ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Levent Kayapınar

Anahtar Kelimeler: Yunan, İzmir, Atina, Anadolu, Rum, Ortodoks, Helen

SIA ANAGNOSTOPOULOU, Mi a Aota 19 0Ç aı-1919 Ol EU٣|vop0o8oÇeç K0iv0TT٦Teç ano TO MıÂA£T ٧سالرسم 0اً٠ OTO EM.T١viK0 Eövoç, Elliiika Grammata, Atina 1997, 730 sayfa, ISBN 960-344-420-0 (Anadolu, I9.yy.-I919. Rum Ortodoks Toplulukları, Rum Milletinden Helen Ulusuna)

Sia Anagnostopoulou'nun kaleme aldığı bu e selde oldukça kapsamlı bit şekilde XIX. yüz- yıl ile XX. yüzyıl başlarına kadar yani Yunanlıların 15 Mayrs I919'da İzmir'i işgallerine kadar ge- çen süreçte, ağırlıklı olarak Artadolu Rıtmlarnnn ekonomik, sosyal ve demografik yapısı incele- iliyor.

Eser, kısaltmalar, giriş, iki bolüm, resmi yazışmalar İçeren ek, tablolar, kaynaklar ve in- deksten oluşuyor.

Çalışmanın 11 ile 47 sayfalarım oluşturan giriş krsmında 1922'detr geriye doğru gidilerek 1919 ile 1922 yıllan arasındaki olaylar irdeleniyor ve bu ytllar arasındaki olayların Türk ve Yunan uluslarının tarihinde nasıl yer aldığına dair yazarın düşünceleri aktarılıyor. Yazara gore 1922 yılı, Yunanhlariçin "Anadolu felaketine" Türkler İçin ise "Bağımsızlığa, ulusal bağımsızlığa" damga- sim vuruyor (sayfa 12). Rakip her iki ulus İçin a yur tarihi olaym farklr algılanışı soz konusu. 1922 yılı Anadolu Rumları ve Yunan Devleti İçin onlan oradan çekip kurtaracak hiçbir gücün olma- dıgı derin bir kuyuya düştükleri ani anımsatırken Türkler İçin ayni tarih bugün ulusal toprakla- rin arınması anlamına geliyor. 1922 hem Yunan hem de Türk tarihinde bir dünüm noktastdır. Ulusal karşıtlığın yasallaşmasında bir merhaledir. 19191922 savaşı bu nedenden dolayı bir taraf İçin "kaybolan '"atan" ile biterken diğer taraf İçin "vatamn bağımsızlığı" ile sonuçlanıyor, o halde Anadolu her iki ulus tarihinde Türkler İçirt kurtulan Yunanltlar ve Anadolu'da yaşayan Rumlar İçin kaybolan, yitirilen bir ulttsal toprak olarak goriilüyor. Bundart sonra 1922 ytlt Yunan ulusal bilincinde felaketi, Türklerin şuurunda ise ulusal bağımstzhğı çağruracakur.(sayfa 13).

Yazarın, kanaatine gore Yunan edebiyatında, türkülerde, Anadolu göçmenlerinin anlan- mıııda. hauralann izini taşıyan her şeyde bir çelişki sar. Bir yanda "barbar Türk’ün" görüntüsü ve onun hemen yantnda "kardeş ve arkadaş Türk’ün” İmajı birlikte varlığını sürdürüyor. Türklerin bilincinde de Yunanlının görüntüsü İçin ayni şeyler geçeridir. Halkların kendileri birbirlerine düşman değildi. Düşman olan devletler ve Bati idi. Balkan Yarımadası ve Anadolu'nun oluşturduğu coğrafyada oturan bizler küçük ulus ve devletlere bölünmüş durum- dayrz. Aramızdaki anlaşmazlıklardan dolayı savaşıyoruz ve böylece büyük güçlerin İştahım far- lunda olmadan kabartıyoruz. Y’azann bu son saptaması Yunanlı politikacı ionas Dragoumis’e ait. Halklar barış İçinde yaşantılarım sürdürürken yabancı unsurlar onların kaderini belirliyor, (sayfa 13)

Yazar 19191922 yıllarını araştırmasının kapsamı dışında bırakıyor ve sadece o yıllara giden süreci inceliyor. XIX. ve XX. yüzyıl başlarında Anadolu'daki Rum Ortodoks topluluklarının ya- şantısı oldukça zengin bir bibliyografyanın konusunu teşkil etmiştir. Fakat bu çalışmalarda bu toplulukların ekonomik ve kültürel gelişimine dönük ve bunların gelişimini belirleyen yer, za- man ve politik sistem göz ardı edilmektedir, (sayfa 15) Girişin son kısmında Balkan Salaşlan ve 1. Dünya Savaşı ile OsmanlI Devleti'nin gayr-؛ müshillerin yoğun olarak yaşadıklar topraklan kaybetmesi ile devleti "Osmanh" olmaya zorlayan önemli bir nedenin ortadan kalktığı görüşü dile getiriliyor.

Yazarın ele alacağı konuya ilişkin kişisel yaklaşımların da yer aldığı girişten sonra "Rum Toplulukların Fiziki ve Beşeri Coğrafyası" başlığını taşıyan birinci bölüm çalışmanın 49-239 sayfalarını oluşturuyor ve dört alt başlığa tasnif ediliyor. Birinci bölümün ilk alt başlığında ise Rum Ortodoks cemaatinin yaşadığı fiziki coğrafya tanıtılıyor.(51-96 sayfalar) Burada, İç Anadolu, Ege, Karadeniz ve Akdeniz bölgelerin iklimi ve fiziki yapısı anlatıldıktan sonra su kaynaklarının dağılımı, ulaşım olanakları, demiryolu ve kara yolu, yol güzergahları üzerindeki yerleşim birimleri hakkında bilgi veriliyor. İzleyen ikinci alt başlıkta ise Rum topluluklarının beşeri coğrafyası anlatılıyor. (97-134) Burada Anadolu'da yaşayan tüm dinlere mensup insanların nüfus dağılımı veriliyor. Ortaya çıkan tabloya göre XIV. ve XV. yüzyıllarda Anadolu'daki nüfus yoğun değildir. Hatta ıssız denecek kadar azdır. Durum XVI. ve XVII. yüzyılda da değişmiyor. Bunun nedenlerinden en önemlisi yazara göre Osmanh sultanlarının Balkanları, Rumeli'yi ve İstanbul'u Türk nüfus açısından yoğun kılma çabalarında yaüyor. Yine yazara göre 1603 ile 1749 yıllar arasındaki İslamlaşürma siyaseti de Hıristiyan nüfusun Anadolu'dan göç etmesinde etkili olmuştur.

Birinci bölümün üçüncü alt başlığı "Rum Ortodoks Topluluklarının Yaşadıkları Bölgelerin Saptanması" adını taşıyor. (Sayfa 135-176) Burada Batı Anadolu kıyılarında Rumların yoğun olarak yaşadıkları Aydın ١٦layeti , Misya, Bitinya bölgeleri ile İzmir kenti hakkında bilgi aktarılıyor. Daha sonra Orta Anadolu'daki Kapadokya, Likaonya bölgesi ve burada yaşayan Rumlar hakkında bilgi veriliyor. Dördüncü alt başlık "Rum Ortodoks Topluluklarının Demografik Gelişimi" başlığını taşıyor.(sayfa 189-239) Burada öncelikle Anadolu'nun kıyı şeridindeki Rum toplulukları ele alınıyor ve buralardaki nüfusun bölgeye geldiği yer, geliş zamanı ve nedenleri ele alınıyor. Bu alt başlıktaki saptamalar oldukça ilginçtir. Bunları şöyle sıralayabiliriz:

XIX. yüzyıl başlarında demografik değişimlere rağmen Anadolu hala ıssız bir ülke görünümünde. Balkan topraklarının kaybedilmesinden sonra Osmanh Hükümeti, dikkatini Anadolu'ya yöneltiyor. Sultan II. Abdülhamid, N’atansız kalan Müslümanları, Anadolu topraklarına iskan ediyor. Tüm XIX. yüzyıl boyunca alınan önlemler sayesinde 1917 yılına gelindiğinde Anadolu'nun genel nüfusu iki kat artıyor. 1919-1922 yılları arasında meydana gelecek olayları anlamak için "bu nüfus hareketlerini izlemek yeterlidir. Gayr-i müslimlerle, Müslümanlara aynı hakkı tanıyan 1839, 1856 fermanları ile Baü Anadolu kıyılarına yoğun bir Hıristiyan göçü başlıyor. Sayıları tam olarak hesaplanamayan bu Yunanlılar, Ege Adaları, Trakya, Tesalya, Mora ve Girit, hatta lon Denizi Adalarından gelmektedirler. Hıristiyan nüfusun artışı çok fazladır. Şöyle ki: XVII. yüzyıl sonlarına kadar Anadolu'da oldukça düşük olan Rum nüfusu o kadar artıyor ki, Krumbacher, Ban Anadolu kıyılarının ve adaların "tekrar Yunanlılaşmasından" bahsediyor.

Batı Anadolu kıyılarının gelişiminde 1783-84 tarihlerinde Kırım’dan ko١٦ılarak göçmen olarak gelen Tatarların ve daha sonra Dobruca ve Bulgaristan'ın kaybedilmesi ile gelen Türklerin beraberinde getirdikleri tarım aletlerinin üretime önemli katkı sağladığını vurguluyor. Ayrıca araştırmacıların Batı Anadolu kıyılarının gelişiminde Hıristiyanların rolüne işaret ederlerken, Müslüman göçmenlerin önemli katkılarını görmezlikten gelmelerini yazar tuhaf karşılıyor. Oysa yazara göre bu göçmen Türkler, ilk Türk orta sınıfını oluşturacaklar ve bunların içinden Türk milliyetçiliğinin önemli şahsiyetleri de çıkacaktır. Bu Türk nüfus oldukça gelişmiş olan Rusya ve Balkanlardan gelmesi nedeni ile o zamana kadar Anadolu'da bilinmeyen üretim teknikleri kullanacaklardır. Bazıları soylu ailelerden olup, kültürlü olan bu insanlar gelişmiş etnik bilinçleri ile Türk kültürünün ve Türk milliyetçiliğinin oluşumunda öncü olacaklardır.

Yazara göre XIX. yüzyıl boyunca Ban Anadolu kıyılarında ciddi nüfus sirkülasyonu görülüyor. Anadolu'ya Türkler dışında gelenler içinde en büyük sayıyı Yunanistan'ın her tarafından gelen Rumlar oluşturuyor. Bunlar özellikle XIX. yüzyılın ikinci yarısından sonra demiryolunu izleyerek Anadolu içlerine kadar uzanacaklardır. Bu sirkülasyon bölgenin nüfus yapısında çok ciddi değişmelere neden oluyor. Çok ilginçtir Sarayköy'ün demiryolu hattına bağlandığı 1882-83 yılında burada sadece bir Rum sayılırken bu sayı birkaç yıl sonra 1894'de eğer seyyahların değerlendirmeleri doğru ise 450'ye çıkıyor, (sayfa 191) Bu artıştaki en önemli etken ise demiryolunun geçmesi. Böylece İzmir-Konya arasındaki yoğun Müslüman yerleşime sahip köyler yüzyılın sonunda çoğunlukla Rumlar tarafından iskan edilir hale geliyorlar. Ege kıyı şeridini hariç tutarsak Anadolu'da Yunanca konuşanların varlıkları XVIII. yüzyıllın çok ötesine gitmiyor. Kesin olarak belirliyemesek de kabul etmemiz gerekir ki Ege'nin iç bölgelerde Yunancanın konuşuluyor olması yeni bir yerleşim olduğunu göstermektedir. Örneğin, 1779 yılında Mora'dan gelen Türk toprak sahibinin beraberinde getirdiği işçilerinin ve kölelerinin oluşturduğu Çavıışoğlu köyü sakinleri Anadolu'da Yunanca konuşuyorlardı, (sayfa 196)

Atina'da bulunan Anadolu Araştırmaları Merkezi Arşivi'ne dayanılarak XVI. ve XVII. yüzyıl başlarında Yunanistan'dan Anadolu'ya Ortodoksların getirildiğinden söz ediliyor. (Sayfa 197) Manisa'nın köyleri bir yüzyıl öncesine kadar Türk yurdu iken, XVIII. yüzyılda Ortodoks çiftçilerle doluyor. XVIII. ile XIX. yüzyıl başlarında İzmir yakınında pek çok köy Mora'dan getirilmiş olan Ortodokslarla doludur. Yazar bu bilgileri verirken diğer araştırmaların yanı sıra J. Fr Michaud ve J. J. Fr. Poujoulat'ın Correspondance d'Orient, 1830-1831, c. VIII, Paris 1833-35 ve .1, s. 268 ve devamına dayanıyor (sayfa 243, dipnot 44).

Kitabın 265 ile 553'üncü sayfalarını kapsayan ikinci bölümü "Rum Topluluklarının Etnik ve Siyasi Ortamı" başlığını taşıyor. İkinci bölümün birinci alt başlığı 265 ile 374'üncü sayfalar arasını oluşturuyor ve " XIX. ve XX. yüzyıl Başlarında Osmanlı Siyasi Sistemi ve Rum Milletinin Bu Sistem İçindeki Yeri" adını taşıyor. Burada Tanzimat hareketi ve millet kavramının oluşumundan bahsediliyor. Bu alt başlıkta Tanzimat fermanı ile patrikhaneye Ortodokslar nezdinde tanınan imtiyazlar ve olanaklar anlatılıyor. İzleyen sayfalarda İzmir, Aydın vs. yerlerdeki Rum topluluklarını yaşanası II. Abdülhamid'iıı izlediği siyasetin Rum ve Yunanlılar için yarattığı sorunlara değiniliyor. Burada Tanzimat fermanı ile yapılan reformlar ve ortaya çıkan Rum milleti kavramından bahsediliyor. Tanzimat fermanından sonra Anadolu'da yaşayan Rumlar arasında bir orta şehirli sınıfının ortaya çıkışı ele alınıyor (sayfa 307 ve devamı). Osmanlı Devletinin tabiiyetinde olan Anadolulu tacir Rumlar kapitülasyonların yabancılara sağladığı vergi muafiyetinden yararlanmak için Yunan Devleti tabiiyetine geçmek istemelerinin Osmanlı Devleti ile Yunan Devleti arasında yaratüğı gerginlik ele alınmaktadır.(sayfa 309 ve devamı). İkinci bölümün ikinci alt başlığı "Diğer Etnik Güç: Yunan Devleti, Rum Milletinin Ulusal Bütünlüğe Katılma Tertibatları 19. yüzyıl 1908'adını taşıyor.(Sayfa 419-445) Burada o zamana kadar Rumların hamisi olan patrikhaneye ek olarak Yunan Devleti'nin de Anadolu’daki Rumlar üzerinde nüfuz kullanmaya çalışmasından söz ediliyor.

İkinci bölümün üçüncü alt başlığı "Jön Türk Hareketi ve Yeni Osmanh Yetki Çerçevesi: 1908-1914" adını taşıyor (Sayfa 453-504). Burada Jön Türk hareketinden bahsediliyor ve millet toplumundan siyasi-etnik topluluklara dönüşüm ele alınıyor. Rum milletinin bu yeni siyasi ortamdaki yeri ve buna karşı oluşan tepkiler anlatılıyor. Meşrutiyete kitleler iyimserlikle yaklaşırken Fener Rum Patrikhanesi, anayasal rejimde mevcut yetkilerini artık kullanamayacağının bilincine varıyor ve bu yüzden hürriyetin ilanına ihtiyatlı yaklaşıyor. Millet sisteminin ilgası ile imtiyazlarda iptal ediliyor. Patriğin daha önceki rejimde sahip olduğu Rum milletinin lider rolü yeni siyasal rejimde yer almıyor.(Sayfa 462). Patriğe. Fatih Sultan Mehmet tarafından verilmiş olan imtiyazlardan özellikle eğitim alamndakiler kaldırılıyor. Sayfa 500 ve onu izleyen sayfalarda 1912’İ seçimlerinde Rum adaylanmn seçiminde Yuıran diplomatik temsilcilerinin rolü gozler önüne seriliyor. Dördüncü alt başlık "OsmanlI imparatorluğu Paramparça: 1913-1918" (Sayfa 521-544) Bu donem yazara gore Yunan Devleti İçin ulusal bütünleşme ve megali İdea'nın gerçek- !eşmesine denk düşüyor. Balkan Savaşları var olan derrgeleri bir daha düzeltilemeyecek şekilde bozmuştur. Balkanlardan gelen göçmenler geleceğe dönük bir kaygr ile birlikte vatanlanndan edilmelerine yol açan Htristiyanlara karşı da bir nefret besliyorlar. Devlet İçin ve onun kurtuluşu İçin tek çare devletin ve toplumun coğrafyasının artık Türkleştirilmesidir. izleyen sayfalarda Jon Türklerin 'Türk" politikasına değiniliyor. Balkan topraklarının kaybı OsmanlI imparatorluğu İçin bir dönüm noktasıdır ve OsmanlI idaresi artık ideolojik açıdan radikalleşmektedir. 23 Ocak 1913'dejon Türk askeri liderleri Enver Paşa'nın liderliğinde yenilgiyi vesile ederek Babı Ali baskım ile ittihat ve Terakki'yi sınırsız güçle tek makam olarak hakim kılıyorlar. Bu donemde süren Türkçülük ve Osmancılık tartışmalarına ilişkin bilgileri Ziya GOkalp ve Yusuf Akçura gibi Türk yazarlarının eserlerinden aktarıyor.

Kitabin ikinci bölümünün son sayfalarında yazar Yunan Devleti'ııiıı Anadolu’daki soydaşla- mu bağımsızlığa kavuşturma siyaseti izlediğinin ve bunun geregini yerine getirmek İçin çaba sarf ettiğinin altını çiziyor. Boylece Yunan Devleti, Anadolu Rumlarının tek hamisi durumuna gel- miştir. Bu çerçevede Venizelos'un öncülüğünde megali İdea'nın sembolleri gerçek siyaset arena- Sina taşınmıştı ve ilk defa siyasi açıdan "mümkün olan ile" "milli açıdan arzulanan" arasındaki engeller kaldırılmıştı, ilk defa Yunan Devleti'ııiıı kuruluşundan beri İç ve dış gerçeklerle ilgili ulusal beklentiler örtüşüyordu. Artık mermere dönüşen imparator (Marmaromenos vasilias) ve Türklerin anayurtlarına yani Kızıl Elma (Kokini mi!ia)'ya gönderilecekleri yolundaki etnik mit soyut bir kavramlarının unsurları değildi. Bu arada büyük güçlerde imparatorluğun dağılması yolundaki amaçlarım gizlemiyorlardı. Bu da doğal olarak Yunanistan'ı cesaretlendirmişti. Yunan Devleti izlediği Anadolu Rumlanm kurtarma siyasetinde İstanbul ile diaspora Rumlarının ileri gelen tacirlerinin desteğine sahip idi. (sayfa 534). Yazar son söz yerine geçen ikinci bölümün son paragrafında halkların pasif kalmalan sonucunda bir dönemden diğerine geçildiğini ve bazı insanların küçük dünyalarındaki gerçeklerin ulusal bir gerçekliğe dönüştüğünü ve halka ait ol- duğuııu yani faturanın onlara kesildiğini belirtiyor. Çünkü barış içindeki yaşam ile ulusal düzey- deki çatışma arasındaki zıtlık ancak bu şekilde açıklanabilir. Barış İçinde yaşayan farklı din ve etnik özelliklere sahip insanlar ulusal düzeydeki çekişmenin kurbam olmuşlar ve çok kısa bir süre İçinde roller değişmiş ve altından kalkamayacakları sorumluluklar onların sırtına yüklenmiş ve hayallerinin gerçekleşebileceğine dair inandırılmaları ile kendi sonlarının da hazırlandığının farkında bile olmamışlardır. Yazar araştırmasını Dido Sotiriou'nun "Benden Selam Söyle Anadolu'ya" romamn son sözü ile bitiriyor. "Neden öyle vahşice bakıyorsun Kör Mehmet'in eşkı- yası ? Seni ben öldürdüm ve bunun İçin ağlıyorum. Düşün bir kere sen de benden neler götür- dün ! Kardeşler, arkadaşlar, yurtseverler, amele taburları ve kaybolan bir nesil. Bu kadar acı, bu kadar felaket ve buna rağmen benim hafızam eski günlere dönmek istiyor."

Kitabin ekler bölümünde (sayfa 5.5.5Ö09) ise Yunan Devleti ile Feırer Rum Patrikhairesi ilişkilerini yansıtan yazışmalar orijinal belgeleri ile veriliyor. Aynca diger belgelerin yani SI ra sayfa 605'te 22 Nisan 1916 tarihli ve Yunan Hariciye Vekaleti mahreçli bir yazı, yazarın ilave ettiği "Yunan Devleti'nin Anadolu'ya Açık Müdahalesi" başlığı ile okuyucunun ilgisine sunulmuş. Son olarak 611-697'inci sayfalar arasındaki tablolarda Anadolu'nun değişik bölgelerindeki nüfus oranlan Türk, Rum ve diğerleri başlıkları ile veriliyor. Aynca bu nüfusların konuştukları dilin yani Sira geldikleri yer hakkında da bilgi veriliyor. Eseri 705 ile 724'ÜIICÜ sayfalan arasında tei'im- ler ve kişi adlan indeksi yer alıyor. Eser 725-730'uncu sayfalar arasında yer alan içindekiler kısmı ile sona eriyor.

Buraya kadar yazdıklarımız yazarın saptamalarıdır. Eser hakkında tespitlerimizi kısaca aktarmak gerekirse, Ömer Lütfü Barkan, Cengiz Orhonlu, Halil İnalcık, Kemal Karpat, İlber Ortaylı gibi tanınmış Türk bilim adamlarının eserlerini de kullanmış olan Sia Anagnostopoulou Kurtuluş Savaşı öncesi Anadolu’yu, burada yaşayan Rumları objektif kriterlerle incelemeye çalışmıştır. Özellikle Ege kıyı şeridi dışındaki Anadolu’daki Grekofon Ortodoksların varlığının XVIII. yüzyılın gerisine gitmediği saptaması son derece ilginçtir. Kurtuluş Sa١"aşı öncesi OsmanlI Devletinin Anadolu topraklarında Müslümanlarla birlikte barış içinde yaşayan Rum Topluluklarının Yunan Devleti ve Batının emperyalist emellerine nasıl alet edildiği ve bunun bedelini halkların ağır bir şekilde ödemek zorunda kaldığını ١٦ırgulayan Yunan dilinde yazılmış bu eser konuya ilgi duyan araştırmacıların dikkatini çekmektedir.

LEVENT KAYAPINAR