Günümüzde sosyal devlete ait birçok görev ve hizmetler modern dönemler öncesinde devlet görevlerinin dışında kabul edilmiştir. Sağlık kurumları, eğitim kurumları, hayır kurumları, ibadethaneler kurmak ve bunların idamesini sağlamak, devletin bir adım dışında olan vakıfların sorunu ve görevi idi. Bu çerçevede İslam hukukunca hükmi şahsiyet olarak kabul edilen vakıf kurumu,[1] “dindarlık duygusuyla insanlığın ihtiyaçlarına veya halkın ibadet hizmetlerine adanmış bir nesne düşüncesini taşımaktadır.”[2]
Osmanlı sisteminde Müslüman ibadethanelerinin yaşamlarını sürdürmelerini sağlayan kurum vakıflardır. Benzer şekilde gayr-ı Müslimlerin ibadethanelerinin ayakta kalmasını sağlayan hukuksal ve ekonomik kurum da vakıftır. Hukuksal zeminde oldukça detaylandırılan Müslüman vakıflarına karşın gayr-ı Müslim vakıfları hukuksal açıdan ve pratik yaşam açısından bünyesinde oldukça belirsizlikler barındırmıştır. Çalışmamızda, gayr-ı Müslim vakıflarına örnek oluşturabilecek Girit Resmo’daki Manastır vakıfları incelenmiştir. Resmo dışındaki gayr-ı Müslim vakıflarına ilişkin verimli çalışmalar yapılmış olması, bize bulgularımızı sınama ve örneklerimizi bu coğrafyalardaki yapılarla karşılaştırma olanağı da sunmuştur.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir, bütün Osmanlı için tek bir vakıf argümanı veya hukuk mekanizması çizmek oldukça yanıltıcı olacaktır.[3] Bu açıdan bakıldığında özellikle gayr-ı Müslimlerin vakıfları daha da karışık ve muğlaktır.[4] Genel itibarıyla İslam hukukunda zımmilerin vakıf kurmaları serbesttir, ancak bu vakıfların amacı tartışma konusudur. Özellikle kilise ve manastırlara vakfın caiz olup olmadığı bir sonuca bağlanamamış, doğrudan manastır ve kiliselere vakıf yapılamayacağı uygulamada genel olarak kabul edilmiştir. Bu nedenle kiliselere ve havralara yapılan vakıfların, ‘Hıristiyan fakirlere ve fakir din adamlarına yardım amacıyla kurulan vakıf’ olarak tanımlanması benimsenmiştir.[5] Gayr-ı Müslim tebaanın kiliseye vakfettiği mülkün beytü’l-mala alınabileceği fakat fakir ve hastalar için vakfedilmiş emlak vakfının sahih olduğu hatta manastır fakirlerine vakfedilen paranın dahi varisleri tarafından bozulamayacağı kabul edilmiştir.[6]
Kilise ve manastır vakıflarının teorik kaynağı İslam hukuku çerçevesinde tartışmalı olmakla birlikte, Balkanlarda Osmanlı döneminden önce manastır vakıflarının yaygın bir uygulama alanına sahip olduğu bilinmektedir. Balkanlarda birçok konuda olduğu gibi manastır vakıfları da Osmanlılara bir selef mirası olarak kalmıştır.[7] Bu noktadan hareketle Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ortodoks vakıfların oluşumunu iki grupta düşünebiliriz. Bunlardan ilki, Osmanlı’nın kendisinden önceki yönetimlerden devraldığı gayr-ı Müslim vakıfları, ikincisi ise Osmanlı tebaası olan Ortodoksların İslam hukuku çerçevesinde ve Osmanlı egemenliği döneminde oluşturdukları gayr-ı Müslim vakıflarıdır.
Müslüman vakıfları söz konusu olduğunda en önemli kaynaklardan biri Kadı sicilleridir. Vakfiyenin tescilinden periyodik teftişlere, karşılaşılan sorunların çözümünden diğer işlemlere kadar birçok kayıt kadı sicillerinde mevcuttur. Ne var ki manastır vakıflarıyla ilgili kayıtlar kadı sicillerinde bu kadar sistematik ve sayıca fazla değildir. Dolayısı ile manastır vakıfları hakkında birçok soru yanıtsız kalmaktadır. Yine de elimizdeki parçalı veriler, bir takım teoriler ileri sürmemize veya önceden söylenmiş olanları sınamaya imkan sağlamaktadır.[8]
Osmanlı sistemi içinde manastır vakfının hukuksal kişiliği üzerinde ciddi bir duraksama kendisini göstermektedir. Müslüman vakıflarındaki her türlü detayın en küçük ayrıntısıyla kurgulandığı şekillenmeye karşın Ortodoks vakıfları böylesine detaylı örgülerle hayat bulmamış, tam tersine adeta tolere edilmiş düzenlemeler olarak kalmıştır. Müslüman vakıflarıyla ilgili resmi belgelerde Müslüman vakfın adı ve kurumsal bir muhatap kişilik olduğu net bir şekilde yazılırken manastır vakıflarında birçok kez “vakıf” tabirinin kullanılmasından imtina edildiği görülmektedir. Kadı sicillerinde birçok kez vakıfnamelerin, vakfiye olarak değil hüccet olarak yazıldığı görülmektedir.[9] Mülk sahibi olarak da vakıf değil, manastır zikredilmekte, “… manastırı emlakı” terimi kullanılmaktadır. Kayıtlarda bu tür emlaktan bazen de “manastır rahiplerinin tasarrufunda olan emlak” olarak söz edilmektedir.[10] Manastırlara vakfedilen emlakın çoğunlukla “…vasiyet-i sahiha ile vasiyet” edildiği yazılmaktadır.[11] Buradan anlaşıldığına göre emlakın sahibi kimi zaman manastır, kimi zaman manastır rahipleri olarak kabul edilmektedir. Mülkün devri ise (az sayıda tersi örneğe rastlansa da) vakıf olarak değil, çoğunlukla vasiyet olarak isimlendirilmektedir.[12]
Manastır vakıflarındaki belirsizlikle ilgili bir başka problem manastırların tamirleri sırasında yanşamaktadır. Müslüman ibadethanelerinde tamir işlemlerinde vakıflar devrede iken ileride üzerinde durulacak olan manastırların tamiri sürecinde vakıfların hiçbir şekilde isimlerinin anılmaması, üzerinde düşünülmesi gereken bir durumdur. Bu durumda yönetim vakıflar yerine rahipleri, adeta bir aile, kolektif bir tüzel kişilik gibi ikame ettiğini ve onlara topluluk temsilcisi sıfatı yüklemiştir.[13] Bunun sonucunda da vakıfları değil bu kişileri muhatap almıştır.[14] Bu şekilde Müslüman vakıflarında olduğu gibi Osmanlı idaresinin dinsel kurumların kontrolünü sağladığı ve dini elit ile işbirliği oluşturulduğu da söylenebilir.[15] Ne var ki bu durumda vakıf tüzel kişiliğinin yerini rahip veya rahiplerin özel kişiliğinin aldığı görülmektedir.
Manastır vakıflarındaki görevliler de bir başka tartışma konusudur. Balkanlardaki vakıflarda mütevellilerden açıkça bazen söz edilmekte[16] bazen edilmemektedir. Mütevellilerden söz edilmeyen durumlarda, manastırın yöneticisinin veya bir piskoposun vakfın yönetiminden de sorumlu tutulduğu anlaşılmaktadır.[17] Her ne kadar İslam hukukuna göre mütevelli tayininin zorunlu bir durum olduğu düşünülse de[18] Resmo manastır vakıflarının hukuksal işlemlerine ait kayıtlarda mütevellilere rastlanılmamaktadır.[19] Genel olarak vakıf görevleri arasında, manastır gelirlerini toplayan vakıf zabiti[20] veya nezaretçi olarak adlandırılan bir görevli daha vardı.[21]
Müslümanlar gibi Ortodoks tebaayı malını manastırlara vakfetmeye yönelten başlıca nedenin öncelikle hayır yapmak olduğunu düşünebiliriz. Diğer bir etken ise ileride üzerinde durulacağı üzere bir takım vergi, işletme avantajları ile mallarını bağışlayan zengin bağışçıların kısa veya uzun süreliğine, hatta ömür boyu manastırlarda yaşamlarını idame ettirmeleri imkanı idi.[22] Böylece mülklerin güvenliği bu vakıflar sayesinde hem mirasçılarından gelebilecek, hem de devletten gelebilecek problemlere karşı korunmuş oluyordu.[23]
Mülkünü manastır vakfına hibe eden kişi bu mülkünü manastır ile anlaştıkları küçük bir kira karşılığında ömrünün sonuna kadar işletiyordu. Ne var ki vakıf işleminden çok yıllar sonra mülk sahiplerinin mirasçıları ile manastır vakıfları arasında önemli sorunların yaşandığı da görülmektedir.
Girit’i XVII. yüzyılın ortalarında topraklarına katan Osmanlı yönetimi yukarıda çerçevelemeye çalıştığımız dinsel ve hukuksal evreni adada yaratmaya çalıştı. Osmanlı yönetimi Ortodoks hamiliği çerçevesinde, adada kilise ve manastırların yaşamlarını devam ettirebilmeleri için gerekli gördüğü kollayıcılık görevlerini yaptı. Ne var ki Girit yarım bin yıldır Latinlerin egemenliği altındaydı, dolayısıyla adadaki Latin gücünün dönüştürülmesi öyle kolay olmadı.[24]
Girit’in Osmanlı idaresine geçişinden kısa bir süre sonra Ege Adaları’nı ziyaret eden Bernard Randolph gezi notlarında, “Resmo’da dağlarda birkaç tane manastır vardı” ifadesine yer verse de[25] bu sayının çok daha fazla olduğu bilinmektedir. Gülsoy, 1650 yılı tahririnde Resmo’da kaç adet manastır kayıtlı olduğunu belirtmemekte,[26] 1670 sayımlarına göre sancakta 24 manastır olduğunu söylemektedir.[27] Balta ve Oğuz ise 1670 sayımlarında Resmo’da 26 manastırın isimlerini saymaktadırlar.[28]
Kayıtlarda Resmo manastırlarının farklı isimlerle anıldığına sıkça rastlanılıyordu. Örneğin Arkadi Manastırı, Arkadya ve Çanlı Manastır olarak, Ayo Yorgi Miludi Manastırı Ayo Yorgi Pervoli Manastırı olarak karşımıza çıkmaktadır. Atali Manastırı bazen Ayo Yorgi Atali veya sadece Ayo Yorgi ismi ile anılmakta Ayo Andrea Manastırı ise Ayandra olarak isimlendirilmektedir. Bazı manastırlarının isimleri İncelenen kaynakların sadece birinde geçmektedir. Örneğin Haziran 1658 tarihli bir kayıtta Ayvasil kazasındaki Ayo Seleme Manastırı ismi geçmektedir[29] ki başka hiç kaynakta bu isimli bir manastır görülmemektedir.
Yukarıda da açıklandığı gibi Resmo’daki manastır vakıflarını kuruluş olarak ikiye ayırmak mümkündür. Birincisi; seleften intikal eden eski vakıflardır. Bu vakıflar Venedik döneminde de Ortodoks ibadethaneleri için hapsedilmiş mülklerdir. Osmanlı bu emlak ve serveti manastırların vakfı/mülkü olarak kabul etmiş, onlara dokunmamıştır. Nitekim Venedik yönetimi sırasında adanın başpiskoposluğuna, diğer piskoposluklara ve bazı manastırlara tahsis edilen ruhban tımarları vardı.[30]
Venedik döneminde, manastırlara bırakılan devlet topraklarının dışında bazı özel kişilerin de mallarını manastırlara vakfettikleri anlaşılmaktadır. 1654 yılı Eylül başlarında, Vakro köyü sakinlerinden Yani Polodaki dedesinin kardeşinin Papa Nikola’ya vakfettiği tarla ve zeytinliklerin vakfını feshetmek için dava açmıştır. Fakat dava vakıf keyfiyetinin üzerinden 31 sene geçtiği için reddedilmiştir.[31] Bu bilgiden hareketle vakıf işleminin 1623 yılında yapıldığı görülmektedir. Bu durumu destekler nitelikte Zinkeisen, Hanya’nın devredilmesi ile ilgili teslim belgesinde Osmanlı yönetiminin kilise, manastır ve keşişlerin gelirlerinin tamamının kendilerine bırakılmasını kabul ettiğini yazmaktadır.[32]
İkinci tür manastır vakıfları; Osmanlı idaresi altında bazı Ortodoks reayanın mallarını manastırlara vakfedip bu işlemi kadı mahkemesince onaylatmaları suretiyle yeni oluşan vakıflardır.[33] Bu manastır vakıfları İslam hukukuna uygun kuruluyor ve çalışıyordu. Sürecin işletilmesinde öncelikli öneme sahip husus şudur, kişi miri araziyi vakfedemez, vakıf kurucusu ancak özel mülkünü vakfedebilir. Girit’te de özel mülkiyetin oldukça yaygın olduğu göz önünde tutulursa[34] bu açıdan rahat bir hareket alanı oluştuğu görülür.
Resmo kadı sicillerinde malını mülkünü çeşitli manastırlara bağışlayan çok sayıda kişiye rastlanmaktadır.[35] Kiryana köyü sakinlerinden Papa Adreya ölmeden önce tek varisi olan kardeşi Yakumi Bida’nın da rızası ile mal ve mülkünün üçte birini Arkadi Manastırı gumenosu[36] ve diğer ruhbanlara vasiyet etmiştir.[37] Burada anılan üçte bir önemlidir. Zira Ebu Suud Efendi’nin bir fetvasında vasiyet eden kişinin varisi varsa malının “sülüsden maadasının” vakfedilmesini mirasçının reddedebileceği yazılıdır.[38] Keza mülk sahibinin kardeşinin rızasının alınması keyfiyeti de dikkat çekici başka bir olgudur. Bu durumun yaygın bir işlem olduğunu düşündürecek kadar veriye rastlamadık. Bu vasiyet/vakfetme işlemleri sırasında şahitlerin hepsinin Müslüman olması zorunluluğunun da olmadığı anlaşılmaktadır.[39]
Bu çerçevede Osmanlı yönetiminden önce kilise ve manastır olup da Osmanlı yönetimi tarafında camiye dönüştürülen ibadethanelerin vakıf emlakı konusunda kayıtlar tamamen suskun kalmaktadır. Bu konuda ancak bir fikir yürüterek camiye çevrilen bu binaların daha önceden var olan vakıf emlakının yeni statülerine uygun bir şekilde Müslüman ibadethanelerine uygun vakıflara dönüştürüldüğünü düşünmekteyiz.[40]
Mülkün manastıra devredilmesinde ilgi çeken bir olgu, devir işleminin Müslüman devir işlemlerinde olduğu gibi “vakıf” terimi ile her zaman tanımlanmamasıdır. Vakıf teriminden imtina edilip “vasiyet” tabirinin kullanılması yukarıda da tartışıldığı gibi Osmanlı yönetiminin bu dönemde gayr-ı Müslim vakıflarının tüzel kişilikleri ile ilgili hukuksal zemini henüz oluşturamadığını veya özellikle oluşturmadığını düşündürmektedir. Fakat az sayıdaki kayıtta vakıf tabiri açıklıkla kullanılmıştır. Nitekim, Şubat 1698 tarihli bir davadan vâkıfın bu vasiyet işlemini “hul-i hayatında ve kemal-i akl-ı sıhhatinde iken … vakf-ı sahih ile vakf ve teslim ettiği yazılıdır.[41] Yukarıda da anıldığı gibi manastırlara yapılan bu vakıf keyfiyetinde vakfedilen mülk ibadethaneye değil de burada yaşayan “fukara”ya vakfedilmiş olduğu kaydedilmiştir.
Manastırlara yapılan vakıf/vasiyet işleminin detayları hakkında yeteri kadar bilgimiz yoktur. Manastıra vakıf yapma işleminin detaylandırıldığı tek örnek Kandiye sicillerinde okunmaktadır. Margarita Yorgo Topuklu kızı, evini Aya Mina Manastırı’na vakfetmiştir. Bu işlem Kandiye divanında Hacı Mehmet Paşa, Rizo kazası episkosu Manoli oğlu Metodi, Aya Mina Manastırı mütevellisi ve camiler mütevellisi huzurunda gerçekleştirilmiştir. Metodios’un bu vakfı kabul ettiği kayda geçmiş ve keyfiyet tamamlanmıştır.[42] Bu seremoninin detaylıca aktarıldığı bir örneğe Resmo sicillerinde rastlayamadık.
Manastır vakıf mülklerinin esasını, mülk sahibi Hristiyanların bağışladıkları emlak oluşturmakta idi. Bazı yerlerde manastır vakıflarının topraklar satın aldıkları bilinse de[43] Resmo sicillerinde bu tür bir işleme rastlanmamıştır. Dolayısıyla tersi bir bulguya rastlayıncaya kadar Resmo manastırlarının mülk edinme biçimini Venedik döneminden kalan mülkler ve yeni hibeler olarak sınırlandıracağız. Nitekim Kolovos’da manastır vakıflarının zengin Ortodoks Hristiyanların verdikleri bağışlar sayesinde gösterişli bir hale geldiklerini belirtmektedir.[44]
Manastırlara çoğunlukla ev, tarla, bağ ve zeytin ağacı gibi emlak bağışlansa da kimi zaman farklı servetlerin de vakfedildiği oluyordu. Örneğin 1654 yılı yaz aylarında, Kirya köyü sakinlerinden Papa Andreya birçok gayrımenkulün yanı sıra, bir kara sığır, on adet kovan, on koyun, bir fıçı hamr, üç buçuk Riyali kuruş, on muzur buğday, iki fıçı, on küp ve bir çift incili küpesini Arkadi Manastırı’na bağışlamıştır.[45]
Manastırların Servetleri
Manastırların sadece kendi bölgelerinde değil, çok farklı köylerde ve kazalarda emlakı vardı. Randolph’a göre Girit’teki bazı manastırların Rodos adasında dahi toprakları vardı.[46] Girit gibi bir adada Resmo manastırlarının Kandiye veya Hanya’da topraklarının olması akla yakın gelmektedir.
1650 yılında yapılan tahrir çerçevesindeki manastır emlakına ait veriler oldukça dağınık ve sistemsizdir. 1650 yılının son günlerine ait bir kayıtta; Arkadi Manastırı, Ayo İlyaki Dosiya, Ayo Andoni Masoveni manastırlarının eskiden beri sınırları içinde mevkuf 10 çiftlik yeri, 50 muzur bağ, 2 adet bahçe, 5 adet su değirmeni, 300 kovan, 100 zeytin ağacı servete sahip olduğu yazılıdır.[47] Bu kayıttan birkaç hafta sonraya tarihlenen bir başka kayıtta da Resmo ve Milapotamo nahiyelerinde, Aya Yorgi Arsani, Ayo Andoni, Astekli, Panaisto Yermano, Metoh-u Mudo Corozi[48], Ayo Sava İstarko, metoh-u İsnok Fahrula adlı manastırların kadimden manastırlar olup sınırları dahilinde 200 muzur tarla, 30 muzur bağ, 500 zeytin ağacı, 1 su değirmeni ve 1 adet yağ değirmeni olduğu yazılmaktadır.[49] Bu mal dökümlerinin hangi malın hangi manastıra ait olduğu belirtilmeksizin toptan bir rakam olduğunu vurgulamamız gerekir.
Manastırlara ait emlak ile ilgili en önemli ve detaylı veri 1670 tahriri çerçevesinde sunulmaktadır. 1670 tarihli Tapu Tahrir defterindeki manastırların servetlerine ait veriler bazı küçük değişikliklerle kadı siciline işlenmiştir.[50] Bu kayıtlarda Resmo’daki Hristu Arkadi, Ayo Yorgi Arsani, Ayo Yorgi Milodi, Kristo Kalayona, Aya İrini ve Ayo Nikola Harapola manastırlarına ait veriler mevcuttur. Sadece bu altı manastıra ait kayıtlarda manastırların köy köy bütün mal varlıkları, buradan elde ettikleri gelirleri ve rahiplerin isimleri tek tek verilmiştir. Buna göre manastırların toplam emlak dökümleri tablo 1’deki gibidir.
Bu emlaktan elde edilen manastırlara ait toplam gelirler de tablo 2’deki gibidir.
Tablodan izleneceği üzere Hristu Arkadi ve Ayo Yorgi Arsani Manastırı adı geçen altı manastır içinde oldukça zengin manastırlardır. 68700 akçelik toplam gelirin %58,2’lik kısmı Arkadi Manastırı’nın, %32’lik kısmı da Arsani Manastırı’nın gelirlerini oluşturmaktadır. Toplam gelirin % 10’luk bir bölümü ise diğer dört manastır tarafından paylaşılmaktadır. Bu durum daha sonraki tarihlerde de bu şekilde devam etmiştir. 1650 yılına ait kayıtlarda adı geçen 7 değirmenin 1670 defterlerinde olmaması, bu değirmenlerin 1670 tahririnde ismi yer almayan manastırlara ait olduğunu düşündürmektedir.
Resmo manastırlarına ait 68700 akçelik gelir, bütün Girit adası manastırlarına ait 508229 akçelik manastır mukataanın[51] % 13,5 kısmın isabet etmektedir. Bu kayıtta Resmo’ya ait altı tane manastır kaydı vardır ki bu altı manastır içinde sancağın en zengin manastırlarının ismi de bulunmaktadır. Yukarıda da açıklandığı gibi Resmo sancağında varlığını bildiğimiz ama bu kayıtlara girmeyen ve zengin olmadığını düşündüğümüz yirmi manastırı da sayılara eklersek, Resmo manastır vakıflarına ait %13,5 oranının biraz daha yüksek bir orana ulaşacağını söyleyebiliriz.
1670 tahririnde Ayo Yorgi Milodi, Kristo Kalayona, Aya İrini ve Ayo Nikola Harapola manastırlarının eski sayımlarına yani 1650 yılına ait bilgileri yoktur. “Defter-i atik”te sadece Arkadi ve Arsani manastırlarına ait bilgiler mevcuttur.[52] Yirmi yıllık süre içinde her iki manastırın gelirlerinde, Tablo 3’te görüldüğü gibi çok büyük bir artış göze çarpmaktadır. Böylesine büyük bir gelir artışının sebebi ise 1650 yazımının yapıldığı tarihlerde adanın bir kısmında savaşın devam etmesi; 1669 sonbaharında ise savaşın nihayetlenmesidir.
1670 yılından XIX. yüzyılın başına değin manastırların mülkleriyle ilgili ne gibi değişimler yaşandığı konusunda 1801 tarihli bir belge bazı ipuçları vermektedir.[53] Vergilerle ilgili yapılan bir şikayet neticesinde eski maliye defterlerine[54] başvurularak açıklanan manastır emlakı verileri, bu hususta bazı tespitler yapma imkanı sunmaktadır. Buna göre kayda geçen manastır emlakı gelirleri tablo 4’teki gibidir.
Yukarıdaki dört manastırın Ayo Anadi hariç diğer üç tanesinin 1670 yılına ait bilgiler elde mevcuttur. Geçen 120 yıllık süre içinde Arkadi ve Arsani manastırlarının mülklerinde önemli bir artış oluşmuştur. Tablo 5’te de görüleceği üzere mülk toprakları olarak bağ, bahçe ve bostanda bir artış olmamakla birlikte tarla ve zeytin ağacı sayısında önemli bir artış vücuda gelmiştir.
Tablo 5’te ortaya çıkan bir başka nokta da Arkadi ve Arsani manastırları emlakında gözle görülür bir artış söz konusu iken Ayo Nikola manastırı emlakında az da olsa bir azalma olduğudur. Mülkiyette ortaya çıkan bu durum, manastırların toplam gelirlerine de aynen yansımıştır. Nitekim 6 numaralı tablo bu üç manastırın gelirlerindeki 120 yıllık değişimin de aynı doğrultuda olduğunu göstermektedir.
1745 yılında Rus rahip Plakas’ın bildirdiğine göre Arsani Manastırı müştemilatında şarap mahzeni, tahıl ambarı, mutfak ve bir de aşevi vardı.[55] Pasley’de bu manastırla ilgili olarak, XIX yüzyılın başlarında önemsiz bir değirmeninin yanı sıra 1800 civarında zeytin ağacının olduğunu belirtir. Ayrıca, manastırda oldukça kaliteli şarap ve zeytin yağı üretildiğini de söylemektedir. Ayrıca manastır işletmesinin piyasa ile önemli bir borç–alacak ilişkisi içinde olduğunu da belirtir.[56]
Arsani manastırı için anlatılan bu tür bilgiler diğer manastırlar için de teyit edilebilmektedir. Randolph, Estiye’nin doğusundaki St. Isidora’ya ithaf edilmiş bir manastırın büyük bir zenginliğe sahip olduğunu ve manastırın gösterişli avizeleri, gümüş ve altın süs eşyalarının göz kamaştırıcı olduğundan söz etmektedir.[57] Keza Tournefort Arkadi manastırını anlatırken; bu manastırın adanın en güzel ve zengin manastırı olduğunu, topraklarının Resmo yönünde deniz kıyısına, güney yönündeyse İda dağının tepesine kadar uzandığını söyledikten sonra “Strabon’un tanımladığı antik Girit’i orada bulmak mümkün” değerlendirmesine yer vermektedir.[58]
Yukarıda aktarılanlardan sonra artık şunu söyleyebiliriz. Belki birçok yerde olduğu gibi Resmo’da da manastırları zenginlikleri açısından iki grupta düşünmek gerekir. Birinci grupta Arkadi, Arsani gibi oldukça zengin manastırlar, ikinci grupta ise ancak kendilerini idame ettirebilen fakir manastırlar bulunmaktadır. Bu durumda, Kermeli ve Kolovos’un “Osmanlı döneminde bazı manastırların ciddi anlamda zenginleşip geliştiği” teorisi,[59] önceden de zengin olan manastırlar için doğrulanmış oluyordu.
XVII. ve XVIII. yüzyıllarda manastırların gelişip zenginleşmesine rağmen XIX. yüzyılın ikinci çeyreğinden itibaren özellikle 1821-1830 Yunan ayaklanması sonrasında manastırların ekonomik durumlarında ve sosyal hayatlarında önemli bir gerilemenin yaşandığı görülmüştür. Örneğin Pashley, Arkadi manastırının Yunan ayaklanmasından önce 20 rahip, 30 görevli/katip ve 50 çalışanı olduğunu, sonrasında ise 6 rahip, 2 görevli/katip ve sadece 2 çalışanı kaldığını söylemektedir.[60] Manastırların parlak dönemlerinin bitmesinin bir sebebi onların ayaklanmalar sırasındaki tutumları Kopasi’ye göre diğer bir sebebi de rahiplerin manastır servetini işletmelerindeki başarısızlıklarıdır.[61]
Manastır Emlakının İşletilmesi
Fizyokrat iktisadi sistemin hayat bulduğu Osmanlı İmparatorluğu’nda, zenginliğin esası olan toprak ve tarımsal işletmeler manastır vakıfları için de temel servet kaynağıydı. Manastırlar vakıflarının sahip oldukları bu tarımsal mülk ve servetin gelire dönüştürülmesi gerekmekte idi. Manastırların ellerinde olan emlak verimli bir şekilde işletilmeliydi.
Manastır emlakının işletme biçimlerinden birisi, rahiplerin araziyi doğrudan işletmesi idi. Küçük araziye sahip manastırlarda rahiplerin bir şekilde toprağı işlediği görülmektedir. Rahiplerin doğrudan işlettikleri arazi işletmesi uygulamasına büyük manastırlarda da rastlandığı görülmektedir. 1670 yazımında kayda giren manastırlardaki tüm rahiplerin isim isim deftere kaydedilmesinin nedenlerinden biri de bu durumdur. Bu çerçevede manastırların rahipleri Tablo 7’deki gibidir.
Manastır emlakının doğrudan rahiplerce işletilmesi çerçevesinde bazı sorunların yaşandığı görülmektedir. 1699 yılı Ekim ayına tarihlenen bir belgeye göre Arsani manastırı gomenosu mahkemeye başvurmuş ve manastıra ait bazı emlakın tahrir-i ceditten beri üzerine yazılı olduğunu fakat kendisinin, bu emlaki doğru dürüst işletemediği için emlak ve akarın harap olduğunu bildirmiştir. Bu tarihten itibaren bu emlakı manastırda sakin diğer ruhbanların işleteceği sicile kaydettirilmiştir.[62]
Manastırlara ait küçük arazi parçalarını ya rahipler bizzat işletmekte veya bir aileye kiraya vermekteydiler. Bu tarlalar adeta aile işletmesi gibi hayat bulmaktaydı.[63] Toprağı manastır vakfından kiralayan kişi de kimi zaman bu toprağı başkasına icara verebiliyordu. 1658 tarihli bir davadan, Hro Manastırı karyesi sakinlerinden Sofya binti Yanni adı geçen köyde Hristo manastırı ismindeki manastırın evkafından Ligarya adı verilen bölgedeki bahçeyi başkasına kiraya verdiği anlaşılmaktadır. Ne var ki yönetimin bu tür işlemlere sahih bir uygulama olarak bakmadığı anlaşılmaktadır.[64]
Büyük araziler içinde birçok çalışan insan barındırmakta idi. Bu tür büyük Ortodoks manastırlarında tarım çalışanları için manastır tarafından kalacak yerlerin yaptırıldığı da bilinmektedir.[65]
İkinci modelde manastır rahipleri emlakı bir başka kişi ile ortak işleyebiliyordu. Nitekim Ayo Yorgi Milodi manastırına ait Yanodi köyündeki emlak, 1670 yılında manastır rahipleri ve Andon Batalari ile birlikte işletiliyordu.[66] Bu ortakçılığın koşulları hakkında detaylı bilgiye sahip değiliz.
Manastırların mülklerini bir diğer işletme biçimi de, mülkün bir başka kişiye yıllık kiraya verilmesi şeklindedir. Arkadi Manastırı’na ait Melidon köyündeki emlak Papadya Dafnapula’ya, Arsani Manastırı’na ait Panaya metohunun Aksu köyü sınırlarında kalan emlakı Petara İskulu’ya kiralanmıştır.[67] Bu işlem sırasındaki icar fiyatı bilinmemekle birlikte 1654 tarihli bir başka kayda göre, Corci, Ayo Manastırına ait Mihali Bahçesi’ni yıllık 4,5 riyali kuruşa kiralamıştır.[68]
Manastır topraklarında çalışan özgür köylülerle ilgili en ilginç bilgiyi müstehzi bir şekilde Tournefort vermektedir. Ona göre, saf çiftçiler eşlerinin ölümünden sonra mallarını manastırlara bağışlarlar ve yaşamlarının geri kalan bölümünü bu manastırlarda bağışladıkları toprağı işleyerek geçirirlerdi.[69] Bu durum yukarıda da açıklandığı üzere mülk toprakların ilk bağışlayıcısının çok az bir kira karşılığında kendi toprağını ölene kadar işletmesine olanak sağlıyordu. Çünkü vakıf keyfiyeti vasiyet işlemi olarak yapılıyor ve mülkiyetin sahipliği vâkıfın ölümü ile gerçekleşiyordu. Brumfield, bu kira bedelini ürünün % 0,04’ü üzerinden hesaplanan simgesel bir kira olarak nitelendirmektedir.[70]
Tarımsal üretimin dışında emeği ile geçinen manastır çalışanlarından bir başka grup çobanlar idi. Bu çobanların doğrudan manastıra bağlı oldukları anlaşılmaktadır. 1658 yılına ait bir kayıttan anlaşıldığına göre, Ayvasil kazası Ayo Seleme Manastırı çobanı Mihali idi.[71] Ortakçı, kiracı ve tarım işçilerinden başka şüphesiz bu vakıflardan gelir temin eden farklı mürtezikaları da bulunmaktaydı.
Manastır emlakinin işletilmesinde kayıtlarda ortaya çıkan en önemli husus mülkün verimli bir şekilde işletilmesidir. Bu konuda ciddi sorunların yaşandığı anlaşılmaktadır. 6 Haziran 1666 tarihli mahkeme kaydı bir suistimal davasıdır. Bağçelik köyü Ayo Yorgi Flodi Manastırı gumenosu, Atanas ve Corci adlı rahipler hakkında dava açmıştır. Gumeno davasında, rahip Atanas’ın, adı geçen manastır fukaraları için tescillenmiş olan emlakdan Resmo’ya bağlı Anuya köyündeki içinde 14 ağaç zeytin olan 1 muzurluk tarlayı 13 kuruşa, Aya İrini köyü sınırlarında içinde 16 dip zeytin ağacı olan 1 muzurluk tarlayı 5 kuruşa “bila vech-i şer” sattığını ileri sürmüştür. Buna ek olarak Atanas’ın bu emlakın gelirini de şahsi borcuna karşılık kullandığını bildirmiştir. Bu durum rahip Atanas’a sorulduğunda kendisinin malı sattığını kabul etmiş, ancak o ana kadar olan gelirini kullandığını inkar etmiştir. Sonuçta mahkeme bu satışın geçersiz olduğunu karar altına almıştır.[72] Benzeri bir öyküyü Randolph da anlatmakta, Girit’in bir manastırına ait bir nezaretçinin manastır vakfına ait para ile kaçarken yakalandığını söylemektedir.[73]
Suistimalin ötesinde manastır emlakında kimi zaman fuzuli işgal de yaşanabiliyordu. 1698 tarihli bir dava kaydındaki öykü şöyledir; bir buçuk sene önce ölen Nikola adlı zımmi, Rustima köyündeki, içinde 13 ağaç zeytin ile yarım muzurluk tarlasını Çanlı manastıra vakfetmişse de Nikola’nın oğlu Yani, tarlanın manastır tarafından işletilmesine mani olmaktadır. Mahkeme gerekli incelemenin tamamlanmasından sonra adı geçen emlakın vakfedildiğine hükmederek Yani’nin mülkten uzaklaştırılmasına karar vermiştir.[74]
Şüphesiz bu öyküler manastır vakıflarının işletilmesinde boyutlarını kestiremeyeceğimiz önemli kaçağın olduğunu göstermektedir. Bunun karşısında Osmanlı yönetiminin de manastır emlakını korumak gibi bir pozisyon aldığı da görülmektedir.
Manastırların Resmi Kurumlar İle İlişkileri
Osmanlılardan önce manastır cemaatlerinin sahip olduğu mülklerin statüsü ve imtiyazları manastırlar ile yerel ve merkezi otorite arasında tartışılan bir mesele idi.[75] Öte yandan manastırlar ekonomik stratejileri ve hayatlarını devam ettirebilmek için Osmanlı otoriteleri ile iyi geçinmek durumundaydılar.[76] Burada geçen Osmanlı otoriteleri kavramı içinde hem merkezi yönetimi, hem de yerel yönetimi düşünmek gerekmektedir. Manastırların Osmanlı yönetimi ile ilişkilerinde birçok konuda olduğu gibi kimi zaman doğrudan merkezi yönetim kimi zaman da yerel yönetimler muhatap alınıyordu. Burada ayrıcalıklı ilişki biçimi her halde merkezi bir Osmanlı kurumu olan Patrikhane ile manastırların ilişkisidir. Patrikhane ile manastırlar arasındaki ilişki her ne kadar konumuzun dışında kalsa da nikah vergisi gibi bazı vergilerin, rahip ve papasların terekelerinin patrikhane tarafından alınmasının düzenlenmesi[77] gibi uygulamalar manastırları bir şekilde ilgilendiriyordu. Hele bazı manastırların vergilerinin doğrudan İstanbul patrikliğine bağlı olması,[78] taşradaki manastırlarla Patrikhane ilişkileri açısından önemli idi.
Girit’te Osmanlı idaresinin oluşturulması açısından 1670 tahrirlerinin çok önemli olduğu bilinir. Bu tarih manastır vakıfları açısından bir genel uygulanma çerçevesinde de önemlidir. Zira manastırlarla ilgili sorunlar önceleri patrikler tarafından çözüme kavuşturulurken 1671’den sonra devlet artık bu işi doğrudan eline almıştır.[79] Bu tarihten sonra manastırlarla ilgili her türlü hukuksal problemin devlet katına veya kadı mahkemesine götürüldüğü söylenebilir.
Manastır vakıflarının devlet yönetimi ile en önemli çatışma alanı vergi konusunda olmuştur. Kayıtlardan anlaşıldığı üzere Resmo manastır emlakının hepsi, harac-ı mukataa olup padişah hassı olarak kaydedilmiştir. Bu arazi üzerinde, ber vech-i maktu canib-i miriye ödenecek öşür ve diğer vergilerin alınıp bunun dışında evkaf ve tımar subaşılarının ve diğer görevlilerin bunlara müdahale etmemesi merkezden emredilmiştir.[80] XVIII. yüzyılda Resmo manastırlarının zirai vergilerinin bazen iskele gümrüğü resmi ile birleştirilerek mukataaya verildiği de oluyordu.[81] İster cizye, ister diğer gelirler olsun Girit’teki bütün manastır mukataalarının tek kişiye verildiği anlaşılmaktadır.[82]
Vakıf mülklerinin ve işletmelerinin vergilendirilmeye karşı korunuyor olması manastır emlakinin değeri açısından önemli bir dayanak idi.[83] Yapılan tahrirlerde ve yerel kayıtlarda sipahilerin, subaşıların, hisar neferlerinin ve benzeri görevlilerin, manastırların bedel-i öşr ve ödemekle mükellef oldukları vergilerin dışında onlara müdahale etmemeleri emrediliyordu.[84] Ne var ki bu konuda çatışmalar da eksik olmuyordu. 1670 tahriri sonrasında, Girit adasındaki manastır rahipleri merkeze bir arzuhal göndermişler, tahrirden sonra bazı sipahilerin kendilerinden fazladan vergi istemelerinden şikayet etmişlerdir. Merkezden gelen emirnamede sipahilerin defterde yazılı olandan fazla vergi almamaları, ilgili rahiplerin rahatsız edilmemesi şiddetle hatırlatılmıştır.[85] 1658 tarihli bir başka kayıtta bu konuda sert bir dil kullanılarak aynen şu ifadeler yer almıştır. “İzzetlü İbrahim Paşa hazretleri ve Resmo kadısı zide fazlehu ve alay beğisi Musa Ağa kala-yı cedid[de] niza olan yerler manastırın temessüküdür miridir hin-i fetihden berü rencide olunmamışdır mezbur Osman’ı ihza ve şer edüp zeameti eyüdür kanaat eylesün muhkem tenbih idüb hilaf-ı şer manastırın ve ruhbanların rencide eylemesün yohsa kendinin muhkem hakkından gelindikden gayrı zeameti elinden gider vebali kendi boynuna kendüsü bilir.” [86]
Bu uygulamanın ve hatırlatmaların uzun süre gündemde kaldığını söyleyebiliriz. Bu konudaki önemli bir tartışma XIX. yüzyılın başlarında yaşanmıştır. Resmo sancağındaki Arkadi, Arsani, Rustika ve Prevali manastırlarıyla onlara bağlı diğer küçük manastır çiftliklerinin adanın fethinden beri tekalif-i şakka, örfiye, ceraim ve kudumiyeden muaf olduklarına dair ellerinde berat olduğu ve bu vergiler alınmadığı halde bir önceki yıl Hakkı Paşa’nın bu manastır çiftliklerinden bargir baha ve kudumiye talep ettiği, bunun da hem manastırları zor durumda bırakacağı hem de çiftliklerde yaşayan reaya üzerinde önemli bir mali yük getireceğinden yakınılmıştır. Bunun için bu manastırların rahipleri adına merkeze yazılan arzuhalde eskiden beri yapılan uygulama çerçevesinde kendilerinden bu vergilerin alınmaması istenmiştir. Defterdarlık incelemesinde adı geçen manastırların maktu senelik 79500 kuruş ve 7500 kuruş muaccele ile Tahir Ağazade Seyid Mehmed Şakir Ağa’nın malikane uhdesinde olduğu, manastırların muafiyetine ilişkin defterhane-yi amire der kenarında bir açıklama olmadığı bunun için de tevzi defterlerinde hisselerine isabet eden vergiyi diğerleri gibi ödemeleri bildirilmiştir. Ayrıca eskiden olageldiği şekle aykırı olmadan ve müdahale ve baskı oluşmasının engellenmesi için emir gönderilmiştir.[87]
Gerçekten de 14 Mart 1722 tarihli bir kayıt 79500 kuruşluk bu vergi kaydının üç çeyrek asırdır aynen kaldığını teyit etmektedir. Resmo’da bulunan 7 manastırın senelik toplam vergisi 1722 yılında İnce Kara Mustafa Ağa’ya malikane olarak verilmiştir. Bu manastırların rahipleri kayıtlı olan mal-ı miriyi her sene Girit hazinesine tamamen eda ve teslim ettikten sonra Mustafa Ağa’ya da senelik 600 kuruş faiz vermek üzere mukavele yapmışlardır. Ne var ki bu faizin ödenmesi konusunda sorunlar yaşanmıştır. Bu yedi manastırın isimleri ve vergileri Tablo 8’deki gibidir.[88]
Bütün bunlardan anlaşılan şudur ki devlet bu manastırların vermekle mükellef oldukları vergileri bihakkın alıp onun ötesinde onlara devlet görevlilerinden gelebilecek müdahalelere karşı manastırları koruyordu.
Manastır vakıflarında yaşanan bir sorun da Girit’in fethinden sonra gerçekleşen haraci toprağın, emlakını terk edip darü’l-harbe firar edenlerin mülklerinin, Müslüman gazilere satışı çerçevesinde yaşanmıştır.[89] Bu çerçevede Kandiye’deki birçok köy ve manastır ahalisi bölgeyi terk etmiş toprak hali ve harap kalınca buralar Rumeli Alay Beyi Mustafa Bey ve Sipahiyan Ağası Mehmed Ağa’ya her sene bin akçe mukataa vermek üzere kaydedilmiştir. Bu durum yöneticiler ve manastırlar arasında bir takım sorunlar doğurmuştur.[90]
Bu konu ile ilgili bir başka olay, 1658 yılı Mayıs’ında yaşanmıştır. Ayvasil kazası, Lofna köyü zımmilerinden Papa Nikola, Resmo’daki Camii şerif ve tekke vakfı mütevellisi olan Hüseyin Ağa’ya karşı dava açmıştır. İrine köyünden olup daha önce vefat eden Floro adlı nasraniyye, Kemorya ve Langiri adlı köylerde olan tarlaları, 50 dip zeytin ağacı, 2 dip dut ağacı ve içinde ürünlü ve ürünsüz ağaçlar olan bahçesini ve sınırları bilinen bağlarını ve harap olmuş evlerini ve bir göz su değirmenini bundan önce Maksurime ismindeki manastırda yaşayanlara vakf ettiğini fakat Hüseyin Ağa’nın bu malları zaptedip tasarrufuna mani olduğunu beyan etmiştir. Papa Nikoli “ben hakkımı isterim” diye dava açınca, durum Hüseyin Ağa’ya sorulmuş ve o da fetihten sonra cizye vermeyi kabul etmeyip darü’l-harbe firar edenlerin tasarrufunda olan emlak ve arazileri canib-i miriden İslam gazilerine değerleri çerçevesinde satılmaları için merkezden hattı hümayun geldiğini ve bu işlemin de Girit defterdarı Mehmed Paşa kontrolünde gerçekleştiğini, kendisinin de bu emlakı bu minval üzere yüz küsür riyali guruşa satın aldığını söylemiştir. Sonradan bu mülkü kasabada inşa ettirdiği bir cami ve Abdülkadir Geylani için bina ettirdiği zaviyeye vakf ve tescil ettirmiştir. Sonuçta, Nikola iddiasını ispatlayamamış ve davası düşmüştür.[91]
Mülkiyetin sahibinin tespiti açısından çok önemli bir dava Kandiye, Temnos’da yaşanmıştır. Aralık 1763 tarihli kayıtta, Finika köyünde El-hac Mehmet bin Mustafa ve Mustafa beşe ibn Mehmet nahiye piskoposu Yerasimoz veled-i Mihali’yi dava etmiştir. Bir ev ve bir kilise binasını, Resmo’daki Gazi Hüseyin Paşa vakfı binaları diye tasarruf ederken adı geçen rahibin gelip kendilerine engel olmaya çalıştığını ve bu mülkün kilisenin olduğunu söylemiştir. Sorulduğunda rahip bu mülkün yetmiş seksen senedir bu kiliseye ait ve buna dair ellerinde bir de fetva-yı şerife olduğunu belirtip hilaf-ı şer olan bu müdahaleden kurtulmak istediklerini söylemiştir. Rahibin gösterdiği fetva incelenmiş ve aynen kayda geçmiştir. Kayıtta; “bir karyede vaki bir bab vakf manastırı rahibi Amr ü Zeyd’in hayatında kefereye vakf olunma üzere senin-i kesire zabt ve zeyd-i mezbur bila gadr sükut ve dava eylemeyüb badehu Amr fevt olub oğlu Pelid kırk seneden mütecaviz Zeyd-i mezburin ve bade-vefatihi oğlu Beşer’in muvacehelerinde vakfiyyet üzere zabt cemen seksen seneden mütecaviz zaman mürurundan sonra Zeyd-i müteveffanın oğlu Beşer ol manastır babam Zeyd’in mülkü idi mülk-ü mevrusumdur deyu dava eylese davası mesmu olur mu [?] Cevab ba-sevablarında olmaz deyu tasrih olunmuş” olduğu yazılmıştır. Davanın sonunda ise binanın kilisenin mülkü olduğuna karar verilmiştir.[92] Görüleceği gibi, Osmanlı Girit’inde birçok manastır toprağının Türk ağaların mülkü haline geldiği tezi[93] gerçek değildir.
Osmanlı yönetimi kimi zaman Hristiyan tebaaya ait mülkleri manastırlara karşı da koruyordu. Kandiye’ye bağlı Maleviz nahiyesine bağlı Sarho köyünde Yorgi adlı zımmi ölünce karısı Kali ve oğlu Andoni mahkemeye başvurmuşlardır. Yorgi’den miras bir buçuk dönümlük bağa Panaya Manastır rahiplerinden Patera Neyofito el koymaya kalkmış, bu durum kendisine sorulunca da “marü’z-zikr bağı mezbur Yorgi hayatında manastır fukarasına vakfetti” demiştir. Ne var ki mahkeme kendisinden ilgili belgeleri, istemiş rahip Patera belgeleri ibraz edemeyince mahkeme mülkün anne ve oğlu üzerine mülkiyetine karar vermiştir.[94]
Manastırlarda vergi konusunda ortaya çıkan bir başka sorun da rahiplerin cizye ödemelerine ilişkin olmuştur.[95] Girit’teki manastır rahipleri de genelde olduğu gibi cizyelerini mali durumlarına göre, ala/zengin evsat/orta ve edna/fakir üç grupta ödüyorlardı. Arkadi Manastırı rahipleri, “manastırımız yol üzerindedir bizler fakiriz” diye cizyelerini edna/ alt seviye ödemek üzere bir ferman elde etmişlerdi. Buna gerekçe olarak, manastırın yol üzerinde olduğu, çok sayıda ziyaretçinin ve gelip geçenin burada konakladığı, bunun da masrafları arttırması gösterilmişti. Fakat bazı kişiler bu manastırın yollardan uzak, emlak ve arazilerinin diğer manastırlardan daha çok olduğu ve rahiplerinin de zengin olduğunu merkeze bildirmişler, bu durumun diğerlerini “ihtilale düşüreceği için” rahiplerin de diğer reayadan istisna tutulmayıp, ellerindeki fermana itibar edilmeden durumlarına göre cizye alınması emredilmiştir.[96]
Manastırların züema ve erbab-ı tımar ile yaşadıkları bir başka sorun da reayanın statüleri ile ilgilidir. Nitekim 1651 yılında Arkadi Manastırı rahipleri tımar erbabının manastıra rahip olmaya gelenlere, “siz bizim kadimi defterli reayamızsınız” diyerek engellediklerinden şikayet etmişlerdir. Manastır yönetimi, tımar sahiplerinin bu tutumlarının önlenmesini istemişler ve bu yönde bir karar da aldırmışlardır.[97]
Manastırların idare ile karşı karşıya kaldığı önemli bir başka sorun da manastırların tamiri konusudur. Kilise ve manastırların tamiri konusu Osmanlı hukuk pratiğinde de tartışmalı konulardan birisidir. Genel olarak merkezi yönetimce Gayr-ı Müslim ibadethanelerinin tamirine “eskisini aşmadan” müsaade ediliyordu. Nitekim Resmo manastırları ile ilgili birçok tamir kaydında adı geçen binanın fetih sırasındaki haline göre inşası izni veriliyordu.[98] Manastır tamirlerinde genellikle manastırın gumenosu veya bir veya birkaç papas kişisel olarak başvuruda bulunuyordu. Bu başvuru sırasında binanın genel durumu harap olan yerleri tanımlanarak yapılacak olanlar anlatılıyor, başvuru konusu tayin edilen bir görevli tarafından incelenerek uygun bulunduğu takdirde inşaat izni veriliyordu.[99] İzinsiz yapılan tamir ve inşaatlar da sonradan kovuşturulabiliyordu. XVIII. yüzyılın ilk çeyreğine ait bir kayıtta Çanlı Manastırı’nda izinsiz yapılan manastır tamiri ve manastır dışında yapılan bir adet misafir odasının incelenmesi,[100] Aya İrini köyündeki eski kilisenin izinsiz bir şekilde yirmi sene önce Papa Kirlo isimli rahip tarafından tamir edildiği şikayet üzerine durumun incelenmesi emrediliyordu.[101]
Manastırların tamiri ile ilgili en dikkat çekici özellik şudur; Müslüman ibadethaneleri tamirinde mütevellisi eliyle de olsa vakıf, inşa işleminin ve olayın hukuksal ve mali süreçlerinde muhataptır. Manastır vakıflarında bu tamir süreçlerinde vakfın ismi hiçbir şekilde geçmemektedir. Tamir için bazen bir veya birkaç papas başvurmakta, olayın hukuksal ve mali boyutunda da bu papaz veya rahipler muhatap kabul edilmektedir. Genellikle de manastırların gomenoları bu durumda muhatap olarak görülmektedir. Nitekim 1658 Temmuz’unda Çanlı Manastırı’nda yapılan tamir ve bakım çerçevesinde hukuksal işlemlerde sadece manastır gomenosu Papa Yerasimo muhatap alınmış işlemler onun üzerinden yürütülmüştür.[102] Eğer bu tamirler sırasında bir ölüm veya yaralanma söz konusu olursa[103] adli inceleme başlamakta ve hukuksal muhatap olarak da yine rahipler söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla bu hususta da manastır vakıflarının resmi hüviyeti devlet katında belirsizliğini korumaktadır.
Sonuç olarak; kendisini tebaası olan Ortodoks cemaatinin hamisi olarak gören Osmanlı yönetimi, bunun gerekliliklerini de hayata geçirmiştir. Tarihsel Ortodoks kilise örgütlenmesi ve cemaat yaşantısı idarece korunmuş ve hukuksal bir zemine oturtulmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede, egemen güç olan Osmanlı yönetimince tek taraflı olarak verilen imtiyaz belgeleri, tarihsel bir sürece dayandığından ve dahili kamu hukukunu düzenledikleri için değiştirilmemiş ve cemaatlerin lehine bazı hakların tanınmasını da sağlamıştır.[104] Bu hakların başında da Ortodoks ibadethanelerinin hayatlarını devam ettirmesi ve sürekliliklerinin sağlanması organizasyonu gelmektedir.
Resmo’daki manastır vakıf mülkleri ile ilgili bulgular, az sayıdaki farklı coğrafyalara ilişkin çalışmalarda ortaya konan sonuçlarla örtüşmektedir. Öncelikle manastırlara ait mülkiyetin hukuksal temelleri oldukça karışıktır. Manastırlara ait mülkiyetin kabul edilir pratik bir gerçek olmasına karşın vakıflarının mevcudiyeti net olmayan bir hukuksal belirsizliktir.
Tanınan, ancak bu tanınmanın hukuksal boyutlarının netleştirilmediği sistemde, devletin bu vakıfları muhatap alması esnasında da bir başka sorun ortaya çıkmaktadır. Bu sorun, vakfın yönetim şemasıdır. Müslüman vakıflarında çok açık olan bu şema manastır vakıflarında belirsizdir.
Osmanlı yönetimi, kendi resmi dinlerinin ibadethanelerini koruma ve kollama misyonu çerçevesinde, manastırların hayatlarını sürdürebilmeleri için formatı çok belirgin olmayan manastır vakıflarına hayatın pratiği içinde devam etme olanağını sağlamış bu amacında Resmo örneğinde başarıya da ulaşmıştır.