ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Fahir Armaoğlu

Anahtar Kelimeler: Amerika, Sèvres Antlaşması, Ermenistan, I. Dünya Savaşı, Osmanlı Devleti, Paris Barış Konferansı

I. Dünya Savaşını sona erdiren barış antlaşmalarım hazırlamak üzere 1919 Ocak ayında toplantılarına başlayan Paris Barış Konferansı'nda Birleşik Amerika'nın Osmanlı Devletiyle ilgili faaliyetlerini. Sèvres öncesi ve Sèvres Sonrası diye ikiye ayırmak gerekmektedir. Başka bir deyişle, birincisi 1919 yılını kapsamakta, İkincisi de 1920 yılına ait bulunmaktadır.

Bu iki donemde Amerika'nın Türkiye[1], ile ilgili faaliyetlerinin ortak noktası, Ermenistan faktörü'nün her iki dönemde de ağırlıklı bir unsur teşkil etmesidir. Yalnız bu ortak faktörün niteliği, 1919 ve 1920 yıllarında, yine bir- birinden bir farklılık göstermektedir. 1919 yılında süz konusu olan, özellikle ve "soyut" olarak bir politik amaç veya bir politika faaliyeti olduğu halde, 192O'de, Amerika için söz konusu olan ise, bir antlaşmaya dayalı"somut bir faaliyet", veya bir icradır. Bu icra ise. Sèvres Antlaşması’nın 89'uncu maddesi uyarınca, "Ermenistan'a Türkiye'den koparılıp verilen toprakların, yani "Türkiye-Ermenistan" sınırının çizilmesi yetkisinin veya görevinin, Amerika Cumhurbaşkanına, yani Woodrow Wilson’a verilmiş olmasıdır.

Bu incelememizde, Sevres öncesi dönem, yani 1919 yılı üzerinde fazla durmayacağız. Bilindiği gibi, bu donemin Türkiye-Amerika münasebetleri, daha doğrusu Amerika ile Milli Mücadele arasındaki münasebetler bakımından en önemli olayı, "Ermenistan sorunu" hakkında rapor hazırlamakla görevlendirilen General Harbord Misyonu'nun, 20 Eylül 1920 Sivas'ta Atatürk ile yaptığı ve 34 saat süren görüşmelerdir.

Harbord Misyonu konusu yeteri kadar incelendiği için, biz bu konu üzerinde fazla durmayacağız[2].

Yalnız şu kadarını belirtelim ki, Amerika'nın "Ermenistan" konusu üzerine eğilmesi, Başkan Wilson'in "Milliyetler" ilkesi dolayısıyla ve Amerikan kamuoyunun ağır baskısı alünda ortaya çıktığı gibi, yine çeşidi yardım kuruluşları ve Ermeni davasını destekleyen kuruluş ve politikacıların tahriki ile, konunun, 1919 Haziranı'ndan itibaren Paris Barış Konferansı'nın gündemine girmesiyle bir dinamizm kazanmıştır.

Ermeni davasını destekleyen bazı kuruluşların ve aynı zamanda Amerika'nın resmî yardım kuruluşlarının, Rusya Ermenistanı ile Türkiye sınırlarında 700-800 bin Ermeni mültecinin biriktiğini iddia etmesi, bunların açlıkla karşı karşıya kaldıklarını ve bunlara yardım yapılması gerektiğini bildirmeleri ve ayrıca, İngiltere'nin de, şüphesiz "Ermenistan yükünü", "Amerika hamalı"nın sırtına yüklemek amacı ile, Ermenistan'daki kuvvetlerini 1919 Ağustosu'ndan itibaren çekeceğini bildirmesi, bir yandan Ermeni mültecilerine yardım sorununu, diğer yandan da kurulacak "Bağımsız Ermenistan"ın kendisini dışarıya (yani Türklere karşı) karşı koruması sorununu ön plâna çıkarmış ve özellikle bu ikinci nokta da, baştan beri Ermenilere kanat germeye hevesli ve kararlı olan Başkan Wilson'i Ermenistan üzerinde bir Amerikan "manda"sı sorunu ile karşı karşıya getirmiştir.

Bu sırada Amerikan Senatosu'nda, Başkan Wilson'in Avrupa politikasına fazla "bulaştığı" yolunda eleştirilerin artması ve "inziva"(Isolation) politikasına dönülmesi eğilimlerinin kuvvetlenmesi dolayısıyla, Başkan Wilson, General Harbord başkanlığında kalabalık bir heyeti, Anadolu dahil, bölgeye göndererek, "Ermenistan Mandası 'nı ve muhtemel sorunlarını yerinde inceletmiştir. Harbord Misyonu'nun askerî niteliği, Ermenistan'ın özellikle dışarıya karşı korunmasının, Wilson'in başlıca endişesini teşkil ettiğini göstermekteydi[3].

General Harbord, gezisinin sonunda uzun bir rapor hazırlayarak bir nüshasını Paris'teki Bariş Konferansına, bir nüshasını da Amerikan Dışişleri Bakanlığına vermiştir[4].

General Harbord, raporunda[5], bir hayli tarafsız davranarak, sade Türklerin Ermenilere saldırmadığını, bir çok yerlerde Ermenilerin de Türklere saldırmakta olduklarını örnekleriyle belirtmiş ve, yukarda da değindiğimiz gibi, Ermenilere yardim kuruluşları ile Ermeni davasını destekleyen Amerikan politikacıları, Rusya Ermenistani'na sığınan Ermeni mültecilerin sayısını 700-800 bin olarak iddia ettikleri halde. General Harbord bu miktarın 300 bin civarında olduğunu söylemiştir.

Manda konusunda ise, "Ermeni sorunu Ermenistan 'da çözülemez" diyen Harbord, Fransa ve İngiltere tarafından İşgal edilmiş olmaları sebebiyle, Suriye ve Mezopotamya hariç, İstanbul ve Rumeli (Trakya) dahil, bütün Osmanlı imparatorluğu topraklan üzerinde bir manda rejiminin kurulması gerektiğini ileri sürmüştür.

Fakat bu ifade, Harbord'ın, Amerikan mandası konusundaki iyimserliğinin bir işareti değildi. Generalin belirttiğine göre, manda yönetimini üzerine almakla Amerika, en az bir kuşak boyu bu işe bulaşmış olacaktı ve askeri bakımdan da, değişen şartlara göre, 25.000 ile 200.000 arasındaki bir askeri kuvvetle bu rejimi desteklemek zorunda kalacak, ve nihayet, manda yönetiminin ilk beş yılında Amerika'nın 756 milyon dolarlık bir mali yükü de sırtlaması gerekecekti.

Harbord'ın raporundan yaklaşık bir ay sonra. Amerikan Senatosu'nun, bir yandan 28 Haziran 1919 tarihli Versay Antlaşmasını ve bir yandan da, ona bağlı olan Milletler Cemiyeti Paktı'nı onaylamayı 19 Kasım I919'da reddetmesi ile, Amerika'nın "Ermeni Mandası" hikayesi de sona eriyordu.Çünkü, Amerika Milletler Cemiyeti'ne üye olamıyordu. Halbuki "manda" rejimleri Milletler Cemiyeti'ne bağlı bir sistemdi.

Senato'nun bu karan üzerine, Amerika, Aralık I919'da Paris Ban? Konferans'ından çekildi.

Başkan Wilson, özellikle Milletler Cemiyeti Paktı'nı Senato'ya onaylatmak için bir kaç teşebbüste daha bulunduysa da, bütün teşebbüsleri başarısızlıkla sonuçlandı.

Fakat, başta İngiltere olmak üzere, Amerika'nın Avrupalı müttefikleri, Amerika'nın ve özellikle Başkan Wilson'in yakasını bırakmadılar.

Paris Konferansı, "Türkiye Sorunu''nu, yani Osmanlı Devleti'yle yapılacak barışı 1920 Ocak ayından itibaren ele aidi. Almasıyla birlikte, "Ermenistan" konusu ve dolayısıyla Amerika, tekrar gündeme geldi[6].

İngiltere, Fransa ve İtalya, yani Barış Konferansı'nın "Yüksek Konseyi"("Supreme Council"), Şubat ve Mart aylarında Londra'da ve Nisan ayında da San Remo'da (İtalyan Rivierasında) toplanarak, Türkiye ile barışın esaslarım tespit etmişlerdir. Amerika, San Remo toplantıları ile temaslarım. Roma Büyükelçisi vasıtasıyla sürdürmüştür.

Yüksek Konsey'in Londra toplantılarından sonra, Fransa'nın Waşington Büyükelçisi, Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na verdiği 9 Mart 1920 tarihli bir notada, Türkiye ile barış konusundaki çalışmaların bir hayli ilerlediğini, bu durumda, Fransa'nın (Yüksek Konsey Başkanı), Amerika'nın "Doğu Sorunları" ile ilgilenip ilgilenmediğini veya bu sorunlarla ilgisini devam ettirip Konferansa katılıp katılmayacağım öğrenmek istediğini bildirdi. Amerika ise, bu notaya cevabında. Müttefiklerin Türkiye ile barış konusundaki düşüncelerini bilmediğini söyleyince[7], Fransa'nın Waşington Büyükelçisi, 12 Mart 1920 tarihli bir nota ile[8], tespit edilen bazı esasları Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na bildirmiştir. Nota'ya göre, Türkiye barışı konusunda Londra'da tespit edilen esaslar şöyleydi: 1) Türkiye'nin Avrupa sınırları, Midye-Enez çizgisi, fakat muhtemelen Çatalca Hattı olacaktır. 2) Türkiye'nin Asya tarafındaki sınırları. kuzeyde ve batıda Karadeniz. Marmara ve Akdeniz, doğuda Ermenistan sınırı (yani bağımsız Ermenistan), güneyde ise, Ceyhan Nehri'nden başlayıp. Antep, Birecik, Urfa, Mardin ve Cezire-i İbni Ömer'in kuzeyinden geçen çizgidir. 3) Padişah İstanbul'da kalabilecek, fakat burada Pâdişâhın muhafız kuvvetlerinden başka kuvvet bulunmayacaktır. Müttefikler. Avrupa Türkiyesi (Trakya) ile Marmara ve Boğazların güneyindeki bölgeleri İşgal etme hakkini mahfuz tutarlar. 4) Boğazlardan geçiş, savaşta ve barışta serbest olacak, bir Boğazlar Komisyonu kurulacak ve Padişah'ın Boğazlar üzerindeki egemenlik hakkini. Padişah adına bu Komisyon kullanacaktır. Bu Komisyon'da, bazı şartlarda Amerika ve Rusya da temsil edilecektir. Komsiyon'un başkanı ancak büyük devletlerden biri olacaktır. 5) Trakya'nın Türklere bırakılan kısımlarının dışında kalan kısımlar Yunanistan'a verilecek, Edirne'deki Türkler ("Osmanlılar" deniyordu) İçin özel garantiler sağlanacak ve Bulgaristan'a da Trakya'da bir serbest liman verilecekti. 6) Bağımsız bir Ermenistan kurulacak ve bu devletin denize çıkışını sağlamak İçin de, Lazistan'da (yani Trabzon) kendisine bazı özel haklar tanınacaktır. 7) Türkiye: Mezopotamya, Arabistan, Filistin, Suriye ve bütün adalar üzerindeki haklarından feragat edecektir. 8) Aydın bölgesi hariç, İzmir bölgesi. Padişaha bağlı olarak Yunanistan'ın yönetimine verilecek ve İzmir Limanında Türkiye'ye de ayrı bir kısım ayrılacaktır.

Bundan sonra da Osmanlı borçlarına ait bazı mali hükümler söz konusu olmaktaydı.

Barış Konferansından çekilmiş olmasına ve ancak "uzaktan gözlemci" statüsünde bulunmasına rağmen. Amerikan hükümeti bu barış esaslan hakkında şu görüşleri bildirdi[9].1) İstanbul bölgesi dışındaki Trakya topraklarının Yunanistan'a verilmesini Amerika kabul etmekle beraber, bu bölgenin kuzey kısmı halkı Bulgar olduğundan (!), Edime ve Kırklareli (Kırkkilise) ve havalisi Bulgaristan sınırları İçine katılmalıdır. Çünkü Bulgaristan'ın, tamamen Bulgarlarla meskûn olan batı toprakları Sırbistan'a verildiğinden, Bulgaristan'a yapılan bu haksizlik Trakya'da telafi edilmelidir. 2) Amerika, Ermenistan konusu ile çok yakında ilgilidir. Ermenistan'ın sınırları. Ermeni hal kının meşrû (!) isteklerini karşılayacak ve kolay ve engelsiz bir şekilde denize çıkışını sağlayacak şekilde çizilmelidir. Denize çıkışı sağlamak için Lazistan'da Ermenistan'a özel haklar tanımak yeterli değildir. Venizelos, bu bölge Rumları adına, Trabzon'un Türklere verilmektense Ermenistan'a verilmesini tercih ettiğini bildirdiğine göre, Trabzon, doğrudan doğruya Ermenistan'a verilmelidir. 3) Amerikan hükümeti, elinde şok sınırlı bilgi olduğundan İzmir konusunda görüş bildirebilecek durumda değildir. 4) Eski Osmanlı imparatorluğu topraklarında ne şekilde bir düzenleme yapılırsa yapılsın (kime ne toprak verilirse verilsin). Amerikan vatandaşları ve şirketleri, diğer devletlerinkinden daha az müsait durumda kalmamalıdır. Yani Amerika, ekonomik ve ticari bakımdan, "Açık Kapı" veya "fırsat eşitliği" ilkesinin uygulanmasını istiyordu.

Toplantılarına San Remo'da devam etmekte olan Konsey, Amerika'nın bu görüşlerine verdiği cevapta[10], Türkiye ile adil ve kalıcı (!) esasları kapsayan bu barış antlaşmasını, Amerika'nın da İmzalayacağı ümidini izhar ettikten sonra, tespit ettikleri ve 12 Mart'ta Amerika'ya bildirdikleri barış esaslarını savunuyorlardı. Bundan başka, Bulgaristan'a Edirne ve Kırklareli (Kırkkilise) nin verilmesi hususundaki Amerikan isteğine karşı da, kendilerindeki istatistik bilgilere göre, bu iki şehir ve havalisinin çoğunluğunun Türk olduğunu belirtiyorlardı.

ilginç bir nokta da, Amerika'nın Avrupalı müttefiklerinin. Amerikan Senatosu'nun Versay Antlaşması'nı onaylamayı reddetmesinin anlamım hâlâ anlamamış olmaları veya anlamamazlıktan gelmeleriydi.

Bağımsız Ermenistan konusunda Müttefiklerin de Amerika ile ayni görüşü paylaştıklarını ve "halihazır ihtiyaçları ve gelecekteki gelişmesi (expansion)"bakımından "hakli olarak (!) iddia ettiği" toprakları Ermenistan'a vermeyi ciddi bir şekilde arzu ettiklerini bildirmekteydiler.

Sorun bir al gülüm - ver gülüm hikâyesine dönüşmüştü. Avrupalılar, müstakbel Sèvres Antlaşmasına Amerika'yı da bağlamak ve bu antlaşma ile Yakın Doğu'da yapacakları karmaşık ve tehlikeli düzenlemede Amerika'ya da sorumluluk yüklemek için, Amerika'ya şirin görünmenin her türlü çabasını harcamaktaydılar.

Yalnız, Müttefiklerin bu 27 Nisan 1920 günlü cevaplarında, İzmir ile ilgili yeni açıklamalar dikkati çekmekteydi. İzmir ile bazı komşu ilçelerin

(kazaların) nüfus çoğunluğunun Rumlarda olması ve Türkiye'nin bu Rumlara fena muamelede bulunması sebebiyle, İzmir'in Yunan yönetimine verildiği belirtildikten sonra, İzmir'in bütün Anadolu'nun ekonomisinde önemli bir yeri olması ve İzmir'in Yunanlılar tarafından işgalinin millî tepkilere sebep olmasının, Türkiye ile barışın uygulanmasını imkânsız kılmasa bile, güçleştirmesi ihtimali dolayısıyla, İzmir'in Padişaha bağlı hale getirildiği ve aynı zamanda Türklere de İzmir Limanı’nda imkânlar sağlandığı belirtilmekteydi. Burada "millî tepkiler" den duyulan endişe dikkati çekmektedir.

Amerika'yı Türkiye ile barış sorununa "bulaştırmak" ve konunun içine çekmek için, Nisan 1920 sonunda, İngiltere'nin egemen olduğu Milletler Cemiyeti'nin de kullanılmak istendiği de görülüyor. Çünkü, San Remo'dan 27 Nisan'da Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na gönderilen uzun bir mesajda[11]., Ermenistan konusunda, Amerika bir karar verme zorunluluğu ve dolayısıyla, Türkiye barışı ile karşı karşıya bırakılıyordu.

Bu mesaja göre, Milletler Cemiyeti Konseyi, Müttefikler Yüksek Konseyine başvurup, Ermenistan ile en fazla ilgilenen devletin kim olduğunu ve Ermenistan'ın bağımsızlık ve güvenliği için bu devletin neler yapabileceğini sormuş, imiş. Başta İngiltere'nin oynamak istediği basit oyunun, bizim dilimizdeki en hafif nitelendirmesi "tecahül-i ârifâne" dir.

Yine bu mesaja göre, Başkan Wilson'ın şimdiye kadar Ermenistan konusunda yaptığı çeşidi konuşmaları ve Amerikan Dışişleri Bakanı Colby'nin kullandığı deyimle "uygar dünyanın istek ve beklentileri" dolayısıyla, şimdi Yüksek Konsey Ermenistan mandasını Amerika'nın kabul edip etmeyeceğini soruyordu.

San Remo, bu kadarla da yetinmeyip, Ermenistan konusunda bir takım görüşler de belirtiyordu: Amerika şimdiye kadar hep "geniş" bir Ermenistan ilkesini savunmuştur. Bununla beraber, Kilikya'yı (Çukurova) Ermenistan'a vermek pratik bir yol görünmüyor[12]. Bu durumda, Ermenistan'a, Erzurum, Trabzon, Van ve Bidis vilâyetlerinin verilmesi söz konusu olmakla beraber, önce Amerika'nın Ermenistan mandasını kabul etmesi ve ikinci olarak da bu bağımsız Ermenistan'ın sınırlarının Amerika Birleşik Devletleri Başkanı tarafından çizilmesi istenmekteydi.

Kısacası, Müttefiklerin Osmanlı Devleti yerine bir "Ermenistan Devleti"ni ikame etmek isterlerken, bu İşin, badireleri ve sonuçlan ile, bütün yükünü Amerika'nın sırtına yüklemeye çalıştıkları apaçık belliydi, şunu da belirtelim ki. General Harbord'ın, bir "Bağımsız Ermenistan" mandasının ne denli sorunlar ortaya çıkaracağı hakkındaki raporu da, müttefiklerin elindeydi.

Nitekim, Yüksek Konseyin kararına göre, Ermenistan sorunu yine de bu kadarla bitmiyordu. Türkiye ile barış imza edilir edilmez, Ermenistan'ın dış saldırılara karşı savunulması İçin gerekli askeri kuvvet ve ayrıca düzenli bir yönetim İçin mali yardim söz konusu olacaktı. Yani, Amerika, Ermenistan mandasını kabul ettiği takdirde, bu iki yükü de sırtlamak zorundaydı.

Yine Yüksek Konsey'e göre, Amerika'nın bu hususta acele karar vermesi gerekmiyordu. Ama Ermenistan halkı da büyük bir bekleyiş ve endişe içindeydi..

Müttefiklerin 27 Nisan mesajına, Amerika 17 Mayıs 192O'de cevap verdi ve bu cevapta "Ermenistan mandası" hakkında tek kelime mevcut değildi. Sadece, Amerika Cumhurbaşkanının, Ermenistan'ın sınırları konusunda "hakem"olmayı ("to act as arbiter") kabul ettiği bildiriliyordu[13].

Söz konusu telgrafta Ermenistan mandası hakkında herhangi bir ifadenin bulunmamasının sebebi, bir yandan Amerikan Senatosu'nun bu konudaki olumsuz havası, diğer yandan da. Yüksek Konsey'in 27 Nisan 1920 günlü mesajı üzerine. Amerikan Dışişleri Bakanlığı'nın, Harbiye Bakanlığı'na, Ermenistan mandası hakkındaki görüşünü sormasıydı. Harbiye Bakanı Baker'ın Dışişleri Bakam Colby'ye gönderdiği 2 Haziran 1920 tarihli memoranduma göre[14]. General Harbord, her ne kadar raporunda, Ermenistan mandası İçin 59.000 kişilik bir Amerikan kuvvetini gerekli görmüş ise de, bu miktar % 50 oranında azaltılabilirdi ve Ermenistan'ın dış saldırılara karşı korunması için 27.000 kişilik bir Amerikan kuvveti yeterli olabilirdi. Ne var ki, Ermenistan'ın dış saldırılara karşı korunması evvela Milletler Cemiyeti'nin göreviydi ve ikinci olarak da, Bolşeviklerin şu anda Kafkaslar'da yarattığı tehlike dolayısıyla bu kadar bir Amerikan kuvvetinin orada bulundurulması pratik bir formül değildi. Bolşevikler Bakû'yü işgal etmişlerdi ve gazete haberlerine göre de, Ermenistan topraklarına girmeye başlamışlardı.

Ağustos ayı geldiğinde, ar tik Amerika'nın "Ermenistan mandası" söz konusu değildi. Fakat, Amerika'nın Avrupalı Müttefikleri, şimdi Türkiye İçin hazırlanmış olan bu barış antlaşmasının imzasından önce, Ermenistan sınırlarının çizilmesi İşinin Amerika Cumhurbaşkanı tarafından kabul edilip edilmediğini öğrenmek istediler[15].

Amerika'nın bu İsteğe cevabi, hazırlanan barış antlaşmasının (yani Sevres Antlaşması) 89'uncu maddesine göre, "Türkiye, Ermenistan ve diğer Yüksek Âkit Taraflar", Ermenistan sınırlarının çizilmesi hususunda Amerika Birleşik Devletleri Başkanı'nın kararım kabul edeceklerine göre, Amerika Cumhurbaşkanının bu görevi kabul edebilmesi için, önce söz konusu tarafların bu antlaşmayı imza etmeleri gerekir, şeklindeydi[16]. Başka bir deyişle. Başkan Wilson, Türkiye barışı imzalanmadıkça ve 89'uncu madde ile sınırların çizimi görevi veya "hakemliğinin kendisine verilmesi "resmileşmedikçe", sınırların çizimi konusunda herhangi bir taahhüde girmek istemiyordu.

Bilindiği gibi, 10 Ağustos 192O'de İstanbul Hükümeti Sevres Antlaşmasını imza etti ve ayni anda da, hatta daha Mayıs ayında, bu antlaşma Ankara Hükümeti, yani T.B.M.M. Hükümeti tarafından geçersiz İlân edildi. Fakat bütün bunların, Amerika'yı veya Başkan Wilson'ı etkilemediği görülüyor.

Lâkin, Sevres Antlaşması'na karşı Anadolu'da uyanan milli duygular ve Ankara'daki milli hükümet tarafından gösterilen tepkiler, işin başından beri Türkiye ile ilgili gelişmeleri, Waşington'dan çok daha farklı bir şekilde değerlendiren, Amerika'nın İstanbul'daki Yüksek Komiseri Amiral Bristol'ü, Waşington'u ciddi bir şekilde uyarma ihtiyacına şevketmiş görünüyor. Amiral Bristol'ün Waşington'a 18 Eylül 192O'de gönderdiği telgraf, özellikle Ermenistan konusunda şu noktaları vurgulamaktaydı, [17]: "Şu hususu kesin olarak belirtmek gerekir ki, Ermenistan'a (Anadolu'dan) toprak verilmesine karşı Doğu Anadolu vilâyetlerinde oluşan tepkiler, şimdiye kadar olduğundan çok daha acı ve kuvvetlidir. Ermenistan 'a bırakılan topraklan, Türklerin, kuvvet zoru olmaksızın bırakacaklarına hiç kimse inanmamaktadır. Türklerin çok geniş bir çoğunluğunu temsil eden Milliyetçiler, İstanbul Hükümeti tarafından imza edilen antlaşmayı tanımamaktadırlar ve çok muhtemeldir ki, Müttefikler, Yunanistan vasıtasıyla, bu antlaşmayı Türklere kabul ettirmeye zorlayacaklardır. Türkiye barışı, Ermenistan'a, Türkiye'nin, Başkanı'n hakemliği ile tespit edilecek doğu vilayetlerini vermektedir. Bu bölgelerde bugün fiilen Ermeniler yoktur ve Erivan'daki Ermenileri bu bölgelere yerleştirmek, yeterli koruma sağlanmadığı takdirde, karışıklıkların ortaya çıkması sonucunu verecektir".

Amiral Bristol'un bu son derece isabetli değerlendirmesi, Amerikan Hükümeti ve Başkan Wilson üzerinde tamamen etkisiz kaldığı gibi, Sèvres Andaşması'na ve Amerika'ya güvenen Rusya Ermenistan'ı, 4 Ekim 1920'de Türkiye'ye savaş ilân etti. Gürcistan da Ermenistan'ı destekleyeceğini bildirdi[18].

Amiral Bristol'ün İstanbul'dan Waşington'a gönderdiği uyarıların, Başkan Wilson üzerinde hiç bir etkisi olmadığı anlaşılıyor. Çünkü, Başkan Wilson'in, "önce Türkiye ile barış imzalansın" şartı üzerine, Barış Konferansı'nın Genel Sekreterliği, ilk defa olarak ve Sèvres Antlaşması'nın imzasından iki ay sonra,Sèvres Antlaşması'nın tam metnini, Amerika'ya vermiştir[19]. Verirken de. Sèvres Antlaşması'nm 89. maddesinin, Amerika Cumhurbaşkanı'na, hem Ermenistan'ın sınırlarını çizme, hem Ermenistan'ın denize çıkmasının sağlanması ve hem de Ermenistan ile Türkiye arasındaki sınırda "gayrı askerî bölge"nin tesbiti görevini verdiği belirtilmekteydi.

Yaklaşık bir ay sonra, Amerikan Dışişleri Bakanlığı, Paris Büyükelçiliği vasıtasıyla. Başkan Wilson'in, Ermenistan sınırları hakkında hazırlayıp, Müttefik Devletler Yüksek Konseyi'ne hitaben kaleme aldığı raporunu, söz konusu Konsey Başkanlığı'na sundu[20].

Wilson'in Ermenistan sınırlarının çizimine ait raporunu ele almayı, yazımızın sonuna bırakarak, raporun Yüksek Konsey'e sunulmasından sonra ortaya çıkan bazı ilginç gelişmelere değinmek istiyoruz.

Başkan Wilson, 30 Kasım 1920 tarihinde Milletler Cemiyeti Konseyi Başkanı'na gönderdiği bir telgrafta[21], Ermenistan üzerinde bir Amerikan mandası tesisi teklifi, Amerikan Senatosu tarafından reddedilmiş olmakla beraber, Amerikan halkının, Ermenistan'ın kaderi ile çok yakından ilgilendiğini, fakat şu anda Ermenistan'a yardım bakımından Amerikan askerini kullanma yetkisine sahip olmadığını, ekonomik yardımın ise, yine Senato'nun kararına bağlı bulunduğunu, fakat bu karar konusunda şimdiden bir tahminde bulunamayacağını söylemiştir. Başkan Wilson, Senato'nun kesin muhalefetine rağmen, Ermenistan'a yardım için elinden gelen her türlü çabayı harcamaya kararlı görünüyordu.

Ne var ki, Wilson'in Milletler Cemiyeti Konseyi Başkanı'na bu telgrafı gönderdiği, aynı 30 Kasım 1920 günü, İstanbul'daki Yüksek Komiser Amiral Bristol, 1 Aralık sabahı Waşington'a ulaştığı anlaşılan telgrafında[22] şunları yazıyordu: Ermenistan konusunun artık bittiği bildirilmektedir. Kars ve Gümrü'deki Ermeni kuvvetleri, çok üstün olmalarına rağmen, hezimete uğratılmış ve bir çok noktalarda Ermeni kuvvetleri kaçmıştır ("ran away"). Türkler Iğdır'ı ele geçirmiş olup, Aralık'tan bir kaç mil mesafede bulunmaktadır... Bir barış antlaşması müzakere edilmektedir. Türk hatları dahilindeki Amerikalıların güvenlikte olduğu bildirilmektedir. Bolşevikler ve Milliyetçi Türkler anlaşma içinde bulunuyor. Gümrü ve Kars'ın Ermenden tarafından tekrar ele geçirildiğine dair haberler doğru değildir ve Ermenilerin bu iki şehri geri almaları ihtimali de mevcut değildir".

Tiflis'teki Amerikan Konsolosu Moser de, 4 aralık 1920 sabahı Waşington'a gönderdiği telgrafında şöyle demekteydi[23]: "Erivan 'da resmen açıklandığına göre, Ermenistan bir Sovyet Cumhuriyeti olarak ilân edilmiştir... Sovyet Rusya Büyükelçisi 'nin söylediğine göre, Sovyetler bu yeni Sovyet Cumhuriyeti'ni resmen tanımışlardır. Bir hafta önce kurulan Ermeni hükümetinin devrilmesinin arkasından, Bakû'den gelen Rus kuvvetleri, Ermenistan'ın sınır bölgelerini işgale başlamıştır. Rusya bu harekâtı, Bakû'deki Ermeni Bolşevik Komitesi'nin isteği üzerine yapmıştır. Türkiye ile Ermenistan arasındaki barış müzakereleri sırasında, Gümrü'deki mahallî hükümet de Bolşeviklere katılmıştır..."

Bu gelişmeler karşısında Wilson'in çizdiği Ermenistan haritasının havada kalması bir yana, Ermenistan'da bu gelişmeler olurken, "bağımsız Ermenistan"ın sınırlarının çizildiğinin açıklanması, hem Amerika ve hem de Müttefikler'in prestijine ağır bir darbe teşkil edecek ve bir "skandal" olacaktı. Bu sebeple, İngiltere hemen harekete geçerek, Wilson'dan, bu sınırların kamuoyuna duyurulmasının durdurulmasını istemiş ve Wilson da, çizmiş olduğu Ermenistan sınırlarını açıklamaktan vazgeçmiştir[24]. Böylece Wilson'in çizmiş olduğu Ermenistan haritası, tarihin arşivine girecek bir belge niteliğini muhafazaya mahkûm olmaktaydı.

Wilson'in, Ermenistan sınırlarını çizen raporuna gelince[25]: Rapor 22 Kasım 1920 tarihli olup, iki kısımdır. Raporun birinci kısmında Wilson, sınırlan, yani Türkiye-Ermenistan sınırlarını çizerken, veya daha doğru bir deyişle bir kısım Türk topraklarını Ermenilere hediye ederken, hangi esas ve ilkeleri gözönünde tuttuğunu uzunca bir şekilde belirtmekte, ve ikinci kısımda ise, çizmiş olduğu sınırların geçtiği yerleri ve mevkileri, gayet ayrıntılı bir şekilde açıklamaktadır.

Bu yazımıza ek olarak verdiğimiz ve Başkan Woodrow Wilson tarafından çizildiği belirtilen ve onun imzasını taşıyan haritanın altındaki nottan, bu haritanın, Amerikan Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanlığı tarafından, Amerikan Dışişleri Bakanlığı ile işbirliği yapılarak hazırlandığı ve bunun için de General Harbord'ın verdiği bilgilerden ve Türk Genelkurmayı'nın kullandığı 1/200.000 ölçekli harita ile, Almanların savaş sırasında yaptıkları 1/400.000 ölçekli haritalarla, İran ve Kafkaslara ait 1/1.000.000 ölçekli İngiliz haritalarından yararlandığı anlaşılmaktadır.

Wilson'in gözönünde tuttuğunu söylediği ilke ve esasları şu şekilde özetleyebiliriz:

Sevres Antlaşması'nın 89'uncu maddesi, Trabzon, Erzurum, Van ve Bidis vilâyetlerinin Ermenistan'a verilmesini öngördüğünden, sınırın çiziminde de bu dört vilâyet gözönünde tutulmuştur.

Kendi ifadesine göre, Wilson, Ermeni halkının çıkarlarına en iyi şekilde hizmet etme endişesini taşımakla beraber, bitişik bölgelerdeki Türk, Kürt, Rum, v.s. halklara karşı da gayet adaletli davranmaya özen göstermiş.

Söz konusu dört vilâyet Ermenistan sınırları içine alınırken, sınırın çiziminde etnik yapı dikkate alınmamıştır. Çünkü bu dört vilâyette halklar, çeşidi sebeplerden, birbirine karışmıştır.

Keza, dört vilâyeti kapsayacak sınır çizilirken, "yeterli tabiî sınırlar" ve yeni devletin "coğrafî ve ekonomik vahdeti" nin asgari gerekleri gözönünde tutulmuştur.

Ermenilerin, Türklerin, Kürtlerin ve Rumların toprak isteklerini birbiriyle çatışması durumunda, Wilson, "müstakbel Ermeni Devleti'nin bir ekonomik hayata sahip olması" ilkesini, kesin bir faktör olarak tercih ettiğini belirtmektedir.

Sınır boyunca, Türkler ve Kürterle meskûn dağ ve vadilerin Türkiye'ye bırakılmasına çalışılmakla beraber, "ticaret merkezlerinin Ermenistan tarafına aktarılmasına" önem verilmiştir.

"Ermeni şehirleri (!) olan Bitlis ve Muş" un güneyinden geçen sınır çizgisi, Hakkâri ve Siirt sancakları ile, Van vilâyetinin hemen yarısını Türkiye'ye bırakmıştır. Wilson için bunun gerekçesi de Siirt ve Hakkâri nüfusunun çoğunluğunun Kürt olması imiş.

Wilson, ilkeleri arasında, "Pontus Rumları"nın isteklerini de unutmadığını belirtmektedir. Zira, Pontus Rumları, 1920 Mart'ında Londra'da yapılan Müttefikler Yüksek Konseyi toplantısına bir memorandum sunarak, Rumlarla meskûn Karadeniz kıyı bölgesi'nin bütünlüğünün korunmasını ve Rize'den Sinop'un batısına kadar olan bölgeye özerklik verilmesini istemişler. Lâkin, Wilson'a, Karadeniz kıyıları bakımından, sadece Trabzon vilâyeti için yetki verildiğinden, Karadeniz kıyılarının diğer kısımları için herhangi bir teklif yetkisi yokmuş. (Yani, teklif yetkisi verilse imiş, Rize'den Sinop'un batısına kadar olan Karadeniz kıyılarını da Rumlara vereceği anlaşılıyor).

Diğer taraftan Wilson, Trabzon'un nüfus çoğunluğunun Müslüman (Yani Türk) olduğunu, Trabzon'daki Ermeni nüfusun Rumlardan da az olduğunu belirtiyor, fakat, Ermenistan'ın Trabzon'dan denize çıkması hususunun en geniş şekilde ve Ermenistan'ın gelişmesini sağlayacak nitelikte olmasını istemekteydi. Bundan dolayıdır ki, Wilson, Giresun şehrinin doğusuna

Belleten C. LXI. 10 kadar olan, Anadolu'nun Doğu Karadeniz kıyılarını veriyordu. Ermenistan'a, denize çıkışını sağlamak için sadece Trabzon limanı değil, Anadolu'nun Karadeniz kıyılarının yaklaşık dörtte biri verilmekteydi. Wilson açısından, bunun gerekçesi de Ermenistan'ın ekonomik gelişmesinin sağlanmasıydı.

Bu surede, Wilson'in, "gayet adaletli" davrandığı iddiasını kabul etmek için, insanın bütün gerçekleri ters-yüz etmesi gerekiyordu.

Yine, görüldüğü gibi, sınır çiziminde Wilson'in gözönünde tuttuğu temel ilke ve esas, sadece ve sadece, Ermenistan'ın çıkarları idi. Başka bir deyişle, "her şey Ermenistan ,a" ilkesi, sınır çiziminin ana unsurunu teşkil etmekteydi. Dolayısıyla, Wilson'in meşhur "milliyetler ilkesi" de tam anlamı ile bir komediye dönüşüyordu. Zaman zaman, "milliyetler ilkesi" ne ağırlık verir gibi görünmesine rağmen, çizdiği sınırların, gerçekten milliyetler ilkesine ne derece uygun düştüğü çok tartışma götürür. Meselâ Wilson, Sevres Antlaşması'nın, söz konusu dört vilâyetimizi Ermenistan'a vermesinin gerekçe ve mantığını, milliyetler ilkesi açısından hiç tartışmamış, sadece Ermeni iddialarını kendisine dayanak yapmıştır. Bitlis ve Muş'un "Ermeni" şehirleri olduğunu söylüyor, fakat bu iddiasını rakamlara ve belgelere dayandırmaktan kaçmıştır. Tarih hocalığı yapan ve 1890'da Princeton Üniversitesi'nden Profesör unvanını alan, yani gûya bilim adamı olan bu zat, Ermeni propagandası ağzı ile, Bidis ve Muş'un "Ermeni" şehirleri olduğunu söyleyip işin içinden sıyrılıveriyor. Herhalde, "milliyetler ilkesi"nin ciddi ve bilimsel uygulaması bu değildir.

Belirttiğimiz gibi ve kendisinin de raporunda sık sık kullandığı bir ifade ile, "Ermenistan'ın istikbâli ve ekonomik gelişmesi" endişesi, Wilson için, her türlü ilkenin önüne geçmiştir. Bir halde ki, Wilson, "Bağımsız Ermenistan'ın kurucu babası olmayı, siyasî kariyerinin en büyük hedefi ve ihtirası haline getirmiş görünmekteydi.

İlkeler ve esaslar konusunda belirtilmesi gereken son bir nokta da, Ermenistan sınırının çizilmesi dolayısıyla, yine Sevres'in 89'uncu maddesi ile, bir de Osmanlı Devleti (Türkiye) tarafında, "gayrı askeri bir bölgenin sınırlarının çizilmesi görevinin de Wilson'a verilmiş olmasıydı.

Wilson bu işe girişmemiştir. Gerekçesi ise, gayrı askeri bölge tesis etmenin, karmaşık tedbir ve düzenlemeleri gerektirmesiydi. (Şüphesiz bu, Ermenistan'a gelişigüzel toprak vermek gibi olmayacaktı). Bu ise Wilson'a göre, hem pratik değil ve hem de gereksizdi. Zira, Sevres Antlaşması'nın 177'nci maddesi, Türkiye'ye bırakılan topraklardaki bütün "kalelerin"("existing forts") silâhsızlandırılmasın! öngördüğü gibi, bir "karışıklık" (yani bir Türk saldırısı) halinde, Müttefiklere müdahale hakkı veriyordu. Bunun için de bir Müttefikler arası Kontrol Komisyonu kurulacaktı. Bu sebeplerden dolayı, Wilson'a göre, ayrıca bir de "gayrı askerî bölge" tesisine gerek yoktu.

Burada Wilson'in peşin hükümlü ve peşin kararlı tutumu bir kere daha ortaya çıkmaktadır. "Gayrı askerî bölge" tesisi, Sevres Antlaşması'nın bir hükmü ve Ermenistan sınırlarının çizilmesiyle birlikte kendisinin hâkemliğine, dolayısıyla görevine havale edilmiş bir husus olduğu halde, Wilson kendi takdiri ile bu konuyu bertaraf ediyor, fakat Bitlis ve Muş'un"Ermeni" olduğunu ileri sürerken ve Trabzon'da ancak bir avuç Ermeni bulunduğu halde, burasını da Ermenistan'a verirken, bütün bu hususları tarafsız bir analizden geçirerek, Sevres Antlaşması'nın mantıksızlığını tartışmaya yanaşmıyordu.

Wilson Raporu'nun ikinci kısmı, doğrudan doğruya sının ayrıntılı bir şekilde çizmekteydi. Raporun bu kısımının tercümesini vermek yerine, faksimilesini vermeyi tercih ettik. Zira, Rapor'un sınır çizimine ait kısmında, bir çok köyler, yerleşimler ve fizikî coğrafya isimleri, o zamanki şekliyle yer almaktadır ve bunlardan bazılarının bugünkü isimlerini ve Rapor’daki telâffuzlarından o zamanki isimlerini dahi tespit etmek kolay değildir.

Nihayet, bu belgeler artık Tarih'in birer kalıntısından ibarettir. Bizim burada asıl vurgulamak istediğimiz. Büyük Atatürk'ün başlattığı Türk Milli Mücadelesi'nin ve Millî Devlet kurma çabasının daha başlangıcında, Amerika'nın Türk Milleti'ne karşı tutumunu ortaya koymak ve bu tutumdan, günümüze bazı ışıklar getirmektir.

Bununla beraber, incelememizin sonuna, yine Amerikan belgeleri arasında yayınlanan ve Doğu Anadolu topraklarımızdan Ermenistan'a verilen, yani Türk Vatanı'ndan koparılmak istenen toprakları gösteren bir haritayı da koyduk[26]. Belgelerde, çizilen sınırın çok daha ayrıntılı bir haritasından söz edilmekte ise de, bu harita belgeler arasında yaymlanmamıştır[27].












Dipnotlar

  1. Gerek Amerikan belgelerinde, gerek Paris Baı-ış Konferansı ile ilgili belgelerde, Osmanlı Devleti, daima "Türkiye" adı ile zikredildiginden ve hatta 1920 yıhnda, sonradan Svres Antlaşması adım alacak antlaşmanın adı daima "Türkiye ile banş" (Peace with Turkey, Peace Settlement with Turkey) diye zikredildiginden, biz bu incelememizde, Osmanlı Devleti yerine, Türkiye deyirnini kullandık.
  2. Bu konuda bak.: Dr. Fethi Tevetoglu, Milli Mücadelede Mustafa Kemal Paşa-General Harbord Görüşmesi, TÜRK KÜLTÜRÜ, Yıl VII, Sayı 76, Şubat 1969, s. 257-267; Yıl VII, Sayı 77, Mart 1969, s. 321-334; Yıl 'V11, Sayı 80, Haziran 1969, s. 525-545; Yıl VII, Sayı 81, Temmuz 1969, s. 589-603. Bizim inceledigimiz Amerikan belgelerinde, General Harbord'un raporunun metni verilmekte, fakat, başka hiç bir bilgi verilmemektedir.
  3. Bütün bu gelişmelere ait Amerikan belgeleri için bak.: Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1919, Washington, D.C., Government Printing Office, 1934, Vol.II p. 817-841.
  4. General Harbord Misyonu, Başkan Wılson'ın onayı ile gönderilmelde beraber, esasında Paris Banş Konferansı adına görev yapmıştır. Bu sebeple, 16 Ekim 1919 tarihli olan raporunun imzalı nüshasını Paris Banş Konferansı'na sunmuş, imzam bir nüshasını da Amerikan Dışişleri Bakanhgfna vermiştir. Bu konuda bak.: aynı kaynak, Vol. II, p. 841, 24 no.lu dipnotu.
  5. Raporun metni: aynı kaynak, p. 841-889. Ayrıca bak.: Maj. Gen. James G. Harbord, Conditions in the Near East: Report of dıe American Milimry Mission to Arınenia, U.S. Senate, 66th Congress, 2d Session, Document No. 266; Washington, Government Printing Office, 1920; Brig. Gen. George Van Horn Moseley, Manda toıy over Armenia: Report made to Maj. Gen. Janıes. G. Harobrd, Senate, 66th Congress, 2d Session, document No. 281, Washington Government Printing Office, 1920.
  6. Bundan sonraki açıklamalanmın, şu kaynakta yer alan belgelere dayandıracaga: Papers Relating to the Foreign Relations of the United States, 1920, Washington, D.C., Government Printing Office, 1936, Vol. III, p. 748-809. Bu kaynağı bundan sonra kısaca "Papers... 1920/111" şeklinde zikredecegiz.
  7. Laurence Evans, United States Policy and the Partition of Turkey, 1914-1924, Baltimore, The John Hopkins Press, 1965, p. 278.
  8. Notanın metni: Papers... 1920/111, p. 748-750.
  9. Amerikan Dışişleri Bakanlığı'ndan Fransız Büyükelçiliğine 24 Mart 1920 tarihli nota, Papers... 1920/111, p. 750-753.
  10. Roma'daki Büyükelçi Johnson'dan Vaşington'a 27 Nisan 1920 günlü telgraf, Papers...1 920/III, p. 753-756.
  11. Roma Büyükelçiliğinden Waşington'a 27 Nisan 1920 günlii telgraf, Papers...1920/III, p. 779-783.
  12. Pratik görünmüyor, çünkü Fransızlar, 1919 Eylülii'nde Iskenderun ve Mersin'e 12.000 kişilik bir kuvvet çıkararak Kilikya yı kontrol alana almışlardı. Bu olay Amerika'yı şaşkına çevirdi. Çünkü, samlnuşu ki, Fransızlar, bu bölgeleri Ermenistan için işgal etmekteydiler. Halbuki, bu sırada Fransa, Ermenistan'ı kurtarmak için Batum, v.s, ye asker gönderemeyecegini söylemekteydi. Bak.: Papers....1920/III, p. 840; ayrıca bak.: Evans, adı geçen eser, p. 185.
  13. Amerika Dışişleri Bakanlığı'ndan Paris Büyükelçiliğine 17 Mayıs 1920 giinlıi telgraf, aynı kaynak, p. 783.
  14. Memorandumun metni: Papers....1920/III, p. 784-785.
  15. Waşinton'daki İngiliz Büyükeçiliği'nden Amerikan Dışişleri Bakanlığı'na 6 Ağustos 1920 günlü nota, aynı kaynak, p. 787.
  16. Amerikan Dışişleri Bakanlığı'ndan İngiltere Büyükelçiliğine 13 Ağustos 1920 tarihli nota, aynı kaynak, p. 787-788.
  17. Yüksek Komiser Bristol'den Waşington'a 18 Eylül 1920 günlii telgraf, Papers...1920/III, p. 788.
  18. Amiral Bristol'fin Dışişleri Bakanlığı'na 10 Ekim 1920 gfinlü telgrafi, aynı kaynak, p. 788-789
  19. Paris Büyükelçiliğinden Dışişleri Bakanlığı'na 18 Ekim 1920 gfinlü telgraf, aynı kaynak, p. 789.
  20. Amerikan Dışişleri Bakanı'ndan Paris Bfiyükelçisi'ne 24 Kasım 1920 gfinlü telgraf Papeıs...1920/III, p. 789-790.
  21. Telgrafin metni: aynı kaynak, p. 804-805
  22. Telgrafin metni: aynı kaynak, p. 805.
  23. Telgrafin metni: aynı kaynak, p. 806-807. Bu telgraf Waşington'a 11 Aralı k'ta ulaşmıştır.
  24. Bak.: Papem...1920/III, p. 807-808.
  25. Raporun tam metni: aynı kaynak, p. 790-£304.
  26. Incelememizin sonunda verdiğimiz harita: Papers...1920/111tin sonunda yayınlanmıştır.
  27. Bak.: papers...1920/III, p. 790, 51 no.lu not.

Şekil ve Tablolar