ISSN: 0041-4255
e-ISSN: 2791-6472

Metin Hülagü

Erciyes Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

Anahtar Kelimeler: İngilizler, Hicaz İsyanı, Osmanlı Devleti, Asya Kıtası, Arabistan, Birinci Dünya Savaşı

A. Arabistan'ın Siyasi Durumu

Osmanlı Devleti'nin Asya kıtasında yer alıp bünyesinde kesif bir Arap nüfusu barındıran, ayrıca coğrafi konumu itibarıyla da savaş açısından oldukça önemli bir durum arz etmekte olan[1] Arabistan, Birinci Dünya Savaşı arifesinde duygu ve lisan açısından birlik içerisinde olmakla birlikte siyasi yönden sadece guruplara ayrılmakla kalmamış, fakat aynı zamanda birbirine muarız kabileler arasında mücadele alanı haline de gelmiştir. Arabistan aynı zamanda askeri açıdan küçümsenecek bir yapıda olmamakla birlikte müşterek bir Arap hareketini gerçekleştirecek lider ve önderden yoksun bulunmaktaydı[2].

Aralarındaki anlaşmazlıklar nedeniyle savaş kamplarına ayrılmış olan Araplar kendilerine, ister Müslüman ve isterse Müslüman olmayan her kim tarafından olursa olsun yapılacak müdahaleden hoşnutluk duymamaktaydılar. Ayrıca icra edilişinde hiçbir şart kabul etmeyen ve adeta kutsal bir vazife halini almış olan kan davaları ile geleneksel özgürlüklerine bağlı kalmaya çalışmışlardır[3]. Bu ve sair nedenlerden dolayı Araplar Merkezi Arabistan'da Birinci Dünya Savaşı öncesi "Ibn Suud" ve "Raşidiler" olmak üzere iki idari kısma ayrılmışlardı[4].

Kızıldeniz'in doğu yakasında İmam Yahya, Mehmed Nasır Paşa, Hicaz boyunca Osmanlı ordusunun denetimi altında tuttuğu ve etkilediği aşiretler, Şammar bölgesine hakim olan Emir İbn Reşid ve Irak'ta Acemi Sa'dun Bey ve Uceymi Paşalar Mısır ve Kızıl Deniz'i çevreleyen bir hilal teşkil etmekle dikkati çekmekteydir[5]. Osmanlı taraftarı bu Arap liderlerine mukâbil olarak Hicaz'ın güneyinde, takriben 550 km. uzunluğundaki Asir adı verilen dağlık bölge zâhirede Osmanlı Devleti'ne bağlı olmasına rağmen fiilen tam bir bağımsızlık içerisindeydi[6] ve 1908 yılından beri Osmanlı Devleti'ne karşı isyan halini sürdüren Fas Şeriflerinden birinin torunu olan Seyyid İdris adındaki bir Mehdi'nin hâkimiyeti altında bulunmaktaydı. Seyyid İdris dışarından, bilhassa İtalya ve İngiltere'den yardım görmekteydi. Uzun bir süre Seyyid İdris uğraşmak zorunda kalan Osmanlı Devleti 1911 yılından itibaren artık Mehdi ile uğraşamaz duruma gelmişti: Seyyid İdris savaş sırasında Osmanlı Devleti'ne karşı açıkça bir tecavüzde bulunmamışsa da gizliden gizliye ihtilaf devletleri ile olan münâsebetlerini sürdürmüştü[7].

Orta Arabistan'da uzun bir zamandır hüküm süren ve Vehhâbl mezhebine mensup olan Necid Emin i Ibn Suud ise çok eskiden beri İngiltere ile gayet uyumlu bir siyâset izleyerek İngilizlerden gerek maddi ve gerekse cephane ve subay gibi askeri yardım görmüş ve Osmanlı Devleti için sürekli problem olmuştu[8]. 1899'dan beri İngiltere ile anlaşma ilişkisi içerisinde olan Kuveyt lideri Şeyh Mübârek İbn Sabah ise bu devlet ile sıcak ilişkiler kurmuştu[9].

Asir'in güney sınırından Şeyh Said'e kadar veya Aden - İngiliz bölgesi hududuna kadar uzanan ve peygamber soyundan gelen -seyid ailesinden-imamlar tarafından idare olunan Yemen, Osmanlı Devleti tarafından bir çok kez fetholunmuş, fakat coğrafi olarak dağlık olan iç kesimlerde otorite sağlamada güçlüklerle karşılaşılmasından dolayı her defasında mevzii ayaklanmalar neticesi geri çekilmek zorunda kalınmıştır. 1904-1905 yıllarında vuku bulan zorlu çarpışmalar neticesinde bu bölgede otoriteyi temin etmenin zorluğunun ortaya çıkması üzerine Sultan II. Abdülhamid bu bölgeyi İmam Yahya'nın fiili denetimine bırakmayı düşünmeye başlamıştı. Yemen en son Mareşal Ahmet İzzet Paşa tarafından 1912 yılında zaptolunmuş ve İmam Yahya ile bir anlaşma yapılmıştır. İmam Yahya Birinci Dünya Savaşı sırasında Osmanlı Devletine bağlılığını devam ettirmiş, fakat İngilizlerin Kızıl Deniz'de mutlak bir surette hakimiyet kurmalarından sonra Türklerle olan irtibatını kesmişti[10]. Fakat 1908'den sonra idâreyi ele alan İttihat ve Terakki Partisi Sultan II. Abdülhamid'in bu düşüncesini milli itibâra aykırı bularak bu bölgede yeniden mücadele ve mukavemete girişmiş, ancak 1911 Ekiminde anlaşmaya varmak için kararlaştırılan barış şartlarında daha evvel Sultan II. Abdülhamid tarafından ortaya konmuş olan aynı çözüme razı olmuştu[11].

İngiltere'nin nüfusunun hemen hemen tümünün Müslüman olduğu Arap yarımadasındaki bu başarısı onun yıllardır İran Körfezi etrafındaki Arap kabile liderleriyle iyi ilişkiler içerisinde olmasına dayanmaktaydı[12]. Hindistan yolunu emniyet altında tutmak endişesi ile Aden'i kendi muhafazaları altına alan İngilizler Aden cihetindeki Lihac Sultanı, Hadramut dolaylarındaki küçük kabile şeyhleri, Umman Sultanı Muskat, Piran sâhilinde bulunan kabile reisleri, Bahreyn Adaları Sultan', Kuveyt Sultan' ve sâire olmak üzere Babu'l-Mündeb ve Hürmüz Boğazı arasındaki tüm küçük Arab kabile reislerini himâyelerinde toplamışlardı. Bu kabile liderlerine iaşe ve silah yardımında bulunmuşlar, fakat bu yardımlarına mukâbil onlardan da topraklarına hiçbir yabancı devleti sokmama taahhüdünü almışlardı[13].

Böylece Arap yarımadasında önde gelen beş liderden İbn Reşid ve İmam Yahya faal bir şekilde Osmanlı-Alman devletlerinin yanında yer alırken İngilizlerin va'dlerine kanmış olan Şerif Hüseyin, İbn Suud ve İdrisi ise İtilaf devletleri saffına kaymışlardı [14].

Hicaz'ı egemenliği altında bulundurduğu sırada Osmanlı Devleti'nin burada takip etmiş olduğu politika, bir taraftan askeri kuvvete başvurmak iken diğer taraftan da ekonomik yardımda bulunmak olmuştur. Çapulcu kabilelerin muhtemel hareketlerine meydan vermemek için Hicaz'da önemli bir garnizon bulundurmuş ve bunu çeşitli mali yardımlarla desteklemiştir.Hicaz'da garnizon bulundurmanın imkansızlığı inancında olan İngiltere ise Şerif Hüseyin'in bedevilere karşı koyabilmesi ve Hac yolunu açık tutabilmesi için Hicaz Hükümetine aylık ödemelerde bulunmuştur[15].

Osmanlı Devleti'nin İtilaf devletlerine karşı savaş açmasından sonra İngiltere mevcut anlaşmazlıklardan istifade ederek Mekke Şerifi Hüseyin'e İbn Suud ve İdrisi'ye kendilerini Osmanlı Devleti'ne sadakatte bulunmaktan vazgeçirip İtilaf devletleri ile kader birliğinde bulunmaya ikna edecek vaadlerde bulunmuştu'[16]. Aynı zamanda Bahreyn, Kuveyt, Muskat ve diğer şefiiklerle anlaşmalar yapmış ve bu anlaşmaları bol miktarlarda dağıttığı altınlarla da sağlamlaştırmıştır[17].

İngiliz yanlısı bu liderler arasında en tesirli ve kuvvetli olanı şüphesiz ki Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali idi. İttihat ve Terakki yöneticilerinin ataması ile göreve gelmiş olmasına rağmen Şerif Hüseyin'in Peygamber soyundan gelmesi kendisine Arap dünyasında mühim bir mevki kazandırmaktaydı[18]. Bu siyâsi avantajının farkında olan Şerif Hüseyin, Osmanlı Devletinden ayrılarak Hicaz'da bağımsız bir Arap kırallığı kurma emeline kapılmış, fakat para, silah ve benzeri madde ve malzemelere olan ihtiyâcından dolayı belirli bir süre sessiz kalmayı tercih etmek zorunda kalmıştı. Bu arzu ve emellerinden dolayıdır ki, kendileri tarafından göreve getirilmiş olmasına rağmen, siyâsi görüş ve fikirleriyle İttihat ve Terakki yöntemine ters düşmüş, dolayısıyla da İttihatçı liderler tarafından Araplar için öngörülen plan ve programı n uygulanmaya konmasında fazla bir başarı elde edilmemişti[19]'.

Şerif Hüseyin bağlı bulunduğu Osmanlı idâresine karşı bu doğrultuda bir tutum sergilemesine mukâbil Avrupa devletleri ve bunlar içerisinde özellikle İngiltere'ye karşı gayet iyimser ve tatminkâr bir politika izlemiş ti. İstanbul'da bulunduğu sıralarda mezkur devlet temsicileri ile temaslar kurmuş olan Şerif Hüseyin, Mekke Şerif' olduktan sonra bu münâsebetlerini Hicaz'da yaşayan Türkler tarafından şikâyet konusu olacak derecede de ilerletmişti[20].

İngiltere'nin Şerif Hüseyin ile olan müzâkerelerine geçmeden evvel Şerif in şahsiyeti ve siyasi görüşü hakkında kısaca bilgi vermek sanırız faydalı olacaktır.

B. Mekke Şerifi Hüseyin Bin Ali, Şahsiyed ve Siyasi Fıkrıyan

İmâra âilesine mensup olan Şerif Hüseyin bin Ali Mekke'de doğdu. Uzun bir süre Sultan II. Abdülhamid'in bir nevi mecburi misâfiri olarak İstanbul'da yaşadı[21]. Esasen II. Abdülhamid, hakkında devlete karşı menfi bir girişimde bulunabileceği kanaatine sahip olduğu Şerif (o vakitler emir olan) Şerif Hüseyin'i bu sürede İstanbul'da murâkabe altında tutmuş oluyordu[22].

İstanbul'da ikâmet ettiği yıllar zarfında bir Türk hanımı ile evlenen Şerif Hüseyin'in bu evlilikten dört oğlu olmuş ve orada büyümüşlerdi[23]. filmi' bir karaktere sahip olan Şerif Hüseyin iyi bir eğitim görmüştür. Dini konularda ve İslam edebiyatında oldukça kâbiliyetli biridir. Uzun bir süre İstanbul'da kalışı kendisine siyaset bilgisi kazandırmış, büyük siyaset adamları ve düşünürler ile irtibat kurmasını sağlamıştır. Cömert, iyi kalpli ve liberal biri olan Şerif'in mütekebbirliği yoktur. Araplar arasında seleflerine nisbetle daha büyük bir itibara sahiptir. Uyanık olmakla birlikte Şerif e Türkler genelde fazla hürmet göstermemişlerdir[24] denilebilir. II. Meşrutiyet'in ilanından sonra İttihat ve Terakki yöneticileri tarafından Şerif olarak tayin edilen Emir Hüseyin 1908 yılı nihâyetinde Mekke'ye dönmüştür[25].

Şerif Hüseyin, Cihâd-ı Ekber'in dolayısıyla Birinci Dünya Savaşı'nın başarıya ulaşması noktasında mutlak değilse de gayet mühim bir role ve konuma sahipti. Bu ehemmiyetinden dolayı da gerek İtilaf devletleri ve gerekse Merkezi devletler tarafından kazanılmak istenmişti. İtilaf devletleri açısından Şerif Hüseyin, diğer Arap liderlerine nisbetle iki noktadan önem arzetmekteydi: ilki, yarımadada bulunan Osmanlı kuvvetlerinin merkezinde stratejik avantajlara sahip bir konumda bulunması idi. Bu durumu itibâriyle Arap kabilelerden oluşturacağı bir kuvvetle Osmanlı kuvvetlerini merkezden vurabilir ve kuzeyle irtibat kurarak Asir ve Yemen'de bulunan Osmanlı garnizonlarını saf dışı bırakabilirdi; ikincisi ise Peygamber soyundan gelmekle Araplar nezdinde sâhip olduğu hürmet ve prestijdi[26].

Diğer taraftan Osmanlı Devleti'nin hilafet makamını elinde bulundurması, özellikle İngiltere ve Rusya gibi sömürgelerinde yoğun Müslüman nüfûsu barındıran Batılı devletleri öteden beri rahatsız etmişti. Bu durum ise tabii olarak kendilerini Osmanlı halifesinin siyasi gücüne karşı bir güç oluşturacak olan Arabistan'da yeni bir halife çıkarmak ve yeni bir hilafet merkezi oluşturmak fikrine götürmüştü[27]. Sistematik bir denge siyaseti takip eden[28] İngiliz devlet ricâli, oluşturulacak bir Arap Hilâfeti ile idâreleri altındaki Müslümanların Osmanlı halifesine karşı olan sadâkatlerinde bir sarsıntı ve kopma meydana getirilebileceğini düşünmekteydiler[29]. Bu sebepledir ki İngiltere Arap Halife fikrini kendi siyâsi gâyelerine ulaşma yolunda kullanmaya çalışmış ve Mekke şenliğinin ve Kureyş soyundan gelen Hüseyin bin Ali âilesi yönetiminin uzun bir geçmişe dayanması dolayısıyla Mekke Şerifi Hüseyin'i kendi menfaatleri için Osmanlı hilâfetine karşı en uygun rakip olarak görmüştü[30]. İngiltere, kendi askeri ve sivil kontrolü altında tutup müttefiği olacak, Mekke'de yeni bir hilafet merkezini oluşturmakla Afrika ve Asya'da idâresi altında bulunan Müslüman teb'anı n kendisi için tehlike arzetmesini ortadan kaldıracak, aynı zamanda Arabistan'da nihai hâkimiyetini tesis de etmiş olacaktı. Böylece yeni bir hilafet merkezinin tesisi ile İslami saygınlığını yitiren Osmanlı Devleti ise zararsız hale getirilmiş olacaktı[31].

Bu gâyenin tahakkuku için bölgedeki İngiliz nüfusu planlı bir şekilde kullanılmaya çalışılmış ve Arap kabile reislerini halifenin Cihad-ı Ekber davetine katılmamaya ikna edebilmek için İngiliz hazinesinden gelen çil çil san altın liralar dağıtmıştır[32]. Siyasi alanda ise Osmanlı padişahlarının halifeliğinin Araplar tarafından hiçbir zaman için itirazsız kabul edilmediği belirtilmiş ve bu iddiâya karşı zaman zaman Arabistan dahilindeki Araplar tarafından gerektiğinde silahla karşı koymak da dahil Osmanlı hilafetine muhalefet edildiği belirtilmiştir. Ayrıca Osmanlı padişahlarının halifeliğinin tamamiyle fetihlere dayandığı, kılıç zonı ile elde edildiği ve 1517 tarihine kadar bu müessesenin Abbasilerde bulunduğu, Yavuz Sultan Selim'in Memlüklülerden Mısır, Suriye, Mekke ve Medine'yi aldığı ve son Abbasi idarecisini halife ünvanını kendisine vermek zorunda bıraktığı ve dolayısıyla Osmanlı hilâfetinin mazisinin çok yeni olduğu ifade edilmekte[33], İrak ve Hicaz'daki Arap kabileleri arasında bağımsızlıklarını elde etmek suretiyle aralarındaki seçkin ailelerden birini başlarına kral olarak seçebilecekleri propagandası yapılmaktaydı[34].

Şerif Hüseyin'in Arap Kralı olma emeli peşinde olduğunun farkında olan İngiliz dışişlerindeki bazı görevliler onun tarafından Osmanlı Devleti'ne karşı ortaya konacak bir isyan hareketinin İngiltere ve müttefiklerine zafer yolunu açacağını[35], sosyal ve psikolojik açılardan kendilerini çok iyi bir şekilde tanıdıkları Arap halkının ise böyle bir harekete müsbet bir cevap vereceklerini rapor etmişlerdi[36]. Gerek dışişlerinden gelen bu yöndeki raporlar ve düşünceler ve gerekse Arapların İttihad ve Terakki Partisi idâresinin bazı uygulamalarından rahatsız olması ve bu uygulamalara zaman zaman karşı koyması İngilizleri Şerif Hüseyin'i kullanmak süretiyle Osmanlı kuvvetlerine dâhilden saldırıda bulunma fikrine götiirmüştür[37]. Vuku bulacak böyle bir hareket neticesinde mukaddes yerlerin elde edilmesi ile Kızıl Deniz sahili Türk-Alman İttihad-ı İslam propagandasının hareket merkezi olmaktan çıkacak, Osmanlı hilafetine manen bağlı olan Mısır ve Hint ordusundaki Müslüman unsurlardan gelebilecek tehlike giderilecek ve muhtemelen Osmanlı Padişahı Hâclimu7-Haremeyn ünvan' ile hilafet nüfûzunun bir kısmını kaybedecekti[38].

Başlangıç olarak Şerif Hüseyin tarafından önerilen Osmanlı kuvvetlerine karşı cephe oluşturma fikrinin[39] tahakkuku için Şerif in oğlu Abdullah, savaşın henüz arifesinde bulundukları bir sırada bir İngiliz-Şerif Hüseyin ittifakı oluşturulması için Şubat 191 4'de Kahire'deki İngiliz otoriteleriyle konunun müzâkeresi için ilk temasları başlatmıştı. Fakat bir anlaşmaya varmak ümidi ile asıl görüşmeler savaşın başlamasından on ay sonra tahakkuk ettirilebilmişti. Kallire'deki İngiliz otoriteleri Halife'nin ilan ettiği Cihad-ı Ekber davetine icâbetten vazgeçirmek ve mümkünse muhalefette bulunmasını sağlamak üzere Şerif Hüseyin ile müzâkerelere koyulmuştu[40]. Bu müzakerelerde Şerif Hüseyin İngiltere'nin, kuzeyde Mersin-Adana hatundan başlayarak doğuda İran Körfezi'ne, güneyde Hindistan Okyanusu'na ve batıda Kızıl Deniz'e ulaşan ve Akdeniz sâhilinden tekrar Mersin'e yayılan bir alanı kapsayan bağımsız bir Arap Hilâfeti (Kralliğt)'nın garanti edilmesi halinde anlaşmaya varılabilineceğini belirtmiş[41], İngilizler'den gerekli garanti ve yardımı elde etmeden herhangi bir isyan hareketinde bulunmaktan şiddetle sakınmış[42], fakat bir taraftan da oğlu Faysal'ı Suriye, Irak ve İstanbul'a göndererek genel kanaati tespite ve taraftar toplamaya çalışmıştı[43] .

Kitchner-Şerif Abdullah görüşmeleri ve Şerif Hüseyin-Sir Henry McMahon arasında cereyan eden mektup telâtileri neticesinde[44] Şerif Hüseyin ve taraftarlarının Türk-Alman ittifakına karşı İngiltere saffında yer alması halinde şeriflik ünvanı ve ona taalluk eden hakların İngiltere tarafından garanti edileceği ve ülkesinin herhangi bir dış tecâvüze uğraması durumunda müdâfaa olunacağı belirtilmiştir[45]. Hicâz'da bağımsız bir Arap Krallığı kurma ve Arap Hilâfeti oluşturma arzusunda olan Mekke Şerifi Hüseyin bin Ali[46] için İngilizlerin siyasi vaadleri kendisine, idâri ve siyâsi açıdan zaman zaman anlaşmazlığa düştüğü Osmanlı Devleti'nin İ ttihâd-ı İslam devletinden çok daha cazip gelmişti[47].

Netice olarak kendilerinin yalnızca Allah, Peygamber ve Halife'ye bağlı olduklarını beyan eden Şerif Hüseyin, İttihad ve Terakki yönetimini halifeyi görevinden almak, dinsiz olmak ve İslam'a ters olan hareketlerde bulunmakla suçlamış ve isyan hareketini başlatmıştı[48]. Wabiâli bu iddiaların mesnetsiz olduğuna dâir derhal karşı fetvâlar çıkarmışsa da fazla bir başarı elde edememiştir'[49]. Mali ve askeri yardımlarının yanında ihtilal ve isyân çıkarmakta gayet yetenekli İngiliz ve Fransız ajanlarının[50]çalışmaları ile Şerif Hüseyin liderliğindeki Hicaz isyânı 5 Haziran 1916'da Mekke'de patlak vermiş, iki gün sonra ise Hicaz'ın bağımsızlığı, kendisinin ise Hicaz Kralı olduğu ilan edilerek Arap yarımadası da askeri operasyonlara dâhil edilmiştir[51].

5 Haziran 1916 tarihinde Osmanlı Devleti'ne karşı isyan eden Şerif Hüseyin, dini ve siyasi bir mâhiyet taşıyan bu isyânına halkın desteğini elde etmek üzere yayınlamış olduğu iki beyannâmesinde, sebep olarak İttihad ve Terakki Cemiyeti'nin devlet işlerindeki kötü idâresini; Osmanlı saltanatı ile bütün Müslümanların arasında yegâne bağı oluşturan Allâh'ın Kitabı ve Rasulullâh'ın Sünnetini ihlâle cüret etmelerini; Rasulullâh'ın hayatını İcdihâd Gazetesinde ağza alınmayacak tabirlerle tahkirde bulunmalarını ve mirasta eşitliği terviç etmek gibi Kur'an âyetlerini ilgâdan çekinmemelerini; bunlara ilave olarak Ramazan'da askerlerin oruç tutmalarını yasaklayarak İslamiyet'in beş esasından birini yıkmaya kalkışmalarını; hâlifenin bütün haklarını gasp etmelerini; Araplardan ileri gelen kimseleri asmalarını ve mukaddes yerlere hürmet ve saygı yerine alayla mukabelede bulunmalarını göstermiş ve Arap halkından kendisine destek vermelerini istemiştir[52].

C. Şerif Hüseyin'e Yapılan Maddi ve Askeri Yardımlar

Şerif Hüseyin Hicaz'da gerçekleştirmeyi planladığı isyan hareketi ile iki amaca varmayı hedeflemekteydi. Buna göre evvela Mekke, Medine ve çevresinde bulunan Osmanlı askerlerini buradan atacak ve daha sonra da diğer Arap kabile liderlerinin de yardımı ile Türkleri tümü ile Arap yarımadasından çıkaracaktı. İkinci olarak da Arap milliyetçiliğinin merkezini oluşturmak üzere Hicaz'da bağımsız bir Arap Devleti kurmayı düşünmekteydi. Ona göre kurulacak bu devlet zamanla Müslümanlar tarafından tanınacaktı. Zaten İngiltere hükümeti de gayet ısrarlı ve aleni bir şekilde (yazılı olarak) Arab Hilafetini yeniden tesis etme arzusunda olduğunu ifade etmiş ve neticede Şerif Hüseyin ile isyan etmesi konusunda müzakerelerde bulunmuş ve anlaşmaya varmıştı[53].

İngiltere Hicaz isyanını başlatmakla esasen ağır bir mali harcama altına girmişti. Acil ve gerekli bir takım siyasi ve askeri sebeplerden dolayı Şerif Hüseyin'e yapılan normal ödemelere ilaveten ek ödemelerde bulunmuştu. Fakat isyan yolu ile elde ettiği siyasi ve askeri kazanç kendisine hem oldukça ucuza gelmiş ve hem de isyan için yapılan yatırımın fevkinde olmuştu[54].

Şerif Hüseyin'e maddi yardımda bulunulması konusu evvela, Kahire'de bulunduğu bir sırada Şeyh Fuad el-Hatib'in aracılığı ve daha sonra da Şerif Hüseyin'in İngiltere'nin Cidde'deki temsilciliği ile olan muhâbereleri neticesinde kararlaştınlmıştı[55].

Şerif Hüseyin ve diğer Arap kabile liderlerine yapılan tüm ödemeler ve askeri malzeme tutarlar' yeni kurulan Arap Krallığı bütçesinden geri alınmak üzere, devlet yardımı, kabile vergisi ve sair adalar altında verilmiş[56] , aylık ödemelerin ve askeri techizat ve donanımın miktarı İngiliz dışişleri uzmanlarının tavsiyeleri doğrultusunda yapılmıştı[57].

Tayin edilen aylık tahsisatlar ve sonradan uygulamaya konan ilave ödemeler Hindistan Rupisi, Mısır banknotları ve altın cinsinden olmuştur[58].

İngiliz Hükümetinin Şerif Hüseyin'e yapmış olduğu ödemeler tespit edebildiğimiz kadarı ile tarih itibariyle, şöyledir:

Mart - Temmuz 1916 ayları arasında İngiliz hükümetince Şerif Hüseyin'e yapılan devlet yardımı:

1. 15 Mart 1916 ......................................................53.000 Sterlin.

Bu ödemenin 50.000 Sterlini Şerif'in askerleri için yapılmış ve askeri harcamalar olarak kabul edilmiştir.

3.000 Sterlin ise kabilelerin isyanını sağlaması yolunda Şerif Abdullah'a özel bağış olarak verilmiştir.

2. 28 Mayıs 1916.......................................... 10.000 Sterlin.

10 Haziran 1916............................................. 50.000 Sterlin.

10.000 Sterlin Şerif Abdullah'a yapılmış, 50.000 Sterlin ise isyanı başlatması için Şerif Hüseyin'e gönderilmiştir.

3. 20 Haziran 1916 ............................................ 20.000 Sterlin.

Medine'deki askeri operasyonların sürdürülmesi için Şerif'in oğluna ödenmiştir.

4. 11 Temmuz 1916 ................................................50.000 Sterlin.

Gıda masrafı, Şerif ve oğlunun emri altındaki askerler ve bunları destekleyen kabileler için verilmiştir.

5. 16 Temmuz 1916 .........................................75.000 Sterlin.

Gıda masrafı, Şerif ve oğlunun emri altındaki askerler ve bunları destekleyen kabileler için verilmiştir.

Toplam: 258.000 Sterlin. [59].


1919 yılının Ekim, Kası m ve Aralı k ayları nda yapılan ödeme miktarları ise söyledir:

Ekim 1919 - 75.000 Sterlin.
Kasım 1919 - 50.000 Sterlin.
Aralık 1919 - 25.000 Sterlin.
Toplam: 150.000 -Sterlin60 .


Yukarıda görüldüğü üzere Şerif Hüseyin'e yapılan ödemelerin toplamı aylık tahsisat ve ilavelerle birlikte 2.475,000 Sterlindir. Bu miktara Kuzey Operasyon Bütçesi'nden Akabe'ye gönderilen 255.000 Sterlin altın dahil değildir[61].

Gerek Şerif Hüseyin'e ve gerekse diğer Arap kabile liderlerine aylık olarak tayin edilen miktarların ve ilave tahsisatların ödenmesi neticesi İngiliz altın stokları erimiş ve para sıkıntısı baş göstermiştir. Yukarıdaki çizelgede görüldüğü üzere, bu sıkıntıyı giderebilmek için İngiliz hükümeti Hicaz'ın ihtiyaçlarının karşılanması için Mısır Hükümetinden kendi altın ve gümüş kaynaklarını kullanması ricasında bulunmuştur[62]. Oysaki 19 Haziran 1917'de Mısır'daki bankalardaki toplam İngiliz altın miktarı 1.600.000'i bulmaktaydı. 6 Ekim 1917 tarihine kadar askeri ödenekten yapılan harcamaların toplamı ise yaklaşık 2.000.000 Sterlini bulmakta idi. Bu miktarın yaklaşık 100.000 Sterlini İngiliz altını ve 100.000'i ise Osmanlı altınından oluşmaktaydı[63].

Fakat yapılan harcamalar neticesinde 31 Mart 1919 tarihine kadar Şerif Hüseyin'e ödenen para miktarı toplam olarak 42.475.000'i bulmuştur[64].

1919 Ekim, Kasım ve Aralık aylarında yapılan ödemelerle birlikte bu miktar 45.205.000'e ulaşmıştır.

D- ilave Para Talebi

Şerif Hüseyin, İngiliz Hükümeti'nin kendisine yapmakta olduğu aylık ödemelerden 15.000 Sterlin kadarını Mekke'deki gıda ve sâir ihtiyaçları için ayırdıktan sonra geri kalan kısmını, hediyelerle birlikte harp sahalarındaki oğulları vasıtasıyla tümü ile diğer Arap kabile liderlerine göndermekteydi.

Şerif Hüseyin hareket sahasının genişlemiş olduğundan bahisle Kuzey Arabistan'daki kabile liderlerini kendi safına çekebilmek ve kendi safında bulunanlara ise yardım edilebilmek; hacca gelen Müslümanların sağlık ve diğer hizmetlerini normal olarak karşılayabilmek, Türkler tarafından güya Medine'de tahrip edilen cami, mescid ve halka açık yerleri tamir edilebilmek için paraya ihtiyacı olduğunu ifade edip yükünün ağır olduğundan bahsetmekte ve dolayısıyla mevcut şartlar altında kendisine aylık ödemelere ilaveten, ekstra ödemelerin yapılması talebinde bulunmaktaydı. Şerif ayrıca bu talepleri arasında Türklerin propaganda maksadıyla Medine'ye külliyetli miktarlarda altın aktardıklarını da ifade etmeyi unutmamıştı[65].

Gerek aylık ödemelerin yetersizliği ve gerekse ilave ödemelerde bulunulmasının ileri sürülmesi sebebiyle zaman zaman Şerif Hüseyin ile İngiliz Hükümeti arasında ciddi boyutlara ulaşmamakla birlikte bazı anlaşmazlıklar başgöstermişti[66].

Savaşın getirdiği artan ihtiyaç ve ödemeler karşısında maddi sıkıntı içerisine düşen İngiliz hükümeti Şerif ve diğer Arap kabile liderlerine tayin edilen tahsisatları temin etmek için Mısır banknotları ve Hindistan Rupisi ile ödeme yoluna gitmiştir. Fakat Sterlin'in Rupi karşısındaki sürekli yükselişi ve Rupi'nin değer kaybına uğraması anlaşmazlığa sebebiyet veren konulardan bir diğerini oluşturmuş ve Şerif Hüseyin'in şiddetli protestolarına sebebiyet vermiştir[67].

İngilizler Şerif'in talebi üzerine muayyen yerlere harcanmak kaydıyla kendisine ilave ödemelerde bulunmuşlardır. Bu ödemelerden en önemlisi 6 Şubat 1917 yılında Hicaz kabilelerinin sadakatinin devamı için harcanmak üzere verilen 100.000 Sterlin tutarındaki ödemedir[68]. 1916 yılında Mısır'daki hesaptan yapılan ilave ödeme miktarları bazı aylara göre şöyledir.

Eylül - 1916 - 125.000 Sterlin.

Kasım - 1916 - 375.000 Sterlin.

Aralık - 1916 - 125.000 Sterlin.

Ocak - 1917 - 125.000 Sterlin[69]

İngilizlerin değişik isimler altında da olsa Şerif Hüseyin ve sair Arap kabile liderlerine yapmış oldukları maddi ve askeri yardımlar Hicaz İsyanı'nın başarlı olmasına şu veya bu şekilde yardımcı olmuştur[70].

Dikkatlerden kaçmaması gereken önemli bir nokta da, İngilizlerin isyan sırasında Mekke hac yolunun açık bulunmasına ve hac ibadetinin rahatlıkla yapılmasına itina göstermeleridir. Zira bu ibadetin yerine getirilmesinde veya Mekke'ye ulaşılmasında karşılaşılacak güçlükler, başta Hindistan olmak üzere gerek kendi ve gerekse diğer müttefiklerinin sömürgelerindeki Müslümanları heyecan ve galeyana getirebilir, istenmeyen tatsız hadiselerin doğmasına neden olabilirdi[71].

E. Diker Kabile Liderlerine Yapılan ödemeler

İngilizler Şerif Hüseyin'e ilaveten İbn Suud, İdrisi, İmam Yahya, Şam'da bulunan Şerif Zeyd'e ve Muskat, Bahreyn, Bunder Şavaih, Kuveyt ve sair liderlere ödemelerde bulunmuşlardır[72]. Bu liderlere yapı lan ödemeler: (1) Mekke'deki Vahhâbi tehlikesine mâni olmak üzere sınır boylarındaki kabilelere yardımda bulunulması, (2) Hac ibadetinin rahat bir şekilde yapılabilmesi için hac yollarının açık tutulması, (3) Arap yarımadası dâhilindeki kabilelerin yardımının sağlanabilmesi için yapılmıştır[73].

Fakat Arap yarımadasındaki bu Arap kabile liderlerinin maddi yardımdan pay alması konusunda gerek İngiliz Hükümetinin ve gerekse Şerif Hüseyin'in izlediği politika farklı olmuştur.

Şerif Hüseyin Arabistan yarımadasındaki kabile liderlerini etrafında toplamak ve kendine bağlamak suretiyle, başta Hindistan ve Mısır Müslümanları olmak üzere İslam alemine karşı kendisinin diğer liderler tarafından itibar ve destek gördüğü imajını vermek, Arap Hilafet veya Arap Krallığı iddiasında onların da desteğini veya en azından hoş görülerini kazanmaya çalışmaktaydı. Hatta bir Arap birliği oluşturmak gayesiyle İngilizlerden kendisine yapılan maddi yardımın artırılmasını (50.000 Sterlin) ve acilen 20.000 silah gönderilmesini talep etmişti[74].

Bunun içindir ki kendisine yapılan maddi ve askeri yardımların arta kalanını oğulları ve taraftarları vasıtası ile diğer kabile liderlerine göndermekte, hatta ihtiyaçlarını n fazlalığından, Arap yarımadasındaki kabilelerin kendileri tarafına meyillerinin sağlanabilmesi için bunlara el uzatılması gerektiğinden bahisle, İngiliz Hükümeti'nden ekstra ödemelerin yapılması talebinde bulunmaktaydı. Fakat bu durumun farkında olan ve Şerif in bağımsız bir güç haline gelmesine imkan tanımak istemeyen İngiltere ise bu duruma mâni olmaya çalışmış, kendisine tahsis olunan paraları n yerel ihtiyaçlar için kullanımını istemiştir[75]. Zira muhtelif Arap kabile liderlerinin Şerif Hüseyin Hükümetine bağlılık göstermeleri, Şerif'in Osmanlı halifesine karşı takındığı tavrı İslam dünyasında haklı gösterecek ve Arap yarımadasındaki milli dayanışma görünümünü kuvvetlendirecekti[76]. Şerif e çekilen telgraflarda İngiliz Hükümeti ile yapmış olduğu anlaşmaya göre kendisine verilmesi kararlaştırılmış olan tahsisâtın sadece Hicaz yönetimi ve Hicaz Krallığının gelişmesi için olduğunun unutulmaması belirtilmiş, kendisine yapılan aylık ödemelerin Suriye'ye daha fazla aktarılmaması ikazında bulunulmuş ve bu isteğinin anlayışla karşılanması istenmiş, yapılan yardımların yanlış şekilde kullanımının İngiliz Hükümetince tasdik görmeyeceği ifade olunarak, Suriye'deki ihtiyaçlarının karşılanması için Emir Faysal'a ve emir Zeyd'e doğrudan doğruya yardımlarda bulunulmuştur[77].

Yukarıdaki ifadelerde açıkça görüldüğü gibi, Hicaz isyanının patlak vermesinde İngilizler büyük bir rol oynamışlardır. Şerif Hüseyin'in Arap Hilafeti veya Arap Krallığı emelini Ortadoğu'daki kendi çı karları için kaçırılmaması gereken bir fırsat olarak değerlendiren İngiltere, Şerif Hüseyin'e bir takım asılsız vaatlerde bulunmuş, onu ve diğer kabile liderlerini devlet yardımı, borç ve sair adlar altında maddi ve askeri açıdan destekleyerek Osmanlı Devleti aleyhine isyan etmelerini sağlamıştır. Bu yolla mevcut savaşı n cereyanını kendi lehine çevirdiği gibi Arap yarımadasındaki konumunu da sağlamlaştırmıştır. isyan neticesinde Osmanlı Devleti bu yarımadadaki hakimiyetini kaybederken Şerif Hüseyin'in kazancı ise senelerdir aynı din ve düşünce birliği içerisinde bulunduğu bir devlete olan bağlılığından ayrılarak sömürgeci İngiltere'nin boyunduruğu altına girmek olmuştur.

Şekil ve Tablolar