Osmanlı Devleti'nin XVIII. Yüzyılın İkinci Yarısı ile XIX. Yüzyılın İlk Yarısında Genel Durumu: XVIII. yüzyıl, klasik Osmanlı toplumu için önceki dönemlerden daha farklı karakterler arzeden ve değişik muhteviyatta olayların yaşanmaya başladığı bir yüzyıl olmuştur. Bu hususta ilk göze çarpan unsurun, devletin uluslararası siyasetteki yerinde meydana gelmeye başlayan değişim olduğu görülmektedir. Çünkü Osmanlı Devleti belirtilen yüzyıla girerken artık, daha önceki dönemlerde olduğu gibi, ezeli rakibi olan batı Hıristiyan dünyasına karşı taarruz pozisyonunda değildir, aksine savunma pozisyonuna geçmiştir. Bu ise, beraberinde birçok problemi doğurmuştur veya toplumda gizliden gizliye teşekkül etmeye başlayan birtakım arazların dışa vurmasına vesile teşkil etmiştir. Burada kastedilen arazların belki de görünürde başlıcası, askeri alanda çağdaş tekniklerin uygulanamayışı ve dolayısıyla da Osmanlı ordularının savaşlarda devamlı olarak yenilgiler almaya başlaması idi. Bu da yeni topraklar kazanılması veya yeni ülkelerin Osmanlı ülkesine katılması yoluyla elde edilecek gelirlerin yok olması bir yana, her defasında başarısızlıkla sonuçlanan savaşların finanse edilmesi problemini de ortaya çıkarmıştır. Bundan dolayı Osmanlı ekonomisinde sürekli olarak dar boğazlar yaşanmaya başlanmıştın Bu dar boğazlar' aşabilmek için de sık sık halka başvurularak değişik isimler altında vergiler tahsil edilmesi yoluna gidilmiştir. Yani, daha XVI. yüzyıldan itibaren enflasyonist akımların yaşanmaya başlandığı Osmanlı ekonomisine, her defasında genelde başarısızlıkla sonuçlanan savaşlar, olumsuz etkide bulunan faktörlerden başlıcasını oluşturmuştur.
XVIII. Yüzyılda Osmanlı Devleti'nin ve toplumunun içerisinde bulunduğu durumu yansıtan göstergelerden birisi de, sosyal alanda yaşanmaya başlanan bunalım idi. Bunun da temelinde yatan unsurlardan başkası az önce işaret edilen askeri alandaki başarısızlıklar idi. Çünkü, özellikle belirtilen yüzyılın ikinci yarısında devam eden savaşlar Anadolu'nun insan gücünü devamlı suretde cephelere çekiyor ve bir noktada eritiyordu. Diğer yandan, yenilgi ile sonuçlanan ve uzun süre devam eden savaşlardan bıkmış olan halk çareyi ordudan kaçmakta buluyordu. Böylelikle toplum düzenini alt üst edecek olan birtakım hareketlerin gelişmesine de tabii olarak zemin hazırlanmış oluyordu. öyle ki, 1740'lardan itibaren etkileri ve meydana geldikleri alanlar itibariyle gittikçe yaygınlaşmaya başlayan bir dizi eşkiyalık hareketi Marmara'dan doğuya doğru bütün Anadolu'yu sarmaya başlamıştır[1]. Yani, yüzyılın ortalarından itibaren Anadolu'yu bir kargaşa ortamı etkisi altına almaya başlamıştır.
Bu kargaşa ortamı takip eden dönemlerde de devam etmiştir. Çünkü, yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı Devleti'ni uzun süre uğraştıracak bir Mısır problemi ve ardından da, Balkanlarda yer alan gayr-i Müslim azınlıkların devlete başkaldırışları sözkonusudur. Dolayısıyla, emellerine ulaşmak isteyen firsat düşkünü birçok kişi veya grup, devletin siyasi açıdan içerisinde bulunduğu olumsuz durumdan istifade etmesini bilmiştir. Bunun yanında, aynı dönemde Osmanlı ekonomisinin de hiç içaçıcı bir durumda olmadığı ve yavaş yavaş Avrupa ekonomisinin istilasına maruz kalmaya başladığı da bilinmektedir. Yine, ele aldığımız dönemde Osmanlı yönetiminin, birtakım ıslahat hareketleri ile uğraştığı ve bu doğrultuda 1826 yılında devletin yegane muvazzaf askeri birliği durumunda bulunan Yeniçeri Ocağı'nı ilga ettiği bilinmektedir. Aynı dönemde devlet, ülke içerisinde daha başka bazı problemlerle de meşguldu.Bütün bunlar ise, taşrada bozulmaya başlayan sosyal düzenin daha da bozulmasına ve birtakım eşkiya güruhlarmın yanında, bu ortamda halkın isteklerine tercüman olmak gayesi ile ayan de-nilen kişilerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Ancak, bunların da toplumda sosyal düzeni bozucu birtakım hareketlere giriştikleri bilinmektedir. Böyle olunca da ele aldığımız dönemde ülkenin diğer yerlerinde olduğu gibi Anadolu'da da bir kargaşa ortamı hüküm sürmeye başlamıştır.
A — Yukarı Fırat Havzasmda Eşkiyalık Olayları: Yukarıda işaret ettiğimiz kargaşa ortamından ve bu ortamın doğuşunda büyük etkisi bulunan eşkiyalık olaylarından XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile yüzyılın ilk yarısında Yukarı Fırat Havzası'nın da etkilenmiş olduğu görülmektedir. öyle ki, yörede daha önceki dönemlerden beri devam edegelen eşkiyalık olayları ele alınan dönemde bütün bölgedeki toplumsal düzeni ve tabii olarak da bölge sınırları dahilinde mevcut olan Keban ve Ergani madenleri ile bunlara bağlı madenlerden dolayı yürütülmekte olan madencilik faaliyetlerini alt üst etmiştir. Hatta bu olaylar, bölgenin idarecisi konumundaki Maadin-i Hümayan Emaneti'ne atanan yöneticilerin üstesinden gelemiyecekleri boyutlara ulaşmıştır. Nitekim, bize bu konuda 1824-1825 yıllarında madenlerin başında emin olarak görev yapmakta olan Salih Paşa'nın, kendisinden bol miktarda maden ûretmesi istenilmesi üzerine 8 Nisan 1825'de Dersaadete göndermiş olduğu ve merkezi yönetimden birtakım istekleri de içeren arzı ayrıntılı bilgiler vermektedir[2]. Sözkonusu arza göre o yıllarda eşkiyalık olayları maden idaresine tabi olan bütün yerleşim birimlerinde etkili olmaya başlamıştır. öyle ki, maden cevherlerinin işlenmesinde başlıca madde olan kömürü bölge ormanlarından temin etmek için gönderilen baltacılar eşkiyalar yüzünden iş göremez hale gelmiştir[3]. Çünkü eşkiya, onların mallarını ve hayvanlarını çalarak çalışmalarını engellemiştir. Aynı şekilde onlar, dağlarda kömûrcübaşılıkları da ele geçirerek maden idaresini yemeklik haline getirmişlerdir. Bunu da dağlardan tedarik edilmesine izin verdikleri az miktarda kömür için kömürcübaşılardan ve dolayısıyla da maden idaresinden fazla miktarda ücret alarak yapmaktadırlar. Diğer yandan eşkiya, yörede yer alan yerleşim birimlerini haraca bağlayarak bazı kazalara yönetici olarak kendi istediği kişilerin atamasını yaptırmaya da başlamıştır. Bu ise, sözkonusu yerlerde görev yapan idareciler arasında halef selef kavgalarına sebeb olmaya başlamıştır.
Aynı şekilde sözkonusu dönemde eşkiyanın bölgede yol güvenliğini tehdit eder duruma geldiği de bu arzdan anlaşılmaktadır.
Bütün bu sayılan hususların sonucunda ise yörede yürütülmekte olan madencilik faaliyederinden istenilen düzeyde verim elde edilemez olmuş ve üretim düşmeye başlamıştır [4].
Salih Paşa sözkonusu arzında, eşkiyalık faaliyetlerinin kendisinin üste-inden gelemiyeceği bir hal aldığından ve bunun önlenmesi için de topyekün bir hareketin gerekliliğinden bahsetmektedir. Çünkü, bir taraftan kıstırılan veya üzerine kuvvetle varılan eşkiya grupları başka bir bölgeye kaçarak yapılan müdahaleleri etkisiz hale getirmektedirler. Nitekim adı geçen kişinin sözkonusu arzında belirtmiş olduğu ve bütün bir dönem boyunca da devam eden bu olayları doğrular nitelikte ve hususen madenler bölge-sinde ahalinin can ve mal güvenliği ile refahının sağlanması ve maden üretiminin arttırılması konularında merkezi yönetimin maden idarecilerine hitaben sık sık emir ve fermanlar göndermiş olduğu bilinmektedir [5] ki, o dönemde, burada belirtmiş olduğumuz durum sadece Yukarı Fırat Havzası'nda değil, bütün Anadolu ve hatta bütün Osmanlı ülkesi için de daha sonraki yıllar da dahil olmak üzere geçerli idi. Çünkü, 1827'lere gelindiğinde Osmanlı ülkesinde dirlik ve düzenin bozulması ve halkın rahatsızlığının, özellikle ehl-i şer ve ehl-i örf mensubu kişilerin de zaman zaman ortaklaşa giriştikleri uygunsuz hareketler yüzünden artmış olduğu görülmektedir. Nitekim, 17 Şubat 1827 tarihinde Anadolu'nun orta kolunun sağ ve solunda bulunan bütün ehl-i şer ve ehl-i örf mensuplarına hitaben yayınlanmış olan bir emr-i şerifte de uzun zamandan beri ülkede yaşayan fukaranın ve zuafanın rahatının bozulmuş olduğundan bahis vardır. Aynı emr-i şerifte bü-tün ülkede huzur ve asayişin sağlanması için daha önceleri de değişik zamanlarda emirler yayınlanmış olduğundan, ancak, bunlara rağmen ülkede asayişin sağlanamadığından bahsedildikten sonra, bu durumun önlenmesi için ehl-i örf ve ehl-i şer mensuplarının dikkatli davranmaları istenilmekte-dir[6].
Ancak hemen belirtelim ki, bu bölgede XVIII. yüzyılın sonları ile XIX. yüzyılın ilk yarısında meydana gelen olayların, sebepleri ve olaylara katılanlar veya olayları yapanlar açısından, aynı dönemlerde Anadolu'nun diğer yerlerinde görülenlerden biraz farklılıklar arzettiği görülmektedir. Çünkü sözkonusu yerlerde mazisi çok eski dönemlere dayanan madencilik etkinlikleri yürütülmektedir. Dolayısıyla adı geçen bölgelerde meydana gelen eşkiyalık olaylarını ele alırken Keban ve Ergani madenlerinde maden üretim faaliyetlerini de dikkate almak gerekmektedir. Çünkü, bu iki maden ile onlara bağlı olarak faaliyetde bulunan diğer maden ocakları, sadece bulundukları çevreleri değil, aynı zamanda civarlarında bulunan çok geniş bir coğrafi alanı da etkilemekteydi. Böyle olunca da şunu söyleyebiliriz ki, Yukarı Fırat Havzasında ele alınan dönem boyunca meydana gelen olaylar, Anadolu'nun diğer yerlerinde aynı sıralarda meydana gelenler ile sebepleri ve failleri açısından büyük oranda farklı karakterlere sahiptir. Meseleye bu açıdan yaklışılınca ilk önce, madenler bölgesinde meydana gelen eşkiyalık olaylarının sebeplerini ve faillerini belirtmemiz ve ondan sonra da, bunlarla, XVIII. yüzyılın sonu ile XIX. yüzyılın ilk yarısında Anadolu'da meydana gelen olayların sebepleri ve failleri arasında bir kıyaslama yapmamız gerekmektedir.
B — Genel Olarak Madenler Bölgesinde Eşkiyalık Olaylarının Sebepleri:
Madenler, değerli bir nesne olmaları açısından beraberlerinde birçok eşkiyalık olayı riskini de taşımaktadır[7]. Çünkü, altın ve gümüş gibi değerli madenleri üretildikleri yerlerde veya nakli yolları üzerinde ele geçirmek, birtakım insanlara cazip gelen bir husustur[8]. Böyle olunca da, Osmanlı dö-neminde sarp ve ıssız yerlerde bulunan altın ve gümüş gibi değerli madenlerin elde edildiği yerler, daima saldırıya maruz kalmışlardır. Buralara yapılan saldırıların iki karakteri vardır. Birincisi, bu tür hareketlerin ekonomik bir çıkar sağlamayı hedefleyen çapulculuk hareketleri, ikincisi de devlete baş kaldırma niteliğindeki hareketler olmasıdır. Her iki karakterdeki hareketlerin ortak özelliği ise, devlete ait üretim yapılan ve önemli gelir sağlayan maden ocaklarına saldırarak birikmiş durumdaki madenleri veya madenlerde çalışmakta olan işçilerin yiyecek ve sermayelerini çalıp çırpmak ve ardından da üretim yapar durumdaki kuyuların faaliyetlerini engelleyici türden hareketlere girişmektir. Bu ise, genellikle üretim yapılan kuyuları taş ve su ile doldurmak, madencileri öldürmek vb. türden olaylar şeklinde tezahür etmiştir[9]. Mesela 1780-81 yıllarında Kahta'da şefrin Deresi denilen yerde yeni işletmeye alınacak olan bir maden ocağında anlatıldığı şekilde faaliyete izin verilmemesi, bu cümleden olaylardan sadece birisidir[10]. Diğer yandan, madenlerin idarecisi konumundaki eminlere, madenlerde gerekli yatırımları yaparak bol miktarda üretim yapmaları maksatlarına yönelik olarak devlet tarafından verilen sermayeler de, eşkiyalık olaylarına kalkışan insanlar için cazip gelen hususlardan biriydi. Dolayısıyla, eşkiyalık olaylarının sebeplerinden birisi de, sözü edilen sermayeler olmuştur. Bundan dolayı eşkiya, zaman zaman maden eminlerinin evlerini de soymaya kalkışmıştır[11]. Nitekim bu türden olaylara Yukarı Fırat Havzası dahilinde madencilik faaliyetlerinin yürütüldüğü Keban ve Ergani madenlerinde de rastlanmaktadir.Şöyle ki, mesela maden emini ve aynı zamanda bölgenin en üst düzey yöneticisi konumundaki Yusuf Ziya Paşa'nın görev yaptığı yıllarda (muhtemelen 1808'ler) onun, Ergani madenini kendi adına yönetmekle görevlendirmiş olduğu vekilin evine bir baskın düzenlenmiştir. Bu baskında vekilin evinde bulunan 1500 keselik mal ve eşyası alınarak evi yakılır ve çocukları tecrit edilir[12]. Yine, 1809 yılında aynı şekilde Ergani'de bulunan vekilin evinin kendisinin evde olmadığı bir sırada soyulmuş olduğu ve ne kadar değerli eşyası varsa çalınmış olduğu bilinmektedir[13]. Bu tür olaylarda bölge insanının iktisaden zayıf durumda olmasının da etkili olmuş olabileceğini düşünüyoruz. Madenlerin bizzat maden ocağında veya saflaştırılmış vaziyette gerekli yerlere nakilleri esnasında soyulması da eşkiyalar için cazip olan hususlardan biriydi. Hatta, bu konuda Osmanlı yönetiminin her an için bir beklenti içinde olduğu yani her zaman için bu tür olayların meydana gelebileceğini düşünerek tedbirli davranmaya çalıştığı gözlenmektedir. Nitekim biz, Kasım 1785'de madenlerden İstanbul'a gönderilen hazinenin bir kısmının, o sırada emin olarak görev yapmakta olan kişinin bizzat kendisinin görevlendirmiş olduğu adamlar vasıtasıyla soyulmuş olduğunu biliyoruz [14]. Aynı şekilde 1810 yılında Maadin-i Hûmayün hazinedannın bütün mal ve eşyaları soyulduğu gibi, kendisi de öldürülmüştür[15]. Yine 1811 yılında, madenlerden İstanbul'da bulunan darphaneye gönderilen altın ve gümüş hazineleri yolda eşkiyalar tarafından soyulmuştur [16]. Hatta aynı yıl eşkiyalık faaliyetleri öyle bir hal almıştır ki, madenlerden darphaneye gönderilmekte olan gümüş ve bakım sevkiyat işlemi bu yüzden kesintiye uğramıştın Eşkiyaların bu işi de, hazine götüren adamları kandırarak kendi tarafına çekmek veya götürülmekte olan hazineye zorla el koymak suretiyle yaptıkları anlaşılmaktadır[17]. Burada belirtilen hazine soyma işlemleri genellikle coğrafi açıdan sarp ve dağlık bölgelerde gerçekleştirilmekteydi.
Yukarıda sözü edilen olaylara sadece değerli madenler sebep olmuyordu. Bunun yanında, 1810 yılında Ergani'de olduğu gibi sefer-i hümayun için sermaye götüren celebkeşanlar da eşkiyalar tarafından soyulabilmekteydi[18]
. Ancak burada önemli bir hususa işaret etmekte fayda vardır. Eşkiyalık hareketine kalkışan kişi elbette giriştiği hareketin gereği olarak birtakım olumsuz faaliyetlerde bulunacaktır. Fakat burada önemli olan husus, onları n bu tür hareketlere girişmelerine meydan vermemektir. Buradan hareketle üzerinde durulması gereken veya dikkati çeken bir diğer husus daha vardır ki, o da, bölgedeki eşkiyalık olaylarının meydana gelmesinde etkili olan faktörlerden başkasının, çok büyük yetkilerle donatılarak madenler bölgesine gönderilen idarecilerin, bu husustaki ihmalleri veya gevşek davranışlarıdır [19]. Nitekim bu tür olaylara karşı alınan tedbirler bahsinde görüleceği üzere, bu gibi dezavantajları gidermek için merkezi yönetim bölgeye muktedir yöneticiler atamaya çalışmıştır.
Ancak burada önemli bir hususa işaret etmekte fayda vardır. Eşkiyalık hareketine kalkışan kişi elbette giriştiği hareketin gereği olarak birtakım olumsuz faaliyetlerde bulunacaktır. Fakat burada önemli olan husus, onların bu tür hareketlere girişmelerine meydan vermemektir. Buradan hareketle üzerinde durulması gereken veya dikkati çeken bir diğer husus daha vardır ki, o da, bölgedeki eşkiyalık olaylarının meydana gelmesinde etkili olan faktörlerden başkasının, çok büyük yetkilerle donatılarak madenler bölgesine gönderilen idarecilerin, bu husustaki ihmalleri veya gevşek davranışlarıdır [19]. Nitekim bu tür olaylara karşı alınan tedbirler bahsinde görüleceği üzere, bu gibi dezavantajları gidermek için merkezi yönetim bölgeye muktedir yöneticiler atamaya çalışmıştır. Ele alınan dönemde yörede meydana gelen eşkiyalık olaylarını n sebeplerinden birisi de, bölgede görev yapan ehl-i örf taifesinin halka karşı zaman zaman uygunsuz tavırlar içerisine girmeleri idi. Kaynaklarda bu hususa işaret eden birçok kayıt mevcuttur. Mesela 1773 yılında Çemişgezek voyvodasının halka karşı giriştiği olumsuz tavırlarından ve yaptığı zulümlerden dolayı alhalinin mutazarrır olması nedeniyle vaki olan arzı üzerine, Maadin-i Hümâyün eminine bu tür hareketlerin önlenmesi ve sözkonusu voyvodanın görevden alınarak yerine mutedil birisinin atanması konusunda gönderilen hüküm bunlardan sadece birisidir[20]. Yine, aynı yıllarda Çarsancak voyvodasını n bölge halkına yapmış olduğu zulüm ve bunun sonucunda maden işlerinin aksaması da bu cümleden olaylardan biridir[21]. Aynı şekilde Palu'ya atanan hakimlerin de zaman zaman ahaliye zulüm etmeye kalkış- maları dolayısıyla, onların hareketlerinden mutazarrır olan halkın gerektiği gibi hizmet edememesinden dolayı maden hizmetlerinin sekteye uğradığı da bir vakıadır[22]. Onların bu tür hareketlerine karşı bölge halkı bazen karşı hareketlere girişebiliyordu. Nitekim, 1843'de Diyarbakır müşirine gönderilen bir hükmün bu konu ile ilgili olduğu ve bu hükümde, hakimlerine karşı kıyama kalkışan Palu'ya bağlı bazı nahiyelerde yaşayan halkın durumunun incelenmesinin istenmiş olduğu bilinmektedir[23].
Yöneticilerinin kendilerine yaptığı zulümden dolayı rahatsız olan ve bu gibi durumların düzeltilmesi için ilk önce devlete başvurarak durumu yönetime haber veren ahali hakkında daha birçok örnek mevcuttur. Mesela 1775 ve 1783 yıllarında Malatya mutasarrıfının halka karşı davranışlarından dolayı ahalinin vaki olan arzları [24 ]ile 1813 yılında Çarsancak ahalisinin Diyarbakır valisi hakkında vaki olan arzları [25 ]ve 1817 yılında Kemah ve Gürcaniş ahalilerinin voyvodalarından rahatsız olduklarına dair devlet merkezine yazmış oldukları arzları bu konudaki örneklerden bazılarıdır[26].
Yukarı Fırat Havzasında meydana gelen eşkiyalık olaylarında az önce bahsedilen ehl-i örf taifesinin halka karşı çeşitli davranışlarının yanında, bu türden kişilerin halkı kandırmak veya tahrik etmek suretiyle yanlarına almalarının da etkili olduğu görülmektedir. Bu konuda da örnek olması açısından 1763 yılında Çarsancak, Çemişgezek ve Eğin kazalarında eşkiyalık faaliyetlerinde bulunan grupların tedip edilmesine çalışılırken, Çarsancak yoyvodasının eşkiya gruplarını tahrik etmesini ve bu yüzden de olayın daha da büyümesini zikredebiliriz [27]. Aynı şekilde, 1781 ve 1782 yıllarında ümeradan iki kişinin Çermik beyliğini zorla ellerine geçirerek ahaliden bazı kişileri de kendi yanlarına destekçi olarak almaları ve toplumsal huzuru bozucu bir dizi olaya sebep olmaları bir diğer örnektir [28]. Bu konuda bir başka örnek de, 1811 yılında Eğin'de meydana gelen olaydır. Şöyle ki, belirtilen tarihte Eğin kazasında bir kişi, adı geçen kazayı maden idaresinden ayırmak ve kaza ahalisini rahata kavuşturmak bahanesiyle ortaya çıkar ve bu konuda halktan Dersaadete bir arz göndertir [29].
Verilen örneklerden de anlaşılacağı üzere, yörede birtakım firsatçı kişiler kendi şahsi emellerine ulaşabilmek için halkı istismara kalkışabilmekte ve dolayısıyla da yönetim nezdinde halkı kötü gösterebilmektedirler.
Bu konuda ilginç ve devleti uzun süre uğraştıran bir olaylar zinciri vardır ki, o da, Sivas, Divriği ve Eğin üçgeninde 1800li yılların başında başlayıp, yaklaşık 15 yıl süreyle devam edecek olan olaylardır. Belirtilen tarihlerde zikredilen yerlerde meydana gelen olayların failleri ise, dönemin başlarında Sivas ve bir aralık Trabzon ve Diyarbakır valilikleri yapan Mustafa Bey ve Eğin voyvodalığını elde edebilmek için bölgeyi haraca bağlayan ve madenlere gönderilen kütükleri yakarak maden üretim faaliyetlerini sekteye uğratacak derecede-isyan da dahil- her türlü faaliyetde bulunan oğlu Veli'dir[30]. Gerek Mustafa Paşa ve gerekse oğlu Veli de, yörede yürüttükleri düzen dışı hareketlerinde bölge halkını kendi çıkarları için kullanmışlardır. Burada anlatılan hususlar da açıkça göstermektedir ki, XIX. yüzyıla girerken ve yüzyılın ilk yarısında Osmanlı Devleti'nin durumu hiç de içaçıcı olmadığı için, taşrada görev yapan ehl-i örf taifesi veya paşalar pervasızca hareket edebilmekteydiler. Ve onlar, emellerine ulaşabilmek için halka zulüm etme de dahil olmak üzere ellerinden gelen herşeyi yapabilmekteydiler[31]. Böyle olunca da, zaten eşkiya taifesi tarafından bölgede alt üst edilmiş olan sosyal düzen, onların giriştikleri hareketlerin sonucunda daha da bozuk bir hale gelmekteydi.
Yukarı Fırat Havzasında meydana gelen eşkiyalık olaylarında etkili olan veya eşkıyanın işini kolaylaştıran, onları bu işe tevessül etmede cesaretlendiren bir diğer husus da bölgenin coğrafi bakımdan sarp, dağlık ve kayalık alanlar ile kaplı olmasıdır. Çünkü, burada işaret edilen hususun, alınan bütün tedbirlere rağmen eşkıyanın işini kolaylaştırdığı anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, bölgedeki eşkiya grupları, coğrafyayı girişecekleri düzen dışı hareketler için kolaylaştırıcı bir unsur olarak kullanmışlardır. Çünkü, düzenli askeri birliklerin kolayca hareket etmelerine imkan vermeyen arazi yapısı ile eşkiya güruhları, zaman zaman üzerlerine gönderilen kuvvetlerin önünden kaçabilmişlerdir.
Bölgede meydana gelen eşkiyalık olaylarında etkili olan bir başka hususun da, -ki bu mevziidir- devletin zaman zaman çeşitli alanlarda giriştiği yenilik hareketleri olduğu görülmektedir. Yeni teşkil edilmeye başlanan Redif Askeri teşkilatı uygulaması gereği olarak Ergani kazasından istenen askerin verilmemesi üzerine 1842 yılında çıkan olayları buna örnek olarak gösterebiliriz [32]. Ancak, bu hususu bütün bölgeye ve ele alınan döneme teşmil etmemiz yanlış olacaktır.
C — Failleri Açısından Yukarı Fırat Havzasındaki Eşkiyalık Olayları:
Ele alınan dönemde yörede meydana gelen bol miktardaki eşkiyalık olaylarına, katılanlar açısından yaklaşıldığında daha değişik hususlar dikkati çekmektedir. Çünkü, olaylar dikkatle incelendiğinde, bunların, yörede yaşayan ve gerek dolaylı gerekse dolaysız olarak madencilik faaliyetleri ile ilgili durumdaki birçok aşiret ve kişiler tarafindan meydana getirildiği görülecektir. Bu açıdan burada meseleyi iki noktada ele almayı uygun görüyoruz.
a — Aşiret Eşkiyalıkları:
Yukarı Fırat Havzasında yer alan Malatya, Elazığ ve Tunceli yörelerinin geçmişte ve günümüzde birçok aşiretin yaşadığı ve yaşamakta olduğu bir bölge olduğu bilinmektedir. Nitekim buralarda, Osmanlı döneminde Şeyh Hasanlu, Aluçlu, Omerkanlu, Ümranlu, Dücek, Keleçorlu, İzollu, Rişvanlı, Zeyve, Perçikanlı, Herdi, Milli (Millo), Reyhanlı, Balaban'', Disümlü ve Atmali gibi birçok aşiret ve oymak meskundu [33]. Nitekim bu hususu doğrular nitelikte bir kaynakta bu konuda verilen bilgi çok ilginçtir. Şöyle ki, 1310 tarihli Mamüreti'l-Aziz Salnamesi'nde sadece Dersim bölgesinde dağlık alanlarda 200'e yakın kabilenin yaşamakta olduğu belirtilmektedir [34]. Ancak, az önce de işaret edildiği üzere zikredilen bu aşiret ve oymaldarm çoğu ya doğrudan yada dolaylı olarak madencilik faaliyetleriyle ilgiliydi. Fakat, zaman zaman değişik nedenlerden dolayı sözkonusu aşiret ve oymakların çoğunun yönetim karşıtı olaylara kalkışmış oldukları bilinmektedir. Bu cümleden olarak, ele alınan dönemde eşkiyalık faaliyetlerine kalkışan veya katılan aşiretleri, sebep oldukları olaylar ve bu olayların önem derecesine göre şu şekilde sıralayabiliriz.
ı. Şeyh Hasanlu ve Disümlü Aşiretleri:
İlhanlılar zamanında beyler arasında meydana gelen bir mücadelede, Emir Çobanoğullarından Şeyh Hasan'ın tarafını tutanlara verilen bir isimden dolayı bu adla anılan Şeyh Hasanlu aşireti [35] mensupları, madenler bölgesinde de hayatlarını sürdürmekteydi. Bu da onların ilk lideri konumundaki Şeyh Hasan'ın kardeşlerine Yavuz Sultan Selim tarafından Çemişgezek, Pertek ve Sağman'ın verilmesinden kaynaklanmış olmalıdır [36]. Yine, kaynaklardan anlaşıldığına göre adıgeçen aşiret mensupları bölgede yaşayan bir diğer aşiret olan Disümlü aşireti mensupları ile birbirine yakın şekilde neredeyse içiçe yaşamaktaydı.
Ancak, yukarıda da değinildiği üzere Şeyh Hasanlu aşiretine mensup kişilerin ele alınan zaman dilimi içerisinde değişik kereler düzen dışı hareketlere kalkışmış oldukları görülmektedir. Mesela, ilk defa 1754 yılında adı geçen aşiret mensupları, bölgede yaşayan Disümlû, Keratlı ve Karabali cemaatleriyle birlikte dağlardan Keban madenine kömür temin edenler ile bunları madene taşıyan kelekçilere ve bölgeden gelip geçen yolculara tecavüz etmeye başlamışlardır. Onların bu hareketleri aynı zamanda Çemişgezek ve Çarsancak ahalisine karşı değişik şekillerde zulüm etme şekline de dönüşmüştür. Bunun üzerine hareket, emrine Palu hakimi, Çemişgezek ve Çarsancak voyvodaları ve bazı kişiler verilen Diyarbakır valisi tarafından bastırılmıştır[37]. Buna benzer bir hareket de 1778 yılında meydana gelmiştir. Sözkonusu tarihteki olayın sebebi ise, Kemah zabiti İbrahim'in Harputda şahsi bir garaz yüzünden Şeyh Hasanlu aşiretine mensup birini öldürmesidir. Sözü edilen katil olayının duyulması üzerine aşirete mensup diğer kişiler de harekete geçer ve Kemah kazası ile madenlere kütük sağlanan dağlara saldırırlar.Onların bu hareketi kısa sürede genişler ve harekete, bölgede yaşayan Gülabioğulları, Kovanlı ve Kelanlı cemaatleri mensupları da katılırlar. Böylece, madenlere kütük gelmeyince üretim faaliyeti durduğu gibi, eşkiya, Kemah ve yöresini kasıp kavurur. Durum bir arz ile Maadin-i Hümayün eminine Kemah ahalisi tarafından iletilir ve olayların önlenmesi için gerekli tedbirlerin alınması maden emini tarafından ilgililerden istenir [38].
1781 yılına gelindiğinde Dersim ve çevresi yeniden kaynamaya başlar ve Devecik (Dücek), Pirnik ve Ovacık isimli yerleşim birimlerinde meskun olan Şeyh Hasanlu, Disümlü ve Kurdu isimleriyle bilinen aşiretler bölgeyi etkileyen çok geniş bir eşkiyalık hareketine girişirler. Çünkü, sözkonusu aşiret mensupları tarafindan belirtilen yılın mayıs ayında Kemah, Kuruçay, Gürcaniş, Eğin, Çemişgezek, Erzincan ve Tercan kazalarında yaşayan ahaliye saldırılmış ve halkın mal ve aşyalan çalınıp çırpılmış, bununla da kalınmayarak, adam öldürme türünden faaliyetlere de girişilmiştir. Akabinden de madenlerdeki üretim faaliyetleri için gerekli olan hizmetler görülemez olmuş, böyle olunca da maden üretimi durma noktasına gelmiştir. Bunun üzerine sözkonusu yerleşim birimlerinde ve civarında yaşayan halk çeşidi mercilere durumu ileterek tedbir alınmasını istemiştir. Bölge halkının isteği merkezi yönetim tarafından hemen dikkate alınmış ve Erzurum valilerine değişik zamanlarda birkaç defa emir yazılarak bu hareketin önlenmesi istenilmiştir. Ancak, o sırada Erzurum'a atanan valilerin sık sık değişmesi ve gerek eski ve gerekse yeni valilerin bu işe sıcak bakmamaları yani, tam olarak ilgilenememeleri yüzünden hareket hızından hiçbir şey kaybetmeyerek devam etmiştir[39]. Bu arada, sözkonusu tarihlerdeki hareketin devam etmesinde, yörede halk üzerinde sözü geçen mahalli beylerin de etkili olduğu görülmektedir [40].
Sözkonusu hareket Erzurum valileri tarafından önlenemeyince topyekün bir karşı harekete girişilir ve Muş, Kiğı, Tercan, Kuruçay, Bayburt, Hınıs, Giresun, Erzincan, Kemah, Gürcaniş, Kuzican, Ovacık ve Karahisar-ı Şarkı kazalarının voyvodalan, emirlerindeki askerlerle Erzurum valisinin emrine; Eğin, Palu, Çarsancak, Çemişgezek, Divriği, Harput ve Arapkir kazalarının hakim ve voyvodalan da, Diyarbakır valisinin emrine verilerek olayların bastırılması yoluna gidilir. Ancak, burada bir husus dikkati çekmektedir ki, o da, eşkıyanın, girişmiş olduğu düzen dışı hareketlerine rağmen devletin bu olaylara katılanlara yine de şefkatle yaklaşmış olmasıdır. Çünkü, belirtilen hareketin bastırılması ile görevlendirilmiş olanlara verilen emirde, asilerin önce itaate davet edilmesinin istenilmiş olduğu görülmektedir. Aynı şekilde, bu emirde aşiret mensuplarından eşkiyalık olaylarına katılanların uygun görülecek yerlere iskan edilmelerinin sağlanması da bu cümleden olan bir diğer tedbirdir[41]. Fakat devletin iyi niyeti ve bu doğrultuda yapılan çağrılar bir türlü fayda etmez ve olaylar 1781-82 kışına kadar devam eder. Olayların önün ancak, sözkonusu kış mevsiminin sonuna doğru alınabilir[42]. Sonuçta eşkiya kaat altına alınır ve başka bir olumsuz harekete kalkıştıklan takdirde devlete 1500 kuruşluk bir meblağı ödemeyi kabul ederek "nezr"e bağlanır. Bu cümleden olarak Şeyh Hasanlu aşiretine tabi olan Kudetlü(?), Maldetlü, Samatlı, Zekedanlı, Devecikeri Akuşağı, Karabağlıuşağı, Kıratlı ve Şaranlı aşiretleri de ahaliye zulüm yapmıyacaklarına dair söz verirler. Aynı şekilde onlar, merkezi yönetimin kendilerine teklif ettiği iskan hususunu da kabul ederler. Buna göre, Disümlü eşkıyasından Avderedi, Fırınlı ve Sarzetli aşiretleri Tercan kozasına, Şeyh Hüseyinoğlu aşireti Kığı kozasına, Kanşlı ve Desribli aşiretleri de Erzincan kazasında iskâna tabii tutulacaklardı[43].
Ancak, sözkonusu eşkiya gruplarından bazıları verdikleri sözü tutmayarak 17811ere doğru düzen dışı faaliyetlerine yeniden başlamışlardır[44]. Bu hareketler yöre halkını öyle rahatsız etmeye başlamıştır ki, ilgili yerlerin ileri gelenleri durumu mahkeme kanalıyla Dersaadedete iletmişlerdir. Dersaadedete ulaşan arzlardan durumun ciddiyeti çok açık bir şekilde anlaşılmaktadır. Şöyle ki, yörede yer alan ve Maadin-i Hümâyün Emânetine tabi kozalardan biri olan Eğin'in içinde ve civarında sakin olan ulema, sülehâ ve hatipler ile bütün reaya mahkemeye gelerek durumlarını arzetmişlerdir. Buna göre, Eğin kazasının yakınlarında olan Çemişgezek kazasında oturmakta olan ve eskiden beri olumsuz tavırları ile tanınan Disümlü ve diğer eşkiya güruhları, gece ve gündüz rahatlıkla Eğin kazasından gelir geçer olmuşlardır. Bu esnada da yol kesme, adam öldürme ve mal gasbetme gibi faaliyetleri yaptıkları gibi, civarda yer alan köyleri de vergiye bağlayarak vergi vermeyen veya buna gücü yetmeyenlerin mallarını gasbeder olmuşlardır. Bunun üzerine bölge halkı yerini yurdunu terketmek zorunda kalmıştır. Dolayısıyla halk, perişan olmuş ve miriye karşı olan yükümlülüklerini yerine getiremez olmuştur. Bu durumu Eğin kadısı bir ilâm ile Dersaadete bildirir. Aynı günlerde eşkıyanın buna benzer boyutlarda faaliyetlerini sürdürdüğü bir diğer kaza olan Çemişgezek kazası ahalisi de, Eğin Kazası ile birlikte durumlarını bir ilâm ile Dersaadete bildirirler. Sözkonusu ilâmlar üzerine de eşkıyanın cezalandırılması konusunda ilgililere yani çevrede bulunan Erzurum, Sivas ve Diyarbakır valileri ile civar kazalar ileri gelenlerine hitaben "tekidi hâvı emr-i Şerif sâdır" olur ve gerekenin yapılması istenilir[45].
Bu emrin gereğinin yerine getirilmesinden sonra, yörede eşkiyalık faaliyetlerinin yine durmadığı anlaşılmaktadır. Çünkü, Haziran 1793'de Maadin-i Hümayün emini Yusuf Ziya Paşa'ya, Şeyh Hasanlu, Şamlu ve Dücek aşiretlerine bağlı kişilerin giriştikleri olumsuz hareketlerin önlenmesi hakkında yeni bir hükmün gönderilmiş olduğu bilinmektedir[46]. Buna benzer bir durum da 1797 yılında sözkonusudur[47].
Şeyh Hasanlu ve Disümlü aşiretlerine mensup kişilerin Yukarı Fırat Havzasında sebep oldukları eşkiyalık olaylarına 1805-6 yıllarında bir yenisinin daha eklenmiş olduğunu görüyoruz. Çünkü, adı geçen aşiretlere mensup kişilerin sözkonusu tarihlerde bu sefer de Keban madenine kömür sağlanan dağları işgal ettikleri ve bu işi yapan baltacıların çalışmalarına firsat vermedikleri görülmektedir. öyle ki, onlar, baltacılardan ve onları korumakla görevli olan askerlerden bazılarını öldürmüşlerdir. Böyle olunca da madendeki üretim faaliyetleri tekrar durmuştur. Belirtilen tarihlerde Suroğlu Timur'un liderliğinde[48] meydana gelen bu olaylarda ilginç bir nokta vardır. Çünkü bu olaylar esnasında eşkiya eline geçen her firsat değerlendirmiştir. Bunu da özellikle, yörede idareci olarak görev yapan kişilerin görev değişimi esnasında meydana gelen otorite boşluğunu değerlendirerek yapmıştır. Ancak, yeni göreve atanan idarecinin muktedir bir şekilde yönetimi ele almasından sonra olaylar bastırılmıştır ki, bu idareci, merkezi yönetimin yöredeki eşkiyalık olaylarının bastırılması yolunda, bölgeye otorite sahibi birinin atanması yolunda almış olduğu karar doğrultusunda atanmıştır. Göreve yeni atanan Abdi Bey'in büyük gayretleri sonucunda, eşkıyanın kömür temin edilmesine dağları işgal ederek izin vermediği Ulukale onlardan temizlenir ve buraya yeni baltacılar ile onları korumakla görevli bir miktar asker yerleştirilir. Böylelikle madenlerin faaliyeti yeniden başlatılır[49].
Yine, bu olaylar esnasında dikkati çeken ve değişik zamanlarda da gözlenen bir husus daha vardır. Bu ise, merkezi yönetimin yörede meydana gelen olayları neredeyse tabii bir olaymış gibi görür hale gelmesidir. Nitekim, Yukarı Fırat Havzası'nda madenler dolayısıyla uzun süre dirayetli şekilde idarecilik görevi yapmış olan Yusuf Ziya Paşa'nın bu görevden azli esnasında, göreve yeni atanmış olan kişiye verilen direktifte, adı geçen kişiden, yörede eşkiyalık olaylarının meydana gelmesinin "melhuz" olmasından bahisle dikkatli davranmasının istenilmiş olduğu görülmektedir[50].
Şeyh Hasanlu ve Disümlü aşiretlerine mensup kişilerin, Yukarı Fırat Havzası dahilinde yer alan bölgelerde giriştikleri eşkiyalık hareketlerinin ele alınan bütün bir dönem boyunca da devam ettiği bilinmektedir. Yani adı geçen aşiretler mensupları ile yönetim arasında temeli eskilere dayanan bir husumetin oluştuğu ve her hareketin bastırılmasının, tabii olarak başka bir olaya sebebiyet vermiş olduğu anlaşılmaktadır. Nitekim, bu tür olayların 1806, 1808 ve 1825 yıllarında da meydana gelmiş olduğunu biliyoruz[51].
2 — Rişvan Aşireti:
Günümüzde boylar topluluğundan ibaret bir konfederasyon olarak telakki edilen Rişvan aşired de 52 Yukarı Fırat Havzası dahilinde bulunan Malatya, Sivas ve civarında incelediğimiz dönemde şekavette bulunan bir diğer aşirettir [53]. Yörede yaşayan yerli ve göçebe unsurlarından tahsil edilen vergileri bir mukataa haline getirilerek Valide Sultan haslarına tahsis edilen [54] bu aşirete mensup bazı cemaatlerin, ele aldığımız dönemden de önceki tarihlerde eşkiyalık faaliyetlerinde bulunduğu kaynaklardan anlaşılmaktadır. Nitekim, 1764 tarihinde Maraş beylerbeyine gönderilen bir hûkûmde, adı geçen aşirete mensup Ümranlu cemaatinin daha önceki zamanlarda yapmış olduğu olumsuz faaliyetleri nedeniyle Rakka'ya iskanları hakkında beylerbeyinin göstermiş olduğu ihmalden bahisle, kendisinden bu işi kısa zamanda gerçekleştirmesinin istenilmiş olduğu görülmektedir[55]. 1766-67 tarihli başka bir hükümde de aynı aşirete mensup olan ve şiro kazasında meskun olan Ümranlu cemaatinin yine, önceki tarihlerde vaki olan olumsuz faaliyetlerinden dolayı aynı şekilde Rakka'ya islkanları hakkında birkaç defa emir verilmiş olduğu halde bu emrin yerine getirilmemiş olduğundan bahis vardır [56].
Rişvan aşiretine mensup çeşidi cemaatlerin yörede toplumsal düzeni tehdit edici türden olumsuz faaliyetlerine ele aldığımız dönemin ilk başlarında da devam etmiş olduğu bilinmektedir. Mesela, 1765 yılında bu aşirete mensup cemaatlerden olan Ümranlu, Dalyanlu, Ufandollu(?) ve Ramyanlu(?) cemaatlerinin kendi yaylaklarana ve iskan yerlerine gitmeyip, Divriği kazasında yer alan yaylaklara tecavüz ederek mera ve mezraaları telef ile hayvanları çalmak gibi hareketler ile bölge halkını taciz ettikleri bilinmektedir. Onların bu tür hareketlerinin önlenmesi ve iskan yerlerine gönderilmeleri için bu sefer de, Sivas valisi görevlendirilmiştir [57]. 1766-67 yıllarına gelindiğinde ise, yine Ümranlu cemaatine mensup bazı kişilerin yörede "katl-i nüfus ve gasb-ı emval''türünden hareketlerinin yaygınlaşması nedeniyle bölge halkının perişanlığı sözkonusu olmuş ve bundan dolayı adıgeçen cemaat mensuplarının daha önceki emirlere rağmen bir türlü ger-çekleştirilemeyen Rakka'ya iskan edilmeleri işiyle Maadin-i Hümâyün emini görevlendirilmiştir[58].
Bu arada, Rişvan aşiretine mensup cemaatlerin kendilerine iskan yeri olarak gösterilen Rakka'ya gitmeyerek bölgede eşkiyalık faaliyetlerine devam etmede ısrarlı oldukları anlaşılmaktadır. Çünkü sözkonusu cemaatlerin 1777 yılında, kendileri gibi Rakka'ya iskanlan öngörülen Kara şeyhli, Barak ve Beydili aşiretleriyle birlikte belirtilen yere gitmeyip, o yıllarda devamlı olarak tuğyan halinde olan Dindallu(?), Halebkantu, Kabihli ve Dilli aşiretleri ile birleşerek Divriği ve Arguvan yörelerinde ahaliye hertürliü tacizde bulunmaya başladıkları bilinmektedir. Bölge halkı ise onların bu tür hareketlerinden aşırı derecede zarar görmüş ve durumu arzıhallerle Dersaadete bildirmiştir.Bunun üzerine eşkıyanın tedibi ile Sivas valisi görevlendirilir[59].Fakat, onların faaliyetlerinin Sivas valisi tarafindan da ta-mamıyla önlenemediği veya Sivas valisi tarafindan yapılan baskılar karşısında bu sefer de aşiretin Malatya yöresinde meskun olan cemaatlerinin harekete geçerek eşkiyalık olaylarına kalkıştıkları anlaşılmaktadır. Çünkü bu tarihten bir yıl sonra yani, 1778 yılında Malatya ve Besni kadılarının sözko-nusu aşiret mensuplarının bölge halkına verdikleri zarar ile üzerlerine düşen miri emvalini ve daha önceki yıllardan kalan bakaya borçlarını ödemediklerinden dolayı, Dersaadete gönderdikleri ilâmlan ile aynı aşiret mensuplarının maden üretim faaliyetlerine verdikleri zarardan bahseden maden emininin bir tahriratı sözkonusudur[60].
Rişvan aşiretine mensup kişilerin yaşadıkları bölgelerde o yıllarda adam öldürme, yol kesme ve mal gasbetme gibi hareketleri yukarıda sözü edilen bütün girişim ve tedbirlere rağmen bir türlü önlenememiş ve aşiret itaat altına alınamamış görünüyor. Fakat, merkezi yönetimin 1784 yılına gelindiğinde meselenin üzerine ciddi olarak eğilmiş olduğu görülmektedir. Çünkü aynı tarihte, Sivas ve Diyarbakır valileri ile Malatya ve Bozok mutasarrıflarına hitaben ayrı ayrı hükümler gönderilerek meselenin halli istenmiştir[61]. Nitekim bu hükümlerin gereği yerine getirilmiş ve bundan bir yıl sonra 1785 yılında eşkiya güruhları ile Rumkale'de bir çatışma meydana gelmiştir. Sözkonusu çatışmada eşkıyanın bir kısmı etkisiz hale getirilmiş ancak, yine de bazı eşkiya güruhlan Rakka'ya iskan hususunu kabul etmeyerek Urban Ovası denilen yere kaçmıştır[62]. Fakat az önce de işaret edildiği üzere, merkezi yönetimin bu seferki ciddi girişimlerinin bir devamı olarak sıkı bir takibat sonucunda eşkiya güruhları adı geçen yerde sıkıştırılmış ve etkisiz hale getirilmiştir. Ardından da eşkiyalık olaylarına katılan kişiler Rakka'ya iskan edilme konusunda razı edildikleri gibi, bir daha bu türden hareketlere girişmeyecekleri konusunda da nezre bağlanmıştır[63]. Bundan kısa bir süre sonra iskan işi uygulamaya konularak[64], devlet geçici bir süre için Rişvan aşiretini itaat altına almıştır.
Fakat 1820'lere gelindiğinde adı geçen aşiretin devlet için yeniden problem olmaya başladığını görüyoruz[65]. Onların bu seferki hareketinin de, gerek Sivas ve gerekse Malatya taraflarında devleti uzun süre uğraştırdığı ve hatta ele alınan dönem boyunca bu meselenin devam ettiği de bilinmektedir. Çünkü takibeden dönemlerde merkezi yönetim tarafından yörenin ileri gelenlerine hitaben, sözkonusu aşiretin düzen dışı hareketlerinden zarar gören halkın asayiş ve güvenliğinin sağlanması yolunda birçok emir yayınlanmıştır[66].
3 Zeyve ve Perçikan Aşiretleri:
İncelediğimiz dönem içerisinde Yukarı Fırat Havzası dahilinde yer alan madenler bölgesinde düzen dışı hareketlerde bulunan aşiretler arasında, "aşair-i selase" diye bilinen aşiretler grubu dahilinde olup da Harput kazası sınırları içerisinde kendi isimleri ile anılan nahiyelerde oturan Zeyve ve Perçikan aşiretleri[67] de yer alıyordu. Ancak, hemen belirtelim ki, bu iki aşiretin düzen dışı hareketlerinin uzun süreli ve fazla etkili olmadığı dikkati çekmektedir. Yine, sözkonusu aşiretlere mensup olup da eşkiyalık olaylarına karışanların meskun olmadıkları da dikkati çekmektedir. Bu cümleden olarak, konar göçer olarak yaşayan aşiret mensuplarının ilk hareketlerinin 1780'lere doğru meydana gelmiş olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü, sözkonusu tarihte Maadin-i Hümâyün eminine ait bir buyuruldu kaydında bu hususa işaretle, Perçikan aşiretine mensup bazı kişilerin uygunsuz hareketleri nedeniyle daha önceleri Çarsancak dolaylarına iskan edildikleri halde, an-laşmaya riayet etmeyerek buradan kaçarak Murat Nehrini geçip, Palu taraflarına girdikleri belirtilmektedir. Dolayısıyla, bu emirde Maadin-i Hümâyün emini Çarsancak hakiminden Palu taraflarına firar eden eşkıyaların geri getirilmesini istemiştir[68].
Ancak, aynı yıl içerisinde yani 178o yılında, hatt-ı hümâyün ile Keban madenine kömür nakli ile görevli olan bu aşiretlerin diğer yerlerde yaşayan mensuplarının da, kanun dışı hareketlere girişerek kömür konusundaki yü-kümlülüklerini yerine getirmemeye, üzerlerine düşen avanz ve nüzul bedellerini ödememeye ve gerek örfi ve gerekse diğer şeri tekâliflerini ödemekten kaçınmaya başladıkları görülmektedir. Onların bu tür hareketleri devlet merkezine ulaştırılır ve tedbir olarak da, sözkonusu kişilerin "kadim meskenleri olan Rakka"ya iskanlarının sağlanması maden emininden istenilir[69]. Ancak, aşiret mensupları, bu iş için üzerlerine kuvvet gönderilince Malatya mutasarrıfi Rişvanzade'nin idaresi altındaki İzollu köyü civarına giderek orada toplanırlar[70]. Bunun üzerine, ilgililere hitaben yeni fermanlar gönderilerek şakilerin Rakka'ya iskanlarının sağlanması ile onların yerlerine kömür işi ile ilgili olarak yeni görevlendirmelerin yapılması istenilir. Bu fer-manlarda ayrıca, onların yerlerine görevlendirilecek kimselerin de Perçikan'a yerleştirilmeleri gereğine işaretle, Perçikan eşkıyasının yöreden ayrılmalarının sağlanamaması durumunda yeni görevlendirilecek olan kimselerin oraya yerleşmekten kaçınacakları göz önünde bulundurularak, İzollu'ya kaçanların Rakka'ya iskanlarının mutlaka sağlanması da istenilmiştir.Bu işle maden emini görevlendirilir[71]. Merkezden gelen bu emir üzerine maden emini hemen harekete geçer ve şakiler üzerine kuvvet gönderir. O, bu işte de Malatya mutsarrıfının yardımına müracaat ederek ondan, eşkiya üzerine göndermiş olduğu kuvvetlerin bölgeye yabancı olmalarından dolayı onlara kılavuzluk görevi yapacak olan bir miktar "deli bayrakları''da göndermesini ister[72].
Bütün bu karşılıklı yazışmalardan sonra yapılan hareket üzerine Perçikan eşkıyasından bir kısmı giriştikleri hareketlerinden vazgeçerek eski yükümlülüklerini yerine getirmeyi kabul etmiş, karşı çıkanların da ferman gereği olarak tedip edilmelerine devam edilmiştir [73].
Zeyve ve Perçikan eşkıyasının etkisiz hale getirilerek itaat altına alınması hususunda da açıkça görülmektedir ki, eşkiya, bölgenin coğrafi şartlarından rahatlıkla yararlanabilmekte ve üzerlerine gönderilen kuvvetlerin önünden kaçabilmektedir. Bu durumda çare olarak ise, topyekün hareketlere başvurularak eşkiya ile ancak başa çıkılabilmektedir.
Belirtilen aşiretlere mensup kişilerin 1781 yılından sonra genelde itaat altına alınmış oldukları ve 1793 yılında Çemişgezek ve Çarsancak'da giriştikleri kısmi bir hareket [74] ile 1834-35 yıllarında maden idaresine karşı olan yükümlülükleri yerine getirme konusunda vaki olan itirazları [75] dışında bir daha olumsuz tavır içine girmedikleri anlaşılmaktadır.
Harput kazası dahilinde sakin olan "aşair-i selase''den Herdi aşiretinin ise, bazı mensuplarının 1761 yılında bölgede giriştikleri düzen dışı hareketler dolayısıyla Rakka'ya iskan edilmeleri olayı [76] hariç tutulacak olursa kanun dışı hareketlerde bulunmadığını söyleyebiliriz.
4— Millo Aşireti:
Erzurum, Diyarbakır, Çemişgezek, Rakka, Ergani ve Mardin gibi Osmanlı ülkesinin değişik yerlerinde bulunan Millo aşireti [77] de, muhtemelen daha önceki dönemlerde girişmiş olduğu düzen dışı hareketler dolayısıyla Rakka'ya iskan edilmesi öngörülen, ancak, bu emri dinlemeyip madenler bölgesinde olumsuz hareketlerine devam eden bir diğer aşkettir. Nitekim 1768 - 69 yıllarında adı geçen aşketin iskan yeri olarak gösterilen Rakka'ya gitmeyip, özellikle yaylak ve kışlaldanna gidip gelirken yollarda halka eziyet etmeye ve ortalığı kasıp kavurmaya devam etmiş olduğu bilinmektedir. Onlar, bu tür hareketlerini, bir müddet için merkezi yönetimin başını çok ağrıtacak olan Millo Timur önderliğinde yapmışlardır[78]. Ancak, devlet bu konu ile de ciddi olarak ilgilenmiş ve düzen dışı çeşitli faaliyetlerde bulunan Millo aşiretini de Rakka'da kendilerine öngörülen yerde iskan etmeyi başarmıştır. Fakat, sözkonusu aşiret mensupları, liderleri Timur'un önderliğinde Raldca'da da aynı hareketlerine devam etmişlerdir. Bundan dolayı Rakka valisi ile Diyarbakır valilerine 1774 yılında ayrı ayn emirler gönderilerek aşiretin kaat altına alınması ve bazı şaldlerin kaçmalarına mahal verilmemesi istenilmiştir [79].
Bunun üzerine, sözkonusu tarihte girişilen karşı hareket, adı geçen aşiret mensuplannı ve özellikle de Timur'u kaat altına aldırmış görünmüyor. Çünkü 1789[80] ve 1791 [81] yıllarında da düzen dışı faaliyetleri ile kendi varlığını hissettinniş olan Millo Timur ve aşiretinin, yine 1791 yılı Haziran ayında Hısn-ı Mansur ahalisinden bazı kişilerle de ittifak kurarak, Malatya mutasarnfi RişvanzAde Ömer Paşa'nın aleyhinde adam öldürmeye kadar varan hareketlere kalkışmış olduğu bilinmektedir. Onların bu seferki hareketlerinin önlenmesine dair Rakka valisi ve Maadin-i Hümayün eminine hitaben emirler gönderilmiş iken[82], Aralık 1792'de Ruha ahalisinin, eşkıyanın saldırılarından dolayı oldukça muzdarip olduğu ve bölge halkının sözkonusu hareketlerden dolayı karşılanamayan ihtiyaçlarının giderilmesi için civar vilayetlerden zahire tedariki yolunda bir hükmün bölge ileri gelenlerine hitaben gönderilmiş olduğu da bilinen bir husustur[83]. Yani Millo Timur ve adamları iskan yerleri olan Rakka'dan çıkarak etrafta yeniden eşkiyalık olaylarına başlamıştır.
Görünen o ki, Millo Timur ve adamları bir türlü zabt-ı rabt altına alınamamaktadır. Nitekim, 1794-95 yıllarında 80 kişi kadar olan Millo Timur ve adamları bu sefer de Silvan yöresinde faaliyet göstermeye başlamıştır. Millo eşluyasının bu yöredeki faaliyetlerinin önlenmesi için de Amid, Ergani ve Silvan kadılar' ile mütesellimlerine çeşitli emirler gönderilerek bölge halkının rahaunın sağlanması istenilmiştir [84].
Bu arada I805'lerde Ergani madeni ve civarındaki kazaların eşkiyalık olaylarına maruz kaldığı ve buradaki faaliyetlerin içinde Millo aşiretine mensup kişilerin de yer aldığı görülmektedir. Sözkonusu tarihlerde meydana gelen ve adı geçen madene civar olan kazalarda dirlik ve düzenliği bozan ve hatta, zikredilen madende idareci konumunda bulunan kişinin bile başedemeyeceği boyutlara ulaşan hareketler nedeniyle, toplum düzeninin yeniden sağlanabilmesi için Maadin-i Hümâyun emininin de katıldığı bir askeri harekat dûzenlenir. Harput kazası dahilinde yer alan Behrimaz nahiyesi civarında meydana gelen silahlı çatışmada eşkiya grupları yenilgiye uğratırlır ve askerin önünden kaçan bir kısım eşkiya Rakka dolaylarına gider. Böylece Ergani madeni ve civarını karıştıran olaylar önlenmiş olur.
Fakat sözkonusu tarihte düzenlenen bu hareketler ile de Millo aşiretine mensup eşkiyaların kaat altına alınamadığı ve onların uzun yıllar yönetim için bir tehdit oluşturduğu anlaşılmaktadır[85]. Buradan hareketle, ele alınan dönem boyunca bu aşirete mensup bazı grupların düzen dışı hareketlere devam ederek devleti uğraştırmış olduğunu söyleyebiliriz.
5-Diricanlı Aşireti:
Osmanlı döneminde, Malatya, Arguvan, Arapkir, Keban, Gerger, Maraş ve Rakka dolaylarında meskun olan bu aşiretin [86] Arapkir ve Arguvan dolaylarında yaşayan mensuplarından bazı kişilerin ele aldığımız dönem içerisinde 1780 ve 1782 yıllarında bir takım mevzii düzen dışı hareketlere giriştikleri bilinmektedir [87].
6-Ömerkanlu Aşireti:
Bu aşiret de Osmanlı ülkesinde Diyarbakır, Ergani, Mardin ve Rakka taraflarına yayılmış durumdaydı. Adı geçen aşiretin Yukarı Fırat Havzası dahilinde, Maadin-i Hümayün Emaneti sınırları içerisinde yaşayan kollarının da diğer aşiretler gibi, XIX. yüzyılın ilk yarısında bir müddet düzen dışı hareketlerde bulunduğu bilinmektedir. Şöyle ki, sözkonusu aşiret mensupları, 1802 lerde madenlere civar olan kazalardan gelip geçmeye ve bu esnada da adam öldürme, mal gasbetme gibi faaliyetlerde bulunmaya başlamıştır. Bu ise maden üretim faaliyetlerini olumsuz yönde etkileyen bir durum doğurmuştur. Hatta, onların bu hareketi sadece belirtilen yerlerle sınırlı kalmayıp, bir müddet sonra Diyarbakır, Muş ve Erzurum dağlarında da görülmeye başlanır. Bu arada, Bağdat'a gelip giden devlet görevlilerinin yollarını keserek mal ve eşyalarını gasbetmeye kadar varan hareketleri üzerine onların itaat altına alınması için Ergani, Palu, Çarsancak, Kığı, Çapakçur beyleri ile maden eminine hitaben ayrı ayrı emirler yazılmıştır[88]. Ancak, bu emirlerin herhangi bir fayda sağlamadığı anlaşılıyor. Çünkü aynı aşiret mensuplarının 1806 ve 1806'larda Ergani'deki kısmi bir hareketinin [89] yanında, 189 ve 1810'larda da önceki gibi geniş çaplı bir harekete kalkıştıkları bilinmektedir. Bu hareket üzerine aynı şekilde Ergani, Palu, Kığı, Çarsancak, Çapakçur ve Eğin kazaları ileri gelenlerine hitaben merkezden ayrı ayrı emirler gönderilerek hareketin önünün alınması istenilmiştir[90].
7 — Cihanbeyli Aşireti:
Bu aşiret de, Keban madeni civarında mensupları bulunan ve mensuplarından bir türlü vergi alınamayan, madene kömür tedariki ile görevlendirilemeyen ve şer-i Şerif ile emr-i şerife itaatlerinin sağlanması güç olan bir diğer aşirettir. Ancak, bunların bu bölgedeki hareketlerinin uzun süreli ve etkili olmadığı görülmektedir. Çünkü onların, 1763 ve 1764 yıllarında Keban madeninde bulunan hazinedarın mal ve eşyalarını gasbetmeleri üzerine yapılan karşı hareketden[91] sonra bir daha yörede kanun dışı hareketlerine rastlanmamaktadır. Böyle olunca da, aşirete mensup kişilerin sözkonusu tarihten sonra bölgeyi terkettiklerini düşünebiliriz. Nitekim, incelediğimiz dönemin sonuna kadar adı geçen aşiret mensuplarının madenler bölgesinde yaşadıklarına dair başka bir kayıtla bir daha karşılaşılmamaktadır.
8 — Melikanlu Aşireti:
Yörede kanun dışı hareketlere kalkışan bir diğer aşiret de Melikanlu aşiretidir. Sözkonusu aşiret mensupları, 1780 yılında Kahta'da maden üretim faaliyetlerini engellemiş[92], 1784'de de eskiden beri gitmekte oldukları yaylaklarına gitmeyerek Divriği, Eğin ve Arapkir arasında yer alan Sarıçiçek Yaylasına konmuşlar ve burada toplumsal düzeni bozucu hareketlere başlamışlardır. Onların bu hareketleri Sivas valisi, Divriği paşası ve maden emininin ortaklaşa giriştikleri bir müdahale ile önlenmiştir[93].
9 — Diğerleri:
1780'de madenler bölgesine tecavüz ederek kömür işi ile uğraşan reayaların üzerine saldıran Sıçanlı Aşireti[94] ve yine aynı yıl Çermik kazasına saldırarak kaza serdarının evini soyup mal ve eşyaların' çalan Bıçaklı Aşireti[95] ile 1816 yılında maden reayasından olduğu halde verecekleri kömürü vermemek, ahalinin mallarını gasbetmek ve çalmak gibi hareketlere kalkışan Dalyan1u[96] aşiretleri Yukarı Fırat Havzasında eşkiyalık hareketlerinde bulunmuş olan diğer aşiretlerdir. Ancak, hemen belirtelim ki, belirtilen aşiretlerin de bölgede giriştikleri hareketler mevzii kalmış ve kısa sürede önlenmiştir.
Ele aldığımız dönemde bölgede kanun dışı hareketlerde bulunan birkaç aşiret daha vardır. Bunlardan biri, 1807 ve 1808 yıllarında maden emaneti dahilinde yer alan Çüngüş kazasında faaliyetde bulunan Firşatuşakları Aşiretidir. Kaynaklarda "öte geçe eşkiyası" olarak nitelenen ve olumsuz hareketlerinin önlenmesi için Besni mutasarrıfı ile Siverek voyvodasının görevlendirilmesine bakarak Fırat Nehrinin batı yakasında hayatları-nı sürdürdüklerini düşündüğümüz bu aşiret mensuplarının düzen dışı hareketlerinin de uzun sürmediğini söyeleyebiliriz[97]. Buladuşaldarı da, aynı bölgede yani Çüngüş kazası ve civarında yine aynı tarihlerde ahaliyi bir süre rahatsız eden ve maden emininin üzerlerine kuvvet göndermesi ile adı geçen kaza ve civarındaki faaliyetlerine son veren bir diğer aşirettir[98]. Sözkonusu aşirete mensup kişiler, bu hareket üzerine maden emininin önünden kaçmak suretiyle takibattan kurtulmuşlardır. Ancak, Buladuşakları aşi-retine mensup bu kişilerin bundan bir yıl sonra 1809'da tekrar kendi bölgelerine gelerek, yanlarına o yörede bulunan diğer şekavet ehli güruhları da alarak yeniden eşkıyalığa başladıklarını görüyoruz. Bunun üzerine Çüngüş ve Ebutahir kazalarının ileri gelenlerince düzenlenen bir askeri hareket ile onlar etkisiz hale getirilir [99].
b — Kişisel ve Toplu Eşkiyalık Olayları:
Bu arada, 1888'lerden itibaren Besni kazası ve civarında eşkiyalık faaliyetlerine katılan kişilerin ve dolayısıyla da eşkiyalık olaylarının yoğunlaşmış olduğu görülmektedir. Nitekim, belirtilen yıl Gerger kazasına tabi olan ve şekavet ehli diye bilinen Bivul, Haburaman ve Dini gibi bazı köylerin ahalisi, sadece kendi yaşadıkları yerlerde düzen dışı hareketlere kalkışmakla kalmamış, Çüngiiş kazasına bağlı yerlere de zarar vermeye başlamışlardır. Onlar bu işi, Fırat Nehrini geçerek gece ve gündüz yollardan gelip geçenleri taciz etmek ve rençberlerin ürünlerini ve madenler için görev yapan odunculann kestikleri odunlan gasbetmek suretiyle yapmaktaydılar. Ancak o sıralarda bölgede dirayetli bir şekilde idarecilik yapmakta olan Yusuf Ziya Paşa'nın maden eminliğine atanması ile onlar bu türden faaliyetlerine son vermişlerdi[1oo]. Fakat, 1809 yılında Besni dolaylannda yaşayan eşkiya güruhlarının yeni bir harekete kalkışmış olduklarını ve işi madenlerde bulunan hazinedan öldürmeye kadar vardırdıklarını biliyoruz. Bunun üzerine, eşkıyanın tedibi için maden emininin de isteği üzerine Arabistan, Antep, Rumkale ve Maraş'da bulunan askeri kuvvetlerden yararlanıldığı gibi, Keban, Ergani, Siverek, Samsat ve Hısn-ı Mansur'da bulunan askerlerden de yararlanılarak hareketin önü alınabilmiştir[101]. Eşkiya güruhlarının dört bir taraftan sıkışırılması ile gerçekleştirilen bu hareketin etkili olmuş olduğunu ve 1811 yılında meydana gelen mevzif bir olay [102] dışında Çüngüş ve çevresinde başka bir karışıklığın meydana gelmediğini söyleyebiliriz.
XVIII. yüzyıl sonu ile XIX. yüzyılın ilk başlarında Yukarı Fırat Havzasında geniş çaplı bir diğer eşkiyalık olayının daha meydana geldiğini görüyoruz. O da, Malatya ağalarından Sülükoğlu Hacı Mahmut isminde bir şakınin liderliğinde meydana gelen ve Akçadağ, Tepehan, izollu, Aluçlu ile şiro yöresinde bulunan şakflerin de katılımı ile onbeş yıl gibi uzun bir süre devam eden eşkiyalık olaylarıdır. Sülükoğlu ve adamları bu süre zarfında bir aralık Malatya şehrine saldırmış ve gasp, hırsızlık, ırz ve namusa tecavüz gibi olaylara cüret etmişlerdir. Onlar, aynı olayda, şehirde bulunan ulemaya hakaret, bölgeden geçen hacıların yollarını kesme ve madencilik hizmetlerini gören çeşitli hizmetli gruplarını çalışamaz duruma getirmek gibi faaliyetlere de kalkışmışlardır. Nihayet 1806 yılında üzerlerine maden emininin kuvvet göndermesi ile daha önceki yıllarda bir türlü etkisiz hale getirilemeyen bu eşkiya topluluğunun faaliyetine son verilmiştir[103].
1806 yılında bölgede yaşanan başka bir eşkiyalık olayı da Suroğlu Hasan ve adamları tarafindan Çarsancak kazasına saldırılmasıdır. Bu olay da aynı şekilde maden emini tarafından bastırılmıştır[104].
İncelediğimiz dönemde yerleşim birimlerine saldırılması türünden bir diğer olay da, 1765 yılında yaşanmıştır. Belirtilen tarihteki olayın faili ise, o sırada madenlerin idarecisi olan emindir. Maden emini Mustafa Bey, yanına toplamış olduğu şakiler ile Harput şehrini basarak yağma hareketine girişmiş ve bir kısım halkın şehirden kaçmasına sebebiyet vermiştir [105]. Dolayısıyla, zaten firsat kollayan birtakım eşkiya güruhlan yukarıda da değinildiği üzere art niyetli bir ehl-i örf mensubunun kendilerine yapmış olduğu daveti fırsat bilerek Harput'u yağmalayabilmiştir ki, aynı yıllarda Harput'da eşkiya, kendisine asker süsü vererek birtakım faaliyetlerde de bulunmaktaydı[106].
D - Eşkiyalık Olaylarının Önlenmesi için Alınan Tedbirler:
Yukarıda da görüldüğü üzere, XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın ilk başlarında Yukarı Fırat Havzasında çeşitli sebeplere dayalı olarak birçok eşkiyalık olayı meydana gelmiştir. Gerçi sözkonusu dönemde, bu türden olaylar Osmanlı ülkesinin değişik yerlerinde de görülmekteydi, sadece bu bölgeye has değildi. Çünkü, belirtilen dönemde, özellikle Rumeli'de dağlı eşkiyasının faaliyetleri ile ülkenin değişik yerlerinde paşaların yönetim karşıtı hareketleri sözkonusu idi ki, o sıralarda Mısır ve Rumeli'ye gönderilmekte olan düzenli ordu birliklerinin bile eşkiya tarafindan soyulmaya kalkışıldığı da bilinen bir gerçektir[107]. İncelediğimiz dönemde Os-manlı devleti, devletler arası ilişkiler açısından da oldukça zor durumlar yaşamaktaydı. Dolayısıyla eşkiya taifeleri Yukarı Fırat Havzasında da ellerine geçen fırsatlar değerlendirerek, devletin dış politika açısından içinde bulunduğu zor durumu da göz önünde bulundurarak bölgede toplumsal huzuru bozucu hareketlere kalkışmıştır.
Bu noktadan hareketle, devlet, içinde bulunduğu bütün olumsuzluklara rağmen, gerek ülke genelinde ve gerekse incelediğimiz bölgede sosyal huzurun temini ve ahalinin rahat ve güvenliğinin sağlanması için ilgililere hitaben zaman zaman çeşitli hükümler gönderme yoluna gitmiştir[108].
Merkezi yönetimin yörede meydana gelen ve bazen müfettişler göndererek tespit ettirdiği olaylar karşısında yayınlamış olduğu hükümler doğrultusunda, yörenin idarecisi durumundaki maden eminlerinin de gerek olay-lar başlamadan ve gerekse başladıktan sonra aynı mealdeki emirleıi, idareleri altındaki kazalar ileri gelenlerine hitaben buyuruldularla duyurduklarını biliyoruz[109]. Onlar da böylece, gelen emirler doğrultusunda kendi bölgelerinde yaşayan halkın huzur ve güvenliğini sağlamaya çalışmışlardır.
Bütün bunlara rağmen bölgede bir eşkiyalık olayı duyulursa veya zuhur ederse bölgenin idarecisi olan kişiler, olayın duyulduğu yere önce bir mübaşir göndererek olayın doğruluğu ve sıhhati hakkında bilgi alıyorlar-dı[110]. Böylelikle yol kesen, adam öldüren ve halkın malını gasbeden eşkiyaların bulundukları yerlerin marifet-i şer ile tespiti ve bu olaylara sebep olanların, gereken cezalarının verilmesi için deftere kaydedilmeleri sağlanıyordu. Dolayısıyla alınacak karşı tedbirlerin tespiti ve sıhhati de böylece ortaya çıkmış oluyordu.
Bu arada maden ocaldarının eşkiyalık olaylarından zarar görmemesi için ocaldarın bulunduğu yerlerde özel güvenlik birimlerinin de her zaman için hazır bulundurulduklarını da belirtelim[111].
Yine, merkezi yönetimin bölgede meydana gelen veya gelebilecek olaylar karşısında önceden almış olduğu bir başka tedbir de, yöreye-özellikle madenler bölgesine-muktedir bir idarecinin atanması ilkesini benimsemiş olmasıdır. Ancak, devletin bu konuda geç davranmış olduğu bilinmektedir. Çünkü burada söz edilen prensip kararının 1805 yılında alınmış olduğunu biliyoruz.
Sözü edilen prensip kararına bağlı olarak başvurulan bir diğer tedbirin de, yöreye atanan idarecilerin bizzat görevleri başında bulunmaları, yani bölgeyi mütessellim veya başka türlü vekilleri ile yönetmemeleri ilkesi olduğu görülmektedir[112].
Burada sözü edilen bütün tedbirlere rağmen yörede meydana gelen veya duyumu alındıktan sonra gönderilen mübaşider vasıtası ile doğruluğu sabit olan olayların önlenmesi için yönetimin başvurduğu ilk yol, herhangi bir zor kullanmaksızın, yani, kuvvete başvurmadan eşkıyanın itaate davet edilmesi yolunda yapılan telkinlerdir[113].
Yapılan telkinler eşkiya tarafından kabul gördüğü takdirde ardından yapılan veya başvurulan yöntem ise, olaylara karışanların bu türden olaylara bir daha kalkışmayacaklarına dair nezre bağlanmalarının sağlanmasıdır. Mesela, 1763 yılında Çarsancak civarında eşkiyalık faaliyetlerine kalkışan Kara-çorlu-zâdelerden iki kişi 15000 kuruş nezre bağlanmıştır[104]. Yine 1781 yılında Şeyh Hasanlu, Disümlü ve Kurdu aşiretlerine mensup eşkiyalarm da, kendilerine yapılan nasihat ve telkinleri kabul ederek bir daha olumsuz tavır içerisine girmeleri durumunda maden idaresine aynı şekilde 15000 kuruşluk bir nezr bedeli ödemeyi kabul ettikleri bilinmektedir[115].
Eğer eşkiya güruhları kendilerine yapılan telkinleri kabul etmeyip faaliyetlerine devam edecek olurlarsa, onlara karşı yapılan muamele ise[116], genellikle üzerlerine asker göndererek tedip edilip etkisiz hale getirilmeleridir.
Bölgede sosyal düzeni bozan veya bu düzenin bozulmasında etkili olan, herhangi bir ehl-i örf taifesi ise, devlet, halktan gelen istek doğrultusunda gerekli tahkikatı yaptıkdan sonra icap eden kararı veriyordu. Mesela 1817 yılında Kemalı ve Gürcaniş kazaları ahalilerinin vaki olan arzları üzerine, ahalinin arzlarında belirtilen isteklerinin hemen yerine getirilmiş olduğu ve bu cümleden olarak onlara zulmedenlerin nefyedildikleri bilinmektedir[117]. Yani bu konuda başvurulan tedbirler arasında nefy cezası da yer alıyordu. Aynı şekilde, Mart 1785'de maden emini olan mir-i mirandan Musfafa Paşa'nın Çemişgezek halkına karşı girişmiş olduğu katl-i nüfus, gasp ve diğer mezalimlerden dolayı görevinden azledildiği de bilinmektedir[118]1805 yılında kendi bölgesindeki halka zulmeden Kuruçay voyvodası da, halktan gelen isteğin yerinde bulunmasıyla görevinden alınmıştır[119]. Diğer yandan, Malatya voyvodası hakkında da, halka zulüm yapıyor şeklinde vaki olan şikayet üzerine tahkikata geçildiği bilinmektedir[200]. XIX. yüzyılın ilk başlarında özellikle Eğin kazası başta olmak üzere o civardaki halka zulmeden Mustafa Paşa ve oğlu Veli'nin bu doğrultuda hakkından gelindiği bilinmektedir. Bu örneklerden de anlaşılacağı üzere devlet, her zaman olduğu gibi ele alınan dönemde de, bölgede yaşayan halkın refah ve mutluluğu ile huzurunun sağlanması maksatlarma yönelik olarak, huzuru bozan veya dü-zen dış hareketlere kalkışanın yönetici zûmreye mensup olması durumunda bile lazım olan tedbiri almaktan çekinmemiştir.
Aşiretlerin giriştikleri veya toplu olarak icra edilen eşkiyalık hareketleri karşısında yukarıda belirtilen tedbirlerin fayda etmediği durumlarda devletin başvurduğu tedbir ise, aşiret mensuplarının iskana tabi tutulmaları idi. Iskan politikası, Osmanlı devletinin, daha önceki dönemlerden beri çeşitli maksatlara yönelik olarak icra etmekte olduğu bir uygulama idi [121]. Ancak incelediğimiz dönemde uygulanmak istenen iskan faaliyetlerinde, daha önceleri de olduğu gibi, istenilen hedefe tam olarak ulaşılamadığı gözlenmektedir. Çünkü kaynaklarda belirtildiğine göre, yörede yaşayan ve yaptıkları düzen dışı hareketlerinden dolayı iskana-ki, bu teşebbüslerde genellikle is-kan yeri olarak RakIca öngörülmüştür [122]-tabi tutulmaları istenilen aşireder, gönderildikleri yerlere ya gitmemişler, yada gittikden bir müddet sonra eski yerlerine yeniden dönerek olumsuz hareketlerine devam etmişlerdir [123]. Böyle olunca da devlet, yukarıda da görüldüğü üzere ele alınan dönem boyunca aşiretlerin girişmiş olduğu eşkiyalık olaylarını önlemek için devamlı olarak uğraşmak zorunda kalmıştır. Bu noktadan hareketle şunu da belirtmekte yarar vardır Biz bu çalışmamızda her ne kadar Yukarı Fırat Havzasındaki eşkiyalık olaylarına zahiri sebepler aramaya çalıştlysak da, bölgede meydana gelen eşkiyalık olaylarının çoğunun sebebinin az önce işaret edilen hususta yattığını da söyleyebiliriz. Çünkü, yukarıda da görüldüğü üzere düzen dışı hareketlere kalkışan aşiretlerin çoğunun bu tür hareketlerine, ele aldığımız dönemden de önceleri başlamış oldukları bir vakıadır. Böyle olunca da, zamanında önü alınamayan olaylar, daha sonraki dönemlerde de yeni olaylara sebep olma durumundaydı.
Sonuç:
Görünen o ki, XVIII. yüzyılın ikinci yarısı ile XIX. yüzyılın ilk yarısın-da Yukarı Fırat Havzası, sosyal açıdan büyük huzursuzlukların ve çalkantılarm yaşandığı bir bölge olmuştur. Bunda da bölgede yaşayan çeşitli aşiretlere mensup cemaatler veya topluluklar ile bazı kişilerin sebep oldukları düzen dışı faaliyetler etkili olmuştur. Ve yine, kaynaklardan anlaşıldığına göre, bu olayların sebepleri sadece ele alınan dönemle ilgili değildir veya sebep olarak görünen hususlar, o dönemde ortaya çıkmamıştır. Aksine, genel olarak her olayın sebepler açısından bir evveliyannın olduğu anlaşılmaktadır. Yani bir aşiret veya cemaat veya kişiler eşkiyalık faaliyetine kalkışmış ise, bunda, önceki dönemlerdeki eşkiyalık olaylarının da etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bundan dolayı, bölgede meydana gelen eşkiyalık olaylarının sebeplerini irdelerken, Osmanlı devletinin XVI ve XVII. yüzyıllarda gerek sosyal, gerek siyasi ve gerekse ekonomik yönlerden yaşadığı sıkıntıları ve bunalımları göz önünde bulundurmak gerekliliği ortaya çıkmaktadır. Böyle olunca da, yöredeki eşkiyalık olayları ele aldığımız bütün bir dönem boyunca zincirleme olarak devam etmiştir. Bundan, küçük toplulukların girişmiş olduğu hareketler ile kişisel düzeyde meydana gelen olayları müstesna tutabiliriz. Çünkü, belirtilen türden olayların kısa sürede bastırılarak önü alınmış ve bir daha meydana gelmelerine mahal verilmemiştir.
Bölgede ortaya çıkan eşkiyalık olaylarının aynı dönemde Anadolu'nun veya Osmanlı ülkesinin değişik yerlerinde meydana gelen olaylardan karakter yönünden bazı farklılıklar arzettiği de görülmektedir. Burada, herşeyden önce kapısız levendlerin, asker kaçkınlarının, çift bozan reayasının vb. kişi veya grupların sebep olduğu olaylara neredeyse hiç rastlanılmamaktadır. Aksine, büyük ölçüde daha önceleri olmuş olan olaylar nedeniyle "eşkiya"ilan edilen ve devamlı olarak takibat altında tutulan aşiretlerin giriştiği düzen dışı hareketler sözkonusudur.
Yine, bölgede meydana gelen olaylarda büyük ölçüde, o yörede yürütülen madencilik faaliyetleri sebebiyle tekalif-i örfiyeden ve genelde de seferden muaf tutulan aşiretlerin, ûzerlerine yüklenen mükellefiyederi yerine getirmeme düşûncesinin etkili olduğunu, bunun yanında soygun yaparak mal mülk elde etme düşüncesinin ikinci sırada kaldığını söyleyebiliriz.
Ayrıca, bu bölgede ortaya çıkan olayların önlenmesi açısından alınmış olan tedbirler yönünden de meseleye yaklaşacak olursak, Saruhadda olduğu gibi eşkıyanın görüldüğü yerler ahalisinin topluca nezre bağlanması gibi 124 toplumu bütünüyle rencide edici veya sorumluluk altına sokucu uygulamalara başvurulmamış olduğu görülmektedir.
Diğer yandan, eşkiyalık faaliyetlerinin bölgede bir türlü önünün alınamamasında ve uzun süre devam etmesinde, yörenin eşkiya lehine olan dağlık, sarp ve kayalık coğrafi yapısının etkili bir sebep olduğu da ortaya çıkmaktadır. Bunda bir de, bölgede büyüklü küçüklü oldukça çok sayıda aşiretin mevcut olması etkili olmuştur. Çünkü, yukarıda da görüldüğü üzere devletin yörede uğraştığı aşiretlerin sayısı kabanktı ve üstelik bunlar değişik alanlarda yaşamaktaydı.
Devlet uzun süre kendisini uğraştıran bu olayların önüne geçebilmek, dolayısıyla bölge halkının huzur ve rahatı ile, madencilik faaliyetlerinin sûrekliliğini temin edebilmek için elinden geleni yapmıştır. Ancak, devletin bunda, bölgede görev yapan iktidarlı idarecilerin dönemleri hariç tutulacak olursa başarılı olduğu söylenemez.