Giriş
Osmanlı uc geleneğinin bir ürünü olan Akıncı ocağı, başta Rumeli olmak üzere Avrupa’nın iç kesimlerine kadar devletin genişlemesinde önemli hizmetlerde bulunmuş bir askerî teşkilâttı. Osmanlı Devletinin ilk askeri organizasyonlarından biri olan Akıncı Ocağı[1] ve bu ocağın mensupları olan akıncılar, gazâ ve cihâd düsturunu kendilerine rehber edinerek devletin sınırlarını düşmana karşı korumuşlar ve özellikle de savaş zamanlarında keşif kolu hizmeti görmek suretiyle düşman arazisinin daha iyi tanınmasını sağlayarak orduya yol açmışlardır[2] . Bu askerî faaliyetlerin yanı sıra Rumeli’nin Türkleşmesi, İslâmlaşması ve imarına[3] katkıda bulundukları gibi bölgenin kültür ve sanatını da geliştirmişlerdir[4] . Bu faaliyetlerin gerçekleştirilmesine ve Ocağın teşkilâtlanma sürecine bazı ünlü Akıncı aileleri hizmet etmiştir[5] . Evrenosoğulları, Turahanoğulları, Mihaloğulları ve Malkoçoğulları bunların en ünlülerindendir. Bu akıncı sülalelerinden Turahanlılar Mora’da[6] , Malkoçoğulları önceleri Çirmen sonraları Silistre taraflarında, Mihaloğulları ise Sofya ve Semendire taraflarında bulunmaktaydılar[7] .
Akıncı aileleri, devletin uc bölgelerinde faaliyet halinde bulunmaktaydılar. Halil İnalcık’a göre Akıncılık; uc gelenek ve kültürünün bir devamıdır ve bu sayede Osmanlılar Rumeli’de yayılma ve Orta Avrupa içlerine kadar ilerleme imkânına sahip olmuşlardır. Yine İnalcık’a göre düşman saldırısından korunmak için uc teşkilâtı kurulmuş ve bu uc teşkilâtının esas görevi, gelecek saldırılara karşı koymak, düşman tarafına sürekli olarak akınlar yaparak düşmanı zayıflatmak, lojistik imkânlarını imha etmek olmuştur. Nitekim ucların baskısıyla kuvvetsiz düşen düşmanı yenmek ve bu sayede sınırları genişletmek daha da kolaylaşacaktır[8] . Akıncılar bu anlamda Osmanlı serhad boylarında önemli bir görevi üstlenmişlerdir.
Avrasya hakanlıklarında “alp” diye anılan kahraman savaşçı tipi ile İslamî gazâ ile kaynaşmış bir tip olan “gâzi”nin özelliklerinin Akıncılarda bir araya geldiğini söylemek mümkündür[9] . Orta Asya’nın muharip güçleri ile benzerlik gösteren ve söz konusu kültürün bir devamı olan[10] Akıncılar; Dalmaçya’ya, Hırvatistan içlerine, Almanya ortalarına ve hattâ Polonya’ya kadar gitmişlerdir[11]. Ancak bu akınlar, başıbozuk, serseri bir grubun yaptığı talan faaliyeti olarak algılanmamalıdır. Bir plan ve program dâhilinde yaz ve kış gerçekleştirilen bu akınlar; askerî açıdan önemli olduğu kadar çok sayıda mal ve esir elde edildiği için maddî anlamda da önemli kazanımlar sağlanmaktaydı[12]. Elde edilen esirlerin en büyük faydası, düşmanın vaziyetine dair bilgi vermesiydi. Bununla birlikte Akıncıların, akın faaliyetlerinin yanı sıra ordu güzergâhındaki hububatı koruyarak düşmana yarayacak şeyleri imha ettikleri, köprü ve geçitleri emniyet altında bulundurmak suretiyle ordunun geçişini güvenli bir şekilde sağladıkları da bilinmektedir[13].
Akıncı olmak için bazı şartları yerine getirmek gerekiyordu. İyi bir ata ve özel kıyafetlere sahip olmak uyulması gereken şartlardandı. Bununla birlikte sefere çağırıldıklarında yanlarında kılıç, ok getirmek ve bir de kırmızı börk takmak durumundaydılar[14].
Seferlerin akın sayılabilmesi için seferi mutlaka akıncı beyinin komuta etmesi gerekirdi. Yapılan akınlarda Akıncı beyinin bulunmadığı ve akına katılanların sayısının yüz kişi civarında olduğu sefere “haramilik”, daha az bir kuvvetle yapılan akınlara ise “çete” veya “potera” denilmekteydi. Akın ve haramilikte elde edilen esirlerin beşte biri pençik kanunu gereğince devlet hazinesine alınır, çeteler ise bundan muaf olurlardı. Bu yüzden çeteden büyük akınlar sırasında komutanların yanında mutlaka “pençikçi başı” adlı bir memur bulunur ve bunlar esirleri sayarak devlet hissesini alırlardı[15]. Akıncı beylerinin fethettikleri şehirler ve kaleler devlete ait olmakla beraber, fethedilen sahanın köylerinde kendilerine geniş timarlar; hattâ mülk araziler de verilirdi[16].
Osmanlı Devletinin Rumeli’de genişlemesine olduğu kadar doğu seferlerine de önemli hizmetlerde bulunan bu Ocak, XVI. yüzyılın sonlarına doğru önemini kaybetmiştir. Özellikle 1595 yılında veziriazâm Koca Sinan Paşa’nın Eflak’da Prens Mihal’e yenilmesi üzerine Tuna’nın öte yakasında kalan akıncıların pek azı kurtarılabilmiş ve bu seferde 100.000 kadar akın atı telef olmuştur. Kaynaklarda Yergöğü Köprüsü Hadisesi olarak da adlandırılan bu olay, Akıncı Ocağı’nın sonunu getirmiş, bu olaydan sonra akıncıların görevini serhad kulları ve Kırım Tatarları üstlenmiştir. Bundan sonra ismen de olsa varlığını devam ettiren ocak, 1826 yılında resmen ortadan kaldırılmıştır[17].
Genel olarak verilen bu bilgilerden sonra, Osmanlı askerî teşkilatı açısından bu denli önemli bir kuvvet olan Akıncı ocağına dair kıymetli bilgiler veren Akıncı defterleri hakkında bilgi verebilmek mümkündür. Şu ana kadar üç adet akıncı defteri hakkında bilgi bulunmaktadır. Bu defterlerden 1472[18] ve 1560 tarihli defterler, Sofya Milli Kütüphanesi’nde[19] bulunmaktadır. Mevcudu bilinen son akıncı defteri olan 1586 tarihli defter ise İstanbul Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde muhafaza edilmektedir. Bu defterlerde akıncıların isimleri[20] ve bunların içerisinde dirliğe sahip olanların timarları, sancak, nahiye/kaza, köy bazında bulundukları yerleşim birimleri, akıncıların meslekleri, nereden geldikleri başta olmak üzere muhtelif bilgiler bulunmaktadır. Bu defterlerden biri devlet merkezindeki defterhânede; diğeri ise akıncıların bulundukları eyalet veya sancak kadılıklarında bulunurdu[21].
Kaynak ve Metoda Dair
Bu makale, yukarıda bahsedilen akıncı defterlerinden biri olan ve İstanbul Başbakanlık Osmanlı Arşivi’nde Tapu Tahrir Defterleri Kataloğunda625 numara ile muhafaza edilen H.994/M.1586 tarihli defteri incelemeyi konu edinmektedir[22]. Söz konusu çalışma, defterde yer alan veriler ışığında bilinenlerin dışında Akıncı Ocağı hakkında daha fazla bilgi edinmeyi ve şu ana kadar yapılan çalışmalara katkıda bulunmayı amaçlamaktadır. Bu minvalde söz konusu defterde yer alan bütün veriler, bilgisayar ortamına aktarılmış ve sorgulanmak suretiyle Akıncı Ocağının teşkilat yapısı ve diğer nitelikleri açığa kavuşturulmaya çalışılmıştır.
Bahis konusu olan akıncı defteri, sonradan numaralandırılmış olup, 352 sayfadan meydana gelmektedir. Defterin baş kısmında Sultan III. Murad’ın tuğrası ve daha önce bu tür defterlerin muhafazasına dair yukarıda verilen bilgileri teyid eder mahiyette defterin bir nüshasının Defterhâne-i Âmire’de hıfz olunduğu, bir diğer suretinin ise akıncı beyine teslim edildiği kaydedilmiştir[23]. Rumeli Eyaletine bağlı sekiz sancağın muhtelif yerleşim yerlerinde bulunan akıncıların yer aldığı defterin sonunda ise taviçe (toyca)lere ait mahlûl timarlar bulunmaktadır[24]. Mufassal tahrir defteri formatına uygun olarak tertip edilen defterde hane reisleri baba adları ile birlikte kaydedilmiş ve bulundukları her bölgedeki sayıları yekûn olarak yazılmıştır. Vergiden muaf oldukları için diğer mufassal defterlerde rastlanılan vergi kayıtları bu defterde bulunmamaktadır.
Akıncıların Bulundukları Sancaklar ve Nahiyeler
Defterin baş kısmında, Rumeli Eyâletinde sağ kol (cânib-i yemîn) üzerinde yer alan ve Mihaloğullarına tabi akıncıların ve taviçe (toyca)lerin isimlerinin defterde kayıtlı olduğu bilgisi yer alsa da[25] defterde sol kol ve orta kol üzerinde bulunan sancaklardaki akıncılara dair veriler de yer almaktadır. Bu noktada sol kol, orta kol ve sağ kol tabiri üzerinde durmak gerekir. Bilindiği üzere Rumeli’ye geçişle (1352) birlikte Osmanlı kuvvetleri batı, kuzeybatı ve kuzeydoğuya doğru ilerlerken Romalıların yaptırdığı ve daha sonra Bizans’ın da kullandığı yollardan yararlanmışlardır. Bu yollar, sol kol (Via Egnatia-cânib-i yesâr)[26], orta kol (Via Militaris-Tarik-i Evsat) ve sağ kol (Kırım-Karadeniz) ticaret yoludur[27].
Yukarıda ifade edilen yollar, esasında Osmanlı Devletinin Rumeli’yi fetih politikası ile doğrudan ilişkilidir. Rumeli’de Osmanlı fethi üç istikamette gelişme göstermiştir. Birinci uc sahilden Tekfur-Dağı, Çorlu ve İstanbul istikametinde, ikinci uc ortadan Konru Dağı (bugün Kuru-dağ) üzerinden Malkara, Hayrabolu ve Vize istikametinden, üçüncü uc Meriç vadisinde İpsala, Dimetoka ve Edirne istikâmetinde yapılan fetihlere üs olmuştur. Osmanlıların Rumeli’yi fethinde bu uc sistemi korunmuş ve fetihler ilerledikçe de, uclar üç koldan daha ileri bölgelere kaydırılmıştır. Buna göre, Süleyman Paşa zamanında sol kol ucunda Hacı İlbeyi ve Evrenos Bey faaliyette idiler. Sonradan bu uc sırası ile İpsala, Gümülcine, Serez, Kara-Feriye ve oradan iki kola ayrılıp, Tırhala ve Üsküp’e sağ koldaki uc ise, Yanbolu, Karin ovası, Pravadi’ye, oradan ikiye ayrılarak biri Tırnova ve Niğbolu’ya, diğeri Dobruca’ya intikal etmiştir. Orta uc, Çirmen, Zağra, Filibe’ye, orada ikiye ayrılarak, Sofya, Niş’e veya Köstendil ve Üsküb’e ulaşmaktadır. Bu üç istikamette yapılan fetihler, daha sonra Rumeli Eyâleti’nin sağ kol, sol kol[28] ve orta kol sancaklarını teşkil etmiştir. Göç ve yerleşme hareketleri de bu istikametlere doğru yayılmıştır[29].
Defterde Akıncıların Rumeli’de bulunan sekiz sancak ve bu sancaklara bağlı yerleşim birimlerine kayıtlı oldukları tespit edilmiştir. Bu sancaklar, Niğbolu, Silistre, Kırkkilise, Çirmen, Paşa (Sofya), Köstendil, Vidin ve Üsküb sancaklarıdır. Kayıtlar, Niğbolu Sancağına ait Lofça nahiyesi ile başlamakta ve kasabanın toplam sekiz mahallesinde[30] sâkin olan akıncıların isimleri detaylı olarak verilmektedir. Akıncılar, Niğbolu Sancağına bağlı Lofça, Hotaliç (Selvi), Niğbolu, Tırnovi, Tença, Şişitoği/Şiştovi (Ziştovi), Plevne, İzladi, Çernovi, Kara Lom, Hezargrad, Şumnu, Cum’a Bazarı, Gerilova, Tuzluk, Ala Kilise, Rahova, İvraça nahiyeleri ve onlara bağlı yerleşim yerlerinde sâkindiler[31].
Akıncılar, Silistre Sancağında ise Silistre, Çardaklı, Küncü Bazarı (Tekfurgöl-Karasu), Tuzla, Baba, Hırsova, Sakçı[32], Maçin, Hacıoğlu Bazarcığı, Varna, Prevadi, Yeni Pazar (Yeni Şehir), Aydos, Karinabâd, Yanbolu nahiyelerinde sâkin idiler[33]. Ayrıca defterde Silistre Sancağına bağlı “Kazâ-i Nahiye-i Kır” olarak kaydedilmiş bir idari birim de bulunmaktadır[34]. Ancak bu idari birim, 370 Numaralı Muhâsebe-i Vilâyet-i Rûm-İli Defteri’nde yer almamaktadır[35].
Akıncıların bulundukları diğer idarî ve yerleşim birimlerine gelince; Kırkkilise[36] Sancağına bağlı Yenice-i Kızılağaç[37], Çirmen Sancağına[38] bağlı Yenice-i Zağra Nahiyesi[39], Akça Kızanlık Paşa (Sofya) Sancağına[40] bağlı Göpsü Nahiyesi (der kazâ-i Filibe)[41], Sofya[42], İhtiman[43] Nahiyeleri, Köstendil sancağına[44] bağlı Köstendil Nahiyesi[45], Koçana Nahiyesi[46], İştib[47], Nögeriç (Kratova/İvranisa)[48], Istrumca/Radovişte[49] Nahiyeleri, Vidin Sancağına[50] bağlı Bane (-i) ü İsferlik Nahiyeleri[51] ve son olarak Üsküb Sancağına bağlı Çayırlı Nahiyesi[52] burada zikredilebilir[53].
Yukarıdaki açıklayıcı bilgilerden de anlaşılacağı üzere defterde sadece akıncıların bulundukları idarî ve yerleşim birimleri bulunmaktadır. Kezâ bölgeye ait incelenen bazı mufassal tahrir defterlerinde isim bilgilerinin yer aldığı kısımlarda akıncı veya taviçe (toyca) adıyla kaydedilen kişilerin var olduğu görülmektedir[54]. Defter, akıncı defterlerinin yazım amacına uygun olarak Rumeli Eyâletinin[55] muhtelif sancaklarına serpilmiş bulunan akıncıların tek bir defterde bir araya getirilmesinden başka bir şey değildir.
Yerleşim yerleri esas alınırken alt birim adları (kasaba, köy vs.) ayrı bir çalışmanın konusu olacak kadar geniş bir mahiyete sahip olduğundan bu yerleşim birimleri üzerinde şimdilik durulmamıştır[56]. Ancak dikkati çeken ve burada vurgulanması gereken birkaç yerleşim yerinden bahsetmek yerinde olacaktır. Bunlar; Niğbolu Sancağına bağlı Hotaliç nahiyesinin Akıncılar köyü[57], yine aynı nahiyeye bağlı Malkoçlar köyü[58], Tozluk nahiyesine bağlı Turhanlar köyü[59] ile İzladi nahiyesine bağlı Paşa Yiğit adlı köydür[60]. Franz Babinger, Paşa Yiğit’in, meşhur Akıncı beylerinden Turahan Bey’in babası olduğunu ileri sürse de[61], bu görüş tartışmalıdır[62]. Bu tartışmalar bir kenara bırakılacak olursa meşhur akıncı beyi Paşa Yiğit’in 1391’de Üsküp’ü ve dolaylarını fethederek burayı Sırbistan, Bosna ve Kuzey Arnavutluk’a karşı bir uc haline getirdiğini söylemek yerinde olur[63]. Hülâsa bölgede bulunan köy adları, akıncıların bölgenin iskân yapısına etkisini göstermesi açısından oldukça dikkate değerdir.
Ocak Teşkilâtına Dair Veriler
Akıncı Ocağı teşkilâtı, daha önce de ifade edildiği üzere doğrudan doğruya padişaha hizmet etmekle yükümlü ve devlet denetiminde olan bir teşkilâttı. Bu teşkilâtın başına buyruk bir teşkilât olmadığı, bir nizâm çerçevesinde faaliyette bulunduğu akıncılarla ilgili yapılan iki hukuki düzenlemeden anlaşılmaktadır[64]. Bu hükümlerde, yeni akıncı yazımının gerekliliği üzerinde durularak akıncıların ve taviçelerin yoklanmaları, mevcud olan akıncıların ve akına gidebilecek durumda olan yarar yiğitlerin ise kaydedilmeleri emredilmiştir. Bu kayıtlar esnasında vefat eden, yaşlanan veya sefere gidemeyecek durumda olanların yerine yarar yoldaş yiğitlerden yazılması özellikle ifade edilmiştir. Bu işlem yapılırken akıncının kendi adının, babasının adının ve nereden geldiğinin detaylı bir şekilde yazılması ayrıca her akıncının yazıldığı yerde onlara kefil olanların da adının, atasının ve nerden geldiklerinin yazılması istenmiştir. Bu işlem esnasında bir kere yazılan işe yarar akıncının çıkartılarak yerine başka birinin yazılmasından kaçınılması istenmiştir. Bununla birlikte deftere kaydedilen kimselerin her zaman savaşa teçhizâtlarıyla birlikte hazır olmaları ifade edilerek, yazım işlemi sonunda tertip edilen defterin iki nüsha halinde düzenlenmesi, birinin ilgili kadılıkta kalması diğerinin ise merkeze gönderilmesi emredilmiştir[65].
Akıncı yazımı ile ilgili olarak II. Selim dönemine ait Celalzâde Kanunnâmesi’nde de bilgi bulunmaktadır. Buna göre Akıncı beylerine akıncı yazılmak emrolunduğu zaman eskiden beri akıncı olanların akıncı yazılmaları, daha önceden akıncı olmayan, şehirli ve şehirde bir meslekten kazancı olan kimselerin ve işe yarar olmayanların akıncı yazılmaması, yazılsa dahi bu durumun makbul olmadığı, eskiden beri akına gitmeyen kimselerden deftere yazılanlar varsa bu kimselerin akıncı defterinden ihraç olunacakları vurgulanmıştır[66].
Akıncıların mükellefiyetleri kanunlarla belirlenmişti. H.922/M.1516 tarihli Bosna Sancağı Kanunnâmesi akıncı ocağına dair önemli bilgiler içermektedir. Kanunnâme’ye göre, söz konusu tarihte Yunus Paşa marifetiyle Bosna Vilâyetinde bin nefer akıncı yazılmıştı. Bunlar İslâm topraklarını korumakla mükellef olup, kalelerine zahire gerektiğinde sipahiler ile birlikte hizmet ederler, görevlerini nöbetleşe yerine getirirlerdi. Bu görevleri esnasında akıncılara ve atlarına kimsenin yük yükletmemesi, bunları şahsî işinde kullanmaması ve padişahtan başka kimseye hizmet etmemeleri özellikle vurgulanmıştı. Bu hizmetleri karşılığında vergilerden muaf olan akıncıların, sadece Hazine-i Âmire için yılda yüz bin akçe vermeleri; ancak oğullarından herhangi bir nesne alınmaması emr olunan başka bir husustu[67].
Akıncı Ocağının en üst düzey komutasında akıncı beyleri bulunmaktaydı. Akıncı beylerinin hayat hikâyeleri ile ilgili detaylı bilgi veren bazı kaynaklara ulaşmak mümkündür. Bu hususta doğrudan doğruya yazılmış tek eser, Sûzî Çelebi’nin Mihaloğlu Ali Bey Gazavâtnâmesi’dir. Bu eserde bir akıncının hayatına dair dikkate değer veriler bulunmaktadır. Söz konusu eserde Mihaloğlu Ali Bey örneğinde bir akıncı beyinin yaptığı akınları, kahramanlık ve cesareti, sahip olduğu zenginliği, idaresindeki kişilerle olan ilişkileri ile ilgili bilgilere ulaşmak mümkündür. Öyle ki, başta Macar toprakları olmak üzere Lehistan (Polonya) ve Eflâk topraklarında akınlarda bulunan ve buraları dize getiren Mihaloğlu Ali Bey, Sûzi Çelebi’nin ifadesine göre Tuna’yı 330 kez geçmişti[68].
Ocak mensuplarının sevk ve organizasyonlarında önemli roller üstlenen akıncı beyleri, Balkanlara yapılan ilk fetih hareketlerinde merkezi otoriteden yarı bağımsız hareket ederlerden[69], daha sonraları merkezi otoriteye bağlı olmuşlardır. Doğrudan doğruya merkezden emir alan akıncı beyleri, alınan emirler doğrultusunda akına çıkarlardı. Bu hususta Mühimme Defterlerinde oldukça fazla kayıt vardır[70]. Esas itibariyle Aşıkpaşazâde tarihinde I. Murad’ın tahta geçtikten sonra lalası Şahin’i Zağra ve Filibe tarafına akına göndermesi, Evrenos Gazi’nin İpsala’yı fethetmesi ve bunların bulundukları yerlerde ucbeyi oldukları bilgisinin verilmesi[71], akın faaliyetlerinde doğrudan karar merciinin padişah olduğunu göstermektedir. Akıncı beylerinin sınır bölgelerini korumakla mükellef olmaları, onların ucbeyi olmalarını sağladığı gibi, yönetici statüsünde idarî görev almalarını da sağlamıştır[72]. Nitekim akıncı beyleri içerisinde ilk dönem Ocak teşkilâtlanmasına uygun olarak hem akıncı beyi hem de idari bir göreve mensup olan kişilerin olduğu bilinmektedir. 3 Haziran 1565 tarihli bir hükme göre, Çirmen Sancakbeyi Süleyman bunlardan biriydi[73]. Bu husustaki misâlleri çoğaltmak mümkündür[74].
Defterdeki dikkat çekici hususlardan biri, Ocak teşkilâtına dair diğer verilerdir. Bu veriler, Ocağın işleyişinde önemli roller üstlenen taviçe (toyca), onbaşı, subaşı ve kethüdâ olarak görev yapan şahıslara ait verilerdir.
Taviçe (toyca)ler, bir anlamda timarlı sipahilerin çeribaşlarına benzemekteydiler. Bunlar kıdemli ve fedakâr akıncılar arasından seçilmekteydi ve timarlı veya muafiyetli olabilmekteydiler. Akıncıların maaşları olmadığı ve vergilerden de muaf oldukları genellikle kaynaklarda vurgulanan husustur[75]. Sofyalı Ali Çavuş Kanûnnâmesi’nde yer alan Timar ve Taşra Teşkilâtı Kanunnâmesinde taviçe (toyca)lerin görevleri hakkında açıklayıcı bilgiler bulunmaktadır. Kanunnâmede taviçe (toyca)lerin akıncıların çeribaşıları oldukları, arpalık olarak yani görevde bulundukları sürece onlara icmâllü timar verildiği, sefer ve hizmet olduğu sürece akıncıları sefere götürmekle mükellef oldukları, bunlardan biri vefat ederse timarıyla birlikte taviçeliği oğlu varsa oğluna, oğlu yoksa veya hizmet etmezse yine içlerinde iş görmüş ihtiyar bir kimseye veyahut ayakta kalmış taviçe (toyca) oğullarından müstehak olan birine verilmesi gerektiği ifade edilmektedir[76]. Burada taviçe (toyca) kelimesinin etimolojik kökenine değinmekte yarar vardır. Muhtelif kaynaklarda taviçe/tavica veya toyca bazen de ikisi bir arada yazılan kelimenin aslen Slav kökenli olduğu ileri sürülmekle birlikte[77], Moğolca kökenli olduğu da iddia edilmektedir[78].
Defterde Niğbolu Sancağında dört, Silistre Sancağında ise bir kişi, sadece taviçe (toyca) olarak kaydedilmiştir. Bunun yanı sıra mevcut durumlarına göre farklı niteliklere sahip olanlar da kaydedilmiştir. Meselâ defterde taviçe (toyca)-i ma’zûl, taviçe (toyca)-ı atîk, taviçe (toyca)zâde, taviçe (toyca)-i mu’âf, taviçe (toyca)-i mu’âf-ı atîk, taviçe (toyca)-i mu’âf-ı cedîd olarak kaydedilen kimselere rastlanılmaktadır[79]. (Bkz. Tablo 1). Burada ifade edilen terimlerin taviçe (toyca) statüsündeki değişim (atanma, azil vs.) ile ilgili olduğu düşünülmektedir.
Defterde yer alan dirlik tahsislerine gelince, bilindiği üzere savaşlarda başarılı olan akıncılara dirlik tahsis edilmeye başlanmasından sonra timarlı akıncılar da ortaya çıkmıştır[81]. Ancak bunun bir anlamda tekaütlük yani emeklilik maaşı gibi olduğu ileri sürülmektedir[82]. Defterde timarlı akıncılara rastlamak mümkün olduğu gibi defterin sonunda taviçe (toyca)lere ait mahlûl timarlar da bulunmaktadır[83]. Bahis konusu olan timarlı akıncılardan biri, bir taviçe (toyca) olan ve Niğbolu Sancağına bağlı Hotaliç Nahiyesinin Akıncılar Köyüne kayıtlı Hüseyin Vasıldı[84].
Kayıtlarda dikkati çeken hususlardan bir diğeri ise, taviçe (toyca) çiftliklerine rastlanılmasıdır. Bu çiftliklerin reâyâ çiftliklerinin[85] yanı sıra eski uygulamaların bir devamı olarak doğrudan doğruya askerî zümrelerin ellerine verilen çiftliklerden olduğu muhakkaktır. Kezâ yaya-müsellem, doğancı çiftlikleri ve timarlı sipahilerin ellerindeki hassa çiftlikleri bu türden çiftliklerdi. Bunların reâya çiftliklerinden farkları, raiyyet vergilerini ödememeleriydi[86]. Nitekim Mithat Sertoğlu’na göre, taviçe (toyca)lerin içlerinden bir kısmı dirlik sahibi iken bir kısmı dirlik sahibi olmayıp yalnız çiftlikleri vergilerden muaftı[87]. Defterde Niğbolu Sancağında 12, Çirmen Sancağında 5 ve Silistre Sancağında ise 16 taviçe (toyca) çiftliği bulunmaktaydı. Hattâ bu çiftliklerden bazılarının eskiden beri akıncılara tahsis edildikleri “taviçe (toyca)-i çiftlik-i atîk” kaydından anlaşılmaktadır. Bu türden çiftliklerin sayısı 5’ti (Niğbolu Sancağı’nda). Bu durum diğer askerî zümrelere verildiği gibi akıncılara da çiftliklerin tahsis edildiğini göstermesi açısından dikkate değerdir.
Özetle söylemek gerekirse, taviçe (toyca)lerle ilgili yukarıda verilen bilgiler dahi Akıncı Ocağının basit bir teşkilât yapısına sahip olmadığını göstermesi açısından dikkate değerdir. Maalesef şu ana kadar yapılan çalışmalarda bu husus üzerinde durulmadığını ve konunun birkaç cümle ile özetlendiğini söylemek gerekir.
Taviçe (toyca)ler dışında defterde onbaşı, subaşı ve ayrıca kethüdâ olarak kayıtlı ocak görevlilerine de tesadüf edilmektedir. Bilindiği üzere Akıncı Kanununa göre bin akıncıya binbaşı, yüz nefere subaşı ve on nefere ise onbaşı kumanda ederdi[88]. Defterde bu görevlilerden binbaşı ile ilgili bir kayıt bulunmazken diğer görevlilere dair veriler bulunmaktadır[89] (Bkz. Tablo 2). Bu görevliler dışında defterde geçen bir diğer ocak mensubu kethüdâ’dır. Akıncı teşkilâtında bu unvân, akıncı beylerinin bulunmadığı zamanlarda yerine vekâlet eden kimseler için kullanılırdı[90].
Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere ocak görevlileri en fazla Niğbolu ve Silistre sancaklarında bulunmaktadır. Bunun başlıca sebebi, söz konusu bölgelerin akıncı sayısının diğer bölgelere göre fazla olmasıdır.
Akıncı Ocağında münhal oldukça, özellikle vefat edenlerin ve malûl olanların yerine ihtiyaç halinde akıncı evlâtlarından güçlü kuvvetli, iyi binici ve iyi silah kullananlar alınırdı. Ancak daha önce de ifade edildiği üzere Ocağa dâhil olmak için adayların bulundukları yerlerden iki kişiyi iyi halli olduklarına dair kefil göstermeleri gerekirdi[91]. Defterde akıncılar, mahalle ve köy sâkinleri ile imâmı kendilerine kefil olarak göstermişlerdir[92].
Sefere gidemeyecek durumda olan babalar yerlerine sefere gidebilecek durumda olan oğullarını kaydettirmişlerdir. Niğbolu’da 58, Çirmen’de 14, Köstendil’de 1, Paşa (Sofya) Sancağında ve Silistre Sancağında 2 kişi ile ilgili isim bilgilerinin yanına “X nâm yarar oğlu var, yerine eşer” yani yerine sefere gider ifadeleri kaydedilmiştir[93]. Zaten akıncıların yetişmiş oğulları varsa, onların akıncı kaydedilmeleri kanundu[94]. Bu durum akıncılığın devam etmesi ve teşkilâtın yenilenmesi açısından oldukça önemliydi.
Sosyo-Ekonomik Yapıya Dair Veriler
İncelenen akıncı defteri sadece askerî tarih açısından değil; sosyo-ekonomik tarih açısından da kıymetli veriler ihtiva etmektedir. Akıncılar ile ilgili en çok tartışılan hususlardan biri, onların orijinleri bir diğer ifadeyle etnik kökenleridir. Nitekim akıncıların sadece Türk ailelerden seçildiği iddia edilmekle birlikte[95] bu görüşün aksine onların içinde gayr-i TürkMüslüman unsurların olduğu da ileri sürülmektedir. Bu görüşü savunanlardan biri Heath W. Lowry’dir. Lowry, Erken Dönem Osmanlı Devleti’nin Yapısı adlı çalışmasında akıncıların sadece Türklerden oluşmadığını, Hristiyan akıncıların da var olduğunu II. Mehmed’in Akıncı yazdırmak için çıkardığı 1472 tarihli bir hükmüne dayandırmaktadır. Bu hükümde yer alan “Kâfirden ve Müsülmanlardan otuz eve bir atlü akıncı vaz’ edesiz” ve “Kâfirlerden içlerinden akıncılığa kâbili bulunur ise yazalar ve eğer bulunmaz ise Müsülmanlardan yazalar” ifadeleri onun dayanak noktasını teşkil etmektedir[96].
Tahrir defterlerinde baba adı Abdullah olarak yazılanların genel olarak ihtidâ etmiş kimseler olarak nitelendirilmesi[97] ve incelenen defterde yer alan baba adı ‘Abdullah’ (Niğbolu Sancağında 16, Çirmen Sancağında ise 4 kişi) olan kimselerle birlikte şahıs adlarında ‘nev-müslim’[98], ‘ehl-i imân’[99] (Niğbolu’da onaltı, Silistre’de onüç) ve ‘imankulu’[100]gibi isimlere tesadüf edilmesi, bir ihtidâ hareketinin varlığını akla getirse de söz konusu coğrafyanın farklı bir dinamik yapısının olması bu varsayım üzerinde düşünmeyi zorunlu kılmaktadır. Öncelikle ‘Abdullah’ adının bir ihtidâ alâmeti olarak değil de sadece isim olarak verilmiş olacağı ihtimalini her zaman için göz önünde bulundurmak gerekir. Aynı şekilde Ehl-i iman ve İmankulu gibi şahıs isimlerinin de sadece ihtida hareketi ile bağlantılı olmadığını, bölgede mevcut olan gayr-i sünni İslâm (Heterodoks İslam) anlayışıyla da ilgili olabileceği vurgulanması gereken bir husustur. Zira incelenen defterde gerek yer adlarında gerekse şahıs adlarında söz konusu İslâm anlayışını yansıtan çok sayıda veri vardır. Meselâ Niğbolu’ya bağlı köyler içerisinde Alevi/Bektaşi izlenimi veren çok sayıda köy bulunmaktadır. Büyük Babalar, Küçük Babalar, Mustafa Halife, Habib Halife, Nesimi Işıklar, Yunus Abdal, Işıklar, gibi köyler bunlardan bazılarıdır. Bununla birlikte şahıs adlarında geçen ve yine Bektaşilikle bağlantısı olan Ali, Veli, Taptık, Sultan Şah, Sefer Şah, Şah Kulu, Cafer, Kılıç Dede gibi isimleri de burada zikretmekte yarar vardır[101]. Anadolu’dan Balkan coğrafyasına gelen ilk sâkinlerin daha çok Heterodoks İslâm anlayışına sahip kimseler olduğu[102] ve bu isimlerin de doğal olarak onların bakiyeleri olduğu göz önüne alınırsa mevzu daha da açıklık kazanacaktır.
Yukarıda ifade ettiğimiz hususların yanı sıra Mihal oğullarına tabi olan akıncıların yayıldığı coğrafyada XII. yüzyıldan itibaren Peçenek ve Kuman Türklerinin de var olduğunu ve bunların dil birliği dolayısıyla Osmanlılarla karşılaştıklarında kısa sürede Müslüman oldukları bilinmektedir. Bölgedeki Türkçe isimli Hıristiyan köylerin varlığı bu görüşü desteklediği gibi[103] kökeni, büyük olasılıkla Gagavuz Türklerine dayanan Evrenos Bey ve ailesi de bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Türklerin Balkanlara yerleşme süreçlerinin Osmanlı öncesinde de var olduğu göz önüne alınırsa konu daha iyi anlaşılacaktır[104].
Özetle söylemek gerekirse, defterde yer alan bazı kayıtlar, bir ihtidâ hareketinin varlığına delalet etse de bu durum söz konusu kişilerin gayr-i Türk olduğu anlamına gelmemekte, içlerinde Hıristiyan Türklerin de olabileceği ihtimalinin de her zaman düşünülmesi gerektiğini ön plana çıkarmaktadır.
Yukarıda da ifade edildiği üzere defterde geçen şahıs adları genellikle Türk ve Müslüman isimlerinden oluşmaktadır. Onomastik bilimi açısından incelenmeye değer olan bu şahıs isimleri arasında oldukça ilginç isimler bulunmaktadır. Bunların içerisinde bir akıncı tipolojisine uygun olarak verilmiş olan Şimşek Mustafa[105], Belgrad Çakalı[106] gibi isimlerin varlığı oldukça ilgi çekicidir.
Akıncıların geldikleri bölgelere dair veriler de bu çalışmada tespit edilen bir diğer husustur. Nitekim tahrir defterlerinin göç ve göçe dair veriler konusunda oldukça zengin defterler olduğu göz önüne alınırsa[107] bu durumu olağan karşılamak gerekir. Meselâ defterde geçen Anadollu (Anadolulu)[108], Zağralu[109], Manastırlu[110], Karamanlu[111], Tanrıdağlu[112], Tatar[113] gibi ifadeler akıncıların hem geldikleri bölgeler hem de nitelikleri ile ilgili dikkate değer veriler sunmaktadır. Bölgeye ait başka defterlerde de benzer verilere rastlamak mümkündür. Gerek şahıs adlarından, gerekse mahalle ve köy adlarından Anadolu’dan gelen göçmenlerin iskân oldukları yerlere kendi adlarını vermeleri genellikle karşılaşılan bir durumdur[114].
Yukarıda da görüldüğü üzere akıncıların bir kısmı Rumeli coğrafyasından iken bir kısmı da Anadolu coğrafyasından bölgeye gelenlerdir. Özellikle Anadollu (Anadolulu) ve Karamanlu olarak kayıtlı kişileri bu bağlamda değerlendirmek gerekmektedir. Bu verileri olağan karşılamak gerekir. Zira Türklerin Rumeli coğrafyasına geçişlerinden itibaren Anadolu’dan binlerce insanın sırf akından kazanacakları ganimet için akıncı beyinin etrafında toplandıklarını, büyük seferler sırasında padişah tarafından Anadolu’ya fermanlar gönderilerek gençlerin gönüllü olarak gazaya çağrıldığını ve yararlılık göstereceklere timar vaadinde bulunulduğu bilinmektedir[115]. Bu çağrı üzerine Anadolu’dan gelip Rumeli’de akıncılık yapmak ve fütühâta katılmak için evlerini barklarını terk edip, öküzlerini satarak at ve silah temin ederek göç edenlerin[116] var olduğu düşünülecek olursa şahıs isimlerinin yazıldığı yerlerdeki açıklayıcı verilerin ne ifade ettiği daha iyi anlaşılır.
‘Tanrıdağlu’ olarak ifade edilen akıncıların ise Tanrıdağı (Karagöz) Yörüklerinden olduğu aşikârdır. Tayyib Gökbilgin’in Orta Asya’daki maruf Tanrıdağlarından isimlerini aldığını ileri sürdüğü Tanrıdağı Yörükleri, miktarları ve Rumeli’de yayıldıkları sahanın genişliği itibariyle bölgenin nüfus ve iskân hareketlerinde önemli bir rol oynamışlardır[117].
Tatarlar ise XIII. yüzyıldan beri Rumeli’de bulunmaktaydılar. Balkanlar’daki Tatar etkisi, 1242’deki büyük Tatar istilasından, Altın Orda’da Canibek Han’ın iktidarına (1342- 1357) kadar, yüzyıldan fazla sürmüştür[118]. Bölgede bu unsurların bakiyyeleri olan Tatarlar olduğu gibi, özellikle Timur istilasından (1402) sonra bölgeye gönderilenlerin bakiyyeleri de vardı. Nitekim Çelebi Mehmed Samsun’u aldıktan sonra dönerken İskilip’te bulunan birçok Tatarı, Filibe ve Konuşhisar’a sürmüştü[119]. Defterde yer alan ve Niğbolu sancağı’na bağlı Cum’a Bazarı nahiyesinde Timurlenk adında bir köyün olması[120], yine şahıs adlarında çoğunlukla Timur/Temür adına rastlanması da bu duruma delâlet etmektedir. Bu iskân politikası bölgede “Tatar” nüfusunun yoğun bir şekilde artmasına yol açmıştır[121].
Bu defterde yer alan veriler sayesinde özellikle popüler tarihte efsaneleşmiş, korku salan muharip bir grubun farklı yönlerini gözlemlemek mümkün olmaktadır. Şöyle ki, defterdeki verilerden akıncıların içerisinde zihinsel ve fiziksel engelli kimselerin olduğu görülmektedir. Sayıları oldukça az olan bu kimseler içerisinde divâne[122] ve ‘amâ olarak kaydedilenlerin olduğu tespit edilmiştir[123]. Ancak divâne ibaresinin zihinsel bir engelliyi mi ifade ettiği yoksa bir şahıs adı olarak mı yazıldığı hususu müphemdir. Esas itibariyle akıncılığın maddi açıdan cazip olduğu kadar meşakkatli ve riskli bir hayat olduğu, özellikle de fiziksel açıdan sakat kalma riskinin her zaman ihtimal dâhilinde olacağı göz önüne alınacak olursa zihinsel ve fiziksel engelli kişilerin olabileceği ihtimali göz önünde bulundurulmalıdır. Ancak yukarıda da ifade edildiği üzere söz konusu niteliğe sahip olanların sayısı oldukça azdır.
Tüm bu hareketli ve riskli hayatın yanında akıncıların sefer mevsimi olan bahar ve yaz dönemi dışında özellikle de kış döneminde sıradan bir Osmanlı teb’ası gibi kendi işleri ve güçleriyle uğraştıkları, ailelerinin başında kaldıkları, sefer dönemi için hazırlıklarını tamamlamakla meşgul oldukları bilinmektedir[124]. Esas itibariyle bu durum kanunlara aykırıydı. Zira daha önce de ifade edildiği üzere II. Selim dönemine ait Celalzâde Kanunnâmesi’nde şehirli ve şehirde bir meslekten kazancı olan kimselerin akıncı yazılmaması, yazılsa dahi bu durumun makbul olmadığı[125] vurgulandığı halde kayıtlardan bu hususa pek de riayet edilmediği tespit edilmiştir. Bu meslek sahipleri sadece şehir merkezlerinde değil, kırsal bölgelerde de bulunmaktaydılar. Akıncıların defterde kayıtlı meslekleri aşağıdaki tabloda sunulmuştur[126] (Bkz. Tablo 3).
Yukarıdaki tabloda da görüldüğü üzere hemen hemen birçok iş kolu akıncılar tarafından yapılmaktadır. Burada dikkati çeken husus, sayıca fazla olan mesleklerin akıncıların büyük oranda ihtiyaç duydukları alanlarla ilgili olduğudur. Bu meslekler arasında na’lband/na’lçacı, derzi, debbâğ ve kassâblığın ön plana çıktığı görülmektedir. Bununla birlikte akıncıların sefer hazırlıkları açısından önemli olan palancı, okçu gibi meslekleri yaptıkları tespit edilmiştir. Genel olarak değerlendirildiğinde, bu iş kollarının %14’ü ticaret, %33’ü sanayi, %10’u tarım ve hayvancılık, %43’ü ise hizmet kolu ile ilgilidir.
SONUÇ
Akıncılar, Osmanlı muharip gücü açısından oldukça önemli bir kuvvet olup, sahip oldukları savaşçı niteliklerden dolayı serhat boylarının korunması, düşman kuvvetlerinin etkisizleştirilmesi, istihbarat bilgilerinin elde edilmesi ve daha pek çok alanda hizmetin yerine getirilmesinde aktif olarak rol oynamışlardır. Bu arada düşmana korku vermek suretiyle yarattıkları psikolojik etkiyi de göz ardı etmemek gerekir. Tüm bu hususlar, Osmanlı devleti açısından Akıncı Ocağını vazgeçilmez kılmıştır. Genel olarak bilinen bu özelliklerinin yanı sıra akıncılara ve Akıncı Ocağına dair önemli verileri, akıncı defterlerinden öğrenebiliyoruz. 625 numaralı defter örneğinde yapılan inceleme ve sorgulamalar, Akıncı Ocağının teşkilât yapısı hakkında olduğu kadar sosyal ve ekonomik hayatlarına dair bazı bilgilere de ulaşılmasını mümkün kılmıştır. Ocak mensuplarının bulunduğu yerleşim birimleri, görevliler ve statüleri, akıncıların meslekleri bu bilgiler arasındadır. Araştırmanın bu yönüyle bu konuda yapılan çalışmalara katkıda bulunması arzu edilmektedir.