I. Konu çerçevesi. II. Friedrich'in veliahtlığı döneminde Avrupa. I 2: 1 2. yüzyılın sonlarından II. Friedrich'in Haçlı Seferine kadar Doğu'daki siyasal ortam. II. Friedrich'in İslam kiiltıirriyle ilişkisi II.ı: Friedrich'in Sicilya'da İslam kültürüyle ilişkileri. 11.2: Friedrich'in Haçlı Seferi. 11.3: Haçlı Seferinden sonra Friedrich'in Doğu ile ilişkileri.
III. Friedrich'in Doğu ile kurduğu manevi bağ. III.ı : Siyasal model olarak Doğu. 111.2: Friedrich'in kişisel merakları.
IV. Arap kaynakları na göre II. Friedrich. IV.ı : Değerlendirilen Arap kaynaklarının karekteristiği. İV.ı . a) Çağdaş kaynaklar. IV.ı . b) Daha geç kaynaklar. IV.2: Doğu kaynaklarına göre Friedrich'in kimliği. IV.3: Friedrich'in bilim merakının anlatılışı. 1V.4: Friedrich'in dış görünümü, davranışı ve dini inançlannın anlatılışı. Sonuç: Arapça kroniklerde beliren Friedrich imgesinin değerlendirilmesi.
Kısaltmalar
BF: J.F. Böhmer, Regesta Imperii, V: Die Regesten des Kaiserreichs unter Philipp, Otto IV., Friedrich ..., 1198-1272 ..., yay. J. Ficker ve E. Winkelmann, ı . bölüm, Innsbruck 1881.
El2: Encyclop&lie de !Islam, Nouvelle Edition, Leiden/Paris 1978.
Gestes: Philippe de Navarre & G&ard de Monral, Les Gestes des Chiprois, yay. G. Raynaud, Socii.te"' de l'Orient Latin, S6-ie historique, V, Geneve 1887.
HB: Historia diplomatica Friderici Secundi, yay. J.L.A. Huillard-Br& holles, 7/12 c., Paris 1852-1861.
HC: A History of the Crusades, gen yay. K.M. Setton, II: The Later Crusades, 1189-1311, yay. R.L.Wolff ve H.W. Hazard, Madison/ Milwaukee/London 2 ı 969.
I. Konu çerçevesi
Friedrich'in veliahtlığ: döneminde Avrupa
Kutsal Roma-Alman imparatoru VI. Heinrich Norman krallığını fethederek Sicilya kralı da olunca, Hohenstaufen hanedanının elinde bulunan imparatorluk, önde gelen bir Akdeniz gücü darak evrensel bir konuma erişmişti. Imparatorluğun ağırlık noktasını güneye kaydıran ve böylece Sicilya'nın imparatorluğa katılması ihtimalini gündeme getiren imparatorluk- Sicilya "personel birliği", tek bir güç tarafından çembere alınan RomaKilisesini tehdit ediyordu. Heinrich'in, Sicilya kralının veraset hakkını imparatorlukiçin de elde etme ve böylece Stauferlerin babadan oğula geçen,Akdeniz kıyılarına kadar uzanacak bir dünya egemenliği tasarıları, Tevcih Kavgasından beri birbirlerinin rakibi olan Imparatorluk ile Papalığın arasını daha da açmıştı [1] Ancak, VI. Heinrich'in ölümüyle (28.9.1197)[2] Stauferlerin bu evrensel konumları çöktü, ve Kilise bu çatışmadan galip güç olarak slynldı. Veresat hakkından dolayı Sicilya o zaman henüz üç yaşını doldurmamış olan Friedrich'e düştü[3]. Onun yerine önce annesi, VI. Heinrich'in dul eşi ve Sicilyateyn'in ünlü Norman kralı II. Roger'nin kızı Constance, yönetimi ele aldı. Constance Sicilya krallığında Stauferlerin hükümdarlığını kurdu ve Kilise'nin süzrenliğini tanıdı. ölümünden sonra (27.11.r 198)[4] kendisinin vasiyetnamesine uygun olarak Papa III. Innocen-tius krallığın naipliğini ve Friedrich'in vesayetini üstüne aldı, ta ki Friedrich'in 26.1 2.1208 tarihinde rüştü ilân edilene kadar [5].' 1.2 12. yilzyılın sonlarından 11. Friedrich'in Haçlı Seferine kadar Doğu'daki siyasal ortam EyyubI hanedanının [6] kurucusu Salâhaddin'in [7] ölümünden sonramülkü oğulları ve kardeşi el-Adil' arasında bölüştürülmüş, ancak el-Adil [8]yeğenlerinin topraklarını ele geçirmek için aralarındaki sürtüşmelerden yararlanmasınıbilmişti [9]. Oğullanndan bizi konumuz çerçevesinde ilgilendirenler(el-Kâmil, Mısır meliki [10]; el-Muazzam, Şam meliki[11]; el-Eşref, Elceziremeliki [12])[13] önce Haçlılara karşı işbirliği halindeydiler ve bunları 1221 'de Dimyat'tan attılar [14], ama az sonra aralarında kavga başladı [15]. El-Kâmil ile el-Eşref ortanca kardeşleri el-Muazzam'a karşı birleşirken, el-Muazzam da Celâleddin Harezmşah MengübertI [16] ile 1226 yılının başlarında işbirliğine girdi[17]. Ancak, topraklarının bir kısmı Celâleddin tarafından işgal edilen el-Eşref, el-Muazzam'dan barış dilemek zorunda kaldı [18].
El-Muazzam kendisini tutsak olarak Dimaşk'ta on ay kadar oyalayıp el-Kamil' e karşı yardım sözü vermeye zorladıysa da [19], el-Eşref Mayıs 1227'de serbest bırakıldıktan sonra sözünü geri almıştır. El-Muazzam'ın güçlü Harezmşah ile kurduğu ittifak el-Kamil'i tehdit ediyordu. El-Eşref kendisine yardım edebilecek durumda değildi; ayrıca Haçlılann her an saldırabileceklerini hesaba katmak zorundaydı[20]. Diğer Eyyubi ümerasından da yardım bekleyemediğinden, güvenini sağlayabilmek için, Haçlılarla anlaşmayı kaçınılmaz görmüş ve uzun süredir sefer hazırlıkları içinde bu-lunduğunu bildiği Kutsal Roma-Alman Imparatoru, Sicilya ve Kudüs kralı[21] olan II. Friedrich'ten destek istemiştir. Doğu'da Friedrich, gerçeğe uygun olarak, Avrupa'nın en güçlü hükümdan olarak tanınmaktaydı. Defa-larca Haçlı Seferini ertelemesinden dolayı Kilise ile bazı anlaşmazlıklar içinde olduğu ve ayrıca Müslümanlar ile sıkı ilişkiler sürdürdüğü bilin-mekteydi [22]]. Böylece el-Kamil Frank tehlikesini uzaklaştınp, dikkatini el-Muazzam ve Celaleddin'den gelmesini beklediği bir saldırıya karşı topla-yabilirdi. 1227 yılının başlarında Emir Fahreddin Yusuf u elçi olarak Fri-edrich'e göndererek, Akka'da boy göstermesi için teklifte bulundu ve yardımının karşılığı olarak, Kudüs dahil, Salâhaddin'in bütün fetihlerini geri vereceğine dair söz verdi[23]. Ebülfidâ, Ibn KesIr, Baybars ve Makrizrnin yorumlanna göre, el-Kamil bu adımı atmakla, el-Muazzam'ı Franklann yaklaşmalan karşısında niyetinden caydırmak ve kendi tarafına çekmek is-temiştir[24]. El-Muazzam, ağabeyinin Friedrich'ten yardım istediğini öğre-nince, hutbeyi artık el-Kamil'in yerine Celâleddin'in adına okutmakla ve sikkeyi onun adına bastırmakla, kendisini açıkça Celâleddin'in vassali ilan etti[25]; sonra da el-Eşref e mektup yazarak, onu tekrar kendi tarafına çek-meye çalıştı [26]. El-Eşref ise olumsuz cevap vererek, Celâleddin'e yaklaştığından dolayı kendisine sitem etti [27]. El-Kâmil, el-Muazzam'ın Celâleddin ile ittifak kurduğunu öğrenip kardeşine karşı bir sefere çıktığında, el-Muazzam kendisine Ağustos ı 227'de alaylı bir mektup gönderdi:
"Ulu Tanrı'ya yemin ettim ki, bana saldırmak için yaklaşacağın her bir kademe karşılığı, fakirlere sadaka olarak bin dinar dağıtacağım, çünkü bütün ordun, elimdeki mektupların kanıtladığı gibi, bana bağlıdır; seni ve ordunu esir alacağım!" [28]
Makrizrnin dediğine göre [29], el-Muazzam bu mektubu ağabeyine gizli tutulmak üzere göndermiş; açıklamak üzere ise bir başka mektup yazmış:
"Ben senin kulunum, seni saymaktan ve süzrenim kabul etmekten vazgeçmedim. Beni, istemediğim halde sefere sevketmen ve bana karşı savaşmaya gelmen hiç doğru olmaz. Vassallerinin en önde geleniyim ve Suriye ile doğu eyaletlerinin hâkimleri arasında birinci hizmetkânnım.” [30]
Bu ikinci mektubu el-Kâmil emirlerine açıklayıp Kahire'ye döndü[31], çünkü gizli tutulmak üzere gönderilen mektupta el-Muazzam, el-Kâmil'in ordusu haldunda gerçeği söylemişti. Resmi yazıyla el-Muazzam ağabeyine itibarı sarsılmadan seferini kesme fırsatı veriyor gibi görünse de, kendi çıkarına da hizmet etmiş oldu, çünkü kendisi de o sırada diğer Eyyubilerin desteğinden emin olamadığından, bir savaşı göze alamıyordu.
Kısa bir süre sonra, 1227 yılının yaz aylarında, Friedrich'in elçisi, Palermo başpiskoposu Berardo [32], aralarında İmparatorun has atı olan kıymetli hediyelerle, el-Kâmil'in sarayına vardı ve orada onur verici bir kabul gördü. "Frank kralınnın [33] elçisi olarak Arapların gözünde büyük bir itibara sahipti. Bu şüphesiz Arapların, henüz sadece rivayete dayanarak tanı-dıkları Friedrich hakkında besledikleri tasavvura da ışık tutar. Onlara göre, Avrupa'nın bütün Hıristiyan hükümdarları arasında Friedrich'in özel bir yeri vardı. Nitekim Mala:izi gibi bir Arap tarih yazıcısının, Friedrich'in elçisinin gelişini, hediyeleri ve el-Kâmil'in mukabelesini başka haberler arasında kısaca zilcretmeyip, daha ayrıntılı biçimde anlatması, bu ilgiye bir örnek oluşturur:
"O yıl (624 — 1226/27)[34] Franklann kralının elçisi geldi; Sultan el-Melik-ül-Kâmil'e çok kıymetli ve zengin hediyeler getirdi; ona başka şeylerin yanı sıra birçok at verdi ki, bunların arasında taş-larla kakma altın bir eyerle kralın kendi atı da vardı. El-Kamil takviye ile (ikame) elçiyi karşılamak üzere Iskenderiye'den Kahi-re'ye giden yola koyuldu. El-Melik-ül-Kamil elçiyi Kahire yakın-lannda bizzat karşıladı, ona büyük bir saygı gösterdi ve ikamet-gâh olarak vezir Safiyeddin Ibn Şakir'in evini verdi. Sonra Franklann kralına hediyeler göndermekle meşgul oldu; bunların arasında kendisine gönderilmiş olan hediyelerin değerini fazla-sıyla aşan, Hindistan'dan, Yemen'den, İrak'tan, Suriye'den, Mı-sır'dan, Iran'dan gelen hediyeler vardı." [35]
Bu ziyaretten sonra başpikopos Berardo, el-Kamil'in Friedrich'e Kudüs'ü devredeceğine dair verdiği söze, buranın hâkimi olan el-Muazzam'ın rızasını almak için Ekim 1227'de Dimaşk'a gitmişti. Böylece Friedrich, birbirleriyle rekabet halinde olan her iki Eyyubl. tarafla iyi ilişkiler içinde bulunmak amacıyle, Hıristiyan düşmanı olarak tanınan Şam meliki ile de anlaşmak istiyordu. Ancak el-Muazzam, Friedrich'in elçisini: "Efendine, kendisi için kılıcımdan başka bir şeyimin olmadığınısöyle!" [36]
sözleriyle geri çevirmiştir. Frankların yaklaştıklarını öğrenince, son kaleleri yıkmak için Kudüs'e gitmiş ve buranın hisarlanyle diğer kaleleri tahrip etmiştir[37].
Berardo'nun Dimaşk'a gitmesinden tedirgin olan el-Kamil, Friedrich'in gelmesini hızlandırmak amacıyle, Emir Fahreddin'i aynı günlerde tekrar Sicilya'ya Friedrich'in yanına gönderdi[38]; ancak kısa bir süre sonra kardeşi el-Muazzam 12.11.1227 tarihinde ölünce[39], bu adımı attığına pişman oldu. El-Muazzam'ın halefi, genç[40] ve siyasette deneyimsiz olan oğlu el-Nasır Davud[41], amcası el-Kamirden barış istedi. El-Kamil kendisine hil'at ve sancak göndermekle beraber, Şevbek (Kerak) kalesinin devredilmesini istedi. El-Nası r'ın bu isteğe uymamasından sonraki gelişmeler, el-Kâmil'in 1228 yılının Temmuz ayında Suriye'ye girmesine ve Kudüs ile Nablus'u fethetmesine yol açtı [42]. Kardeşi el-Eşref e bu hareketinin gerekçesini Franklara karşı güvenlik tedbiri olarak açıkladı:
"Hıristiyanlara karşı savaşmak için buraya gelmiştim; ülke sa-vunmasızdı; Franklar, surlarını yıktığımız Sayda'yı yeniden inşa etmişlerdi. Biliyorsun ki, amcamız Salâhaddin Kudüs'ü fethet-mekle bize her zaman için ünlü bir isim bıraktı. Frankiar Kut-sal Şehri geri almış olsalardı, bizim için ebedi bir ayıp olacaktı; torunlarımızın nezdinde anımız ilelebed lekelenmiş olacaktı. Amcamız tarafından kazanılmış saygınlığı yitirmiş olarak, Al-lah'ın huzurunda ve insanların gözünde hangi itibara sahip ola-caktık? Franklar aldıklanyle yetinmeyecek, başka şeyler almak isteyeceklerdi. Ne var ki, sen buraya geldiğine göre, benim yanlı-ğım gereksiz. Ben Mısır'a döneceğim; Suriye'yi savunmak sana düşecek. Kimse benim hakkımda kardeşime karşı savaşmak için geldiğimi söylemeyecek, hâşa!” [43]
El-Nasır bu defa el-Eşref ten el-Kâmil'e karşı yardım istedi; fakat ikisi de yeterince güçlü olmadıklannın bilinciyle, Mısır sultanından yardım di-lemeye karar verdiler. El-Eşref arabulucu olarak el-Kâmil'in yanına gitti-ğinde, ağabeyi onu kendi davası için kazanmayı başardı ve ı o. I 1.1 228 ta-rihinde iki kardeş Tell el-acürde yeğenlerinin topraklarını bölüşmeye ka-rar verdiler [44].
Bu arada Friedrich 7.9.1228[45] tarihinde Akkâ'ya varmıştı; Arap kay-naklarının belgelediklerine göre de, el-Kâmil artık çok müşkül bir durum-da bulunuyordu, çünkü el-Muazzam'ın ölümüyle, İmparatorun gelmesine gerek kalmamıştı.
"Imparator geldiği zaman, el-Muazzam artık yaşamıyordu; bundan böyle de İmparatorun varlığı, el-Kamil için bir yara içinde kalan bir ok gibiydi... ,5 [46] "El-Kamil'in ricası üzerine yola çıkmış olan Kral-imparator o sırada Akka'ya vardı. El-Kamil çok korktu, çünkü kendisini onunla savaşmak için çok güçsüz hissediyordu...[47]
El -kamil Friedrich'e Kudüs'ün ve başka yerlerin devredilmesine dair söz vermişti ve bu sözü tutmadığında, İmparatorun diğer Eyyubilerle bağlantı kurmasını ve bunların ortak saldırısını hesaba katması gerekiyordu. Bundan dolayı İmparatorla yaptığı görüşmeleri - ki bunlara Friedrich'in Haçlı Seferinden söz ederken kısaca değinilecek - mümkün olduğu kadar uzatmaya çalışmıştır [48].
II. Friedrich'in İslam kültürüyle ilişkisi
Çağının Avrupalı Hıristiyan hükümdarları arasında şüphesiz ki II. Friedrich İslam kültürünü en iyi tanıyanı olmuş ve bu kültüre dinsel önyargılardan uzak olarak azam? ilgiyi beslemiştir. islam'ı hiç bir zaman inanç olarak Hıristiyanlığa tercih etmediği halde, serbest düşünce eğilimi Kiliseye, kendisini Müslümanlığı benimseyen bir din sapığı olarak suçlamak bahanesini sağladı [49]. Friedrich'in 22.11.1220 tarihinde imparatorluk tacını giydikten sonra, Sicilya'da Batı aleminin ilk modem memur devletini kurarak, Hohenstaufen otoritesini İtalya'da yeniden egemen kılmasıyle, Papalığın önde gelen siyasal hedefi, Kilise devletini yine kıskaca alan Staufer gücünü kırmak olmuştur. Bundan dolayı, IX. Gregorius, Friedrich'in itibarını daha da yüceltecek olan Haçlı Seferini bir yandan afaroz tehditleriyle teşvik eder gibi görünmekle beraber, başarısızlığa uğratmak için değişik çarelere başvurmuştur [50]. Hıristiyan alemine iyi niyetini kanı tlamak için, hem de afaroz edilmiş olmanın baskısı altında, Kudüs'ü kan akıtmadan almış olması göz önünde tutulursa, Friedrich'in diplomatik ba-şarısı azımsanamaz. Bu zaferi, Sicilya'daki yetişme tarzı gereğince, Doğu zihniyetiyle maddeten ve manen uyum sağlayabilerek elde etmiştir[51].
II. Friedrich'in, kendi çağın' büyük bir mesafeyle aşmış bir Avrupalı hükümdar olarak tarihe geçmiş olmasında Sicilya'da yetiştiği ortamın ağır basan payı var. Küçük yaşta öksüz kalan Friedrich, değişik kültürlerin eri-diği bir pota olan Palermo'da İslam dini ile Arapların dil ve gelenekleriyle tanıştı ve bunları farklı kültürlerin öğeleriyle karşılaştırıp bağdaştırmayı öğrendi. Yahudi, Hıristiyan ve Müslüman hayat anlayışlan ve Bizans, Ital-yan, Arap ve Norman etkileriyle yoğrulmuş olan Sicilya melez kültürünün birikimi, anne tarafından devraldığı Norman atalarının eğilimlerini bariz biçimde kişiliğinde yansıtan Friedrich'in zihniyetine damgasını vurmuştur. Çokyönlü aydın kişiliğinin, çağının ölçülerine göre olağanüstü dil bilgisinin ve nihayet bir ruhani' öğretmenin ortaçağ eğitimiyle sağlayamayacağı din-sel hoşgörüsünün kaynağı, doğal yeteneklerinin yanı sıra, budur. Ayrıca, daha çoçukluğunda nice sorunla desteksiz başbaşa kalmış olması, ortaçağ Avrupasının bu eleştirici ruhlu, hiç bir kalıba sığmayan serbest düşünce eğilimli hükümdannın ilerde sergilediği "Realpolitik" anlayışının kökeni-dir. Arap öğretmenler tarafından da yetiştirilmişe benziyor, çünkü Arap kaynakları, kendisi Filistin'deyken, ezan okunduğunda namaza duran mai-yetinde Sicilya'dalci hocasının da bulunduğunu belirtiyorlar[52]. Sicilya'da Araplara karşı takındığı tavır, kişisel eğilimlerine ve duygularına tamemen ters düşmüştür. Sicilya'nın Normanlar tarafından fethedilmesinden sonra, adanın seçkin Müslüman tabakası yavaş yavaş Ispanya'ya, Mağrip ülkele-rine ve Mısır'a göç etmişt[53], ve artık Friedrich'in zamanında adada yaşayan Araplar, bireysel istisnaların dışında, kitle olarak kültürel liderlik ko-numlarını yitirmiş, adanın Grek ve Latin öğelerinin altına düşmüş sosyal sınıflann üyeleriydi. Bu geri kalanlar, Friedrich'in, kültürlerine hayran ol-duğu Araplar değil, hükümdarm otoritesine boyun eğmek istemeyen ve bundan dolayı onun tarafından acımasızca ezilerek Lucera'ya sürülen asi-lerdi. Ancak, adadaki direnişlerini böylece kırdıktan sonra Lucera'nın uysal kolonlanna dönüşen bu halka Friedrich kara italyasında sahip çıkmış-tır. Değişen siyasal şartlar onu kah Müslümanları koruyan, lcâh - bir kaç yıl boyunca - onlarla çatışan bir hükümdar haline getirmiştir [54].
25 Temmuz 1215 günü gerçekleşen ikinci taç giyme töreninde (krallık taa)[55], Friedrich Haçlı Sefer andını içmişti [56]. O zamandan beri Papalar kendisine yeminini yerine getirmesi için baskı yapıyorlardı, çünkü siyasal gelişmeler onu defalarca seferini ertelemeye zorlamıştı[57] Friedrich'e barışçı duygular besleyen Papa III. Honorius, 22.11.1220 tarihinden beri impara-torluk tacına da sahip olan Friedrich'i sefere teşvik etmek amaayle, Kudüs Kralı payesinin sahibi Jean de Brienne'in kızı ve Kudüs krallığı= varisi olan Isabelle (Jolanthe) ile evlenmesi için ikna etmiş, Friedrich bunu daha önce VI. Heinrich'in de arzuladığı bir Doğu-Batı bağlantısı kurmaya elverişli yol olarak görmüş ve razı olmuştu. Nikâhtan (9.11.1225)[58] sonra Küdüs krallığı üzerine hak talep edip, Kudüs kralı olarak taç giymiş ve Haçlı Sefer hazırlıklarına başlamıştı [59].
San Germano Anlaşmasıyle 25.7.1225 tarihinde 1227 yılının Ağustos ayına kadar yeni bir erteleme elde etmiş olan Friedrich, bu süreyi de aştı-ğında, artık hiç bir mazeretle afarozdan kurtulamayacağını biliyordu [60]. III. Honorius'un ölümünden (18.3.1227)[61] sonra Papalık makamına gelen IX. Gregorius nitekim kendisini yeminini tutmaya çağırdı ve afaroz tehdi-dini açıkladı. Friedrich ise artık sefer hazırlıklarını ilerletmişti, çünkü bu arada Emir Fahreddin'in aracılığıyle el-Kâmil'in yardım isteği kendisine ulaştınlmıştı; böylece Haçlı Sefer yeminini yerine getirmek için uygun za-manı kaçırmak istemiyordu.
Nihayet 8 Eylül 1227[62] tarihinde Friedrich Brindisi'den gemiyle hare-ket etti, ancak üç gün sonra Otranto'da yine karaya döndü, çünkü daha yola çıkmadan önce, Ağustos'ta Brindisi'de başlamış olan salgın hastalığa tutulmuş ve durumu daha da ağırlaşmıştı. Kendisi yolculuğa devam ede-mediği halde, filoyu Limburg dukası Heinrich'in başkumandanlığı altında Filistin'e gönderdi ve ertesi ilkbahar kendisinin de oraya geleceğini bildir-di [63]. Böylece, seferin yeniden ertelenmesi üzerine IX. Gregorius, San Ger-man° Anlaşmasının kendisine verdiği hakka dayanarak, imparatoru 29 Eylül'de afaroz etti[64]. Bundan böyle açık biçimde Friedrich'i yıpratmaya yönelen Gregorius, aslında Haçlı Seferinin ertelenmesinden çok, Fried-rich'in İtalya'da, özellikle kendisinin daha etkili olmak istediği Sicilya'daki güçlü iktidanndan dolayı İmparatora karşı geniş çaptaki saldırganlık siya-setini, 1230 yılındaki San Germano Banşına rağmen, Papalığı boyunca gütmüştür[65]. Gregorius'un şantaj' karşısında Friedrich İtalya politikasında kendisini afarozdan kurtarabilecek tavizi vermeyince, bu arada banşmaya hazır olduğunu açıklamış olan Papa[66], 18 Kasım 1227 tarihinde afaroz bildirisini yeniledi [67]. Avrupa hükümdarlanna gönderdiği 6 Aralık 1227 ta-rihli savunma yazısında[68] Friedrich, kendisini Haçlı Seferini yanda kesme-ye zorlayan sebepleri açıklıyor ve gelecek ilkbaharda yeniden yola koyula-cağını bildiriyordu. Papaya hücum etmiyor, sadece ölçülü bir üskipla Papanın, kendi hastalığının bir uydurma olduğu iddiasının gerçeği yansıtma-dığını açıklıyordu. Haçlı Sefer yeminini tutamadığı için Papanın kendisini haldı olarak afaroz ettiğini söylüyordu ki, cezasından kurtulması için gere-ken şartlan Friedrich'e açıkladığı mektubunda Gregorius daha çok Sicilya konusundaki taleplerini dile getirmişti. İmparatorun bu taleplere boyun eğmemesi üzerine, Haçlı Seferini engellemek için birçok hacının vefa yeminini bozdu ve Friedrich'i destekleyecek olan herkesi afaroz etmekle teh-dit etti. Nihayet Friedrich'e de afaroz edilmiş bir imparator olarak sefere çıkmayı yasakladı. Friedrich ise, Papanın kendisini Hıristiyan âleminin gözünde küçük düşürmeyi amaçladığını anlayarak, hazırlıklarını hızlandır-dı ve bu bunalımlı ortamda 28 Haziran 1228 günü Haçlı Seferine çıktı[69]. Üç ay öncesinde, 26 Mart 1228 tarihinde, Barletta'da Paskalya yortusu es-nasında Suriye'deki bajulusu Acem kontu Thomas'tan el-Muazzam'ın ölüm haberini almış ve Mareşal Richard Filangieri'yi beş yüz şövalye ile önden göndermişti; kendisi de asıl orduyla gelecek ayın içinde hareket edecekti[70]. Ancak, Papa ile olan anlaşmazlığından dolayı istediği tarihte yola çıkamamıştı[71]. Filistin'e giderken, Kıbrıs krallığı üzerinde bir süredir sarsılmış gözüken süzrenliğini sağlama bağladı[72] ve 7 Eylül 1228 günü Akkâ'ya vardı [73].
Yukarda da belirtildiği gibi, Friedrich'in Doğu'ya varması el-Kâmil'in işine artık gelmiyordu, çünkü kardeşi el-Muazıam'ın ölümüyle, imparato-run desteğine artık muhtaç değildi. Fakat öte yandan Friedrich'in Şamlı el-Nasır Davud ile bağlantı kurmasına yol açmamak için, memnuniyetsiz-liğini açığa vurmayı göze alamadı[74].
ibnül' Esir'e göre Müslümanlar Friedrich'in vanşından tedirgin ol-muşlardı. Daha önce askeri birlikler göndermiş olduğundan, maiyeti onla-ra çok kalabalık göründü. imparatorun daha önce Kıbrıs'ta sağladığı ba-şarılar onları etkilemişti [75]. Bu korku, Müslümanların Friedrich'i "Hükümdarlann kralı[76]", "Haçlı ordulannın kumandanı”[77] olarak ola-ğanüstü askeri güçle beklemelerinden kaynaklanmaktaydı, ama yakın bir gelecekte gereksiz olduğu görülecekti. Her ne kadar Friedrich sonunda Kudüs'ü almayı başardıysa da, bu kazancı güç şartlar altında sağlayabil-miştir. El-Kamil'i sözünü tutmaya zorlayacak kadar desteğe sahip değildi. Papa, afaroz edilmiş İmparatora itaat edilmemesini buyurmuştu, ve bu ta-limata Templier ile Hospitalierler derhal uymuşlardı; Friedrich ise sadece Alman Tarikatı şövalyelerinin yardımıyle bir savaş sürdüremezdi [78]. Bun-dan dolayı amacına diplomasi yoluyle ulaşmallydı.
Akka'ya varır varmaz Friedrich Sayda (Sidon) muhafızı Balian ile Acerra kontu Thomas'ı el-Kamire göndererek, geldiğini bildirdi ve Kudüs'ü devretme sözünü hatırlattı '[79]. Böylece, uzun süren ve her iki taraf için büyük bir diplomatik beceri isteyen görüşmeler başladı[80]'. Bu arada el-Kamil Friedrich ile Papa arasındaki uyuşmazlığı öğrenmişti ve Kudüs'ün teslimini engellemek için, Friedrich'in Sicilya'dan uzak kalabile-ceği sınırlı zamanı görüşmelerle doldurmaya çalışıyordu. İmparatorun iki elçisini görkemli bir biçimde karşıladı, hediyeleri teşekkür ederek kabul et-ti ve elçileri kesin bir cevap vermeden uğurladı [81]. Bundan sonra emirlerin-den Fahreddin ile Salahaddin el-irbili'yi [82] kıymetli hediyelerle Friedrich'e "hoş geldin" demeye gönderdi[83]. Daha bu ziyaret sırasında imparator, el-çileri uğurlamadan önce, onlarla bilimsel konular tartıştı[84]. Bunu izleyen daha birçok elçi teatisine Papa yandaşları tepki göstererek, el-Kamire Fried-rich'i tutuklamasını öneren bir mektup gönderdiler. Sultan ise bu tahrike kapılmadı ve Templierlerin mektubunu Friedrich'e gönderdi[85]. Bunun üzerine imparator, henüz bir hedefe ulaşamamış olmanın verdiği tedirgin-lik içinde, el-Kamire bir mektup yazarak, daha mütevazi isteklerle bir antlaşma imzalamaya çalıştı[86]:
"Ben senin dostunum. Batı'nın bütün hükümdarlarının ne ka-dar üstünde olduğumu biliyorsun. Beni buraya gelmeye mecbureden sensin; krallar ve Papa yolculuğumdan haberdar: Bir şeyelde edemeden dönersern, onların gözünde bütün itibarımı yitiririm,Dahası, Hıristiyan dininin doğmasına yol açan işte bu Kudüs değil midir? Onu yıkan sizler değil misiniz? Şimdi orası en büyük sefalete terkedilmiştir. Bir lütuf olarak bu yeri olduğu vaziyette bana bırak ki, dönüşümde krallar arasında başımı dik tutabileyim. Bundan sağlayabileceğim bütün yararlardan peşinen feragat ediyorum.[87]'
Fahreddin'in arabuluculuğu ile yapılan görüşmelerden sonra, İmparatorun Kudüs'ü ve dar bir kıyı şeridini almasını sağlayan antlaşma on yıllığına 18 Şubat 1229[88] tarihinde imzalanmıştır. El-Kâmil, Kudüs'ün tekrar teçhizatlandınlmamasını ve büyük camileri barındıran Harem-i Şerif'in Müslümanların elinde kalmasını şart koşmuştu [89]. Bu antlaşmayla Friedrich, savaşmadan Kilisenin onyıllardır istediğini elde ettiği halde, Kudüs patriği Gerold onun Müslümanlarla savaşacağı yerde müzakere yapmış olmasını kınadı ve Hıristiyanlara kutsal yerlere gitmeyi yasakladı. Bunlar ise patriğin buyruğuna uymayıp, şehire büyük bir coşkuyla girdiler [90].
İtalya'dan gelen haberler Friedrich'in derhal dönmesini gerektiriyordu [91], onun için krallık tacını giymek için Kudüs'e gitmeye karar verdi. 17 Mart 1229'da oraya vardı ve 18 Mart'ta, hiç bir Kilise temsilcisi hazır bulunmadığı için, tacı kendi elleriyle giydi [92]. Ertesi gün patrik Gerold Kudüs ve diğer kazanılmış yerlere dini işlem yasağı (interdictum) koyduysa da, taç giyme töreni önceden gerçekleştiği için, çok geç kalmış oldu [93].
Friedrich de ı Mayıs 1229 tarihinde Akkâ'dan gemiyle ayrı ldı ve ı o Haziran ı229 günü Brindisi'ye vardı[94]. El-Kâmil'e gelince, o da Kudüs'ün ve özellikle Şam'ın Müslüman halkı tarafından, ayı plı bir antlaşmayla, İslam dünyasına utanç vermiş olmakla suçlandı. İbnülcevzi'ye göre "bu teslim İslam'ın üzerine çöken en acı verici yüzkaralarından biriydi...[95]". Başka Arap kronistleri de Müslümanların, şehri feryat ve ağlayış içinde terkettiklerini söylüyorlar'[96]. Kudüs'ün teslimine dair o zamanın İslam âleminde birçok mersiye yazı lmıştı r. Aşağıdaki dizeler o günlerde kaleme alınan bir üzünlemeden seçilmiştir:
"Kudüs'ün harabeye dönüşünü ve görkeminin yı ldızının kayışını ve yok oluşunu görmek bizim için ne kadar acı !... Onun için döktüğümüz gözyaşları yetersiz, çünkü böyle şehirler için çağlaya çağlaya akmalı gözyaşları."[ 97]
Antlaşmayı protesto etmek için Sultanın karargahında, namaz vakti dışında bir ezan okundu; bunun üzerine el-Kâmil kalabalığın dağılmasını emretti [98].
Gece vakti, şu dizeleri söyleyen bir sesin duyulduğu kaydediliyor:
"Eğer benim savunucuları m az sayıda ise Suriye'de,
Duvarlarım yıkıldığında, harabem geri kaldığında,
Görecektir âlem, yıkılışımın ertesi gününde,
Utanç lekesini kralları n alnında.[99]
Dimaşk-ta el-Kamiri şiddetle suçlamak için elbette fı rsat kaçırılmadı. El-Nasır Davud, aynı zamanda Büyük Caminin imamı olan İbnülcevzi'ye, Kutsal Şehir hakkında bir vaaz vermesini ve şehrin kaybından dolayı üzüntü belirtmesini emretti. Bu vaaz esnasında İbnülcevzi bir ozanın şu dizelerini söyledi:
"Duyulmuyor artık Kutsal Kitabın ayetlerinin okunması bu meclislerde; avlular ıssız kaldı artık bu vahiy mekanı nda." [100]
Friedrich'in Haçlı Seferi böylece alışılmamış anlamda bir Haçlı Seferinden çok bir resmi devlet ziyareti havasında geçmiştir. Akka'dan ayrı lmadan önce imparator Emir Fahreddin'e şunları söyledi:
"Batı'da bütün itibarımı yitirmekten korkmamış olsaydım, böylesine ısrar etmezdim. Ayrıca, buraya gelmekten gayem, Kutsal Şehiri kurtarmak veya buna benzer bir şey değildi; istediğim, Frankların saygısını muhafaza etmekti.[101]
Arap tarihçileri Friedrich ile el-Kamil ve onun ölümünden sonra da oğlu Melik-el-Salih Necmeddin Eyüb arasındaki dostluğun sürdüğünden söz ediyorlar. [102] Karşılıklı elçilikler ve el-Karnirin İmparatora, içinde uzay cisimlerinin modellerinin hareket ettiği bir planetaryum gönderdiği belirtiliyor[103]. Yafii, Friedrich'in 1229'dan beri Şam Meliki olan el-Eşrere bir buz ayısı armağan ettiğini anlatıyor ve bu hayvanın suda yaşadığı nı ve sadece balıklarla beslendiğini hayretle tasvir ediyor [104]. Ebülmahâsin, buz ayısıyle birlikte beyaz bir tavus kuşunu da zikrediyor[105]. El-Kamirin ölümünden (27.2. 1238) (27.2. 1238)[106] sonra 1240 yılında Aziz Louis Kudüs'ü fethetmek için Haçlı Seferine çıktığı zaman, el-Salih Necmeddin, Arapların "Ri-dafrans" dedikleri Fransa kralının yaklaştığını II. Friedrich'ten öğrenmiş-tir [107]. İlişkiler ekonomik alana da yayılmış, ve Friedrich Sultandan Mı-sır'da ticaret yapan Hıristiyanlar için geniş ayncalıklar elde etmiştir[108] Doğu'daki popülerliği sayesinde Friedrich Avrupalılara birçok yarar sağla-yabilmiş, elçileri de ziyaret ettikleri Doğu'lu hükümdar ve halkların sem-patilerini kazanmışlardır. "Iskenderiye Patrilderinin Tarihi"ne göre, 1229 civarında Friedrich'in iki elçisi kalabalık bir maiyet ve çok sayıda armağan ile Mısır'a gelmişler. Sultan tarafından hizmetlerine sunulan atların üstünde Kahire'ye ulaştıklannda, şehir bir bayram günüymüş gibi ışıkları-dınlmış, ve kendilerini karşılamak üzere atlı birlikler hazır bulunuyormuş. Sultanın huzuruna çıkışları büyük bir görkemle kutlanmış. Kış mevsimine rastlayan bu ziyaretten sonra, elçiler yazı da Mısır'da geçirmek istedikleri için, payitahttaki ziyaretleri epeyce uzamış ve "sürekli soylu bir Micenap-lıkla karşılaş"mışlar m[109]. Sicilya tacının Doğu ile kurduğu dostane ilişkiler, Friedrich'in ölümünden sonraki kuşakları da etkilemiştir [110].
Friedrich zaman zaman Islam kurumlarına duyduğu ilgiyi dile getir-miştir. Bir defasında dostu Emir Fahreddin'den Halifelik hakkında ayrıntı-lı bilgi istedi. Fahreddin kendisine, Halifenin Hz. Peygamber'in amca oğ-lunun soyundan geldiğini ve her Halifenin görevini babasından devraldı-ğından, Halifeliğin sürekli Hz. Muhammed'in ailesinde kaldığını açıkladı. Bunun üzerine Friedrich şu cevabı verdi:
"İşte şu budalalann, yani Franklan kastediyorum, yaptığından çok daha iyi olanı budur. Onlar dini lider olarak Messih ile hiç bir akrabalığı olmayan herhangi bir adamı alıp, onu temsil et-tirmek için Halife yapıyorlar; bu adamın böyle bir mevkii işgal etmeye hiç bir hakkı yokken, sizin Halife, Peygamberinizin am-ca oğlu olarak, bu mevki için bütün haklara sahip." [111]
Bu sözlerde, Friedrich'in Papalığa karşı vermekte olduğu Çetin müca-delenin yankılannı duymamak mümkün değil. Halifeliğin zamanla özünden uzaklaşarak siyasal bir kurum olmaktan çıkıp, daha çok ruhani. bir simgeye dönüşmüş olması, artık isla.n âleminde Friedrich'in hayal- et-tiği, örgütlenmiş Kilise tarafından sınırlanmamış hükümdar tipinin var ol-duğunun bir kanınydı. Doğu Mutlakiyetinin afaroz gibi, dini işlem yasağı gibi silahlardan ve şehir özerkliği gibi sınırlamalardan çekinmek zorunda kalmayan, dahası, feodal ayncalıklan eylemiyle aşabilen yönetiminin, Fried-rich'in Imparatorluk anlayışına ne kadar yakın olduğunu görmek için, Sicilya krallığında kurduğu düzeni hatırlamak yeter. Imparatorluk bünye-sinde Stauferlerin Welflerle taht rekabeti ve bunun geniş boyutlu siyasete yansıması olan Ghibellin-Guelf çatışması, Lombardiya şehirler konfederas-yonunun önüne koyduğu engeller ve nihayet özellikle IX. Gregorius (1227-1241) zamanında Italya'daki pozisyonunu tehdit eden Papalık Fried-rich'in Kutsal Roma-Alman imparatoru olarak karşılaştığı kaçınılmaz so-runlardı. Güney İtalya-Sicilya veraset krallığında ise daha Haçlı Seferine gitmeden önce, Bizans-Arap-Norman gelenek birikimiyle bambaşka bir ya-pıyı, merkeziyetçi yönetimiyle Batı'nın ilk modern memur devletini kurdu. Burada feodal güçleri başarıyla sınırladı ve Arap ayaklanmalarını bastırdı. Standardize hukuk ve maliye sistemi ve güçlendirilmiş fıloyla desteklenen tekelci ekonomisiyle devlet yönetimini düzenlerken,yeni hizmet aristokrasi-sinin yetişmesini hedefleyen Napoli Üniversitesini 1224 yılında Batı'nın ilk devlet üniversitesi olarak kurdu. Bu uygulamalarla Friedrich, çağının Av-rupasından çok, Doğu-Batı etkileşimiyle biçimlenmiş Akdeniz kültür çev-resinin tipik bir temsilcisi, yüzyıllar sonra karşımıza çıkacak olan Avrupa Mutlakiyetinin ise çok erken bir Batılı öncüsü olmuştur ' [112]
Friedrich, kendi çağında Batı'dan farklı olarak, Kilise tarafından cen-dereye alınmamış ve en verimli dönemini yavaş yavaş geride bırakmakta olan İslam düşünce âlemine büyük hayranlık besliyordu. Kudüs'ün tesli-mi için yapılan müzakerelerin çetrefilli ortamında bile öğrenme azmi ser-gilemiş, Fahreddin ile sürdürdüğü sohbetlerde, bilindiği gibi, bilimsel ko-nuları irdelemiştir. "Sorulanndan pek çoğu günümüze ulaştı; bunlar geleneksel Kilise inancı ve dünya anlayışına karşı kuşkucu bir tavır değil, ama araştırıcı bir yaklaşımla meselelerin derinine inmek isteyen kurcalayıcı bir bilgi dürtüsü sergiliyorlar[113]. Sultan el-Kamil ile Friedrich bilimsel bir muhaberat sürdürmüşlerdir.[114]
Endülüslü filozof ve mutasavvıf İbn Seb'In'in [115] "Sicilya (meselelerinin) cevaplan"nın [116]önsözünde öğrencisinin yazdığına göre, Friedrich Mısır, Suriye, İrak, Anadolu [117] ve Yemen'deki alimlere bilimsel sorular göndermiş; ancak, bu ülkelerden gelen cevaplan doyurucu bulmadığından, öte yandan da İbn Seb'In adında büyük bir alimden haberdar olduğundan, Fas ve İspanya'ya başvurmuş '[118].
Bilime, özellikle doğa bilimlerine olan sınırsız merakının yanı sıra, Friedrich'in bir büyük tutkusu daha vardı: Şahin avı. Bu konuda uygulanan Doğu tekniğini inceledi ve kuramlannı, zooloji alanında bir usta eseri olarak bilim tarihinde yerini almış olan ünlü "Kuşlarla avlama sanatı üzerine" (De arte venandi cum avibus) adlı kitabında kağıda döktü [119]
Nihayet bir de Sicilya saray teşrifatının Doğulu karekterinden söz edebiliriz.İslam dünyasının yaşayış tarzına gösterdiği eğilim, daha Norman atalarının kurdukları saray düzenine dayanıyordu ve "Haçlı Seferi"nden sonra daha da güçlendi; bu da Kilise için, kendisini Müslümanların ve İslam'ın dostu olarak suçlama gerekçesini yarattı [120]. Büyük öğrenme azmi ve Arap kültürüne beslediği yakınlığı sayesinde Avrupa'ya antik birikimi de aktarmada katkısıyle II. Friedrich Doğu ile Batı arasında bir aracı olmuştur [121].
Geç Roma-Bizans-Islam uygarlığı çizgisine yerleştirilebilecek düzen anlayışıyle Kilise'nin dünyevI gücünü sorgulayarak Reformasyon'a bağlanabilecek bir hükümdar olan Friedrich, Aristoteles araştırmalannı teşvik etmesi ve Italyan sanat hayatında çığır açmasıyle, Renaissance'ın da büyük öncüsü olmuştur [122]
IV. Arap kaynaklarına göre IL Friedrich
IV .1 Değerkndirilen Arap kaynaklarının karakteristiği
Burada sadece Fransızca ve - varsa - Latince çevirileri biçiminde kullanabildiğim Arapça kronildere değinilecektir. Bunlar arasında gerek II. Friedrich'in çağdaşları, gerekse çağdaş kaynaklardan yararlanan ve çoğu zaman seleflefini kopya eden daha geç kronistler var. Kimisi devraldığı kaynağı belirtiyor, kimisi belirtmiyor. Kaynakları eksiksiz zikreden kopyalar, birincil yazmanın güvenilir aktarması olarak özgün metinle eşdeğerdir.Referan_s_l eksik olan tarihlerde ise müverrihin, belirttiği kaynağı orijinalinden mı, yoksa da bu orijinali kullanmış ve zikretmiş olan daha geç bir kopyadan mı devraldığını anlamak pek kolay değil. Kullanmış ve zikretmiş oldukları eski kroniklerin her birini belirtmeyen yazarların eserlerinde,bir pasajın çağdaş bir kaynağın kopyası mı, yoksa da yazarın kendi açıklaması mı olduğu, metni okurken bilinemiyor. Atıf yapılan çağdaş kronik kaybolmuşsa, dolayısıyle karşılaştırma imkanı ortadan kalkmışsa, bu gibi sorulara cevap bulmak güçleşiyor.
Arap kronistleri, tarih yazıcılığının yıllık biçiminden nadiren uzaldaşıyorlar.Bu sunuş tarzı belki geniş bağlantıları ilk bakışta kavramaya engel oluyor, ama buna karşılık, verilen bilgilerin güvenilir olmasını sağlıyor ki bu, birbirinden bağımsız Doğu ve Batı kaynaklarının karşılaştınlmasıyle kanıtlanabilir.
Anomin "iskenderiye Patrilderinin Tarihi" [123] ile İbnül 'AmId'in kroniği [124] dışında, bu araştırma için kullanılan Arapça kaynaklar Müslümanlartarafından yazılmış tır. Bunlarda, anlatış esnasında Hı ristiyanlardan söz edilirken, "Allah onları lânetlesin!" [125] veya "Allah onları kahretsin'"[ 126] gibi beddualara sı k sı k rastlanıyor; buna karşılık Kudüs ve Dimyat gibi şehir adlarının yanı başında hemen "Allah onu cennet mutluluğuna eriştirsin!" [127] veya "Allah onu korusun!" [128], hatta "Allah onu en kısa zamanda İslam'a tekrar kazandırsı n!" [129] gibi çağnşlar yer alıyor. Din her şeyin merkezine yerleştiriliyor, ve islamı n zaferi, bütün etkinliklerin nihai hedefi olarak görülüyor. EVI Sâme ve İbnül'Esir'in çağnşlan bu tutumun örnekleri arasında sayılabilir:
"Allah onun Müslüman ellere dönmesini kolaylaştırsın ve bundan böyle doğru öğretiyi güçlendirsin!" [ 130] "Allah imansızı alçaltsın ve zaferi Muhammed'in ve ailesinin namına Müslümanlara bahşetsin!" [131] "Her şeye muktedir Ulu Tanrı'dan başka güç ve kudret yoktur. Lütufkârlığı ile Müslümanlara bu şehrin fethini ve İslama tekrar kazandırılmasını kolaylaştı rsın!" [132]
Böylece, genellikle yazarın kişisel yargısını pek açığa vurmayan, olayların seyrini ön planda tutan anlatış, dua veya beddua biçiminde çağnşlarla yer yer kesintiye uğruyor, bu da adları geçen Müslüman tarihçilerin çoğuna özgü bir üsltip. Bu gibi çağnşlar, kısmen dinsel önyargılann arttığı Haçlı Seferler ortamından açı klanabilirse de, o çağın ötesinde, din merkeziyetçi tutumun ifadesi olarak, adeta birer deyim halinde konuşma diline yerleşebilmiş, bundan dolayı, her halde kaybedilmiş bir şehrin yeniden kazanılması dileği gibi spesifik ifadelerin dışında, enine boyuna düşünme ve tartma sonucu yapılmış açıklamalar olarak değerlendirilmemelidir. Arap tarihçileri, Franklardan söz ederken hemen "Allah onları lânetlesin!" formülünü ekliyorlar, tıpkı Hz. İsa'nın adı geçerken mütalaa sonucu değil, ama dindarlıklanndan "Selâmet onun üzerinde olsun" [133] ve bir Müslüman ölüden söz ederken "Allah ona rahmet eylesin"[ 134] dedikleri gibi.
Bu gibi çağnşlann, ilgili yerlerde rastlanmaları yadırganmayan, kalıp-laşmış deyimler olduğunu düşünürsek, gözden geçirilen kroniklerde Fried-rich'in adıyle birlikte herhangi bir küfür veya bedduanın yer almayışı şa-şırtıcı oluyor. ibn Kesir "İmparatorun elçisi [l'envoy de l'empereur] (lanet olsun ona), el-Muazzam'ın yanına gitti..." [135] diyorsa, o zaman Friedrich'e değil, elçiye beddua ediyor olmalı, çünkü metnin başka yerlerinde Fried-rich tek başına zikredilirken, böyle formüllere rastlanmıyor; kaldı ki, yu-karda da belirtildiği gibi, bu gibi açıklamalar ağırlığa sahip mütalaa so-nuçları değil, konuşma tarzının birer ifadesi.
Bazen değişik Arap tarihçileri aynı olayları, tahrif etmeksizin, farklı bir tonda anlatıyorlar. Mesela İbnülcevzi, el-Muazzam'ın oğlu olan Di-maşk'll el-Nâsır Davud'un emri üzerine halk önünde yaptığı konuşmasın-da [136], Kudüs'ün Friedrich'e teslim edilmesinden dokunaklı sözlerle yakı-nırken, Ayni sadece, el-Kâmil'in Kudüs'ü Franklara ancak harabe biçi-minde bıraktığını ve bundan dolayı şehri her zaman geri alabileceğini düşündüğünü söylemekle yetiniyor [137]. Bu farklı değerlendirme, ilgili kro-nistlerin karşıt Eyyubi kamplara bağlı olmalarından kaynaklanıyor. Dimaşk taraftarları Kudüs'ün Franklara devredilmesini teessürle dile getirirlerken, kendi hükümdarları= propagandasını yapmak için, el-Kâmil'e de saldırı-yorlar. Farklı tutumları yorumlayabilmek için, Kahire ile Dimaşk kampla-rına ait olan çağdaş kaynakların birbirlerinden ayırdedilmeleri ve karşılaştırılmaları gerekir.
Bu husus göz önünde tutulduğunda, Arap kronistlerinin, II. Fried-rich'i herhangi bir Haçlı önderi olarak ele almadıklan, kendisi hakkında çok özel bir izlenim edindikleri görülüyor, hele de İbnülcevzi gibi Dimaşk sarayının güvenine sahip kişilerin sunuşlan dikkate alındığında[ 138].
İbnul'Esfr: İbn al-Aşir (555/ ı 169-63o/ ı 234) Elcezire'de doğdu; Musul sahibinin hizmetinde bulundu. Bilgilerini birçok gezide arttırdı ve ömrünü tarih yazıcılığına adadı. "Musul Atabey-lerinin Tarihi" ve "al-Kâmil fi'l-târitı" (Kâmil al-Tavâritı) (1231 yılı ile son bulan bir Dünya Tarihi) adlı iki eseri, Haçlı Seferler zamanı için başlıca kaynaklardır. Yazdığı Dünya Tarihi, ibn Vâsıl, ibn Hallikân, Ebulfidâ, Ze-hebi, İbn KesIr ve Makrizi tarafından devralınmıştır. Cahen'e göre "araş-tırdığımız dönemin en büyük, daha doğrusu tek tarihçisi"[139].
Ibnukevi Sibt İbn al-Cavzi (582/1186-654/1257) Bağdat'ta doğdu ve burada ilâhiyat okudu. Büyük Caminin imamı ol-duğu Dimaşk'ta el-Muazzam, el-Nâsır Davud ve el-Eşref ile görüşüyordu. Böylece siyasal gelişmelere yakından tanık olabiliyordu. Kudüs II. Fried-ıich'e teslim edildiğinde, el-Nâsır Davud kendisine İslam dünyasının büyük kederini bir vaazla dile getirmesini emretti [140]. "Mir'ât al-zamân fI târitı al-acyân" adındaki mufassal tarihi, kendi çağına kadar uzanan bir Dünya Tarihidir ve kısmen Ebü şâme ile Nüveyri'nin kopyaları biçiminde günümüze ulaşmıştır. Ebülmahâsin ve Ayni gibi başka kronistler de eseri-ni kullanmışlardır. ibnülcevii'nin babası, azad edilmiş bir Türk idim' [141]
Ebü Şâme: Abü şâma (599/ ı 203-665/ ı 268) Dimaşk'ta doğdu ve iki tarih eseri kaleme aldı: "Kitâb al-rav±atayn fl atıbâr al-davlatayn" Selâhaddin ve Nureddin kardeşlerin tarihi. Büyük ese-rinin 591/1195-665/1266 yıllarına ait zeyli (?ayl al-rav±atayn) daha çok ibnülcevzrnin "Mirk'al-zarrın"ından oluşuyor ve Nüyeyri tarafından kop-ya edilmiştir[142].
ibmir Amid: İbn al-cAmid (602/ ı 2o5-672/ ı 273) Mısır'da bir Hıristiyan ailenin oğlu olarak doğdu. 658/1260 yı lı ile son bulan ve TabarVnin tarihinden beslenen Arapça kroniği, 1625'te Avrupa'da tanındı [143].
İbn Hallikân: İbn I-Jallikân (608/121 I-681/1282) Kendinden sonraki bütün Arap Kronistler tarafından kullanılan biyografik sözlüğü ("Vafayât al-acyân va anbâ' abnâ' al-zamân") ünlü kişilerin özgeçmişlerini içeriyor ve çoğınlukla çağdaş tanıkların ifadelerine dayanıyor. Başvurduğu kaynaklar arasında ibnül'Esir ve ibnülcevzrnin eserleri yer alıyor. [144]
İbn Vdszl. Camâl al-Din İbn Vâşil (604/1207-697/1298) Ünlü bir kadı'nın oğlu olarak Hamâ'da doğdu. Kudüs, Dimaşk ve Halep'te okudu. El-Muazzam'ın hizmetinde bulunan babası tarafından kısa zamanda Dimaşk sarayına sokuldu; burada el-Muazzam ile el-Nasır Davud'un samimi dostu oldu. Uzun gezilerden sonra Kahire'de müderris olarak görev yaparken, Memluk sultanları ile de dostluk kurdu ve Sultan Baybars tarafından 663/1265'te (Ebülfidâ'ya göre 659/1261'de) II. Friedrich'in oğlu olan Sicilya kralı Manfred'in yanına elçi olarak gönderildi. Orada uzunca bir zaman kaldı ve Manfred ile sıkı bir dostluk sürdürdü. Bu dönem hakkında, öğrencisi Ebulfidâ tarafından kullanılmış olan "Mufarric al-kurüb ii alıbâr Bani Ayyi:113" (530/1135-630/1233 tarihleri arasında Eyyubilerin tarihi) adındaki başlıca eserinde söz etmektedir. Ebülfidâ, eserinde hocasını anıyor ve onun çokyönlü yeteneğini övüyor, İbn Vâsı l, İbnül'Esir'in Dünya Tarihini devraldı; kendi eseri de Ebülfidâ, Zehebi, Makrizi, Ebülmahâsin v.b. tarafından kullanıldı [145].
iskenderiye Patriklerinin Anonim Tarihi:
Bu Arapça eser ı o. yüzyılda Mısır'da Sever(i)us adında bir Kı pti din adamı tarafından başlatıldı ve başka yazarlar tarafından sürdürüldü. İslam kaynaklarında bulunan pasajlar vasıtasıyle yararlandığım bu çağdaş Hıristiyan kaynak, Beşinci Haçlı Seferi hakkı nda değerli bilgiler sunuyor. Friedrich'in bu Haçlı Seferini işleyen ve o devirde Kahire'de bulunan yazarın adı Mohub idi; ancak onu zikreden Arap kronistleri, kendisinden "Iskenderiye Patriklerinin Tarihçisi" diye söz ediyorlar [146].
IV.I.b) Daha geç kaynaklar:
Baybars: Baybars al-Manşürl al-ljatâ'i (644 veya 645/1247-725/1325) Bu Türk emirinin Dünya Tarihi ("Zubdat al-fikra ü târitı al-hicra") yaradılıştan 724/1324'e kadar uzanıyor ve biri Ayni' olmak üzere, iki yazarın kroniğinde kısmen mevcut. Bu eseriçin ibnül'Eşir, ibn Vâsıl veİbnülcevii'nin tarihlerinden yararlanmış [147]
Salâhaddin'in ahfadından olan bu tarihçi, emaretine sahip olmamakla beraber, Hami emin i ailesindendi. Yaradılıştan 729/1329'a kadar uzanan Dünya (İslam) Tarihi ("Al-Mutıtaşar ü târlh al başar") başta ibnül'Esir ve ibn Vâsıl olmak üzere, kendinden önceki yazarlara dayanmaktadır [148]. Niiveyd:
Niiveyd: Al-Nuvayri (677/ ı 279-732/ ı 332)
Yüksek devlet makamlarında bulunmuş ve hattatlığı ile ciltçiliğiyle de tanınan bu Mısırlı kronistin ünlü ve çok mufassal aksiklopedisi, bir Dünya Tarihini de içeriyor ("Nihayat al-arab fi funün al-adab"). Nüveyri, İbnülcevzi ve Ebıl Şâme'nin eserlerini devraldı [149]. Zehebf: Al-ahabi (673/ 274-784/1348) Kahire'deki öğrenimini bitirdikten sonra, vatanı olan Dimaşk'ta müderris olarak yaşadı. 700/ı 300'e kadar işlediği "Târib al-İslam" adlı büyük eseri için ibnürEsır, İbnülcevzi, Ebiı Şâme, İbn Hallikân ve Ebülfidâ gibi tarihçilerin kroniklerini kullandı[150]
Yafii: Al-Yâfi'i (669 civ./ ı 299 veya ı 3oo civ.-768/1367) Yemen'de doğup, Mekke'de ölen bu mutasavvı f, ibnül'EsIr, İbnülcevibn Hallikân ve Zehebrye dayanan Dünya Tarihini ("Mir'at alcanân...") Mısı r sultanı Kalaun'a adadı [151].
İbn Kesir: İbn Kasir (70 ı / I 3o ı -774/1373)
Bu kronistin doğduğu ve yaşadığı yer Dimaşk idi. Yaradılıştan kendi hayatının son yıllarına kadarki zamanı işlediği Dünya Tarihini ("Al-Bidâya va'l-nihâya") kaleme alı rken, aralarında Ibnül'Esir, ibnülcevzI, Ebü Şâme, İbn Hallikân ve Ebülfidâ olmak üzere, eski Arapça kaynaklara başvurdu [152].
Makrfzi: Al-Makrizi (766/1364-845/ ı 442)
Kahire'de doğan ve müderris olan bu Arap kronisti, tarih araştırmalarında ilk planda Mısır'ı ele aldı. Büyük Mısır Tarihine ek olarak, çağdaş tanıkların ifadelerine day-â-nan bir Eyyubiler ve Memluklar Tarihi ("Al-Sulük li-macrifat duval al-mulük") yazarken, aralarında ibnülcevzi ve ibn Vâsıl olmak üzere, değişik müverrihlerin eserlerinden yararlandı [153].
Ayni: Al-Ayni (762/ ı 36o-855/ ı 45 )
Doğumundan bir buçuk yüzyıl önce Ankara'dan göç etmiş bir ailenin oğlu olarak Ayıntab'da doğan bu kronist, Kahire'de muhteseplik, evkaf nazırlığı ve baş kadılık görevlerinin dışında müderrislik de yapmıştır. En önde gelen eserlerinden "İkd al-cumân İi tarih ahl al-zamân", büyük ölçüde ibnül'EsIr, ibnülcevzî, ibnül'Amid, tbn Hallikân, İbn Vâsıl, Baybars, Ebülfidâ, Nüveyrı ve İbn Kestr'e dayamyor[154].
Ebülınahdsin: Abu'l-Malyâsin (8 3/ ı 41 -87o/ ı 466 veya 874/1469) İbn TagribardI adıyle de tanınan bu müverrih, Kahire'de o sırada Şam ve Halep valisi olan bir Türk kölesinin oğlu olarak doğdu ve Kahire'de bir askeri eğitim gördü. Arap fethinden 857/1453'e kadar uzanan önemli ve güvenilir bir Mısır 'Tarihi ("Al Nucüm al-zâhira f mulı:ık Mişr val-Kâhira") olan başyapı tı, İbnül'Esir, İbnülcevii, Ebü Şâme, İbn Vâsı l ve başka kronistlerin yazı larına dayanmaktadır[155]
IV.2 Doğu kaynakları na göre Friedrich'in kimliği
Friedrich'in Haçlı Seferi Arapça tarihlerde özel bir dikkatle işlendi; kişi olarak da II. Friedrich Doğulu müverrihleri birçok başka Haçlıdan daha fazla ilgilendirdi. Daha Filistin'e gelmeden önce "Hükümdarların Kralı" olarak tanınmaktaydı [156]. Haçlı Seferinden sonra da Arap kronistleri onun azametini dile getirdiler. Yıllı klarında Ebülfidâ şöyle diyor: "E nberetour sözcüğü Frank dilinde Ümeran ı n kral ı demektir. Gerçek adı F ered ri c (Frederic) olan bu hükümdar, Sicilya adasına ve uzun ülkenin (İtalya) Anboutia (Apulya) ve El-Anbardia (Lombardiya)'dan meydana gelen kısmına sahipti. [157]
İbn Vâsı l Friedrich'e "Verderik" diyor. [158] İbnül'Esir "imparator" unvanı nı "hükümdarların hükümdan"[159] biçiminde açı klıyor; Makrizi de Friedrich'i "al-Malik al-İmperatur" [160] diye adlandı rıyor. İbnülcevzi, Friedrich'e atfedilen unvan ve sı fatları sı ralıyor: "Büyük kral, çok ünlü, muhteşem, çok güçlü, muzaffer, Sezar, saygıdeğer, imperator, gücü ve soyluluğu ilâhi kudret ve yücelikten kaynaklanan, Almanya, Lombardiya ve Sicilya kralı , Kudüs'ün bekçisi, Papanın dayanağı, Hı ristiyan krallarının kralı, Frank krallıldarmın koruyucusu, Haçlı ordularının kumandanı..., [161]
Friedrich'in bilime büyük bir merak beslediği konusunda Arap kro-nistlerinin hepsi hemfikir. Malcrki onun "geometri, aritmetik ve fen bilim-lerinde çok bilgin bir adam"[162] olduğunu yazıyor ve çözümlerini öğren-mek için el-Kamil'e matematik soruları gönderdiğini ekliyor. Sultan da so-ruları birkaç alime sunmuş ve bunların yardımıyle çözerek, sonuçları im-paratora göndermiş. Baybars, Friedrich'in "bilgeliği, mantığı ve tıbbi se-ven, mükemmel ve bilge bir kral" [163] olduğunu yazıyor. Müverrihler, özel-likle bu bilim merakını Friedrich'in lehine kaydettiler, çünkü bu yönüyle, birçok bilim dalına vakıf olan birinin gerçekten güçlü bir hükümdar sayı-labileceği görüşüne uyan ve böylece kendi hükümdar idealleri olan tipe yakındı. Böyle bir değerlendirmeye örnek olarak, İbn Hallikan'ın el-Kamil'den, sarayında çok sayıda bilgin barındırdığı ve bunlarla bilimsel tartışmalar yaptığı için, iyi bir isim bırakmış, büyük bir hükümdar diye söz etmesi görülebilir [164]. tbn Hallikan aynı değerlendirmeyi el-Muazzam için de yapıyor ve onun yeteneklerini övüyor: "Allah bu hükümdara rah-met eylesin; öyle soylu ve alcıllıydı Ici'!" [165 ] El-Muazzam aynı biçimde Ibn Vasfi tarafından da övülüyor [166]. Bu gibi açıklamalar, aydın bir monarkın, yüzyıllar sürecek olan atalete henüz düşmemiş Doğunun hükümdar anla-yışına uyduğunu gösteriyor; böyle bir yaklaşıma sahip gözlemciler de nite-kim Friedrich'in Doğu kültür çevresinde yetişmiş, İslam kültürüne vakıf bir hükümdar olduğunu kolayca anladılar.
Ancak burada Grousset, Gottschalk ve Reinaud gibi bazı modem araştırmacıların, ibn Vasıl'ın bir açıklamasını yanlış yorumlamalanna işa-ret etmek gerekir. Ebülficla, Yıllıklannda ibn Vasıl'ın şu sözlerini devralıyor:
"Ben, diyor Kadı Cemaleddin ibn \las'', bu ülkeyi, el-Melik el-Zahir Baybars'ın beni elçilikle bu yörenin hâlcimi olan el-Enbe-retour'un yanına gönderdiği zaman gördüm. Bütün Frank kral-lan arasında o, yetenekleri ve felsefe, mantık ve tıp merakı saye-sinde müstesna bir yer tutuyordu. Kendisi, halkının çoğunun Islama bağlı olan Sicilya'da yetiştirildiğinden dolayı, Müslümanla-ra yakınlık duyardı." [167]
Bu sözler sanki Friedrich için biçilmiş kaftan, ancak tasvir edilen kişi kendisinden sonra Sicilya kralı olan oğlu Manfred. İbn Vâsıl, kendisinin de açıkladığı gibi, ancak II. Friedrich'in ölümünden sonra Memluk sulta-nı Baybars tarafından Sicilyalı Manfred'in yanına gönderildi [168]. Tarif etti-ği hükümdar kuşkusuz Manfred olduğu halde, Grousset bu açıklamaların Friedrich hakkında yapıldığını varsayarak, onun İslam kültürüne özel bir eğilim taşıdığını söylerken, bu gerçeği kanıtlamak için İbn Vâsıl'ın yukar-daki açıklamasına dayanıyor [169]. Gottschalk [170] ve Reinaud [171] da Grous-set'nin hatasına düşüyorlar. Grousset'nin de kullandığı "Recueil des histo-riens des croisades"daki seçmede bir çeviri hatası veya Friedrich'ten söz edilen bir yerin atlanmış olması söz konusu değil, çünkü bu yer, Ebülfi-dâ'nın eksiksiz çevirisi olan Latince "Annales Muslemici"de de aynı biçim-de verilmiş. Burada ayrıca, İbn Vâsıl tarafından, bilim sevgisi sayesinde diğer Frank hükümdarlardan farklı görülen "imperator"[172] şu dipnotla açıldanıyor:
"O Kadı'mn elçi olarak yanına gittiği kişi II. Friedrich değil. Çünkü II. Friedrich 1250 yılında öldü, ve Baybars ancak 1258 yılında Mısır Sultanı oldu. [173] "
Mamafih bu yanılgı, İbn Vâsıl'ın II. Friedrich'i kulaktan duyma tanı-yarak övdüğünü de unutturamaz. Bilim ve İslam kültürüne olan sevgi, ba-ba oğul, her ikisine de özgüydü. Bu gerçek, çağımızda bazı araştır-macıların, Manfred'e dair yapılmış, ancak en az ona olduğu kadar babası-na da yakışan bir açıklamayı Friedrich'e bağlamalarma yol açmıştır.
Yaptıkları siyasal görüşmeler sırasında bilimsel konuları tartıştddarmı gördüğümüz Friedrich ile Fahreddin, birbirleriyle sağlam bir dostluk sürdürdüler; Friedrich'in bilgisini takdir eden bu kültürlü Fahreddin'in arabuluculuğu, imparator ile el-Kâmil'in birbirlerine yakınlaşmalarını sağlamıştır [174]
IV.4 Friedrich'in dış görünümü, davranışı ve dinf inançlanran anlatzlzşz
Friedrich'in Sicilya'ya dönmeden önce Kudüs'e yaptığı gezi hakkında
Nablus'Iu Kadı Şemseddin'in tanı k ifadelerine dayanan birçok öykü Araplar tarafından nakledildi. El-Kâmil bu kadıya, İmparatora gezisinde refakat etmesini emretmişti [175]. İbnülcevzi, Kudüs'teki Ömer camisinin bekçilerinden, Friedrich'in oradaki ikameti hakkında edindikleri izlenimleri dinleyip kaleme aldı.
İmparatorun dış görünümü Arapları pek etkilememişe benziyor:
"İmparatorun kızı l saçlı, köse ve gözlerinin zayıf olduğu söyleniyor; köle olsaydı, değeri iki yüz dirhem etmezdi. [176] '
İbnülcevzi'nin bu anlatışı mamafih, İmparatorun kişiliğinin horlanması olarak değil, sadece göze pek hitap etmeyen dış görünümüyle ilgili izlenimlerin nakli olarak anlaşılmalı. Nitekim nezaketi övülüyor:
"Bu imparator çok cömert, çok yakı nlı k gösteren ve ahlâklı bilgin bir adamdı. [177] '
İbnülcevzi'nin anlattı klanna göre, Friedrich el-Aksa camisinin girişinde bir Hı ristiyan vaizini, elinde Incil, para toplarken görmüş. Friedrich onu yere itmiş ve ona, kendilerinin "Sultan el-Kâmil'in hizmetkârlan olduklannı[178] 178, kendilerine kiliseleri vermekle gösterdiği âlicenaplık için Sultana şükran borçlu olduklannı söylemiş. Izinsiz olarak hiç bir Hı ristiyanın giremeyeceği camilerde Müslümanların, ibadetlerini rahatsız edilmeden yapabilecekleri kararlaştınlmış [179].
Friedrich Sahra camisinde şu sözleri okumuş: "Salâhaddin bu mabedi putperestlerden anndırdı[180] Putperestlerle kimlerin kastedildiğini öğren miş ve cami kapısının üstünde bulunan kafesli pencereye işaret ederek, bunun ne işe yaradığını sormuş. Serçelerin girmesini önlemek için oldu-ğunu öğrenince de, Hıristiyanları kastederek: "Tanrı buna karşılık size do-muzları gönderdi" [181] demiş. İbnülcevzi'ye göre, İmparatorun bu konuşma tarzı, Ömer camisinin bekçilerinde, kendisinin bir "maddeci"[182] olduğu, ölümden sonraki hayata inanmadığı izlenimini uyandırmış: "Konuşmaları-na bakılacak olursa, o bir ateist idi ve Hıristiyan diniyle eğleniyordu." [183] Haçlı Seferler çağında, Friedrich'in sıra dışı tutumu, kendisinin Hıristiyan-lık karşınymış gibi bir izlenim uyandırmışa benziyor; bu da farklı dinden gözlemcilerin sübjektif algılama eğilimini yansıtıyor. Müezzinler öğle na-mazının ezanını okuduldarında, Friedrich'in bütün maiyeti -ve bunların arasında da Sicilya'daki öğretmeni- namaza durmuş, çünkü hepsi Müs1ü-manmış [184] .
Daha Friedrich Kudüs'e gitmeden önce, diplomatik kaygılardan dola-yı el-Kamil, Nabluslu Kadı Şemseddin'e, İmparatorun hoşuna gitmeye-cek her türlü uygulamayı, bu arada da ezanın okunmasını, yasaklamasını emretmişti. Ancak Şemseddin, müezzini Sultanın bu yasağından haberdar etmeyi unuttuğu için, müezzin ezan esnasında bir de el-Mü'minıln Suresi-nin Hz. İsa ile Meryem Ana'ya atıf yapan 91. ayetini okumuş:
"Allah hiç bir evlat edinmemiştir. Beraberinde hiç bir Hah da yoktur..."
Friedrich, caminin yanında oturan Şemseddin'in konuğuyken, bu aye-ti duymuş. Korkuya kapılan ev sahibi, güneş doğduktan sonra müezzinin yanına giderek, bundan böyle minareye çıkmasını yasaklamış. Ertesi gün sabah ezanı okunmayınca, Friedrich Şemseddin'e bunun sebebini sormuş; o da Sultanın yasaklamasını açıklamış. Bunun üzerine Friedrich kendisine şu sözlerle karşılık vermiş:
"Aman Kadı Efendi, sizinki ne büyük bir yanılgıdır! Benim yüzümden ibadetinizi, yasanızı ve dininizi değiştiriyorsunuz. Pe ki ama, benim yanımda, benim ülkemde olsaydınız (ne yapardı-nız)?" [185] Bu tavır Müslümanları etkiledi; Makrizi'ye göre, Friedrich'in Kudüs'e gelmekten bir maksadı da, müezzini duymakmış [186] .
Sonuç: Arapça lcroniklerde beliren Friedrich imgesinin değerlendirilmesi
Son altbölümlerde sunulan tablo, Doğulu gözlemcilerin anlatbklanna göre çizilmiştir. Bütün bu tasvirlere göre, Friedrich'in Doğu'da yarattığı iz-lenim, sıradan bir Haçlınınkinden farklı olmuştur. islamın kültürüne hay-ranlık ve dinine de saygı beslediğini Arapça kaynaklarda okuyabiliyorsak, bunun hiç bir şaşırtıcı yanı yoktur. Nihayet Friedrich, Batı üniversiteleriy-le Doğu medreselerinde aynı malzemenin işlendiği, aynı bilgi temeli üze-rinde bilim üretildiği bir çağın insanıydı; ancak, bu gerçek onun eğilimle-rini açıklamaya yetmez, çünkü asıl belirleyici olan ve kendisini diğer Av-rupalı monarldardan ayıran husus, sadece Kutsal Roma-Alman impara-torluk tacının - üstelik de Papalık ile çatışan - sahibi değil, henüz canlı bir İslam kültür mirasını yaşatan bir ülkenin, Sicilya krallığının, orada ye-tişmiş ve mükemmel Arapça konuşan hükümdan olmasıydı. Bu verilerin ışığında, Eyyubilerin aralarındaki sürtüşmeleri diplomatik maharetle kendi lehine kullanmayı bilmiş olmasına bakıp da, Mısır ve Suriye'de bulundu-ğu sırada, her fırsatta bilim merakını gidermeye çalışan o devrin bir Do-ğulu hükümdarı gibi davranmış olmasını, samimiyetsiz bir tavır, bir siya-sal kurnazlık olarak değerlendiremeyiz. Onun yaptığı, "gençliğinde Doğu ile kazanmış olduğu tanışıklığı" [187] sadece siyasal beceri sayesinde değil, iç-ten duygularla da değerlendirmekti. Nitekim İslam âlemiyle -Kudüs'ü ı 244'te yitirdikten sonra da [188] dostluğunu ölümüne kadar sürdürmüş-tür [189] . Kendisine sempati ile baktıklanna tanık olduğumuz Arap gözlemciler de, onu ait olduğu kültürel çerçeveye oturtacak bilgiye sahiptiler. "Bu Doğulular on[un kişisin]de sadece Kudüs'teki dini bütün imamlan dehşete düşeren `materyalist'i değil, kültür ve bilim adamını, dört dörtlük şövalyeyi, Doğu'nun uygarlığının bir vâlcıfı ve hayranı oldu-ğunu gösteren 'Frank' hükümdarını görmüş ve takdir etmiş olmalılar. [190]