ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Fatih Gencer

Anahtar Kelimeler: Filistin, Suriye, Kavalalı Mehmet Ali Paşa, İbrahim Paşa

Giriş

19. Yüzyılın ilk yarısında Osmanlı İmparatorluğu’nun en önemli amaçlarından biri eyaletlerini güçlü bir şekilde merkezi yönetime bağlamaktı. Hayatını neredeyse bu gayeye adayan Sultan II. Mahmut saltanatı boyunca birçok ayan, vali ve bey gibi merkezden bağımsız hareket eden unsurları ortadan kaldırmayı başarmıştı. Ancak saltanatının son on yılı boyunca sürekli mücadele ettiği Kavalalı Mehmet Ali Paşa’ya boyun eğdirememişti.

Kavalalı, Mısır Valiliği’ne atandığı andan itibaren konumunu sağlamlaştırmaya çalıştı. Ekonomisini ve ordusunu güçlendirmek için sınırlarını olabildiğince genişletmesi gerektiğini düşünmekteydi. Sudan topraklarına bu amaç için girdi ve aynı gaye ile gözlerini Suriye’ye dikti[1] . Yeterince güçlendiğine karar verdiği anda Akka Valisi Abdullah Paşa ile aralarındaki problemi bahane ederek Akka üzerine yürüyüp burayı ele geçirdi. Ordusu, ilk önce Halep Valisi Mehmet Paşa kumandasındaki Osmanlı kuvvetlerini Humus’ta mağlup etti[2] . Daha sonra Hüseyin Paşa İskenderun yakınlarında bulunan Beylan’ı tutarak Mısır kuvvetlerinin Anadolu’ya girmesine engel olmaya çalıştıysa da eğitimli ve oldukça disiplinli olan Mehmet Ali’nin birlikleri Osmanlı ordusunu dağıtıp Torosları aşmayı başardı[3] . Bunun üzerine alelacele Sadrazam Reşid Mehmet Paşa komutasında bir ordu hazırlanıp İbrahim Paşa’yı karşılamaya gönderildi. Reşit Paşa, Konya önlerinde Mısırlılarla tutuştuğu savaşta yoğun sis nedeniyle İbrahim Paşa’ya esir düştü. Sadrazamın esaret haberinin duyulması Osmanlı ordusunun dağılmasına yetti[4] .

Mısır ordusunun ilerleyişi karşısında çaresiz kalan Sultan Mahmut kendisinin ve devletinin itibarını sarsan iki anlaşmaya imza atmak zorunda kaldı. Mısır tehdidini önlemek için Rus yardımına karşılık 8 Temmuz 1833 tarihinde Hünkâr İskelesi Anlaşması’nı imzalayıp, bir bakıma Rusya’nın etkisi altına girdi. Avrupalı devletlerin araya girmesi sonucunda 5 Mayıs 1833’te Mehmet Ali Paşa ile Kütahya Antlaşması’nı imzalayarak, kendisinden daha güçlü olan valisinin isteklerini kabul etmek zorunda kaldı. Kütahya Antlaşması daha çok bir görevlendirme belgesi gibiydi. Buna göre Mısır ve Suriye Mehmet Ali Paşa’nın yönetim alanına dâhil edilmişti. İbrahim Paşa’ya da Hicaz Valiliği’ne ek olarak Adana Muhassıllığı verilmişti. Bunlar diğer valiler gibi Babıali’ye senelik vergi ödemekle mükelleflerdi[5] .

İbrahim Paşa’nın Yönetiminde Filistin ve Zorunlu Askerlik Sisteminin Uygulanışı

Mehmet Ali Paşa Suriye ve Filistin’i ele geçirdikten sonra buraların yönetimini oğlu İbrahim Paşa’ya bıraktı. Sürekli savaş hali nedeniyle Mısır yönetimi acilen para ve askere ihtiyaç duymaktaydı[6] . Yapılan hesaplamalara göre Suriye ve Filistin’den elde edilecek gelir Mısır hazinesinin üçte biri olan seksen dört milyon franga tekabül etmekteydi[7] . Ancak Suriye ve Filistin’in her tarafı fiilen yörenin önde gelenlerinin idaresi altında olduğundan başlangıçta yeterince vergi tahsilatı yapılamıyordu. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin buralar için talep ettiği senelik altı milyon kuruş verginin vilayetin gelirleri ile karşılanması mümkün değildi. Bu nedenle Mehmet Ali Paşa, oğluna 1834 yılında vergilerin tam olarak tahsil edilmesi ve zorunlu askerlik sisteminin uygulanması talimatını verdi. Bunun yanında güney vilayetleri olarak anılan Filistin bölgesinde ahalinin elindeki silahların toplanması istedi[8] .

İbrahim Paşa yönetiminden önce Suriye’deki tarıma müsait arazilerin önemli bir kısmı yüksek, keyfi vergilendirme ve güvenlik endişeleri nedeniyle ekilememekteydi. İbrahim Paşa bin keselik sermaye ile bölgenin en önemli şehirlerinin her birinde birer sarraflık teşkilatı kurdu. Paşa çiftçiye bu sarraflar aracılığıyla kredi verip tarımı teşvik etmeye çalıştı. Bu sayede 1832 yılı hasadı önceki yıla nazaran %20 oranında arttı. 1833 yılı hasadının artış miktarı da oldukça fazla oldu. Böylece daha önceleri tahıl ithal etmek zorunda kalan Suriye kendi kendine yeter hale geldi. İbrahim Paşa vergilerin düzenli toplanmasına oldukça önem verdi. Eskiden insanların bir kısmı oldukça yüksek oranda vergi öderken, diğer bir kısmı ise devlete herhangi bir ödeme yapmazdı[9] . Yetkililer değişik bahanelerle halktan para ve hediye talep ederlerdi. Yeni yönetim ile söz konusu suiistimaller kesinlikle yasaklandı. Böylece önceki yönetimin hizmetinde olan önde gelenler güçlerini ve sahip oldukları ayrıcalıkları kaybettiler. Mısır yönetiminin bölgedeki yeni uygulamalarından biri de Ferde adı verilen baş vergisinin toplanmasıydı. Bu verginin 15 ile 60 yaş arasındaki tüm erkeklerden[10] 25 kuruş ile 500 kuruş arasında değişen oranlarda alınması planlanmıştı[11]. Ferdeyi sıradan halkla beraber yörenin önde gelenleri de ödemek zorunda kaldıklarından, bu durumu kendilerine yapılan bir hakaret olarak algılamışlardı[12].

Vergiler eşit olarak toplansa da önceki yönetimlere nazaran ödenen meblağ çok daha yüksekti[13]. Günde 7 veya 8 kuruş kazanan bir marangoz bu miktarın 3,5 kuruşunu; demirci, terzi, duvarcı ise kazançlarının 3 kuruşunu hükümete vergi olarak ödemekle yükümlü tutulmuşlardı. Ayrıca bir çift öküz için eskiden 180 kuruş tahsil edilirken, bu miktar İbrahim Paşa yönetiminde 230 kuruşa yükseltilmişti[14].

Acil para ihtiyacı Mısır yönetiminin Suriye ve Filistin’de vergi toplama hususunda baskı kurmasına yol açtı. Vergi toplanması esnasında şehirlerde büyük sıkıntılar yaşanmazken, taşrada özellikle Filistin bölgesinde önemli problemlerle karşılaşılmıştı[15]. Örneğin İbrahim Paşa’nın Beytüllahim’e vergi toplamak için gönderdiği adamları ahaliden tek bir kuruş bile tahsil edememiş hatta Filistinliler tahsildarlara saldırıp yanlarındaki askerlerin bir kısmını öldürmüşlerdi[16].

Suriye ve Filistin bölgesi Mısır yönetiminin denetimine girmeden önce yöredeki çok sayıda köy bedevilerin baskınına maruz kalırdı. Bu nedenle yağmadan kurtulmak isteyen köylüler güvenliklerinin karşılığında bedevilere bir miktar ödeme yapmak zorundaydılar. İbrahim Paşa bedevilere yapılan haksız ödemeyi yasakladı ve köylüleri olabildiğince korumaya çalıştı[17]. Paşanın gayretleri ve aldığı sıkı tedbirler sayesinde bedevilerin tamamına yakını kontrol altına alındı[18]. Bölgedeki en güçlü kabilelerden olan Anezeler İbrahim Paşa’nın baskısı nedeniyle çöle çekilmek zorunda kaldılar[19]. Güvenliğin sağlanmasıyla Suriye ve Filistin bölgesinde daha önce terk edilmiş olan çok sayıda köy yeniden şenlendirildi[20].

İbrahim Paşa’nın yönetiminde her şehirde üyeleri Müslüman ve Hıristiyanlardan oluşan meclisler kuruldu[21]. Bu meclis her gün toplanır, memleket sorunlarını ele alır ve yargı ile ilgili meselelerle meşgul olurdu. Böylece dini hukuku uygulayan mahkemelerin yanı sıra, Hristiyan ve Müslüman eşraf arasından din ayrımı gözetilmeksizin seçilen kişilerden oluşturulan yeni meclisler din dışı hukukun kurumları olarak günlük hayatta yerlerini almışlardı[22]. Meclislerin en büyüğü Divan-ı Müşira idi. Bu divan toplumun her kesiminden olan insanlardan oluşur ve aynı zamanda temyiz mahkemesi görevi görürdü[23]. İlk yerel meclis 1832’de Şam’da Meclis-i Şura adı ile faaliyete başlamış, daha sonra iki bin ve daha fazla nüfusu olan her kasabaya birer meclis kurulmuştu. Bu yeni yönetim sistemi sayesinde ulemanın adli yetkilerinin önemli bir kısmı ellerinden alınmıştı. Bunun yanında orta sınıfın yönetime dâhil edilmesiyle ayrıcalıklarını kaybeden şeyhler etkisiz hale getirilmişti[24].

Filistin bölgesinde yaşayan Araplar herhangi bir hükümet tanımaz, vergi vermez ve devlet görevlilerini içlerine almazlardı. Kendi kanun ve gelenekleriyle yönetilir, şeyhlerinden başka bir otorite tanımazlardı[25]. Bu yüzden Osmanlı yönetimi buralara tam olarak nüfuz etme imkânı bulamamıştı[26]. Ayrıca devletin gücünü yitirmesi sonrasında ortaya çıkan kargaşa çok sayıda ailenin güçlenip ayrıcalıklı hale gelmesine zemin hazırlamıştı. Mehmet Ali Paşa’nın birlikleri Filistin’i ele geçirdiği esnada Ebu Goş, Kasım, Jarrar, Tukan ve Abdülhadis aileleri Filistin’in gerçek yöneticisi konumundaydılar. İbrahim Paşa bölgeye tam olarak hâkim oluncaya kadar bunların güçlü konumlarına herhangi bir müdahalede bulunmamıştı. Ancak Filistin’de kurulmak istenen merkeziyetçi yönetim anlayışı ile bu ailelerin politik varlığının çatışması kaçınılmazdı. Gazze ve Kudüs arasında kalan topraklar Ebu Goş ailesinin denetimi altındaydı. Bunlar merkezleri olan Karyatü’l-İnab’dan Yafa ve Kudüs arasındaki hac yolunu kontrol ediyorlardı. Hıristiyan ve Yahudilerden bu yoldan emniyetle geçişleri karşılığında geçiş ücreti almaları alışılmış sıradan bir durumdu. İbrahim Paşa 1832 yılında bu ücretin alınmasını yasakladı[27]. Ancak Ebu Goş ailesinin şeyhi hacılardan ve manastırlardan para almaya devam etti. İbrahim Paşa’nın uyarılarına hakaretlerle cevap verdi. Bunun üzerine paşa şeyhi yakalatıp, kamu yararına çalışmakla cezalandırarak Akka’ya gönderdi. Aslında bu ceza bir şeyh için çok şiddetli ve onur kırıcıydı. Bu nedenle şeyhin oğlu İbrahim Ebu Goş, Mısırlılara diğer şeyhlerin beslediğinden daha büyük bir kin beslemeye başladı[28].

Güney Filistin ise bölgeyi kendi devleti gibi idare eden Şeyh Hüseyin’in yönetimindeydi. Bağımsız bir hükümdar gibi etkinliğini Nablus Dağlarına kadar genişletmiş, Babıali’de bu durumu kabullenmek zorunda kalmıştı[29]. Ancak İbrahim Paşa yönetiminin bu şeyhin de başına buyruk hareketlerine tahammül etmesi beklenemezdi. Bu gibi örneklerde görüldüğü gibi Müslüman önde gelenlerinin ayrıcalıklarını kaybetmeleri İbrahim Paşa’ya karşı duyulan düşmanlık hislerini güçlendirmekteydi. Sıradan insanlar konumuna düşürülmek istenen şeyhlerin, yeni yönetimi kabul etmeleri pek de kolay değildi.

Mehmet Ali Paşa, Arabistan’da Vahhabiler ve Mora’da Yunanlılarla savaşması sayesinde İslam âleminde saygınlık kazanmıştı. Ancak İslam Halifesine karşı savaşı Suriye, Filistin ve diğer bölgelerdeki dini çevreler tarafından tepkiyle karşılanmıştı[30]. İbrahim Paşa 4 Eylül 1832 tarihinde babasına yazdığı mektupta Suriye, Filistin ve Adana halkının yönetimini isteksizce kabul ettiklerini bildirmişti. Ayrıca henüz Filistin’i ele geçirmek için uğraştığı sıralarda Nablus ve Kudüs ahalisinin samimiyetsizliğinden ve hilelerinden şikâyet etmişti[31].

Müslümanların aksine Mısır ordusunun Filistin ve Suriye topraklarına girmesi gayrimüslimleri oldukça memnun etmişti. Hristiyan din adamları Mısır birliklerinin Osmanlı orduları karşısında başarılı olmaları için cemaatlerinden dua etmelerini bile istemişlerdi. Hristiyanların sempatisinin bölgede tutunmak için önemli bir destek olduğunu fark eden İbrahim Paşa, gayrimüslimlere adil davranılacağını, onlardan eşit oranda vergi toplanacağını ilan etti. Bunun ötesinde bazı idari görevler verdiği Hristiyanları Suriye ve Filistin’in yönetimine ortak etti. Mesela Suriye ekonomisinin yönetimini bir Hıristiyan olan Hanna Bahri Bey’e verdi[32]. Ayrıca Banker Yahudi Rafel’in Şam’da kurulan meclisin üyesi olmasını sağladı[33]. Nasıra’daki Katolik manastırını ziyaret eden paşa, son derece nazik bir şekilde kendisinin Hristiyanların refahı ve korunmasıyla yakından ilgileneceğini ilan etti[34].

İbrahim Paşa gayrimüslimlere yaklaşırken, ulemanın ve şeyhlerin nüfuzlarını baltalamak suretiyle Müslümanları yönetime yabancılaştırıyordu. Bir yandan da gayrimüslimlerin giyim, kuşam ve ata binme gibi yasaklarını teker teker kaldırıyordu. Toplumsal dengeyi bozabilecek bu sıra dışı uygulamalar, Müslümanların bölgedeki üstünlüklerini kaybettiklerini düşünmelerine sebep oldu[35]. Bunun da ötesinde Müslümanlar söz konusu değişimi kendilerine yapılmış bir hakaret olarak algıladıkları için İbrahim Paşa’dan nefret etmeye başladılar[36].

Sultan II. Mahmut’un Mehmet Ali Paşa’ya kaptırdığı Suriye ve Filistin’den vaz geçmeye asla niyeti yoktu. Bu durumu iyi bilen Mehmet Ali Paşa yeni ele geçirdiği toprakları savunmak için çok sayıda askere ihtiyaç duymaktaydı. Ancak Mısır askerleri bölgenin elde tutulması için sayıca yetersizdi[37]. Ayrıca ülke savunmasını tamamen Mısır’a yüklemenin, Mısır nüfusu için yıkıcı sonuçları olacaktı. Şartlar göz önüne alındığında Mısır yönetiminin Suriye ve Filistin’den asker toplamaktan başka çaresi yoktu[38]. Bu nedenle Mehmet Ali Paşa oğlundan bir an evvel bölgeden asker toplamasını beklemekteydi. Babasının ısrarları sonrasında İbrahim Paşa 1834 yılı başında zorunlu askerlik sistemini uygulamaya koydu[39].

Filistin halkının alıştığı askerlik hizmetinde istihdam süresi nadiren kırk günü geçerdi. Askere alınanlar valinin veya yerel önde gelenlerin komutasında yakın çevrelerde görevlendirilirlerdi[40]. Bölgenin liderleri, adamları adına yetkililerle pazarlık yapar, ücret konusunda anlaşma sağlandıktan sonra insanlar orduya alınırdı[41]. Yeni uygulamaya oldukça yabancı olan Filistinlilerin zorunlu askerlik hizmetini benimsemeleri ve yıllarca askerlik yapmaları pek de kolay olmayacaktı.

Askere alımlara ilk önce Halep, Şam gibi kuzey bölgelerde yer alan şehirlerde başlandı. Gece Mısır askerleri mahallelere dağılıyor, insanları zorla sokağa çıkarıp meydanlarda topluyorlardı. Burada sağlık personelinin denetiminde genç ve sağlıklı erkekler seçilip elleri kolları bağlanarak askerlik için alıkonuyorlardı[42]. Askerlikten muaf tutulanlar ise bunun karşılığında bir miktar ödeme yapmak mecburiyetindeydiler. Çok sayıda suiistimalin yaşandığı bu uygulamada ahaliden bazıları iki defa bedel ödemek zorunda kalmış, serzenişleri de tamamen göz ardı edilmişti[43]. Yoksul insanlar askerlikten kurtulmak için üzerlerindeki paçavraları bile satmak zorunda kalmışlardı[44].

İbrahim Paşa’ya göre her hükümetin, yetişkin erkek nüfusun üçte birini askere almaya hakkı vardı. İngiliz diplomat Thurburn İbrahim Paşa ile bir görüşmesinde; az bir nüfusa sahip olan bölgeden çok sayıda asker alınmasının çalışan erkek nüfusu seyrekleştireceğine dikkat çekmişti. Ancak uygulamanın bölge nüfusu üzerinde olumsuz etkileri olacağı eleştirilerine de paşa kulak asmamıştı[45].

İbrahim Paşa Filistin’den asker istemek için yörenin önde gelen şeyhlerini Kudüs’te toplantıya çağırdı. Babasının emirlerini kısaca açıkladıktan sonra Nablus bölgesinden 2000, Kudüs’ten 1500, Halil ve çevresinden 500 asker istedi. Ayrıca Nablus’un önde gelen ailelerini temsil edecek altı kişi, Halil’i temsilen de dört kişi talep etti. Bu ailelerin çocukları oluşturulması planlanan kolorduların subayları olacaklardı[46]. Filistinli temsilciler İbrahim Paşa’nın taleplerini olumsuz karşıladıkları halde, uygulamanın memlekette yol açacağı hissiyatı açıktan söylemeye cesaret edememişlerdi[47].

Filistin’in temsilcileri İbrahim Paşa ile yaptıkları görüşmelerde, paşanın emirlerini kabul etmiş gibi görünüp memleketlerine dönmüşlerdi. Kısa süre sonra da Filistin’in her tarafında asker alımına karşı güçlü bir muhalefet oluşmuş ve ahali silahlanarak isyana hazırlanmaya başlamıştı[48]. Filistin’in önde gelenleri İbrahim Paşa’yı sakinleştirmeye gayret ederek, zorunlu askerliğin uygulanmaması şartıyla kendi evlatlarını rehin bırakıp vergilerin artırılmasını teklif etmişlerdi[49]. Şeyhlerden Ahmet El-Kasım ve İsa El-Berkavi düzenli orduya er vermeyeceklerini ancak ne zaman ihtiyaç duyulursa istenildiği kadar başıbozuk asker sağlayacaklarını ve kendilerinin de bizzat savaşa katılacaklarını İbrahim Paşa’ya bildirmişlerdi[50]. Ancak bu çabalardan olumlu netice alınamamış, İbrahim Paşa gelip zorla asker toplayacağı yönünde tehditler savurmuştu[51].

İbrahim Paşa 1831 yılında Suriye ve Filistin’i istila etmeye başladığında padişahın teşvikine rağmen bölge ahalisi tarafından ciddi bir direnişle karşılaşmamıştı[52]. İnsanlar İbrahim Paşa yönetiminde durumlarının eskiye nazaran daha iyi olacağını beklemekteydiler. Ancak umutları Mısır yönetiminin uygulamaları sonucunda hayal kırıklığıyla neticelendi. Sahip oldukları mülklerini, hayvanlarını, emeklerini bunlardan daha önemlisi çocuklarını bile kaybetmeye başlamışlardı[53]. Bu nedenle başta Filistin olmak üzere Suriye’nin Müslüman ahalisi Mısır yönetimine gerçek anlamda boyun eğmemişti. Onları isyandan alı koyan tek sebep Mısır askerinin bölgedeki varlığından duydukları korkuydu[54].

Filistin’in önde gelenleri önceki yönetim zamanında sahip oldukları güçlü konumlarını ve ekonomik kazançlarını kaybettiklerinden dolayı zaten Mısır yönetimine öfkeliydiler[55]. Sıradan halkı yönetim aleyhine harekete geçirmek istiyorlarsa da başlangıçta bunun için ellerinde yeterli bir gerekçe de bulunmuyordu. Ancak İbrahim Paşa’nın askerlik ile ilgili planları onlara eşi bulunmaz bir fırsat sağladı. Paşa daha şeyhlerle Kudüs’te buluşmadan önce Filistin’den asker toplanacağı söylentileri dört bir tarafa yayılmış, bu nedenle Şeria ve Lut Dağı çevresinde bazı karışıklıklar ortaya çıkmıştı[56]. Şeyhlerin de yönlendirmesiyle zorunlu askerlik sistemine karşı geniş halk kitlelerinin duyduğu nefret Filistin’de büyük bir isyanın çıkmasına sebep oldu. Bu sistem 1834 Mayısında uygulanmaya konulmuş, o kadar büyük bir tepki toplamıştı ki Mayıs ayının sonuna doğru Filistin kontrol edilemez bir hale gelmişti[57]. Tepkinin şiddete dönüşmesi köylüler ve bedevilerin birleşerek Salt’taki Mısır askerine saldırmalarıyla oldu. Aynı zamanda Halil’de de hoşnutsuzluk işaretleri görülmeye başlanmıştı. Sair köyü sakinlerinin silahlandıklarının duyulması üzerine Halil Valisi bunların üzerine yürümüş, ancak ahalinin direncini kıramadan ardında 25 ölü bırakarak geri çekilmek zorunda kalmıştı[58].

Durumun ciddiyetini tam olarak kavrayamayan İbrahim Paşa Nablus, Halil ve Kudüs bölgesinden asker toplamak için Mirliva Hasan Bey’i beş yüz süvari ile bölgeye göndermişti. Ancak ahalinin şiddetli muhalefeti ile karşılaşan Hasan Bey bir nefer bile almayı başaramamıştı[59]. Bunun üzerine Abaza İbrahim, maiyetinde bin atlı ve bin piyade ile direnen ahali üzerine sevk edildi[60]. Filistinliler üzerlerine gelen kuvvetleri Vadi-i Selman’da karşılayıp, Mısır askerinin çoğunu öldürdü. Yakalanan Abaza İbrahim de eşeğe bindirilerek İbrahim Paşa’ya gönderildi[61].

İbrahim Paşa tüm çabalarına rağmen Gazze’den ancak yirmi civarında asker alabilmişti. Bunlardan biri firar edip Nablus Dağı’na kaçabilmiş, bir caminin minaresine çıkıp ahaliye şöyle seslenmişti: “Artık Muhammed’in dini yok mu? Bizler Müslüman değil miyiz? Kim Muhammed’i seviyorsa silahını alıp gâvur İbrahim Paşa’ya karşı savaşsın. İbrahim Paşa sürekli şarap içmekte ve domuz eti yemektedir. Rahiplerle manastırda yaşamakta, onlarla birlikte dua edip asla camiye gitmemektedir”[62].

Mısır askerinin yenilgi haberlerinin duyulmasından sonra isyan kısa süre içerisinde Nablus, Halil, Ölüdeniz ve Ürdün’ün tamamına yayılmıştı[63]. Kerek ve Zalt bölgeleri de isyan edip güney vilayetlerdeki asilere katılmışlardı. Zalt’taki Mısır kuvvetlerinin komutanı Reşit Bey’in yokluğundan faydalanan dağlılar, buradaki güçlü piyade kıtasına saldırıp 67 askeri öldürerek, Zalt Kalesi’ne girmeyi başarmışlardı[64].

Filistinliler; Nablus Dağı ahalisinin şeyhi Ahmet El-Kasım, Halil Dağının şeyhi İsa Ebu Ömer, Kudüs Dağının şefi İbrahim Ebu Goş liderliğinde İbrahim Paşa yönetimine başkaldırmışlardı. Dağlı ahali yaklaşık 25.000 silahlı adam çıkarabiliyordu. Ancak tahminlere göre ayaklananların sayısı on iki bin civarındaydı. Dağlılara Aneze kabilesine mensup 3.000’den fazla Bedevi Arap da katılmıştı. İsyancılar dağların yakınlarında bulunan Hristiyan köylülerden kendilerine destek olmalarını istemişlerdi. Ancak durumlarından memnun olan Hristiyanlar, isyana katılmayacaklarını ve kendilerine karşı herhangi bir saldırı olursa silahla karşılık vereceklerini duyurmuşlardı[65].

Olaylar o kadar ani gelişmişti ki Mayıs ayının sonunda Kudüs isyancılar tarafından kuşatılmıştı[66]. Binlerce Nabluslu, hazırlıksız yakaladıkları Mısır kuvvetlerini Kudüs yakınlarında sıkıştırmıştı[67]. Nablus yolundaki Birah köyü ve Yafa yolundaki Karyah köyünü ele geçiren asiler Kudüs’e gıda girişini engelleyip, şehrin suyollarını kesmişlerdi. Kale komutanı Albay İbrahim Bey durumun ciddiyetini kavrayıp, komutasındaki 1000 piyade ve 30 süvarinin şehrin savunması için yetersiz olduğunu rapor etti. Ayrıca bu durumdan Ebu Goş ve Samhan ailelerini sorumlu tutup acilen süvari takviyesi talep etti. Bunun üzerine İbrahim Paşa derhal 20. Süvari Alayı’na Kudüs’e gitmesi için emir verdi. Ramallah’tan 24 Mayıs’ta ayrılan bu alay Bab-el Vad denilen geçitte asiler ile karşılaştı. Filistinliler Mısır askerini kayalık bir bölge olan Saris’e doğru çekip pusuya düşürdüler. Meydana gelen çatışmada Mısır birliğinden bir albay, iki yüzbaşı, üç çavuş, on onbaşı ve kırk üç er hayatını kaybetti[68]. Mısırlıların yaralılarla birlikte toplam kaybı 180 kişiye ulaşmıştı. Canını kurtaranlar ise Yafa’ya doğru kaçmak zorunda kalmıştı[69]. Bu esnada karışıklıklardan yararlanan Halil ahalisi şehirdeki Mısır birliklerine saldırmaya başlamıştı. Burada bulunan 13. Piyade alayına mensup askerler komutanlarının emrine itaat etmeyip şehri savunmamışlar, bu nedenle asiler çok kolay bir şekilde Halil’i ele geçirmişlerdi[70]. Şehrin düştüğü haberi duyulur duyulmaz İbrahim Paşa buraya Sayda tarafından altı top ile dört bin asker göndermiş, ancak bu birlikler de yenilerek top ve cephanelerini asilere kaptırmışlardı[71].

Filistin bölgesinde isyan çıktığı zaman ülkenin başkenti konumunda olan Şam’da korku hüküm sürüyordu. Şehrin beş yüzden fazla sakini memleketlerini bırakıp kaçmıştı. Onların anlattıkları korku dolu olaylar İbrahim Paşa yönetimine karşı hoşnutsuzluğu artırmakta ve isyanı körüklemekteydi. Filistin’de meydana gelen olaylar Mısır yönetimini büyük bir endişeye sevk etmişti. En kötü senaryo Filistinlilerden etkilenen bütün Suriye’nin eş zamanlı olarak ayaklanmasıydı[72]. Buna engel olmak için asker alımları mecburen bir süreliğine askıya alındı. Ancak bu şekilde Suriye’nin kuzeyi ve Şam bölgesinin isyana katılması engellenebilmişti[73].

Zorunlu askerlik sistemi uygulamasının İbrahim Paşa’ya ağır bir maliyeti oldu. Yeni askerler toplamaya çalışırken çok sayıda tecrübeli ve eğitimli askerini yitirmiş[74], bundan daha önemlisi güney vilayetlerini tamamen asilere kaptırmıştı. Bu olumsuz gidişat karşısında korkuya kapılan paşa, ülkenin çeşitli yerlerine dağılmış olan birliklerinin önemli bir kısmını Yafa’da birleştirmeye karar verdi[75]. Hemen emirler yağdırarak Trablus, Beyrut, Sayda ve Safed’de olan Mısır askerinin Yafa’ya gelmesini istedi[76]. Benzer emir doğrultusunda Şam’da bulunan topçu birlikleri ve bir kısım kuvvetler de Yafa’ya doğru hareket ettiğinden şehir neredeyse savunmasız bir halde kaldı[77]. Bu fırsattan yararlanan güçlü bedevi kabilesi Anezeler binlerce süvari ile Halep bölgesine girmiş ve Halep ile Şam’a giden bütün yolları kesmişlerdi[78].

Yafa yakınlarında kamp kuran İbrahim Paşa buraya toplanan takviye birlikleriyle 14.000 kişilik bir kuvvet oluşturmayı başardı. Ancak paşayı oldukça zor bir harekât beklemekteydi. Zira güney vilayetleri ve Filistin’in tamamı isyan halindeydi. Harekât alanı engebeli arazi ve dargeçitlerden oluşuyordu. Paşanın en büyük dezavantajı ise askerlerinin dağ savaşına alışkın olmamalarıydı[79]. Bu sırada Filistin’deki gelişmeleri yakından izleyen Mehmet Ali Paşa oğlunu desteklemek için asker sevkiyatına hazırlanmaktaydı. Ancak İbrahim Paşa kendisine o denli güveniyordu ki isyanı bastıracak yeterli güce sahip olduğuna dair babasına haber yolladı. Bunun üzerine Yafa’ya gönderilmek için gemilere bindirilen çok sayıda birlik geri çevrildi[80].

Mısır kuvvetlerine karşı elde edilen üstünlük nedeniyle Filistin’de coşku ve özgüven havası hüküm sürüyordu. İsyanın liderleri tüm köylüleri ayaklanmaya davet ediyor ve İbrahim Paşa’nın üzerlerine geleceklerini bildiklerinden savunmaya hazırlanıyorlardı. Kadınlar takılarını gönüllü olarak bağışlayarak erkeklerini cesaretlendiriyorlardı. Şeyhler kendilerini özgürlükleri ve toprakları için feda etmeye hazır olduklarını tüm ülkeye duyurarak Mısır ordusuna meydan okuyorlardı[81].

İbrahim Paşa 6 Temmuz 1834’te Yafa’dan hareket edip Ramallah üzerinden meşhur Bab-el Vad geçidine ulaştı. Filistinliler paşanın ilerleyişini durdurmak için geçidi tutmuşlardı. Ancak Mısır kuvvetleri asileri püskürterek Karyetü’l-İnab köyüne girmeyi başardılar. Burada çok şiddetli çatışmalar meydana geldi ve Mısır askeri yaklaşık 700 dağlıyı öldürdü. Öte yandan İbrahim Paşa’nın da kayıpları oldukça fazlaydı. Bab-El-Vad ve Karyetü’l-İnab’da yaklaşık bir alay Mısır askeri hayatını kaybetti[82]. Kudüs’e yarım saat mesafede dağlılar yeniden İbrahim Paşa’nın birliklerine saldırdılar. Kanlı çatışmalar neticesinde yine hem Mısır askerinden hem de asilerden çok sayıda kişi öldürüldü. Ayrıca İbrahim Paşa’yı takip eden İkinci Piyade Alayının iki ortası Filistinliler tarafından tamamen yok edildi[83].

Her geçen gün Mısırlıların durumu biraz daha kötüleşmekteydi. Asilerin liderlerinden Şeyh Hasan Hayfa’yı ele geçirmeyi başarmıştı. Ayrıca Cafa ahalisi de iki yüz mısır askerini öldürüp şehre hâkim olmuş[84], Tiberya Valisi de asiler tarafından öldürülmüştü[85]. Haziran’ın ortasına doğru bedeviler Gazze’yi ele geçirmişti. Bu arada Safed’in yerlileri ve önde gelenleri asilere katılmışlardı. Böylece Haziran ayının sonunda Kudüs, Yafa ve Akka dışındaki bütün Filistin, tümüyle asilerin eline geçti[86].

Son çatışmalar neticesinde Mısır kuvvetlerinin durumu ile ilgili sağlıklı bilgi elde edilemediğinden İbrahim Paşa’nın öldürüldüğü rivayetleri Avrupa başkentlerine kadar ulaşmış ve bu haber özellikle İstanbul’da yankı bulmuştu[87]. Neticede İbrahim Paşa bin bir güçlükle de olsa yaralı olarak Kudüs’e girmeyi başarmış ancak burada sıkışıp kalmıştı. İçinde bulunduğu durumun vahametinin vermiş olduğu endişe ile babasından acilen yardım istemişti. Bir yandan da asilerin önde gelenleriyle barış yolunu arayıp, zorunlu askerlik sistemi uygulamasının kaldırıldığını duyurmuştu. İbrahim Paşa ile bizzat müzakere yapan Şeyh Kasım askerlik sisteminin kaldırılması yanında kurulan meclislerin feshedilerek hükümetin tüm işlerinde bölgenin önde gelenlerine müracaat etmesini talep etmişti. İbrahim Paşa’nın ne alıp verdiğinden ziyade daha çok zamana ihtiyacı olduğundan müzakereleri uzatmaya çalışıyordu[88}. Bu arada Mısırlıların kayıplarına dair haberlerin ardı arkası kesilmiyordu. İbrahim Paşa’ya yardım etmek için Şam’dan hareket eden 19. Piyade Alayı güçlü bir dağlı grubuyla Safed’e bağlı Merc-i Beni Amir adlı bölgede karşılaştı. Kısa süre direnen Nabluslular geri çekilip[89], takip eden Mısır askerini Esraelon Ovası ile sahil arasındaki dar geçitte pusuya düşürdüler. Yaklaşık sekiz saat süren çatışmadan sonra 1.200 kişilik Mısır birliğinden sadece üç yüzü kurtulabilmişti[90]. İbrahim Paşa’nın birlikleri karşısına çıkan köylüler dağınık bir halde her biri bir kayanın veya ağacın arkasına saklanıp, oradan Mısır birlikleri üzerine ateş etmekteydiler. Dört bir taraftan üzerlerine kurşun yağan ve bu tarz bir savaşta nasıl davranmaları gerektiğini bilmedikleri için dağılan Mısır birlikleri, kısa sürede hezimete uğramışlardı[91]. Bunun sonucu olarak Filistin isyanı esnasında Mısırlılar en iyi askerlerinden üç dört binini kaybetmişlerdi[92].

Sekiz yüz kişilik kuvvetiyle Kudüs’ü savunmaya çalışan İbrahim Paşa’nın dış dünya ile bağlantısı tamamen kesildiğinden kendisinden artık haber alınamıyordu[93]. Sürekli saldırılara maruz kalan paşa bir yandan da asiler ile müzakereleri sonuçlandırmaya çalışıyordu[94]. Bu sırada Mısır’dan gelen takviye birliklerinin Yafa’ya ulaştığı haberini alan paşa bir nebze de olsa rahatlamıştı. Ancak bir yolunu bulup Kudüs’ten çıkması gerekiyordu. Bunun için doğrudan Ebu Goş ailesi ile görüşüp bu ailenin hâkim olduğu Yafa yolunu güvence altına almaya çalışmıştı. Akka’da esir tutulan aile büyüklerinin serbest bırakılması karşılığında Kudüs’ten çıkıp Yafa’ya gitmek istediğini bunlara iletmişti. Görüşmeler neticesinde söz konusu aile ile anlaşma sağlanmış ve yol güvenliği garantisini alan İbrahim Paşa kuvvetleriyle birlikte 20 Haziran’da Yafa’ya doğru hareket etmişti[95]. İbrahim Paşa her ne kadar Yafa’ya ulaşmayı başarmışsa da burada da asiler tarafından sıkıştırılmıştı. Bölgenin ileri gelenlerinden İsa Esad, Salim Ağa ve Beni Hamar Şeyhi Derviş El-Hurac topladıkları kuvvetlerle paşanın sığındığı son şehri de kuşatma altına almışlardı[96]. Ayrıca Yafa’ya giden yolları tutuklarından İbrahim Paşa’ya yardım için gönderilen malzeme ve erzak taşıyan kervanı da ele geçirmişlerdi[97].

Osmanlı Devleti’nin Filistin İsyanına Karşı Tutumu

Kütahya Antlaşması’ndan memnun olmayan Sultan II. Mahmut Suriye, Filistin ve Adana’nın geri alınması emelinden asla vazgeçmemişti[98]. Bu nedenle anlaşmadan kısa bir süre sonra doğu eyaletlerini ıslah gerekçesiyle eski sadrazam Reşit Mehmet Paşa’yı Mısırlılara karşı bir ordu kurması için 3 Kasım 1833 yılında Sivas Valiliği’ne atamıştı[99].

Kütahya Anlaşması’ndan kısa bir süre sonra İstanbul ile İskenderiye arasındaki ilişkiler savaş yılarında ödenmeyen vergiler nedeniyle yine gerginleşmeye başlamıştı. Sultan Mahmut 1832 ile 1833 yıllarına ait vergilerin ödenmesini istiyor, buna karşılık Mehmet Ali 1834 yılı başlangıç alınarak vergi ödeyeceği konusunda ısrar ediyordu. Yaşanan bir diğer sorun da Kütahya Anlaşması’nın belirlediği sınırların ötesinde yer alan Rakka Eyaleti’nin sancakları olan Urfa, Birecik ve Rumkale’ye Mısır askerinin sevk edilmiş olmasıydı[100]. Bu durum ilişkilerin daha da gerginleşmesine neden olmuştu. Ancak söz konusu eyaleti İbrahim Paşa’ya kaptırmak istemeyen Babıali, Diyarbekir ve Rakka eyaletlerinin idaresini 19 Mart 1834 tarihinde doğudaki en güçlü temsilcisi olan Sivas Valisi Reşit Paşa’nın yönetimine bırakarak buradan vaz geçmeyeceğini açıkça ortaya koymuş[101] ve bölgedeki askeri kudretini artırmak amacıyla Sivas’a takviye birlikler göndermişti[102].

Filistin isyanının patlak vermesinde Babıali’nin doğrudan herhangi bir etkisi veya yönlendirmesi olmamıştı[103]. Hatta Filistin halkının Mısır yönetimine duyduğu tepki sonucu ortaya çıkan bu isyanın Osmanlı hükümeti için bile bir sürpriz olduğu söylenebilir. İngiliz Elçisi Ponsonby’nin değerlendirmelerine göre; isyanla birlikte Mehmet Ali’nin bölgede kaybettiği nüfuzunun yerini Osmanlılara duyulan sempati doldurmaya başlamıştı[104]. Bunun içindir ki Suriye ve Filistin bölgesinin önde gelenleri ve bir kısım ahalisi Osmanlı Devleti’ne sığınmışlardı[105]. Ayrıca Filistinliler, Mısırlılar karşısında elde ettikleri önemli galibiyetlerden sonra kendilerine yardım edilmesi için Osmanlı yetkililerini cesaretlendirmeye çalışmışlardı[106].

Filistin isyanı ortaya çıkıncaya kadar Osmanlı yetkilileri Mısırlılarla sorun yaşamak istemiyorlardı. İbrahim Paşa ile savaşmak için Sivas Valisi Reşit Paşa’nın yönetimi altında bulunan bölgeleri tam olarak kontrol altına almasını ve güçlü bir ordu kurmasını bekliyorlardı[107]. Ancak Filistin’in karışması Sultan Mahmut’u oldukça heyecanlandırmıştı[108]. Osmanlı ordusunu birkaç kez dize getiren Mısır askerinin sıradan köylüler karşısında perişan olduğunu gören sultan ve Osmanlı yetkilileri beklemekten vazgeçip böyle bir fırsatın kaçırılmaması gerektiği kanaatine varmışlardı. Filistinlilere yardım edilmezse bölgedeki Müslüman ahali Mısır kuvvetleri tarafından tamamen ezilebilirdi. Bu duruma seyirci kalınması ise yeni koşulların şekillendirdiği devlet politikasıyla uyuşmuyordu[109]. Bu nedenle isyanın Suriye’nin geneline yayılması halinde Mehmet Ali Paşa’ya ölümcül bir darbe indirmek için Reşit Paşa’nın Halep’e asker sevk etmesi tasarlanmıştı. Hatta muhtemel harekât için hazırlıklara bile girişilmişti[110]. Bu amaçla donanmanın Akdeniz’e açılmasına karar verilmişti. Ayrıca Suriye sahiline asker çıkarılması planlandığından Antalya’ya yakın olan Isparta ve Burdur’a iki mansure alayı gönderilmiş ve Reşit Paşa’nın komutasındaki kuvvetler bir süvari alayı ile takviye edilmişti. Alınan bu tedbirlerin en önemli amaçlarından biri şüphesiz Mısır yönetimine başkaldıran Filistinlileri cesaretlendirmekti. Bu şekilde devletin harekete geçtiğini düşünen Şam ve Halep ahalisi de tümüyle ayaklanabilir ve Suriye’nin ele geçirilmesi oldukça kolay bir hale gelebilirdi[111].

Filistin isyanından faydalanmak isteyen Babıali, ilk önce Rakka Eyaleti’ni geri almayı planlamıştı. Bunun için Mehmet Ali Paşa’dan bir an evvel söz konusu eyalete bağlı sancakların boşaltılması istenmişti[112]. Ancak Rakka’nın merkezi olan Urfa sancağı askeri açıdan oldukça önemli ve stratejik bir bölge olduğundan Mehmet Ali Paşa’nın buradan kolayca vaz geçmesi beklenmemekteydi[113].

İbrahim Paşa’nın ölümüne dair haberler bölgede yankılanınca Babıali Adana’yı Karaman Valisi’nin yönetimine bırakmaya karar vermişti[114]. Osmanlı yetkilileri Mısırlılara verilen bütün toprakların geri alınması için gereken tedbirler konusunda Babıali’ye sürekli raporlar sunmaya başlamışlardı. Bunlardan biri olan Konya Müşiri Ali Paşa, Suriye’de genel bir isyanı başlatmak için Osmanlı Devleti’nin aldığı tedbirlerin bölge halkına duyurulması gerektiği düşüncesindeydi. Ona göre ahali bu şekilde cesaretlenip topyekûn ayaklanacaktı. Bu durumda Reşit Paşa Halep’e, kendisi de Adana’ya girerek Mısır ordusunu kolaylıkla Suriye’den çıkarabilirlerdi.[115]. Şam’daki İngiliz konsolosu da Ali Paşa ile aynı şekilde düşünmekteydi. Ona göre Şam ve Halep ahalisi isyancılarla iletişim halindeydi. Eğer Sultanın Mısırlılara karşı herhangi bir girişimde bulunduğunu görürlerse topyekûn ayaklanacaklardı. Bu durum gerçekleşirse İbrahim Paşa kolaylıkla Mısır’a kadar sürülebilirdi[116].

Osmanlı yetkilileri biryandan da İngiliz Büyükelçisi Lord Ponsonby ile görüşüp Adana yönetiminin başka bir valiye verilmesi ve Suriye’nin zorla Mehmet Ali’den alınmasının planlandığını ona iletmişlerdi. Bu düşüncenin gerekçeleri arasında Mehmet Ali Paşa’nın devlete sadık olmaması, vergisini ödemediği halde, Müslüman ahaliyi öldürmek için asker ve mühimmat sevkine kolaylıkla para bulması gösteriliyordu. Devletin ahalinin kırılmasına daha fazla sabredemeyeceği ve Filistinlileri kurtarmak için gerekli tedbirleri alacağı bildirilip İngiltere’den bu konuda destek istendi[117]. İngiliz elçisi destek konusunu İngiltere’nin Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünden yana olduğunu söyleyerek geçiştirdi. Osmanlı yönetimini savaştan vazgeçirmek için; Mehmet Ali Paşa’nın isyanı bastırmak amacıyla İskenderiye’den hareket etmek üzere olduğunu, Filistinlilerin Mehmet Ali’nin sahip olduğu 100.000 kişilik disiplinli ordusu ve çok sayıdaki eğitimli topçusuna karşı savaşı sürdüremeyeceğinin altını çizdi. Acele ile herhangi bir girişimde bulunulmasının Osmanlı Devleti’nin bütünlüğü için oldukça riskli olduğunu vurgulayıp, gelişmelerin İngiltere ve Fransa ile birlikte değerlendirilmesi tavsiyesinde bulundu[118].

İbrahim Paşa’nın öldürüldüğü haberlerinin asılsız olduğunun ortaya çıkması Babıali’de herhangi bir hayal kırıklığına yol açmamıştı. Hatta paşanın Kudüs’te sıkıştırıldığının anlaşılması Sultan II. Mahmut ve paşaları heyecanlandırmaya bile yetmişti. Bu hissiyatla harekete geçmek isteyen Babıali talimatlar yağdırarak Erzurum ve Trabzon valileri ile birlikte Sivas Valisi Reşit Paşa’nın muhtemel bir harekât için hazırlanmasını istemişti[119].

Filistin isyanının seyri, İngiliz ve Fransızlarda kaygıya neden olmaktaydı. Bu devletler muhtemel bir savaşta Rusya’nın Hünkâr İskelesi Antlaşması ile elde ettiği hakları kullanıp, İstanbul’a yine asker sevk etmesinden çekiniyorlardı. Hatta İngilizler Rusların padişahı cesaretlendirerek savaş çığırtkanlığı yaptığını bile düşünüyorlardı[120]. Benzer kaygıları taşıyan Fransızlar da, İngilizler ile birlikte hareket edip Osmanlı Devleti’nin savaş arzusunun önüne geçmeye çalışıyorlardı[121]. İngiliz ve Fransızların beklentilerinin aksine aslında Rusya da savaş istemiyor, Hünkâr İskelesi Antlaşması ile elde ettiği kazanımları ancak barış ile muhafaza edebileceğini düşünüyordu. Bu nedenle Rus yetkililer Osmanlı Devleti’nin savaşı başlatan taraf olması durumunda Rusya’nın Babıali’ye yardım etmeyeceğini, söz konusu anlaşmanın savunma amacıyla imzalandığını açıkça beyan etmişlerdi. Avrupalı devletlerin baskıları neticesinde Osmanlı yetkilileri mecburen de olsa beklemeye koyulmuşlardı. Ancak bu bekleyiş, Reşit Paşa’nın ordusunu yeterince güçlendirmesi ve fırsatı yakalandığında İbrahim Paşa’ya ölümcül darbe vurması içindi[122].

İsyanın Bastırılması

İbrahim Paşa Yafa’dan Kudüs üzerine yürürken babasının yardım talebini geri çevirmişti. Ancak Mehmet Ali Paşa durumun beklediğinden çok daha ciddi olduğunu anladığı an hemen yardım kuvvetleri göndermeye karar verdi. Kahire’de bulunan 4. ve 20. Alaylar ile bir hassa alayının acilen Suriye’ye gönderilmesi talimatını verdi. Asker sevkiyatı için savaş gemileri hazırlatıldı ve bazı tüccar gemileri kiralandı. Bunun yanında iki alay süvari kara yolundan Suriye’ye gitmek için hemen İskenderiye’den yola çıktı. Durum o kadar vahimdi ki Mehmet Ali Paşa bizzat bölgeye gitmek zorunda kaldı[123]. Hazırlanan birlikler 20 Haziran 1834’de gemilere bindirilip Yafa’ya gönderildi. Bunların yanında Mısır bedevilerinden toplanan süvariler Nablus’un doğusundaki dağ geçitlerinin tutulması amacıyla hemen karadan Suriye’ye doğru yola çıkarıldılar[124]. Kısa süre içerisinde yaklaşık 9000 piyade, 1000 süvari ve 4 topçu tugayı Yafa’ya gönderildi. Filistin’de düzeni sağlamak amacıyla 15.000 kişilik kuvvetin bölgeye nakledilmesi planlanmaktaydı[125].

Mehmet Ali Paşa 29 Haziran 1834’te savaş gemilerine bindirdiği birlikleriyle İskenderiye’den denize açılıp, 1 Temmuz’da Yafa’ya ulaştı[126]. Mısır’dan ayrılmadan önce Dürzülerin meşhur prensi Emir Beşir’i görüşmeye çağırmıştı. Emir, oğlu ile bir adamını gönderip verilecek her türlü görevi yerine getireceğine dair Mehmet Ali’ye Paşa’ya haber yolladı[127].

Mısır yönetimi Filistin’de çok zor durumda kalmışsa da isyan Suriye’nin tamamına yayılmamıştı. Halep ve Şam’da mühim hadiseler ortaya çıkmamış, Marunîler ile Dürzüler isyana katılmamışlardı[128]. Ayrıca Mısır yönetimi çok sayıda asker çıkarabilecek savaşçı insanlar olan Dürzüler ile Emir Beşir sayesinde ittifak yapmıştı[129].

Mehmet Ali Paşa bölgeyi kendisinden daha iyi bilen İbrahim Paşa’ya danıştıktan sonra harekât planını netleştirmiş ve Mısır’dan yola çıkan süvari alayları Yafa’ya ulaşır ulaşmaz asiler üzerine yürümeyi kararlaştırmıştı[130]. Ayrıca en iyi komutanlarından Menekli Ahmet Bey ve Selim Paşa’yı orduya komuta etmekle görevlendirmişti[131].

Mehmet Ali Paşa bir yandan da Nablusluları kendi tarafına çekmeye çalışıyordu. Daha önce İbrahim Paşa ile anlaşan Ebu Goş ailesinin yanı sıra Nablus şeyhlerinden olup kendisine Akka müdürlüğü vaad edilen Süleyman Abid tüm akrabalarıyla birlikte asilere karşı savaşmak için İbrahim Paşa’ya katılmaya hazır olduğunu bildirmişti. Ayrıca isyancılar ile ilgili tüm bildiklerini anlatmış, onun ifadelerinden asilerin yaklaşık sayısı ve bulundukları yerler tespit edilmişti.

Ahmet Bey komutasındaki süvari birlikleri 7 Temmuz’da Yafa’ya ulaşmıştı. Bu esnada İbrahim Paşa Nablus üzerine yürümek için hazırlıklarını tamamlamak üzereydi. Emir Beşir ise düzenlenecek harekâtta İbrahim Paşa’yı destekleyecek ve onun gidemediği yerlerde otoriteyi sağlayacaktı. İbrahim Paşa 9 Temmuz 1834 tarihinde 9000 piyade, 1300 süvari ve 6 sahra topu ile Yafa’dan ayrıldı. Mısır birliklerinin ilerlemesinin yarattığı korku, Kudüs ve Halil bölgesindeki bir kısım ahalinin İbrahim Paşa’ya itaat etmesini sağlamıştı[132].

Mısırlılara itaat etmeyi reddeden Nabluslular bulundukları bölgenin arazi yapısına ve köylüler üzerindeki etkilerine güvenerek Zayta ve Deyre’l-Ghusun köylerinde direnmeye karar verdiler. İbrahim Paşa yola çıktıktan birkaç gün sonra Zayta’da asilerin saldırısına uğradı. Ancak kayıpları doksan kişiye ulaşan köylüler geri çekilip Deyre’l-Ghusun tepelerini tutarak Mısır ordusunu beklemeye başladılar. 12 Temmuz’da İbrahim Paşa söz konusu tepelerin bulunduğu bölgeye ulaştı. Arazinin sarp olması nedeniyle topçu birliklerini geride bırakmak zorunda kaldı. Menekli Ali Bey’e köye saldırması emrini verirken, Selim Paşa’dan maiyetindeki piyade ve süvariler ile sağ taraftan köyü kuşatmasını istedi. Sol tarafın kumandanı Yakup Bey’e de diğer birliklerle eş zamanlı olarak harekete geçmesi talimatını verdi. Ancak oldukça engebeli olan arazide süvariler bir türlü ilerleyemedi. Topçu ve süvari desteğinden mahrum kalan piyadeler üç saate yakın süren oldukça sert çatışmaların ardından yaklaşık 300 Filistinliyi öldürerek tepelere ulaşabildiler[133]. Çatışmalar esnasında Nablus Şeyhi Ahmet El-Kasım bir oğlunu kaybetmiş, diğer oğlu ve kendisi de yaralanmıştı. İbrahim Paşa asilere karşı oldukça sert davranıp direnen köylerin tamamını ateşe verdikten sonra 13 Temmuz 1834’te Nablus’u gele geçirmişti. Çok kayıp veren ve köyleri yağmalanan bir kısım Nabluslular bedeviler ile birlikte çölün iç kesimlerine çekilmek zorunda kalmışlardır[134]. Ahmet El-Kasım ve diğer önde gelen bazı şeyhler de kaçıp canlarını kurtarabilmişlerdi[135].

İbrahim Paşa Nablus üzerine yürüdüğü esnada, Mehmet Ali Paşa Deryre’l Kamer’den Safed’e geçişleri engellemek ve Safed’i kontrol altına almak için Emir Beşir’i görevlendirmişti[136]. Emir Beşir, komutasındaki birkaç bin Dürzüyle Filistin’in kuzey sınırında karargâh kurdu. Emir Beşir’in Ahaliyi uyaran iki mektup göndermesi sonucunda bölgenin önde gelenleri Mısır hükümetine bağlılıklarını bildirip af dilediler. İtaatlerini Mehmet Ali adına kabul eden emir, 500 adamını Safed Kalesi’ni ele geçirmeleri için gönderdi. Birkaç gün sonra da kendisi şehre gidip ahalinin elindeki silahları topladı[137]. Bu esnada önde gelenlerden ele geçirdiği otuz iki kişi daha sonra Akka Kalesi’nde idam edildi. Böylece direnci kırılan Safed’in güçlü ve sağlıklı erkekleri yakalanıp askere alındı[138]. Bu sırada Trablus’ta devam eden isyanı bastırmak için Emir Beşir’in oğullarından Emir Halil, çok sayıda Dürzü ve iki tugay piyade ile bu şehrin üzerine yürüdü[139]. Meydana gelen çatışmalarda çok sayıda Trabluslu öldürülüp, sağ ele geçirilenlerin büyük bir kısmı ise idam edildi[140]. Emir Beşir Mehmet Ali Paşa’nın en çok ihtiyacı olduğu zaman ona yardım ederek bir kez daha sadakatini ispat etmişti. Onun ve oğullarının gayretleri sayesinde Dürzüler isyana katılmadıkları gibi Filistinlilerin ezilmesine yardım eden, Mısırlıların en yakın müttefikleri olmuşlardı[141].

İbrahim Paşa Nablus’u ele geçirdikten sonra ahalinin elindeki silahları topladı ve sonra yakaladığı şeyhlerin büyük bir kısmını idam ettirdi. Nablus’ta düzeni sağladıktan sonra asilerin sığındığı Ölü Deniz civarında bulunan Halil şehri üzerine yürüyüşe geçti[142]. Şehre yaklaştığında dağlılar aniden dört bir taraftan üzerine saldırdılar. Mısır ordusunun düzeni bozulduğundan İbrahim Paşa birliklerini şehrin dışına çekmek zorunda kaldı. Burada askerlerini düzene koyduktan sonra tekrar saldırıya geçti. Şehrin içinde çok kanlı mahalle muharebeleri yaşandıktan sonra asiler dağıtıldı, şehir ele geçirildi ve yakalanan üç şeyh Nablus’ta idam edildi[143]. Ele geçirilen 700 köylünün dört yüzü 400’ü askere alınarak Mısır’a gönderildi. Bu çatışmada Mısırlılar aralarında üç komutan, yedi yüzbaşı ve bir kısım subaylar olmak üzere toplam 260 kayıp verdi[144].

Şeyh Ahmet El-Kasım Filistin’de tutunamayınca taraftarlarıyla birlikte Ürdün’e geçip Lut Gölü’nün güneyindeki bir dağın zirvesinde bulunan Kerek Kalesi’ne sığınmıştı. Onun peşini bırakmayan İbrahim Paşa askeriyle birlikte şeyhin sığındığı kaleye yönelmişti. Ancak çok zorlu ve uzun bir yürüyüş sonrası kaleye ulaşabilmiş, yolda aşırı sıcağın etkisinden ve susuzluktan çok sayıda askeri hayatını kaybetmişti[145].

Kerek Kalesi’nin dört bir tarafında derin vadiler bulunmaktaydı. Bölgedeki su kaynakları kalenin kuzeyinde ve ulaşılması çok zor bir bölgedeydi. Paşa, acilen suya ve hayvanları için yeme ihtiyacı olduğundan gecikmeksizin saldırıya geçti. Yoğun top ateşine tuttuğu kaleyi ilk gün ele geçiremediği gibi Mirliva Yakub Bey ve birkaç subay bu saldırıda hayatını kaybetti. Top güllelerine kalenin daha fazla dayanamayacağını anlayan Şeyh Ahmet gece yarısı kaleden çıkıp Aneze bedevilerine iltica etti. Kendilerine sığınanları himaye etmek bedevilerin âdeti olduğu halde, Aneze şeyhi Dumi Es-Semir İbrahim Paşa’nın gazabından korkarak Şeyh Ahmet’le beraber gelen Nabluslu şeyhleri Mısır birliklerine teslim etti. Böylece büyük bir beladan kurtulan İbrahim Paşa, Şeyh Ahmet ve diğer şeyhleri Şam, Akka ve Kudüs’te idam ettirdi[146].

Filistin isyanı süresince Suriye’nin kuzey sınırında bulunan Reşit Paşa komutasındaki Osmanlı ordusu Mısır yönetimini oldukça tedirgin etmişti. Çünkü kuzeydeki birliklerin önemli bir kısmı isyanı bastırmak amacıyla güney vilayetlerine sevk edilmiş ve Halep ile Şam neredeyse savunmasız bir halde bırakılmıştı. Üstelik isyan eden Müslüman ahali sürekli ve ısrarla Osmanlı yönetiminden yardım istemişti. Reşit Paşa’nın küçük bir hareketi Suriye’deki bütün dengeleri alt üst edebilirdi. Ancak muhtemel bir savaşın Rusya’ya İstanbul’a asker sevk etme fırsatı sunacağını düşünen İngiliz ve Fransızların Babıali üzerindeki yoğun çaba ve baskıları Reşit Paşa’nın Suriye’ye girmesini engellemişti. Kuzey sınırının söz konusu kritik durumu nedeniyle isyan bastırılır bastırılmaz hemen binlerce Mısır askeri buralara sevk edilmişti. Gelişmeleri yakından takip eden Osmanlı yönetimi bundan sonra Müslüman ahalinin asla İbrahim Paşa’ya muhalefet edemeyeceğini ve sınırın güçlü Mısır birlikleriyle takviye edildiğini anladı[147]. Böylece başlangıçta Babıali’nin endişesi olan; Müslüman ahalinin tamamen ezilmesi ve daha güçlü Mısır birlikleriyle karşılaşma durumu gerçekleşmiş oldu.

Mehmet Ali Paşa isyana katılan ve isyan etme ihtimali olan birçok önde gelen Filistinliyi cezalandırdı. Kudüs’te sürgün edilenler arasında Şeyh Muhammed Ali El-Hüseyni ve Şeyh Abdullah El-Budayri bulunuyordu. Bölgenin en önemli önde gelenlerinden Şeyh İsa El-Madi ve Şeyh Mesut El-Madi tutuklandı. Çok sayıda din adamı yakalanıp Mısır’a gönderildi. Yafa valisi Esad Bey vatan hainliğiyle suçlanıp Akka’da idam edildi[148]. Bunlarında dışında El-Carar, El-Ahmet, El-Samhan ve ElAmr gibi meşhur ailelerin bireyleri ya öldürüldü veya sürgün edildi[149]. Mısır yönetiminin kendini güvenceye almak için aldığı en önemli tedbirlerden biri de Osmanlı yönetiminin son Akka Valisi olan Abdullah Paşa’nın adamlarının tamamının bölgeden uzaklaştırılması oldu[150].

Suriye ve Filistin’de kısmen konumunu sağlamlaştıran Mısır yönetimi isyanın en önemli sebebi olan zorunlu askerlik sistemini derhal uygulamaya koymak istedi. Direnişleri baştan yok etmek için bölgenin tamamının silahsızlandırılmasına başlandı. Ahaliye silahlarını teslim etmesi yönünde baskı yapılıyor ve var olandan çok daha fazla silah isteniyordu. Silah veremeyenler ve askerlik için uygun olanlar orduya katılmaya davet ediliyor, katılımı teşvik için daveti kabul edenler ferde vergisinden muaf tutuluyordu. Yine de ahalinin çoğu askerlikten kaçmak için ya saklanıyor veya memleketini bırakıp kaçıyordu. İngiliz konsolosunun gözlemlerine göre kadın ve çocuklar erkeklerin yerlerini söylemeye zorlanıyorlardı. Bunun için kadınlar, hatta hamile olanlar bile falakaya yatırılıyordu. Bu şekilde Nablus, Halil ve Kudüs’te yakalanan 4000 genç erkek Mısır ordusunun düzenli birliklerinin saflarında yer almak zorunda kaldı[151].

Sonuç

Mehmet Ali Paşa Suriye ve Filistin’de zorunlu askerlik sistemini uygulayarak istediğini almıştı. Ancak elde ettikleri ve kaybettikleri karşılaştırıldığında aslında paşanın kaybeden taraf olduğu söylenebilir. İsyan sonrası durumu değerlendiren İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Lord Ponsonby; Mısır yönetiminin Suriye ve Filistin’deki varlığının tamamen askeri gücüne bağlı olduğunu ve Mehmet Ali’nin Sultan’ın en önemli düşmanı olmasını sağlayan gücünü kaybettiğini belirtmişti. Sultan II. Mahmut’un da Mısır Valisi’nin zayıfladığına kanaat getirdiğine ve bu nedenle iki taraf arasında savaşın kaçınılmaz olduğuna dikkat çekmişti[152].

Gerçekten de Mehmet Ali Paşa Suriye ve Filistin’i ilk ele geçirdiği döneme nazaran durumu oldukça kötüleşmişti. Başlangıçta Suriye ve Filistin’in Müslüman ahalisi, Mısır ordusuna karşı en küçük bir direniş bile göstermeyerek bir bakıma tarafsız kalmışlardı. Ahalinin bu tutumu sayesinde Mısır ordusu Osmanlı güçlerini kolaylıkla Anadolu’nun içlerine kadar sürmüştü. Mehmet Ali Paşa’nın tesis etmek istediği yönetim şekli ve uygulamaya gayret ettiği zorunlu askerlik sistemi çok sayıda Filistinlinin kanları pahasına gerçekleştirebilmişti. Bunun yanında Mısır yönetimi hem ahalinin sadakatini ve hem de çok sayıda eğitimli askerini kaybetmişti. Üstelik muhtemel bir savaşta yöre halkından zorla askere alınanların Mehmet Ali’ye Paşa’ya bağlılığı da şüpheliydi. Telafi edilemez maddi ve manevi kayıpları nedeniyle Mehmet Ali Paşa’nın bir daha İstanbul üzerine yürümesi imkânsız bir hale gelmiştir.

KAYNAKLAR

Başbakanlık Osmanlı Arşivi*[153]

Hatt-ı Hümayun (HAT): 360/20060-B, 360/20060-G, 360/20065- C, 360/20065-D, 361/20099-A, 367/20178/A, 372/20396-A, 378/20491-A, 383/20609, 383/20609-A, 451/22362, 698/33706-D, 1170/46289, 1199/47081-B, 1231/47997-F, 1322/51646-B, 1343/52488-F.

National Archives

Foreing Office (FO) 78/237 (1834),78/238 (1834), 78/243 (1834), 78/245 (1834), 78/246 (1834)

Kaynak Eserler, Araştırma ve İncelemeler

Addison, Charles G., Damascus and Palmyra: A Journey to the East With a Sketch of the State and Prospects of Syria, Under Ibrahim Pasha, II, London 1838.

Ali Fuat, “Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa”, Türk Tarih Encümeni Mecmuası, Numero 19(96), İstanbul Devlet Matbnaası, İstanbul 1928.

Bolsover, G.H., “Lord Ponsonby and the Eastern Question (1833-1839)”, The Slavonic and East European Review, Vol.13, No.37 (jul 1934) pp. 98-118.

Cameron, D.A., Egypt in the Nineteenth Century or Mehemet Ali and His Successors Until the British Occupation in 1882.

F.R.G.S, A.A., Paton, a History of Egyptian Revolution From the Period of the Mamelukes to the Death of Muhammed Ali, II, Trubner and Co, London 1870.

Kamil Paşa, Tarih-i Siyasi-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, III, Matbaa-i Ahmet İhsan, İstanbul 1327.

Kutluoğlu, Muhammed H., The Egyptian Question (1831-1841), Eren Yayınları, İstanbul 1998.

Lewis, Norman N., “The Frontier of Settlement in Syria, 1800-1950”, İnternational Affairs (Royal Institute of International Affairs), Vol.31,No.1, (jan 1955), pp.48-60.

Manna, Adel, “Eigteenth and Nineteenth Century Rebellions in Palestine”, Journal of Palestine Studies, Vol.24, No.1, (Autumn 1994) pp.51-66.

Mustafa Nuri Paşa, Netayic Ül-Vukuat Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı Tarihi, IIIIV, (Sadeleştiren Neşet Çağatay), TTK, Ankara 1992.

Napier, Charles, The War In Syria, I, London 1842.

Osama, Shams El-Din, A Military History of Modern Egypt From the Otoman Conquest to the Ramadan War, School of Advanced Military Studies, 2007.

Rustum, Asad J., The Royal Archives of Egypt and the Disturbances in Palestine 1834, American Press, Beirut 1938.

Sinoue, Gilbert, Kavalalı Mehmed Ali Paşa Son Firavun, (Çev. Ali Cevat Akkoyunlu), Doğan Kitap, İstanbul 1999.

IV. Gazeteler

Takvim-i Vekayi (1249)

Dipnotlar

  1. Gilbert Sinoue, Kavalalı Mehmed Ali Paşa Son Firavun, (Çev. Ali Cevat Akkoyunlu), Doğan Kitap, İstanbul 1999, s. 287.
  2. Ali Fuat, “Mısır Valisi Mehmet Ali Paşa”, Türk Tarih Encümeni Mecmuası, Numero 19(96), İstanbul Devlet Matbnaası, İstanbul 1928, s. 85.
  3. A..A.. Paton F.R.G.S., A History Of Egyptian Revolution From The Period Of The Mamelukes To The Death Of Muhammed Ali, II, Trubner and Co, London 1870, S. 98.
  4. Shams El-Din Osama, A Military History of Modern Egypt From The Otoman Conquest To the Ramadan War, School Of Advanced Military Studies, 2007, S. 22.
  5. Kütahya Antlaşması aslında şeklen bir anlaşma değil, daha çok bir görevlendirme belgesi gibidir. Buna göre Mısır ve Suriye Mehmet Ali Paşa’nın yönetim alanına dâhil edilmişti. İbrahim Paşa’ya da Hicaz valiliğine ek olarak Adana muhassıllığı verilmişti. Bunlar diğer valiler gibi senelik ödemeleri gereken vergileri Babıali’ye ödeyeceklerdi. Bkz. Kamil Paşa, Tarih-i Siyasi-i Devlet-i Aliye-i Osmaniye, III, Matbaa-i Ahmet İhsan, İstanbul 1327, s. 143.
  6. Charles G. Addison, Damascus And Palmyra: A Journey To The East With A Sketch Of The State And Prospects Of Syria, Under Ibrahim Pasha, II, London 1838, s. 459.
  7. NA, FO, 78/238, Ponsonby to Palmerston, 13 September 1834.
  8. Kamil Paşa, a.g.e., s. 150
  9. NA, FO, 78/245, Campbell to Palmerston 15 April 1834.
  10. NA, FO, 78/245, Campbell to Palmerston 19 June 1834; NA, FO, 78/245, Farren to Campbell 8 May 1834.
  11. NA, FO, 78/238, Ponsonby to Palmerston, 13 September 1834.
  12. NA, FO,78/245, Campbell to Ponsonby 25 April 1834; NA, FO, 78/245, Campbell to Palmerston 15 April 1834.
  13. NA, FO, 78/245, Catherwood to Campbell, 27 February 1834.
  14. NA, FO 78/243, Farren to Palmerston, 29 May 1834.
  15. D.A. Cameron, Egypt in the Nineteenth Century or Mehemet Ali and His Successors Until The British Occupation in 1882, London 1895, s. 170.
  16. BOA, HAT, 1199/47081-B, 29.Z.1250.
  17. NA, FO, 78/245, Campbell to Palmerston 15 April 1834.
  18. Asad J. Rustum, The Royal Archives Of Egypt and The Disturbances in Palestine 1834, American Press, Beirut 1938, s. 44
  19. NA, FO, 78/238, Ponsonby to Palmerston, 13 September 1834.
  20. Norman N. Lewis, “The Frontier of Settlement in Syria, 1800-1950”, İnternational Affairs (Royal Institute of International Affairs), Vol.31,No.1, (jan 1955), s. 52
  21. NA, FO, 78/245, Farren to Campbell, 8 May 1834.
  22. Sinoue, a.g.e., s. 333.
  23. NA, FO, 78/238, Ponsonby to Palmerston, 13 September 1834.
  24. Muhammed H. Kutluoğlu, The Egyptian Question (1831-1841), Eren Yayınları, İstanbul 1998, s. 114.
  25. NA, FO, 78/238, Ponsonby to Palmerston, 13 September 1834.
  26. Kamil Paşa, a.g.e., s. 151.
  27. Rustum, a.g.e., s. 21-22.
  28. NA, FO, 78/246, Campbell to Palmerston, 5 July 1834.
  29. Sinoue, a.g.e., s. 329.
  30. Rustum, a.g.e., s. 19.
  31. Rustum, a.g.e., s. 13.
  32. Paton., a.g.e., s. 112.
  33. NA, FO, 78/245, Farren to Campbell, 8 May 1834.
  34. NA, FO, 78/245, Campbell to Ponsonby, 25 April 1834.
  35. Paton , a.g.e., s. 113-114.
  36. NA, FO, 78/238, Ponsonby to Palmerston, 13th September 1834.
  37. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 29 May 1834.
  38. NA, FO, 78/245, Campbell to Ponsonby, 10 June 1834.
  39. NA, FO, 78/245, Farren to Campbell, 8 May 1834.
  40. Kutluoğlu, a.g.e., s. 114.
  41. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 29 May 1834.
  42. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 23 May 1834.
  43. Charles Napier, The War In Syria, I, London 1842, s. XXVIII.
  44. Paton , a.g.e., s. 121.
  45. NA, FO, 78/245, Campbell to Palmerston, 19 June 1834.
  46. Rustum, a.g.e. s. 53.
  47. Kamil Paşa, a.g.e., s. 150
  48. Rustum, a.g.e., s. 54.
  49. Kamil Paşa, a.g.e.,s. 151
  50. BOA, HAT, 451/22362, 23.Za.1250 (23 Mart 1835).
  51. BOA, HAT, 360/20060-G, 06.Ra.1250 (13 Temmuz 1834).
  52. Adel Manna, “Eigteenth and Nineteenth Century Rebellions in Palestine”, Journal of Palestine Studies, Vol.24, No.1, (Autumn 1994), s. 60.
  53. Addison, a.g.e., s. 461.
  54. NA, FO, 78/245, Catherwood to Campbell 27 February 1834.
  55. Addison, a.g.e., s. 463.
  56. Kamil Paşa, a.g.e., s. 150.
  57. NA, FO, 78/245, Campbell to Ponsonby, 10 June 1834.
  58. Rustum, a.g.e., s. 55-56.
  59. BOA, HAT, 378/20491-A, 29.Z.1250.
  60. BOA, HAT, 360/20060-G, 06.Ra.1250, (13 Temmuz 1834).
  61. BOA, HAT, 451/22362, 23.Za.1250(23 Mart 1835).
  62. NA, FO, 78/246, Campbell to Palmerston, 5 July 1834.
  63. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 26 May 1834.
  64. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 6 June 1834.
  65. NA, FO, 78/246, Campbell to Palmerston, 5 July 1834.
  66. Kutluoğlu, a.g.e., s. 114
  67. BOA, HAT, 1343/52488-F, 22.B.1250 (24 Kasım 1834).
  68. Rustum, a.g.e, s. 56-57.
  69. NA, FO, 78/245,Campbell to Ponsonby, 10 June 1834.
  70. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 18 November 1834.
  71. BOA, HAT, 360/20060-G, 06.Ra.1250 (13 Temmuz 1834)
  72. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 29 May 1834.
  73. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 4 June 1834.
  74. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 19 June 1834.
  75. Kamil Paşa, a.g.e., s.151.
  76. BOA, HAT, 451/22362, 23.Za.1250(23 mart 1835).
  77. NA, FO, 78/245, Farren to Campbell, 25 May 1834.
  78. BOA, HAT, 360/20060-B, 16.Ra.1250, (23 Temmuz 1834).
  79. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 4 June 1834.
  80. NA, FO, 78/245, Campbell to Ponsonby, 10 June 1834.
  81. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 19 June 1834.
  82. Rustum, a.g.e., s. 58-59.
  83. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 19 June 1834.
  84. BOA, HAT, 360/20060-G, 06.Ra.1250 (13 Temmuz 1834).
  85. NA, FO, 78/237, Farren to Ponsonby, 25 June 1834.
  86. Kutluoğlu, a.g.e., s. 114
  87. BOA, HAT, 451/22362, 23.Za.1250(23 Mart 1835).
  88. Kamil Paşa, a.g.e., s. 152
  89. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 19 June 1834.
  90. Rustum, a.g.e., s. 61-62.
  91. NA, FO, 78/246,Campbell to Palmerston, 16 July 1834.
  92. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 18 November 1834.
  93. NA, FO, 78/237, Farren to Ponsonby, 25 June 1834.
  94. BOA, HAT, 378/20491-A , 29.Z.1250.
  95. Kamil Paşa, a.g.e., s. 152
  96. NA, FO, 78/246, Campbel to Palmerston, 30 July 1834.
  97. NA, FO, 78/245, Campbell to Palmerston, 23 June 1834.
  98. Ali Fuat, a.g.m., s. 111.
  99. Takvim-i Vekayi, Defa 71.
  100. Kutluoğlu, a.g.e., s. 111-112.
  101. Takvim-i Vekayi, Defa 80; BOA, HAT, 698/33706-D, 1249 (1833); Mustafa Nuri Paşa, Netayic ÜlVukuat Kurumları ve Örgütleriyle Osmanlı Tarihi, III-IV, (Sadeleştiren Neşet Çağatay), TTK, Ankara 1992, s. 274.
  102. Takvim-i Vekayi, Defa 80.
  103. Rustum, a.g.e., s. 31
  104. NA, FO, 78/237, Ponsonby to Palmerston, 29 Jully 1834.
  105. BOA, HAT, 372/20396-A , 19.R.1250 (25 Ağustos 1834)
  106. BOA, HAT, 360/20060-G, 06.Ra.1250 (13 Temmuz 1834).
  107. BOA, HAT, 1322/51646-B, 28 Ca. 1249 (13 Ekim 1833).
  108. G.H. Bolsover, “Lord Ponsonby and the Eastern Question (1833-1839)”, The Slavonic and East European Review, Vol.13, No.37 (jul 1934), s. 104
  109. BOA, HAT, 1170/46289, 29.Z.1250.
  110. BOA, HAT, 367/20178/A, 29.Z.1248.
  111. BOA, HAT, 383/20609-A, 9.R.1250, (15 Ağustos 1834).
  112. BOA, HAT, 360/20065-C, 29.Z.1249 (1833-1834); BOA, HAT, 360/20065-D, 29.Z.1249.
  113. Kutluoğlu, a.g.e., s. 117.
  114. BOA, HAT, 383/20609, 29.Z.1250.
  115. BOA, HAT, 372/20396-A, 19.R.1250 (25 Ağustos 1834).
  116. NA, FO, 78/237, Farren to Ponsonby, 12 July 1834.
  117. BOA, HAT, 1170/46289, 29.Z.1250.
  118. NA, FO, 78/237, Ponsonby to Palmerstone, 24 Jully 1834.
  119. NA, FO, 78/237, Ponsonby to Palmerston, 25 Jully 1834.
  120. NA, FO, 78/237, Ponsonby to Campbell, 23 July 1834.
  121. NA, FO, 78/237, Ponsonby to Palmerston, 25 Jully 1834.
  122. Kutluoğlu, a.g.e.,s. 116.
  123. NA, FO, 78/245, Campbell to Palmerston, 19 June 1834.
  124. NA, FO, 78/245, Campbell to Palmerston, 23 June 1834.
  125. NA, FO, 78/245, Campbell to Palmerston, 24 June 1834,
  126. Kutluoğlu, a.g.e., s. 115.
  127. Kamil Paşa, a.g.e., s. 152.
  128. NA, FO, 78/245, Thurburn to Palmerston, 30 June 1834.
  129. NA, FO, 78/246, Campbell to Palmerston, 4 July 1834.
  130. NA, FO, 78/246, Campbell to Palmerston, 5 July 1834.
  131. Rustum, a.g.e., s. 65.
  132. NA, FO, 78/246, Campbell to Palmerston, 16 July 1834.
  133. Rustum, a.g.e., s. 71-73.
  134. BOA, HAT, 1231/47997-F, 29.Z.1251.
  135. NA, FO, 78/246, Campbell to Palmerston, 16 July 1834.
  136. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 12 July 1834.
  137. Rustum, a.g.e., s. 75
  138. Kamil Paşa, a.g.e., s. 152-153.
  139. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 2 July 1834.
  140. BOA, HAT, 1231/47997-F, 29.Z.1251.
  141. NA, FO, 78/238, Brant to Ponsonby, 26 August 1834.
  142. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 9 August 1834.
  143. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 11August 1834.
  144. Rustum, a.g.e., s.74.
  145. Kamil Paşa, a.g.e., s.153
  146. Rustum, a.g.e., s.80-82
  147. BOA, HAT, 361/20099-A , 13.Ca.1250 (17 Eylül 1834)
  148. Rustum, a.g.e., s. 71
  149. Adel Manna, a.g.m., s. 60
  150. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 25 August 1834.
  151. NA, FO, 78/243, Farren to Palmerston, 18 November 1834.
  152. NA, FO, 78/237, Ponsonby to Palmerston, 16 August 1834.
  153. ∗ Belgelerin künyeleri metin içerisinde gösterilmiştir.