30 Ekim 1918 tarihli Mondros Bırakışması ile İtilaf Devletleri'nin de-netim ve kontroluna girmiş bulunan Istanbul'un 16 Mart 1920 tarihinde resmen işgali Ulusal Bağımsızlık Savaşı'nın önemli bir dönemecini oluş-turmaktadır.
Çünkü, işgalle birlikte üyeleri seçimle belirlenmiş Meclis-i Mebu-san'ın dağıtılarak mebuslann tutuklanması ülkede bir anda bir yönetim boşluğunun doğmasını beraberinde getirmiştir. Buda, Erzurum ve Sivas Kongre kararlannda yer alan "ulusun temsilcilerinden oluşan ulusal bir meclisin" kurulması yolunda Mustafa Kemal'e aradığı fırsatı vermiş ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin Ankara'da açılışını hızlandırmıştır.
Istanbul'un İtilaf Devletleri'nce resmen işgalini hazırlayan nedenler, za-man içinde yayınlanan tarihsel belgelere göre değişkenlik göstermiştir. Önceleri uzun bir aradan sonra tekrar açılan Meclis-i Mebusan'ın Ulusal Ant'ı (Misak-ı Milli) kabul ve ilan etmesi bir neden olarak görülürken sonradan 28 Kasım 1919-12 Şubat 1920 tarihleri arasında gelişip tamam-lanan Maraş Olaylan'nın işgali hazırlayan en geçerli neden olduğu tarih araştırmacıları tarafından desteklenmeye başlanmıştır.
Böylece Mondros Bırakışması'nı takibeden, Istanbul'un işgali ile so-nuçlanan bir seneyi biraz aşan zaman diliminde, işgalin hazırlayıe neden-lerini resmi belge ve yayınların izin verdiği ölçüde takibederek irdelemeyeçalıştık. Bunu yöntem olarak kabul ederken, işgalin altında yatan tarihsel gerçeklerin ancak, Itilaf devletleri arşivlerinde bulunan ve araştırmacıya açılmış olan resmi belgelerin irdelenmesiyle ortaya konulabileceği düşüncesinden hareket ettik. Hiç kuşkusuz olanaksızlıldar nedeniyle baş-vuramadığımız Italyan resmi belgelerinin eksikliğinden doğan boşluğu bu-rada kabul etmek zorundayız.
Bu çalışmanın ortaya çıkardığı bir gerçekte araştırmacıya açılan ya-bancı arşiv belgeleri ışığında yakın tarihimizi yeniden gözden geçirmenin kaçınılmazlığı olmuştur.
Atatürk Dil ve Tarih Yüksek Kurumu'nun 4-6 Eylül ı ggi tarihinde düzenlediği 2. Uluslararası Atatürk Sempozyumu'na sunduğumuz bu bil-diri ile Istanbul'un işgalini hazırlayan nedenlere yeni bir bakış açısı getire-rek katkılarda bulunduğumuz inancındayız.
Anadolu ve boğazlar üç kıta ortasında jeopolitik ve stratejik konuma sahip önemli bir kavşağı oluşturmaktadır. Hiç kuşkusuz bu konumları ne-deniyle tarih boyunca uluslararası ilişkilerden önemli bir yer işgal etmiş-lerdir.
Dünyaya egemen olabilmenin yolunun boğazlar' denetim ve kontrol altına almaktan geçtiğine olan inanç; eski çağların sınırlı "Eski Dünya"sı-nın büyük imparatorluklanndan yeni çağların büyük Osmanlı Imparator-luğu'na uzanan çizgisinde ne denli geçerli idi ise, Yeni Çağ'larda Sanayi Devrimi'ni tamamlayarak sömürgecilik aşamasına ulaşmış batılı gelişmiş ülkelerin dış politikalarında da o denli geçerli, temel hareket noktasını oluşturmuştur.
Hatta, günümüzde çevrede ve yerkürede değişeceğine bir türlü inanı-lamayan ancak değişime uğrayan değer ve kavramlann yıkılması ile ortaya çıkan oluşumlar karşısında; devletlerin bölge ile ilgili politikalannda tekrar ön plana çıkarak, tarih boyunca hiç kaybetmediği güncelliğini koruduğu-nu söylemek, sanırım fazla iddialı bir yaklaşım olmayacaktır.
Nitekim, XIX. yüzyıl boyunca ve XX. yüzyıl başlarında I. Dünya Sa-vaşı'na giden yıllarda batılı devletlerin dış politikalarında Anadolu ve bo-ğazların giderek artan öneme sahip ve uluslararası rekabete sahne olduğu-nu görüyoruz.
Yüzyıllardır biriken ve yanlış konulan tanılarla bir türlü çözüme ulaş-tınlmayan sorunların içinde kıvranan ve artık dağılma sürecine girmiş Osmanlı Imparatorluğu'nun görünümü de bu politikaların uygulanmasında elverişli ortamı hazırlamıştır.
Gelişmiş toplumlar arasındaki böylesine hızlı bir yayılmacılığın ve re-kabetin sonucu olan kamplaşma ve nihayet; Anadolu ve çevresinde yeni nüfuz bölgelerinin oluşumunu beraberinde getirecek olan I. Dünya Sava-şı... Artık batılı devletler, yüzyıllardır geliştirdikleri "Doğu Sorunu" yani Osmanlı Devleti'nin yayılmacılığına son verip, onları Avrupa'dan koyarak, topraklarını paylaşmayı hedefleyen politikalannın da bu savaşla son aşa-masına ulaştığına güçlü bir biçimde inanmaktadırlar.
Nitekim bu inanç doğrultusunda itilaf Devletleri'nin 1915 yılından iti-baren Birinci Dünya Savaşı'nın hemen hemen her yılında kendi aralann-da ikili üçlü "Gizli Paylaşım Antlaşmalan" yaptıkları görülmektedir. 1915 Mart'ında Ingiltere, Fransa ve Rusya arasında imzalanan Istanbul Antlaş-ması'nın aynı yıl içinde Nisan ayında Istanbul, 1916 yılı Nisan ve Mayıs aylarında yapılan bir dizi müzakereler sonucu ortaya çıkan Sykes-Picot ve 1917 Nisan'ında Fransa, Ingiltere ve Italya arasında yapılan StJean de Maurienne antlaşmalan batılıların, "Doğu Sorunu"nu kesin olarak çözümlediklerine olan inançlannın somut kanıtları olan belgelerdir.
1917 yılı savaş içinde önemli bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Çünkü, Rusya'nın bu tarihte ülkesinde patlak veren ihtilalin beraberinde getirdiği karışıklıklar nedeniyle tüm dikkatini iç sorunlarına toplaması, Iti-laf Devletleri kanadında dengenin Ingiltere tarafına kaymasını beraberinde getirecektir.
Savaşın Ittifak Devletleri'nin yenilgisiyle sonuçlanması ve 30 Ekim 1918 Mondros Bıraluşması'mn ağır koşullarının Osmanlı Hükümeti'nce kabulünü takiben, resmen işgalinin kararlaştınlmış olmamasına karşın Iti-laf Devletleri donanması Istanbul önünde boğazda demirlemiştir. Bu belki savaştan yengi ile çıkmış sömürgeci devletlerin tarihte son kez boğazlara işgalci sıfatı ile gelişleri olmaktadır.
Mondros Bırakışması sonrasında 22 Aralık 1918 tarihinde hazırlanmış olan ve "Ingiliz Imparatorluğu için Istanbul'un Stratejik Önemi" başlığını taşıyan raporda şu tarihsel analizlere yer verilmektedir:[1]
- Boğazları da kapsayan niteliği Istanbul'a hem kara köprüsü hem de su geçitlerinden kaynaklanan ikili bir stratejik önem kazandır-maktadır. Bu yapı geçmişte Avrupa ile Asya arasındaki istila dal-galannın yolu olarak her zaman önemli idi ve bu gerçek sürekli olarak geçerli olmuştur. Sahip olduğu bu nitelik onları Rusya'nın ana kapısı olmasının yanısıra Hint yollan içinde bir geçit durumu-na sokmuştur.
- Bu önem tarihsel gerçeklerle de değerlendirilebilir. Bizans Impara-torluğu'nun çöküşünü beraberinde getirecek Türk istila dalgalan Istanbul'dan geçerek Viyana kapılarına ve Güney Rusya'ya ulaş-mıştır. Aynı şekilde Türk Imparatorluğu'nun Orta Doğu ve Bal-kanlarda çöküşü; Rusya ve Almanya gibi iki büyük gücün rekabe-tini bu bölgeye davet etmiştir.
- Bu rekabetin baskısı altında ülkelerin bloklaşması büyük savaşın hazırlayıcısı olmuştur.
- Bu tarihsel görünüm bile Istanbul'un Avrupa ile Asya arasında bir kara bağlantısı olarak önemini göstermeye yeterlidir. Türklerin bo-ğazlara egemen olduktan sonra Karadeniz'i geçerek Güney Rus-ya'ya ulaşmaları ve Rusya'nın Çar Petro zamanında burada bir deniz gücü oluşturmaları, Istanbul'un önemini daha da artırmıştır.
I. Dünya Savaşı yıllarında Çanakkale seferi sırasında İtilaf Devletle-ri'nin bağlaşıklan Rusya ile bağlantı kuramamaları boğazların tartışmasız önemini ortaya koymuştur. Tüm bu tarihsel gerçeklerin değerlendirilmesi sonrasında eğer Türkiye parçalanırsa üç mirasçı adayın varlığı söz konusu olabilecekti. Yunanistan, Amerika ve İtilaf Devletleri ... Yunanistan'ın İs-tanbul'u işgali arzulanmaması ve Amerika'nın da yakın zamanda yayınla-dığı denizlerin özgürleştirilmesi ile ilgili dış politikaları nedeniyle Fransa ve Italya'nın buralarda egemen olmasındansa zayıf deniz gücü olan bir ülkeye teslimi esas alınmalıdır. Sonuç: İstanbul sadece Küçük Asya'dan geçen Hint yollan değil aynı zamanda KafIcaslara giden yollarında geçiş yeri olması nedeniyle İngiltere'nin askeri ve ekonomik çıkarları için önem-lidir.
Deniz ticareti ve askeri çıkarlar açısından, Istanbul ve boğazlar Türki-ye'de kalırsa, bu bölge ulaslararası geçiş yolu olmalı, Yakın Doğu ve Av-rupa arasındaki geçişi kontrol üstünlüğü, Türkiye'nin yapacağı çağrı üzeri-ne İngiltere tarafından kullanılmalıdır."
Dolayısıyla rapor, İstanbul ve boğazların, Mondros Bırakışması'nın hemen sonrasında İngiltere'nin dış politikasının temel konusunu oluştur-duğunu belgelemektedir.
Mondros Bırakışması'mn imzalanmasından yaklaşık bir sene sonrası-na kadar geçen süre içinde resmi belgelerde yeralan ve İngiliz Hüküme-ti'ni meşgul eden Anadolu'daki bir takım gelişmelere göz atalım. Bu geliş-meleri yine İngiliz resmi belgeleri ışığında şöyle sıralamak olanaklıdır:
1 - Bölgede giderek artan Panislamist ve Panturanist eğilimler:
- Belgeler, Panislamist ve bunun yanısıra Panturanist eğilimlerin canlandığını ve eski ittihatçılann bu hareketler içinde aktif rol üstlendiklerini göstermektedir. Mısır, Trablus ve Hindistan'dan sonra Kafkaslar'da da başlatılan islamcı propagandalar içinde Itti-hat ve Terakki'nin önde gelen sorumlularından Ziya Gökalp'inde yer alarak Istanbul'daki Azerbaycan temsilcileri ile gizli temaslarda bulunması, Kafkasya'daki Kürt ve Çerkez müslümanlar ile bura-larda yaşayan hristiyan elemanlara karşı hareketler başlattığı hatta Istanbul'daki rum ve ermenilere karşı Türkçü eğilimleri ateşlendir-diği yolundaki duyumların giderek artması İngilizler için rahatsız edici olmaya başlamıştır.
İngiliz yanlısı Hürriyet ve İtilaf Partisi'nin yönetimde bulunduğu sırada savaş suçlusu olan ittihatglann tekrar ortaya çılunalannın[2] (İngilizler için) endişe verici bir gelişme olarak görülmesi doğal karşılanmalıdır.
Dini tansiyonu giderek artırıcı olan bu etkinliklerin bölgeyle sınırlı kalmayıp Arap vilayetlerine de yaygınlaşabileceğinin belirtileri de ortaya çıkmaya başlamıştır. Nitekim Aralık ayında Şeyh-ül isla-mın, İtilaf Devletleri'ne buralarda bir islam birliği kurmak için 50-1 oo.000 Türk Lirası önerdiği anımsatılmaktadır.
g Aralık'ta Dışişleri Bakanlığı'na ulaşan bilgilerde Hintli müslümanla-rında bu islamcı etkinliklerde rol aldıkları belgelenmektedir. Aralarında sünni Hintlilerin şefi Nakip Efendi'nin, Seyyid Hassan ve Seyyid Müker-rem adlı oğullannın da bulunduğu bir heyetin Bağdat'a gelerek burada Türkçe konuşan şehirliler arasında aynı propagandayı yaptı kları, ancak bu şehrin düşmesi üzerine Seyyid Hassan'ın Ittihatçı lar tarafından Musul'a gönderildiği ve komiteyi bilgilendirmek ve Bağclat'taki arkadaşları ile irtibat kurmak için 50.000 Türk Lirası harcadığı bildirilmektedir[3].
Ingilizlerin asıl korkulu rüyasının ise, islam dünyasında giderek artan dini duyguları körüldeyici çalışmaların olduğu ortaya çıkmaktadır ki bu da belgelerde oldukça büyük yer tutmaktadır.
Örneğin Amiral De Robeck'in 1920 Şubat ayı içinde gönderdiği iki rapor neredeyse bu konu üzerine kuruludur [4]. Bu raporlarda;
- Mouvahidin adlı panislamist eğilimli bir örgütün Sivas ve Suşehri'nde toplantı yaptıkları hatta Mısır, Suriye ve Hindistan'da dini duygulara hitap eden gösteriler düzenledikleri, İsviçre ve Berlin'deki Ittihatglarla ilişkide oldukları hatta Teshinkoff ve Kourbanskı adlı iki bolşevik delegenin de bu gruplarla toplantı yapmak için Türkiye'ye gönderildiği,
- Hintli isyancılardan Abdurrab'ın oğlu teğmen Rashid'in Ankara'da bulunduğu, Sivas yoluyla Hindistan'a döndüğü,
- Mustafa Kemal'in yardım sağlamak amacı ile Hindistan ve Afganistan'a özel görevliler gönderdiği,
- Istanbul'da örgütlenen Young Persian Committe'nin oldukça aktif Olduğu ve İsviçre ile ilişkide bulunduğu,
- Kızı lay'ında panislamist kıpırdanmalara katkıda bulunduğu ve bilaf Devletleri'nin işgalinde bulunan Karadeniz bölgelerine elemanlar gönderdiği haberleri yer almaktadı r.
2 - Bolşeviklerin müslüman dünyasında artan prestijleri:
Raporlarda, giderek yoğunlaşan panislamist hareketlerin yanısıra bolşeviklerin islam dünyası ile olan ilişkileri ve bu ülkelerde sağladı kları prestij artışının da ingilizleri oldukça rahatsız eden diğer bir gelişme olduğu gözlenmektedir.
Bunun bir nedeni, bolşevik ordulannın Ingilizler tarafından destekle-nen Denikin ordulanna karşı elde ettikleri başarılar, bir diğer nedeni de, yakın zamanlara kadar müslüman dünyasının kendilerine koruyucu olarak gördükleri Ingilizlerin, Yunanlılan Izmir'e çıkartarak Aydın'a kadar olan müslüman topraklarının işgaline göz yummalannın yanısıra Dağıstan ve Azerbaycan ile olan politikalandır. Bu hatalar, İngilizleri Yakın ve Uzak Doğu'daki müslüman dünyasında bir düşman görünümüne sokmuş ve onlara karşı savaş veren bolşeviklerin ise sempati kazanmalanna neden ol-muştur. Bu avantaj ise giderek bolşeviklere, yoğunlaşmakta olan panisla-mist hareketi İngilizler aleyhine yönlendirebilme olanağını kazandırıyordu. Bunun yanısıra, Iran, Hint ve Afganistan temsilcilerinin Sivas'ta toplana-cak olan panislamist ağırlıklı konferansa, Anadolu'da ulusal hareketin lide-ri Mustafa Kemal'i davet etmeleri önemli bir gelişme olarak görülüyordu. Böyle bir konferansın gerçekleşmesi ve amacı hiç kuşkusuz, bölgede ve is-lam dünyasında İngiliz karşıtı propagandayı hızlandıracaktı[5].
Görüleceği gibi Asya, Anadolu ve Rusya'da ortak düşmana yani Ingi-liz yayılmacılığına karşı verilen ortak nitelikli savaş, islam dünyasının yanı sıra bolşevilder ve özellikle Rusya'da yaşayan müslümanlar arasında daya-nışmayı sağlıyordu. Bunun beraberinde getireceği sonuç ise, hiç kuşkusuz Büyük Britanya ile İslam dünyası arasında giderek artan güvensizliğin oluşturacağı onanlması güç bir oluşumun yanısıra Ingiltere'nin İslam dünyası gibi bir gücü karşısında bulması olacaktı.
3 - Anadolu'da kökleşen ulusçu hareket:
1919 Ocak ayında İtilaf Devletleri'nin Paris'te başlattıkları görüşmeler Osmanlı topraklarının yeniden paylaşımını gündeme getirmişti. Birinci Dünya Savaşı yıllarında yapılan Gizli Paylaşım Antlaşmalan'ndan St. Jean de Maurienne ile Italya'ya bırakılmış olan Izmir ve çevresinin Yunanlılara verilmesi, Italyanların görüşmeleri terketmelerini ve bir süre sonra da Yu-nanlılann, Ingilizlerin desteğinde Izmir'e çıkmaları ile sonuçlanmıştı. Daha sonra İngiliz devlet adamlarının da kabul ettiği bu taktik hatanın Anado-lu'da işgallere karşı oluşan yerel tepkilerin, Mustafa Kemal önderliğinde Erzurum ve Sivas Kongrelerini talciben ulusal boyuta dönüşmesinde önemli etken olduğu bilinmektedir.
Bu oluşumun, Istanbul ile Anadolu arasındaki güç dengesini birincisi-nin aleyhine değiştirdiği gözlenmektedir. Nitekim, Sivas Kongresi'nin he-men ertesinde Damat Ferit'in istifası istenmiş bu olmadığı zaman İstanbul ile tüm bağlantılar kesilmiştir. Yeniden diyalogun başlaması ancak onun istifası ve Ali Rıza Paşa'nın hükümeti kurması ile gerçeldeşmiştir.
Yeni hükümet Anadolu ile diyaloga açık olduğunu 20-22 Ekim 1919 tarihlerinde Bahriye Nazın Salih Paşa başkanlığında bir kurulu Amasya'ya göndererek göstermiştir ki bu aynı zamanda Anadolu'daki bu güç oluşu-munun İstanbul için ne denli tedirgin edici bir boyuta ulaştığının da göstergesi olarak alınabilir.
Amasya Görüşmeleri'nde Anadolu'nun isteklerinden bazıları gerçek-leşmemişse de, hem Erzurum hem de Sivas kongrelerinde üzerinde ısrarla durulan seçimlerin yapılarak meclisin açılması gibi koşul gerçekleşmiş ve 12 Ocak 192o'de bir seneyi aşan bir süre kapalı duran Meclis-i Mebusan, üyelerinin seçimle saptanmasını takiben açılmıştır.
Böylece bölgesel çıkar politikaları nedeniyle önemli gördükleri bir merkezde Ingilizleri rahatsız edecek yeni bir oluşum ortaya çıkmaktaydı. Nitekim, General Staff Intelligence'ın 13.2.1920 tarihinde Istanbul'dan gönderdiği rapor özellikle ulusçulann Istanbul'da elde ettikleri güç ve et-kinlikleri şöyle sıralamaktadır:
a) Meclis-i Mebusan'ın açılışı için yapılan çalışmalar ve seçimlerle Mustafa Kemal taraftan mebuslar seçilerek Istanbul'a gönderilmişlerdir. Böylece Anadolu'daki ulusal hareket taraftarı veya sempatizanı olan ço-ğunluk burada oluşturulmuştur.
b) Eldeki bilgilere göre Istanbul'da gizli bir ulusçu örgüt ağı da ger-çeideştirilmiştir. Bunların arasında eski İttihatçılar da bulunmaktadır.
c) Ayrıca gizli polis örgütü içinde de güçlü bir haber alma ağını da ulusçular gerçekleştirmişlerdir.
d) Diğer bir gelişme ise Üsküdar'da islami duyguları körüldeyici gizli toplantıların düzenlenmesi ve buralarda "gerektiği takdirde yeni bir devlet kur-maya" kadar giden ileriye dönük düşüncelerin hem de Ingilizlerin yanıba-şında tartışılabilmesi ise gelişmelerden duyulan tedirginliktelci haidılığın bir başka kanıtıdır.
Bütün bu gelişmelerle ulusçuların, İtilaf Devletleri'ni tehdit etmek ye-rine kamuoyunu bilinçlendirmeyi amaçladıkları anlaşılmaktadır[6].
Aslında ulusçuların Istanbul'da elde ettikleri inisyatifle İngilizleri ra-hatsız eden tablo bununla kalmamaktadır. Aynı raporda; Istanbul'un tüm askeri kontrolunun ulusçulardan Kemalettin Bey kumandasındaki 10 tümenin elinde bulunduğu ve bu tümenin alaylannın Genelkurmay'dan atanan seçkin subayların yönetiminde bulunup modern silahlarla donatıl-dığı; Bostancı'da İngilizlere ait silah depolannı basarak silahlanan sivillerin Gebze ve Erenköy'de bir tehdit unsuru oluşturduğu; gizli ulusçu örgütün sahip olduğu istihbarat ve karşı istihbarat gruplan ile kamuoyu duyguları-nı coşturdukları, hatta, Nasihat, Izmir'e Doğru, Irade-i Milliye, Eskişehir, Babalık gibi gazeteleri el altından kente sokarak halkı bilinçlendirdikleri, gerek Akbaş Baskını gerekse Bandırma'nın İngilizler tarafından boşaltılma-sının ise tamamen ulusçuların baskıları sonucu olduğu bilgileri yeralmaktadır[7].
Yukarıda detaylan ile belgeleyerek açıklamaya çalıştığımız ve araların-da koordineli bilgi alışverişi çalışmaları olduğu belgelerden sezinlenen pa-nislamist, bolşevik ve nihayet Anadolu'daki ulusçu gelişmelerin eksenini oluşturan ve Ingilizlerin harekete geçmelerinde bardağı taşıran olayın sal-tanatın tek varisi ve Sultan Abdülaziz'in oğlu olan Abdülmecit ile ilgili bilgilerin varlığı olmalıdır.
Aslında elimizde bulunan ve Istanbul'un işgalinin oldukça sonrasının tarihini taşıyan gizli rapor bu konuda önemli bilgileri içermektedir. 25.9.1920 tarihini taşıyan bu gizli raporda Prens Abdülmecit ile Sadr-ı azam Damat Ferit Paşa arasında şiddetli bir rekabetin ve geçimsizliğin ol-duğu, bunun 1919 yılının erken aylarında başladığı anlatılmaktadır. Bu geçimsizliğe temel nedenin ise teamül gereği tören yapılmadan Prens Abdülmecit'in eşinin prenses ünvanını kullanması ve Damat Ferit'in eşi-nin buna itiraz etmesi gösterilmektedir. Ancak, ulusçuların, Istanbul'un iş-galini takiben saltanat makamının geleceği ile ilgili tasarımları içinde Abdülmecit'e de bir rol biçildiği hatta onun kaçınlma olasılığına karşı Da-mat Ferit'in yerini koruyabilmek için İngilizlere ve Sultan'a yaklaşarak on-ları Abdülmecit'e karşı tavır almaya davet ettiği düşünülebilir. Nitekim, Abdülmecit kısa bir süre sonra Dolmabahçe'de gözaltına alınırken şu ge-rekçeler öne sürülmekteydi:
- Abdülmecit ulusçularla ilişki içindedir ve onlara sempati göster-mektedir.
- Ulusçu liderler, onu Anadolu'ya kaçırmak için büyük bir plan ha-zırlamışlar ve escort görevi üstlenmek üzere bir grup süvariyi He-kimbaşı çiftliğinde konuldandırmaktadırlar.
Bütün bu duyumlar Damat Ferit tarafından saltanat varisini bertaraf ederek hem sultanı hem de kendi pozisyonunu kurtarmak amacına dönük bir politik manevra olduğu düşünülebilir, ancak gerçekleşme olasılığı kar-şısında Anadolu ve islam dünyasındaki oluşumlar yeni bir lidere kavuş-muş olacaktı ki buda Ingilizlerin, Hinde kadar uzanan islam dünyası ile ilgili politikaları= iflas etmesi demekti.
Çünkü, Ingilizler islam dünyasında etkin olmanın yolunun Saltanat ve Halifelik makamlannı (heme kadar eski gücünü yitirmiş olsa da) dene-tim altında tutmaktan geçtiğine inanıyorlardı. Nitekim varlığı tartışılır olsa da 12 Eylül 1919 tarihinde Damat Ferit'le imzaladıldan sözleşmenin ko-şulları arasına "Suriye ve Mezopotamya'da ve müslümanların oturdukları yerlerde Halifenin moral desteğini kullanabilme” yetkisini sıluştırmışlardı
Mondros Bırakışması'm takibeden bir yıllık sürede bölgede ortaya çı-kan bu gelişmeler karşısında İngiliz karar alma mekanizmalarının, haber alma örgütlerince elde edilen bu bilgi akımı karşısında boş durmadığı, ye-ni analizlere yönelerek yeni projeksiyonlar oluşturduğu görülmektedir.
İngiltere'nin önce İstanbul ve boğazlarda, giderek bölgede (Anadolu-Yakın Doğu-Kafkaslar) ve Uzak Doğu'daki çıkarlarını olumsuz olarak etki-lemesi olası bu gelişmeler karşısında daha 29 Aralık ıgıg'da Yüksek Ko-miser Başçevirmeni Mr. Ryan tarafından yayınlanan ve yukardaki satırlar-da değindiğimiz Istanbul'da Deniz Yarbayı Luke tarafından hazırlanan 25. 12.1919 tarihli raporclaki görüşleri destelcleyerek hazırlanan memoran-dumu, İngiliz diplomasisinde yeni arayışlara yönelindiğinin göstergesi ola-rak kabul edebiliriz.
Bu raporda;
1 - Bolşevikler ve panislamistlerin aynı politik çizgide eylemlere geç-tiği ve bunun temel amacının Islam dünyasında batılılara karşı bir tepki yaratmaya yönelik olduğu, İtilaf Devletleri ve özellikle Büyük Britanya'nın hedef alındığı,
2 - İslamcıların, bu eylem için en elverişli üs olarak Istanbul'u seçtikleri,
3 - Her iki tarafın izlediği politikanın Islam dünyasında İngiltere'nin egemenliğini zedeleyici nitelikte olduğu,
4 - Anadolu'da giderek güçlenen İtilaf ve İngiliz karşıtı ulusçu hareketin her iki alumla ilişkide olduğu, bu nedenle;
a) Güç kullanarak ulusçu hareketi bastırmak ve koşulları sert bir barışı kabul ettirmek,
b) Büyük Britanya'dan başka bir gücün kontrolu altına girecek Sultan- Halife makamının Islamın hangi şubelerince tanınacağını amaçlayan kışkırtıcı bir araştırmadan kaçınmak [8].
Bundan yaklaşık bir hafta sonra konunun, Earl Curzon'un 4 Ocak ı 920'de hazırlayarak kabinede dağıttığı memorandum ile hükümete malolduğu ve ilk kez Istanbul'un geleceği ile ilgili düşüncelerin açık bir biçimde dile getirildiği gözlenmektedir. Earl Curzon bu memorandumunda; Istanbul'un gerek Türklerden gerekse kutsal makamlardan temizlenmesinin İslam dünyasında yaratması olası tepkileri üzerinde durmakta ve böyle bir gelişmenin panislamist ve panturanist duyguları luşlurtabileceğine dikkatleri çekerek "... Sultanın Istanbul'da bulunmasının örneğin Bursa'da bulunmasından daha kabul edilebilir olduğunu, çünkü bu taktirde eski başkentteki Sultanın bundan sonraki hareketlere (İtilaf Devletleri'nce yapılması düşünülen) potansiyel güç lcazandırabileceği ..." [9] tezini ortaya atmaktadır.
Böylece İngiliz hükümetinin gündemine giren Istanbul ve boğazların durumu, Lloyd George tarafından da yavaş yavaş İtilaf Devletleri'nin gündemine sokulmak üzere barış konferansına sunulmuştur. Lloyd George açıkça;
1- Istanbul ve boğazların İngiliz ve Fransız egemenliğinde uluslararası konuma getirilmesi,
2- Hükümetin Anadolu'ya transferi,
3- Istanbul'un sadece Halifelik makamı ve dini bir merkez olarak korunmasını önerebilmiştir.
Bunun gazetelerden öğrenilmesi üzerine, Anadolu ve Rumeli Vilayetlerini Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Reisi sı fatı ile Mustafa Kemal'in tepkisi oldukça sert olmuştur[10].
Bunun yanısı ra, Lloyd George'un bu önerilerinin haber alınması üzerine Anadolu'da büyük bir tepki oluşmuş ve ı 16 yerleşim biriminden imzalı protesto mektupları toplanmış tı r [11].
Bu olaylar İngilizleri rahatsız edici biçimde gelişirken Meclis-i Mebusan'ı n açı lması ile birlikte yeni oluşumlarda ortaya çı kmaktadı r. Anadolu'dan seçilerek gelen güçlü ulusçu temsilcilerin, sadece meclis çatısı altı nda değil aynı zamanda Istanbul'da halk arasında coşku yaratmaya çalışmaları [12], meclis başkanlığına, ulusçulara sempati duyan ve onlara yardım ettiği söylenen Reşat Hikmet beyi seçmeleri [13] Istanbul'da dengeyi lehlerine çevirmeye başladı klarını n işaretleri idi.
Hele İngiliz General Head Quarters'dan War Ofrice'e gönderilen 18 Şubat 1920 tarihli ve "üst düzeyde çok güvenilir bir Türk ajanının" verdiği bilgilere dayanılarak hazırlanan gizli yazıda yeralan: "... ulusçuların barış koşulları nı n ağır olması karşısında Halifeyi değiştirerek yerine Sultan ailesinden bir başkasını getirmeyi düşündükleri ..." yolundaki istihbaratın yanısıra; Batum'un panislamist, panturanist ve bolşevik etkinliklerin merkezine dönüştüğü yolundaki ek bilgiler [14], Abdülmecit ile ilgili duyumlarda gerçek payı olduğu yolunda Ingilizleri, bağlaşıkları ile birlikte girişimde bulunmaya iten son gelişmeler olmalıdı r.
Ancak, tüm bu gelişmelerden Fransız tarafının habersiz olduğunu kabul etmekde yanlış olacaktır. Anadolu ve Orta Doğu'da kurdukları güçlü haberalma ağı ile elde edilen ve Paris'te Dışişleri Bakanlığı'na ve Savaş Bakanlığı'na ulaştınlan bilgiler bize bunu doğrulamaktadır.
9 Ocak 1920 tarihli Istanbul'da Defrance tarafından hazı rlanan raporlarda; Kafkasya, Türkistan, Afganistan, Iran, Anadolu, Arabistan, Mısır ve Suriye'de etkili bir bolşevik propagandasının varolduğu ve bunun, İtilaf kanadından özellikle Ingiltere ve Fransa'ya karşı düzenlendiği vurgulanmaktadır. 3 Şubat 192o'de La Haye'den Quai d'Orsay'e çekilen telgrafta ise bolşeviklerin Suriye ve Anadolu'daki etkinliklerine yer verilmektedir [15]. Bolşeviklerin dünya politikalarının en çarpıcı belgesi ise 24 Mart 1920 tarihinde Ankara'ya gelen Kazanlı bir tüccarın açıklamalarını içeren rapor olmalıdır ki bu belgenin fotokopisini bildirimize ekliyoruz [16].
Böylece Istanbul'un geleceği ile ilgili tartışmalar ilk kez Londra'da 28 Şubat 192o'de, Ingiliz, Fransız ve Japon temsilcilerinin oluşturduğu uluslararası platforma taşınmaktadır.
LONDRA KONFERANSLAR!
Tüm bu gelişmelerin Londra'da 28 Şubat 1920 tarihinde Itilaf Devletleri'nce değerlendirmeye alındığı ve sonuç aşamasına doğru bir satranç görünümündeki görüşmelere başlandığı gözlenmektedir. Ingiltere'nin hiç zaman kaybetmek istemediği ve görüşmelerin daha başında inisyatifi ele alarak Maraş olaylarını gündemin esas maddesine dönüştürdüğü, bağlaşılclannın dilckatlerini hep bu konuda toplamak istediği anlaşılmaktadır. Japonya'nında katıldığı ilk görüşmelerde gündemdeki ana tema:
- Mustafa Kemal Maraş olaylarının baş sorumlusudur,
- O, İstanbul Hükümeti ile gizli ilişkiler içindedir,
- Bab-ı Ali aracılığı ile Mustafa Kemal baskı altına alınmalıdır.
Ancak görüşmelerin diğer üyeleri olan devlet temsilcileri Mustafa Kemal üzerinde kurulması düşünülen böyle bir baskının etkili olacağından emin olmadıklarını vurgulamaktadırlar[17].
İtilaf Devletleri'nin temsilcilerinden oluşan bu kurulun aynı gün İngiltere Başbakanı Lloyd George'un başkanlığında Downing Street numara ı o'daki başbakanlık konutunda yaptığı görüşmelerde, ise tartışma konularının billurlaştığı ve bir önceki toplantıda Ingiltere'nin bağlaşıklarını konuya hazırlama safhasını oluşturduğu açıkça sezilmektedir.
Itilaf Devletleri'nin en güçlü üyesi Fransa'yı yakından ilgilendiren Mara § olaylarının, Ingiltere tarafınca alabildiğince sömürülüp etkili bir provokasyon aracı olarak kullanıldığı görüşmelerde, tartışma konulan şöyle ortaya çıkmaktadır;
- Maraş olayları ön planda Fransa ve ermenilere karşı olmakla birlikte tüm itilaf devletlerine yöneliktir ve bağlaşıldan prestij kaybına uğratmıştır.
- Maraş olayları ön planda Fransa ve ermenilere karşı olmakla birlikte tüm itilaf devletlerine yöneliktir ve bağlaşıldan prestij kaybına uğratmıştır.
- Bu nedenle O'nun yola getirilmesi gerekmektedir.
Bu durumun devamı halinde kendilerine ağır barış koşullarının dikte ettirileceği yolunda Istanbul Hükümetine baskı yapılmalıdır.
Ancak, Ingiltere'nin bu tezine karşılık Fransa temsilcileri M. Cambon ve M. Berthelot, Italyan temsilcisinin de katılımıyla;
- Mustafa Kemal'in hareketlerinin durdurulması yolunda Istanbul Hükümeti nezdinde girişimlerde bulunmanın hiçbir sonuç vermeyeceği,
- Çünkü O'nun Istanbul Hükümeti ile ilişkide olduğunun kuşkulu olduğu, kaldı ki O'nun ulusçu güçleri, Istanbul dışında oluşturduğu,
- Bu nedenle Kilikya ve Istanbul'a donanma göndermenin yararlı olmayacağını savunarak bir karşı tez geliştirmektedirler.
Londra Görüşmeleri'nin öğleden sonraki oturumunda Ingilizlerin bağlaşıklannı ortak hareket etme yolunda ikna ederek, kendi amaçları yönünde önemli kazanç sağlamalanna karşın yine de onların, son girişimde bulunmadan önce Istanbul'daki Yüksek Komiserlerin oluşturacağı Yüksek Konsey'e hükümet nezdinde sert baskıda bulunma yetkisinin verilmesi yolundaki önerilerini kabullenmek zorunda kaldıkları gözleniyor[18]. Nitekim, Yüksek Komiserlere Kilikya olaylarının önlenmediği takdirde sert önlemlerin alınacağını ve Istanbul'un işgalinin başlayacağını hükümete bildirme talimatı verilmiştir [19].
Bu talimat üzerine Yüksek Komiserlerin girişimlerini başlattığı anlaşılmaktadır. Nitekim, Ingiliz Yüksek Komiseri Amiral De Robeck 29 Şubat ve 2 Mart 1920 tarihinde Lord Curzon'a gönderdiği telgraflannda; Türklerin barış antlaşmasında direndiklerini, bu direnişi Icırmanın tek yo-lunun, General Milne'inde desteklediği tek çözüm olan; Istanbul'da fiili durum yaratmak olduğunu hararetle savunmaktadır [20].
Yüksek Komiserlerin, İstanbul Hükümeti nezdinde ve kendilerine ve-rilen talimat üzerine başlattıkları girişimlerin sonuçlarını görüşmek üzere bağlaşıklann temsilcileri 4 ve I o Mart 1920 tarihlerinde biraraya gelerek Istanbul ve boğazlar ile ilgili politikalarını yeniden gözden geçirmişlerdir. Bu görüşmelerde Başbakan Lloyd George ve Dışişleri Bakanı Earl Curzon Istanbul'daki Ingiliz Yüksek komiseri De Robeck'in yaptığı değerlendirme-ler üzerinde durmuşlardır; Mustafa Kemal'in sıradan bir eşkiya olmadığı ve Erzurum yöneticisi olduğunu unutmamak gerektiği bu nedenle ilk ola-rak İstanbul Hükümeti'nden O'nun görevden alınmasını istemenin gerek-tiği, ancak bundan sonra Istanbul'un işgali sorununa sıra geleceği yolun-daki Ingiliz önerileri Fransız temsilci Cambon tarafından anlayışla karşı-lanmıştır. Lord Curzon bu gelişmenin, yani Istanbul'un işgali konusunun Fransızlar tarafından destek gördüğü izlenimini edinmesi üzerine ikinci etap önerilerini görüşme masasına getirmektedir. O da Istanbul Türklerde kalacak ancak Sultan bağlaşıldann koruması altında bulunacaktır[21].
Böylece Ingilizler, Istanbul ve boğazlar ile ilgili politikalarında bağla-şıldan karşısında önemli bir aşama kazanarak onlanda kendi tarallanna çekmeyi başarmış görünmektedirler. Bu arada Italyanların, Mustafa Ke-mal'e Erzurum yöneticiliğinden el çektirilmesinin pratik bir sonuç verme-yeceği ve O'nun ulusçu hareketin lideri, olmaya devam edeceği hatta dik-te ettirilmek istenen barış antlaşması koşullarına şiddetle karşı koyacağı görüşünde ısrar ettikleri görülmektedir [22].
Böylece Ingilizler, Istanbul ve boğazlar ile ilgili politikalarında bağla-şıldan karşısında önemli bir aşama kazanarak onlanda kendi tarallanna çekmeyi başarmış görünmektedirler. Bu arada Italyanların, Mustafa Ke-mal'e Erzurum yöneticiliğinden el çektirilmesinin pratik bir sonuç verme-yeceği ve O'nun ulusçu hareketin lideri, olmaya devam edeceği hatta dik-te ettirilmek istenen barış antlaşması koşullarına şiddetle karşı koyacağı görüşünde ısrar ettikleri görülmektedir 22. yaş verme gereğini beraberinde getirebileceği ve bununda parlamentonun onayını zorunlu kılacağını düşünmektedir
Bundan sonra M. Cambon, Fransız politikasını açık bir biçimde ortaya koymaktadır. Buna göre:
- Kilikya olayları direkt olarak Fransa'yı ilgilendirmektedir,
- istanbul'a karşı bir operasyon'a girişmeden önce, Bab-ı Ali'nin Mustafa Kemal nezdinde girişimleri istenmeli ve sonucu beklenmelidir.
Ingilizlerin bir oldu-bitti çabukluğu ile sonuca ulaştı rmak istedikleri politikalarmın Fransa tarafından verilen bu öneri ile yavaşlatılmaya çalışı lması karşısında, samimiyeti tartışılabilir olmasına karşın Lloyd George'u, Cambon'la aynı düşüncede olduğunu vurgulamak zorunda bırakmıştır[23].
Ancak, bu arada Venizelos'un kışkırtmalanna hız kazandırarak bağlaşık devletler temsilcilerini etkilemeye devam ettiği gözlenmektedir. Ona göre;
- Istanbul'da bir mebuslar meclisi vardır,
- Üyeleri demokratik seçimle işbaşına getirilmiştir,
- Bir çok mebus Mustafa Kemal tarafından gönderilmiştir,
- Alınan karar ve Kilikya olaylarından bu meclis sorumludur. Kapatılmalı veya lağvedilmelidir[24]
Ancak, İngiltere'nin birazda Yunan luşlurtmalan etkisinde İstanbul ve boğazların dışına yayılan, Anadolu'nun yeniden paylaşımını beraberinde getiren önerileri, bağlaşıldann duraksamasına ve kafalarında bir İngiliz oyununun piyonu oldukları düşüncesinin uyanmasına neden olduğu gözlenmektedir. Özellikle İngiltere'nin Trakya'da Çatalca hattının batısının ve Izmir'in Yunanlılara bırakılmasının, Erzurum'u içine alan bağımsız bir Ermenistan'ın yanısıra bağımsız bir Kürdistan'ın kurulması yolundaki önerileri bağlaşıldann diğer kanadı ülkelerini duraklamaya itmiştir[25]. Ancak, bu duraklama Venizelos'a bir koz kazandırmış ve o, İngiliz politikası doğrultusunda kuvvet katılımında bulunmaya Yunanistan'ın hazı r olduğunu alelacele bildirmiştir [26].
Bağlaşıldann 'o Mart 1920 tarihinde Downing Street fo.'da yaptıkları toplantının ise tam bir satranç görünümünde olduğu gözlenmektedir. Bu görüşmelerde Lloyd George'un İstanbul için düşünülen operasyonu sonuç safhası na ulaştı rdığı ve detaylarını saptadığı görülüyor. Buna göre;
- İstanbul işgal edilecek,
- Sivil idare el değiştirecek,
- Ulusçu liderler tutuldanacak,
- Parlamento lağvedilecek.
Buna karşı Mr. Cambon, Fransız karşı önerilerini şöyle sıralamaktadır;
- İstanbul zaten işgal altındadır,
- Harbiye Nezareti tüm olaylardan sorumlu ise buraya el koymak yeterlidir,
- Seçilmiş bir parlamentoyu lağvetmek beklenmeyen sorunları beraberinde getirebilecektir.
Kaldı ki Italyan delegesi Signor Scialoja'da benzer görüşler ifade mektedir.
- Seçilmiş parlamentonun lağvedilmesi pratikte fayda sağlamaz,
- özellikle Istanbul'dan sürülen bir parlamento Anadolu'da çok tehlikeli bir şekilde Mustafa Kemal tarafından kullanıhr [27].
İşte bu nedenle konferans, Ingiltere'nin amaçlarına araç olmayarak; hristiyanlann karşı eylemlerini önlemek ve ileride saptanacak barış koşullarını Türklere kabul ettirmek üzere Istanbul'u işgal ve Harbiye Nezareti'- ni kontrol altına almaya karar veriyor[28]. fo Mart 192o'de yani işgalden tam 6 gün önce Istanbul'daki Ingiliz Yüksek Komiseri De Robeck'in gönderdiği telgrafta Ingiliz, Fransız ve Italyan Yüksek Komiserlerinin, Yüksek Konsey'in, Istanbul'un işgal edilmesi ve Anadolu ile ilgili kararları karşısında olması muhtemel gelişmeleri şöyle sıraladıklan görülüyor:
- Türkiye böyle ağır bir barış antlaşmasını reddedebilir,
- Sultanın istifası veya istifa ettirilmesi; yeni sultan atanması, Anadolu'da yeni hükümet kurulması, parlamentonun Anadolu'ya kaçması, Anadolu ve Trakya'da hristiyanlara karşı katliamları başlatabilir,
- Avrupa'da, Bulgar ve Türklerin Yunanlılara ortak hareketi, söz konusu olabilir,
- Yakın gelecekte, Asya'da Bolşevikler, Araplar ve Türklerin birlikte harekete geçmeleri olasıdır[29].
Bütün bu değerlendirmelere karşın, Yüksek Komiserler, Yüksek Konsey'in emirleri uyarınca: Istanbul'un işgal edileceğini, İtilaf Devletleri'nin, Harbiye ve Bahriye Nezaretlerini işgal ve PTT'yi ve polisi kontrol altına alarak, asayişi sağlayacaklarını içeren 15 Mart 1920 tarihli ortak kararlarını açıklarlar [30].
16 Mart'ta ise yayınladıkları bildiride; Istanbul'un geçici olarak işgal edildiğini, saltanat otoritesinin yılulmayacağını ancak karışıklıklar yaygınlaşırsa niyetin değişebileceğini vurgulayan ikinci bir bildiri yayınlarlar[31].
Buna karşı Mustafa Kemal, Heyet-i Temsiliye adına 16-17/03/1920[32] ve 25 Mart'ta yayınladığı bildirilerde[33] olayın tam bir "modern haçlı seferi" niteliğinde, islamiyete ve Halifeye bir saldırı olduğunu vurgulayarak özellikle İslam ülkelerinin duygularına seslenir.
Sonuç:
Istanbul'un işgalini hazırlayan gelişmelerle ilgili olarak yabancı arşiv belgelerinin ışığında elde ettiğimiz sonuçları şöyle sıralamak olanaklıdır:
1- XIX. yüzyıl boyunca İngiltere'nin dış politikasında önemli yer işgal eden boğazlar ve dolayısıyla Istanbul'un, Mondros Bırakışması'nın sonrasında da bu önemini sürdürdüğü anlaşılmaktadır. Ingiliz makamla-rınca hazırlanan raporlar İngiltere'nin Orta Doğu ve Kafkaslardaki çıkarla-rı= korunmasında İstanbul ve boğazlara ne denli önem verdiklerini ve bu konuda orta ve uzun vadeli politikalar geliştirmeye başladıklarını bel-gelemektedir.
2- Bölgede giderek gelişen panislamist eğilimlerin, güçlenen bolşe-viklerle ortak noktalarda biraraya gelerek bir birleşik güç odağı oluştur-maları, İngilizleri, bölgedeki çıkarlannın korunmasında ivedi olarak giri-şimlerle bulunmaya itmektedir.
3- Bunların yanısıra, Anadolu'daki ulusçu hareketin Istanbul'u etki alanına alması ise en yakın ve en büyük tehlike olarak değerlendirilmekte-dir.
4- Bir yandan panislamist, diğer yandan bolşevilderle temasta bulu-nan ulusçulann "gerektiği takdirde yeni bir devlet kurmayı düşünebilecek-leri ve böyle bir oluşumda saltanat varisi Abdülmecit'e görev biçebilecek-leri" yolunda duyumlann alınması, Ingilizlerin bölgede uygulamayı düşündükleri politikalarını başarısız lulabilecekti. Çünkü böyle bir oluşum islam dünyasında etkili olduğu kabul edilen makamların Istanbul'dan Anadolu'ya geçmesi demekti. Bu ise, Ingilizlerin 12 Eylül 1919 tarihinde Damat Feriele yaptıkları gizli antlaşma taslağı maddeleri arasına koyarak elde ettikleri "müslümanların oturdukları yerlerde Halifenin moral desteği-ni kullanabilme" yetkisinin sıfırlanması anlamına gelecekti.
5- Deniz Yarbayı Luke'un 25.12.1919 tarihli raporunu destekleyen Istanbul'daki İngiliz Yüksek Komiserliği Başçevirmeni Mr. Ryan'ın 29.12.1919 tarihli raporu üzerine Earl Curzon, hazırladığı memorandum ile Sultan-Halife ve bu makamların bulunduğu Istanbul'un geleceği ile ilgilidüşüncelerini 4 Ocak 19213'de ustalıkla ülkesinin gündemine sokmayı başarmıştır. Aynı günlerde Lloyd George'da İtilaf Devletleri'ni yavaş yavaş konuya ısındırmaya başlamıştır. Ancak, bu gelişmelerden bilgi sahibi ol-ması üzerine Mustafa Kemal ii Ocak 1920 tarihinde oldukça sert tepki göstermiştir.
6- Ingilizlerin Istanbul'un işgalini düşünmeye ve kamuoyu oluştur-maya başlamalan bu tarih öncelerine rastlamaktadır ki bu sırada ortada ne Meclis-i Mebusan vardır ve ne de Misak-ı Milli kabul ve ilan edilmiş-tir.
Sonuç olarak; Itilaf Devletleri'nin, Meclis-i Mebusan'da 28 Ocak'ta kabul edilen Ulusal Ant'ı (Misak-ı Milli) anında haber aldıklarını kabul etsek, bu takdirde işgalin gerçekleştiği 16 Mart'a kadar 2 aya yaklaşan bir süre beklemelerini nasıl açıklayabiliriz?
Eğer, Itilaf Devletleri'nin Ulusal Ant'tan, ilan tarihi olan 17 Şubat'ta haberdar olduklarını kabul ederek bunun işgalde aradıklan geçerli neden olduğunu düşünsek, bu tarihten ii gün sonra başlayan ve işgal kararının alındığı Londra Görüşmelerinde Ulusal Ant'ın hiç söz konusu edilmemesi nasıl açıklanabilecektir?
Bu nedenlerle Istanbul'un işgali kararının alınmasında Ulusal Ant'ın (Misak-ı Milli) geçerli bir nedeni oluşturduğunu kabul etmek kanımızca oldukça güçtür.
7- Acaba Maraş olayları işgalin tek ve geçerli nedeni olarak kabul edilebilir mi?
Bilindiği üzere, Sykes-Picot antla.şması koşullarına aykırı olarak Fran-sızlara bırakılan yerleri işgal eden Ingilizler 15 Eylül 1 g g'da yaptıkları gizli sözleşmeyle, bu yerleri tekrar Fransızlara bırakmışlardır. Fransızların bölgeye gelişi hadiseli olmuş ve halk direnişe geçmekte gecikrnemiştir. Özellikle konumuzu oluşturan Maraş'a gelen Fransız Gouverneur An-drea'nın kaledeki Türk bayrağını indirmesi tansiyonun biranda yükselmese-ni ve olayların patlak vererek gelişmesini beraberinde getirmiştir. Yerli halkın kahramanca başkaldınsı ve ulusçulann desteği ile şiddetlenen çar-pışmalar sonunda sorun, 12 Şubat 1920 tarihinde Fransızların bu kenti terketmeleri ile çözümlenmiştir.
Sorunun çözümlenmesinden altı gün sonrasının yani 18 Şubat 1920 tarihini taşıyan General Head Quarters'dan (Askeri Karargah) War Offi-ce'e (Savaş Bakanlığı) gönderilen raporda Maraş olaylarından yine hiç söz edilmezken, "ulusçulann ağır barış koşulları karşısında Halifeyi değiştere-rek Sultan ailesinden birini bu makama getirmeyi düşündükleri" haberi-nin yeralması, artık tüm dikkatlerin Abdülmecid üzerinde yoğunlaşmasını beraberinde getirmiştir.
8- Bu raporun üzerinden on gün geçtikten sonra başlayan Londra Görüşmeleri tutanaklan irdelendiğinde, Ingilizlerin, bağlaşıldannı Istan-bul'un işgaline razı edebilmek için tüm diplomatik oyunlara başvurdukları görülmektedir.
a) Ne Londra Görüşmeleri'ne en yakı n tarihi taşıması nedeniyle hemen yukarıdaki satırlarda değindiğimiz, ne de daha önceki belgelerde yeralarak İngiliz Dışişlerini uğraştıran konulara Londra Görüşmeleri tutanaldannda rastlanmadığı gibi, tam tersine özenle dikkatlerden uzak tutulmaya çalışıldığı gözlenmektedir.
b) İngiltere saltanat ve hilafet makamlarının bulunduğu Istanbul'un işgalini bağlaşıklanna kabul ettirmeye çalışırken;
I. Denetim altı na alcağı Halifenin manevi gücünü tüm islam dünyasında kullanmayı,
II. İstanbul, dolayısıyla boğazların konumunda faydalanarak Anadolu ve Orta Doğu'nun yanısıra zengin maden kaynaklarının bulunduğu Kafkaslan da denetim altında tutmayı,
III. Bunun için, bölgedeki ekonomik ve politik çıkarlannın korunmasına bağlaşıklannı da ortak etmeyi planlamaktadır. Çünkü islam dünyasında kendisine karşı başlamış olan ve gelişen tepkileri yalnız başına karşılamanın güçlüğünün bilincindedir.
İngiltere'nin amacına ulaşmada bir araç olarak kullandığı Maraş olayları 15 gün önce bitmiş olmasına karşın Fransızlan tahrik etmek için ilk oturumundan itibaren İngiltere tarafından ustaca Londra Görüşmeleri gündeminin baş maddesine dönüştürülmüştür. Hatta etkili olmaması olası lığına karşı Kilikya olaylarından da faydalanılmağa çalışıldığı gözden kaçmamaktadı r.
c) Görüşmelerin 1 o Mart 1920 tarihli oturumunda herne kadar Lloyd George'un felaketli sonuçları beraberinde getirmesi olası önerisi, Fransız ve Italyan temsilcileri tarafından önlenmiş ve Istanbul'daki Yüksek Komiserlerin 15-16 Mart 1920 tarihlerinde halkın tepkisini hesap edip yumuşatarak ilan ettikleri kararları doğrultusunda işgal gerçekleşmiş ise de, İngilizler 18 Mart'ta çalışmalarına ara veren Meclis-i Mebusan üyelerini tutuldatarak işgalin şeklini tamamen kendi planları doğrultusunda değiştirerek bağlaşıldannı oyuna getirmekten çekinmemişlerdir.
Bu gerçek, iki ay sonra 20 Mayıs ı gzo'de Istanbul'da Fransız Haberalma örgütünün Savaş Bakanlığı'na yolladığı raporda şöyle değerlendirilmiştir: "İngiltere sömürgeciliğin tek suçlusu ve 16 Mart 1920 işgalinin tek sorumlusudur". [34]
Kanımızca konu ile ilgili şöyle bir genel değerlendirme yapmak ola-naklıdır:
Panislamist eğitimlerin ve giderek güçlenen bolşevik yayılmacılığının bölgesel çıkarlarını tehdit edici boyuta ulaşması karşısında Ingilizler Istan-bul'un işgalini programlamaya başlamışlardır. Çünkü tüm bu olumsuz ge-lişmeleri Istanbul'dan kontrol ve denetim altına alabileceklerine inanmak-tadırlar.
Böylece aynı tarihlerde Ititaf Devletleri'nce hazırlanan ve ileride ağır koşullu S&ıis'e dönüşecek olan Üçlü Uzlaşma (Accord Tripartit) metnini Türklere kabul ettirebilmek için etkili bir baskı aracı elde etmiş olacakları yolundaki savda geçerlilik Icazanmaktadır. Ancak, Istanbul'un işgalinde Ulusal Am geçerli etken olmadığı gibi, Mara§ olaylarının ise, Ingiliz dip-tomasisinin, işgal kararını bağlaşıkları ile birlikte alabilmek için görüşme masasına getirerek, işgalin hazırlayıcısı olan gerçek nedenleri gizlemekte ustaca kullandıkları bir politik araç olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır.