve güneyindeki Kemah'ın 1515 tarihlerinde fethine kadar "sınır bölgesi" olma özelliğini devam ettiren Karahisar, bu tarihten itibaren "iç bölge" haline gelmiştir. İlk dönemlerdeki sınır konumu dolayısıyla Karahisar, doğuya yapılan seferlerde askerî üs olarak kullanılmıştır[39]. Sınır konumu, bölgenin uzun süre Osmanlı-Akkoyunlu rekabetine sahne olmasına yol açarken, mahallî halkı da olumsuz yönde etkilemiştir. Bu arada, sınır toplumlarının bir özelliğinden de bahsetmek gerekmektedir: Bunlar entegrasyona açık, heterojen ve yaratıcı toplamlardır'[40]. Karahisar-ı Şarkî bölgesi genelinde ve Karahisar özelinde böyle bir toplumla karşı karşıya bulunulduğu öncelikle belirtilmelidir.
İlk tahrirde (TT37), bölgedeki köylerin yaklaşık %38'inin ve mezraaların %45'inin boş veya terkedilmiş ( harab veya haricden) olarak kaydedilmesi, fetih sırasında bölgenin oldukça tahrip olmuş bir manzarasını sunmaktadır[41]. Bölgedeki nahiyelerin hemen hemen tümünde değişik derecelerde görülen bu tahribata Karahisar nahiyesinde rastlanmaması dikkat çekicidir[42]. İlk dönemde, "Kasaba-i Kebfuniye" adıyla kaydedilen Karahisar’ın, Müslim ve gayrimüslimlerden meydana gelen heterojen bir nüfus yapısına sahip olduğu görülmektedir. 70 nefer (63 hane, 7 mücerred) Müslim ve 180 nefer (152 hane, 28 mücerred) gayrimüslimden meydana gelen kasaba toplumu, bu dönemde iki ayrı cemaat halinde yaşamaktadır. Toplam 250 haneye varan nüfusu ile bölgedeki en büyük ve yoğun nüfuslu yerleşim birimi burasıdır (Bkz. Tablo 2). Şehirlerin en belirgin özelliklerinden olan meslekî işbölümü hakkında defterlerde veri mevcuttur. Yukarıda, İdarî düzenlemelerin ele alındığı kısımda da belirtildiği üzere, ilk dönemde kasabada kadı, serasker, zaim, dizdar, kethüda v.s. gibi kimselerden meydana gelen küçük çekirdek idareci zümre mevcuttur. Müslünıanlar arasında el-muaf kategorisi altında sıralanmış 16 kişilik bir mülazımân grubu da bulunmaktadır[43]. Karahisar'daki camide imam, hatib, müezzin v.s. olarak görevlendirilen bu şahıslar arasında bir tane de ahizâde görülmektedir. Din ve eğitimle ilgili görevliler arasına dahil edebileceğimiz bu gruba ilaveten üç şahıs da mütekaid sipahi olarak kaydedilmiştir. İdare, din ve eğiüm işlerini üstlenen bu şahıslar, kasabadaki elit tabakayı oluşturmaktadır. Kasabayı ve aynı zamanda bölgeyi kontrol eden bu tabaka, kale ve civarına yerleşmiştir. Geriye kalan normal reaya ise, bu merkezin çevresinde yaşamaktadır[44]. Defterdeki vergilerden anlaşıldığı üzere, normal reaya arasında ticaretle uğraşan şahıslar olduğu gibi, mum yapımı ve kumaş boyacılığı işleriyle uğraşan meslekî profesyoneller de bulunmaktadır. Kalan reaya ise, çift resmi kategorileri dahilinde çift, ekinlü, bennâk vs. olarak tasnif edilmiştir. İlk dönemde rastlanan ve Osmanlılar'ın ilk düzenlemelerini yansıtan, nüfusun çeşidi kategorilere göre tasnifi, meslekî iş bölümünün varlığı ve heterojen bir etnik yapıda olması, kasabanın ileride tam teşkiladı bir şehre dönüşmesi için gerekli sosyal alt yapıya sahip olduğunu göstermektedir[45].
XVI. yüzyılın ilk yarısında bölgede meydana gelen değişmelere yönelik fazla bilgi mevcut olmaması nedeniyle-bu döneme ait özet bilgi ihtiva eden yalnızca icmal türü defterler günümüze ulaşmıştır-ilk dönemde yapılan düzenlemeleri takip etmek mümkün olmamaktadır. Şu kadarını belirtmekte fayda vardır, nefs-i Karahisar halkı, halen Müslim ve gayrimüslim cemaaderi halinde yaşamaktadır. Cemaaderden Müslim nüfus 84 hane 18 mücerrede gayrimüslim nüfus ise 213 hane, 34 mücerrede ulaşmışür (bkz Tablo S)[46]. Müslüman cemaadn içinde 16 hanelik bir mülazıman grubu da kaydedilmiştir. Bu grup, Karahisar'da bulunan câmide, Perşembe ve Cuma günlerinde Kur'an okumaları karşılığında tasarruflarındaki bağların ve bahçelerin behre (öşür anlamındadır) ve rüsumu ile avarız vergilerini ödememektedir[47]. Bu dönemde kale görevlilerinin sayısı, 191'i kale erleri olmak üzere toplam 279’dur[48]. Toplam 349 neferden müteşekkil kasaba nüfusuna oldukça yakın olan bu sayı, kasabanın bölgenin güvenliğinin sağlandığı yer olması dolayısıyla, askerî fonksiyonunu ön plana çıkarmaktadır. Ayrıca kalede, yakınlardaki madenci köylerde çıkarılan şabın depolanıp saklandığını da akla getirmektedir[49]. Defterlere fazla yansımamasına rağmen, Karahisar ile civardaki madenci köyler arasında yakın bağlantıların olduğu muhakkaktır. Yine, yakınlardaki köylerden birinin tüm halkı, şehirde bulunan hamam, kale, suyolu ve suyuna hizmete tayin edilmiştir[50]. Şehrin bakımı ve halkına çeşitli hizmetler sunulması için gerekli tedbirlerin alınması anlamına gelen bu durum, aynı zamanda şehir ve çevresi/kır arasındaki yakın ilişkinin örneklerindendir.
XVI. yüzyılın ortalarına doğru (1546), Karahisar büyük değişikliklere sahne olmaktadır: İlgili tahrir defterinde (TT 255), resm-i çift kategorilerine göre tasnif edilen şehir halkının, mahalleler halinde düzenlendiği görülmektedir. Mahallelerin teşekkülü, daha düzenli bir sosyal hayatın varlığını göstermektedir. İslâm şehirlerinin en önemli özelliği olan etnik ve dinî gruplara göre semtlere ayrılma durumuna Karahisar'da da rastlanmaktadır[51]. Bu dönemde, Müslüman nüfus, Balaban ve Hacı Halim adlı iki mahallede yaşarken, gayrimüslim nüfus Suva, Miyane, Güngörmez, Kilise ve Doka adlarındaki beş mahallede sakin bulunmaktadır. Belirgin bir etnik ve dinî ayrımı yansıtan bu ayrı yaşama geleneği, heterojen yapıya sahip şehirlerin özelliğidir. Müslim ve gayrimüslim nüfusun bir arada yaşadığı karışık mahalleler Karahisar'da mevcut değildir[52].
İlgili kayıdar incelendiğinde, özellikle Müslüman mahallelerin meydana gelişleri hakkında fikir edinmek mümkün olmaktadır. Hacı Halim mahallesi sakinleri arasında, Hacı Halim oğlu Ahmed ve Ebu'l-Kasım adlarında iki sipahi-zâdeye rastlanmaktadır. Adından ve oğullarının statülerinden anlaşıldığı üzere, Hacı ve sipahi olan Halim adlı bu şahıs etrafında bir mahalle teşekkül etmiştir. Diğer Müslüman mahallesi ise, Balaban adlı mescit çevresinde şekillenmiştir. Mahalle sakinleri arasında Balaban mescidinde görevli bir imam ve iki müezzine rastlanmaktadır. Mahallî halkın camiler veya mescitler etrafında toplanarak buralarda yerleşim birimleri oluşturması, Müslüman toplumlarda görülen genel bir özelliktir[53]. Gayrimüslim mahallelerinin teşekkülü hakkında fikir yürütmek mümkün olmasa da, konumları hakkında bazı tahminlerde bulunmak mümkün olmaktadır: Mahalle-i Miyane, adından da anlaşılacağı üzere, şehrin ortalarında bir yerde bulunmaktadır. Güngörmez mahallesinin, şehrin güneş almayan tarafında yer aldığı; Kilise mahallesinin ise gayrimüslimlerin ibadet yeri olan kilise etrafında teşekkül ettiği söylenebilir. Suva ve Doka adlı mahalleler hakkında bir tahminde bu-lunmak şimdilik mümkün görünmemektedir.
Bu dönemde, Hacı Halim mahallesinde 44 hane (bunlardan 6'sı sâdâtdır) ve 5 mücerred, Balaban mahallesinde ise 43 hane ve 4 mücerredden ibaret Müslüman nüfus bulunmaktadır. Bunların haricinde, II. Mehmed ve Yahya Bey camilerine hizmet eden 27 ve 6 kişi olmak üzere toplam 33 kişilik iki mülazıman grubu da mevcuttur. Bu surede, şehirdeki Müslüman nüfus, 120 hane ve 9 mücerred olmak üzere 129 nefere ulaşmaktadır (bkz Tablo 4). Bu arada, Müslümanlar arasında ön plana çıkan bir özellikten bahsetmek gerekmektedir. Oldukça dikkate değer sayıda şahıs, şehirde bulunan cami, mescit, suyolu v.s. nin bakımı veya çeşidi hizınederde bulunmaları karşılığında avarız türü vergilerden muaf tutulmuşlardır[54]. Gayrimüslim mahalleleri nüfus itibarıyla daha kalabalıktır. En büyüğünde 78 (Doka), en küçüğünde 59 (Kilise) neferin yaşadığı mahallelerdeki nüfus 265 hane ve 79 mücerred olmak üzere toplanı 344 nefere ulaşmaktadır (bkz. Tablo 4). Müslüman nüfusun üç katına yakın olan bu sayı ile gayrimüslimler, ilk dönemdeki sayıca üstünlüklerini korumaktadır. Gayrimüslim nüfus yakından incelendiğinde, aralarında birbiriyle akraba olan 5 şahsın-bir baba ve dört oğul- Kani Köprüsü'nü tamir etmeleri karşılığında avârız-ı divâniye ve tekâlif-i örfıyeden muaf tutulduğu görülmektedir. Bunların dışında kalede haddad olarak çalışan iki, madende ve yine Kani köprüsünde görev yapan birer şahıs daha avârızdan muaf tutulmuşlardır[55]. Gayrimüslimler arasında 5 ve Müslümanlar arasında mülazımânlarla (bunlar 33 kişidir) birlikte sayılan 65 olan muaflar, normal şehir nüfusu arasında imtiyazlı grubu teşkil etmektedir (Bkz Tablo 4). Müslüman nüfusa, daha çok da dinî görevleri dolayısıyla bahşedildiği görülen imtiyazlı statüsü-Müslümanların yaklaşık yarısı bu statüdedir-onları desteklemek ve şehri cazip hale getirerek nüfus çekmek için devlet tarafından bu derece geniş tutulmuş olmalıdır.
Şehrin, yalnızca Müslümanlara değil, gayrimüslimlere de cazip geldiği söylenebilir. XVI. yüzyılın ikinci yarısında (1569), şehirde beliren yerleşim modelinden bu sonuca varmak mümkündür. Bu dönemdeki şehir nüfusuna bakıldığında, her iki cemaatin de, sayıca arttığı ve mevcut grupların daha da çeşidendiği görülmektedir. Müslüman mahalleleri olan Hacı Halim mahallesinde 79 hane ve 19 mücerred; Balaban mahallesinde ise 82 hane ve 16 mücerred bulunmaktadır. Bu sayılar, bir önceki deftere göre yaklaşık ikiye katlanmış bir artışı yansıtmaktadır. Durum, gayrimüslim mahalleleri için de aşağı yukarı aynıdır. Suva’da 49 hane, 65 mücerred; Miyane'de 64 hane, (mücerred yok); Güngörmez'de 79 hane 30 mücerred; Kilise'de 72 hane 27 mücerred ve Doka'da 125 hane (mücerred yok) bulunmaktadır. Nüfusu 69'dan 64'e düşen Miyane haricindeki gayrimüslim mahallelerinin bazılarında iki katına varan artış kaydedilmiştir. Bu suretle toplam gayrimüslim nüfus 516 nefere ulaşmaktadır (bkz. Tablo 3 ve 4). Şehir nüfusunda görülen bu artışın nedeni nedir? Devletin bunda bir rolü var mıdır?
Döneme ait tahrir defterindeki (TT478) bir kayıt bu konuya açıklık getirmektedir. İlgili kayda göre, şehir halkının tamamı-Müslim ve gayrimüslim ayırt edilmeksizin-şehirde bir takım hizmetler görmelerinin karşılığında, avârız ve tekâlif-i örfiyeden muaf tutulmuşlardır. Bu kayıtta, bir önceki dönemde şehir halkı arasından 50 Müslüman ve 100 gayrimüslim hanenin aynı göreve tayin edildiği, fakat bu sayı yeterli olmadığı için, şehrin tamamının göreve dahil edildiği bildirilmektedir[56].
İlk tahrirde yalnızca bir kısım Müslüman halka sınırlı olan, takip eden tahrirde biraz daha genişletilen ve son iki tahrirde, şehir halkının giderek tamamını kapsayan vergi muafiyeti bağışlamanın, devlet tarafından sistemli ve uzun dönemde benimsenen bir politika olduğu görülmektedir. Bu kadar geniş muafiyeti çok sayıda kişiye bağışlamanın amacı, şehri mevcut halk için rahat yaşanılır hale getirirken, haricdekiler için de cazip hale getirerek nüfus çekmek olmalıdır. Nitekim son defterde, gayrimüslimler arasında Erzincanî, Trabzonî, Sivasî lâkaplarıyla kayıtlı on yedi hane görülmektedir. Anılan bölgelerden geldiği belli olan ve çoğunlukla Suva mahallesinde yaşayan bu şahıslar en az bir-iki oğul ile birlikte kaydedilmiştir. Akrabalık bağlarının oldukça sıkı olduğu anlaşılan Suva mahallesi, şehre yeni gelenlerin ikamet yeridir[57].
Yukarıda, nüfusun artışıyla birlikte çeşitlendiğinden de bahsedilmişti. Bu son dönemde, Müslümanlar arasında şehirde, başlangıçtan beri mevcut olan mülazımanların sayısı 60'a çıkarken, bir önceki tahrirde Hacı Halim mahallesi sâkinleri arasında kaydedilen 6 sâdât (Peygamberin soyundan gelenler)'ın sayısı H'e yükselmiş ve ayrı bir grup halinde kaydedilmiştir. İlk tahrirde yalnızca 1 kişi olan, takip eden defterlerde rastlanmayan ahi-zâde ise, son tahrirde 5 kişilik bir grup halinde ve Ahi İhvanan kaydı alunda karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan başka, ayrıca, 5 kişilik bir gayrimüslim cebeci- yan grubu da bulunmaktadır[58]. Belirtilenlerin haricinde, şehir nüfusu arasında çeşidi dinî (müezzin, haüb, imam vs.) ve diğer türlü (haddad, ferraş vs.) meslekleri icra edenler de yer almaktadır. Sayıları toplam 119'a ulaşan bu gruplar, dönemin başından beri şehirdeki imtiyazlı grubu oluşturmaktadır (bkz. Tablo 4). Zaman içerisinde idarî-askerî grubun yanı sıra, Karahisar 'da, din ve eğitimle ilgili elit bir zümrenin teşekkül ettiğini gösteren bu durum, aynı zamanda Karahisar'ın kasabadan şehire doğru gelişme çizgisini yansıtmaktadır[59]. Diğer kriterlerin yanı sıra, Faroqhi'nin koyduğu limitlere göre, 400'ün üzerinde vergi nüfusuna sahip yerleşim birimleri şehir (küçük ölçekli şehir) olarak nitelendirilmektedir[60]. Karahisar bu nüfus düzeyine ancak, XVI. yüzyılın ortalarına doğru ulaşabilmiştir[61]. Şehir nüfusu Ö. L. Barkan'ın teklif ettiği şekilde hesaplandığında da Karahisar'ın mütevazı bir şehir olduğu gözlenmektedir (bkz Tablo l)[62].
Müslüman ve gayrimüslimlerden meydan gelen heterojen yapısı, dönemin başından itibaren giderek artan nüfusu ve bu nüfus içerisinde beliren meslekî farklılaşmalar, işbölümü ve tabakalaşma ile Karahisar, merkezini yapüğı kırdan farklı, fakat onunla bağlantılı, tam manasıyla şehir karakterinde bir yerleşim birimi haline gelmiştir. Bu gelişmenin bütün aşamalarında devletin teşvik unsuru olarak vergi muafiyeti politikası takip ederek, şehri yakın ve hatta uzak çevrede yaşayanlara cazip hale getirdiği söylenebilir. Devletin bu yaklaşımının, kasabada yaşayan halkı-meslekî ve diğer yönlerden-çeşitlendirerek, şehirlere has, karmaşık bir toplum yapısı meydana getirme ama-cından kaynaklanmış olması muhtemeldir. Nitekim, zaman içinde şehirde değişik meslek ve tabakalara mensup insanlar yaşamaya başlarken, mevcut grupların da sayıları artmıştır. Şehirde, devlet eliyle yapılan zorunlu iskâna, yani sürgüne dair bir delile rastlanmamaktadır. Diğer yandan, nüfus artışının yalnızca doğal artışla açıklanmayacak kadar fazla olduğu da açıktır. Bu durumda, bölge dahilinde gerçekleşen bir nüfus hareketliliğinden söz etmek mümkün olabilmektedir. Civar köylerden birinin halkının şehirde çeşitli hizmeder görmek üzere tayin edilmesi, bu tür hareketliliği yaratan fırsadar- dan biri olarak değerlendirilebilir[63].
EKONOMİK DÜZENLEMELER VE DEVLET
Sanayi öncesi dönemde, şehirlerin gelişmesinde, siyasî iktidarların ticaretten daha etkin rol oynadığı düşünülmekte, şehir ve ticaret arasındaki bağlantı ise ikinci plana konulmaktadır. Bu görüşteki araştırmacılar, siyasî sistemin idame etürilmesi için ticarî organizasyonun gerekli olduğunu inkar etmemekte, fakat çoğu tarihçilerin inandığı gibi, hayatî öneme sahip olduğunu da düşünmemektedir. Değişik kültürlere ait tarihî örneklerde, yalnızca ticaret yoluyla gelişen şehirlere rastlanmaması, bu görüşlerin dayanak noktasını oluşturmakta ve onları, ileri düzeyde ekonomik gelişmenin, ancak, iyi kurulmuş bir devlet düzeni ile gerçekleşebileceği düşüncesine yöneltmektedir[64]. Bu anlayış doğrultusunda düşünüldüğünde, Karahisar-ı Şarkî Sancağı'nın merkezi olan Karahisar, ekonomik yönden gelişmesi için, gerekli İdarî yapılanmaya sahip görünmektedir. Diğer bir ifadeyle, kasabanın gelişmesinde uyarıcı ve teşvik edici rolü oynayacak olan devletin temsilcileri halihazırda oradadır.
Aşağıda, Karhisar'da yürütülen ziraat, imalat ve ticarî faaliyetler incelenerek, devletin kasaba ve aynı zamanda bölge ekonomisini gelişürmek üzere takip ettiği politikalar, varsa teşvikler tespit edilmeye çalışılacakur. Konuya girmeden önce bazı haürlatmalarda bulunmakta fayda görülmektedir. Karahisar-ı Şarkî Sancağı, civar bölgeler ile ulaşım ve ileüşimine engel teşkil eden yüksek dağlarla çevrilidir. Tabiatın koyduğu bu engel, bölgeyi kapalı bir ünite haline geürmekte ve büyük ölçüde kendine yeterli olma durumuyla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu ünitenin merkezi olan Karahisar, bölgede başka bir nefsin bulunmaması nedeniyle, ekonomik yönden beslenebileceği oldukça geniş bir hinterlanda sahip bulunmaktadır. Ticaret ve imalat faaliyetleri ve çeşidi hizmederin sunulması (eğidm, adalet vs.) konularında hinterlandın taleplerinin karşılanacağı tek yer de burası olmaktadır.
Ticaret konusunda bölgede geniş çaph, uluslararası ve bölgelerarası ticaretten söz etmenin mümkün olmadığını, mevcut ticaretin, daha az oranda bölgelerarası ve daha çok oranda bölge dahilinde gerçekleştiğini öncelikle belirtmek gerekmektedir. Ticarî faliyeder, bölgesel pazarın kurulduğu yer olan Karahisar'da yürütülmektedir. Bölgesel ticaretin gelişmesine büyük ölçüde katkıda bulunan bölgesel pazarlar, vergilerin toplandığı ve köylüler ile umar sahiplerinin ziraî ürünlerini paraya çevrdiği yerler olmaktadır[65].
İlk dönemde bölge dahilindeki ticaretle ilgili olarak başlıca Akşehirâ- bâd nahiyesinden getirilen mallar ( bâc-ı râh-ı Abâd-ı Akşehir: 5.000 akçe) ve hububat ticaretinden ( bâc-ı gaile: 2.000 akçe) söz edilebilir. Şehre getirilen kumaşlardan alınan tamga vergisi (10.000 akçe), ihtisab (600 akçe) ve hamam-ı Kebfuniye (4.600 akçe) de ticarî faaliyetlerden alınan vergiler olarak bu gruba dahil edilebilir. 1520 tarihinde ticaret ve imalat gelirlerinin bir arada verilmesi nedeniyle (mukataa-ı mumhane, mahsul-i ihtjsab, mahsul-i bozahane: 18.5000 akçe, bkz Tablo 5), bu genel toplam içinde, ticarete ait olan miktarı tespit etmek mümkün olamamaktadır. İlk tahrirde rastlanan bâc gelirlerine bu tahrirde rastlanmamaktadır.
Takip eden 1547 ve 1569 tarihli tahrirlerde konulan vergilere yansıdığı kadarıyla, ticarî faaliyetlerde fazla bir gelişme kaydedilmediği, hatta duraklama meydana geldiği görülmektedir. Akşehir’den getirilen mallardan alınan vergi 5.000 akçeden 2.500 akçeye düşerken, bir sonraki 1569 tarihli tahrirde az bir yükselmeyle 3.000 akçeye çıkmıştır. Tamga vergisinde sayısal olarak düşüş kaydedilmemiştir. Fakat, meydana gelen az miktardaki artışın (sırasıyla, 10.000'den 12.000 ve 13.000 akçeye), dönemdeki diğer gelişmeler ve nüfus artışına oranla, gerçekte bir düşme olduğu görülmektedir. Pazarla ilgili olan ve 1547 tarihinde ilk kez görülen mahsul-i ihzariyenin getirdiği 5.000 akçe gelir, takip eden tahrirde de aynı kalmıştır. Pazara getirilen hu- bubaün ticaretinden alman bâc-ı gallein miktarı, ilk tahrirden üçüncü tahrire iki kauna varan bir artış kaydedilmiş, fakat son tahrirde aynı artış hızı devam ettirilememiştir: Sırasıyla, 2.000 akçeden 4.000 ve 5.000 akçeye yükselmiştir (bkz. Tablo 5). Ticarî gelirlerde görülen en büyük artış, ilk tahrirdeki 600 akçeden, 1547 ve 1569 tarihlerinde sırasıyla 3.000 ve 5.000 akçeye yükselen mahsul-i ihtisabda kaydedilmiştir. Ticarî faaliyetler arasına dahil edilen hamam vergisinde de kayda değer bir yükselme gözlenmektedir: 4.650 akçeden, sırasıyla 7.500 ve 10.000 akçeye yükselmiştir (bkz. Tablo 5).
Zaman içinde görülen yeni vergiler ve faaliyetler, bölgedeki ticaretin kapasitesinin artışının birer delilleridir. Ticaret yalnızca bölge dahilinde gerçekleşerek, her türlü alım satım işi, büyük ölçüde bölgeye sınırlı olmaktadır. Bölgelerarası ticaret konusunda ise, Karahisar ile Giresun arasında faal bir ticaret yolunun açık olduğu görülmektedir[66]. Ancak, bâc vergisinden elde edilen gelirin miktarının oldukça düşük olması (yalnızca 150 akçe), yolun ticarî amaçla fazla kullanılmadığını düşündürmektedir. Bu yolun, daha çok şap madeninin kara yoluyla taşınarak kıyıya, Giresun'a ulaştırılması için kullanıldığı tahmin edilebilir. Devlet tarafından işletilen, gelirleri de tamamıyla devlete ait olan şap madeninin ihracı, bölgeler arası ticarete girmektedir. Ancak, şap ihracının bölge ticaretine katkısının tespiti, veri yetersizliği yüzünden mümkün olmamaktadır.
XVI. yüzyılın ortalarına doğru, ticarî faaliyetlerde meydana gelen gelişmelerin, nüfus artışıyla birlikte, Karahisar kasabasının küçük ölçekli bir şehir haline dönüşmesi sürecini hızlandıran etken olduğu gözlenmektedir. Aynı yüzyılın ikinci yarısında, ticarî faaliyetlerin kapasitesinde artış kaydedilmiş, ancak faaliyetlerin türünde bir değişme gözlenmemiştir. Diğer yandan, Amasya ve Tokat’tan gelen uluslararası ticaret yolunun, Koyhıhisar ve Karahisar'dan geçerek Erzurum’a ulaştığı bilinmektedir. Bu yolun öneminin, XVI. yüzyılda azalması, Karahisar'ı daha ileri düzeyde gelişmesi için gerekli olan hayatı bir dinamikten mahrum bırakmıştır[67].
İlk dönemden itibaren Karahisar'da yürütülen endüstriyel faaliyetler arasında şap madeninin çıkarılması ve işlenmesi ilk sırayı almaktadır. Bölgede bir maden endüstrisinin bulunduğu muhakkaktır. Ancak, defterlerde madenden elde edilen gelirlerin miktarı ve tahsisi dışında bilgi mevcut değildir. İlk tahrirde 150.500 akçe olarak tespit edilen şap madeni geliri, bu dönemde Karahisar mirlivasının hassına tahsis edilmiştir[68]. İkinci defterde (TT387) üçe kadanarak 456.000 akçeye ulaşan maden gelirleri Sultan haslarına aktarılmıştır[69]. Takip eden dönemlerde de, şap madeninden elde edilen gelirler, şap üreten köylerin geliri ile birlikte Sultan haslarına tahsis edilmiştir. Ancak, bu dönemlere ait şap madeninin üretim miktarı ve geliri hakkında defterlerde bilgi mevcut değildir. S. Faroqhi'nin, Karahisar’daki şap madeni ile ilgili, mühinıme kayıdarında yapuğı tespitlere göre, 1570’lerde madende 47.622 men şap üretilmektedir[70]. 1520’lerde şap madeninden elde edilen gelirin (14,500 men) üç katından fazla olduğunu gösteren bu rakam, aradan geçen yaklaşık elli yıllık süre zarfında, şap üretiminde büyük gelişme kaydedildiğini göstermektedir[71].
Boyacılık faaliyetinin, dönemin başında bölgede Karahisar'ın merkezinde yalnızca bir adet boyahane bulunması nedeniyle oldukça sınırlı düzeyde yapıldığı söylenebilir. Elde edilen gelir de, o ölçüde sınırlı kalmışür: 5.000 akçe. Bölgede yapılan pamuk ve keten üretiminin artışına paralel olarak, XVI. yüzyılda iki tane daha kurulmasıyla, sayıları 3'e çıkan boyahanelerin geliri, bölge gelirleri arasında yüksek rakamlara ulaşmaktadır Karahisar'ın merkezindeki faaliyetler arasında en hızlı gelişen endüstrinin boyacılık olduğu görülmektedir: 1547 tarihinde 10.000 akçe ve 1569 tarihinde 15.000 akçe (bkz. Tablo 6)[72]. Mum imalau da şehirdeki faaliyetler arasında önemli yer tutmaktadır. İlk dönemde, boyahane ile aynı düzeyde gelir getiren mum hane (5.000 akçe), onun kadar gelişme kaydedemeyerek, geliri 1547'de 1.000 ve 1569'da 2.000 akçe düzeyinde kalmışür, (bkz. Tablo 6). İlk dönemde rastlanmayan boza üredminin, XVI. yüzyılda mum imalaüna benzer kapasitede yapıldığı, konulan vergilerin miktarından anlaşılmaktadır: 1547'de 1.000 ve 1569’da 2.000 akçe (bkz. Tablo 6). Son olarak, şehir merkezinde ilk defa 1520 tarihinde rastlanan meyhaneden (mukataa-ı meyhane) bahsedilebilir. Alkollü içecek üreümi ve tükedmine işaret eden bu faaliyet, 5.000 akçe gibi oldukça yüksek miktarda gelir getirmektedir. Ancak, müteakip tahrirlerde bununla ilgili kayıtlara rastlanmamaktadır.
Karahisar'daki ziraî faaliyetlerin, ücarî ve endüstriyel faaliyetler düzeyinde, hatta belki daha fazla olduğu tespit edilmiştir. Şehir nüfusunun 1569 tarihine kadar defterlerde çift resmi kategorilerine göre kaydedilmesi ve zi-raatla ilgili vergiler, Karahisar halkının tamamının, şu veya bu şekilde zira- ada uğraştığını göstermektedir. Buğday ve arpa (hınta ve şair) üretiminin yanı sıra, civardaki bağlar, ziraî üretimin önemli bir kısmını oluşturmaktadır. İlk tahrirde 2.200 akçe olan arpa ve buğday üretimi, 1547 tarihinde büyük bir artış kaydederek, 13.490 akçeye yükselmiş, takip eden 1569 tarihlerinde ise, aynı düzeyde yani 13.665 akçe olarak kalmıştır. Bu durum, nüfusun artışına paralel olarak, civardaki ekilebilir arazinin genişlediği ve/veya yakınlardaki bir kaç köyün şehre dahil olduğu ihtimalini akla getirmektedir. Bağlardan elde edilen gelir ise, dönemin başında yalnızca 1.000 akçe iken, 1547'de 14.960 akçeden 1569'da 19.870 akçeye yükselmiştir. Başka hiç bir üretim faaliyetinde rastlanmayan bu aşırı artış, şehir halkının giderek daha fazla ziraata yönelmesi anlamına gelmektedir. Defterlerden, çoğunlukla şehirdeki gayrimüslim nüfusa ait olduğu tespit edilen bağlarda üzüm ile birlikte çeşitli meyvelerin yetiştirildiği tahmin edilebilir. İlk dönemde, civardaki yaylaklardan (300 akçe) ve kuş besiciliğinden (300 akçe) alınan vergiler de, ziraî faaliyetler arasına dahil edilebilir. Yaylaklardan alman vergiye daha sonraki dönemlerde rastlanmazken, çakır, balaban ve atmaca gibi kuşların besiciliği yalnızca 1547 tarihinde görülmektedir (700 akçe).
Bahsedilen faaliyetlerin şehir ekonomisindeki ağırlıkları yüzde olarak hesaplandığında şöyle bir tablo ortaya çıkmaktadır: Dönemin başında, ticarî faaliyetier şehirdeki toplam gelirlerin %54'ünü oluşturmakta, bunu %29 ile endüstri, %17 ile ziraat takip etmektedir. XVI. yüzyılın ortalarına doğru bu yüzdeler ve sıralamada değişme meydana gelmiştir: Ticarî gelirler %45'e düşmesine rağmen ilk sıradaki yerini korumuş, %38'e yükselen ziraî gelirler ikinci sıraya yükselmiş ve %15'e düşen endüstriyel gelirler de üçüncü sırayı almıştır. XVI. yüzyılın ikinci yarısında ise, %47 ile ticaret biraz yükselme, %34 ile ziraat de bir miktar düşüş kaydetmiş, fakat sıralamada aynı kalmış-lardır. Endüstri yükselme kaydetmesine rağmen, %19 ile şehirdeki faaliyetler arasındaki üçüncülük sırasını korumuştur. Verilen bu yüzdelerden, genelde ticarî ve ziraî faaliyetlerin ön plana çıktığı, bunları imalatın takip ettiği görülmektedir. Bölgesel pazarın kurulduğu ve çeşidi ticarî faaliyetlerin yürütüldüğü yegane yer olması dolayısıyla, ticaret şehrin gelirleri arasında önemli yer tutmaktadır. Ziraî gelirlerin ikinci sırada ve oldukça yüksek miktarda olması, Karahisar'a ziraî şehir özelliğini vermektedir. İmalat faaliyetlerinin, diğerlerine oranla daha az yekûn tutarak son sırada yer alması ise, şehirlerin önemli özelliği olan ziraat dışı üretim faaliyetlerinin, Karahisar'da daha düşük düzeyde gerçekleştiğini göstermektedir[73].
Karahisar'daki ekonomik faaliyetler konusunda yukarıda verilen rakamlarda, özellikle de ticaret ve imalat faaliyetlerinin gelirlerinde dikkate değer azalmalar meydana geldiği gözlenmektedir. İncelenilen dönem boyunca, bölge genelinde ve Karahisar özelinde yaklaşık iki katına varan nüfus artışları ile birlikte düşünüldüğünde, bu azalmaların, gerçekte rakamlara yansıdığından çok daha fazla düzeyde olduğu ortadadır. Bu durum ise, yukarıdan beri çizilen "gelişen şehir" profili ile uyuşmamaktadır. Devletin, şehirlerde yürütülen faaliyetleri daha az oranda vergilendirdiğini düşünmek, durumu daha açıklayıcı görünmektedir. Şehirleri geliştirmenin ve zenginleştirmenin bir yolu olarak, devletin bu tür politika takip etmesi mümkün olabilmektedir. Şehirdeki sıradan halka bahşedilen ve dönemin başından beri giderek genişletilerek, son tahrirde avarız ve tekalif türü vergileri de içine alan muafiyet karşısında, şehirdeki ticaret ve zanaat erbabının düşük oranda vergilendirilmesi yoluna gidilmiş olması ihtimali oldukça yüksek görünmektedir[74]. Ziraî vergilerle ilgili olarak, bağlarda yetişen ürünlerin her birinin türlerine göre değil de, bağların arazi olarak miktarı üzerinden (bir kıta, iki kıta gibi) vergilendirilmesi, buralardan alınacak vergilerin ayrıntılarıyla hesaplanmayıp, genel bir yekûn halinde talep edildiğini göstermektedir. Bağların vergilendirilmesi konusunda diğer bölgelerde de rastlanmakla beraber, bu usûl düşük vergilendirmeye atıfta bulunmaktadır. Diğer yandan, şehirdeki alkollü içecek tüketiminden alınan vergiye yalnızca bir defa rastlanması, bu tür içeceklerin üretiminin durdurulduğunun işareti olarak kabul edilebilmekle birlikte, bu faaliyetten devletin vergi almaması şeklinde de yorumlanabilmekledir[75]. Şehirdeki gayrimüslimlerin artan sayısı ve bağların çoğunlukla onlar tarafından ziraat edildiği düşünülürse, ikinci ihtimal daha kuvvetlenmektedir.
SONUÇ
Karahisar'ın, XVI. yüzyılda, nüfus ve ticaretin artışıyla beraber seyreden Anadolu şehirlerinin gelişmesi sürecinde yer aldığı ve bu süreçte, kasabadan "küçük ölçekli" bir şehre doğru gelişme kaydettiği gözlenmektedir. Başkent İstanbul'dan oldukça uzakta bulunan ve civar bölgelerden oldukça tecrit edilmiş halde bulunan Karahisar’ın gelişmesindeki asıl itici güç, içinde yer aldığı ünitenin (bu ünite Karahisar-ı Şarkî Sancağı’dır) idare merkezi olarak devlet tarafından tercih edilmesi olmuştur. Bölgenin ilk dönemde sınırda bulunması, İdarî ve askerî yönlerden güçlü pozisyonda olmasını gerektirdiğinden, Karahisar'ın konumu itibarıyla bölgenin müsait kısmında yer alması ve kalesinin bulunması, bu tercihin nedeni olmuştur. Diğer bir neden ise, oldukça yüksek miktarda gelir getiren ve devletin yakından kontrol etmek istediği şap madeninin, Karahisar'ın hemen yakınlarında bulunmasıdır.
Başlangıçtaki küçük kasaba, İdarî, sosyal ve ekonomik sahalarda uygulanan politikalar ve yapılan düzenlemeler sonucunda, zaman içinde fonksiyonu, sosyal yapısı ve kurumlarıyla gelişerek, şehir haline dönüşmüştür. İdarî düzenlemeler arasında, bölgede ilk dönemde uygulanan seraskerlik ve zeamet sistemlerini, XVI. yüzyılın ilk yarısında, klasik Osmanlı İdarî sistemi olan kaza sistemi takip etmiş, bu düzenlemelerin ardından Karahisar, kanunen bölgenin merkezi haline gelmiştir. İdarî elitin bölgeye gelişi ve diğer meslekî ve hizmet gruplarının oluşmasıyla birlikte, zaman içinde mahallî nüfus arasında tabakalaşma ve iş bölümü meydana gelmiştir. Bu gelişmeler ve Müslim ve gayrimüslim nüfusun mahalleler halinde düzenlenmesi neticesinde Karahisar, tam manasıyla bir şehir görünümü kazanmıştır. Şehri daha da geliştirmek üzere uzun dönemde devletin vergi muafiyetini politika olarak benimsediği ve şehir nüfusunu giderek artan oranlarda vergiden muaf tuttuğu gözlemlenmektedir. Aynı şekilde, ekonomik gelişmeyi desteklemek üzere, şehirdeki faaliyetleri daha az oranda vergilendirdiği ve vergileri genel yekûn halinde toplama yoluna gittiği söylenebilir.
Karahisar örneğinde, şehirlerin gelişmesinde İdarî ve siyasî faktörlerin büyük ölçüde etkili olduğu görülmektedir. Devletin yaptığı düzenlemeler ve desteği ile gelişen Karahisar, İdarî ve askerî fonksiyonlarının yanı sıra, ticaret ve imalatın yapıldığı, eğitim, dinî, adlî v.s. hizmederin sunulduğu, Karahisar- ı Şarkî Sancağı'nın yegane şehir merkezi haline gelmiştir.