Büyük Selçuklulann, fazla uzun sürmeyen yükselme dönemlerinden sonra Ortadoğu'da genel manada İslami' bir güç birliğinin sağlanamaması, Batı Dünyası'na, beklenmekte olan arzuların gerçekleşmesi hususunda ye-ni bir ümit ışığı yakmıştı. Bu sebeple Avrupa Hıristiyanlan, ellerine geçen bu fırsatı değerlendirmek istemişlerdi. Batılılar, bu maksatla, genellikle Pa-palık Makamı'nın öncülüğünde çeşitli milletlerden oluşan, sayılan yüz bin-leri bulan ve tarihte adına Haçlı Seferleri denilen savaşları başlatmışlardı. Söz konusu olan bu savaşlar, ya papa ve papazlann aforozundan kurtulmak, ya bu makamları işgal edenlerin yanında saygınlık kazanmak, ya da genel anlamda Hınstiyan Dünyası'nda siyast bir üstünlük sağlamak gayesi ile, Ortaçağ Avrupası'nın kaderini ellerine geçirmiş bulunan imparator ve kralların katılmasıyla pek çok gayeler uğruna yapılmıştır. Anadolu'yu ve genel anlamda Ortadoğu'yu bir kan gölü haline getiren ve bir çoğu çapul-cu ve şuursuz kitlelerden oluşan bu ordular, asırlann dışına taşan amansız saldınlanyla, özellikle ilk hatta yer alan İslam devletlerinin rahat bir nefes almasına fırsat vermemişlerdi. Bizans İmparatorluğu'nun ömrünü uzunca bir zaman uzatmaya 'yarayan bu Haçlı akınlan,Ortadoğu'da yer alan o dönemin İslam devletleri arasında, belli ölçüler içinde kalan bir şuurlaşma hareketinin oluşmasına yol açmışsa da, ne yazık ki, onların, büyük bir güç birliği halinde bir çatı altında toplanmalannı sağlayacak elverişli bir ortam hazırlayamamıştı. Gerek Büyük Selçuklulann ve gerekse Anadolu Selçuklu Devleti'nin içinden, bu geniş bölgelerde, büyük çapta dağınık duruma gelmiş İslam ve Türk devlet ve emirlilderini birleştirebilecek nite-likte güçlü bir liderin çıkmamış olması, Haçlılar karşısında verilen büyük mücadele ve zaman zaman kazanılan mühim başanlara rağmen, gösterilen bu gayretler, Hıristiyan Dünyası'nın bütünüyle ümidini kıracak bir se-viyeye gelememişti.
İşte bu sıralarda, bir yandan Abbas 1 Devleti'nin gücünü yitirmesi, bir yandan da Sultan Melikşah (dönemi: 465-485/1o72-1092)'ın vefatından sonra Büyük Selçuklulann çalkantılar göstererek bir dağınıklık içine girmeleri, ufukta görünen Haçlı tehlikesinin ikinci plana atılmasına yol açtı. Bu büyük tehlikeye göğüs germe vazifesi, Anadolu'da, Anadolu Selçuklu-lanna, Suriye'de ise, Büyük Selçuklularm bu bölgeyi idare eden valilerinin omuzlanna bırakıldı. Bu dönemde, Büyük Selçuklular tarafından Musul ve dolaylanna vali olarak tayin edilen imaduddin Zengi (dönemi: 521-541 / 1127-1146), bir yandan, Dımaşk Atabeğliği'nden bazı yerleri koparıp ha-kimiyet alanını genişletirken bir yandan da özellikle Kuzey Suriye'de Haç-lılara karşı gerçek bir mücadele vermekteydilmaduddin'in bu alanda ser-gilediği kararlı ve şuurlu mücadeleler, İslam dünyasınca takdirle karşıla-nırken Haçlılar açısından ise düşündürücü bir anlam taşımaktaydı. Onun, Yıva boyunun bir kolunu teşkil eden Yaruklu Türkmenleri'ni Batı İran'dan getirtip Halep ve dolaylarına yerleştirmesi [1], üzerinde ehemniyetle durulması gereken bir konudur. Büyük Türk emiri Zengi, bu şuurlu ça-basıyla, bir yandan bu bölgedeki Türk ve İslam yoğunluğunu arttırmayı hedef alırken bir yandan da Haçlılara karşı köklü ve kalıcı tedbirlere baş vurduğunu gösteriyordu. Suriye'ye yerleştirilen bu Türkmenlerin, çeşitli hususlarda Zengilere sağladıkları büyük destek, yalnız Suriye bölgesiyle sı-nırlı kalmamış, Mısır'ın, Nuruddin Mahmud döneminde bütünüyle ele geçirilip Fatimilerin tarih sahnesinden çekilmelerinde de kendini göstermiştir[2]. İşte yiğit ve büyük teşkilatçı imaduddin Zengi, attığı bu kararlı adımlanyla, tarihi bir şehir olan Urfa'yı da haçlılardan almayı başarmış (539/1144) ve vefatından sonra kendi soyundan gelen haleflerine, İslam Tarihiİmaduddin Zengi'nin vefatından sonra ikiye ayrılan bu devletin Halep kolunu devam ettiren ikinci oğlu Nuruddin Mahmud (541-569/1146-1174), babasının yerini tutacak hayırlı bir halef olduğunu kanıtlamakta ge-cikmemiştir. Nitekim o, babasının ölümü üzerine Urfa'yı geri almaya yel-tenen Haçlılan anında püskürtmüş; hayatı boyunca çeşitli cephelerde Hı-'nde başlı başına bir yer tutan Zengiler adıyla anılan bir devlet bırakmıştır'.[3]
İmaduddin Zengi'nin vefatından sonra ikiye ayrılan bu devletin Halep kolunu devam ettiren ikinci oğlu Nuruddin Mahmud (541-569/1146-1174), babasının yerini tutacak hayırlı bir halef olduğunu kanıtlamakta ge-cikmemiştir. Nitekim o, babasının ölümü üzerine Urfa'yı geri almaya yel-tenen Haçlılan anında püskürtmüş; hayatı boyunca çeşitli cephelerde Hırıstiyanlarla yaptığı mücadele ve cihadlanyla Franklann elinde bulunan bir çok kale ve şehri geri almış ve onları Filistin ve Lübnan loyılannın dar şeridine sıkıştırmıştır. O, bir yandan, ülkesinin doğusunda ve kuzeyinde yer alan emirliklerle iyi geçinerek Müslümanlar arasında bir birliğin ku-rulmasına çalışmış, bir yandan da Dımaşk Atabeğliği'ni ortadan kaldırıp Musul bölgesinin de içinde bulunduğu Suriye birliğini tamamlamak sure-tiyle adım adım tasarladığı hedeflere yarma yollarını aramıştır.
Nuruddin Mahmud'un belli başlı üç mühim gayesi vardı. Onun ilk hedefi, bölgedeki İslam hükümdarlannın, hiç olmassa dışa karşı bir güç birliği oluşturarak Haçlılar karşısında mücadele etmelerini sağlamak ve bu suretle onları İslam topraklarından bütünüyle çıkarmaktı. Hükümdarm bu birlik tasarısı ve bu uğurda harcadığı gayretler, istenildiği ölçüde sonuç vermediğinden, onun Franklarla yaptığı kutlu savaşları ne yazık ki, büyük çapta kendi güç ve imkânlanna bağlı kalmıştır. Bununla birlikte sultan, benzeri pek bulunmayan bir cihad örneği sergilemiştir. Kudüs'ün Frank-lardan kurtarılması kendisine nasip olmamışsa da, daha sonra bu fethin gerçekleştirilmesi için gereken şartların oluşmasını o sağlamıştır.
Sultanın ikinci ve yine vazgeçilmez bir gayesi de, döneminde, iş başı-na gelmiş olan Abbasi Halifelerinin de teşvikiyle, Mısır'da hüküm süren Şii Fatımi Devleti'ni ortadan kaldırıp bu bölgeyi de Sünnet Ehli bayrağı altında bütünleştirmekti. Onun, en kısa ve en kestirme yoldan bu hedefe ulaşabilmesi halinde, Haçlılarla yaptığı sürekli mücadeleye daha büyük bir hız ve güç kazandıracağı da hesap edilmekteydi.
Nuruddin Mahmud'un üçüncü ve ileriye yönelik bir hedefi de, istan-bul'un fethedilmesiydi. Yalnız İslam Tarihi açısından değil, dönemleri, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalanyla ilgili olan bütün milletlerin tarihleri ba-kımından da istanbul'un ayrı ve seçkin bir yeri ve ehemmiyeti bulunmak-taydı. Hz. Peygamber (s.a.)'in, bu şehrin, müslümanlar tarafından fetholu-nacağını müjdelemesi, bu gaye uğrunda yapılacak cihada büyük bir kudsiyyet kazandırmıştı. Bu sebeple Müslümanlar, tarih boyunca böyle yüksek bir şerefe kavuşabilmek için gerçekten de samimi bir gayret ve he-yecan harcamışlardı".[4]
Nuruddin Mahmud'un üçüncü ve ileriye yönelik bir hedefi de, istan-bul'un fethedilmesiydi. Yalnız İslam Tarihi açısından değil, dönemleri, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalanyla ilgili olan bütün milletlerin tarihleri ba-kımından da istanbul'un ayrı ve seçkin bir yeri ve ehemmiyeti bulunmak-taydı. Hz. Peygamber (s.a.)'in, bu şehrin, müslümanlar tarafından fetholu-nacağını müjdelemesi, bu gaye uğrunda yapılacak cihada büyük bir kudsiyyet kazandırmıştı. Bu sebeple Müslümanlar, tarih boyunca böyle yüksek bir şerefe kavuşabilmek için gerçekten de samimi bir gayret ve he-yecan harcamışlardı".kesin olarak belirtmekle kalmamakta, bunun, büyük dalgalar halinde bir-birini izleyen Haçlı Seferlerini durdurmada nasıl bir kapı ve kilit vazifesi göreceğini de ortaya koymaktadır. Nitekim Kitapçı Hocamız da, asırlarca devam ederek, ister Müslüman ve isterse Hıristiyan olsun, yüzbinlerce in-sanın kanına ve canına mal olan Haçlı Seferlerinin, dini taassupla nasıl başladığını ve ne kadar insafsız olduğunu belintikten sonra, "Hz. Peygam-ber (s.a.)'in, asırlarca önce Istanbul'u Müslüman komutanlara boy hedefi göstermekle ne kadar uzak görüşlü olduğunu bir kere daha ispat etmiştir') demektedir.[5]
İşte Nuruddin Mahmud'un da, Hz. Peygamber (s.a.)'in meşhur Ha-dis'ine uyarak Istanbul'un fethini kendisine uzak bir gaye edinmesi boşu-na değildi. Çünkü bu mühim şehrin Müslümanlar tarafından alınmasıyla, Haçlılann Bizans aracılığı ile, başta Anadolu olmak üzere Islam ülkelerine yaptıkları saldırılara son verilmesi sağlanacak ve bu kilit noktada yoğunla-şacak islam gücüyle Avrupa'yı, en uygun ve en kestirme yoldan sıkıştır-mak mümkün olaİşte Nuruddin Mahmud'un da, Hz. Peygamber (s.a.)'in meşhur Ha-dis'ine uyarak Istanbul'un fethini kendisine uzak bir gaye edinmesi boşu-na değildi. Çünkü bu mühim şehrin Müslümanlar tarafından alınmasıyla, Haçlılann Bizans aracılığı ile, başta Anadolu olmak üzere Islam ülkelerine yaptıkları saldırılara son verilmesi sağlanacak ve bu kilit noktada yoğunla-şacak islam gücüyle Avrupa'yı, en uygun ve en kestirme yoldan sıkıştır-mak mümkün olacaktıcaktı.
O dönemlerde, Suriye'de yegâne söz sahibi olan büyük Islam ve Türk mücahidi Nuruddin, bu üç gayesinden Mısır'ın fethedilmesi işini bütünüyle gerçekleştirmiştir. Haçlılann bu bölgelerden atılması ise, yukarı-da da belirtmeye çalıştığımız gibi büyük çapta ümit verici bir çizgiye ge-tirilmişti. Mısır'ın, bu büyük hükümdar tarafından fethedilmesini başka bir makalemde geniş bir biçimde ele aldığımdan burada bu husus üzerin-de durulmayacaktır[6]. Bu makalede, Selahuddin Eyyübi (dönemi: 569-589/ 1174-1 ı 93)'nin Mısır ordusunu bütünüyle dağıtmasından, bunun ardın-dan iki ay geçer geçmez, Bizans Imparatorluğu ile Kudüs Kralı Ama-ury'nin yerli Franklardan oluşturduğu ortak ordunun Dimyat kuşatmalan-nı sonuçsuz bırakmasından sonra, söz konusu ülkede devlet çarkını tam anlamıyla ele geçirmesini izleyen yıllarda, gelişen bazı hadiseler sonunda, kendisiyle efendisi Nuruddin Mahmut arasında ortaya çıkan soğukluğun sebep ve sonuçları üzerinde durulacaktır. Ancak ortaya çıkan bu soğuklu-ğun sebeplerine geçmeden önce Nuruddin Mahmud'un, Selahuddin Ey-ytıbi hakkında beslediği engin güvenini ve benliğinde taşıdığı hükümdarlık yetenekleriyle, Mısır gibi büyük bir ülkenin idaresinin üstesinden geleceği-ne olan sarsılmaz inancını yansıtan bazı hususlara, çok özlü bir biçimde de olsa işaret etmenin gereğine inanmaktayım.
Bilindiği gibi Selahuddin Eyyübi, gençlik ve yetişkinlik dönemlerinin büyük bir bölümünü Nuruddin'in yanında ve hizmetinde geçirmiştir. O, hükümdannın, hemen her alandaki bilgi ve tecrübelerinden büyük çapta yararlanmış, kazandığı bu örnek davranışları hayatı boyunca tatbik etmeye gayret göstermiştir. Nuruddin Mahmut ta onda saklı olan cevheri ve hükümdarlık vasıfiannı keşfetmekte gecikmemiş; bu sebeple ona emirleri arasında seçkin bir yer vermiştir. Nitekim Üçüncü Mısır Seferi'ne karar verdiği zaman oraya gidecek ordunun değişmez baş komutanı olan Esedud-din Şirkuh (ölümü: 564/1169), yeğeni Selahuddin'in de yine kendisiyle gelmesini istemiş, Selahuddin ise, İkinci Mısır Seferi sırasında iskenderi-ye'de çektiği sıkıntılardan ötürü bu yolculuğa çıkmak istememişti. Bunun üzerine amcası durumu Nuruddin'e aktarma ihtiyacını duyduğundan, hükümdar meselenin üzerine ciddiyetle eğilmiş ve sonunda onun bu sefe-re de katılmasını sağlamıştır.
Şirkuh'un ölümünden sonra Selahuddin, Mısır'da, bir yandan Nu-ruddin'in naipliğini yapıyor, bir yandan da Fatımi Halifesic Adıd (dönemi: 555-567/116o-1170'm veziri bulunuyordu. Bu iki sultan hiç bir zaman birbirleriyle olan bağlantıyı kesmemişlerdi. Yapılacak işler, Nuruddin'in ona yazdığı mektuplardaki tavsiyeler ışığında yürütülmüştü. Hükümdar, naibine verdiği yüksek değeri belirtmek için ona yazdığı mektupların baş tarafında isminin yerine alametini kullanmaktaydı. Büyük Türk hükümda-n ona gerektiği her an tam techizatlı birlikler göndererek maddi ve mane-vi yardımlarda bulunmuştu. Bu sıralarda, yine bir askeri birliği, büyük kardeşi Turanşah (ölümü: 576/1180)ga Selahuddin'e gönderirken ona, Mısır'daki naibine bir kardeşi gözüyle değil, oranın, geniş yetkilere sahip bir hükümdan olarak bakmasını ve kendisine her zaman boyun eğmesini sıkı sıkıya tenbih etmişti. Ayrıca yine Selahuddin'in istemesi üzerine, ba-bası Necmuddin Eyyûb (ölümü: 568/1173)'un başkanlığında bütün ailesi-ni, büyük bir tüccar kafilesiyle birlikte Mısır'a göndermeyi kabul etmiş ve bu kafilenin emniyet içerisinde bu ülkeye ulaşmasını sağlamak için, başın-da bulunduğu bir orduyla Haçlılan oyalamış ve bu suretle onların adı ge-çen bölgeye bir kayıp vermeden ulaşmasını sağlamıştı [7]. Bu durum, Nu-ruddin'in, Eyyûb ailesinin Mısır'a toplanmasını kuşkuyla karşılaması şöyle dursun, onların bu isteklerini canla başla yerine getirdiğini göstermektedir. Bunlar, sultanın genel anlamda Eyytibi ailesine, husus? manada da Sela-huddin'e nasıl yüksek bir değer verdiğini yansıtan hususlardan yalnızca birkaçıdır.
Necmuddin Eyyüp ta, oğulBütün bunlar, her iki Türk hükümdarının, birbirlerine karşı beslediği, sıcak ilginin, yakın işbirliğinin ve sarsılmaz güvenin ne kadar sağlam oldu-ğunu göstermektedir. Ne var ki, zamanın değişmesiyle ortaya çıkan yeni şart ve durumlar, bu sıcak ilginin hep aynı biçimde devam edeceğine, so-ğumayacağma dair bir garanti vermemektedir. özellikle her dönemde hükümdarlarm etrafını kuşatan bazı makam ve servet düşkünü kimseler, hemen her meselede devreye girmekte ve çoğu zaman yüksek gayelerin gerçekleşmesi hilafına da olsa, istenmeyen bir takım yeni anlayış ve du-rumların revaç bulmasında etkili olmaktadırlar. öte yandan hükümdarlık mevkiinde bulunan hemen her melik ve sultanın gönlünde yatan daha ge-niş bir hakimiyet aşkı, aklı geri plana itip hisleri kamçılayacak bir duruma geldiği zaman, kardeşin kardeşe, babanın oğula ve oğulun babaya karşı çıkabileceğinin, yalnız İslam Tarihi'nde değil, bütün dünya milletlerinin tarihinde yaşanmış olduğunu, ileride de yaşanabileceğini rahatlıkla söyli-yebiliriz. İşte Nuruddin'le Selahuddin arasında ortaya çıkan soğukluğun sebeplerini araştırırken bu gerçeği hiç bir zaman gözardı etmemek gerekir; çünkü bu kanaat, meseleleri daha objektif bir anlayış içerisinde çözüme kavuşturmamızda bize yardımcı olacaktır. İslam Tarihi'nde, özellikle Haç-lılara karşı giriştikleri mücadeleleriyle büyük takdir toplayan bu büyük Türk kahramanlarını, konumuz bakımından incelemeye alırken, yukarıda belirtmeye çalıştığımız anlayışın yansıttığı ışık, bu hususta kılavuzumuz olacaktır.ları arasında Selahuddin'e hükümdar ada-yı gözüyle bakmaktaydı. Nitekim büyük devlet ve siyaset adamı Necmud-din, Mısır'a vardığı zaman Selahuddin babasına, oranın saltanatını teklif etmiş; ancak o, oğlunun hükümdarlığa lâyık olduğunu, "oğlum Allah seni bu işe ehil olduğun için seçmiştir" sözleriyle belirtmiş bulunmaktaydı.[8]
Nuruddin Mahmut'la Selahuddin Eyytıbi arasında gittikçe sezilmeye başlayan soğukluğun nirengi noktasını, ikincisinin ve bazı yandaşlarının, içten içe gizli bir hakimiyet mücadelesine girişmiş olmaları oluşturmaktay-dı. Hiç bir zaman belirgin çizgiler biçiminde gerçek yüzünü göstermemiş olan bu anlaşmazlık, daha çok dış çevrelerin davranış ve tutumlarından sezilmekteydi. Ortaya çıkan bir takım hadiseler karşısında, her iki tarafın değişik yaklaşımlar içinde bulunmaları, ister istemez bunların birbirlerine kuşku ile bakmalarını gerektirmekteydi. Bununla birlikte veli oldukları bi-le ileri sürülen gerek Nuruddin'in ve gerekse Selahuddin'in [9], bir yandan Sunni İslam Dünyası'yla henüz bütünleşmiş Mısır'ın eski duruma dönme-mesi ve bir yandan da bölgedeki Haçlılan doğudan ve batıdan bir kıskaç içine almış olan bu güç birliğinin dağılmaması için,aralarında beliren bu soğukluğun uzun zaman gün yüzüne çıkmaması hususunda sorumlu ve anlayışlı davrandıkları gözlenmekteydi.
Bu araştırmamız sırasında edindiğimiz kanaate göre, Nuruddin Mah-mut'la Selahuddin Eyyı-ibi arasında ortaya çıkan soğukluğun başlıca üç temel sebebi vardı.
I. İslam Tarihi'nin birinci sınıf devlet adamlarından sayılan bu iki sultan arasında baş gösteren soğukluğun başlangıcını, Mısır'daki Fatımi Halifesi Adıd'ın isminin bir an önce hutbelerden kaldırılıp onun yerine Abbas i Halifesi'nin adının anılmaslyla ilgili mesele teşkil etmektedir. Bu husus, yalnız dönemin Abbâsi halifelerinin üzerinde devamlı durduklan bir mesele olmayıp işin üstesinden geleceğine inandıklan büyük İslâm mücahidi Nuruddin'in de en mühim üç gayesinde birini oluşturmaktaydı. Türklerin İslâm dinine girmelerinden sonra tarih boyunca üstlendikleri Sunni İslam bayraktarlığmı yapma vazifesi, o sıralarda Suriye bölgesinde olduğu gibi, Mısır'da da Nuruddin'in boynunun borcu sayılıyordu. O, bu hususta kendini hem vazifeli, hem sorumlu ve hem de yetkili görüyordu. Sultan, nasıl vakit geçirmeden başta Halep olmak üzere Suriye'nin bazı yerlerinde dini merasimleri yeniden Sünnet Ehli mezheplerine uygun bir şekle sokmuş ise, şimdi de bu işi Mısır'da gerçekleştirmek istiyordu. Onun, sağlam İslâm inancı karşısındaki hassasiyeti ve titizliği ve hiç bir şekilde tavize yanaşmayan tutumu, bu hususta en ufak bir ihmal ve gev-şekliğe göz yummadığını göstermektedir. İşte bu hutbe meselesiyle ilgili olarak Selahuddin'le aralarında yeni yeni baş gösteren soğukluğun sebeb-lerini incelerken, belirtmeye çalıştığımız bu hususlann göz önünde tutul-ması, meselenin anlaşılmasına yardımcı olacak ve ona bir çok yönlerdNuruddin, Mısır'daki Fatımi Hilafetine çok daha önce son vermek is-tiyordu. Ancak, gerek kendi bölgesinde her zaman Haçlılarla yüz yüze bu-lunması, gerek bu iki devlet arasındaki bazı kısımlann Frank kontlukların-ca işgal edilmesi ve gerekse böylesine hayati bir meselede bu Şii devletin Kudüs Krallığıyla sıkı işbirliğine gitmesinin kaçınılmaz olması gibi mühim engeller yüzünden bu arzusunu gerçekleştiremedi. öte yandan o, Mısır'a ordu göndermeden önce Fatımi Devleti'nin gücü hakkında yeterli bilgiye sahip değildi. Ancak söz konusu devletin çarkı Selahuddin Eyytıbi'nin eli-ne geçince Fatımilerin bu bölgede Şiiliği, her türlü tedbire baş vurmaları-na rağmen sanıldığı kadar köklü bir şekilde yerleştiremedikleri anlaşıldı. Bu sebeple Şii Halifeliği'nin kaldırılmasının, daha önce sanıldığı gibi Mı-sır'da büyük bir tepkiyle karşılanmayacağı da ortaya çıktı.[10]
İşte bu gelişmelerden sonra Nuruddin, üzerine düşen en büyük hiz-metlerinden birini daha yapmak için zamanın geldiğini anladı. özellikle Abbas i Halifesi Müstencid bi'llah (dönemi: 555-560/ ı ı 6o- ı 70)'ın kendisi-ni teşvik etmesi,onun bu husustaki gayretlerinin daha da hız kazanmasına yardım etti[11]. Adı geçen halife, çok daha önce Eseduddin Şirkuh'un ilk Mısır Seferi'ne çıkacağı sırada Nuruddin'e bir mektup göndermiş bulun-maktaydı [12]. Selahuddin Mısır'a bütünüyle hakim olduktan sonra, Şii hut-besinin kesilmesinden önce, özellikle Şafıi Mezhebi başta olmak üzere Sünnet Ehli mezheplerinin yavaş yavaş yeniden canlanıp fılizlenmesini sağlamak için dini merasimlerde değişiklik yapmaya koyulmuştu [13]. O, bu çabalarıyla, ileride yapılacak değişikliğin yadırganmaması için Mısır halkı-nı belli bir çizgiye doğru yaklaştırmaya çalışmaktaydı.
İşte Mısır'ın, Selahuddin tarafından bütünüyle ele geçirilmesinden sonra Müstencid, Zengi Devleti'nin hükümdanna yeniden mektup gönde-rip bu ülkede kendi adına hutbe okutulmasını istemekteydi. Bunun üzeri-ne Nuruddin, Selahuddin'in, arzusu üzerine Mısır'a gönderdiği babası Necmuddin Eyyüp ile ona hitaben bir mektup daha göndererek Fatimi hutbesinin bir an önce kaldırılmasını emretmekteydi [14]. Selahuddin ise, tam bir güven içinde olmadığını, Mısırlıların belki de yeniden ayaklanabi-leceklerini öne sürerek sultandan şimdilik kendisini bağışlamasını rica ediyordu. [15]
Müstencid'den sonra yerine geçen oğlu Müstedi bi Nurillah (dönemi: 566-575/ ı ı 7o- ı ı 8o) ta bu konuda aynı yolu takip etti. O da, bu hususta sabırsızlanarak Nuruddin'e mektup yazdı ve bir an önce Mısır'daki hutbe meselesinin çözüme kavuşturulmasını istedi. Bunun üzerine sultan Nurud-din de, Mısır'daki naibinin ileri sürdüğü endişeleri yersiz bularak onun bu konudaki özürünü kabul etmedi. Ona yeniden mektup göndererek Fatimi hutbesinin kaldırılarak onun yeriSultan bu mektubunda yalnız hutbelerin Abbasi Halifesi adına oku-tulmasını emretmekle [16] kalmıyor, basılacak paralarda Abbasi Halifesi Müsteff nin adının yazdırılmasını da buyruklarına ilave ediyordu [17] . Böyle-ce hakimiyetin manevi yönden Abbasilere, gerçek manada da Nuruddin'e ve Selahuddin'e geçmesi hedef alınıyordu. Anlaşıldığına göre sultan, Mı-sır'daki naibini, artık hiç bir şekilde kaçamak yapamayacağı bir duruma getirmişti. Sultan, mektubun bir yerinde de, "ölüm saldırısının yapılıp fır-satın elden kaçırılmasından önce, dönemin İmam'ı Müstedî'nin, özellikle üzerinde durdugı, en başta gelen gayelerinden biri sayarak bütünüyle kendini verdiği, olumlu bir haber beklediği bu konuda, böylesine üstün bir faziletten ve onurlu menkıbeden nasibini alması için, bunun, hemen yerine getirilmesi gereken bir iş olduğunû" Selahuddin'e hatırlatıyordu [18] Is.ne hutbelerin artık Abbasi Halifesi Müstedi adına okutmasını kesin bir şekilde emretti .
Selahuddin Eyyûbî şimdi ne yapmalıydı? O, bir bakıma iki ateş ara-sında kalmıştı. Onun, sultanın emirlerine karşı gelmesi mümkün olmadı-ğına göre, arzu edilen doğrultuda karar vermekten başka çaresi yoktu. Ne var ki, Mısır sultanı, bir yandan ülkesinde karşılaşabileceği tehlikeyi düşünürken bir yandan da veziri bulunduğu Fatımi Halifesi'nin kendisine karşı duyduğu güvenin manevi ezikliğini duyuyordu. Ancak yapılacak işin ne olduğu açıklık kazanmıştı. O da Nuruddin'in buyruklarına uymaktı. Bunun için o, ileri gelen kimselerden oluşan bir meclis toplama ihtiyacınıduydu. Bu mecliste çeşitli görüşler ortaya atıldı. Anlaşıldığına göre bu mecliste olumlu olumsuz her şey konuşuldu. Bununla birlikte verilecek karar belliydi; yalnız bu hususta ilk adımı kim atacaktı? Bu sıralarda Mı-sır'a yeni gelmiş Emiru'l-Alim[19] olarak bilinen bir kişi onların çekingen davrandıklannı görünce, "bu işi ben başlatınm" diyerek ortaya çıktı. Böylece 7 Muharrem 567/ ı o Eylül ı 171 günü, sözü edilen kişi bir camide hatipten önce mimbere çıkarak okuduğu hutbesinde Abbas i Halifesi Müsteanin adını anarak bu işi başlatmış oldu. Ertesi hafta Cuma günü Selahuddin Mısır ve Kahire'deki bütün camilerin hatiplerine, artık bun- dan böyle hutbelerini Abbas i Halifesi adına okumalarını emretti. Hasta yatmakta olan Adıd'a durum bildirilmedi. Netice itibariyle yıllardan beri üzerinde durulan bu mesele, Nuruddin'in arzusu doğrultusunda çözüme kavuşturuldu. Mısır'da bununla ilgili olarak Selahuddin'in ve emirlerinin endişe ettikleri her hangi bir kıpırdama da olmadı[20]
Bağdat'ta, görülmemiş şenliklerin yapılmasına sebep olan bu hadise, Nuruddin Mahmud'un en büyük hizmetlerinden biri sayılmıştır. Büyük İslam ve Türk Mücahidi Selahuddin'in de unutulmaz hizmetleri geçen ve kanaatime göre bu iki tarihi şahsiyet arasında ortaya çıkan soğukluğun başlangıcını teşkil eden bu hadise kaynaklanmızda çeşitli biçimlerde yo-rumlanmıştır. Biz burada, mühim saydığımız kaynaklardaki görüşleri ele alacak ve bu görüşlerin ışığı altında meselenin tahliline çalışacağız.
İbnu'l-Esir, "Selahuddin, Nuruddin'den korktuğu için Fatımi hutbesi-nin kesilmeyip devam etmesinden yanaydı. O, sultanın Mısır'a girip ora-nın idaresini elinden alacağından endişe ediyordu. Bu yüzden Adıd'ın, ya-nında kalmasını istiyordu. Eğer Nuruddin oraya gelecek olursa halifenin ve Mısır halkının yardımıyla ona engel olabilirdi[21]" şeklinde bir görüş ileri sürmektedir.
Steven Runciman da, "Nuruddin'in bu isteği Selahuddin'in hoşuna gitmedi. İki asır süren Fatımi hilafeti Mısır'da kök salmıştı. Bundan başka onun Mısır'daki hakimiyetinin meşruiyeti, sultanı metbu tanımasına rağ-men FatımI Halifesi'ne dayanmaktaydı. Bu sebeple o, kaçamaklı cevaplar-la Nuruddin'i oyalamaya çalıştı. Ancak sultan, kendisine boyun eğilmediği takdirde bizzat Mısır'a geleceği tehdidinde bulundu [22]" şeklindeki ifadele-riyle İbnu'l-EsIr'e benzer açıklamalarda bulunmaktadır.
Selahuddin'in, özellikle bütün ailesini Mısır'a topladıktan sonra artık yavaş yavaş yeni bir devletin temellerini oluşturma niyet ve çabası içinde olduğunu kabul etmekle birlikte, ibnu'l-EsIr'in yukarıdaki görüşlerini ol-duğu gibi benimsememize imkan yoktur. O, gerçekten efendisinden kor-kuyor ve çekiniyordu. Mısır hükümdannın bu korkusu boşuna değildi. Selahuddin, daha sonra da üzerinde duracağımız gibi Nuruddin'in, gerek ordu ve gerekse Sünni Müslümanlar üzerinde ne derece büyük manevI bir etkiye sahip olduğunu bilmiyor değildi. Sultan Mısır'a geldiği takdir-de, onun yüksek şahsiyetiyle karşılaşan yalnız Suriye ordusu değil, bizzat Selahuddin'in kendi kurduğu ordunun, hatta yakınlarının bile efendisinin tarafına geçeceğine inanıyordu. Bu ise, herhangi bir savaşa bile gerek kal-madan Mısır'ın anında Nuruddin'in eline geçeceği ve kendisinin de böyle bir duruma sebebiyet verdiği için naiplik vazifesinden çalcanlacağı anlamı-na geliyordu. Bu sahada yaptığımız araştırmalardan edindiğimiz kanaat, Selahuddin'in ordusu, genel durumu bakımından böyle bir görünüş arz ederken, onun, Fatımi Halifesi'nin de yardımıyla Nuruddin'i Mısır'dan çı-karabileceğini ileri süren büyük İslam tarihçisinin bu iddiasına katılmak imkânsızdır. _Çünkü Fatımi Hilafeti'nin kaldınlacağı sıralarda bu devletin ordusu da Selahuddin tarafından dağıtılmış bulunuyordu. Adından başka hiç bir etkili varlığı kalmayan bir halife, Selahuddin'e ancak, o anda top-lanabilecek Aleviler yardımıyla bir yardım eli uzatabilirdi ki, bunun da ne ölçüde başarılı olacağı tartışma konusudur. Bununla birlikte, bütün ku-rumlanyla devlet çarkını Sünnet Ehli'nin işleyişine çevirmek için köklü tedbirler almış olan Mısır hükümdannın, Fatımi Hilafeti'ne er geç son vermesi kesin olmakla birlikte, Nuruddin'e karşı onun bir süre de olsa manevi nuffizundan yararlanabileceğini düşünmemiz de mümkündür.
Steven Runciman'ın da, yukarıda kısaca belirttiğimiz görüşlerine bütünüyle katılmamız mümkün değildir. Onun "iki asır süren Fatımi Hi-lafeti Mısır'da kök salmıştı" şeklindeki görüşünü doğru kabul edemeyiz. Nitekim Philipp Hittrnin de belirttiği gibi, Fatımi Hilafeti'nin gayet kolayve barışçı bir şekilde kaldırılmış [23] olması, onun bu görüşünü haklı çıkar-mıyor. Ancak "Selahuddin'in, Nuruddin'i metbu hükümdar olarak tanı-makla birlikte onun Mısır'daki hakimiyetinin meşruiyeti Fatımi Halifesi'ne dayanmaktaydı" şeklinde, Runciman'ın ileri sürdüğü husus, haklı ve ge-çerli bir mazeret sayılabilir. Belirtmek gerekir ki, yüksek insani vasıflara da sahip olan Selahuddin'in, veziri bulunduğu bir halifenin devletine son vermeye karar verirken manevi bir sıkıntı duymuş olması şüphesizdir.
Günümüz yazarlarından Muhammed Mahir Hamade de, bu sahada-ki kaynaklardan edindiği kanaatlerle, yukarıda açıklamaya çalıştığımız ma-hiyette görüşler getirmektedir. Yazar, Selahuddin'in Nuruddin'e karşı da-ha az vefakâr olduğunu, kendisine uzanan eli ısırdığını aktarmakta, onda-ki bağımsız bir devlet kurma düşüncesinin, amcası Şirkuh'un vefatından sonra geliştiğini ve ailesini Mısır'a topladıktan sonra bu arzusunun daha da kuvvet kazandığını ileri sürmekte ve bu tarihten sonra Abbasi halifesi-ne doğrudan doğruya hitap ettiğini anlatmaktadır [24].
Adı geçen yazarın bu görüşlerini paylaşmamak mümkün değildir. Se-lahuddin Eyytıbrnin peyderpey ailesini Mısır'a toplamasının anlamını başka türlü açıklamaya zaten imkan yoktur. Ancak burada açıklanması gereken bir nokta daha vardır. O da, Nuruddin'in, gelişen bu durumlar-dan kuşku duyup duymamasıdır. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Fatımi Hilafeti'nin kaldırılması sırasında bu iki lider arasında bir soğukluk başla-mıştır. Nuruddin, Necmuddin Eyytib'a olan sonsuz güveni dolayısıyla onun, Mısır'da Selahuddin'in bağımsızlık gayretlerine destek olacağını de-ğil, devletin bütünlüğünden yana bir gayret göstereceğine inanıyordu. Ni-tekim büyük devlet adamı Necmuddin, bu hususta yeri geldikçe ağırlığını koymuştur. öte yandan sultanın, ileride devletinin bütünlüğü açısından bazı olumsuz gelişmelere sebep olsa bile, Mısır gibi İslam Tarihi'nde vaz-geçilmez yeri olan bir ülkenin Sünnet Ehli görüşlerine gönül vermiş kim-selerin eline geçmesini ve Frankların iki büyük ateş arasına alınmasını her türlü dünyevi gaye ve yararlann üstünde tutmuş olabileceğini düşünme- miz yanlış olmaz. Ayrıca onun, İslamiyet'in yüksek menfaatlerini her şeyin üstünde tutan sarsılmaz inancı, bizim böyle bir kanaat sahibi olmamızı da gerektirmektedir. Şu da bir gerçektir ki, Nuruddin'in Mısır ordusunun, genel manada kendisine karşı başkaldıracağını aklından bile geçirmemesi, bizi, belirtilen doğrultuda düşünmeye zorlamaktadır.
Batılı yazarlardan biri olan Setton da, Nuruddin'in konuyla ilgili du-rumunu ortaya koyarken" o, babasının aksine hayatı ve faaliyetleri ile tek başına gerçek bir siyasi ve askeri bütünlüğün üzerine kurabileceği İslam kuvvetlerinin manevi birliğinin temellerini atmıştı. Nuruddin'in dillere des-tan olan şöhretinin halefı olarak onun ektiğini biçme vazifesini yüklenen Selahuddin'in, efendisinin bu faaliyetlerini daha da zorlaştırması çok ga-riptir [25]..." demektedir. Bu ifadelerden de anlıyoruz ki, Selahuddin, ordu-sunun büyük çoğunluğunun sultanından yana olduğunu bildiğinden, için-de saklamakta olduğu hakimiyet ve bağımsızlık yolundaki düşüncelerini açığa vurmada acele etmeyerek bunların gelişip olgunl2. Yukarıdaki tarihlerde Selahuddin Eyyılbrnin Mısır'a bütünüyle ha-kim olmasından sonra Nuruddin'le kendisi arasında ortaya çıkan soğuklu-ğun sebeplerinden biri de iktisadi durumdan kaynaklanıyordu. Nuruddin Mahmud, yegâne gayelerinden biri olan Haçhlan İslâm topraklarından bütünüyle söküp atabilmek için iktisadi yönden daha geniş imkânlann ge-rekliliğine inanıyordu. Daha büyük bir ordunun kurulması ve bu ordu-nun her türlü techizat bakımından donatılması büyük paraların harcan-masına bağlıydı. Bilindiği gibi, o dönemlerde Ortadoğu'nun en güçlü bir hükümdan olan Nuruddin, eşine az rastlanır adalet ve dindarlığının bir gereği olarak şer'i olanlar dışında kalan bütün vergileri ülkesinin her ye-rinden kaldırdığından mali yönden hissedilir bir sıkıntı içindeydi. O, bu açığını, artık bütünüyle ele geçirilmiş Mısır gibi zengin bir ülkenin mali imkanlarıyla kapatabileceğini ve elde edeceği bu destekle Franklarla daha geniş çaplı bir cihad hareketine girişebileceğini tasarlıyordu.
Sultan Nuruddin, işte bu cihat harcamalarının bir kısmını karşılan-masını Selahuddin'in sağlamasını umuyordu. Hükümdar, ihtiyaç duyduğu epeyce bir paranın, bir isteğe gerek kalmadan Selahuddin'in, kendiliğin-den göndermesini bekliyordu [26]. Ne var ki, Selahuddin de, bir yandan ye-ni ve güçlü bir ordu kurmak ve bir yandan da başlatmış olduğu bir takım bayındırlık faaliyetlerini sürdürebilmek için çok miktarda para harcamak-taydı. öte yandan, birleşik Haçlı Ordusu'nun Dimyat'a yaptığı çıkarmaya karşı ellibeş gün süren savunma savaşı, Mısır'a pahalıya mal olmuş; neticede, gerek Bizanslılann ve gerekse Kudüs Krallığı'nın bu ülke üzerinde ha-yal ettikleri emellerin artık bir daha gerçekleşemeyeceğini zihinlerine iyice yerleştiren bu mühim hadise, devletin bu kanadında hissedilir bir mali sı-kıntının yaşanmasına sebep olmuştu [27]. Bütün bu güçlüklerin ve sıkıntıla-rın derecesi ne olursa olsun, Selahuddin'in, baş vuracağı bazı tedbirlerle Nuruddin'in istediği mali desteği sağlaması mümkündü. Bu hususta, sul-tanın, haklı gerekçelere dayandığını belirtmemiz pek de güç görünmemek-tedir. Her ne kadar kaynaklarımızda bununla ilgili bir bilgi yoksa da, söz konusu dönemde Mısır'ın sahip olması gereken mali imkanların yine de Suriye'ye yardım elini uzatacak bir seviyede bulunması düşünülmelidir. Fatımi vezirlerinin sebep olduğu iç çekişmeler, sık sık tekrarlanan Haçlı saldırılan ve devlet ileri gelenlerinin yerli yersiz harcamaları sonunda hazi-nenin, özellikle son zamanlarda büyük sıkıntılar geçirdiğini söyleyebiliriz. Bununla birlikte uzun bir geçmişi olan köklü bir devletin bütün kurumla-nyla Selahuddin'in eline geçmesi, ona Suriye ile mukayese edilemeyecek çok daha geniş imkanlar sağladığı kanısındayız. Nuruddin'in ordusundan başka elli bin kişilik devlet ordusunu besleyen Fatımilerin, bu çöküntü döneminde bile mali yönden yine de gücünden fazla bir şey kaybetmemiş olduğunu belirtmemiz yanlış olmaz. Selahuddin döneminde belli bir ölçüde de olsa, ortaya çıkan mali sıkıntının sebebini, Nuruddin'in emriyle şer'i olmayan bütün vergilerin kaldınlmasıyla [28] açıklamak mümkün ise de, bu durumun temelini, bu büyük İslam ve Türk mücahidinin cömertli-ğine dayandırmak ta kabildir. Nitekim aşağıdaki kısımlarda da belirtmeye çalışacağımız gibi, Mısır naibi, büyük komutanlarına sağladığı geniş im-kanlarla onları kendine bağlamış; ancak onların elde ettikleri büyük ser-vet, devlet gelirlerinin azalmasına yol açmıştır.
Nuruddin Mahmud, yukarıda belirtilen gerekçelerle Selahuddin'den maddi destek beklemekteydi. İşte bu sıralarda Selahuddin, Fatımi sarayın-dan elde edilen çok değerli eşyadan bir kısmını Nuruddin'e göndermiş, o da buna karşı Mısır'daki naibine teşekkür etmiştir. Ancak sultan, bu eşya-nın, Suriye bölgesinde düşmana karşı koymada bir işe yaramayacağını ve özellikle uc kale ve şehirlerin sağlamlaştırılmasını sağlamak için her türlü maddi desteğe ihtiyacı olduğunu Selahuddin'e bildirmiştir[29]. Hükümdar bu desteğin, yukarıda da belirtildiği üzere, Selahuddin tarafından, her hangi bir isteğe gerek kalmadan yapılmasını bekliyordu. Her ne kadar Se-lahuddin, Fahmi sarayından elde ettiği kıymetli eşyalarla birlikte Nurud-din'e bir miktar altın para göndermiş ise de hükümdar bunu çok az bul-muş ve onunla, devam ettirilen cihad hareketinin arzulanan tarzda yapıla-mayacağını belirtmişti [30]. Sultan, daha önce Mısır'ın Haçlılardan kurtarıl-ması ve asıl hedef olarak da bu ülkenin Sünni İslâm dünyasına katılması-nı sağlamak için düzenlenen üç sefer sırasında gönderilen ordu için çok miktarda para ve techizat harcamıştı. Mısır'ın ele geçirilmesinden sonra onun, bu zengin ülkenin az da olsa maddi imkânlarından yararlanması tabii hakkı sayılmahydı.
İşte bu durumu iyi kavramış olan Selahuddin Eyyübl, hükümdanyla kendi arasında ortaya çıkmaya yüz tutan kırgınlığın daha ileri bir safhaya varmaması için Bernard Lewis'in de belirttiği gibi Nuruddin'e bir miktar para gönderip ordusuna biraz destek vererek onu oyaladı. O, bir yandan ordusunu düzene koyarken diğer yandan da Franklann saldırısına ve Fa-tımilerin, devletlerini yeniden diriltme çabalarına karşı Mısır'ı savunmak-taydı. Bu sebeble ortaya çıkan maddi ihtiyaç, Nuruddin'e söz verilen des-tekten vazgeçilmesini haklı çıkardı [31].
Bütün bunlar, Selahuddin'in de, yeni kurulmakta olan bir çarkın döndürülmesinde bir takım güçlüklerle karşı karşıya olduğunu gösteriyor. Nuruddin ise, önceki davranışlarının üzerinde bıraktığı etkinin de bir so-nucu olarak ihtiyaç duyduğu maddi destek yanında onu yeni bir deneme ve sınamadan geçiriyor ve bu suretle Mısır'daki naibinin sadakatinin dere-cesini ölçmeye çalışıyordu. Makrizi'nin bir kaydına göre Selahuddin, Fatı-mi sarayına el koyunca oradan ele geçirdiği kıymetli malın bir kısmını Bağdat'taki Abbas i Halifesi'ne ve Nuruddin'e göndermiştir; bu sebeple kendisine hil'atlar gelmiş, onları giyinmiş ve bu sırada davulhanede her gün üç nöbet çaldırmıştır[32]. Adı geçen müellifin kaydettiği bu üç nöbet çaldırma geleneği, genellikle yarı bağımsız hükümdarlara ait bir husustu. Selahuddin Yusuf'un o sıralarda buna hakkı da vardı; ancak bu durum, onun adım adım ve içten içe ne pahasına olursa olsun sonuna değin hükümdanna bağlı kalmayacağını gösterir. Sultan Nuruddin'in de, çeşitli şekillerde zaman zaman ortaya çıkan bu pasif direniş davranışlarından kuşkulandığı için henüz sağlanmış olan bu birliğin parçalanmaması için tedbirli davrandığı anlaşılmaktadır.
İşte bu düşüncelerin bir sonucu olarak sultan, veziri ve müstevfisi Muvaffakuddin Halid b. Muhammed b. Nasr b. Sagir el-Kayserâni (ölümü: 588/1192)'yi, hem maddi destek istemek ve hem de naibinin gelir ve giderlerini, askerlerinin giyim-kuşam ve nafakalannı genel bir teftişten geçirmek maksadıyla Mısır'a gönderdi (569/1173)[33].
Sultan Nuruddin'in veziri ibnu'l-Kayserâni, yukarıdaki tarihte Mısır'a gidince Selahuddin'le bir araya geldi ve ona Nuruddin'in mektubunu tak-dim etti. Bir büyük elçi niteliğini taşıyan adı geçen vezir, Selahuddin'den, elde ettiği bütün gelirlerin hesabını incelemek istediğini kendisine bildirdi. Bu durum Mısır hükümdarmın çok zoruna gitti ve nerde ise efendisine baş kaldıracak bir duruma geldi. Bununla birlikte o, büyük bir devlet adamının taşıması gereken sorumluluk anlayışı içinde meseleyi soğuk kan-lılılda karşıladı ve akıllıca hareket ederek elçinin bütün isteklerini yerine getirdi. Mısır naibi, elçiye, askerlerinin, iktalarmın miktarları, camekiyele-rinin tayini ve nafakalannı teşkil eden maaşlanyla ilgili olarak bütün ceri-delerini ona takdim edip gösterdi[34]. Makrizrnin belirttiğine göre İbnu'l-Kayserânrnin vazifesi, yukarıda ifade edilen genel bir mali teftişten ibaret değildi. Bu vazife, ülkenin genel durumunun gözden geçirilmesi, Selahud-din'in her yıl ödemekle yükümlü tutulacağı verginin karar altına alınması ve onun metbuuna olan itaatinin denenmesi gibi hususlan da içine alıyor-du[35]. Yine adı geçen müellifin belirttiğine göre, Kayserâni, durumu Sela-huddin'e bildirince o, "biz bu duruma mı geldik?" diyerek üzüntüsünü açıklamış, eline geçen bütün servetin dökümanını ona sunmuş ve askerle-rini kendisine arz etmiştir. Mısır sultanı ayrıca, böylesine büyük bir ülke-nin ancak çok miktarda mal ve servetle elde tutulabileceğini vezire gerekti-ği şekilde açıklamıştır. Selahuddin, vezire, devlet ileri gelenlerinin nasıl yüksek bir refah içinde yaşamaya alışkın olduklarına yabancı olmadığını etraflıca anlatmaya çalışmış ve bu emirlerin, ellerinden alınması imkansızolduğu gibi azaltılmasına bile razı olmayacaldan çeşitli bölgeleri idareleri altında bulundurduklannı ona geniş bir biçimde açıklamıştırm[36].
Kendisine sultan tarafından aynı zamanda büyük elçilik ve geniş yet-kiler taşıyan bir yüksek müfettiş payesi verilmiş olduğu anlaşılan vezir ib-nu'l-Kayserani, Mısır'da yerine getirdiği genel teftiş mahiyetindeki vazifesi-ni tamamiyle bitirince yol hazırlıklarına başladı. Selahuddin de büyük Fı-kıhçılardan Hakkarili İsa ile, elçinin de bulunduğu bir heyetle Nuruddin'e değeri biçilmez çok miktardaki hediyeleri yola çıkardı. Fatımi sarayından ele geçirilen ve benzerlerine hemen hemen rastlamanın imkansız olduğu bu değerli hediyeler, on sandık halinde koruma altına alınarak gönderil-mekteydi. Kaynaklarda ifade edildiğine göre bu emsalsiz hediyeler yolda iken Nuruddin vefat ettiğinden onun eline geçmemişlerdi. Bunların bir kısmının kaybolduğu, bir kısmının ise Selahuddin'e geri götürüldüğü kuv-vet kazanmayan görüşler halinde ifade edilmektedir[37].
Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız iktisadi hususla ilgili olarak edindiğimiz kanaate göre, özellikle Haçlılarla yaptığı emsalsiz savaşlanyla Doğu'da ve Batı'da unutulmaz bir isim bırakan büyük islam mücahidi Meliku'n-Nasır Selahuddin Yusuf, bağlı bulunduğu hükümdan Nuruddin Mahmut'la, bu konuda da sıkı işbirliği yapmaktan kaçınmıştır. Yukarıda da görüldüğü üzere onun, emirlerine çok geniş imkanlar tanıması, devlet hazinesinin aleyhine olmuştur. Bununla birlikte Mısır gibi zengin bir ülkenin yine de büyük bir maddi gücü vardı. iyi bir biçimde düzenlediği takdirde elde edilecek maddi imkanlar, devletin her iki kanadını da ayakta tutacak nitelikteydi.
3. Nuruddin Mahmut'la Selahuddin el-Eyytibi arasında ortaya çıkan soğukluğun üçüncü sebebini ise, Haçlıların elinde bulunan Şevbek ile Ke-rek kalelerinin yer aldığı bölgenin fethedilmek istenmesi teşkil etmekteydi. Haçlılann sahip oldukları, Suriye, Lübnan ve Filistin'in, dar bir şerit ha-lindeki kıyı bölgelerinin bir uzantısı olarak Akabe Körfezi'ne değin devam eden bu kısım, artık bir bütün durumuna gelmiş olan iki kesimli Zengi Devleti arasında büyük bir engel oluşturmaktaydı. ileri görüşlü büyük devlet adamı Nuruddin, söz konusu bölgelerden Haçlılan temizlemenin ilk hedefi olarak, Suriye ile Mısır'ı birbirinden ayıran bu kısmın alınmasının gerekli olduğunu düşünmekteydi. Söz konusu bölge alındığı takdirde Mısır ve Suriye ordusu istenildiği her an bir araya gelecek ve yapılacak ortak bir harekâtla, Kudüs'ün de içinde bulunduğu bütün Frank kale ve şehirleri yeniden İslam ve Türk hakimiyetine girecekti. İşte bu sebeple sultan Nuruddin, Mısır hükümdan Selahuddin ile anlaşarak 567/1171 yı-lında Suriye ile Mısır'ı birbirinden ayıran Kudüs Krallığı'na bağlı Şevbek (Montreal) ve Kerek kaleleriyle birlikte bu bölgeyi ele geçirmek için hare-kete geçti. Mısır naibi, yukarıda belirtilen yılın Muharrem ayının 2o'sine[38] rastlayan Perşembe günü (23 Eylül) Kahire'den hareket ederek kendisine daha yakın olan Kerek'e bir günlük uzaklıktaki Şevbek Kale'si üzerinde karargâh kurmuş ve burayı kuşatmaya başlamıştı. Kalede bulunan Frank-lar fena halde sıkışık bir durumda kaldıklarından, hükümdardan eman di-lemişler ve kendilerine on gün mühlet vermesini rica etmişlerdi. Amaury, kendisine yanlış bilgi verildiği için burayı kurtarmak için çok geç hareket etmişti. Kale muhafızlarının teslim olmaya hazırlandıkları bir sırada bek-lenmedik bir durum ortaya çıkmıştı. Bu durum, Selahuddin'in bu harekâ-lindan haberdar olan Nuruddin'in, birlikte fetihlere devam etmek gayesiy-le, Haçlı topraklarına başka bir yönden saldırmak için Dımaşk'tan ayrıldı-ğına dair gelen haberler üzerine, Müslümanlardan yana olmayan yanlış bir karar sonunda kuşatmanın kaldınlmasıydı [39]
Selahuddin'in, tam fethedeceği sırada Şevbek'i terkederek Haçlılara bırakması çok nazik ve ciddi bir durumun ortaya çıkmasına sebep oldu. Acaba Mısır liderinin kaleyi fethetmeden bırakıp gitmesine etki eden ney-di? İbnu'l-Esir ve ona dayanan bazı müellifler bu hususu değişik bir açı-dan ele alıyorlar. Onlara göre, Selahuddin'in yakınları, Haçlıların böylesi-ne sıkışık durumda bulundukları bir sırada, bir yandan Nuruddin'in bir yandan da kendisinin yapacakları saldırılar sonunda bu bölgenin hükümdann eline geçeceğini, o zaman Mısır'la Suriye'yi bir birinden ayı-ran bir engelin kalmayacağını söyliyerek onu endişeye düşürdüklerini ileri sürmektedirler. Yine bu tarihçiler, Selahuddin'in etrafındaki kişilerin, bunun gerçekleşmesi halinde Nuruddin'in onun yanına kadar geleceğini, bu takdirde efendisiyle görüşmesi gerektiğini, o zaman sultanın dilediği gibi hükmedeceğini, sonunda da, onu isterse vazifesinde bırakacağını isterse azledeceğini, hükümdarın belki de hakkında verilecek bu kararı engelle-meye gücünün yetmeyeceğini ve böylece Mısır'da bir makamının kalma-yabileceğini belirterek bu durum karşısında ülkesine dönmesinin daha iyi olacağını kendisine anlattıkların! kaydetmektedirler[40].
Selahuddin, yakınlarının bu tavsiyesine uyarak Haçlılardan her hangi bir şey elde etmeden Şevbek'ten ülkesine geri döndü. Mısır hükümdarı, Alevilerden yana olan bazı kimselerin, ülkesinde idareyi ele geçirmek için bir takım hareketlere giriştiklerini, kendisinin uzakta bulunmasından dola-yı halkın, orada bıraktığı kuvvetlere saldırıp onları oradan sürüp çıkara-caklarını, bütün bunlar gerçekleştiği takdirde de bu memleketin yeniden fethedilmesinin imkânsızlaşacağını ileri sürerek sultana özür beyan eden ve bütün bunları uzun uzadıya anlatan bir mektup gönderdi. Ne var ki, Nuruddin, onun ileri sürdüğü hususları hiç bir şekilde akla yatkın bulma-yarak onun özrünü kabul etmedi. Bu hadise sebebiyle Selahuddin'e karşı tutumu biraz daha değişen hükümdar, Mısır'a girmeye ve İbnu'l-Esir'in kaydettiği ve bir çok tarihçilere de malzeme teşkil eden hadisenin yukarıdaki şekilde yorumlanması gerçeklere uygun mudur? Bu soruya olumsuz cevap vermek için elimizde yeterli ölçüde bir belge olma-dığına göre, meselenin bu şekilde açıklanmasına bütünüyle katılmasak bi-le, bunun esas itibariyle doğru olduğunu ortaya koyan çeşitli deliller bul-mak mümkündür. Gerçekten de hiç bir geçerli sebep yokken adı geçen kalenin tam teslim edileceği sırada kuşatmanın kaldırılıp Mısır'a hareket edilmesinin, Selahuddin'in Nuruddin'le bir araya gelmek istememesinden başka bir sebeple izah edilmesi güçtür. Buna göre, kuşatmanın kaldırılma-sına sebep olarak Kudüs Kralı Amaury'nın Mısır'a doğru yola çıkmasının gösterilmesi de42 mümkün değildir. Çünkü böyle bir durumda Nurud-din'le Selahuddin'in birleşecek olan güçlü ordularının hemen Kudüs üze-rine yürüyeceklerini kralın kestirrnemesi düşünülemez. Kralın, ülkesi el- bu naibini ora-dan çıkarmaya karar verdi[41].
İbnu'l-Esir'in kaydettiği ve bir çok tarihçilere de malzeme teşkil eden hadisenin yukarıdaki şekilde yorumlanması gerçeklere uygun mudur? Bu soruya olumsuz cevap vermek için elimizde yeterli ölçüde bir belge olma-dığına göre, meselenin bu şekilde açıklanmasına bütünüyle katılmasak bile, bunun esas itibariyle doğru olduğunu ortaya koyan çeşitli deliller bul-mak mümkündür. Gerçekten de hiç bir geçerli sebep yokken adı geçen kalenin tam teslim edileceği sırada kuşatmanın kaldırılıp Mısır'a hareket edilmesinin, Selahuddin'in Nuruddin'le bir araya gelmek istememesinden başka bir sebeple izah edilmesi güçtür. Buna göre, kuşatmanın kaldırılma-sına sebep olarak Kudüs Kralı Amaury'nın Mısır'a doğru yola çıkmasının gösterilmesi de[42] mümkün değildir. Çünkü böyle bir durumda Nurud-din'le Selahuddin'in birleşecek olan güçlü ordularının hemen Kudüs üze-rine yürüyeceklerini kralın kestirrnemesi düşünülemez. Kralın, ülkesi el-den gittikten sonra Mısır'a yapacağı seferin ne anlamı kalır? Üstelik Sela-huddin, Mısır'da kendi yerine büyük devlet ve siyaset adamı olan babası Necmuddin Eyyûb gibi bir kişiyi naib olarak bırakmıştı. Bu zat ise, ister içten, isterse dıştan gelsin, karşısına çıkacak hadiseleri önliyebilecek bir di-rayete sahip olduğunu bütün hayatı boyunca ispat etmiştir.
Görüldüğü gibi Mısır naibinin ileri sürdüğü mazeretlerin Nuruddin açısından geçerli sayılmaması, meselenin nirengi noktasını, ortaya koyma-ya çalıştığımız hususun teşkil ettiğini kanıtlamaktadır. Nitekim meşhur Fransız yazarlarından Cahen, "Selahuddin, içten içe Nuruddin'in matbuu olmayı reddediyordu" dedikten sonra, onun her hangi bir bozuşmadan kaçınmakla birlikte, efendisinin ordusuyla birleşmeyi hiç bir şekilde kabul etmemek için her türlü bahaneye baş vurduğunu da kaydetmektedir[43]'. Brockelmann da bu konuda hemen hemen aynı görüşleri paylaşmakla birlikte, aradaki kırgınlığın daha da ileri bir safhaya ulaştığını dile getir-mektir. Ona göre, Selahuddin, Kerek ve Şevbek meselesinde, Mısır'daki durumun henüz durulmadığını bahane ederek tabiilik yükümlülüğünden sıynlmaya çalışmıştır. Bunun üzerine Nuruddin, onu, bu itaatsizliğinden dolayı cezalandırmak için ordularını harekete geçirmiş; ancak onun, ken-disine yazdığı saygılı bir mektubunun gelmesi üzerine öfkesi geçmiştir'[44].
Mısır meselesiyle ilgili olarak Selahuddin'in ileri sürdüğü mazeretin ilk anda geçerli sayılmaması, bu meseleyi ele alanlarca ister istemez bu-nun, Nuruddin tarafından cezalandınlması gereken bir ihanet olduğu[45]' bile ileri sürülmüştür. Bir başka müellif ise, Selahuddin'in ihanet ettiğini kabul etmekle birlikte, Suriyelilerin de kendisini kıskandıklarını, bu şekil-de onun hayatına son vermek üzere hazırlandıklann [46] savunarak gerçek-ten de tutarsız bir görüş ortaya atmıştır. Daha Kerek ve Şevbek hadisesi gerçekleşmeden ve bu iki şahsiyet arasındaki münasebetlerin büyük çapta kötüleşmediği bir sırada, Nuruddin'in böyle bir tuzak hazırlığı içinde ol-duğunu düşünmek hem çok yanlış ve hem de çok çirkindir. Bu hükümdann hayatını inceleyenler, onun her hangi bir dindaşını öldürttüğüne dair bir kayıt bulamayacaklan gibi, değerini takdir ettiği birkişi hakkında böyle bir düşünceyi aklından geçirmesinin bile imkansız olacağını kabul ederler.
Bu iki büyük İslam ve Türk hükümdarı arasında ortaya çıkan soğuk-luğa sebep olan olaylar kaynaklarımızda gerçekten çok karmaşıktır. özel-likle üzerinde durduğumuz bu üçüncü sebebin diğerlerine göre daha zor yanları vardır. Üzülerek belirtelim ki, bir çok İslam tarihçisi Kerek ve Şevbek bölgesinde iki ayrı zamanda tekrarlanan ve her ikisinde de, Sela-huddin'in Nuruddin'le karşılaşmak istemeyip geri dönmesi dolayısıyla benzer durumların ortaya çıkmasına sebep olan olayları tek bir hadise gi-bi göstermiş; bu yüzden meselenin çözüme kavuşturulmasını güçleştirmiş-tir. Nitekim Hicri 567 ve 568 yıllarında iki ayrı olay halinde tekrarlanan bu husus, bu tarihlerden yalnız biri alınarak açıklanmış; bu sebeple çoğu zaman yanlış neticelere varılmıştır. Bunlardan bir kısmı da, yukarıdaki ta-rihlerden birini vererek Selahuddin'in Filistin'in güney bölgesi seferine çık-masını, Mısır'la Suriye arasını kapatan bu kısımda geçişe elverişli olan ke-simin genişletilmesi amacına bağlamaktadır. İbnu Şeddad'ın başını çektiği anlaşılan bu anlayış, aynı ifadelerle diğer kaynaklara da yansımıştır. Veri-len bu bilgilerden anlaşıldığına göre, nasıl Nuruddin, Suriye'den Mısır'a giden kafileleri bu haçlı topraklarından geçirmek için oralara kadar sefere çıkmak zorunda kalıyor idiyse, Selahuddin de, bu iki bölge arasında çeşitli vesilelerle seyahat eden topluluklara daha kolay geçiş imkanı sağlamak üzere bizzat ordusuyla hareket edip bunları karşı yana emniyet içinde ulaştırmak mecburiyetinde kalıyordu. Yine bu kaynakların belirttiğine göre Mısır sultanı, o tarihlerde çıkmak zorunda kaldığı böyle bir sefer sı-rasında epeyce zahmet çekmiş, çok mal ve binek hayvanı kaybetmiş; so-nunda bir zafer elde edemeden geri dönmüş ve Mısır'a vardığında da ba-basının ölüm haberiyle karşılaşmış bulunuyordu [47].
Kaynaklarımızda, yukarıdaki şekilde özetlenmesi mümkün olan bu se-fer kanaatimize göre, Nuruddin'in Kerek ve Şevbek mıntıkalanna ikinci kez Selahuddin'in de katılmasını istediği seferdir. Nitekim Mısır sultanının geri döndüğünde babasının ölüm haberiyle karşılaşmasından, onun, bu seferinin, kendi isteği ile yaptığı bir harekat olmayıp Nuruddin'in arzusu üzerine çıktığı; ancak onunla buluşmadan ülkesine gittiğini anlatan hadisedir. İşte biz bu noktadan hareket ederek tarihçilerimizin bu hususta ger-çekten yanıltıcı bilgiler verdiklerini görüyoruz.
Yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi, Nuruddin, Kerek ve Şevbek harekâtına katılan; ancak kendisiyle buluşmadan kuşatmayı kaldırıp geri dönen Selahuddin'in bu davranışını hiç hoş karşılamamış ve özrünü kabul etmemişti. Bu sebeple zor durumda kalan Mısır hükümdarı, içlerinde, ba-bası Necmuddin Eyylip, dayısı Şihabuddin el-Hârimi ve diğer ileri gelen emirlerin de bulunduğu bütün yakınlarını bir araya toplayıp Nuruddin'in kendisi hakkındaki tutumunu onlara aktarmış ve ne yapılması gerektiği hususunda görüş belirtmelerini istemişti. Bu toplantı sırasında ilk anda kimseden ses çıkmayınca Selahuddin'in yeğeni Takıyyuddin Ömer (ölümü: 587/ Ilgi), ayağa kalkarak eğer Nuruddin üzerlerine gelirse onun-la savaşacaklarını, Mısır'ı ele geçirmesine engel olacaklarını anlatmış; onun bu görüşünü EyyCıbi ailesinden daha başkaları da uygun bulmuşlar-dı. Bu sırada durumun tehlikeli bir biçimde geliştiğini gören büyük devlet adamı Necmuddin Eyytib, tarihi bir vazife yaparak, başta Takıyyuddin ol-mak üzere bu fikri savunanlara sövüp saymış, ortalığı yatıştırdıktan sonra da Selahuddin'e hitaben şunları söylemiştir [48]:
"Ben senin babanım, bu da dayın Şihabuddin. Bizim sana olan sevgi-miz bütün bu gördüğün kimselerden daha fazladır. Allah'a yemin ederim ki, ben de, işte şu gördüğün dayın Şihabuddin de Nuruddin'i görecek ol-sak onun önünde eğilip yeri öpmekten başka elimizden bir şey gelmez. Eğer o bize senin boynunu vurmamızı emredecek olursa, bu işi hiç düşünmeden yerine getiririz. Bizim Nuruddin'in karşısındaki tutumumuz böyle olursa, bizim dışımızdakiler hakkında ne düşünürsün? Emirlerden şu anda yanında gördüğün bütün bu kimseler, Nuruddin'i tek başına görecek olsalar bile eğerleri üzerinde oturmaya cesaret edemezler. Bu top-raklar onundur. Biz onun bu ülkedeki köleleri ve naipleriyiz. Eğer dilerse seni azleder. Biz yine de onu dinler ve ona boyun eğeriz. En iyisi sen ona özel ulakla (husus i köle) göndereceğin şu anlamda bir mektup yazarsın: Senin Mısır'ı almak için hareket edeceğine dair bana bir haber geldi. Bu-na ne gerek var? Efendimiz bana bir husus i kölesini gönderir, o da boy-numa bir mendil bağlar ve beni sana getirin Burada sana engel olacak bir kimse yoktur"[49].
Necmuddin Eyytıb'un bu akıllıca davranışı sonunda emirlerin sakin-leştikleri ve bu söz üzerine dağıldıklan belirtilmektedir. Daha sonra Sela-huddin'le baş başa kalan Necmuddin'in ona söylediği aşağıdaki sözler, kaynaklanmızın bir çoğunda mühim bir vesika olarak yer almaktadır:
"Sen hangi akılla böyle yapmaktasın? Bilmiyor musun ki, eğer Nu-ruddin, kendisine engel olacağımızı ve onunla savaşacağımızı duyacak olursa, bizimle ilgili bu hususu en mühim bir mesele yapacak, sen de onun karşısında durmaya güç yetiremeyeceksin. Şimdi ise, burada ortaya çıkan durum ve kendisine karşı olan bağlılığımızla ilgili haber ona ulaşır-sa, bizimle uğraşmayı bırakacak ve başka meselelerle meşgul olacaktır. Daha sonra ihahi takdir hükmünü işletecektir. Allah'a yemin ederim ki, Nuruddin şeker kamışından bir tanesini bile isteyecek olsa, ölünceye ka-dar ona engel olmaya çalışır ve onunla savaşırım”.
Kaynaldanmız, Selahuddin'in, babasının salık verdiği hususlan yerine getirdiğini ve neticenin adı geçen siyaset adamının tahmin ettiği şekilde ortaya çıktığını da belirtmektedirler[50]. Nitekim Nuruddin'in ona olan kız-gınlığı ve largınlığı devam etmişse de, islâm'ın zaferi için yine de Mı-sır'daki naibiyle ilişkilerini sürdürmekteydi. Aynı şekilde Selahuddin'in de efendisine olan itaatı devam etmekteydi. Nitekim sultan, Suriye bölgesinde olduğu gibi, Mısır'da da şeriat dışı olan meks vergilerinin kaldırılmasını o sıralarda emretmiş, Mısır hükümdan da efendisinin bu buyruğuna uyarak Kahire camilerinin mimberlerinde okuttuğu menşuruyla söz konusu olan vergilerin ülkesinin her yanında kaldınldığmı duyurmuştur [51].
Selahuddin Eyyühr nin Kahire'de topvardı r. Araştırmamızın bakış açısını tayin eden ve büyük ehemmiyetinden
dolayı yukarıda özetlemeye çalıştığımız bu kurultayın, gerek toplanış biçimiş,gerek oturum sırasında kaydedilen gelişmeleri ve gerekse varılan sonuçları bakımından bu çalışmamıza çeşitli yönlerden ışık tutacak yanları vardır. İslam Taıihi'nin gerçekten seçkin bu iki hükümdan arasında yaşanmışolan bu durumdan, aşağıdaki sonuçları çıkarmamız münkündür:
ı . Selahuddin Eyyiıbi, emirlerinin, gerek kendine ve gerekse Nuruddin Mahmud'a karşı olan bağlılık derecelerini ölçmek istemiştir.
2. Bu hususta Selahuddin'i, ailesinden, başta Takıyyuddin Ömer olmak üzere sayı ları fazla olmayan bir kaç kişinin tam destekleyecekleri anlaşılmıştır.
3.Kurultayda bulunan emirlerin büyük çoğunluğunun Nuruddin'den yana oldukları, Selahuddin'i özellikle bu son davranışından dolayı desteklemedikleri anlaşılmıştır.
4.Ordunun yüksek temsilcileri olan emirlerden büyük çoğunluğun,hala Nuruddin'den yana oldukları, bir karşılaşma esnasında büyük efendilerinintarafına geçecekleri görülmüş, yine Selahuddin'in yakınlarından bir çoğunun da, çeşitli sebeplerden dolayı Mısır naibinden bütünüyle memnun olmadı kları anlaşılmıştır.
5. Ordunun yüksek temsilcileri olan emirlerden büyük çoğunluğun, hala Nuruddin'den yana oldukları, bir karşılaşma esnasında büyük efendilerinin tarafına geçecekleri görülmüş, yine Selahuddin'in yakınlarından bir çoğunun da, çeşitli sebeplerden dolayı Mısır naibinden bütünüyle memnun olmadıkları anlaşılmıştır.
6. Necmuddin Eyytıb'un oğlunun siyasi yönden daha yeterli derecede tecrübe kazanmadığını, tehlikeleri geçiştirmede henüz istenilen seviyeye ulaşmamış olduğunu ortaya koymuştur.
. Necmeddun Eyyüb, her ne kadar Selahuddin'le baş başa kaldığı bir sı rada, kendisinin de gerektiği an Nuruddin'e karşı duracağını belirtmişsede, öteden beri aralarında kurulmuş olan samimi ve sıcak ilgi dolayısıyla onun bile sultanla yüz yüze geldiği takdirde son söylediklerini tatbik etmesinin güç ve şüphe uyandıracak bir nitelikte olduğu sezilmiştir.
7. Necmeddun Eyyüb, her ne kadar Selahuddin'le baş başa kaldığı bir sı rada, kendisinin de gerektiği an Nuruddin'e karşı duracağını belirtmişsede, öteden beri aralarında kurulmuş olan samimi ve sıcak ilgi dolayısıyla onun bile sultanla yüz yüze geldiği takdirde son söylediklerini tatbik etmesinin güç ve şüphe uyandı racak bir nitelikte olduğu sezilmiştir.
8. Bütün bunlardan daha mühim olmak üzere, Nuruddin Mahmud'unne büyük bir saygınlığa ve manevi otoriteye sahip olduğu, kişiliğinin gerek emirleri ve gerekse ordusu üzerine benzeri nadir olan bir etki bıraktığı anlaşılmıştır.
9. Selahuddin'in ordusunda, Nuruddin'le devamlı haberleşen emirle-rin bulunduğu ve dolayısıyla Mısır'da olup bitenlerden sultanın resmi ve gayrı resmi, gizli ve aşikâr olarak bilgi akışını sağlayan iyi bir istihbarata sahip bulunduğu tesbit edilmiştir.
10. Böyle bir kurultayın toplanmasına ihtiyaç duyulması sonunda, sultana mutlak surette itaat edilmekte bulunulduğunu belirten bir mektu-bun kaleme alınması, Selahuddin'in sözü edilen seferde, efendisiyle bir araya gelmeden geri dönmesinin bilerek yapıldığı ve bunun geçerli bir mazerete dayanmadığı gün yüzüne çıkmıştır.
11. Söz konusu tehlikenin giderilmesinde büyük bir payı olan Eyyüb'un yanısıra, iki hükümdann da çok duyarlı davrandıkları Müslüman kanının akıtılmasını önledikleri ve nihayet Franklar karşısında oluşmuş bu büyük gücün çatırdamasına meydan vermek istemedikleri de anlaşılmıştır.
İslam Tarihi'nin, bu iki büyük kahramanı arasında beliren ve gitgide birbirine eklenerek nihayet su yüzüne çıkma eğilimi gösteren soğukluk halkalarının sonuncusunu, Ürdün'ün gerisine düşen Kerek bölgesinin fet-hedilmesiyle ilgili husus teşkil etmişti. Yukarıda da sözünü ettiğimiz gibi, bir önceki yıl Selahuddin'in, Frankların ülkesinden geri dönmesi üzerine sultan Nuruddin'in kendisini kınaması; bu sebeple Mısır'a girip bu ülkeyi onun elinden almak istemesi hiç de hoş karşılanmayan yeni ve üzerinde hususiyle durulması gereken bir konu olmuştu. Daha sonra Mısır naibi-nin, efendisine karşı özür beyan ederek onun buyruklanna boyun eğeceği-ne dair, saygı ifadelerine yer veren mektubuyla söz vermesi, aralannın bir ölçüde de olsa düzelmesine yardımcı olmuştu. [52]
İşte bu iki İslam ve Türk hakanı arasındaki pürüzler, epey bir düzel-me kaydettikten sonra, esas hedef olan Haçlılann bölgeden tamamen çıka-rılıp atılması için ortak davranma meselesi yeniden gündeme gelmişti. Bu maksatla onlar, aralarında gelip giden yazışmalara göre, Selahuddin Mı-sır'dan çıkacak, Zengi Devleti'nin hükümdarı da Dımaşk'tan hareket ede-cekti. Bu iki ordudan hangisi belirlenen bölgeye önce ulaşırsa diğerinin gelmesini bekleyecekti. Bunlar, söz konusu yere varacaklan gün üzerinde de sözleşmişlerdi. Selahuddin, yolu daha güç ve daha uzak olduğu için Mısır'dan biraz önce çıkmış, Kerek'e gelmiş ve bu kaleyi kuşatmaya başlamıştı. Nuruddin'e gelince o da, naibinden, Mısır'dan hareket ettiğini bil-diren bir mektup alınca, çok para ve mal harcayacak gerekli techizat ve azığı temin etmiş, Kerek'e doğru yünimüş ve Rakim denilen yere ulaşmış, adı geçen kale ile ordusu arasında iki merhalelik bir mesafe kalmıştı. Mı-sır sultanı, Nuruddin'in yaklaşmakta olduğunu duyunca, o ve yakınları yi-ne liderlerinden korkmaya başlamışlardı. Bunların, üzerinde birleştikleri görüş, sultanla bir araya gelmeleri hususunda verdikleri söze uymayarak Mısır'a geri dönmekti. Onların, böylesine olumsuz bir karar almalarına etki eden esas sebep, daha önceki düşüncelerinin de bir sonucu olarak sultanın, naibi Selahuddin'i kolaylıkla azledeceğini ileri sürmeleriydi ". [53]
Selahuddin, birinci seferde olduğu gibi efendisiyle bir araya gelmeyi kendi açısından sakıncalı bulup yine Mısır'a geri döndü. Bu suçu eskisin-den daha büyüktü. Bu ağır yükün altından nasıl kalkacaktı? Bu yanlış davranışını bağışlattırmanın, ya da en azından Nuruddin'in öfke ve kızgın-lığını biraz olsun gidermenin yollarını aramaya başladı.İşte o, bu maksatla fakih Hakkârili İsa'yı efendisine elçi olarak göndermeyi denedi. Mısır hükümdan elçisiyle gönderdiği mektubunda, babası Necmuddin'i, çok hasta olduğu halde ülkesinde naip bıraktığını, onun ölmesinden ve bu yüzden Mısır'ın elinden çıkmasından korktuğunu kaydediyor; bu sebeple geri dönmek zorunda kaldığını belirtiyor ve bu yanlış davranışından dolayı da özür beyan ediyordu. Hükümdar, efendisinin gönlünü ve sevgisini yeniden kazanmak ümidiyle adı geçen elçisi aracılığı ile ona çok kıymetli eşya ve hediye. göndermeyi de ihmal etmemiştir. [54] Hakkârili İsa, durumu Nuruddin'e açıklamış; ne var ki, ne mektubun mündericatı ve ne de elçisinin anlattıkları sultanın bu geri dönüşün gerçek sebebi hakkındaki bilgi ve kanaatini değiştirmeye yetmişti. Çünkü naibinden hiç bir şekilde beklemediği bu davranış, sultana çok ağır gelmiş bulunuyordu. Bununla birlik-te o, elçiye karşı bu üzüntü ve öfkesini belli etmemeye çalışmış, ona, "Mısır'ın koruması bize göre başka şeylerden daha önemlidir" demekle yetinmiştir".[55]
Yukarıda da geçtiği gibi, Mısır sultanının, elçisi aracılığı ile hükümda-rına gönderdiği mektup ve hediyelerden sonra aralarındaki soğukluğun giderildiğini ifade eden kaynaklar varsa da bu durum, dışa karşı birliğin bo-zulmadığını göstermek için Nuruddin'in zahiren ortaya koyduğu bir tavır-dı. Gerçekte ise, ileride de görüleceği üzere onun naibine karşı olan öfkesi hiç bir zaman geçmemiştir.
Selahuddin Mısır'a döndüğü zaman gerçekten de babasının ölümüyle karşılaştı. Necmuddin Eyyüp, atının ürkmesiyle yere düşmüş, ağır hasta olarak sarayına götürülmüş ve sekiz gün bu durumda yattıktan sonra 27 Zülhicce 568/10 Temmuz 1173 tarihinde vefat etmişti [56]. Bu büyük devlet adamı, Mısır'da, Selahuddin tarafından getirilmiş bulunduğu hazine işleri-ni yürütmelde vazifeli bulunuyordu [57]. Aynı zamanda o, yukarıda da görüldüğü üzere, Mısır'da zaman zaman Selahuddin'e naiplik ettiği gibi aynı zamanda onun en büyük bir danışmanıydı [58].
Runciman'ın belirttiğine göre Nuruddin'in söz konusu Kerek seferi, Kudüs kralmın, Mleh'i cezalandırmak için çıkmış olduğu Çukurova harekatının yapıldığı döneme rastlıyordu. Durum, Haçlılan bu bölgeden temizlemek için çok uygundu. Bir yıl sonra Selahuddin'i tekrar yardıma çağırmasının esas gayesi de bu idi. Selahuddin'in bu sefere çıkmasını babası Eyyüp ta tavsiye etmişti. Yine adı geçen yazar, Nuruddin'in bu sırada Kerek Kalesi'ni kendi kuvvetleriyle kuşattığını; ancak yardıma yetişen krallık ordusunun onun zafer kazanmasını engellediğini [59]" kaydediyorsa da, İslam kaynaklannda onun verdiği bu bilginin doğruluğunu kanıtlayacak bir belgeye rastlamamız mümkün olmamıştır.
Nihayet araştırmamızın incelenmesi gereken en güç yerine geliyoruz. Selahuddin'in, acele ederek Mısır'a geri dönmesinin sebebi gerçekten babasının hasta olması ve bu ülkede Fatımi Devleti'ni yeniden diriltme gayretlerinin sezilmesi miydi? Bu iki sebebin varlığını bütünüyle inkar etmemiz elbette ki, doğru olmaz. Ancak kısa bir zaman önce savaşa çıkan bir hükümdann, ülkesinde bazı kanşıklıklann çıktığını ileri sürerek geri dönmesini bütünüyle geçerli bir mazeret saymamız da mümkün değildir. Çünkü gelişen olaylardan elde edilen sonuçlar bu mazeretlerin haklı bir temele dayanmadığını gösteriyor. O halde Mısır sultanının ısrarla efendisiyle buluşmaktan kaçınmasının gerçek sebep veya sebepleri nelerdi? Bize göre, İki kez tekrarlanan, Haçlılara karşı çok büyük fırsatların kaçırıldığına inandığımız ve ne pahasına olursa olsun ortaya çıkacağı kesin olan kötü sonuçların göze alınmasında etkili olan temel sebepler, aşağıda sıralamaya ve açıkamaya çalışacağımız bir kaç maddeye dayanıyordu:
1. Mısır naibi, yukarıda da geçtiği üzere, gerek Fahmi Halifeliği'nin kaldınlmasında ve gerekse Nuruddin'in kendisinden beklediği para yardımı hususunda biraz gevşek davrandığını, bu konularda efendisinin buyruklanna zamanında ve istenildiği gibi uymadığını biliyor; bu yüzden ondan çekiniyordu. Sultanın, eşsiz adaleti yanında eşine az rastlanır bir oto-riteye sahip olduğunu, emirlerinin savsaklanmasına hiç bir şekilde göz yummayacağını çok iyi bilen Mısır hükümdan, bu davranışların karşılıksız kalmayacağına inanıyordu. özellikle Sünni İslâmlığın hükümran olması ve Franklarla cihad edilmesi konularında sultanın gerçekten hassas olması, onu derin derin düşündürmekteydi. Ordusunun da büyük çapta Nuruddin'den yana olduğunu çok iyi bilen Selahuddin, efendisiyle bir araya gelirse kolaylıkla azledilebileceğine inanıyordu.
2. Selahuddin'in çevresindeki bazı büyük emirlerin, sahip oldukları menfaatlerin elden çıkabileceğini hesap ederek onu sultandan uzak tutmak için, belki de Nuruddin'in aklından bile geçmeyen tehlikelerle onu korkutmalan, hükümdan böyle bir davranışa zorlamaktaydı [60]. Bu husus, Mısır hükümdarının, sultanı her bakımdan iyi tanımadığını gösteriyor. Eğer o, kendinden önce amcası Şirkuh'a ve babası Eyyüb'a, Nuruddin'in verdiği üstün değeri iyice anlamış ve bu hükümdann kendisi hakkında da beslediği büyük umutları iyice kavramış olsaydı, emirlerinin yanlış telkinlerine kulak asmaz, efendisiyle kendi arasında hiç bir problemin çıkmasına imkan kalmazdı. Sultanın, kendisine yazdığı mektuplarda yüksek bir paye vermesine, ismi yerine ona tazim olsun diye, alameti baş tarafta olduğu halde baş komutan (el-emir el-isfehsalar) ünvanlyla hitap etmesine' rağmen[61] Selahuddin'in çeşitli gayeler peşinde koşan emirlerinin telkinleriyle nasıl değişebildiğini anlamak gerçekten güçtür.
3. Bazı İslam ve Batı tarihçilerinin belirttiklerine göre Selahuddin, ülkesiyle Suriye arasında kalan Kerek ve Şevbek princepsliklerinin kaldırılmasından yana değildi. Çünkü bu devletçikler aradan kalktığı takdirde Nuruddin, istediği an Mısır seferine çıkabilecek ve naibinin vazifesine son verebilecekti. Bu sebeple o, bu tampon devletçiklerin geçici bir süre için de olsa, kaldırılmasından çok yaşamalarından yanaydı [62]. Bu yüzden Sala-huddin, belirtmeye çalıştığımız hususlardan dolayı, Nuruddin'in er geç ülkesine gireceğine inanmış ya da inandırılmış olduğundan, aralarını bir kılıç gibi ayıran bu Frank devletçiklerinin geçici bir zaman için de olsa, biraz daha yaşamalarını kendi açısından uygun bulmuş olabilir.
Mısır hükümdarı Selahuddin Eyyübrnin bir yandan, çevresindeki emir ve danışmanlarının etkisiyle, bir yandan da gerçekten ülkesinde za-man zaman ortaya çıkan meseleler yüzünden Nuruddin'e karşı yapmış olduğu bazı yanlış davranışları olduğunu, yukarıda da belirtmeye çalıştığımız gibi kendisi de kabul etmekteydi. O, aralarında sürmekte olan iyi sayılabilecek münasebetlerin gerçekte dıştan olduğunu ve bir takım ortak yararlara dayandığını biliyor, bu yüzden kendisini hiç bir zaman tam bir güven içinde görmüyordu. Bu sebeple bazı tarihçiler, onun, Nuruddin Mısır'a geldiği takdirde yurt tutabileceği yeni bir ülke aradığını ileri sürüyorlar. Turanşah'ın, Sudan içlerine kadar sefere çıkıp İbrim'e değin fethettiği bölgelerin yoksul olduklarından tutunmaya elverişli olmadıklarını kardeşine bildirdiğini ve daha sonra Yemen'in yine bu maksatla adı geçen emir tarafından Selahuddin adına fethedildiğini (569/1174) ve bu emirin bu bölgeyi 571/1176 yılına kadar idare ettiğini kaynakların verdikleri bilgilerden öğreniyoruz°. Bununla birlikte Turanşah, Sudan'dan döndükten sonra onun Yemen'i fethetmesi için Selahuddin'in Nuruddin Mahmut'tan izin istediği ve kendilerine bu iznin verildiğini de yine bir takım kaynak-lardan anlıyoruz". Nitekim bu bilginin doğru olduğunu, Turanşah'ın Yemen'in fetih müjdesini Selahuddin'e, onun da Nuruddin'e bu sonuncu hükümdarın da, Muhezzebuddin Ali b. İsa en-Nakkaş aracılığı ile Abbasi halifesi Müstedi'ye bildirmesinden öğreniyoruz°. Bu durum, bu iki hükümdar arasında devam eden soğukluğa rağmen aralarındaki münase-betlerin yine de kesilmediğini göstermektedir. Bütün bunlardan ayrı ola-rak belirtmek gerekir ki, Yemen'in fethedilmesinde, aslen bu ülkeden olan ve o sıralarda Mısır'da yaşayan şair, edip, büyük fıkıhçı ve tarihçiler-den Yemen'li Umâre (ölümü: 569/1174)'nin de payı vardı[66] ". Nitekim bu zat, Turanşah'Ia özel bir ilgi kurmuş, ülkesinin çok kolay alınacağını ve orada çok mal sahibi olacağını ona anlatmıştı. Sözü edilen emir de, daha geniş imkanlara kavuşmak için Yemen'i fethetmişti[67].
Yukarıdan beri açıklamaya çalıştığımız bütün bu gelişmelerden, Selahuddin EyyübVnin, açıktan açığa olmasa bile bağımsız bir devletin temellerini atmakta olduğu anlaşıllyordu. Nuruddin de bunu gayet iyi anlamış ve kavramış bulunuyordu. İbnu Kesir, onun, bir kaç kez naibini azletmeye niyet ettiğini; ancak Franklarla her an savaşma durumunda olmasının bu işin gerçekleştirilmesine engel olduğunu[68]" kaydetmektedir. öte yandan sultanın, Eyyûloi ailesinin geniş imkanlarından yararlanması, adım adım gerçekleşen bağımsızlık hareketinin, onun genel menfaatlerini ve merkezini etkilemeyecek tarzda gelişmesi, hiç bir şekilde Müslüman kanının akıtılmasına gönlünün razı olmaması ve bütün gücün Hristiyanlara karşı kullanılmasını her zaman temel gaye edinmesi gibi sebepler, Selahuddin'in bu davranışlarına, geçici bir süre için de olsa göz yummasını ve acele etme-mesini gerekli kılıyordu. Ayrıca, üstün nitelik ve meziyetlere sahip olan Selahuddin'in de, bütün bu isteklerine rağmen efendisine karşı savaşıp böyle nazik bir dönemde Haçlılara arzu ettikleri fırsatı vermesi de düşünülemezdi".[69]
Şimdi ise geride, açıklanması gereken bir mesele daha bulunmaktadır. Özellikle bölgedeki Haçlıların dört gözle bekledikleri bu husus, Ortadoğu'nun bu bölgesinde o dönemin en büyük bu iki Müslüman ve Türk lideri arasında bir savaşın çıkıp çıkmayacağı ile ilgili idi. Kanaatimize göre,Müslüman kanının dökülmesine hiç bir şekilde gönüllerinin razı olması düşünülmeyen bu mücahitlerin temsil ettikleri iki ordu, bir araya gelse bile bir kapışma olmayacaktı. Esasen, Selahuddin'in ordusu içinde çok sayıda Nuruddin yanlısı emir ve askerlerin bulunması sebebiyle, aralarında yapılacak bir savaş için gereken dengenin kurulmasına da imkan yoktu. Diğer taraftan, buna benzer olaylarda özellikle Nuruddin'in her zaman barıştan yana bir tavır takınması, söz konusu pürüzlerin giderilmesinde onları barışa zorlayacaktı. Böylece, efendisine olan bağlılığını yenilemek durumunda kalacak olan Selahuddin, muhtemelen vazifeden azledilmeyerek kendi bölgesindeki hükümdarlığını sürdürecekti. Bu tarihi buluşma sonunda, bölgedeki Franklara karşı vazgeçilmez bir mücadele başlatılacak, böylece Selahuddin'in, daha sonra yürüteceği Çetin cihad hareketi, daha kestirme yoldan gayesine erişebilecekti. Bu suretle büyük devlet adamı Nuruddin, vefat ettiği zaman gözleri arkada kalmayacaktı. Ne, yazık ki, ilahi. takdir, İslam Tarihi'nin bu seçkin iki hükümdanna bu mutlu sonun meyvelerini birlikte tatmayı nasip etmemişti. Nuruddin, Selahuddin'in kendisine boyun eğmesini, hükümdarlık duygularını tatmin etmek için de-ğil, söz konusu gayesini gerçekleştirmek için istiyordu. Kaynakların bildirdiğine göre, bu iki sultanın, hiç bir zaman aradaki bağların koparılmama-sına rağmen Nuruddin Mısır'a girme hususunda kararlıydı. Mısırlılar da bunun böyle olacağını bekliyorlardı. Sultan, vefat edeceği yıl artık meseleye bir son vermek için karar vermiş, bu maksatla hazırlıklara başlamış; ancak bu seferin gizli tutulmasına özellikle dikkat etmişti. Bu sebeple o, Musul, Cezire ve Diyarbakır hükümdarlarına mektuplar göndererek, on-lardan Şam'ı Haçlılara karşı korumak için ordu göndermelerini istemekteydi. Sultan, yeğeni olan Musul hükümdan 2. Seyfuddin Gazi (dönemi: 565-576/1170-1180)'yi Dımaşk'ta kendine naip bırakıp Mısır Seferi'ne çı-kacaktı. Bunun için ilkbaharda Dımaşk'a geldi ve hazırlıklara başladı. Kaynakların, onun Mısır Seferi'ne çıkmasının gerçek sebebi üzerinde ısrarla kaydettikleri husus, Mısır'daki naibinin Haçlılar karşısındaki gevşek tutumu ve onlara karşı birlikte yapmak istediği savaşa yanaşmamasıydı'.[70]
Nuruddin'in, yukarıda belirtilen sebeplerden dolayı Mısır Seferi'ne çıkmaya kararlı olduğunu gösteren kanıtlardan biri de, Gümüştekin olayıdır. Bilindiği gibi kendisine yapılan çağrı üzerine Dımaşk'a gelmek üzere hareket etmiş bulunan 2. Seyfuddin Gazi'nin ordusunda, sultanın daha önce Musul Kalesi dizdarlığına kendi adına tayin ettiği Gümüştekin de vardı. İşte bu sırada sultanın ölüm haberi bu orduya ulaşınca sözünü etti-ğimiz emir Gümüştekin Haleb'e kaçmış, Musul hükümdarı onu yakalattı-ramamıştı [71].
Sultan Nuruddin Mahmud'un, karar verdiği Mısır Seferi'ne çıkmadan ı Şevval 569/15 Mayıs 1174 tarihinde ölmesi Selahuddin'in, bu nazik meselede de şansının yaver gittiğinin bir deliliydi. Artık o, bu husustaki korku ve sıkıntlyı da atlatmış oluyordu. Böylece Mısır'da Şiiliğin izlerini silmede büyük bir ustalık gösteren, bu mezhebe bir daha dönülmemesi için akıllı ve tedbirli davranan ve bu hummalı çalışmalarını büyük çapta sertlik göstermeden üstün bir başarıyla gerçekleştiren [72] Selahuddin'i, artık bu bölgelerin tek lideri olarak içte ve dışta çok çeşitli meseleler bekliyor-du. Nuruddin'den sonra, onun devlet çarkının başına geçecek tek hükümdar da Selahuddin'den başkası değildi. Belirtmek gerekir ki, Zengi ailesinden ne Musul hükümdarı 2. Seyfuddin Gazi ve ne de Sincar hükümdan 2. İmaduddin Zengi (dönemi: 566-594/1170-1197) amcalarının yerini tutabilirlerdi. Nitekim bunun böyle olduğu daha sonraki olaylarda görülmüştü. Nuruddin'in oğlu el-Meliku's-Salih İmaduddin İsmail (döne-mi: 569-577/1174-1181) ise daha onbir yaşında bir çocuktu. Bununla bir-likte sultan Selahuddin, babasının veliahtı sıfatıyla onun yerine geçirilen Ismail'e bir süre bağlı kalmış ve onun adına para bastırmıştı[73]. Ne var ki bu durum, onu bir basamak yaparak devletin kendi eline daha kolay bir şekilde geçmesine yönelikti.
Selahuddin Eyyübi'nin, gerçekten bağımsız bir devlete sahip olma hususundaki niyetinin ve geniş ülkelere hakim olma arzusunun doğru olduğu, Nuruddin'in ölümünden hemen sonra anlaşıldı. Nitekim o, efendisinin en büyük emiri olarak el-Meliku's-Salih'e, yalnız kendisinin naip olacağını ileri sürerek Haçlılarla yapacağı mücadeleden önce Suriye bölgesindeki Zengi Emirlikleriyle uzun sayılabilecek savaşlara girdi. O, daha önce Nuruddin'in barış yoluyla Haçlılara karşı kurmaya çalıştığı İslami güç birliğini savaş yoluyla sağlamaya uğraştı. Bernard Lewis, Zengi Devleti'nin temelleri üzerinde Eyyâbi Devleti'ni kuran Selahuddin hakkında İslam tarihçilerinin ikiye ayrıldığını belirterek özet olarak şunları kaydediyor: "Zengilerin görüşlerini yansıtanlara göre o, kendi ikbaline düşkün, ihtiras peşinde koşan ve maceralardan hoşlanan biriydi. Bu hedefe ulaşabilmek için Zengilere karşı hem hile hem de güç kullandı. Böylece Nuruddin'in varislerini mirasdan mahrum bıraktı. Ondan yana görüş belirtenler ise, o, Haçlılara karşı yaptığı cihad için mühim bir ön hazırlık olarak İslam topraklannı yeniden birleştirmeyi başaran bir Müslüman kahramanıydı[74].
Mala, servete hiç değer vermediği, şahsına ait bir atının bulunmadığı, bindiği atın bile kendisine hediye edilmiş olduğu ve hiç bir zaman zekât düşecek ölçüde zenginliğe erişemediği rivayet edilen [75] Selahuddin hakkında, yulkarıda adı geçen müellifin özetlediği görüşlere bütünüyle katılmamız mümkün değildir. Daha Nuruddin zamanında, efendisinin ardından ikinci derecedeki sultanlığı, dönemin Abbasi halifesince tescil edilmiş bulunan [76] bu büyük mücahidin, kendisinde güç gören ve daha geniş alanlara hükümran olmak isteyen bir çok İslam ve Türk hükümdanndan ayrı bir yol tuttuğunu ileri sürmenin yanlış olacağı görüşündeyiz.
Sonuç olarak diyebiliriı ki, Selahuddin Eyyfibi, gerek Fatımi Halifeliği'ne son verilmesi, gerek kendisinden istenilen mali desteğin sağlanması ve gerekse Haçlılara karşı ortak mücadele verilmesi konularında, Nuruddin Mahmud'un beklediği ve umduğu titizliği göstermemiştir. Zengi Devleti'nin sultanı, hayatı boyunca gerçekleştirilmesi uğrunda durmadan uğraştığı en büyük gayelerinden biri olan özellikle son hususta, naibinin kendisini hayâl kırıklığına uğrattığını görmüş; bu sebeple ona olan güveni sarsılmış ve tutumu değişmiştir. Büyük Türk ve İslam hükümdan Nuruddin, kendisinden sonra Haçlılar karşısında destanlaşan bir tarih yazdıracak olan Selahuddin'in, Kerek ve Şevbek konularındaki tutumuyla onun, artık başına buyruk olma niyet ve arzusunda olduğunu anlamıştır. Sultan bu-nu, yalnız sessiz bir baş kaldırma hareketi olarak değil, aynı zamanda, her türlü şart ve ortamda yürütme gereğine inandığı cihad hareketinin savsaklanması olarak ta değerlendirdiği için, Mısır'a girip naibini cezalandırmaya karar vermiştir.
Mısır hükümdarı Selahuddin ise, efendisinden sonra, en güçlü ve yetkili naip olarak kendini gördüğünden, ileride devletin başına geçebilmek için elinde bulunan bu fırsatı kaçırmak istememiştir. Bununla birlikte Nuruddin'e karşı yapılmaması gereken davranışlar sergilediği için azledileceği korkusuyla da ısrarla onunla bir araya gelmekten de çekinmiş ve kaçınmıştır. Bu durumun kaçınılmaz bir sonucu olarak ta, daha önce bu iki kesimli devleti birbirine kenetleyen bağlar, gittikçe gevşeyerek kopma noktasına gelmiştir. Böylece İslam ve Türk Tarihi'nin bu seçkin iki sultanı arasında hiç bir zaman bütünüyle giderilmemiş olan bir kırgınlık ve soğukluk oluşmuştur.
Bu iki sultan arasında ortaya çıkan soğukluk bölgedeki yerli Hınstiyanlann ve Haçhlann bir müddet daha varlıklarını sürdürebilmelerine ya-ramıştır. Buna karşılık Anadolu'nun da içinde bulunduğu bölgedeki islam ve Türk devletleri, daha uzunca bir zaman Haçhlarla mücadele ederek can vermek ve kan akıtmak zorunda kalmışlardır. Eğer Selahuddin Eyyü-bi, Nuruddin'le, onun arzu ettiği sıkı işbirliğinden ve yakınlaşmadan yana olsaydı, belki de daha sonra Haçlılarla tek başına ve daha güç şartlar altında yükseltmek zorunda kaldığı İslâm'ın zafer bayrağı, daha o zaman yalnız Kudüs'ün değil, bölgedeki bütün kalelerin burçlarına dikilmiş olacaktı. Bu ise, daha sonraki Haçlıların, yeniden bu bölgeye değin erişebilmelerinde kendilerine devamlı olarak uzanan ellerden onları yoksun bırakacak; böylece İslam Dünyası'nın çehresi bir başka olacaktı.