Değişik adlar altında Türk topluluklarının Balkanlar ile ilişkisi erken Ortaçağlardan itibaren görülür. Avarlar, 670'lerde Tuna Bulgar Devleti'ni kuranlar, Peçenekler, Kumanlar Karadeniz kuzeyinden Balkanlar'a gelenlerdir[1]. Tuna Bulgarları IX. yüzyılın ikinci yarısında Ortodoks kilisesine bağlanmışlar, zamanla Slavlaşmışlardır. Avarların da Bizans harp donanımına tesir ettikleri belirtilir: Onların yuvarlak çadırları, rüzgâra karşı daha dayanıklı olduğundan, Roma zamanından beri kullanılan, gelenekleşmiş dört köşe çadırlara tercih edilmiş, üzengi ve dizgini Avarlardan öğrenmişler, Avarların atlarının göğsündeki zırhlar da Bizans'a örnek teşkil etmiştir[2]. Peçenekler ve Kumanlar ise X. yüzyıldan itibaren Balkanlar'a inmişlerdi. Kumanların nesiller boyu devam eden ilişkiler sonucu Ruslarla karşılıklı etkileşiminden bahs eden RASONYI Kuman özel isimlerinin alfabetik sırada açıklamalı bir lügatini sunar[3]. Bunlar arasında önce kişi adı, sonra yer adı olan Basaraba, aynı bölgede bir köy adı Akbaş, Bar ağan, Bulgarların Kuman kökenli çan Şişman (1371-1393, İvan - Stefan'dan), Tolmaç (tercüman, Alm. Dolmetscher), ihtiyar, yaşlı anlamındaki kişi adı Abuşka, Macarca'ya Akoş şeklinde kişi adı ve soyadı olarak geçen Akuş ismini örnek olarak verelim. Ankara Radyosu'nun güzel ses sanatçısı Nilgün ABUŞKA acaba soyadının Kumanca'dan geldiğini biliyor mu?
Karadeniz'in kuzeyinden Balkanlar'a, Bulgaristan'a ikinci bir göç dalgası da 1853-54 Kırım Harbi'nden sonraki yıllarda vuku bulmuştur. 1855-1862 arasında göçenlerin adedi 210.000 ile 230.000 arasından gösterilir[4]. 1877-78 Osmanlı-Rus Harbi esnasında bunlardan sağ kalabilenleri tekrar güneye, Anadolu'ya hicrete mecbur kalmışlardır[5].
Balkanlar'da yerleşen Türk topluluklarından bir diğer grubu da güneyden, Anadolu'dan 1354'ten sonra Osmanlıların Gelibolu Yarımadasına ayakbasmalarını takip eden yıllarda ve yüzyıllarda Balkanlar'a göçürülenler teşkil ederler[6] Makedonya'da, Kuzey Yunanistan'da, Sırbistan'da Bulgaristan'da, Arnavutluk'ta, Mora'da, Bosna-Hersek'te ve nihayet Macaristan'da yerleşen, buraları vatan edinen Turkler yerli halklarla karşı- ilkli kültür alış-verişinde bulunmuşlar, birbirlerinden etkilenmişlerdir. Sırp dilbilimcisi Milo؛ Mladenovic'in belirttiği gibi Kültür Tarihi üzerinde çalışanlar için en önemli veriler dilde bulunmaktadır[7]. Franz Miklosich'in Die türkischen Elemente in den siidost- und osteuropäischen Sprachen[8] adil eseri bu alanda ilk ciddi çalışma olarak tanınır. Güney-Doğu ve Doğu Avrupa Dilleri içerisinde de Grekçe, Arnavutça, Rumence, Bulgarca, Sırpça, Küçük ve Büyük Rusça, Lehçe bulunmaktadır. Yine 188O'li tarihlerde bir diğer araştırma da L.K. Marinkovitch'in İmzasını taşımaktadır[9].
Milos Mladenovic, 196O'ta, birkaç istisnası dışında modern Türk tarihçilerinin Osmanlı döneminde Balkan milletlerinin yaşayışı ile ilgilenmediklerinden şikâyetçidir, istisnalar rahmetli Ömer Lütfi BARKAN ve yaşayan en ünlü ve büyük tarihçimiz Halil İNALCIK'tır. Aynı yazar Balkan milletleri tarihçilerinin de bu konuya millî hislerden dolayı olsa gerek, fazla ilgi göstermedikleri kanısındadır[10]. Yüzyılımızın ikinci yansında yer, şahıs ve aile isimlerinin Kültür Tarihi'nin aynası olarak kabul edilmeye başlaması, isimler üzerindeki araştırmaların Tarih araştırmalarında yardımcı bir bilim dalı olarak benimsenmesi ile çeşidi Balkan dilleri üzerinde Türkçe'nin tesirleri hakkında yayınlar çoğaldı. Aynı şekilde Türkçe'de de hem yaşayan dilde, hem de tarihî metinlerde Balkan kökenli kelimeler, deyimlerle ilgili yayınlar yapıldı[11]. Güney-Doğu Avrupa Dilleri üzerinde Türkçe'nin tesirlerini inceleyen genel mahiyetteki çalışmalar yanında[12], Sırp-Hırvatça, Makedonca, Bulgarca, Arnavutça, Grekçe, Rumence'deki Türkçe etkilerini araştıranları da çoğaldı. Bu çalışmalardan Almanca, Fransızca ve İngilizce gibi üç büyük Batı dilinde yayınlananları takip etmek ve faydalanmak güç olmamaktadır. Mahalli dillerdekilerden de kısmen Turkologischer Anzeiger vasıtası ile haberdar olunmaktadır.
Türkçe'nin Balkan dillerindeki tesirlerinden birisi soyadlarında görülmektedir. Mladenovic Araplarda ve Osmanlılarda soyadı geleneği olmadığına, buna karşın Sırplarda şahıs isminin yanında aile adının da kullanıldığına Sırbistan, Bosna ve Ragusa Cumhuriyeti'ne ait Ortaçağ belgelerinin şehadet ettiğine işaret eder, İslamiyeti seçenler baba adlarının sonuna -vic veya -ic takılan soyadları türetmişlerdir. Hıristiyanlığı muhafaza edenler ise eski baba mesleğinden kaynaklanan soyadları geleneğini devam ettirmişler, lâkin Osmanlıca meslek isimlerini kullanmışlardır[13]; Popovic (pop - rahip), Vojevodic (vojevoda - dük, emir), Knezevic (knez - emir, köyün en yaşlısı), Tepcic (tepcija - saray ileri geleni) Kraljevic (kralj - kral), Kolarevic (kolar - arabacı), KovaceviĞ (kovac - demirci), Loncarevic (loncar - çömlekçi), Mlinaric (mlinar - değirmenci), Srebrnic (srebro - gümüş), Zlataric (zlato ٠ altın) yerine Kantardzic (kantardzija - kantarcı), Abadzic (abadzija - abacı), Bozadzic (bozadzija - bozacı), Bojadzic (bojadzija - boyacı), Berberovic (berber - berber), Ustabasic (ustabaSa - ustabaşı), Keserovic (keser - keser), Bakalovic (bakal - bakkal), Dzelebdzic (dzelep - celeb) gibi[14].
Bir kısım aile isimleri arasında bedenî ve aklî zaaflardan kaynaklananlara da rastlanıyor: Ğolakovic (çolak - çolak), Topalovic (topal - topal), Budalic (budula - budala), Bilmezovic (bilmez - bilmez)) gibi. Hayvan, yemek, çiçek isimlerinden vesaireden türetilen soyadlarına da işaret olunmaktadır: Tauianovic, Kajmakovic, Zumbulovic, Carapic (carapa - çorap), Gencic, Topuzovic, Harambasic (harambaSa - harami başı), Dostanic (dost'tan), Dusmanic (düşman'dan), Pelivanovic (pelivan - pehlivan), Hadzic (hadzija -hacı), Stambolic (İstanbul'dan), Pamukovic (Pamukovica köyünden), Spajic (spaici - sipahi veya Sipahiköylü -Spaico) gibi[15].
Sırpça'daki gelişmenin benzerinin Makedon dilinde de görüldüğünü Boris Markov belirtir. Makedonya'da XIX. yüzyılda soyadları, diğer bir deyimle aile adlan kullanılmaya başlanmıştır: Aladzajkov (alaca'dan), Bujukliev (büyük'ten), Dzimrev (cimri'den), Pelivanov (pehlivan’dan), Karaguleski (kara gül'den), SiSkovski (şişko'dan), Bakalovski (bakkal'dan), Papudziski (papuç'tan), Mutavdziev (mutaf, Farsça'dan yün eğirici), Kratovaliev (Kratova'lı), Karaormanlija (Karaormanlı), Stamboliski gibi[16].
Marija Djukanovic 1963'te X. Türk Dil Kurultayı'ndaki bildirisinde Abdullah Sakaljic'in 1957'de basılan iki ciltlik Bosna-Hersek halk dilinde ve edebiyatında Türkçe'nin tesirlerini incelediği eserinde 6000 kelime derlediğini belirtmektedir[17].
Sırbistan'daki yer isimlerini Türkler bazen kendi dillerine uygun bir hale getirmişler, Beligradi'den Belgrad, Smederevo’dan Semendire, Zvecan'dan İzveçan gibi, bazen de yerin belirgin bir özelliğine göre isim takmışlardır: Cuprija (köprü'den), Kuriumlija (Kurşun madeninden), Tuzla (tuz istihsal mahalli), Kocane (koç'tan) gibi. Bazı yer isimleri de Türkçe'ye çevrilerek karşılığı kullanılmıştır: Gloubıcı'den Güğercinlik, Zelezınıkı'den Demirhisar gibi[18].
Sırpça'daki Türkçe kelimelerin bir kısmı at, silâh ve askerî terimler, şehirlerde alış-veriş ile ilgili deyimler, meslek isimleri, elsanatlarına ait ödünç kelimeler, yemek isimleri gibi çok çeşitli sahalardadır. Bunlara birkaç örnek verelim:
At'la ilgili: custek (köstek), otava (ot-ova - ot-luk), cair (çayır), ahar (ahır), seiz (seyis), kaSagija (kaşağı), nalbanta (nalbant), binjek (binek atı), binjedzija (binici), buin (aün boynu), k'rat (kır at),jagrz (yağız at) gibi.
Silâh ile ilgili: jatagan (yatagan), handzar (hançer), kiliç (kıhç), pala (pala), mizdrak (mızrak), dzilit (cirit), djule (gülle), topdzija (topçu) gibi.
Askerî terimler: kula (kule), tablja (tabya), mazgale (mazgal), lagum (lağım), jendek (hendek), busija (pusu), orgaSje (uğraş, savaş), jüri؛ (yürüyüş) gibi.
Şehirlerde alış-veriş ile ilgili: car؛ija (çarşı), bezistan (bedesten, bezzazis- tan), terazije (terazi), denjak (denk), tezga (tezgâh), çanta (çanta), dzuzdan (cüzdan), kesa (kese), sermija (sermaye) gibi.
Meslek isimleri ile ilgili: alvadzija (helvacı), a؛cija (aşçı), burekdzija (börekçi), furundzija (fırıncı), kujundzija (kuyumcu), rabadzija (arabacı), neimar (mimar) gibi.
Yemek ve yiyecek isimleri: ajvar (havyar), alva (helva), bestilj (pestil), kajgana (kaygana), çorba (çorba), musaka (musakka), dolma (dolma), pace (paça) sarma, salep, cerviz (kereviz), tarana (tarhana) gibi[19].
Bulgarca'daki Türkçe'den ödünç alınan kelimeler ile ilgili yayınların, Sirp-Hirvatça'dakilere nazaran daha az olduğu belirtilir. 1972'deki bir konferansında Münih üniversitesi öğretim üyesi H.W. Sclraller Bulgarca'daki Türkçe ödünç kelimeler ile alakalı araştırma ve yayınlar hakkında genel bir tarihçe verir[20]. I929'da Prag'da toplanan I. Slavistler Kongresi'nde T. Kowalski Slav Dillerindeki Türkçe kelimeler ile ilgili çalışmalarda usul sorununa değinmiştir[21]. Takip eden senelerde K. Sandfed[22], A. Schmaus[23], K. Kireev[24], M. Mollova[25], A. Grannes[26] ve St. Stachowski'nin ve daha başkalarının çalışmaları yayınlanmıştır. Slavlar Doğu Avrupa'da esas yurtlarında oturdukları zamanlar Türk Dilleri'nden pekçok kelime ödünç alınışlar, VI. yüzyılda Balkanlara getirmişler, XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Türk hâkimiyetine girdikten sonraki yıllarda yeni kelimeler de bu dillere girmiştir. Onun için St. Stachowski Bulgarca'daki Türkçe kökenli ödünç kelimelerin tarihlenmesindeki zorluklardan bahs eder[27].
H. W. Schaller Bulgarca'daki Türkçe ödünçkelimelerin dil bilimi bakımından iki grupta toplanabileceğini söyler:
- Bulgarca'ya ses ve yapı (morfoloji) bakımından hiç değişmeden giren kelimeler, badem, adaş, bostan, kale, minare, esnaf, kibrit, pazar, ergen gibi.
- Ses veya yapı bakımından veyahut her ikisinden birden değişikliğe uğrayan kelimeler:
- Ses değişimine örnekler: mutvak (matbah, mutfak) syurgun (sürgün) gibi.
- Yapı bakımından değişikliğe uğrayanlara örnekler: kasapin (kasap), bostanciya (bahçivan), kirliv (kirli) gibi.
- Hem ses, hem yapı bakımından değişikliğe uğrayanlara örnekler: gyurultija (gürültü), körav (kör), bakırdjiya (bakırcı) gibi.
Bulgarca'daki Türkçe isimler de mesleklerle, yönetimle, İslamla, vergilerle, ölçü ve ağırlıklarla, ticaret ve askerlikle, elsanatları ile ilgililer olmak üzere gruplandırılmaktadır. Bunların dışında giyim-kuşamla, yiyecek-içecekle, bitkilerle, ev ve ev eşyaları ile, hayvanlarla, paralarla, renklerle alâkalı olanları da vardır.
Sırpça ve Hırvatça'da olduğu gibi, Bulgaristan'da da millî devletler kurulduktan sonra, Türkçe’nin bu dil üzerindeki etkisinin gerilediği belirtilmektedir. Haziran 1972'de Sofya’da yapılan bir ankette halka sorulan üçyüz kelimeden yüz tanesi bilinmekle beraber eskimiş bulunmuştur. Bunlar arasında merdiven, irade (ferman), saltanat, mısır, hadji (hacı), nur gibi kelimeler vardır. Yaklaşık yetmiş kelime de yalnız günlük konuşma dilinde kullanılanlar olarak tanımlanmışlardır: ahmak, armağan, akıl, belki, bohça borç, bol gibi. Yüzotuz kadarı da ancak yazı dilinde kalanlar olarak nitelendirilmişlerdir: badem, bacanak, bahşiş, döşek, zanaat, lâle, kubbe gibi[28].
Bir ufak makalede de 1898'de ve 1945'te yayınlanan iki Bulgarca- Fransızca lügat ile 1957'de Sofya'da basılan Bulgarca-Türkçe Talebe Sözlüğü üzerinde yapılan incelemelerin sonuçları aktarılmaktadır. Bu lugatlarda Türkçe olduğu şüphe götürmeyen kelimelerin toplamı 574 olarak hesaplanmıştır. Bunlar günlük konuşma dilinden alınmışlardır, fakat pek çoklan da lugatlarda yer alamamışlardır[29].
Kral H. Menges de 1962'de Bulgar İlimler Akademisi tarafından yayınlanan VI. Georgiev, Iv. Gulubov, J. Zaimov ve St. Ilcev tarafından hazırlanan Etimolojik Bulgar Lugatı'nda (Bulgarski Etimologicen Recnik) 1917'de Sofya'da basılan Miladinov'un Bulgarisch-Deııtschen Wörtcrbuch'unda bulunan bir çok Türkçe kökenli kelimenin eskimiş olarak tanımlanarak yer verilmediğini belirtir, bunlara pekçok örnekler verir[30]. Bunlar arasında doğal olarak Türkçe vasıtası ile Bulgarca'ya giren Arapça, Farsça kelimeler de vardır: aber, haber (haber), amanet (emanet), ambar (anbar) gibi. Tamamen Türkçe asıllı kelimeler de bulunmaktadır: ada, azgun (azgın), arduç (ardıç) gibi.
Aynca Sırp-Hırvatça, Bulgarca ve Makedonca gibi güney Slav dillerinde Türkçe yolu ile bu lisanlara giren hâne sonekini taşıyan birçok ödünç sözcük bulunduğu görülmektedir. Bunlardan bazıları her üçünde de, bir kısmı da ikisinde veya yalnız birisinde mevcuttur. Bunlara da örnekler verelim[31]:
Barutâne' den bam tana (SııpHırvatça, Bulgarca ve Makedonca'da aynı), hapishâneden Sirp-Hirvatça'da hapsana, Bulgarca ve Makedonca'da apsana, kahvehane'den SirpHirvatca'da kafana veya kavana, Bulgarca'da kafene, Makedonca'da kafeana, meyhaneden Sirp-Hirvatça'da ve Bulgarca'da mehana, patrikhane'den Bulgarca ve Makedonca'da patrikana, Kütüphâneden Sırp-Hııvatça'da kutubhana, berberhâne'den veya berber dükkânı'ndan Bulgarca'da berberhane gibi. Bu tür ödünç kelimelerin adedi Sırp- Hîrvatça'da 45, Bulgarca'da 20, Makedonca'da 6 olarak verilmektedir.
Romence'ye Türkçe'den giren kelimelerin Kumanlardan kalma yer isimleri dışında da mevcudiyetine örnekler verilmektedir: cırmızitı (kırmızı), dulap (dolap), fanar (fener), harbuz (karpuz), siric (sırık), tabul (davul), adrama (sundurma), aga (general anlamında). Daha sonra XIII-XV. yüzyıllar arasında İranlı anlamında cazhbaş (kızılbaş), ulak karşılığı olac, çamur manasında ceamur, hil'at karşıtı chilaat gibi birçok kelimenin girdiği belirti- lir. Bunlara Fenerliler devrinde (1711-1821) İdarî, askeri ve siyasi deyimlerin eklendiği, lâkin bu sonuncuların halk tarafından benimsenmediği, halka mal olan Türkçe kelimelerin mizahi dil ve edebiyat alanı ile yemek kültüründe olduğu söylenir: caraghios (gülünç), dalcouc (dalkavuk), mucalit (mukallit, taklitçi), hal vaveya alva, baclava, capama, iahni, imambaildi, mu- saca, sarma, pilaf, ghiveci (güveç), chiftea (kofte) gibi[32]. Bunların sayılarının toplam 2000'den fazla olduğu belirtilmektedir[33]. Yemek isimlerine günümüzde de rastlanmaktadır. Sırp-Hırvat dilinde sutlijai (südaç), çorba, tatlija, cebabcici (şişkebabı), Grekçe'de cacikis, musakka vs. gibi. Bunlar uzun süre birarada yaşayışının günümüze intikal eden kalıntılardır.
Edebî alanda uzun süre beraber yaşayışın izleri de az değildir, hatta inceleme mevzuu bile teşkil etmiştir. Haşan Kalesi "Arnavut edebiyatında Türk etkileri" üzerinde çalıştığı gibi[34], Agnija Vasil'eva Desnickaja'nın Rusça bir eseri de aynı konu üzerindedir[35].
Nobel Edebiyat Mükâfatı kazanan İvo Andriç'in ünlü D rina Köprüsündeki Türkçe kelimeler, aynı yazarın bir öyküsündeki Türkçe tesirler ve sözcükler de araştırma konusu teşkil etmiştir[36].
Balkan dilleri Türkçe'yi de etkilemiştir. Gerek tarihî metinlerde, gerekse günlük halk dilinde hâlen yaşamakta olan kelimeler, deyimler vardır. Bunlara da iki örnek verelim:
- somar ve sabur deyimleri hakkında. Amasya, Trabzon, Rize, Kars, Erzincan ve Erzurum yörelerinde 16 kg.lık bir hububat ölçeğine bugün halk arasında somar adı verildiği tespit olunmaktadır[37]. Bu deyimin başka anlamları da vardır. XV. yüzyıla ait Osmanlı kayı darında bu deyim bir sıvı birimi olarak da karşımıza çıkmaktadır[38]. A. Bryer bu deyimin XIII. ve X٢V. yüzyıllarda Doğu Karadeniz yöresinde kuru mısır ölçeği olarak kullanılan psomiarion ve psomaririden geldiğini belirtir[39], bir katı madde birimidir. Sıvı ölçeği ise sabur veya çabuf dur. N. Beldiceanu bu deyimin Balkan kökenli olduğu iddiasındadır[40]. Macarca'da csöbör, Arnavutça'da sabur, Sırpça'da çabur şekline dönüşmüştür. Trabzon'a Arnavutluk'tan gelen sipahiler tarafından getirilmiştir. Aslında csömör tulum karşılığıdır, peynir, sadeyağ, turşu, kuruyemiş, bal, şurup bu ölçekle muamele görmektedir. Böylece bazen kati, bazen SIVI cisimler ölçülebilmektedir[41]. Doğal olarak ölçülen madenlerin yoğunluğuna göre, farklı ağırlıklar elde edilmekte, Mardin yöresinde pekmez, kuru üzüm, fındık, tuz vs. birimi olan migrafa (kepçe) veya onun ufağı nevgi (niigi) gibi[42].
- pastav deyimi hakkında. Buda gümrük defterinde Breslau ve Nürnberg kumaşları İçin kullanılan bir ölçek olarak geçmektedir[43]. Halil İnalcık bunun 50 zira uzunluğunda olduğunu belirtmektedir[44], 1 zira 68,5 cm. olduğuna göre, 1 pastav 34,5 m. uzunluğundadır, top anlamındadır. XVI. yüzyılda Mardin'de bir köyde dokunan kumaşlar vergilendirilirken birim bastadır. Macarca kelime GüneyDoğu Anadolu'ya kadar gelmiştir.
Bu iki örnek XV. ve XVI. yüzyıllarda Balkanlar'dan Anadolu'ya gelen Türkçe'ye ödünç olarak giren ve ha en de halk ağzında kullanılan kelimelere tanıklık ederler. Daha pekçok başkaları da vardır[45].
Macarca'da da Türkçe kelimeler Suzanne Kakuku[46] araştırmalarının konusunu teşkil etmiştir. Türklerin Balkan milletlerinin atasözlerine[47], günlük hayata tesirleri de olmuştur[48]. Halk şarkılarının da bu tesirler altında kaldığına deliller vardır[49].
Türk halk türkülerinde Estergon Kalesi, Vardar Ovası, Batı Trakya'da Maya Dağ'dan kalkan kazlar ve benzeri sözcükler Balkanlar'ın Türkleri ne derecede etkilediğinin bir başka örneğidir.
Sonuç: Balkanlar'da Türkler ile Balkan milletleri arasındaki ilişkiler derin ve çok yönlüdür. Bu alanda araştırma yapmak için hem Balkan dillerini, hem Türkçe’yi, hem de araştırmaları takip için Batı dillerini de bilmek gereklidir. Bu kadar geniş dil bilgisine sahip olmak, yayınları takip etmek pek kolay olmamaktadır. Araştırıcılar da sınırlı kalmaktadır. Bu bakımdan Balkan Milletleri ile Türkler arasında daha sıkı işbirliği yapmak, Balkan ülkelerinde yaşayan Türk asıllı bilim adamlarını da yalnız Osmanlı Tarihi'ni değil, karşılıklı kültür alış-verişini de incelemeye teşvik etmek lâzımdır. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde olduğu gibi Romence, Makedonca dillerinin okutulması, bunların başına kıymetli Tarihçi ve Doğu Bilimcilerin getirilmiş olması ileride bu yönde çalışmaların gelişmesine hizmet edecektir, ümidindeyiz[50].