“Yeşiva”, Yunanca “Sanedrin” kelimesinin İbranîce karşılığıdır. Yahudi cemaat yöneticilerinin bir araya gelerek karar aldıkları “meclis” anlamına gelmektedir.[1] İbranîce kaynaklarda yeşivalar için Aramîce “metivta” terimi de kullanılmaktadır. Bu terim İslamî dönemde Arapçalaştırılarak cemaat dokümanlarında “mesîba” şeklinde kullanılmıştır.[2]
Yeşivalar, akademik yönleri yanında idarî kurum özelliği de taşımakta idiler. M. III. asrın başlarına kadar Bâbil’deki yüksek eğitim kurumları kendilerini yeşiva olarak adlandırmıyordu. Bu tarihe kadar dinî ve ilmî açıdan en yüksek otorite, Filistin’deki Sanedrin kurumu kabul ediliyordu. Bâbil’deki yeşivaların akademi özelliği kazanması, Filistin’den Bâbil’e gelen R. Rav zamanına (M. III. asır) rastlamaktadır. Bu din adamı zamanında eğitim kurumları, Filistin modeli esas alınarak yeniden organize edilmiştir. Ancak bu kurumlar kendilerini “meclis, örgüt ve kurul” anlamına gelen “knesiyot” (כנסיות (şeklinde isimlendirmişlerdir.[3] Fakat zamanla Bâbil yeşivaları, tarihî Sanedrin kurumuna benzer bir işlev gördüklerinden hareketle, kendilerini “yeşiva” olarak isimlendirmeye başlamışlardır. Bu dönüşümün, Rav’ın öğrencisi ve halefi Rav Huna (216-296) zamanında gerçekleştiği kabul edilmektedir.4 Abbasîler döneminde Sura gaonluğu yapan Amram b. Şeşna (görev yılları: 858-871) bir mektubunda, bu özelliğine vurgu sadedinde yeşivanın tarihî Sanedrin konumunda olduğunu yazar.[5] Bu konumlarından hareketle Bâbil yeşivaları, idarî teşkilâtlanmalarında da Sanedrin’i model almışlardı.[6] Sanedrin’deki gibi, gaonlar da kendilerini cemaatin rehberleri (madrih) ve dinî meselelerine çözüm üreten müçtehitleri ( posek) olarak görüyorlardı.[7] Hayy Gaon (görev yılları: 998-1038) mektuplarından birinde yeşivayı kafaya benzetmiş; kafanın bedeni yönlendirmesi gibi, yeşivaların da cemaati yönlendirdiğini ifade etmiştir. Gaon, yeşivanın yüksek din eğitim kurumu olarak önemine ise şu sözlerle dikkat çekmiştir: “Biz, keyfimiz ya da babamızın keyfi için değil, Tora ve Tanrı’nın emirleri yok olmasın/kaybolmasın diye buradayız; ilim yapıyoruz. Bu makam Sanedrin kurumudur.”[8]
1. Yeşivaların Tarihi
Yahudi yeşivaları, sürgünlerden sonra ortaya çıkmış kurumlardı. Irak bölgesindeki yeşivalar meşruiyetlerini Asurlular tarafından Bâbil’e sürülen Yahuda’nın son kralı Yehoyakin’e[9] dayandırırdı. İslam öncesi dönemde Bâbil’de (İslamî dönemde Irak) kurulan üç yeşivadan ikisi, Sura ve Pumbedita, İslamî dönemde de faaliyetlerine devam etmiştir. Fırat nehri kıyısında kurulan Neherdea Yeşivası ise 259 yılında Sâsânîlerle Palmirliler arasında yapılan savaşta tahrip edildiği için yeşiva üyeleri Pumbedita’ya kaçmış; burada Yahuda b. Hezekiel’in (220–299) gayretleri ile yeni bir yeşiva kurmuşlardı.[10] Başlangıçta Bâbil sürgünleri üzerinde çok etkili olan yeşiva, 352 yılından itibaren Abbasîler dönemine kadar her zaman Sura Yeşivası’nın gölgesinde kalmıştır.[11] Sura Yeşivası ise 219 yılında Rabbi Abba Ariha tarafından kurulmuştur.[12] Boyunun uzunluğundan dolayı, Yahudi tarihinde “Uzun” manasına gelen “Ariha” lakabıyla meşhur olan Abba, Bâbil’e göç etmiş, yeşivanın kuruluşuna kadar pazarlarda müfettişlik yapmıştı. 219 yılında ise görevinden ayrılarak yeşivayı tesis etmişti. Abba, yeşivanın kurulmasından kısa bir süre sonra ölmüştür.[13] 247 yılında Abba Ariha’nın ölümünden sonra üstünlüğü bir süre Rav Şmuel’in başkanlığındaki Neherdea’ya kaptırmışsa da, onun ölümünden sonra (254 yılı) sürgün (diaspora) Yahudilerinin dinî idaresini her zaman elinde tutmayı başarmıştır.[14] Yeşiva, V. asırda Bizans zulmünden kaçan Filistinli din adamlarıyla daha da güçlenmiş; 499’da Bâbil Talmudu’nun tamamlanmasından sonra ise gücünün zirvesine ulaşmıştır.[15] Sura ve Pumbedita Yeşivaları Sâsânîlerin son dönemlerinde, Irak’ın Müslümanlar tarafından fethine kadar büyük baskı ve zulümle karşılaşmış; zaman zaman da kapatılmışlardır.[16] İslam hakimiyetinden sonra ise herhangi bir engelle karşılaşmaksızın faaliyetlerine devam eden yeşivalar, Emevîler döneminde cemaatin siyasî idaresini üstlenen re’sü’l-câlutluk kurumu ile yönetim konusunda rekabete girişmiş; değişik zamanlarda yaşanan büyük mücadelelerden sonra Abbasî Halifesi Me’mun döneminde (halifeliği: 813-833) bu kurumla eşit statülü hale gelmeyi başarmışlardır. Abbasî yönetimi Yahudi cemaatlerinin yaşadığı bölgeleri tespit ederek mücadeleye mahal vermeyecek şekilde her kurumun, “reşut” (ç. reşuyot) [nahiye] adı verilen idarî sorumluluk alanlarını belirlemiştir (825).[17] Yeşivalar, IX. asırda kuruldukları tarihî şehirlerden (Sura ve Pumbedita) Abbasî başkenti Bağdat’a taşınmışlardır.[18]
Mabed’in Roma tarafından yıkılmasından sonra (MS. 70) sürgüne gönderilen Yahudilerin Filistin’deki eğitim-öğretim kurumları kapatılmıştı. Bölgede kurulan yeşivaya dair en erken bilgi, Talmud’ta yer almaktadır. Talmud’tan, M. III. asırda Filistin Yeşivası’nın Taberiye’de olduğunu öğreniyoruz.[19] Tarihî Sanedrin kurumunun yerini alan Filistin Yeşivası’nın Bizans ve ilk İslamî dönemdeki durumu hakkında kaynaklara çok fazla bilgi yansımamıştır. Yeşiva, Romalılar tarafından Yahudilere konan Kudüs’e girme yasağı sebebiyle faaliyetlerini İslamî döneme kadar Taberiye’de sürdürmüştür. Kudüs’ün Müslümanlar tarafından fethinden sonra Hz. Ömer’in izniyle şehre yerleşen Yahudiler,[20] yeşivayı Kudüs’e nakletmemişlerdi. Kurum, fethinden çok sonraları, X. asrın ikinci yarısına doğru, 960’larda Kudüs’e taşınmıştır.[21]
Irak yeşivaları, Filistin Yeşivası’dan daha istikrarlı kurumlardı. İslam öncesi dönemde bölgedeki siyasî şartlar gereği sık sık yer değiştirmek zorunda kalan Filistin Yeşivası’na kıyasla, bu yeşivalar, Abbasî Devleti gibi döneminin en güçlü devletlerinden birinin himayesine mazhar olmuştu.[22] Karaîlerle mücadele etmeleri Irak yeşivalarının Yahudi cemaatleri üzerindeki prestijini artırdığı gibi; cemaatleri bu harekete karşı korumak için diyaspora ile sıkı irtibata geçmeleri sayesinde kendi geleneklerini (minhag Bavlî) o dönem Yahudi dünyasında yayma fırsatı da bulmuşlardı.[23]
İslam fetihleri sırasında Yahudi dünyasının rağbet ettiği yeşivalar, daha çok Irak’taki yeşivalardı. Roma ve Bizans dönemlerindeki ağır baskılar sebebiyle gelişme imkânı bulamayan Filistin Yeşivası, Bağdat’takilerin tersine, daha çok idarî yönüyle ön plana çıkmıştır.[24]
İslam dünyası eğitim kurumlarının o dönemde bütün dünya için cazibe merkezi olması gibi, Yahudi yeşivaları da dünya Yahudileri için bir çekim merkezi konumundaydı. Sadece İslam dünyasından değil Fransa, Almanya, İtalya ve Bizans gibi değişik yerlerden pek çok Yahudi öğrenim görmek üzere bu yeşivalara gelirdi.[25]
2. Yeşiva Görevlileri
Irak bölgesindeki yeşivalarda en üst rütbeli görevliler, gaonlardı. Gaonlar, gaon ailelerine mensup kimseler (beney rabanan) arasından, yeşiva üyeleri tarafından seçilir; cemaatin devlet nezdindeki temsilcisi re’sü’l-câlutun tensibiyle göreve başlarlardı.[26] Her yeşiva gaonu, o yeşivadan yetişen kimseler arasından seçilmesine rağmen, Abbasîler döneminde bu konuda bazı istisnalar da yaşanmıştır.[27] Atandıktan sonra ölümlerine kadar görev yapan gaonların maaşı, cemaat tarafından karşılanırdı. Gaonların gayr-i menkuller ile cemaatlerden gelen gönüllü bağışlardan belli payları da vardı.[28] Yeşivada gaondan sonraki en yetkili kişi avdı (Aramîce dayana de-bava).[29] Aynı zamanda gaonluk mahkemesinin başkanlığını da yapan (av bet din) avın ismi cemaatlere gönderilen mektuplarda gaondan hemen sonra yazılırdı.[30] Gaon ve avdan sonra yeşivada her biri 10’ar kişiden oluşan 7 ayrı grup vardı. Her grubun başında reş kala adı verilen grup başkanları (reş kalot) bulunurdu.[31] Yeşivada önemli görevlerden olan reş kalalık, genelde veraset yoluyla intikal ederdi. ha-Bavlî’nin rivayetine göre, reş kalanın görev yaptığı sırada ölmesi durumunda, varsa yerini doldurabilecek oğlu tayin edilirdi. Oğulun bu makamı doldurabilecek ilmî ve şahsî kabiliyete sahip olmaması durumunda ise gaon bu özellikleri taşıyan birini reş kala tayin edebilirdi.[32] Yeşivada yukarıda bahsi geçen 10’ar kişilik 7 grubun ilki, yeşivanın gaondan sonraki en önemli üyeleri olup bu grup dara kama olarak isimlendirilmekteydi.[33] Bunların görevlerinin ve başında bulundukları gruba karşı sorumluluklarının neler olduğu konusunda kaynaklara herhangi bir bilgi yansımamıştır. Yeşivalarda yazışmalar sofer adı verilen kâtipler (sofer ha-yeşiva) tarafından yapılırdı. Başta responsalar olmak üzere yeşivanın her türlü yazışmasından sorumlu olan kâtipler, dinî ilimlerde yetkin ve yazışma kurallarını bilen kimseler arasından seçilirdi.[34]
Filistin Yeşivası’nın başında ise roş yeşiva ya da gaon unvanı taşıyan başkan bulunuyordu. İslam kaynaklarına bu unvan, re’sü’l-mesîba olarak geçmiştir. En yüksek otorite olan re’sü’l-mesîbanın eğitimle ilgili olarak Tevrat ve Talmud’u yorumlama, bunlara göre hüküm verme, Tevrat’ı anlatma, konuşmalar yapma ( pirke) gibi yetkileri vardı.[35] Gaonluktan sonra yeşivadaki en üst rütbe, av bet dinlikti. Sonra sırayla yeşivanın üçüncüsü (ha-şilişi be-yeşiva veya ha-şilişi be-Sanedrin Gedola), dördüncüsü (ha-revii’ be-yeşiva) şeklinde 5 kişi gelirdi.[36] Bu görevliler aynı zamanda cemaatin idarî kadrosunu da oluşturmaktaydı. Gaon Şlomo b. Yahuda (görev yılları: 1027-1051) bir mektubunda yeşivadaki bütün kararların gaon, av bet din ve yeşivadaki üçüncü (ha-şilişi) rütbedeki kimse tarafından alındığını belirtir.[37] Bu idarî kadro yanında, bir de görevleri eğitim-öğretim ve cemaatin diğer işleriyle ilgilenmek olan rabbiler topluluğu mevcuttu. Bu topluluk, eski geleneğine uyarak Sanedrin’deki gibi[38] 71 din adamından oluşuyordu.[39] Irak’taki yeşivalarda olduğu gibi, Filistin Yeşivası’nda da gaondan sonraki en yetkili kişi avdı. Gaonluk mahkemesinin başkanlığını da yapan avdan sonra, yukarıda bahsi geçen “üçüncü”, “dördüncü”… rutbesindeki yetkililer gelirdi.[40] Gaonluk ve avlığa yükselmek için belli teamüller vardı. Normalde yeşivada alttan başlayarak “beşinci”, “dördüncü” ve “üçüncü” rütbelerde görev yapıldıktan sonra av bet dinlik görevine; gaonluğun boşalması durumunda ise avlık görevinde bulunan kimse gaonluğa tayin edilirdi.[41] Ancak bu teamül her zaman bu şekilde işlememiştir.[42] Yeşivanın yazışmaları sofer adı verilen kâtipler tarafından yapılırdı. Kâtiplerin hem yazı hem de dinî konularda bilgili olmaları gerekirdi.[43] Filistin Yeşivası’na görevli tayini prensip olarak Tevrat ve Talmud bilgisine bağlı olmakla birlikte, bir ölçüye kadar da veraset yoluyla gerçekleşmiştir.[44]
3. Yeşivaların Gelirleri
Abbasî Irakı’nda yeşivalar varlıklarını kendilerine bağlı cemaatlerden gelen aidat ve bağışlarla sürdürürdü. Her yeşivanın idarî hakimiyetindeki yerlerden gelen düzenli geliri vardı. ha-Bavlî’nin naklettiğine göre Sura Yeşivası’na Vâsıt ve çevresindeki Yahudi cemaatlerinden her yıl düzenli olarak 190, Basra ve çevresinden ise 300 dinar aidat gönderilmekteydi. ha-Bavlî bunlar ve diğer nahiyelerden gelen gelirler haricinde Sura’nın, sadece yemin kefaretleri ile gönüllü bağışlardan (nedarim ve nedavot) yıllık 1.500 dinarlık bir gelirinin olduğunu kaydeder.[45] Yeşivalar ayrıca kaşer et satmaları izni verdikleri her kasaptan da haftalık çeyrek dirhem (zuz) vergi alırdı.[46]
Yeşivaların bir diğer geliri de Yahudi cemaatlerinin gönüllü bağışlarıydı (nedavot). Yahudi cemaatlerinde yardım yapılması gereken kurumların başında, Kudüs ve Irak’taki eğitim kurumları gelirdi. Eğitimle meşgul olan ilim adamlarına yapılan yardımlar, Kitab-ı Mukaddes zamanında Bet ha-Mikdaş’a yapılan yardımlarla eş değer görülürdü.[47]
Bağışların bir diğer önemli kısmını ise diğer cemaatlerin gündelik hayatta karşılaştıkları hukukî meselelerle ilgili yeşivalara yönelttikleri sorular ya da yeşivaların kendilerine hediye ettiği Mişna ve Talmud şerhleri için gönderdikleri paralar oluşturmaktaydı.[48] Bu gelirlerin dörtte biri gaona, kalan kısım ise yeşiva bütçesine aktarılırdı.[49]
Irak bölgesinde yeşivalara gelen yardımlar, yıllık toplantılara kadar cemaatten zengin ve güvenilir kimselere (yed-i emin/yad adam neman) emanet edilir;[50] senelik dönemsel toplantılarda (hodşey kala) bunlardan alınarak yeşiva üyelerine ve öğrencilere dağıtılırdı.[51] Bazı durumlarda ise gelirler, yeşiva, yeşiva mahkemesi ve öğrencilerin ihtiyaçlarına harcanırdı.[52]
Düzenli gelire sahip olmayan Filistin Yeşivası’nın gözü hep diyasporadan gelen yardımlarda olmuştur. Yahudiliğin doğduğu yer olmasından dolayı diyaspora cemaatlerinin gözünde önemli bir itibara sahip olan yeşiva, cemaatten yardım talebinde bulunurken bu konumuna hep vurgu yapmıştır.[53]
IX. ve X. asırlarda İtalya’dan Filistin ve Irak yeşivalarına yapılan bazı yüklü yardımlara dair bilgilere sahibiz. Güney İtalyalı bir Yahudi olan Ahima’ets, Kudüs’ü farklı zamanlarda üç kez ziyaret etmiş, her seferinde de diğer kalemlerle birlikte yeşivalara 100’er dinar bağışta bulunmuştu.[54] İtalya cemaatinden Rav Paltiel ise 1.000 dinar (Filistin) yeşiva(sı)na, 1.000 dinar Irak’taki yeşivalara bağışlamıştı.[55] X. Asırda aynı aileden Şmuel isimli bir başka Yahudi ise, Kudüs’e gelirken 20.000 dinar (darkomonim) para getirmiş, Filistin ve Irak’taki (Bâbil) yeşivalara bağışlamıştı.[56] XI. asırda Filistin Yeşivası Sicilya Yahudilerinden yardım istemiş; onlar da cömertçe yardımda bulunmuşlardı.[57]
Yeşivalar değişik cemaatlere zaman zaman temsilciler göndermek suretiyle de yardım toplama yoluna gitmiştir. Meşulah (elçi/gezici vâiz) adı verilen bu görevliler, hem yardım toplar hem de yeşivanın benimsediği Talmud yorumunu (minhag) halka anlatırlardı.[58]
Eğitim kurumlarına yardım edenler, yeşivalar tarafından günümüzdeki “fahri doktora” gibi çeşitli payelerle ödüllendirilirlerdi. Yeşivaların dağıttığı payeler arasında “aluf ”, “reş kala”, “ahov ha-yeşiva”, “haham ha-yeşiva”, “sod ha-yeşiva”, “ratsuy şitey yeşivot” gibi payeler bulunmaktadır.[59]
4. Yeşivaların Bilimsel Faaliyetleri
Şehir beytülmidraslarından mezun olan öğrenciler, daha ileri din eğitimi almak için yeşivalara kaydolurlardı.[60] Yeşivaların, idari görevleri yanında cemaate görevli yetiştirmek için yüksek din eğitim faaliyetlerini organize etme gibi bir sorumluluğu da vardı.
İslamî dönemde yeşivalar eğitim-öğretimle ilgili olarak iki önemli görev üstlenmişlerdi: Örgün eğitim-öğretim faaliyetleri ve halk eğitimi.
a. Eğitim-Öğretim Faaliyetleri
Önceliği Talmud talimi olan yeşivaların, gaonları “öğrenmek, öğretmek ve Yahudi geleneğini korumak” (li’lmod, le-lamed ve lişmor) şeklinde geleneksel bir sorumluluğa sahiptiler.[61] Irak bölgesi yeşivalarının faaliyetleri ile ilgili ilk elden bir kaynağa sahibiz: Natan ha-Bavlî’nin rivayetleri. Aslen Kayravânlı olan ha-Bavlî, Sura Yeşivası’nda (Bağdat) eğitimini tamamladıktan sonra memleketine dönmüş ve Rav Huşiel’in yeşivasında ders vermeye başlamıştır. ha-Bavlî, Kayravân Yeşivası mensuplarının Irak yeşivaları hakkındaki meraklarını gidermek üzere kaleme aldığı (960’lar) kroniğinde, yeşivalar hakkında çok kıymetli bilgiler vermiştir.[62] Ancak, yukarıda da belirtildiği üzere, İslamî dönemde Filistin Yeşivası’nın ilmî faaliyetleri konusunda kaynaklara maalesef hemen hiç bilgi yansımamıştır.[63]
Yeşivaların önemli faaliyetlerinden biri, senede iki kere “yarhey kala” ya da “hodşey ha-kala” (הכלה חדשי (olarak isimlendirilen “dönemsel toplantı”lar tertip etmekti. Amram Gaon dönemine ait (857 tarihli) bir responsada bu dönemsel toplantıya atıf yapılmışsa da,[64] toplantının detaylarıyla ilgili bilgilerimizi ha-Bavlî’nin kıymetli rivayetlerine borçluyuz. Söz konusu toplantıların kökeni Amoraim dönemine kadar gitmektedir.
M. III. asrın başlarına kadar Bâbil yeşivaları kendilerini “yeşiva” olarak isimlendirmiyorlardı. Bu tarihe kadar en üst ilmi ve dini otorite, Filistin’deki Sanedrin kurumu kabul ediliyordu. Bâbil yeşivalarının akademi özelliği kazanması, Filistin’den Bâbil’e gelen R. Rav zamanına rastlar. Onun zamanında eğitim kurumları Filistin modelinde organize edilmişti.[65] Bu organizeden sonra eğitim kurumlarındaki faaliyetler için “Tora talimi” manasına gelen “kenesiyot lömdey ha-Tora” (התורה לומדי כנסיות ( veya bu ifadenin Aramîcesi “Kenesiyot lömdey ha-Orayta” (האורייתא לומדי כנסיות (ifadesi kullanılmaya başlamıştır. Yukarıda bahsi geçen “kala” ifadesinin [(כלה-he’li) veya (כלא-alef’li)], bu ibarelerin ilk harflerinden oluştuğu kabul edilmektedir.[66]
Yeşivanın bütün mensuplarının bir araya geldiği bu toplantılar, biri Adar (ŞubatMart) diğeri Elul (Ağustos-Eylül) aylarında olmak üzere, senede iki defa tertip edilirdi. Senenin diğer aylarında ise her yeşiva kendi üye ve öğrencileriyle ders yapardı. Öğrencilerin diğer kısmı ise, bu toplantılarda tespit edilen Talmud bölümlerine ve diğer konulara çalışmak üzere memleketlerine dönerdi.[67]
Toplantılar tarımsal faaliyetlerin en seyrekleştiği döneme rastladığı için, öğrencilerin geçimlerini sağlamalarına da imkân verilmiş oluyordu.[68]
Senelik toplantılarda şu önemli faaliyetler gerçekleştirilirdi: Konu mütalaası, responsaların yazımı ve hizmet içi eğitim.
Konu Mütalaası
Günümüz çalıştaylarına benzer şekilde, yeşiva başkanı toplantı için gelen öğrencilere, o oturumda mütalaa edilecek konuyu (girsa/גירסה (çalışıp çalışmadıklarını sınamak için etrafına toplar ve dört Sebt (Şabat), yani dört hafta boyunca öğrencilerin konu hakkındaki görüşlerini dinlerdi. Natan ha-Bavlî mütalaanın şu şekilde gerçekleştiğini nakleder:
“Yeşiva başkanı oturur ve ilk grup (ha-şura ha-rişona/saf) önüne gelir ve konuyu detaylıca anlatır. Diğer gruplar sessizce bunları dinler. Eğer anlaşılmayan bir nokta varsa, yeşiva başkanının huzurunda enine boyuna tartışırlar. Yeşiva başkanı bu konuşma ve tartışmalardan meselenin anlaşılıp anlaşılmadığına kanaat getirir. Sonra aynı konuyu (Talmud’taki yerinden) yeşiva başkanı okur. Gruptakiler sessizce kendisini dinler ve başkanın tartışmayı iyice anladığını fark ederler. Okuma işi bitince başkan kış boyunca mütalaa edilen bölümü (masehet) izah eder ve öğrencilerin tartıştığı meseleye açıklık getirir. Bu, o ayın her gününde bu şekilde devam eder.”[69]
Yeşivalardaki bu konu mütalaası sebebiyle XI. asırdan itibaren gaonlar idarî bir otoriteden ziyade Talmud şârihleri gibi bir fonksiyon icra etmeye başlamışlardı. Bu sebeple Kuzey Afrika gibi, Irak ve Filistin’den uzakta yaşayan cemaatler, yerel idarecilerini kendileri seçerken, dinî alanda karşılaştıkları bir takım problemlerin çözümünde gaonlara müracaat etme alışkanlığı kazanmışlardı.[70]
Responsa Yazımı
Dönemsel toplantılarda diğer cemaatlerden gelen sorulara cevaplar da gönderilirdi. Yeşiva merkezine yakın cemaatler sorularını, toplantılara bizzat katılmak suretiyle sözlü olarak sormayı tercih ederken, merkezden uzak cemaatler sorularını yazılı olarak gönderirdi.[71] ha-Bavlî diğer cemaatlerden gönderilen sorulara cevapların kaleme alınma sürecini şu şekilde anlatır:
“Adar ayının her günü gaon, cemaatlerin gönderdiği soruları teker teker okur ve yeşiva üyelerinden bu sorulara cevap vermelerini ister. Toplantıya iştirak eden her din adamı söz alarak bilgi ve anlayışına göre konuyla ilgili görüşlerini ortaya koyar. Meseledeki zorlukları dile getirir, tartışarak analiz eder ve çözümünü ortaya koyar. Gaon, konu olgunlaşıncaya kadar toplantıya katılan din adamlarının hepsini dinler. Nihayet kendisi söz alarak yapılan konuşmaları değerlendirir ve yeşiva kâtibine (sofer ha-yeşiva) nihaî görüşü [ŞuT] yazmasını emreder. (Adar) Ayın(ın) sonunda da toplantıya katılanların huzurunda gönderilen sorular ve bunlara verilen cevaplar topluca okunurak responsalar gideceği yere postalanır. Toplantılar sonunda gaon sorularla gönderilen paraları yeşiva üyeleri ve öğrencileri arasında paylaştırır.”[72]
ha-Bavlî’nin de belirttiği üzere, müzakereler sonucu ortaya çıkan responsalar, yeşiva katipleri (sofer ha-yeşiva) tarafından kaleme alınır, gaon tarafından da imzalanarak mühürlenirdi.[73] Sura Yeşivası gaonu Mar Amram b. Şeşna’nın (görev yılları: 858- 860) üzerinde “Maşerşeya bar Tefila” kazılı bir mührünün (humrata) olduğu ve responsaları bununla mühürlediği rivayet edilmektedir.[74]
Hizmet İçi Eğitim
ha-Bavlî’nin rivayetine göre dönemsel toplantılarda din hizmeti veren rabbiler de imtihandan geçirilirdi. Sınav sonunda yetersizlikleri tespit edilenlere eksiklerini tamamlaması uyarısında bulunulurdu. ha-Bavlî bu süreci ise şöyle anlatmaktadır:
“Senelik toplantıların dördüncü Sebtinde bütün yeşiva (Sanedrin) ve öğrenciler davet edilirdi. Yeşiva başkanı bunların her birini imtihan eder ve içlerinden sorulara daha çabuk cevap verenleri tespit etmeye çalışırdı. Ağzına Talmud yakışmayanlara (Talmud bilgisi zayıf olanlara) rastlayınca onları azarlar ve maaşlarında kesinti yapardı. Zayıf bulduğu ve ihmal ettiği noktaları açıklar; durumun tekrarı ve Talmud öğrenimine önem vermemesi halinde, kendisini hiçbir şeyin verilmeyeceği hususunda uyarırdı.”[75]
Dönemsel toplantılar (hodşey kala) İslamî devirde, bir sene hariç kesintisiz şekilde devam etmiştir. Şerira Gaon’un bir mektubundan naklen Jacob Mann, Büveyhî kardeşler Samsamüddevle ile Şerefüddevle arasında, 987 yılında meydana gelen iktidar mücadelesinde, Bağdat’ta Türklerle Deylemliler arasındaki çatışmalar sırasında Yahudi cemaatinin o yılki dönemsel toplantıyı gerçekleştiremediklerini nakletmektedir.[76]
Irak’taki dönemsel toplantılarının benzeri Filistin Yeşivası’nda mevcut değildi. Zengin Irak yeşivalarının tersine Filistin Yeşivası, varlığını daha çok Yahudi cemaatlerinden gelen yardımlarla devam ettirmeye çalışıyordu. Ancak Filistin’de Irak’taki kala toplantıları gibi olmasa da, senede bir gün hac mevsiminde Sukot’un son günü (Hoşa’na Raba) Zeytin Dağı’nda toplanıldığına dair bilgiler vardır. Bu vesile ile bir araya gelindiğinde cemaat içi tayinler yapılır; dinî konular ve cemaati ilgilendiren diğer meselelerin görüşülmesi yanında, diğer cemaatlerden gelen sorulara da cevaplar hazırlanarak gönderilirdi.[77]
Yeşivada Öğretim Metodu
Yeşivada eğitim-öğretimin planlanması ve uygulanması, gaonların yetkisindeydi. Aslında gaonlar Talmud’u derleyen ve şerh eden Amoraim ve Savoraim’in görevini devam ettirmekteydi.[78] Durum cemaat tarafından da bu şekilde algılanmaktaydı. İlginçtir, Şerira Gaon’un meşhur mektubunda (İgeret) İslamî döneme ait bir terim olan “gaon” ifadesi, zaman zaman İslam öncesi Savoraim döneminde görev yapan yeşiva başkanları için de kullanılmıştır.[79]
Yeşivada takip edilen öğretim metoduyla ilgili bilgiler, daha çok gaonların cemaatlerle yazışmalarına yansımıştır.
Yeşivalarda günlük olarak öğrencilere yönelik derslere “metivta” adı verilirdi. Metivta, “yeşiva” manasına geldiği gibi, “konu, ders, konferans ve oturum” gibi anlamlara da gelmektedir.[80]
Natronay Gaon’a ait bir responsadan öğrendiğimize göre yeşivalarda öğretime sabah ibadetinden sonra başlanırdı. Cemaat halinde ibadet eden görevli ve öğrenciler daha sonra iki gruba ayrılır; bir grup Talmud, diğer grup ise Tanaim geleneği olan Mişna, Midraş ve Tosefta talim ederdi.[81]
Şerira Gaon, Talmudik dönemdeki öğretim metodunun gaonluk, yani İslamî dönemde de devam ettiğini belirtir. Gaon mektubunda Talmudik dönemdeki öğretim metodunu şu şekilde açıklar: “Öğretmenlerden her biri uygun gördüğü bir meseleyi öğrencisinin ihtiyacı ve kabiliyetine göre öğretirdi. Bazı öğrencilere temel bilgiler, bazılarına ise genel prensipler verilir. Diğer konularla ilgili bilgiler ise öğrencinin sorumluluğuna bırakılırdı. Ancak bazı (kabiliyetli) öğrenciler de var ki, bunlarla meseleler kıyaslarla daha geniş çerçevede ele alınarak işlenirdi.”[82] Gaon, mektubun devamında kendi zamanında konuların öğrencilere yeşiva üyeleri tarafından farklı [metotlarla] anlatıldığını; öğretmenlerin bundan ek sonuçlar çıkardığını ve kendilerine sorulan soruları hukuka dair yeni kararları da ilave etmek suretiyle cevapladıklarını belirttikten sonra, bunun zaman zaman çağdaşları arasında tartışmalara sebep olduğuna da işaret eder.[83]
IX. asrın sonlarında Sura Yeşivası’nda gaonluk yapan Sar Şalom (görev yılları: 848-853)[84] ise yeşivadaki öğretim metodu hakkında kendisine gelen bir soruya cevap olarak yazdığı mektupta şu bilgileri vermiştir:
“… Eğer önümüze gelip dersleri dinlerseniz (sorduğunuz) meseleler ve karıştırdığınız hususlar, Tanah’ta bahsedildiği üzere ‘yerinde söylenen bir söz(*) olması hasebiyle daha iyi anlaşılmış olur. Zira bir öğrenci, öğretmenin derslerine iştirak eder ve herhangi hukukî bir meseleyi tartışırsa, öğretmeni onun anlayış kapasitesini, gözden kaçırdığı hususları ve ona kapalı gelen yönleri daha iyi anlar ve mesele aydınlanıncaya kadar da izah eder. Ancak bütün bunlar (mektup) yazarak nasıl mümkün olur ki!?”[85]
Seyyah Petachia, Bağdat’taki (Pumbedita?) yeşivayı ziyareti sırasında (XII. asır) yeşivanın 2000’den fazla öğrencisi olduğunu nakleder. 500’den fazla öğrencinin ders görmek için toplandıklarını belirten seyyahın anlatımına göre gaon ders verirken bir kürsüde oturur, etrafına toplanan öğrenciler ise yerde oturur vaziyette anlatılan dersi dinlerlerdi. Derse başlarken açıklanması gereken konu önce okunur, ardından da metinle ilgili açıklamalar ve tartışmalar yapılırdı.[86]
Derslerin sonunda bir yardımcı (meturgeman),[87] öğrencilerle beraber kalır; öğrencilerin o gün işlenen derse (metivta de-yoma) yönelik sorularını cevaplar veya anlaşılmayan kısımları izah ederdi.(*) Kökeni İslam öncesine dayanan bu uygulama,[88] İslamî dönemde de devam etmiştir.(**) Şerira Gaon, göreve gelmesinden kısa bir süre sonra yeşivanın ihtiyaçları için Mağrib (Ma’arav) Yahudilerine yazdığı bir mektupta yeşivadaki belletmen sistemine şu sözlerle değinmiştir: “…Biz öğrencilerimizi zaman zaman yanımıza toplayıp öğrendiklerinden imtihan ediyoruz. Yeşiva gençlerimizden (bahurenu) Hayy onlara ders belletmekte konusunda çok gayretli. Onlara soru sorma ve meseleleri (ha-kuşya) tartışma metotlarını ve verimli çalışma yollarını öğretiyor ve bundan da oldukça zevk alıyor.”[89] Ders, yardımcının anlatmasına rağmen hâlâ anlaşılmamışsa, ertesi gün bizzat dersin hocası tarafından tekrar edilirdi. Bütün bu anlatımlarda yeşivada süregelen geleneksel yorumun dışına asla çıkılmazdı.[90]
Yeşivada ertesi gün yapılacak dersler bir önceki günden öğrencilere verilir; evde ya da yurtta, verilen bölümleri çalışan öğrenciler o gün gaonun huzurunda dersin hocalarıyla beraber konuyu müzakere ederlerdi. Öğrencilerin hazırlanmadığı ya da yetersiz kaldığı durumlarda dersin işlenmesi, gaon ya da hocaların bizzat kendileri tarafından yapılırdı.[91]
Mezuniyet
Yeşivalardan mezun olanlara İslam dünyasındaki icazete benzer mezuniyet belgeleri verilirdi.[92] Talmudik dönemde Filistin Yeşivası’nın verdiği bu diplomaya “minuy” (מנוי ,(Bâbil yeşivalarından verilen diplomalara ise “semihut” (סמיחות (adı verilmekteydi. İslamî dönemde Yahudi yeşivaları bu diplomaları vermeye devam etmişlerdir. Ancak Talmudik dönemin tersine bu dönemde Filistin Yeşivası’nın verdiği diplomalara “semihut” (סמיחות ,(Irak’taki Sura ve Pumbedita yeşivalarının verdiklerine ise “minuy” (מנוי (adı verilmiştir.[93]
Öğrencinin mezun olması, kendisini mezun eden yeşivadan “el alması” veya “başkalarına vermek üzere ruh alması” demekti. Diplomaya kendisine hangi konuda icazet verildiğine dair bir şerh düşülürdü. Bu şerhten dolayı, mesela, bir öğrenci Mişna’nın sadece metnini okutma konusunda icazet almışsa, Mişna’yı tefsirle mezun sayılmazdı. Bunun için yeşivadan ayrı bir icazet daha alması gerekirdi.[94]
Mezunların tensip belgelerine ise “Tevrat’ı açıklama, halka yönelik konuşmalar tertip etme (pirke), ibadetlerde İbranîce ya da Aramîce’den tercüme yapan kimseler (meturgeman) bulundurma, ders verme, [95] hukukî konularda hükmetme, dinî ve ahlâkî konuları tavizsiz uygulama”[96] yetkisinde oldukları şeklinde ifadelere dair rivayetler vardır.
b. Halk Eğitimi: Pirke
Yeşivaların bir diğer önemli faaliyeti de, halkın eğitimine yönelikti.[97] Halka açık, halkın o günkü ihtiyaçları göz önüne alınarak seçilmiş fıkhî ve ahlakî konular, “perek” veya “pirke” adı verilen toplantılarda ele alınır ve halk aydınlatılırdı. “Bölüm, zaman veya devir” anlamlarına gelen “pirke”, “eğitim kurumlarının özel toplantısı”, “halk toplantısı” veya “bu toplantılarda halka yapılan konuşma” gibi anlamlara gelmektedir.[98] Kökeni İslam öncesine ve Filistin bölgesine dayanan bu uygulama,[99] varlığını kısmî değişikliklerle İslamî dönemde de devam ettirmiştir. Yeşivaların halk nezdindeki popülerliğini artırmanın en pratik yolu olan pirke, tertip edilmediği bazı dönemlerde halk arasında şikâyet konusu olmuştur.[100]
Irak bölgesinde sinagogda bir araya gelerek Tevrat’tan bölümler okunmak üzere haftada bir tertiplenen toplantıya “sidra” adı verilmekteydi. Şerira Gaon’un verdiği bilgiye göre Sura Yeşivası’nın kurulduğu yıllarda (M. 242’ler) yeşiva kurucusu R. Rav’ın selefi R. Rebbe, “reş sidra” (סדרא ריש (olarak isimlendirilmişti.[101] O dönemle ilgili araştırmalarıyla tanınan Mirsky, Sura Yeşivası’nın kurulmasından sonra “sidre” adı verilen bu toplantıların zamanla “pirke”ye dönüştüğünü belirtir.[102]
Yine Şerira Gaon’dan öğrendiğimize göre Sâsânîlerin son dönemlerinde gaonların “pirke” faaliyetleri yasaklanmıştı.[103] Müslümanların hakimiyetiyle beraber önemli bir din hizmeti olan bu faaliyet, yeniden başlamış ve herhangi bir engel ya da müdahaleyle karşılaşmaksızın devam etmiştir.
Sura Yeşivası ile özdeşleşen pirke konuşmaları,[104] hukuka (halaha) dair bir soru (şeelta, şoalin ve dorşin) ile başlardı. Pirkelerde bu fasıl azami 3 soru ile sınırlandırılmıştı. Sorular cevaplandırıldıktan sonra her pirkede Yahudi tarihine dair bir kıssa (hagada) ele alınır ve anlatılırdı.[105] Pirkelerde yeşivalara bağış yapan köy, kasaba ve şehirlerin isimleri de tek tek açıklanır, hangi kasabanın ne kadar yardım yaptığı ilân edildikten sonra yardım edenlere, bunları toplayanlara ve yeşivaya ulaşmasına aracılık edenlere dualar edilirdi.[106]
Hedef kitle esasen halk olsa da, bu toplantılara yeşiva öğrencilerinin katılımı da mecburî idi. Ancak toplantıların uzun sürmesinin getirdiği sıkıcılık bir yana, hem yeşivalarda hem de pirkede benzer konuların işlenmesi, öğrenciler için de pek cazip değildi. Aynı sıkıcılık yeşiva görevlileri için de geçerliydi. Fakat mecbur olması ve gaona karşı nezaketsizlik sayılmaması için yeşivayı temsilen katılan görevliler (şilhey pirke) sinagogun arka taraflarında da olsa pirkeye iştirak ederlerdi.[107]
Pirke tertip eden din adamına Filistin’de “haham”, Irak bölgesinde ise “reş pirke” adı verilirdi. Ancak pirke, yeşiva gaonunun halkı etkilediği ve önemli bir kamuoyu oluşturma aracı olduğu için gaonların çok önem verdikleri bir faaliyet olmuştur.[108]
Pirkelerde konuşma yapmak başlangıçta re’sü’l-câlutların yetkisindeydi. Ancak ilmî yönden ziyade siyasî yönleriyle öne çıkan re’sü’l-câlutlar, bu yetkilerini zamanla gaonlara devretmişlerdi. Abbasîler döneminde pirke tertip etmek, sadece gaonların yetkisindeydi. Bu yetki, müslüman idare tarafından da kendilerine tanınan resmî bir hak özelliğindeydi.[109] Gaon, prensip olarak kendisinin hakkı olan bu görevi bir başkasına da devredebilirdi.[110] IX. asırdan itibaren gaonlar bu yetkiyi “roş pirke” olarak adlandırılan yeşiva görevlilerine devretmişlerdir. Şerira Gaon’un bu vazifeyi oğlu Hayy’a devrettiği belirtilir.[111]
Sura’da gaonluk yapan Şmuel ben Hofni ile Pumbedita başkanı Şerira Gaon mektuplarında yeşiva üyelerini selamlarken “roş pirke”yi de ilave etmişlerdir.[112]
Sonraki dönemlerde “roş perek/pirke” payesi, bazen hazan ve şairlere[113] bazen de yeşivalara maddî destekte bulunanlara bir onur payesi olarak verilmeye başlamıştır. Hayy Gaon’un, Fustat’ta Rabbanî cemaatin her hizmetine koşan Karaî Ebû Sürûr Perahya’yı bu paye ile taltif ettiği belirtilir.[114] Pirkeye katılanlar ise “beney pirke” olarak isimlendirilirlerdi.[115]
Cemaat yönetiminin merkezi Bağdat dışındaki şehirlerde ise halkı haftalık bilgilendirme vazifesi, dayanlara aitti. Şehirlerde pirkeleri dayanlar tertip ederlerdi.[116] 1191 yılında Halep Yahudi cemaatine görevli tayin eden Gaon Şmuel ben Ali, aynı zamanda damadı olan bu din adamını “…eğitim-öğretim, yargılama, Tora’yı anlatma ve pirke tertip etmek (likbo’a perakim)”le yetkilendirdiğini belirten bir belge yazmıştı.[117]
Pirke faaliyetleri, Irak’ta, köken olarak ait olduğu Filistin’den çok daha canlı idi. Filistin’deki bu sönüklüğün sebebi, Bizans baskılarına dayandırılmaktadır.[118]
Bir pirkede yer alan klasik şeilta, dört bölümden oluşurdu: İlk bölümde anlatılacak konuya, giriş mahiyetinde, Tevrat’ta yer alan bir emir ya da nehiyle başlanırdı. Ele alınacak konunun sinagoglarda haftalık okunan Tevrat konularıyla ( peraşat ha-şavua’) bağlantılı olmasına dikkat edilirdi. “…İsrailoğullarına yasaklanan şeylerden biri de…” ya da “…İsrailoğullarına farz kılınan şeylerden biri de…” şeklinde başlanan konuşmada, önce konuyla ilgili Tevrat ve Talmud’ta yer alan pasajlar aktarıldı. Konuşma konusunun önemine dair yapılan bu girizgâhtan sonra ikinci bölümde vaazın konusuna geçilir ve “…Bilmeniz gerekir ki…”, “…Şunun unutulmaması gerekir ki…” gibi kalıplaşmış bazı ifadelerle konuşmaya başlanır; ardından da konuyla ilgili iki meseleden bahsedilirdi.[119]
İslamî dönemde her pirkede ele alınacak mesele, azamî üçle sınırlandırılmıştı. Bu bölümde, sonraki bölüm için zihnen hazırlık bağlamında mesele hakkında olumlu ve olumsuz görüşler kısaca ortaya konurdu. Şeiltanın en uzun bölümü ise meselenin detaylarının ele alındığı üçüncü bölümdü. “Deraşa” adı verilen bu bölüme “… Moşe (Musa Peygamber) aracılığıyla bize Tora’yı ve kanunları bahşeden, Moşe’den itibaren İsrail milletine ders verecek ve yol gösterecek âlimler bahşeden Tanrı’ya hamdolsun…”[120] şeklinde kalıplaşmış bir şükürle başlanır; Tevrat’a hizmet eden geçmiş alimlere hayır duasında bulunulduktan sonra, o haftaki konu Talmud’tan nakillerle geniş şekilde anlatılırdı. Vaazın en uzun kısmı, bu bölümdü. Bu bölümde gerekirse başka konulara da değinilirdi. Son (dördüncü) bölüme ise “Sorulan sorunun konusuna gelince…”[121] ifadesiyle başlanarak konu tekrar hatırlatılır ve anlatılanlar özetlenirdi. Kısa konuşmalarda ise sadece bir mesele derli toplu bir şekilde ele alınarak özetlenmeye çalışılırdı.[122]
Yeşivaların halka yönelik bir diğer faaliyeti de, bu kurumlara destek veren kimseler için ölümlerinden sonra yeşivada düzenlenen anma törenleri idi. Bu törenler, ölenlerin yakınları tarafından büyük onur kabul edilirdi. O gün yeşivadaki eğitim faaliyetine ara verilir; ölen kimselere dualar okunurdu. Bu münasebetle yeşivalara sadece İslam hakimiyetindeki memleketlerden değil, Fransa (Tısarfat) ve İspanya (Sıfarad) gibi uzak ülkelerden de ölen hayırseverlerin isimleri gönderilerek kendileri için dua taleplerinde bulunulurdu.[123]
5. Karaî Cemaatinin Yeşivası
İslamî dönemde kaynaklara Karaîlerin ilk ve orta öğretim kurumlarına dair herhangi bir bilgi yansımasa da, idarî işlevinden dolayı yeşivalarına dair bazı bilgiler girme imkânı bulmuştur.
Kudüs’e göçü teşvik eden Karaîler,[124] zamanla burada bir yeşiva kurmuşlardır. Kudüs, IX. asrın sonundan Daniel Kûmisî’nin (ö. 945) Kudüs’e gelmesiyle X. asrın sonuna kadar Karaîlerin dinî ve idarî merkezliğini yapmıştır.[125] Karaî tarihçi İbnü’lHîtî, XI. asrın başlarında yaşamış Karaî alim Yusuf ben Nuh (1002) hakkında verdiği bilgide onun 70 kişilik bir din adamının başkanlığını yaptığı Dârü’l-İlm adlı bir kurumdan bahseder.[126]
Karaî Yeşivası şehrin doğusundaki Hâretü’l-meşârika adı verilen Karaî mahallesindeydi. Yeşiva, Yosef ben Bahtavî’ye ait bir arsada bulunduğu için, bazı dokümanlarda onun adına nispetle “Bahtavî Yeşivası” (Yeşivat Bahtavî) şeklinde de kaydedilmiştir.[127] Yeşivanın tam olarak ne zaman kurulduğu bilinmemekle beraber, IX. asrın sonlarında inşâ edildiği tahmin edilebilir. Zira, Karaîlerin Kudüs’e yerleşmesi 825’lerden sonra başlamıştır.[128]
Yeşivaya İslâm dünyasının dışından, özellikle de Bizans’taki Karaî cemaatlerinden çok fazla öğrenci gelmekteydi. Öğrenim amaçlı gelen bu öğrenciler sebebiyle Kudüs’teki Karaî nüfusun arttığı belirtilir.[129]
Bizans Karaî cemaat liderlerinden Toviya ben Moşe, Kudüs’e öğrenim görmek için gelen önemli kişilerden biridir. Bizans’tan Kudüs’e gitmek üzere Dimyat’a (Hanes/Mısır) gelen Toviya, burada yabancı olması sebebiyle tutuklanmış; ancak bazı Karaî zenginlerin devreye girmesiyle kurtulmuştu. Serbest kalmasının ardından Kudüs’e giden Toviya, Ebü’l-Ferec Harun tarafından himaye görmüştü.[130] 1030’larda Karaî Yeşivası’ndan mezun olan Toviya Kudüs’te daimî olarak kalmayı düşünmüşse de, yeşiva yöneticilerinin hayır gelirlerinde yolsuzluklarını görünce Bizans’a dönmeye karar vermişti. Toviya, İslâm dünyası Karaîlerince yazılan Yahudice-Arapça metinlerin önemli bir kısmını Bizans Karaîleri için İbranîceye çevirmiştir. Bu sebeple Karaî tarihinde “mütercim” (ha-ma’tik), “âlim” (ha-bakı), “ilmiyle âmil” (ha-‘oved) ve “samimi kul” (ha-’eved) gibi lakaplarla meşhur olmuştur.[131]
Karaî yeşivasında öğrenim gören bir diğer meşhur kimse de Bizanslı Karaî Ya’kov ben Simon’dur (XI. asrın ikinci yarısı). Yakov, Ebü’l-Ferec Furkan ben Esed’in (Yeşua ben Yahuda) (1050’ler) öğrencisi idi. Hocasının Karaî aile hukukuna dair Yahudice-Arapça bir risalesini İbranîceye çevirmişti.[132] Kudüs’te XI. asırda aynı hocadan icazet alan bir diğer Karaî de Kastilyalı (İspanya) İbnü’t-Taras’tı. Karaîliğin Kastilya’ya girişi ve bölgede yayılmasında İbnü’t-Taras’ın büyük gayretleri olmuştu.[133]
Karaî yeşivasının 1060’larda cemaat idaresinin Fustat’a taşınmasından sonra gerilediği; Selçuklular’ın Kudüs’e hakim olmasından sonra da (1071) tamamen kapandığı belirtilmektedir.[134]
6. Enstitüler
Bazı responsalarda Sura Yeşivası ile bağlantılı bir kurumdan bahsedilir: Bet Rabbenu şe-be-Bavel. Kurum aslında M. III. asırda R. Rav tarafından kurulan bir sinagogdu. Kaynaklarda kurumun adı daima Sura Yeşivası ile birlikte zikredilmiştir. Bet Rabbenu şe-be-Bavel, Tanaim döneminde bu dönem literatürünün tahsil edildiği bir yer olup mekân olarak da Sura Yeşivası’nın müştemilâtında bulunan bir binada hizmet veriyordu. Sa’diya Gaon’un bir mektubundan, kurumun X. asırda Sura Yeşivası ile birlikte Bağdat’a taşındığı anlaşılmaktadır.[135]
Sura ile zikredilmesinden dolayı kurum, Abbasîler döneminde de, Tanaim dönemindekine benzer şekilde, İslamî dönemde kaleme alınan literatürün okunduğu bir yer veya belli konuların tahsil edildiği bir enstitü olarak düşünülebilir.
Sonuç
Yahudiler tarih boyunca yaşadıkları acı tecrübelerden sonra cemaat olarak varlıklarını devam ettirmek için eğitim faaliyetlerine büyük önem vermişlerdir. Sürgün devam ettiği müddetçe eğitim ve öğretimin eylemden daha önemli olduğunu düşünen din adamları, miladın ilk asrından itibaren bet ha-sefer ve beytülmidras adı verilen temel eğitim kurumları ile yüksek din eğitimi kurumu yeşivalar için öğrenci yetiştirmeye gayret etmişlerdir. İlk ve orta öğretimde temel eğitimle birlikte bir Yahudide bulunması gereken vasıflar ve buna uygun alışkanlıklar da kazanan öğrenciler, istedikleri takdirde, yeşivalara devam etmişlerdir.
Yahudilerde yüksek din eğitiminin verildiği yeşivaların, kökeni sürgünlere dayanmaktadır. İslam öncesi dönemde Bâbil’de kurulan Sura ve Pumbedita yeşivaları ile Filistin Yeşivası, faaliyetlerine İslamî dönemde devam etmişlerdir. Müslümanlar Roma, Bizans ve Sâsânî devletleri gibi yeşivaların faaliyetlerine herhangi bir engel çıkarmadıkları gibi özgürlük alanlarını da genişletmişlerdir.
Emevîler döneminde yeşivalar ile cemaatin siyasî idaresini üstlenen re’sü’l-câlutluk kurumu arasında yönetim konusunda rekabet başlamıştır. Değişik zamanlarda nükseden bu mücadele, Abbasî Halifesi Me’mun döneminde kurumların eşit statülü hale getirilmesiyle son bulmuştur. IX. asra kadar kuruldukları tarihî şehirlerde faaliyet gösteren yeşivalar, bu asırda Sura ve Pumbedita’dan Bağdat’a taşınmışlardır. İslam fetihleri sırasında Taberiye’de faaliyet gösteren Filistin Yeşivası ise X. asırda, 960’larda Kudüs’ü merkez edinmiştir. Yeşivalar, o dönem Yahudi dünyası için birer cazibe merkezi olmuş; dünyanın değişik yerlerinden gelen öğrenciler eğitimlerini tamamladıktan sonra cemaat hizmetlerinde istihdam edilmişlerdir.
Yeşivalar varlıklarını kendilerine bağlı cemaatlerden gelen aidât ve bağışlarla sürdürmüşlerdir. Abbasîler döneminde Yahudi cemaatlerinde Kudüs ve Irak’taki eğitim kurumlarına yardım yapmak, ayakta olduğu dönemde Mabed’e yapılan yardımlarla eş değer görülürdü. Her yeşivanın idarî hakimiyetindeki yerlerden gelen düzenli geliri vardı. Yeşivaların bir diğer geliri de Yahudi cemaatlerinin gönüllü bağışlarıydı. Cemaatler ayrıca hukukî meselelere dair yeşivalara gönderdikleri sorularla, yardım mahiyetinde para da gönderirlerdi. Bu yardımlar, senelik dönemsel toplantılarda (hodşey kala) yeşiva üyelerine ve öğrencilere dağıtılırdı. Yeşivalar zaman zaman değişik cemaatlere meşulah (elçi/gezici vaiz) adı verilen temsilciler göndermek suretiyle de yardım toplamışlardır. Eğitim kurumlarına yardım yapanlar, yeşivalar tarafından günümüzdeki “fahri doktora” gibi çeşitli payelerle ödüllendirilmişlerdir.
Yeşivaların cemaati idare görevi yanında din adamı yetiştirme, halkı eğitme, akademik çalışmalar yapma ve değişik cemaatlerden gelen sorulara fetvalar (responsa) verme gibi görevleri de vardı. Yeşivada eğitim-öğretimin planlanması ve uygulanması, gaonların yetkisindeydi. Yeşivalardaki günlük derslere “metivta” adı verilirdi. Öğretime sabah ibadetinden sonra başlanan yeşivalarda derslerin bitiminde meturgeman adı verilen belletmen, o gün derste anlaşılmayan kısımları tekrar ettirirdi. Yeşivalardan mezun olanlara İslam dünyasındaki “icazet”e benzer mezuniyet belgeleri verilirdi. “Semihut” veya “minuy” adı verilen bu belge ile mezun öğrenci, belli konularda ders vermeye yetkili kılınırdı.
Yeşivalar, halkın gündelik ihtiyaçlarına yönelik dersler de düzenlerdi. “Pirke” adı verilen bu toplantılar, yeşivaların halk nezdindeki popülerliğini artırmanın en pratik yoluydu. Yeşivaların halka yönelik bir diğer faaliyeti de, bu kurumlara destek veren kimseler için ölümlerinden sonra düzenlenen anma törenleriydi. Bu törenler ölen hayırseverlerin yakınları tarafından büyük onur kabul edilirdi.
İslamî dönemde kaynaklara Karaîlerin ilk ve orta öğretim kurumlarına dair herhangi bir bilgi yansımasa da, idarî işlevinden dolayı yeşivalarına dair bazı bilgiler girmiştir. Merkezi Kudüs olan Karaî yeşivası Selçuklular’ın Kudüs’e hakim olmasından sonra (1071) kapanmıştır. Yeşivada sadece İslam dünyası değil, başta Bizans olmak üzere dünyanın değişik bölgelerinde yaşayan Karaî cemaatleri için de din adamları yetiştirilmiştir.
Yahudilerin tarih boyunca dinî ve etnik kimliklerini kaybetmeksizin sürdürmesindeki en önemli etkenlerden biri de, hiç şüphesiz, yeşivaların cemaat içerisindeki etkinlikleridir. Abbasîler döneminde en teşkilâtlı cemaatlerden biri olan Yahudiler, Irak ve Filistin’deki yeşivalarda yetiştirdikleri öğrencilerle o dönem dünyasında Yahudilerin din adamı ve cemaat yöneticisi ihtiyacını karşılamışlardır. Mezunlarıyla cemaatleri kendilerine bağlayan yeşivalar, yine bunlar aracılığıyla kendi dinî anlayışlarını geniş kitlelere tanıtma ve bunlar arasında yayma imkânı da elde etmişlerdir.
Sözlük
Ahov ha-yeşiva: “Yeşivanın sevilen adamı” anlamında, yeşivalara yardım edenlere verilen onur payesi.
Aluf: İslam öncesi ve ilk İslamî dönemde Pumbedita Yeşivası başkanına verilen isim. Cemaat başkanı. Yeşivalara yardım edenlere verilen onur payesi.
Amoraim: Mişna’nın tamamlanmasından (MS. 200) Kudüs ve Bâbil Talmudlarının tamamlanmasına kadarki geçen dönemde yaşayan Yahudi din adamları. Amoraim döneminin MS. 499 yılında bittiği kabul edilmektedir.
Av bet din: Yerel cemaatlerde bir başkan ve iki yardımcıdan oluşan idarî konsülde (bet din) başkanlık yapan kimse.
Av: Yeşivalarda gaondan sonraki en yetkili kişi. Aramîce dayana de-bava.
Bâbil: Mezopotamya’da adını aldığı Bâbil şehri etrafında kurulmuş, Sümer ve Akad topraklarını kapsayan eski bir yerleşim birimi. Bâbil’in merkezi bugünkü Irak’ın el-Hille kasabası üzerinde yer almaktadır.
Beney Rabanan: Gaonik ailelere mensup din adamları.Bet ha-Mikdaş: MÖ. 832 yılında Süleyman Peygamber tarafından inşâ edilen, MÖ. 586’da Bâbilliler, MS. 70 yılında da Romalılar tarafından yıkılan büyük Mabed.
Cehbez: İslm dünyasında ilk dönemlerde bir çeşit bankacılık ve bankerlik yapanlar yanında sarraf, muhasip, vergi memuru, haznedâr ve vergi dairesi müdürleri için kullanılan; ancak zamanla devlet maliyesinde başta para ayarı olmak üzere iltizam ve kabâle gibi çeşitli malî işleri yapan kimseler için kullanılan terim.
Dayan: Yerel cemaatlerde bir başkan ve iki yardımcıdan oluşan idarî konsüldeki (bet din) üye. İki yardımcıdan biri. Başkana (av bet din) yardım eden din adamı.
Dirhem: Eskiden İslam dünyasında kullanılan okkanın 400’de 1’ine eşit olan, 3,148 gramlık ağırlık ölçüsü.
Gaon: Talmud’un redaksiyonunu yapan (Tanaim) ve şerh eden (Savoraim) din adamlarından sonra yaşamış ilim adamları. İslamî dönemde Sura ve Pumbedita yeşivalarının başkanları.
Haham ha-yeşiva: “Yeşivanın gönüllü din adamı” anlamında yeşivalara yardım edenlere verilen onur payesi.
Haham: İbranîce ve Aramîce’de “bilge” anlamına gelen terim. Tevrat ve Talmud üzerine gerekli eğitimi aldıktan sonra, bir Yahudi cemaatine ruhanî önderlik yapma yetkisini kazanmış din adamı.
Halaha: Kelime anlamı, yürünen yol, şeriat. Yahudi hukuku. Yahudilerin uymak zorunda olduğu, gelenek de dahil kurallar manzumesi.
Hazan: “Cemaat temsilcisi” anlamına gelen ve “şaliah tsibur” olarak da isimlendirilen bu kimse, Müslümanlardaki “cami imam”ı gibi, sinagogda ibadeti sevk ve idare eden din adamıdır.
Herem: Yahudilerde din adamlarının emirlerine karşı gelen ya da dinî kuralları ihlal edenlere verilen cemaatten dışlama cezası.
Hoşa’na Raba: Çardaklar bayramının (Sukot) yedinci günü.
İcazet: İslamî eğitim ve öğretimde akademik diplomaları, sanat ve meslekte yeterlilik için gerekli izin ve onayı ifade eden terim.
Karaî/ler: İslamî dönemde (VIII. asır) Irak’ta ortaya çıkan ve Tevrat’ı (Tanah) dinî hükümlerin yegâne kaynağı kabul eden Yahudi mezhebine mensup kimse/ler.
Kaşer: (Aşkenaz aksanında “Koşer”). Yahudi dinine uygun gıda. Eşyaların dinî ritüele uygun hale getirilmesi ve kullanılması da “kaşer”le ifade edilmektedir.
Kenesiyot: “Meclis, örgüt, kurul” manasına gelen “knesiya” kelimesinin çoğulu. Filistin Yeşivası’nı model alarak organize olan Bâbil yeşivalarının İslâm öncesi dönemde kendilerini isimlendirdikleri terim.
Mar: Aramîce bir kelime olan “Mar”, çoğunlukla Talmudik dönemde, kısmen de İslâmî dönemde re’sü’l-câlutlara ya da din adamlarına verilen dinî bir paye olup İbranîce “Rabi” kelimesinin karşılığıdır.
Mesîba: Aramîce’de “yeşiva” anlamına gelen “metivta”nın İslamî dönemde Arapça söylenişi.
Mesih: Yahudilerin Davud Peygamber’in soyundan gelecekte çıkacağını bekledikleri kurtarıcı.
Meşulah: Kelime olarak “elçi” anlamına gelen, yeşivaların kendi dinî anlayışlarını (minhag) diğer cemaatlere yaymak üzere gönderdikleri din adamı. Gezici vâiz.
Metivta: Aramîce’de “yeşiva”.
Meturgeman: Yeşivalarda öğrencilere dersi tekrar ettiren belletmen, öğretim yardımcısı. Günümüzün araştırma görevlisi.
Midraş: İslamiyet’teki tefsir ilmindeki benzer metotlarla, Yahudilikte kutsal metinleri okuyup değerlendirme yöntemi.
Minhag: Sözlükte “örf, usûl, âdet ve “gelenek” anlamına gelmektedir. Yahudiliğin hayatın değişik alanlarında takip edilmesini emrettiği kurallar, tarihsel süreçte cemaatler tarafından farklı yorumlanmış, bu da Yahudilik içerisinde değişik anane ve geleneklerin (minhag ha-makom) ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Talmud’ta bu yerel uygulamalar hukukun bir kaynağı olarak bağlayıcı kabul edilmektedir.
Mişna: Talmud’un temelini oluşturan, Yahudi sözlü geleneğinin nesilden nesile aktarıldıktan sonra Yahuda ha-Nasi tarafından yapılan ilk yazılı derlemesi.
Perek: Senede iki kez yeşivalarda tertip edilen dönemsel toplantılarda (hodşey ha-kala), halka yönelik, halkın o günkü ihtiyaçları göz önüne alınarak seçilmiş fıkhî ve ahlakî konuların işlendiği konuşmalar; Talmud’ta yer alan kitapların her bir bölümü.
Rabbi/Rabi: Arapça “efendi” veya “üstat” manasına gelen “rabbi”, dini öğreten ve Yahudi hukukunu ilgilendiren konularda karar vermeye yetkili kişidir.
Ratsuy şitey yeşivot: “Yeşivaların aranan hayırseveri” anlamında, yeşivalara yardım edenlere verilen onur payesi.
Rav: Yeşivalarda görev yapan, ders veren din adamı.
Re’sü’l-câlût: Sürgün dönemlerinde Yahudileri yöneten, Davud Peygamber’in soyundan gelen kimseler. İbranîce roş ha-gola, Aramîce reş galutae olarak isimlendirilen bu kimseler, Yahudileri Müslüman idareciler nezdinde temsil eden siyasî cemaat liderleri idi.
Re’sü’l-mesîba: Roş yeşiva. Bkz. Gaon.
Responsa: İslam hukukundaki fetvalara tekabül eden, Yahudi hukukunda Şeelot u’Tşıvot (kısaca ŞuT) olarak isimlendirilen “responsa”, Talmud’un derlenmesinden sonra başlayıp günümüze kadar gelişerek devam eden hukuk faaliyetidir.
Reş kala: Cemaat başkanı. İslam öncesi ve ilk İslamî dönemde Pumbedita Yeşivası başkanına verilen isim. Yeşivalarda gaon ve avdan sonra her biri 10’ar kişiden müteşekkil yedi ayrı grubun başkanları. Yeşivalara yardım edenlere verilen onur payesi.
Reş kalot: “Reş kala”nın çoğulu. Bkz. Reş kala.
Reşut: Arapça nâhiye. İdarî birim. Yahudi kurumların (Re’sü’l-câlutluk, Sura Yeşivası, Pumbedita Yeşivası ve Filistin Yeşivası) idarî hakimiyetindeki bölge ve şehirler.
Roş Yeşiva: bkz. Gaon.
Sanedrin: Yunanca “birlikte” anlamına gelen “syn”
Savoraim: Yahudiler Sâsânîler döneminde Kisra IV. Hürmüz zamanında şiddetli baskılara maruz kalmışlardı. 580’de Pumbedita Yeşivası kapatılmış; yeşiva görevlileri Firuz Şapur’a kaçarak burada yeni bir yeşiva kurmuşlardı. 589 yılından İslâm fetihlerine, yani 640’lara kadar Irak Yahudilerinin ilmî faaliyetlerinin resmen durdurulduğu dönemde, 40 yıl kadar süre ile (499’da Ravina’nın ölümünden 540 yılında Rav Simuna’ya kadarki) Talmud’un redaksiyonunu tamamlayan din adamı “şarihler”.
Sebt: Şabat, yani Cumartesi günü. Yahudilerin dinlenme günü. Her Yahudinin işlerine ara verip dinlenmesi vecîbe olan gün.
Sod ha-yeşiva: “Yeşivanın sırdaşı” anlamında, yeşivalara yardım edenlere verilen onur payesi.
Sofer: Talmud’un emri gereği her cemaatte bulunması zorunlu din adamı. “Kâtip” veya “müstensih” olarak tercüme edilebilir. Yahudilerde önemli bir dinî hizmeti ifâ eden bu kimseler, SeTeM olarak ifade edilen Sefer Tora (Tevrat) Tefilin ve Mezuzaların istinsahını yapmaktadır.
Sukot: Çardaklar bayramı. Yahudilerin Tişri ayının 15. günü (Eylül-Ekim sonları arası) kutladıkları 8 günlük bir bayram olup Mabed’in ayakta olduğu dönemde hac ettikleri üç kutsal festivalden (şaloş regalim) biri idi.
Şabat: Bkz. Sebt.
Talmud: Tevrat’ı tefsir eden, Yahudi geleneğinde Tevrat derecesinde önem verilen sözlü geleneğin derlemesi.
TaNaH: Kitab-ı Mukaddes. Tora, Neviim ve Ketuvim adlı bölümlerin oluşturduğu Yahudi kutsal kitabı.
Tanaim: Yahudi tarihinin meşhur alimi Hilel’den (MÖ. 20-MS. 20) Talmud’un Yahuda ha-Nasi (MS. II. asrın sonu ile III. asrın ilk yarısı) tarafından derlenmesine kadar ki dönemde, bir diğer ifade ile Mişna döneminde yaşamış Yahudi din adamlarına verilen isim. Paye 10 yılından itibaren Yahuda ha- Nasi’ye gelinceye kadar 200’den fazla Yahudi din adamı için kullanılmıştır.
Tevrat: Kitab-ı Mukaddes’i oluşturan üç kitaptan [Neviim (Peygamberler) ve Ketuvim (Kitaplar] Tekvin, Çıkış, Levililer, Sayılar ve Tesniye kitabından oluşan bölümün ilki.
Tora: Bkz. Tevrat.
Tosefta: Kelime anlamı “ilave, eklenti”. Yahuda ha-Nasi’nin çeşitli nedenlerle Mişna’ya dahil etmediği, son Tanaim Rav Hoşeya ve Rav Hiya tarafından derlenen “harici Mişnalar”dan (baraytot) oluşan eser.
Zuz: Eski dönemlerde Yahudiler tarafından kullanılan, şekelin dörtte birine eşdeğer madeni para. İbranice dirhem. Ayrıca bkz. Dirhem.