1651 yılında Paris kraliyet basımevi Anna Komnena'nın (1083-1144?) ünlü eseri Aleksiasin açıklamalı ve Latince tam çevirisini yayınlar. Çeviriyi yapan ve baskıya hazırlayan kişi, Pierre Poissin adında humanist bir cizvittir. Aslında, önceki yüzyıllarda, özellikle 15. ve 16. yüzyıllarda, Aleksias, bazı Rönesans hümanistlerince ele alınmıştır; ayrıca, eserin özgün Yunanca baskıları, Venedik Aidine ve Basel Frobenius gibi büyük Rönesans yayınevleri tarafından yayınlanmıştır[1]. Ancak, 1651 Paris Latince baskısı, gerçekten en kap samlı ve titiz bir şekilde araştırılmış ve çevirisi en iyi yapılmış olanıdır. Nitekim, XIV. Louis'nin Adalet Bakam ("Chancelier de France")[2] ve Fransız Akademisi'nin kurucularından olan Pierre Seguier'ye yazdığı "ithaf mektubunda," Poissin, Aleksias in "değerli bir eser"(dignum opus) olduğunu, fakat geçmişte "horlandığını, ihmal edildiğini ve unutulduğunu"(spretum, abiectum et obıotum)[3] belirtir ve hazırladığı yeni baskı ile eseri karanlıktan aydınlığa kavuşturduğunu vurgular[4]. Ayrıca, Poissin, coşkulu bir ifade ile, gençlik yıllarından beri Aleksias'ı Latinceye çevirerek kamuoyuna sunma arzusu ile yanıp tutuştuğunu açıklar[5] ve Anna Komnena'yı "İlham tanrıçalarının (musa'ların) onuncusu ve bir bakıma Bizans'ın Pallas'i"olarak yüceltir [6].
Böylece, Poissin, mitolojik çağrışım ve mecaz yoluyla Anna Komnena'yı bir yandan Homeros'tan beri şiirsel yaratının ve sanatın kaynağı sayılan ilhanı tanrıçaları gibi görerek, diğer yandan onu aklin ve birgeliğin tanrıçası olan Pallas Atilena ile özdeşleştirerek, onun Aleksias'ta sergilediği çoşkulu duygusallığını ve klasik kültürle biçimlenmiş birgeliğini ifade etmektedir.
Poissin'in Aleksiasa olan derin ilgisinin nedenlerini bilmek veya tahmin etmek konumuz dışındadır. Belki de Anna Komnena'nın, çoğunlukla Fransız komutan ve şövalyelerden oluşan birinci Haçlı ordusu hakkındaki gözlemleri[7] bu ilginin bir yönü olabilir. Fakat, Aleksias, Poissin'in ilgi nedenlerinin ötesinde, konu ve İçerdiği bilgiler bakımından çok boyutlu bir eserdir. Daha açık ifade etmek gerekirse, Aleksias, 11. yüzyılın ikinci yarısı ile 12. yüzyılın başlarında Adriyatik kıyılarından Anadolu'nun doğusuna. Tuna boylarından Kudüs'e kadar uzanan topraklarda yaşayan, yurt edinen, fetihler yapan, savaşan ve geçit arayan ulusların ve toplulukların siyasal, toplumsal, askeri, kültürel, dini, ahlâkî, etnik ve ekonomik bir öyküsüdür. Bu öyküye dinamizm ve yapısal bütünlük veren ve tüm olayların kesişme noktasını oluşturan ögeler ise, İmparator Aleksios Komnenos'un (1081-1118) kişiliği, düşünceleri ve eylemleridir. Başka bir deyişle, Anna Komnena, babası Aleksios Komnenos'un öyküsünde, çağının öyküsünü yazmıştır, o, bir yandan tabası İçin görkemli bir övgü (encomium) amaçlarken diğer yandan olayları irdelemede ve gözlemlemede duygusal ve on yargılı bir yaklaşım İçinde olmaktan kendini alamamıştır. Bu duygusallık, gerek anlatımına gerek olaylara bakışına şiirsel bir incelik vermiş, onu bir romancının duyarlılığına sürüklemiştir. Bu bakımdan, eser, 11. ve 12. yüzyıllara yönelik tarih ve kültür araştırmaları İçin vazgeçilmez bir kaynak olmasına rağmen, birimsel anlamda ve yöntemde yazılmış bir tarih olarak görülmemelidir.
İşte bu çalışmamızın amacı, Aleksias'ı, bu özelliklerinin yanısıra, Türk kültürü ve tarihi İçin önemi bakımından değerlendirmektir. Ancak, bu değerlendirmemiz, eserin çok boyutluluğu ve konu zenginliği İçin bir ölçü kabul edilmemelidir. Değişik yaklaşımlarla pek çok kapsamlı değerlendirmelerin yapılabileceği bir gerçektir.
Aleksias üzerine yapılacak bir değerlendirmede Anna Komnena'nın kişiliği ve yetiştiği çevre ile ilgili bazı gerçeklerin vurgulanmasında yarar var. Bu konuda en özgün kaynak, yine Aleksias'tır. Gerek )’likanda atıfta bulunduğumuz Pierre Poissin’in açıklamaları gerek sözünü ettiği Rönesans dönemi kaynakları, temelde Aleksias'a dayanmaktadır. Eserinin önsözünde Anna Komnena, özlü fakat anlamlı bir ifade ile kendini şöyle tanıtır:
- Ben, İmparator Aleksios ve İmparatoriçe İrini'nin kızı, "Eflatun"[8] içinde doğmuş ve büyümüş Anna. Edebiyat hakkında bilgisiz değildim, çünkü en ciddî öğrenimimi Yunan dilinde yaptım; ayrıca, konuşma sanatında deneyimli idim. Aristoteles'in eserlerini ve Platon'un dialoglarını baştanbaşa okudum ve zihnimi dört yüksek birimle[9] güçlendirdim]10].
- Karşı konulamayan ve hiç durmadan akan Zaman ırmağı, ister hiç kayda değer olmasın, ister büyük ve anılmaya değer olsun, hayata gelen her şeyi sürükler götürür ve zifiri karanlığın derinliklerine gömer. Böylece, oyun yazarının da dediği gibi. Zaman, "görülmeyenleri karanlıktan ışığa çıkarır ve gözle görülenleri karanlığa sarar sarmalar." Ancak, tarih birimi. Zaman ırmağına karşı çok güçlü bir set oluşturur ve bir dereceye kadar onun karşı durulmaz akışım durdurur. Bir bakıma, suyun üzerinde yüzenlerden tutabildiklerini sımsıkı yakalar ve unutulmuşluğun derinliklerine süreklenmelerini engeller[13].
Anna Komnena, Aleksias' 1, hayatinin son döneminde, kardeşi Joliannes'e karşı giriştiği siyasal manevranın başarısız olması sonucu manastıra çekildiği dönemde yazmıştır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, eser, temelde Aleksios Komnenos hakkında dolaylı veya kapalı bir övgüdür. Ancak, Anna Komnena bu amacım açıkça ifade etmekten sanki kaçınmış[16]ve övgüsünü olayların ayrıntılı anlatımı İçinde gizlemiş gibidir. Yer yer de olsa açıkça yaptığı övgüler, onun bu temel amacının birer göstergesi olarak kabul edilebilir. Aleksios'un kişiliğinde, tüm erdemlerle bezenmiş, tanrısal nitelikler taşıyan ve her bakımdan kudretli imparator idealini yansıtmıştır. Aslında, İmparatorun tanrısal bir kişilikle tasvir edilmesi gerçeği. Roma İmparatorluk geleneğinin temelinde vardı ve Bizans'ta da devam etmiştir. Runciman'ın da belirttiği gibi, imparatorluk kavramının İçerdiği kudret, ululuk ve iktidar düşüncelerini vurgulamak amacıyla, özellikle kabartma heykellerde, imparator, maiyetindeki kişilerden daha büyük oranda gösteriliyordu[17]. Aleksias'ta da Komnena'nın ifade ettiği imparatorluk kavramı, sanattaki bu uygulamanın, yazıdaki bir örneği olarak kabul edilmelidir: o da babası Aleksios'u yücelterek olağan insan ölçülerinin üstünde göstermiştir.
Hiç kuşkusuz, Türk tarihi ve kültürü bakımından, Aleksias, Bizans kaynakları İçinde en başta gelenidir. Türklerle ilgili Bizans kaynaklarının 6. yüzyıla kadar gittiği bilinen bir gerçektir[18]. Aslında, Hunlardan sonra Doğu Avrupa'ya ve Tuna boylarına gelerek yerleşmeye başlayan çeşitli Türk boyları bir yandan Bizanslı misyonerler aracılığı ile Hıristiyanlığı kabul ederken bir yandan da komutan ve savaşçı olarak Bizans ordularında görev almaya başlamışlardır[19].Örneğin, Pannonia'nın komutanı Ildıgız adında bir Türk'tü;imparator Herakleios'un ordusunda en seçkin savaşçı birlikler Türklerden oluşmuş bölüklerdi[20]. 11. yüzyıla gelindiğinde, bu Türk boyları eski etkinliklerini sürdürmekte, ancak geçen yüzyıllar içinde Bizans'la ilişkilerinde çeşitli gelişmeler olmuştur. Bizans'ın kurnazca ve etkili bir şekilde yürüttüğü siyasî manevralar sonucu, Türk boyları birbirleriyle sürekli savaş durumuna sokulmuş ve Bizans'ın çıkarları doğrultusunda ilişkilerini düzenlemeye tevsik edilmişlerdir. Bu ilişkilerin askerî, siyasî, ekonomik ve kültürel yönleri Aleksins'ta ayrıntılı olarak ifadesini bulmuştur. Kumalılar, Peçenekler, Uzlar ve diğer kuzey Türk boylarının yaşayışları, savaşçılığı, örf ve adetleri, giyimleri, siyasî ve ekonomik yapıları ile ilgili pek çok ayrıntı, Osmanlılar öncesi genel Türk kültürünün Balkanlardaki ve Doğu Avrupa'daki durumunu aydınlatıcı niteliktedir. Bu bakımdan, Komnena, Türk kültür tarihine önemli katkı sağlamıştır. Bu katkının çok daha önemli boyutu, Anadolu Türkleri ile ilgilidir. 11. yüzyılın ikinci yarısında başlayan fetihler sonucu Türkler Anadolu'ya yerleşmeye başlamış ve çeyrek yüzyıldan az bir süre içinde İstanbul ve Marmara bölgesi için stratejik bir konumda olan İznik'e kadar gelmişlerdi[21]. Bu dönemde Bizans-Türk ilişkileri büyük yoğunluk kazanmış ve belki de en kapsamlı ifadesini Aleksias' ta bulmuştur.
Bu arada, Aleksios'un imparator olduğu 1081'den önceki dönemde Bizans büyük bir iç kargaşa içine sürüklenmişti. Obolensky'nin açıkladığı gibi, ağır vergiler ve isyanlar sonucu ekonomik hayat iflâs etmiş, askerî ve sosyal bunalımlar kontrolden çıkmıştı; ayrıca, Batıda Bizans'la savaş içinde olan Kumanlar ve diğer güçler İstanbul surlarına kadar yaklaşmıştı[22]. Bu koşullar altında Bizans'ın gücü zayıflamış ve imparatorluğun sınırları, Komnena'nın vurguladığı gibi, batıda Edirne'de, doğuda ise Boğaz sırtlarında fiilen bitiyordu[23]. Gerçekten, İznik'i kendisine başkent yapan Kılıçaslan karşısında Bizans büyük bir korku içindeydi. Aleksios'un ilk hedefi, Kılıçaslan'ın gücünü kırmak ve Türk tehlikesini uzaklaştırmaktı.
İşte, Obolensky'nin de vurguladığı gibi, Aleksios, yeniden örgütlediği askerî gücü ve ince diplomasiye dayalı akılcı dış politikası ile parçalanmakta ve dağılmakta olan imparatorluğu kurtarmıştı[24]. Bu amaçla, Anadolu Türklerine karşı da geleneksel Bizans siyasî manevraları içinde olmuştur. Aleksias'ta da görüldüğü gibi, İznik'i geri almak için düzenlediği başarısız bir iki askerî harekât ile Çaka Bey'e karşı giriştiği adalar savaşı dışında, Anadolu Türklerine karşı ciddî sayılabilecek seferler düzenlemekten kaçınmıştır. Bazı küçük yerel çatışmalar olsa da bunlar herhangi bir etki sağlamamıştır. Ancak, kullandığı çeşitli siyasî oyunlar ve entrikalar çok daha etkili olmuştur. Bir yandan, Çaka Bey ile Kılıçaslan veya İznik Valisi Abulkasım ile Selçuklu Sultanı veya Tutuş ile Süleyman Şah arasında olduğu gibi, Türk liderleri arasında düşmanlığın ve siyasî husumetin oluşmasına yol açmış[25] diğer yandan da Bizans soylularının kızlarını Türk şehzadelerine ve komutanlarına gelin olarak vermiş ve onları kendi etkisi altında tutmaya çalışmıştır. Ayrıca, para, nişan ve makam tahsisi[26], misyonerlik, çeşitli ikramlar ve sefahat vaadleri kullandığı en etkili yöntemler arasında sayılabilir[27].
Türklerle ilgili tüm gözlemlerde ve anlatımlarda Anna Komnena tutarlı bir yaklaşım ve görüş içinde değildir. Bizans'ın çıkarlarına hizmet ettikleri zaman Türkleri övmekte ve onların erdemlerini vurgulamakta, fakat Bizans'a karşı savaştıkları zaman onları kötülemektedir. Bu yaklaşımını doğal karşılamak gerekir; Türklerin Anadolu'daki varlığı Bizans için en büyük tehlike olmuştur ve Anna Komnena bu gerçeğin birincindedir. Bu bakımdan, Türklere karşı karışık duygular besler.
Sonuç olarak denilebilir ki Aleksias, Kılıçaslan dönemi Türk tarihi için önemli bir kaynaktır, fakat eleştirici ve irdeleyici bir yaklaşımla ele alınmalıdır.