Anadolu’nun kültürel birikiminde, yerleşik uygarlıkların yanısıra, Demir Çağ’da yağmacı ve saldırgan nitelikleriyle tanınan Kimmer ve İskit gibi göçebe toplulukların da etkin oldukları bilinmektedir; ancak, söz konusu toplulukların Anadolu’da ortaya çıkışları ve kültürel etkinlikleri, veri eksikliği nedeniyle, tam olarak kavranabilmiş değildir. Bu konudaki birikim, yazılı kaynakların yanısıra, az da olsa, kendi göçebe sanatlarına özgü bazı arkeolojik bulgulara dayanmaktadır ki, bunlar söz konusu göçebe toplulukların Anadolu’daki varlıklarını algılamada ve sanatsal etkinliklerini tanımlayabil-mede yol gösterici niteliktedirler.
Günümüze kadar ulaşmış kendilerine özgü yazılı kaynaklarının olmayışı, Kimmer ve İskit uygarlıklarını tanımlama konusunda bazı zorlukları gündeme getirmekle birlikte, bu konuda Grek[1] ve Asur kaynakları[2] tamamlayıcı bilgiler sunmaktadırlar. Anlaşılabildiği kadarıyla, kültürel karakterleri ve yaşam biçimleri açısından birbirine oldukça benzer olan bu iki topluluktan öncelikle Kimmerler Anadolu’ya girmiş; dönemin yerleşik uygarlıklarının siyasal ve kültürel tarihinde bazı önemli değişikliklere neden olmuşlardır.
Kökenlerine sunulan değişik öneriler[3] bulunmakla birlikte, genelde Kimmer anavatanının Donetz’deki bozkırlar olduğu; bu bölgenin Iskitler tarafından işgal edilmesi sonucu, olasılıkla, Kafkasları aşarak bu yolla Anadolu’ya yayıldıkları (Herodot IV.1) kabul görmektedir[4]. Bu yayılım sonrasındaki siyasal ve kültürel etkinlikleri, yakın ilişkilerde bulundukları çağdaş uygarlıkların kaynaklarında kendilerinden söz edilmesinden dolayı, daha belirgin bir hal alır. Bu çerçevede Kimmerler’in Anadolu’da gösterdikleri etkinlikler kronolojik açıdan irdelendiğinde, öncelikle Urartular’la ilişkileri gündeme gelmektedir. Van Gölü civarında odaklanmış konumuyla Urartu toprakları, kuzeyden gelerek Kafkas Dağları’nı aşıp Anadolu’ya giren Kimmerler için bir geçiş bölgesi durumundaydı. Olaylar, Kimmerler’in bu engeli aştıklarını ve Anadolu’ya giderek yayıldıklarını göstermektedir ki gelişmelerle ilgili bilgiler Asur kayıtlarında saklıdır.
Asur kralı Il.Sargon’a yazılmış haber alma niteliği taşıyan bir mektupta[5], Kimmer güçlerinin, I. Rusa (M.Ö. 743-714) egemenliğindeki Urartular’ı yenilgiye uğrattıkları yazılıdır. Bu olay, Urartu’nun batı İran’daki topraklarına gözünü dikmiş olan II. Sargon’u harekete geçirerek ünlü sekizinci seferini gerçekleştirmesine neden olmuştur[6]. Bundan sonra da Kimmer akutlarının devam ettiği; I. Rusa’nın ardılı II. Argişti’nin (M.Ö. 714-685) uzun bir süre kuzeye yönelerek bu atlı göçebelerle uğraştığı, ancak onlarla yaptığı savaşda (M.Ö. 707) yenildiği bilinmektedir[7]. Urartu’nun Kimmerler karşısında aldığı bu ikinci yenilgiden sonra, II.Argişti egemenliğini M.Ö. 685 yılına kadar sürdürür ki, bunu, ülke topraklarını korumak amacıyla, Kimmerler’in kendi ülkesinden geçerek batıya doğru ilerlemelerine izin vermesiyle sağladığı kabul edilmektedir[8].
II. Argişti’den sonra başa geçen II.Rusa’nın (M.Ö. 685-645) Kimmerler’le birleşerek Şupria’yı[9] tehdit etmesi[10] ise, bu dönemde iki güç arasında olası bir anlaşmanın varlığına kanıt oluşturmaktadır[11]. Ancak, Esarhaddon’un M.Ö. 673/672 yılında gerçekleştirdiği Şupria seferi, bu anlaşmanın Asur yararına sonuçlanmasını sağlamıştır[12]. Diğer yandan, Kimmerler’le anlaşan II. Rusa’nın Asur’a karşı bir bağlaşma yaptığı; olasılıkla bazı Kimmer boylarını Urartu topraklarında bırakıp ana göç kolunun batıya ilerlemesini sağladığı da kabul edilir[13]. Kimmerler’in Frig başkenti Gordion’a saldırmaları, böylesi bir olgunun gerçekliğinin bir diğer kanıtıdır. Bazı Kimmer boylarının ise, arkeolojik bulgularla desteklenmemiş olsa da, Paphlagonia üzerinden Karadeniz kıyılarına ulaştıkları ve Sinope’yi tahrip ederek burada yerleştiklerini yine yazılı kaynaklardan öğrenmekteyiz[14].
Kimmerler’in Frigya üzerine gerçekleştirmiş oldukları sefere ilişkin bilgiler, daha çok gözlemlere ve varsayımlara dayalıdır. Gordion kazılarında saptanan tahrip tabakası, kuşkulu da olsa, Kimmer yıkımıyla ilişkili görülür[15]. Bu eylemde saldırının izleri özellikle Büyük Megaron ve Teras Kompleksi yapılan yanısıra, savunma birimlerinde de gözlemlenmiştir[16]. Ayrıca, megatonlarda ve yönetimsel yapılardaki yangın izleri de bu amansız saldırının diğer bir kanıtı olarak görülür[17]. Gordion’da Kimmerlerin kalıcı olduklarına ilişkin kanıtların olmayışı ise, bu yağmacı göçebelerin kenti salt yağmalayarak geçip gittikleri yönünde bir görüşün ileri sürülmesine neden olmuştur[18].
Strabon (I.3.21), Midas’ın Kimmer saldırısı ardından duyduğu acı yüzünden canına kıydığını aktarır. Bu anlatım, Gordion’a yapılmış bir Kimmer saldırısının varlığının tek tarihsel kanıtıdır. Midas’ın böylesi bir yenilgi karşısında boğa kanı içerek intihar etmesinin doğruluğu kuşku götürür olmasına rağmen, arkeolojik bulgularla varlığı saptanan tahribin tarihinin belirlenmesinde ölçüt oluşturmaktadır. Midas’ın ölümü ve Gordion’daki Kimmer istilasıyla bağlantılı olarak Eusebios[19], M.Ö. 696/95; Julius Africanus ise M.Ö. 676 yılını bildirir[20]. Arkeolojik verilerle de desteklenen genel eğilim Eusebios’un verdiği bilgilerin doğruluğu yönündedir[21].
Grek ve Asur kayıtlarından saptanabildiği kadarıyla, Kimmerler’in, Gordion tahribi sonrası, bu kez Lidya üzerine yöneldikleri, başkent Sardes’e farklı tarihlerde saldırılar düzenledikleri anlaşılmaktadır. Lidya kralı Gyges, kendi döneminde başgösteren Kimmer tehdidi nedeniyle, çağdaşı Asur kralı Asurbanipal ile diplomatik ilişkilere girer[22]. İlk Lidya-Kimmer karşılaşması başkent Sardes dışında gerçekleşir ve Kimmerler’in yenilgisiyle sonuçlanır[23]. M.Ö. 667-64421 ve M.Ö. 65725 olmak üzere iki farkh tarih önerilen söz konusu bu Lidya başarısında Asur katkısının olup olmadığı bilinmezliğini korumaktadır.
Asur kayıtlarından Kimmerler’in bu başarısızlık sonucunda amaçlarından vazgeçmedikleri, Lidya krallığı üzerine bir kez daha saldırdıkları anlaşılmaktadır. Özellikle bu kayıtlardaki "Gimmiriler (Gyges’in) tüm ülkesini ele geçirip çöle çevirdiler"[26] ifadesinden algılandığı üzere, ikinci Kimmer saldırısında Lidya’nın yenildiği öğrenilmektedir. Gyges’in ölümüyle sonuçlanan bu eylemin ardından, atlı göçebelerin Sardes’e ulaştıkları; ancak, akropolü ele geçirmeden aşağı kenti yağmaladıkları arkeolojik olarak kavranabilmektedir[27]. Diğerinde olduğu gibi, bu saldırı için de iki farklı tarih önerilmektedir ki, bunlardan ilki M.Ö. 652[28] diğeri ise M.Ö. 645’tir[29].
Gyges sonrasında başa geçen Ardys, Kimmer yıkımının yarattığı olumsuz etkileri ortadan kaldırmak, aynı durumun tekrarını önleyebilmek amacıyla, Asur’a yönelir ve Asurbanipal’den yardım ister[30]. Liderleri Dugdamme başkanlığındaki Kimmerler’in, Boğazlar yoluyla kuzeyden gelen Trerler’le birleşerek Lidya krallığı üzerine M.Ö. 654 yılında[31] üçüncü kez saldırmaları ise, (Strabon XIII.4.8), bu girişimlerden bir sonuç alınmamış olduğunu düşündürmektedir. Kazı verileriyle de desteklendiği üzere, bu saldırıya da direnen Sardes’te akropol ele geçirilememiş (Herodot 1.15), daha çok aşağı kent zarar görerek yağmalanmıştır[32].
Frigya ve Lidya dışında, Kimmer varlığı, Batı Anadolu’da da kavranabilmektedir. Bölgede İon kentleri üzerine yaptıkları saldırılar yine yakıp yıkma ve yağmalamaya dayalıdır (Herodot 1.6; Strabon I.1,10 ve I.3, 21). Bunun arkeolojik açıdan en belirgin izleri, M.Ö.644/43 dolaylarında Efes’e gerçekleştirilen saldırılarda[33] (Strabon XIV. 1.40) ve Magnesia[34] ile Klazomenai’de[35] yaptıkları tahribatlarda saptanabilmiştir.
Strabon’un (I.3.21) anlatılarından, Kimmerler’in daha sonra Kilikia’da yenilgiye uğratıldıkları ve liderleri Dugdamme’nin öldüğü anlaşılmaktadır. Asur kayıtlarından öğrenilebildiği kadarıyla, daha sonra başa Dugdamme’nin oğlu Sandakşatru geçer[36]. Bu dönemde neler olup bittiği konusundaki bilgilerimiz eksik olmakla beraber, Kimmerler’in Asur sınırında ve Anadolu’da etkinliklerini yitirdikleri; Lidya kralı Alyattes’in onları yenilgiye uğratıp Kızılırmak ötesine sürmesiyle birlikte (Herodot I.16) Anadolu’daki baskılarının sona erdiği düşünülür[37].
Olayların akışından da anlaşıldığı üzere, Kimmer tarihinin belirlenebilen önemli olayları Anadolu topraklarında geçmiş ve bölgede uzun süre siyasal olayların gelişmesinde etkili olmuşlardır. Bununla beraber, Demir Çağ’da Anadolu’nun siyasal ve kültürel hayatında tek etkili göçebe halkın Kimmerler olmadığı bilinmektedir. Benzeri bir karaktere sahip ve aynı bölgeden gelme Iskitler de Yakındoğu ve Anadolu tarihinde bir süre etkili olmuşlardır. Bir çok varsayım eşliğinde kökenlerine sunulan öneriler[38] olmakla birlikte kültürel kimlikleri kavranabilen İskitler’in Kuzey Kafkasya[39], Güneydoğu Avrupa[40], Kırım[41] ve Güney Sibirya'yı[42] kapsayan geniş bir coğrafyaya yayıldıkları bilinmektedir.
İskitlerin Anadolu’daki varlığına ilişkin ilk bilgiler Urartu yazıtlarından edinilmektedir. I. Argişti’nin (M.Ö. 786-764) Horhor kayalıklarındaki kroniğinde, Iş-gı-gu-lu ülkesine kadar ilerlediği yazılıdır[43]. Benzeri isimle kralın Kanlıca Yazıtı’nda da karşılaşılır[44]. İskitler’le özdeşleştirilen bu topluluğun yaşadığı topraklar, Kanlıca Yazıtı’nın konumu da dikkate alınarak, Gümrü’nün kuzeyine lokalize edilmektedir[45]. Iş-gi-gu-lu ismine Toprakkale kaynaklı II. Rusa dönemine ait bir mühür üzerinde de tekrar tanık olunmaktadır. Mühürde okunabilen "Iş-gı-gu-lu kralının oğlu Saga-dumtar’ün Argişti oğlu Rusa’nın kentinden Mana ülkesine gittiği yıl[46]" ifadesinden harekede, adı geçen topluluğun Urartular’la bağlarının sürdüğü ve krallıkla bazı ilişkilerde bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu düşünceden yola çıkılarak, II.Rusa ile sağlanan bir antlaşma gereği, İskider’in Urartu topraklarını savaşmaksızın geçip Mana ülkesine yerleşmelerine izin verilmiş olabileceği kabul edilir[47]. Ayrıca, II.Rusa’nın, doğudan gelebilecek saldırılara karşı önlem almak amacıyla, işgigulu ülkesinden aldığı İskider’i Kuzeybatı İran’a yerleştirerek, Asur’la arasında bir tampon bölge oluşturduğu da düşünülmektedir[48]. II. Rusa’nın Van Gölü çevresinde, Çavuştepe[49], Adilcevaz[50] kalelerinde yaptırdığı bazı ekler ve sur duvarlarını güçlendirmeye yönelik inşa hareketleri de, Urartu topraklarında başgösteren İskit tehdidine karşı alınmış önlemler olarak yorumlanır. Bunun en belirgin kanıdan Çavuştepe’de ortaya çıkarılan İskitler’e özgü savaş aletleri ve koşum takımı akşamlarıdır ki, bunlar İskider’in Urartu’ya yapuğı saldırıyı kanıdayan bulgulardır[51]. Benzeri bir saldırının izleri, Urartu’nun Kafkas ötesindeki merkezleri olan Karmir Blur’daki Teişebaini[52] ve Armavir Blur’daki Argiştihinili’de de saptanmışür[53]. İskider’in Urartu topraklarına yönelik bu geniş kapsamlı saldırılarının diğer bir kamum da M.Ö. 609 yılına tarihli Babil kronikleri oluşturmaktadır. Diğer belgeleri doğrular nitelikteki bu kroniklere göre, İskider iç bölgelere kadar ilerlemiş ve Yukan Dicle Vadisi’ndeki Urartu topraklarını egemenlikleri altına almışlardır[54].
Urartu ile ilişkilerini gündeme getiren veriler bir yana, İskider’in Anadoludaki varlıklarını kanıtlayan diğer belgelerin Kimmerler’e oranla fazla yoğun olmadığı gözlemlenir. Bunlar arasında Lidya ile ilişkilerini dile getiren bilgiler Herodot’un (I.73) Lidya-Med savaşı içerikli anlatımına dayalıdır. Buna göre, Medler’den kaçan Iskitler Alyattes yönetimindeki Sardes’e sığınırlar. Olayın sonucunda, Kyakseres İskitler’i Alyattes’ten geri ister, ancak olumlu sonuç alamaması üzerine, beşyıl süren Lidya-Med savaşı gerçekleşir. Grek kaynaklarında belirlenebilen söz konusu bu Lidya-İskit ilişkisi arkeolojik olarak kavranabilmiş değildir.
Daha sonraki dönemlerde İskitler’in Anadolu’daki varlıklarına ilişkin bilgiler Ksenephon’un anlatılarında yer alır. Onbin paralı Grek askerinin, Fırat Nehri’ni izleyerek Doğu Anadolu üzerinden kuzeyde Trabzon’a, buradan kara ve deniz yoluyla ana vatanlarına götürülüşünün anlatıldığı Anabasis’de (D'Ali.18), “Bundan sonra dört plethron genişliğinde Harpasos Nehri’ne kadar ilerlediler. Buradan da İskitler’in memleketlerine girerek, bir ovada dört günde yirmi parasang gittiler..." şeklinde geçen ifadelerden, M.Ö. IV. yüzyılda bazı İskit topluluklarının Anadolu’da hâlâ varlık gösterdikleri anlaşılmaktadır.
Yazılı kaynaklardan edinilen Kimmer ve Iskitler’in Anadolu’daki varlıklarına ilişkin bilgiler, anılan toplulukların maddi bırakımlarıyla da doğrulanabilmektedir. Bunlar daha çok yağmaladıkları kentlerde ortaya çıkarılan bulgularla sınırlıdır. Gerek sistemli kazılarda ele geçen, gerekse satın alma yoluyla müzelere kazandırılmış olan eserler, sınırlı sayıda ve çok yönlü olmasalar da, söz konusu göçebe topluluklara ait somut arkeolojik bulgular durumunda olup, bu kültürlerin sanatsal ve dinsel boyutuna bazı yaklaşımlar getirebilecek niteliktedirler. Bunlar özellikle işlevleri açısından irdelendiklerinde, koşum takımları, hayvan betimli plakalar ve savaş aletleri olmak üzere üç başlık altında değerlendirilebilir.
Koşum takımları kapsamında ele alınabilecek ilk örneği, Çavuştepe’den bir yanaklık (psalia) oluşturmaktadır (Res.1)[55]. Geme bağlanu sağlama işlevli kemik yaltaklıktaki biçimselleştirilmiş hayvan başı göçebe hayvan stilinin özelliğini yansıtmaktadır. Öne doğru uzatılmış boynuzuyla bir koç ve kıvrık gagasıyla da bir kuş karışımından meydana gelen figür, fantastik bir yaratığı temsil etmektedir. Yine aynı yerden bir başka yanaklık örneği de, arka kısmı kırık olmakla birlikte, benzer özellikler sergilemektedir (Res.2)[56]. Farklılık, alt kesiminde iki adet yuvarlak çıkıntının var olmasında gözlemlenmektedir. Ayrıca boynuz sarmal biçimde yuvarlak verilmiştir.
Koşutlarını İskit kurganlarında[57] bulan Çavuştepe örneklerinin genel yapıları göçebe hayvan stiliyle bağdaşmaktadır. Yaltaklıkların Anadolu dışındaki yakın benzerleri irdelendiğinde, genelde ve ayrıntılarda Poltava Bölgesi’ndeki Akjutinsk Kurganı[58], Ukrayna’da Kirovograd yakınındaki Zhurovka 432 no’lu mezar[59] ve Smela Bölgesi’ndeki kurgan bulgularıyla yakın koşutluklar içerdikleri görülür. Bunlara ayrıca Güneydoğu Avrupa kökenli bir örneği de[60] eklemek gerekir. Farklı bölge ve merkezlere ait bu bulgularla Çavuştepe örnekleri arasında saptanan benzerlikler, söz konusu Anadolu eserlerinin tamamiyle göçebe sanatı karakteri taşıdıklarını, özellikle İskit stili yansıttıklarını ortaya koymaktadır. Eserlerde kanıtlanabildi bu kültürel kimlik, Çavuştepe’nin İskitler tarafından yağmalanmasında olduğu gibi[61], tarihsel olaylarla da doğrulanabilmektedir.
Yanaklıkların yanısıra, hayvan betimli kayış dağıtıcıları da göçebe sanata özgü koşum takımı akşamları arasında ayrı bir yere sahiptirler. Anadolu’da örnekleri ortaya çıkarılan bu akşamların en çarpıcı olanları, buluntu durumları açısından da önemli veriler sunan, Norşuntepe’deki gömütte bulunanlardır. İçinde üç adet at iskeleti bulunan gömütten ortaya çıkarılan iki tunç örnekten birincisi grifon biçimindedir (Res. 3)[62]. Oldukça aşınmış olmasına karşın, figürdeki bazı ayrıntılar korunabilmiştir. Göz çevresini dolaşarak yukarı doğru bükülen boynuzlar ve bunun hemen altında yer alan aşağıya kıvrık verilmiş gaga ile üzerinde belirginleştirilen oluklar figüre etkili bir görünüm kazandırmıştır. Betim açısından Çavuştepe grifonu (Resim 1) ile çok benzer olan eserin bütün özellikleriyle göçebe sanatı ürünü olduğu belirgindir. İkinci örnek (Res. 4)[64], malzeme, biçim ve figürün işlenişi bakımından öncekiyle benzer olmakla beraber, yüz batlarındaki ayrıntıların işlenişinde, boynuz ve gaganın biçimlendirilişinde ve kayış geçme deliğinin formunda farklılıklar içerir. Bu, her ikisinin farklı koşum takımlarına ait olduklarına kanıt oluşturmaktadır.
Çavuştepe örnekleri ile stilistik koşuduklar içeren Norşuntepe bulguları, M.Ö. VII. ve VI. yüzyıllara ait İskit mezarlarından ele geçen koç veya kuş başı betimli kayış dağıücılarıyla da yakın benzerlikler sergilemektedirler. Boynuz ve gagaların işlenişi bakımından Norşuntepe örneklerinden birincisi (Resim 3), Krasnador Bölgesi'ndeki Kelermes I Kurganı'ndan gelme kayış dağıtıcısı[64] ile özde benzerdir. Yine aynı kurgan kaynaklı diğer bir örnek[65], yapım tekniği ve figür işlenişi bakımından Norşuntepe bulgularıyla koşuduk gösterir. Bu kapsama, konu ve biçim olarak Norşuntepe örnekleriyle benzerlikler içermesinden dolayı, Karmir Blur’da 4 no’lu odada bulunmuş grifon başı betimli kayış dağıucısını da almak gerekir[66]. Söz konusu koşudan ışığında yaklaşık aynı döneme ait olması gereken Norşuntepe gömütü ve bulguları, Çavuştepe örnekleriyle beraber göçebelere özgü sanat eserleri arasında sıklıkla karşılaşılan grifon betimlerinin[67] Anadolu’da da var olduğunu göstermeleri yanısıra, İskider’in bölgedeki varlığında ve bir süre de olsa kalıcı ol-duklannda yol göstericidirler[68].
At koşum takımları arasında kuş başı betimli kayış dağıtıcıları diğer bir kümeyi oluşturur. Bu türün kazı bulgusu durumundaki yırtıcı bir kuş biçiminde (olasılıkla kartal) işlenmiş tunç örneği Sardes'ten gelmedir (Res. 5)[69]. Stilize kartalın sivri gagası üzerindeki ayrıntılar kabartma çizgilerle verilirken, göz bebekleri ayrıca vurgulanmıştır. Sardes örneği Anadolu’daki kuş başı betimli kayış dağıtıcılarının tek temsilcisi değildir. Samsun’dan geldiği belirtilen ve İstanbul Müzesi'nde korunan kartal başı biçimli örnek (Res. 6)[70] gerek gözleri, gerekse gaga yapısı ve boynundaki işlevsel deliklerin varlığıyla Sardes (Res.5) ve koşutlarına benzerdir. Bu tür bulguların özgün stillerinin Anadolu’daki yansıması durumunda, geliş yerleri bilinmemekle birlikte, yine İstanbul Müzesi'nde korunan iki örnek daha bulunmaktadır (Res. 7-8)[71]. Tunç olan bu örnekler de yırtıcı kuşlar şeklinde olup, boyun kesiminde kayışın geçmesine yönelik donanım içerirler. Daha yalın olmalarına karşın, ko-şudarıyla ortak özellikler sergilemektedirler.
İskitler’le ilişkili bulunan ve M.Ö. 600 civarına tarihlenen[72] Sardes bulgusunun bu kültürel kimliğinde yol gösterici iki örnek Boston Fine Arts Museum’da korunmaktadır[73]. Bunların yanısıra, Sardes örneği yine tür, biçim ve baş ayrıntılarında yakın koşutlarını Karmir Blur[74] ve Kelermes Kurganı bulguları[75] arasında bulur. İstanbul Müzesi'nde korunan kayış dağıtıcıları da, Sardes bulguları ile içerdikleri stilistik benzerlikler dolayısıyla, bu değerlendirme kapsamına dahildirler.
Biçim açısından farklı olsalar da, tür olarak kayış dağıtıcıları sınıfında ele alınması gereken bir diğer örnek yine Sardes’te bulunmuştur (Res. 9)[76]. Eserin gaga benzeri uzantısı, yivli ve kabartmalar içermektedir. Parçanın alt kesiminde toplam beş delik bulunmaktadır ki, bu özellikler eserin at koşum takımına ait bir kayış dağıtıcısı olduğunu gösterir. Bu nedenle Sardes kuş başı betimli kayış dağıücısıyla (Res.5) türdeş bulunarak aynı döneme tarihlendirilmiştir[77]. Anadolu’daki koşutlarından ilki İstanbul Müzesi'nde korunan Van civarından bulunmuş bir örnektir (Res. 10)[78]. Biçim açısından gagadan çok domuz dişine benzeyen dağıücının altında, Sardes örneğine benzer şekilde, dördü yanda biri tabanda olmak üzere beş işlevsel delik bulunmaktadır. Bu türe özgü son Anadolu örneğini geliş yeri belirsiz olan ve yine İstanbul Müzesi'nde korunan bir diğer kayış dağıtıcısı oluşturur (Res.11)[79].
Domuz dişi biçimli yapıtın gagaya benzer olan kesimi farklı olarak daha dik biçimde uzamaktadır. Bu örneklerin Anadolu dışındaki yaklaşık benzerlerine, özellikle Karmir Blur’da ele geçmiş olan İskit eserleri[80] arasında tanık olunmaktadır. M.Ö. VII. yüzyıl ortalarına tarihlendirilen[81] Karmir Blur örnekleri ışığında sağlanabilen ilişkiler, bu grupta irdelenen eserlerin kaynağında göçebe sanat etkilerinin yadsınamaz düzeyde olduğunu kanıtlamaktadırlar.
Koşum takımı akşamları olarak kullanılmış Çavuştepe'den gelme iki yalın yanakhk parçası (Res.12-13)[82], biçimsel olarak domuz dişine benzer bir yapı sergiler. Diğer Çavuştepe örneklerinde olduğu gibi (Res.1-2), akşamların uç kesimlerinin hayvan başı biçiminde sonlandırılmadığı ve yalın bırakıldığı dikkat çekmektedir. Uçları kıvrılarak sivri biten akşamların her ikisi üzerinde de işlevselliklerine yönelik üç delik bulunmaktadır. Göçebe sanatında hayvan başı betimliler kadar yaygın olmayan bu tipteki yanaklıklar, koşutlarını Güney Rusya ve Kazakistan'daki kurgan bulguları[83] arasında bulurlar.
Koşum takımı akşamlarının diğer bir grubunu da gemler oluşturur. Norşuntepe at gömülünde kayış dağıtıcıları (Res.3-4) ile birlikte ele geçen üzengi biçiminde dizgin bağlantısı içeren ve ağızlık kesiminde birbirine zincir gibi geçmiş iki halka ile birlikte korunmuş olan bir tunç gem (Res.14)[84] grubunun ilk örneğini oluşturmaktadır. Bu tür gemlerin Anadolu’daki örneği Norşuntepe bulgusu ile sınırlı değildir. Amasya’nın İmirler Köyü kuzeyinde saptanan yağmalanmış gömütten ele geçen bir diğer gem de bu grup içine girmektedir (Res.15)[85]. Norşuntepe örneği ile benzerlikler boyut, malzeme, biçim açısından yoğunlaşmaktadır. Söz konusu Anadolu örneklerinin kültürel kimliklerinde yol gösterici koşutları, göçebelere özgü at koşum takımları kapsamında değerlendirilen ve gelişim evreleri belirlenebilen[86] Güney Rusya’daki İskit kurganlarında[87] ortaya çıkarılmıştır. Dolayısıyla, yıkarıda irdelenen bütün akşamlarla birlikte bunların da göçebe sanat unsurları oldukları birkez daha açıklık kazanmaktadır.
İşlevleri kesin olarak belirlenememekle birlikte, içerdikleri figürleriyle göçebe hayvan stilinin belirgin özelliklerini taşıyan hayvan betimli plakalardan ilkini Gordion’da bulunmuş olan kemik bir bulgu oluşturmaktadır (Res.16)[88]. Arkasındaki bağlantı amaçlı eklentiden hareketle çapraz kayış süsü olarak nitelendirilen örnek, kartal-tavşan İkilisinden oluşmaktadır. Ana tema güçlü olan kartalın tavşanı avlaması esasına dayandırılmıştır. Ait olduğu döneme sunulan öneriler tartışmalı olmakla birlikte, özellikle konu içeriği açısından göçebe etkili olduğunda genel görüş birliği vardır[89]. Eserin bu özelliği, benzerlerini Güney Rusya’daki çeşitli kurgan bulguları arasında bulmasıyla da doğrulanabilmektedir[90]. Dolayısıyla, göçebe sanatındaki benzer örnekler dikkate alındığında, kemikten üretilmiş Gordion örneğinin işlev ve içerdiği konusuyla göçebe sanatı özelliği taşıdığı açıkça anlaşılmaktadır. Bununla beraber, onun yerel üretildiğinde yol gösterici bazı ayrıntılar da dikkati çekmektedir. Özellikle kartal figüründe ayrıntıları vurgulamaya yönelik tarama çizgilerin Frig seramiğinde yaygın kullanımı[91], bu konuda önemli bir kanıt oluşturmaktadır ki, bu da eserin göçebe etkili olarak yerel üretildiğini göstermektedir.
Gordion bulgusuyla benzer şekilde yine işlevi tam olarak belirlenemeyen diğer bir kemik örnek de Sardes kazılarında ortaya çıkarılmıştır. Sarmal formlu vahşi hayvan gövdeli bir grifon betimi şeklindeki M.Ö. geç VII. - erken VI.yüzyıla tarihlendirilen[92] aksam (Res.17)[93], konu, biçim ve işlenişiyle göçebe özellikler yansıtmaktadır. Eserin bu özelliği, malzemeleri tunç da olsa, Doğu Kazakistan[94], Arzhan Kurganı[95], Chilikta Kurganı[96], Kırım Akburun Kurgan 5’te[97] ele geçen eserlerle yakın koşutluklar göstermesiyle de kanıtlanabilmektedir. Sonuçta, uzunca bir süre İskit, Sarmat ve Saka sanatında geleneksel yapısıyla varlığını sürdüren bu türdeki betimler dikkate alındığında, Sardes örneğinin de göçebe sanatı kapsamında, bir Anadolu türevi olarak değerlendirilmesi gerektiği kaçınılmaz olarak ortaya çıkmaktadır.
Göçebe toplulukların Anadolu’daki varlıklarını kanıtlayan somut arkeolojik veriler arasında ok uçları, savaş baltaları ve kılıçtan oluşan savaş aletlerini de irdelemek gerekir. İki veya üç kanadı, mahmuzlu ve yuvarlak sap delikli olmak üzere biçimsel zenginlik gösteren tunç ok uçları sayısal çokluk açısından ilk sırayı alırlar. Çavuştepe[98], Maşathöyük[99], İmirler Gömütü[100], Taşova-Ladik’te[101] ortaya çıkarılanların yanısıra, Sivas Müzesi’nde korunan ok uçları[102] bunların en güzel örnekleri arasında yer alırlar. Biçimsel özellikleriyle Anadolu topraklan dışındaki göçebe bulgularıyla benzerlik gösteren bu ok uçlarının kütürel kimlikleri de bu çerçevede belirlenebilmektedir[103]. Köken olarak Kimmer ve İskider’le ilişkili görülen bu türdeki savaş aletlerinin, daha sonra, uzun bir süre farklı coğrafyalarda değişik kültürlerce kullanıldığı bilinmektedir[104]. Anadolu’da da benzeri şekilde farklı coğrafi alanlarda yaygın kullanım görmüş[105] olan bu türdeki ok uçlarının tamamını göçebelerle açıklamak beraberinde bazı olumsuzlukları da gündeme getirmektedir.
Savaş baltalarının kültürel kimliği, ok uçlarından farklı olarak, daha açık bir şekilde belirlenebilmektedir. İmirler (Res. 18)[106], Muş (Res. 20)[107] ve İstanbul Müzesi örnekleri (Res. 19)[108] bunların en iyi temsilcileri durumundadırlar. İmirler baltası tunç kovan saph olup, namlusunda gagası halka şeklini almış olan bir kuş betimi yer alır (Res.18). Buluntu yeri bilinmeyen İstanbul Müzesi örneği de (Res.19) biçim ve donanımıyla İmirler baltasıyla koşutluk göstermektedir. Ayrıca kovanın ağız kenarı alunda ahşap sapın tutturulmasına yönelik perçin delikleriyle beraber kovanlı kabzası da korunmuştur (Res. 21)[109]'. Bu türdeki kabzanın Anadolu’daki bir diğer örneği İmirler Gömütü bulguları arasında karşımıza çıkar ki (Res.22)[110], bu da olasılıkla ahşap sapıyla birlikte aynı görnütte bulunan savaş baltasıyla (Res.18) ilişkilidir. Söz konusu bu Anadolu bulgularına biçimi, namlusu, perçin delikli sap kesimi ve stilize edilmiş olan kuş betimiyle benzerlikler gösteren göçebe sanat örnekleri[111], bunların göçebe kimliklerinin belirlenmesinde önemli çıkış noktaları vermektedirler[112].
Savaş aletleri grubuna ait diğer bir bulgu da yine İmirler Gömütü’nde ele geçmiş bir kılıçtır (Res.23)[113]. Paslanmış olması nedeniyle ayrıntıları pek belirgin olmamakla beraber, kabzanın düz sonladığı, altının ise kelebek şeklinde biçimlendirildiği belirlenebilmektedir. Benzeri türdeki kılıçların İskit ve Sarmatlar’da uzunca bir süre kullanıldığı bilinmektedir[114]. Bu belirlem ve gömütte göçebe kimlikleri belirlenebilen diğer bulgularla birlikte ortaya çıkarılması, kılıcın da bir göçebe bırakımı olduğunu doğrulamaktadır.
M.Ö. 8.yüzyıl başlarından itibaren yazılı kaynaklarda Anadolu’daki varlıkları dile getirilen Kimmer ve İskit gibi göçebe toplulukların izleri, arkeolojik kazılarla da saptanabilmektedir. Daha çok Anadolu’nun bazı kentlerinde yaptıkları yıkımlarla ortaya çıkan söz konusu toplulukların bırakımları arasında, az sayıda da olsa göçebe özelliklere sahip eserlerin önemi yadsı namayacak düzeydedir. Kazı bulgusu ya da değişik yollarla ele geçmiş ve bu çalışmaya konu edilmiş eserlerin sergiledikleri stilistik özellikler ve koşutlarıyla yapılan karşılaştırmalar, bunların göçebe kültürel kimliklerini ortaya koyduğu gibi Kimmer ve İskit gibi toplulukların Anadolu’daki varlıklarını da kanıtlamaktadırlar. Bunlar etkisinde yerel üretilmiş örneklerin de olması, göçebelerin aynı zamanda Anadolu sanatına da kısmen katkıda bulunduklarını düşündürmektedir. Genel anlamda göçebe sanat unsurları olarak değerlendirilen bu bulguların hangi topluluğa ait olduğu konusundaki sorunlar henüz bir kesinliğe ulaştırılamamış olmakla birlikte, İskit sanatı ve kültürünün özelliklerini yansıtanlar tanımlanabilmektedir. Buna karşın özgün Kimmer yapıtlarını tanımlama konusundaki bilinmezler güncelliğini hâlâ korumaktadır. Ancak, İskit ve Kimmerler’in aynı kültür dünyasına ait oldukları ve siyasi açıdan aynı coğrafi alana yayıldıkları[115] dikkate alındığında tarihlerinde olduğu gibi sanatlarında da bir özdeşliğin olduğu düşünülebilir.
Sonuçta uzun bir gelişim süreci[116] geçiren Avrasya göçebelerinin yaratısı durumundaki sanat ve bu kapsamdaki hayvan stili[117] M.Ö. VII. yüzyıldan sonra özgün şeklini alarak; başta İskit[118] olmak üzere Sarmat[119], Saka[120] ve diğer göçebe kültürlerde[121] bazı farklılıklarla uygulandığı gibi göç, savaş ve diğer etkenlerle geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. Bu sanat akımından özellikle İskit ve Kimmerler'le belirlenebilen ilişkilerinden dolayı Anadolu’da payını almış ve bundan etkilenmiştir ki, Bunu gerek yazılı kaynaklar gerekse arkeolojik veriler doğrulamaktadır.
KISALTMALAR
AJA | American Journal of Archaeology | ||
AMI | Archäologische Mitteilungen aus Iran | ||
An .Ar. | Anadolu Araştrmaları | ||
Barnet-Watson 1952 | R.D.Barnett-W.Watson,“Rnssian Excavatİon in Armenia”, Iraq XIV/2, (1952), 134147. | ||
BASOR | Bulletin of the American Schools of Oriental Research | ||
Boardman 1964 | J.Boardman, The Greeks Overseas, Londra, 1964 | ||
Bokovenko 1996 | N.I. Bokovenko, “Asian Influence on European Scythia”, Ancient Civilizatİons from Scythia to Siberia, 3/1, (1996), 97-119 | ||
Borovka 1928 | G.Borovka, Scythian Art, Londra, 1928. | ||
CAH | Cambridge Ancient History | ||
Carter 1957 | D.Carter, The Symbol of the Beast, Newyork, 1957. | ||
Çilingiroglu 1994 | A. Çilingiroglu, Urartu Tarihi, İzmir, 1994. | ||
Cogan-Tadmor 1977 | M.Cogan- H.Tadmor, “Gyges and Ashurbanipal, A Study in Literary Transmissİon”, Orientalia 46, (1977), 65-85. | ||
De Vries | K.De Vries, “Greeks and Phrygians in the Early Iron Age”, From Athens to Gordİon. The Papers of Memorial Symposium for R.S.Young, Phialdelphia, (1980), 33-48. | ||
Erzen 1978 | A.Erzen, Qavu$tepe I, Ankara, 1978. | ||
FLS | From the Lands of the Scythian, Ancient Treasures from the Museum of USSR, 3000 B.c -1000 B.C, Newyork, 1975. | ||
Galanina 1985 | L.K.Galanina, “Friihskkythissche zanmzeng- Gamitnren”, AMI 18, (1985), 87-119. | ||
Greenewalt 1987 | C.H.Greenewalt, “The Sardis Campaign of 1984”, BASOR 125, (1987), 13-54. | ||
Greenewalt 1990 | C.H.Greenewalt, “Sardes Campaign of 1986", BASOR 26 (Sup.), (1990). 173177. | ||
Hauptmann 1972 | H.Hauptmann, “Noruntepe Kazilart 1970", Keban Projesi 1970 Çalışmaları,1972, 89 vdd. | ||
Hauptmann 1983 | H.Hauptmann. “Neue Funde eurasischer Steppennomaden in Kleinasien”, Fetschrift Fiil Kurt Bittel, (1983), 251-270. | ||
Jacopsen 1996 | E.Jacopsen, The Art of the Scythians. The In terpenetratİon of Cultures at the Edge of Hellenic World, Leiden, 1996. | ||
Jetmarr 1964 | KJetmatr, Art of the Steppes, Newyork, 1964. | ||
JNES | Journal ofthe Near Eastern Studies. | ||
Kaletsch 1958 | H.Kaletsch, “Zur Lydischen Clironologie”, Hi o a VII, (1958), 147. | ||
Kossack 1995 | G.Kossack, “Gecliichte und Aufgaben der archo- ologischen arforschung Mittelasiens ander Schwelle zur erahen Eisenzet”, Eurasia Antiqua I. (1995), 232-246 | ||
KST | Kazı Sonuçları Toplantısı. | ||
LAR | D.D.Luckenbul, Ancient Records of Assyria and Babylonia I-II, Newyork, 1968. | ||
Mellink 1964 | M.Mellink, “Postcript on Nomadic Art”, Dark Ages and Nomads c.1000 B.C. (1964), (Ed. M.Mellink). | ||
Mellink 1991 | M.Mellink, “The Native Kingdoms of Anatolia”, CAH III/2, (1991), 619-666. | ||
Melyukova 1995 | A.I.Melyuko١’a, “Scythians of Southeastern Europe”, NESIA, 1995, 27-63. | ||
Meriçboyu 1997 | Y.A.Meriçboyu, “At Koşumlarında Kayış Dağıtıcıları”, Arkeoloji ve Sanat Dergisi, 19/76, (1997), 2-9. | ||
Mitten 1968 | D.G.Mitten, “Excavation at Sardis 1968”, TAD XVII/1, (1968), 111-124. | ||
MüIler-Karpe 1995 | V.Müller Karpe, “Atlı Göçebelerden Kalma Anadolu’daki Kovanlı Savaş Kazmaları”, M.Akyurt-B.Devam Anı Kitabı, İstanbul. (1995), 233-34. | ||
NESIA | Nomads of the Eurasian Steppes in the Early Iron Age, Berkeley, 1995, (Ed.J.D. Kimball - V.A Bashilov- L.T.Yablonsky) | ||
Olkliovsky 1995 | VSOlkhovsky, “Scythian Culture in tlie Ci-imea”, NESIA, 1995, 6382. | ||
Özkaya 1995 | VOzkaya, İ.ö.Erken Birinci Binde Frig Boyah Seramiği,Erzurum, 1995. | ||
Petrenko 1995 | V.G.Petrenko, “Nomads of tlie Eurasian Steppes in tlie Early Iron Age”, NESIA, 1995, 5-27. | ||
Phillips 1965 | E.D.Phillips, The Royal Hordes,Londra, 1965. | ||
Piotrovski 1987 | B.B.Piotrovski, Scythian Art, Leningrad, 1987. | ||
Potratz 1963 | J.A.H. Potratz, Die Sky then in Südrussland, Vei-lag, 1963. | ||
Rolle 1977 | R.Rolle, “Urartu und Reiternomaden”, Saeculum XXVIII-3, (1977), 291-339. | ||
Rostovtzeff 1969 | M.Rostovtzeff, Iranian and Greeks in South Russia, Oxford, 1969. | ||
Skutlioi Thesauroi | Skuthikoi Thesauroi, Ethniko Arkhaiologiko Mouseio,Atına, 1981. | ||
Smirnov 1966 TAD | A.P.Smirnov, Die Skythen,Moskova, 1966. Türk Arkeoloji Dergisi | ||
Tansug 1949 | KTansug, “Kimmerler'in Anadolu'ya Girişleri ve M.Ö.VII. yüzyılda Asur Devletinin Anadou ile Münasebetleri”, ٥,’/ Tarih ve Coğrafya Fak.Der. VII/14, (1949), 535-550. | ||
Tarlian 1976 | T.Tarhan, “Eskağ'da Kimmerler Problemi", VU.Tiirk Tarih Kongresi, (1976), 355369. | ||
Tarhan 1984 | T.Tarhan “Eski Anadolu Tarihinde Kimmerler",I.Araştırma Sonuçları Toplantısı, (1984), 104- | ||
UKN | G.A.MelikishV'ili, Urartskie Klinoobraznye Nadpisi, Moskova, 1960. | ||
Ünal 1982 | V.Ünal, “Zwei Graber eurasischer Reiternomaden im Nordlischen Zentrakanatolien”, Beitrage zur Allgemenien und Vergleichen Archaeologi 4, (1982), 65-82. | ||
Waldbaum 1983 | N.B.C. Waldbaum, Metalwork from Sardis, Finds Through 1974, Cambridge, 1983. | ||
Yablonsky 1995 | L.T.Yablonsky, “The Material Culture of the Saka and Historical Reconstructİon”, NESIA 1995, 201-235. |