IRENE MELIKOFF, Hadji Bektach: Un Mythe & ses Avatars, Genèse & Evolution du Soufisme Populaire en Turquie(Hacı Bektaş: Bir Efsane ve Görüntüleri, Türkiye'de Halk Sufîliğinin Doğuşu ve Gelişmesi), Islamic History and Civilisation: 20, Brill, Leiden-Boston-Köln 1998, XXVI+317.
Alevilik ve Bektaşîlik tartışmaları yaklaşık 1985'lerden itibaren ve özellikle de içinde yaşamakta olduğumuz 1990'lı yıllarda hızlı bir şekilde Türkiye'nin gündemine girdi. Türkiye tarihinde mühim bir dönüm noktasını simgeleyen bu vâkıa, yaklaşık on yıldır tartışılmakta ve üzerinde pek çok yayın yapılmaktadır. Bu vakıa Türkiye dışında da, münhasıran Fransa, Almanya ve Hollanda gibi, Alevî-Bektaşî kökenli Türk işçilerinin ağırlıklı olarak yaşadığı Batı Avrupa ülkelerinde de çok tabii bir yansıma buldu. Bunun sonucu, Türkiye'de Alevî-Bektaşî kökenli yazarlar tarafından yoğun bir tempo ile sürdürülen çoğu ideolojik ve yüzeysel yayın furyasına karşılık, sözü edilen ülkelerde bilhassa akademik çenelerin bu konuya yöneldiği ve genç araştırmacıların Türkiye'ye akın ettiği görüldü. 1990'h yılların başından beri Türkiye’de çok sayıda Amerikan, Fransız, Alman, Hollandalı ve kısmen İngiliz kökenli sosyoloji veya antropoloji eğitimi almış genç araştırmacılar Alevîlik ve Bektaşîlik üzerine çalışmakta ve yayın yapmaktadırlar.
Profesör Mélikoffun burada tanıtmaya çalışacağımız yeni kitabı ise, bu yayınlardan çok farklı bir nitelik arzetmektedir. Bu farklılık bir bakıma yazarının uzun bir geçmişe dayalı parlak bilimsel kimliğinden ileri geliyorsa, bir bakıma da kitabın yüklü ve vukuflu bilimsel muhtesasından kaynaklanmaktadır.
Bilindiği gibi, Profesör Melikoff kariyerine Türk destan! edebiyatının ana metinleri üzerinde çalışarak başlamış olmakla beraber, yaklaşık bir otuz yıldan beri bütün mesaisini Alevîlik ve Bektaşîliği araştırmaya hasretmiş, bu konuda şimdiye kadar bir çok makale yayımlamış, çeşidi milletlerarası toplantılara bildiriler sunmuş olup, alanının dünya genelinde en başta gelen uzmanıdır. Dolayısıyla bu kitap, kendisinin uzun bir geçmişe dayanan bilgi birikiminin ürünü olarak okuyucuya sunulmakta, böylece daha ilk bakışta sıradan bir araştırma olmadığı izlenimini doğurmaktadır.
Kitap Önsöz ve Girişin dışında, "Efsane" ve "Efsanenin gelişimi" başlıklarını taşıyan iki ana kısım ve bu kısımlar içinde toplam sekiz bölüm ile, bir Sonuç'tan oluşmaktadır. Bölüm başlıkları sırasıyla şu isimleri taşıyor: Birinci Kısım / Birinci Bölüm : "İslâmlaşmış Şamanizm"; İkinci Bölüm:"Küçük Asya'daki Türkmenler"; Üçüncü Bölüm:"Hünkâr Hacı Bektaş-ı Velî; Dördüncü Bölüm:"Bektaşî Senkretizmine Doğru"; İkinci Kısım/Beşinci Bölüm:"Altıncı Bölüm:"İnançlar ve Uygulamalar"; Yedinci Bölüm:"Bektaşî Edebiyatı"; Sekizinci Bölüm:"Yeniden Güncelleşme".
Gerek ana başlığından, gerekse yukarıya sıralanan bölüm başlıklarından da anlaşılacağı gibi, kitap esas olarak Anadolu halk sufîliğini, başka bir ifadeyle halk İslamını Bektaşîlik ve Alevîlik'ten ibaret görmekte ve bunun merkezine Hacı Bektaş-ı Velî'yi oturtmakta, bu yaklaşım sebebiyle de kitabının ana konusu olarak onu söz konusu etmektedir. Bu gerçekten çok isabedi bir yaklaşımdır. Bununla birlikte, burada şunu da kabul etmek gerekir ki, Anadolu halk sufîliğini yahut halk İslamını yalnızca Bektaşîlik ve Alevîliğe indirgemenin tarihsel vakıaya tam tamına uygun düştüğünü söylemek mümkün değildir. Çünkü bir de Sünnî halk sufîliği veya Sünnî halk İslâmî sardır. Alevî-Bektaşî halk İslâmî'nin heterodoks yapısına karşılık, Sünnî halk İslâmî -Bektaşîlik ve Alevîlik'le bazı ortak noktalarının bulunmasına rağmen- temel inanç ve pratikleri itibariyle heterodoks bir İslam değildir.
Kitap çok mantıklı bir silsileye göre gelişiyor: Önce Bektaşîlik ve Alevîliğin inanç temelinde - Birinci Bölüm başlığında isabetle ifade edildiği üzere- İslâmlaşmış Şamanizm'in bulunduğu görüşünden yola çıkılarak -her ne kadar bunun yalnızca şamanist unsurlardan meydana gelmediğini, Budizm ve Maniheizm'in de çok güçlü katkılarına mukabil bunların hakkının kitapta yeterince verilmediğini düşünsekte- bu İslâmlaşmış Şamanizm'in ne anlam taşıdığı ve ne gibi unsurlardan ibaret bulunduğu gayet iyi açıklanmaktadır.
Bu halk sufiliğinin sosyal taban olarak Anadolu Türkmenleri'ne dayandığı gerçeğinden hareketle, İkinci Bölüm’de çok yerinde bir yaklaşımla bu sosyal tabanın dinî-sosyal açıdan derinlemesine bir analizi yapılmaktadır. Bu meyanda özellikle de zihinleri çok karıştıran ve çoğu araştırmacıyı yanlış kanaatlere sevkeden bir problem üzerinde, Türkmenler arasında XIII. yüzyılda Şiiliğin mevcut olup olmadığı üzerinde durularak kanaatimizce çok isabetli bir tutum izlenmiş olmaktadır. Bu konuyu yazar vukufla ele almış ve böyle bir etkinin bu devirde söz konusu olamıyacağı, dolayısıyla Türkmenler arasındaki heterodoks İslam'ın o devirde Şiî tesirleri taşımadığı gerçeğini tarihsel verilere dayanarak açıklığa kavuşturmuştur.
Kitapta bir başka önemli mesele daha ele alınıyor, ki o da Türkiye’de hâlâ tartışmaları süren, Makalât'nı Hacı Bektaş-ı Velîye ait olup olmadığı meselesidir. Bazı Türk aratırmacılarının üzerinde çok spekülasyon yaptıkları Makalat-ı Hacı Bektaş-ı Veli'nin gerçekten onun eseri olup olmadığı meselesi, Hacı Bektaş-ı Velî'ye tahsis edilen Üçüncü Bölüm'de vukufla tartışılmakta ve bu eserin ona ait olamayacağı görüşü savunulmaktadır, ki tamamiyle aynı görüşte olduğumuzu belirtelim.
Bu bölümün bir başka mühim katkısı ise Hacı Bektaş-ı Velî’nin menkabevi ve tarihi şahsiye- tinin çok iyi analiz edilmiş olmasıdır. Bu analizin bundan sonraki araştırmalara çok iyi bir örnek ve temel hareket noktası olması gerektiğini söylemek icap ediyor. Bu bölüm ayrıca şu tarihsel gerçeği de -kitabın adının verdiği mesaja uygun olarak-çok açık bir biçimde ortaya koymaktadır: Alevilik ve Bektaşîlik tarihsel Hacı Bektaş-ı Velî’nin değil, onun ölümüyle birlikte halk hafızasında âdetâ yeniden bambaşka bir hüviyetle doğan menkabevî -yahut efsanevî- Hacı Bektaş-ı Velî’nin eseridir.
Dördüncü Bölüm, Bektaşî senkretizminin, başka bir ifadesiyle, sözü edilen bu menkabevî- efsanevi Hacı Bektaş-ı Velî"nin ve onun etrafında gelişen Bektaşilik ve Alevilik yolununun hangi tarihsel faktörlerin etkisiyle yaratıldığı olgusunun analizine tahsis edilmiştir. Bu analiz, bu senkretizmde Ahilik ve Hurufîlik olmak üzere başlıca iki çevreyi bahis konusu ediyor, ki gerçekten bunların katkısı kitabın bu bölümünü okurken gayet açık ve ikna edici bir biçimde ortaya çıkıyor. Ne var ki kanaatimizce burada asıl bahis konusu edilmesi gereken etkili bir başka çevrenin, Kalenderliğin ihmal edilmiş olduğu görülüyor. Aslında Hurufiliğin Bektaşîlik ve Aleviliğe daha çok bu kanalla girdiği de bugün oldukça iyi biliniyor. Bu konu Ahilik ve Hurufîlik gibi ayrı başlık altında ele alınmış olsaydı daha yararlı olurdu diye düşünüyoruz. (Yazarın bu hususta vaktiyle ileri sürülen bir hipotezi. Hacı Bektaş-ı Velî'ye tahsis ettiği bölümün ilk sayfalarında acele bir değerlendirmeye tabi tutarak "genelleme" diye tavsif edip reddetmek yerine tartışarak test etmesi daha isabetli olacakü. Çünkü o takdirde bu hipotezin sanıldığı gibi bir genelleme olmayıp, Kalenderiye gibi, XI. yüzyıldan başlayarak XIV. yüzyıla kadar bütün bir Ortadoğu popüler sufıli- ğini geniş ölçüde etkileyen, sosyal düzeni protesto eden çok güçlü mistik bir akımın Anadolu'daki tabii gelişiminin tabii sonucu olduğu anlaşılacaktı).
Bizce kitabın başarılı bölümlerinden bir diğeri de, Bektaşîlik ve Alevîliğin nasıl ayrıştığını ele alan Beşinci Bölüm'dür. Burada bu ayrım çok iyi açıklanıp ortaya konmuştur. Bektaşîlik ve Alevîlik’teki inanç ve pratikleri Yezidîler ve Ehl-i Haklar la geniş bir karşılaştırmaya tabi tutarak ele almak suretiyle, yazarın yalnız Alevîlik alanında değil, bu iki mezhep konusunda da geniş bir bilgi birikimine sahip olduğunu çok iyi yansıtan, iyi işlenmiş bir bölüm olarak karşımızda duruyor. Gerçekten uzun yılların sağladığı, yerinde gözleme dayalı bu bilgiler, başka herhangi bir araştırmacının yapamayacağı tahlilleri yapma imkânını yazara bahşetmiştir. Aynı ustalığın, Yedinci Bölüm'ü teşkil eden Bektaşî Edebiyatı ile ilgili kısımda da gösterildiğini rahatlıkla söylemek mümkündür.
Uzun yıllar boyunca Türkiye'de Alevî-Bektaşî zümreleriyle, İran'da Ehl-i Haklar ve Alevîliğe benzer çevrelerle yakın ilişkiler kurmuş, aralarında zaman zaman belirli süreler yaşamış ve yerli araştırmacıların belki de hiçbir zaman sahip olmayacakları "yabancı araştırmacı" kimliğinin sağladığı avantajla alanda rahat gözlemler yapma imkânını bulabilmiş bir uzman sıfatıyla, Alevîlik- Bektaşîliğin yaşayan durumuna ayrılmış Sekizinci Bölüm'de de aynı performansı göstermesi, doğrusu Profesör Melikofftan haklı olarak beklenen bir şeydir. Ama bu bölümü okuduktan sonra, bu bilgi birikimi ve deneyimlerin yeterli ölçüde değerlendirilme imkânına kavusturulmadığını söylemeliyiz. Biz, kitabın belki kendi çerçevesi içinde en önemli ve araştırmacılara yol gösterecek en esaslı bölümlerinden birinin de bu bölüm olması gerektiğini düşünüyoruz. Çünkü yaşayan Alevîliği ve Bektaşîliği ondan daha iyi tanıyan birinin mevcut olmadığını biliyoruz. Öyle sanıyoruz ki, Profesör Melikoffun bu bölümü biraz yüzeysel bırakmasının sebebi, herhalde üzerinde daha fazla işleyecek zamanı bulamayışı ve yayınevinin acele etmesi olmalıdır.
Sonuç olarak bu kitabın, alanın birinci sınıf büyük bir uzmanının elinden çıkan, uzun yıllara dayalı bir bilgi birikiminin meyvesi olarak çok önemli bir kaynak sıfatıyla, bundan böyle bu alanda çalışacakların hiç şüphesiz en kısa zamanda başucu kitabı haline geleceğini söyleyebiliriz.
AHMET YAŞAR OCAK